ADİGECE EĞİTİM, ASİMİLASYON DURUMU VE GELECEĞİMİZE İLİŞKİN BİR DEĞİNME

HAPİ Cevdet Yıldız

JINEPS‘in Ağustos sayısında (sayı 21, s. 11), “Adigece’yi Kurtarmak İçin Beyin Fırtınası” başlıklı ve “Ajans Kafkas” kaynaklı bir yazı yayınlandı.

Yazı, Rusya Federasyonu (RF) üyesi Kabardey-Balkarya Cumhuriyeti (KBC) başkenti Nalçik’te Adigece (Kabardeyce) yayınlanan Adige Psatle gazetesi salonunda, gazetenin yönetmeni yazar Mıhamet HAFITSE‘nin (Хьаш1уц1э Мыхьаьэт) açış konuşmasıyla başlayan ve dört saat kadar sürdüğü bildirilen ve konusu Adigece, Adigece eğitimi ve sorunları diyebileceğimiz bir toplantıda yapılan konuşmalara ilişkindir. Toplantıda, toplamı sadece iki köy olan İsrail Adigelerinin Adigece’yi koruduğu, ama KBC’nde, yani kendi evinde Adigece’nin (Kabardeyce’nin) gerileyip giderek yok olmakta olduğu, özellikle kentlerde Adigece konuşanların azalmakta, Adigece’nin yerini Rusça’nın almakta olduğu, yeni şair ve yazarların da artık eskisi gibi yeterince yetişemediği ve durumun iyiye gitmediği vurgulanmıştır.

Öncelikle şunu belirtelim: 2006 yılında Adigey Cumhuriyeti’nde (AC) kabul edilen ve bir eğitim yılı boyunca uygulandığı anlaşılan Adigece’yi destekleyici zorunlu bir eğitim yasası gibi bir yasa çıkarılmadığı, kalıcı bir iyileştirme yapılmadığı ve anadiline kamu yaşamında yer verilmediği sürece,  Adigece’nin (ve RF’deki diğer yerel dillerin) yaşaması, çok zorlaşacak, bir geleceği de olmayacaktır. Bu bellidir ve bu durumun Rus işbirlikçilerince de iyi bilindiğine kuşku yoktur. Nitekim, kamu yaşamında ve yeterince eğitimde de kullanılmadığı için Kabardeyce zayıflıyor, yerini kullanılan bir dil olan Rusça2ya bırakıyor. Şaşmaz bir toplumsal süreç, bir doğa yasasıdır bu.

KBC’ndeki ve kuşkusuz başka yerlerdeki durum, gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bir durum. KBC, 500 binin üzerinde toplu bir Adige nüfusu vardır ve çoğunluğu (% 55) Adige olan 900 bin nüfuslu bir etnik yöre (region). Kabardeyce, ayrıca Karaçay-Çerkesya Cumhuriyeti’ndeki (KÇC) 5 resmi dilden biri, AC ve daha başka yerlerde de konuşulan yaygın bir dil (Kabardeyce,  Stavropol ve Krasnodar krayları ile Kuzey Osetya-Alaniya Cumhuriyeti’nde de konuşulur). Kabardeyce’yi bilenlerin sayısı (Kabardeyce de konuşan Abazalar, vb ile birlikte ) en az 700 bin. Kuzey Kafkasya ölçülerine göre, bu denli büyük bir dil, kendini koruyup geliştiremiyorsa,  üstelik de geriliyorsa, ortada vahim bir durum var demektir.

Geçmişte, Gorbaçov döneminde görüştüğüm saygıdeğer bir Kabardeyli dekan, “Üst yönetimce izin verilmesi durumunda, değil ilk ve orta öğretimi,  üniversite eğitimini bile Kabardeyce yapacak bir düzeydeyiz, Kabardeyce bilimsel eğitim yapılacak düzeyde bir dil” demişti. Nereden nereye?

