|
|
................... |
|
................... |
UZUNYAYLA’DA YAŞAM KOŞULLARI ve
HANCEGOŞA |
11.09.2009 |
|
WORDIM Müzeyyen |
................... |
................... |
Uzunyayla’da en büyük geçim
kaynaklarından birisi koyunculuktu. Her bir ailenin iki yüz, üç
yüz koyunu olurdu. Bir araya gelen sülaleler sayesinde bir bazen
iki sürü otlağa gönderilirdi.
Sürüler, akşam üzeri yaylıma çıkar, sabah erken gelirdi. Sabah
akşam o iki vakitte koyunların teslim alınıp verilmesi önemliydi,
eksiksiz gitmesi ve sayılarak içeri alınması istenirdi. Koyunlar
ve kuzular farklı zamanlarda, karşılaşmadan kapıya gelmeleri
gerekirdi. Sağılan koyunlar ve diğerleri olarak ayrı ayrı yerlere
alınması gerekirdi.
Yazın, işlerin yoğun zamanlarında bu iş biz çocuklara düşerdi.
Kapıdan içeri alırken tek tek sayardık, bazen şaşırdığımız olurdu
o gün büyükler sorsun istemezdik, eksik olup olmadığını bir
şekilde akşam olup yaylıma çıksınlar isterdik. Ertesi günü büyük
bir dikkatle sayar sorulması halinde eksiğiyle-fazlasıyla rapor
ederdik.
Koyun sağma işleri de evin ve günün en önemli işiydi ve öğleden
sonrası vakte kalırdı. Sağma işi evin genelde genç kızına, yoksa
gelinine düşerdi. Çoğu kez de her ikisi de beraberce yardımlaşarak
yapılırdı. Sağma işi koyun sayısına göre fark ederdi ama günün 2-3
saatini alırdı. Biz çocuklara da orda bir görev düşerdi ki, ben o
işi hiç sevmezdim. Koyunların hareket etmeden rahat ve seri
sağılması için çocuklara koyunları tuttururlardı. İsteksiz de
olsak görevdi bir şekilde ortalarda görünüyorsak gitmek
zorundaydık.
Sağım işleri bitirilince kızlar çeşmenin başına toplanır, eller ve
kaplar yıkanır orda da epeyce bir muhabbet-sohbet ortamı yaşanır
eve dönülürdü.
Evde sütler, süt makinelerinde çekilir ve makinenin yıkama işi de
biz çocuklara düşerdi. Her bir parça makineden sökülür kazanıyla
alınır, yaşıtlarımız her birimizin ailelerine ait süt makinesinin
aparatlarını tek tek çeşmenin akan suyunda yıkardık. Bazen
deterjan kullanırdık. Genelde duru, soğuk suda yıkar, eve götürür;
süzülmesi ve kuruması için bütün parçaları ayrı ayrı bir yere
dizerdik.
Yazın, koyun kırkma zamanı; bir-iki günde koyunlar kırkılır, çıkan
yünler telislere (torbalara) doldurulur, satılmak üzere hazır
bekletilirdi. Çocuklara düşen pay; parça yünlerle koyunun çıkan
çardak dediğimiz yünleri olurdu. Çardağı köyün çeşmesinde akan
suyuna bir kova içinde ıslatır, bir hafta kadar suda çözülmesi
için bekletilirdi. Artık çözüldü dediğimiz de onu tokuçlarla taşın
üzerinde yıkardık. Geriye az bir yün çıkardı. Yani
üstümüzün-başımızın kirlendiğine değmezdi ama yinede zorlu bir
uğraştı. Bu denli çalışmanın karşılığında bir çift kısa çorap
alabilirdik.
Otlar, tırpanla biçilirdi. Henüz ot biçme makineleri yoktu. 4-5
ırgat, evin diğer fertleriyle sabahın erken saatinde kalkar,
antrede geceden hazırlanmış üstü kaymak tutmuş sütü içerlerdi.
Sonrada tırpanını alan çayıra doğru yola çıkardı.
Çocukluğumuzda köye teknoloji gelince at arabalarının yerini
traktörler almaya başladı. Biçerdöverlerin arkasında
Temmuz-Ağustos ayı hasat dönemi olarak geçirilirdi. Uzunyayla da
teknoloji belki yeniydi ama yeşil Johndere marka biçerdöverler
hayli eski olmalı ki, her gün arızalanır, tamir ettirilir,
günlerce biçerciler evde misafir kalırdı. Hatta bir süre sonra ev
halkından biri gibi (duş-traş) gibi ihtiyaçlar için bile onlara
hizmet edildiğini hatırlıyorum. Uzunyayla'da o zaman evlerde sular
akmıyor, sular çeşmeden taşınıyor, banyo denen harici odalar yok
onlar ayrı ayrı sıkıntılardı tabi.
Yazın buğdaylar harmanlara alınır büyük büyük öbekler
oluşturulurdu. Akşam saatlerinde bütün buğday öbeklerinin etrafına
gece hırsızlık olmaması için tahtadan yapılmış büyük mühürler
basılırdı ama çözüm değildi. Evin kızlarından veya gelininden bir
şekilde gençler mührü alır, alabildikleri kadar buğday alınır
(çalınır) sonrada tahta küreklerle düzeltilip mühürler eskisi gibi
basılırdı.
Eksilen buğdaylar evin büyükleri tarafından fark edilmemesi için o
tür yollara başvurulurdu. Fark edilse de yapılacak bir şey yoktu.
Böylesi müsamahalarda gençlere karşı gösterilen hoşgörünün bir
parçasıydı. Yani gençler kendi ailelerine ait harmandaki
buğdaylardan biraz olsun yürütmeye çalışırlardı. Bazen de
hırsızlığı önlemek için harman yerinde evin delikanlısı yatağını
serer, orda yatıyor görünür koruma görevi yüklenmiş olurdu ama
görevine çok da sadık kaldığı söylenemezdi.
HANCEGOŞA
Yazın yağmur yağmayıp kurak geçiyor olunca “hancegoşa”
gezdirirdik. Hance Kabardeyce de kürek anlamında, küreğe el-kol
yapılır bir elbisede giydirilirse “Hancagoşa” olurdu. Onu iki kişi
gezdirir diğer bütün kız çocukları da arkasında seslice “hancegoşa
gıdoşek yaallah ğoşyışho geğaş” diye dualarla bütün köy
dolaşılırdı. Her kapıdan bir kova su Hancegoşa’ya dökülür,
hediyeler verilirdi. Hediyede yumurta olurdu. Daha sonra toplanan
yumurtalarla köyün bakkalından bir şeyler alınır, bir yere
oturulur, orada piknik havasında yenilirdi. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|