Üstelik Kabardiya geleneksel olarak Rus dostu bir yöre, Dağıstan hanlıkları (1722) ve Abhazya (1810) gibi, gönüllü olarak, henüz oluşumu sırasında, yani çok erken bir tarihte (1557’de) Rusya’ya, bir ittifak antlaşması ve Rus koruması çerçevesinde katılmış bir yer. Kabardey damadı İvan IV (İvan Grozni) ya da Türkçe adıyla Korkunç İvan (1530-1584) ilk Rus Çarı. Tarihsel Rus-Kabardey ilişkileri onunla başladı ve Rusya’nın büyüme sürecine, Kabardey önderlerince (derebeylerince) etkili katkılarda bulunuldu ve bu ilişkiler, ara ara kesintiye uğrasa da, Sovyetler dönemine değin sürdü. Şimdi, Rusya’ya gönüllü katılışın 450’nci yılı, bu katılış KBC toprakları dışında, ilgisiz  KÇC ve AC yörelerinde de törenlerle kutlanacak ama kutlamalar, tarihsel bir Çerkesya toprağı olan Krasnodar ve Stavropol kraylarını da kapsayacak mı? Bilmiyoruz ama kapsamaması durumunda kutlamalar eksik ve tek yanlı kalır, oraları da tarihsel bir Adige toprağı, oralarda da bir yerli nüfus olarak hala Adigeler yaşıyor: Özellikle Krasnodar’ın Ş’açe/Soçi, Tuapse ve Uspensk rayonları ile Stavropol’un Kursk rayonunda. Bir de 45’nci yılı vurgulayan genel bir Adige tarihinin yazdırılacağı söyleniyor, yazdırılacak bu tarih,  beş yöre yerine, üç yöreyle mi sınırlanacak? Diğer iki tarihsel Adige yöresi, yani Krasnodar ve Stavropol krayları nereye konacak? Bunu da bilemiyoruz.

Gönüllü olarak Rusya’ya katılmış yörelerde, tarihten gelme bir Rus sempatisi var, bu normal, anılar yaşıyor, yaşatılıyor. Sözgelişi, Kabardey derebeylerinden Pşı Temrıko İdar’ın (İdar Temrıqo) kızı iken kilisede vaftiz edilip Ortodoks Hıristiyan olan ve Mariya adını alan, ikinci karısı olmak üzere, 17 yaşında iken Korkunç İvan’a nikahlanan (1561) Goşevnay İdar (1544-1569), hala Rus sempatizanı Kabardeyler için bir övünç kaynağı. Mariya’cık, Korkunç İvan’dan Vasiliy adı verilen bir oğlan çocuğu doğurdu ama ikisi de yaşama vakitsiz gözlerini yumdular; Mariya,  öldüğünde henüz 25 yaşındaydı. Karayazgılı Mariya’nın Sovyetler döneminde Nalçik’te dikilen anıt heykelinin yüzü ve sağ eli hala Moskova’yı işaret ediyor; kendi geleceği söndü ama güleç bir yüzle gelecek orada, Rusya’da,  diyor gibi hala, Kabardey saflığı içinde, hemşehrilerine Moskova’yı gösteriyor, oraya olan sempati ve bağlılığı simgeliyor. Ancak bütün bunlar, tarihten gelme bu köklü dostluk ruhu, Adige/Kabardey dil ve kültürünü kurtarmaya yetmiyor; dil, şimdi Rus dilinin politik baskısı altında ezildikçe eziliyor ve yok olmanın eşiğine doğru hızla ilerliyor.

Herhalde şurasını hiç bilmiyoruz:

Ulusların (ülkelerin) sürekli dostları ya da düşmanları yoktur, sadece çıkarları vardır. Bu bir Amerikan sözü. Bunu herhalde biz bilmiyoruz ama Rusların bildiği kuşkusuz.

Bilinçli değilsen seni önce kullanır, sonra da paçavra gibi bir köşeye atarlar.

Bu bakımdan, “dostluk başka, alışveriş başka” misali, Kabardeyce’yi (ve kültürünü) kurtarma sırası şimdi bilinçli ya da artık bilinçlenmesi gerekli olan Kabardeylere kalmış.

Nitekim bazı sesler, yavaş yavaş da olsa yükselmeye başladı bile: Okullarda daha fazla Kabardeyce dersi ve daha çok Kabardeyce ders saati isteniyor. Yetersiz bir istek bu kuşkusuz, örneğin dili kamu yaşamında da kullanma talebi yok ama yine de bir ilk adım, bu kadarına bile, sinyali hep yukarılardan almaya alışmış KBC Eğitim Bakanlığı kulaklarını tıkamış, sağır ve dilsiz, üç maymunları oynuyor.

Yakınmalar sıralanıyor: Ders programına yeni bir ders konduğunda, ilk akla gelen, ilk tekmeyi yiyen ve tırpan çekilen dil Adigece oluyor. Adigece dersler kırpıla kırpıla, sonunda kuşa döndü ve okullarda tek derse düştü, deniyor. Kabardeyce toplam ders saatleri de kimi okulda 2 saat, kimi okulda da, 3 ya da 4 saat. Üstelik bu ders saatleri öğrencinin yorulduğu ve ilgisinin iyice dağıldığı 6 ve 7’nci saatlere atılmış, böylece Adigece dersler ve bu dersleri okutan öğretmenler gözden düşürülmüş oluyor, müthiş bir zeka, harika bir program. (Yani Türk öğrenci argo deyimiyle, Kabardeyce dersler “dandik derslere“,  Kabardeyce dersi öğretmenleri de dilim varmıyor bilmem “ne öğretmene” dönüştürülmüş; oysa Türkiye’de, haftada 6 ders saati olarak okutulan Türkçe dersini başaramayan öğrenci direkt sınıfta kalıyor, onu öğretmenler kurulu bile kurtaramıyor. Anadili o denli önemli ama KBC’nde değil).

Peki, bu durumda bir şeyler olsun yapılamaz mı? Buna ilişkin öneriler de, özetle şöyle:

Adigece konuşma saatleri yaratılmalı, iyi bir eğitim programı, vb hazırlanmalı, ders kitapları da Adigece’ye çevrilmeli ve okutulmalı, deniyor. Çok yerinde ve çok güzel öneriler bunlar ama yine de yetersiz. Peki, yetersiz de olsa, RF hukuk mevzuatı, böyle bir anadili yanlısı düzenlemeye “onay” verir mi ya da bunları yapacak bir irade, bir erk KBC’nde kalmış mıdır? Bunu da “bilemiyoruz”.

Devam edelim: Anaokullarında, 3-4 yaş çocukları için ders saatleri 20 dakika, 5-6 yaş grubu için 25 dakika, 6-7 yaşlar grubu için de 30 dakika imiş. Bu ölçüler içinde çocuklara haftada 2 ders saati tutarında Adigece (Kabardeyce konuşma) dersi veriliyormuş. Ancak herhangi bir dilin bir çocuğa öğretilmesi için haftada en az üç ders saati gerekiyor, bu bir bilimsel saptama. Dahası var, Adigece gibi 60’tan çok sesi bulunan (çoğu dillerin iki katı ya da üzeri tutarında sesi olan) bir dil için 3 saat de yeterli değil, daha fazla ders saati, ayrıca çocukla her gün anadilinde konuşmak gerekir, deniyor. Ancak, gereken zorunlu sürenin yarısına bile ulaşılamamış. Dolayısıyla anadili lodos yemiş sulu kar gibi eridikçe eriyor.

Çünkü az konuşulan diller eriyen sulu kar gibi hızla yok oluyor ya da (işlenmeyen demir pas tutar, misali) güçsüzleşiyor, bir süre sonra da (çürümüş eski binaların ansızın çöküvermesi gibi) sessizce ve birdenbire sönüp gidiyor. Bu da bir bilimsel saptama, yani şaşmaz bir doğa kuralı. Wubıhca (Убыхыбзэ) ve 12 Mart 1971 askeri müdahalesi sırasında, ölümcül darbeler de indirilerek söndürülmüş olan bir dizi küçük dil örneği de ortada. (Bu olaylara da kimse değinmiyor.)

Ek olarak, en önemli öğrenme yaşları olan 2-5 yaşları arasındaki çocuklarla her gün mutlaka Adigece konuşulması gerekiyor ama konuşulamıyor, deniyor. Yani çocuklarına yeterli bir anadili konuşma olanağını sağlayamayan bir ‘devlet’ ki, ilginç mi ilginç. Nasıl bir devletmiş ki bu? Esir kampı mı ki?

Bir bölüm öğretmen de, şunu öneriyor: İlkokul eğitiminde (1-4. sınıflar),  daha önceleri (herhalde Lenin ve Gorbaçov dönemlerinde) olduğu gibi, yeniden Adigece’ye dönülsün. Bu da eksik ama yine de olumlu bir öneri; yetki sorunu var yine. Yetki kimde, KBC’nde mi, yukarısı buna izin verir mi? Sözü edilmiyor. Ayrıca radyo-televizyon ve gazetelerin anadilini desteklemesi isteniyor ama radyo ve televizyonlar, “dinleyici öyle istiyor!” diyerek sık sık sundukları Rusça şarkılara ara verip konuya eğilebilecekler mi?

Görüldüğü gibi durum hiç de iç açıcı değil, köklü bir değişiklik ve anadiline yeniden köklü bir dönüş yapılması gerekiyor, yoksa Adigece’nin de sonu, Wubıhca’nın sonu gibi karanlık. Bunun için fazla bir zaman da gerekmiyor.

Anadilinin çaptan düştüğü ve hurdaya çıktığı bir yerde, globalizm (küreselleşme) çağında, ulusal kültür de yaşayamaz. Hepsi bir süreç sorunu. Çağımızda, daha önceleri yüzyıllar boyu süren süreçler, teknoloji (globalizm) çağında artık on yıllara sığar olmuştur, yani asimilasyon için gerekli süre daralmıştır, konu ihmale gelmeyecek denli ciddileşmiştir. Ortada kıran kırana bir yarışma var, yarışmanın kaplumbağası, zayıf tarafı da Adigeler. Çünkü Adigeler pasif, çekingen, ürkek, zavallı, kendine yabancılaştırılmış, büyük ölçüde ruhu çalınmış, sesini çıkarmıyor, boynunu kendi boyunduruğa uzatıyor. Bu bakımdan tüm yurtseverlere yeni görevler düşüyor: Demokrasi içinde kişilikli ve onurlu bir yaşam mı ya da Wubıhca gibi eriyip gitmek mi? Seçim Kabardey halkına, dahası bütün demokratik güçlere ve onların bilinçli bireylerine kalmış bir şey.

Bu arada haftada seçmeli 2 ya da 3- 4 ders saati ile yetinilen bir yerde, bir yarışma ortamında, anadilinde yazılmış kitap ve gazeteler kitlesel olarak okunur mu? Sanmıyoruz. Bunları kimselerin okumayacağı, ilgi de duymayacağı bilinmelidir. Kendi kendimizi aldatmayalım, haftada 2 saat iğreti bir Kabardeyce eğitim verilebilen bir yerde anadili, günümüz koşullarında, artık yaşayamaz. Öğrencilerin ne kadarının haftada 2 saat Adigece okuduğu da belli değil. Kapalı bir kutu durumu var. Bilemiyoruz. Yani durum vahim. Örneğin, 1992’deki Kafkasya ziyaretim sırasında Adige dilinde gazete ve kitap okuyan ya da Adigece şarkı söyleyen tek bir çocuk bile göremedim. Rus öğrenciler dolu dolu ve kendine güvenli, Adige öğrenciler ezik, masum, ürkek… Bir üniversite öğrencisine sormuştum, “Adigece kitap okuyan, şarkı söyleyen çok çocuk var mı” diye; o da başıyla “yok” yanıtını vermişti ama gidin Urfa’ya, gidin Diyarbakır’a, katmerli baskılara karşın, sokaktan ve evlerden yükselen Arapça ya da Kürtçe şarkılardan geçilmiyor. Her yer Kürtçe ve Arapça. Kürt sanatçı toplulukları ve uydu yayınları da canlı mı canlı. Hepsinin evinde uydu yayını var. Bizse öldük ama cenazemizi kaldıran yok. .

Çok sayıda uzman ve eğitimcinin katıldığı anlaşılan toplantıda söylenenlerden ilgimizi çeken bazı noktaları, işte böyle değerlendirebiliriz.

II

ADİGECE EĞİTİMİN ŞİMDİKİ HAZİN DURUMU

RF üyeleri olan KBC, KÇC, AC ile diğer cumhuriyetlerdeki uygulamalar, tek bir biçim olan federal eğitim yasasına göre düzenleniyor. Fark, yörelere özgü derslerde görülüyor, her bir bölge (region) kendine özgü dersleri (dil, tarih, vb gibi) seçmeli ders olarak okutuyor. RF bütününde resmi dil Rusça. Rusça,  cumhuriyetlerde de geçerli üst resmi dil ama cumhuriyetlerin dilleri de, Rusça yanında resmi dil yapılabiliyor.

RF, ilkin 89 federal birimden (region) oluşmuştu, 89 birimin 10’u özerk okrug idi. Resmi dil sayısı da 38 idi. Özerk okrugların kaldırılmaları süreci sürdüğünden, federal birim sayısı 1 Mart 2008’de 83’e düştü, özerk okrugların tasfiyesi süreci sürüyor. Ardından sıranın cumhuriyetlere de geleceği söylemleri var. Nitekim, 2006 yılı ve öncesinde, AC’nin ve bazı başka cumhuriyetlerin de (Karaçay-Çerkesya, Altay vb) kaldırılmaları planlanmıştı. (bk. Russia, Wikipedia)

Bu ve benzeri nedenlerle RF’na karşı dışarıda büyük bir güven eksikliği vardır. Stalin dönemi terör ve yıldırmaları da buna eklendiğinde,  güvensizlik ve kuşkular daha da artmaktadır. Bütün bunların düzeltilmesi ve RF’nun daha güvenilir ve sempati duyulur bir ülke yapılması işi, kuşkusuz RF yöneticilerine kalmış bir şeydir. Örneğin, dil ve eğitim gibi konularda bile, anlaşılmaz bir çekingenlik, korku ve konuşma isteksizliği vardır. Bu da kuşkuları artırmakta ve güveni iyice sarsmaktadır. En basit konularda bile, çoğu kişi ya bilgisizdir ya da üç maymunları oynamak istemektedir ki, ikisi de iyi değildir ve kuşkuları daha da arttırmaktadır.

RF’nda, şu anda,  Rusça dışı dillerde verilen eğitim dilleri statüleri, ders sayıları ve ders saati süreleri de, sözgelişi İspanya’daki Bask Özerk Bölgesi ya da Irak’taki Kürt Özerk Bölgesi’ne göre çok düşük bir düzeyde.

RF’ nda dersler, “zorunlu dersler” ve “seçmeli dersler” diye ikiye ayrılıyor. Zorunlu dersler bütün okullarda okutulması zorunlu olan derslerdir.  Seçmeli dersler ise, isteğe bağlı olarak okutulan derslerdir. Regionlara özgü olarak okutulan dersler de seçmeli dersler kategorisine girmektedir. RF’ nda oldukça karışık bir eğitim sistemi yürürlüktedir. Bu da çokuluslu bir ‘federal’ yapıda doğaldır. Regiona özgü seçmeli dersler içinde birbirinin devamı olan anadili ve edebiyat dersi, o yerin yerel dilinde okutulmaktadır.

Örneğin, AC’nde, yöreye özgü seçmeli ders sayısı, ad olarak 4’tür (bk. AC Devlet Başkanı Aslan Thak’uşın’ın açıklaması, Jineps, sayı 20, s. 7). Bu dört ders içinde 4 yıllık ilkokulda okutulan “Adigece”  dersi ve 6 yıllık orta ve lisede okutulan “Adige edebiyatı” dersleri Adigece (bu dersler ilkokulda Adigece, ortaöğretimde de Adige edebiyatı dersi adını alır), “Adigey tarihi” ve “etnografya” dersleri ise, Rusça olarak okutulmaktadır (etnografya dersinin Adigece okutulabildiği de söylenmektedir). Adigece dersleri, tıpkı bir yabancı dil (İngilizce) dersi imiş gibi, Rusça üzerinden işlenmektedir. (Son derece zavallıca bir durum.) Okullardaki yazışma, ders ve konuşma (idare) dili de tüm resmi dairelerde olduğu gibi Rusça’dır.

Anadili, kray ya da oblast okullarında ise, seçmeli ders biçiminde, haftada 1 ya da 2 ders saati iken, cumhuriyet okullarında, bunun iki katına kadar çıkabilmekte, sınıfına göre de 4 saate kadar okutulabilmektedir. Böylece Adigece toplam ders saati tutarı, regionuna (yöresine), okuluna ve sınıfına göre 1, 2, 3 ve 4 ders saati biçimlerinde değişebiliyor. Ders saati tutarı Krasnodar Kray’daki Shapsugh (Ş’açe/Soçi ve Tuapse rayonu) ve Adige (Uspensk rayonu) okullarında haftada 1 ile 2 ders saati, cumhuriyetlerde de 2 ile 4 ders saati arasında değişmektedir.

On yılı aşkın bir süreden beri uygulanan böylesine bir eğitim sisteminde, yerel yönetimin bir kararıyla, Adigece ders sayısı ve ders saatleri tutarı artırabilir mi ya da bunu sağlayacak bir müfredat değişikliği yapılabilir mi? Örneğin, eskiden olduğu gibi temel dersleri kapsayan Adigece bir okul eğitimi verilebilir mi?  RF hukuk sistemi buna izin verir mi? (AC’ndeki 2006 tarihli “eğitim yasası” girişimi ve yasa iptali, farklı bir kategoriye giriyor olsa da yine de mide bulandırıcı.) Adigece’nin ve diğer yerel dillerin, daha fazla sayıda seçmeli dersler biçiminde okutulabilmesinin yasalara aykırı olmadığı yeni yeni söyleniyor ama girişim eksikliği görülüyor, nedeni ise söylenmiyor. (Sözgelişi KBC’nde anadili yanlısı yeni bir adımın atıldığı da söyleniyor.)

Yeni ve etkili önlemler alınmadığı takdirde, anadilinin iyice etkisizleşeceği ve giderek de söneceği belli. Bu arada genç kuşaklar büyük ölçüde asimile edilmiş ve kendine yabancılaştırılmış (ruhları çalınmış)  durumda. Nitekim, Adige nüfus çoğunluğu bulunan Nalçik’te (275 bin n.) bile Adigece konuşulan bir dil olmaktan çıkmış, yerini bütünüyle Rusçaya bırakmış durumda. (Jineps, sayı 24;ayrıca bk. “Kuzey Kafkasya’da ana dillerinin geleceği kaygılara neden oluyor”, internet) Çünkü Kabardeyce,  artık kullanılan değil, kenara itilmiş iğreti bir dil.

Eskiden köy toplantı ve düğünlerinde, köleler ve yoksul köylüler (aşağı tabaka) kastedilerek, “herkes yerini bilsin!” (Хэти ич1ып1э ерэш1эжь!) denilir. Soylular baş köşelere çağrılır, sonra sıra varlıklı köylülere gelir, köleler ise kapı dışarı edilir ya da en arkalara itilirdi. Şimdi buna benzer bir durum var ve Rusça başköşeye kurulmuş, oturmuş durumda.

2006’da, AC Devlet Başkanı Hazret Ş’ovmen’nin bireysel bir müdahalesiyle, AC Devlet Meclisi-Khase, yeni bir eğitim yasasını kabul ederek, bütün Adige öğrencilerin zorunlu olarak Adigece ders görmelerini sağlanmıştı. (S. Peneşü, Uyanma Vaktidir, Jineps, sayı 20, s. 4) Ancak bu girişim, “Adigece’nin seçmeli derslerden biri olarak okutulabileceği, zorunlu bir eğitim dili yapılamayacağı ama yapıldığı, bunun da RF Anayasası’na ve ‘insan haklarına aykırı’ düştüğü” gibisine bir gerekçeyle ve yargı yoluyla durdurulmuştu. İptal edilen ama yine de bir eğitim yılı süresince uygulanan bu yasa sayesinde, Adige öğrenciler anadiliyle bir araya gelme özgürlüğünü yaşamış, izleri belki de 70 yıl sürebilecek bir süreç açılmış oldu. (Bu girişim Adige ulusu içinde, Adigece’nin geleceği için kaygılanan, Hazret Ş’ovmen ve Khase’de olumlu oy kullananlar gibi, ruhunu satmamış, yürekli ve özverili evlatların tükenmemiş olduğunu da kanıtlıyordu.)

Bu girişim ve girişimin durdurulması, beraberinde RF’nda bir diller sorunu bulunduğu ve bağlı cumhuriyetlerin bazılarının anayasalarında yazılı olan “egemenlik” sözcüğünün bir süsten başka bir şey olmadığı gerçeğini de gün yüzüne çıkarmıştı. Sözgelişi “egemen” Adigey Cumhuriyeti kendi bir resmi dilini, o dili anadili olarak konuşmakta olan insanlarına (Adigelere) okutma yetkisine bile sahip değildi. Toplantıda böylesine olgulara değinilmiş midir? Bilemiyoruz. Böylece, RF’nun ulusal yerel birimlerinde (komponent), dengesiz, federalizmin ruhuna ters düşen bir eşitsizlik ve ayırımcılık durumu bulunduğu gerçeği de ortaya çıkmıştır. Demokratik, özellikle de federatif bir devlette böylesine eşitsizliklerin bulunmaması, yörelere daha fazla öncelik özgürlüğü sağlayan bir düzenleme yapılması gerekir. (RF’nda ise, büyüğü kayıran bir uygulama söz konusudur.)

İsviçre’de 26 kanton (eyalet) ve 4 resmi dil (Alman, Fransız, İtalyan ve Romanş dili) vardır. Hiçbir İsviçre topluluğu yüzyıllardır herhangi bir kaygı içinde değildir. Çünkü tam bir eşitlik ve karşılıklı saygı anlayışı vardır, “büyük birader anlayışı”, okrugların kaldırılması gibi tepeden inme darbeler ise yoktur. İsviçreli bir öğrenci, kendi anadilinin dışında, ikinci bir İsviçre dilini de zorunlu olarak okumaktadır. Bu uygulama sayesinde bir İsviçreli, en az iki dil konuşur. Örneğin, İtalyanca konuşan Ticino kantonunda bir öğrenci, anadili İtalyanca dışında ikinci bir İsviçre dilini ya da üç dil (Alman, İtalyan ve Romanş) konuşan Graubünden kantonunda Romanşça okuyan bir öğrenci İtalyanca, Fransızca ya da Almanca gibi ikinci bir İsviçre dilini de okumak zorundadır ve bu durum RF’nda olduğu gibi “anayasaya ve insan haklarına aykırı” bir durum olarak değerlendirilmemektedir. Bu da RF’nda demokratik değerlerin henüz tam oluşmamış olduğunu göstermektedir.

Bir demokratik örnek de Kanada’dan: Bu son yıllarda bir yasayla bütün Kanada yerli (Kızılderili ve Eskimo) dilleri koruma altına alınmış, bu toplulukların her birinin kendi “ulusal konsey”lerini (national council) kurmaları sağlanmıştır. Böylece konuşanı 10 kişi kalmış olan Han dili (bk. Han language, internet) bile tanınmış, bu dil uzman desteğiyle ve yaşlılardan yararlanılarak, okullarda okutulmaya ve genç Hanlara yeniden öğretilmeye başlanmıştır. Bakanlık, sadece yerli ulusal konseylerin onayladığı uzman eğitimcileri yerli okullarına göndermektedir, yani RF’ndaki gibi yerel görevlilerin peşinde dolanan ve kuşku uyandıran Rus “görevliler” gibileri oralarda yoktur, yurttaşa güven esası vardır ve yönetim yerlileri “ötekiler” olarak ayırmıyor ve herkesi bir ve eşit tutuyor. Kanada’da şimdiden yerli bölgeleri oluşturulmuş olup (Nunavut, Nunavik, Northwest Territories, Nunatsiavut, bk. internet), yerli dillere bölgesel resmi dil statüleri verilmektedir.

RF’ndaki uygulama ise, Abzegh’in Shapsugh‘a Tanrı tavuğu (thaçet) yakınması fıkrasını anımsatıcı nitelikte: Abzegh (Абдзах),  “А тхьар бо тхьа хъурназ, ежь ичэтхэр инэу къигъаш1и, тэ тичэтхэр жъые къигъэнагъ” (O Tanrı çok kurnaz bir Tanrı, kendisi için iri tavuklar yaratmış,  bizimkileri ise küçük bırakmış) diye yakınıyormuş. Shapsughların “ketı/кэты” dediği tavuğa Abzeghler “çet/чэт”, Shapsughların “kurkur/куркур” dediği “hindiye” de Abzeghler “thaçet/тхьачэт” (Tanrı tavuğu) diyorlar. RF’ndaki durum da benzeri: Rusça “hindi”, diğerleri “tavuk”, daha doğrusu “ispenç tavuğu” ya da “minik serçe”. Rusya’da herkes Rusça okumak zorunda ama diğer resmi dilleri kimse okumak zorunda değil. Böylesine bir ayarlama yapılmış.

Eşitsizliği daha yakından görelim: AC Anayasası’na göre (ötekiler de benzeridir), “bir öğrenci eğitim dili olarak iki resmi dilden (Rusça, Adigece) birini özgürce seçebilir”, deniyor, ama Adigece eğitimin kolu kanadı kırılmış ve tek bir dersle sınırlanmış. Bırakın Adige olmayanı, örneğin Rus kökenli öğrenciyi, Adige kökenli bir öğrenci bile, şayet o okulda bir Rus sınıfı varsa (ki, özellikle vardır), Rus sınıfına yazılıp Adigece okumaktan “kurtulabiliyor”. Adigece okuyan bir öğrenci Adigece dersinden başarısız ise, Rus sınıfına yatay geçiş yapıp sorumluluktan kurtuluyor ve takıntısız bir üst sınıfa devam edebiliyor. (Tam bir “Ali Cengiz Oyunu”.) Adigece’yi seçen bir öğrenci, diyelim 12 dersin en çok bir dersini Adigece, bir dersini İngilizce, 10 dersini ise Rusça okurken; Rusçayı seçen bir öğrenci, 12 dersin, bir dersini İngilizce, 11 dersini de Rusça okuyor. Ne biçim bir eşitlik anlayışı imiş bu? Söz konusu toplantıda eşitlik anlayışına ters düşen bu gibi durumlara değinilmiş midir? Ders kitaplarının Adigece’ye çevrilip okutulmasının istendiğini biliyoruz, yani kaçamak da olsa, durum biliniyor olmalı. Ancak, tanı (teşhis) olmadan iyileştirme (tedavi) olamayacağı da bilinmeli.

Yerel resmi diller, kendi devletlerinde (dahası RF desteğindeki -de facto bağımsız devletler olan- Abhazya ve Güney Osetya’da da), kamu yaşamında (yasama, yürütme ve yargı alanında) kullanılmıyorlar,  buralarda sadece Rusça kullanılıyor. Aslında kullanılmalarında görünürde bir yasal sakınca yokmuş. Demokratik hedef ise, yerel dilleri desteklemek ve onları kamu yaşamında da kullanılan diller haline getirmek olmalıdır, tıpkı İsviçre’de ve birçok ülkede olduğu gibi. Demokrasi ve cumhuriyetler bunun için vardır ve böylesine bir RF daha sağlıklı olacaktır.

Kamu yaşamında sadece Rusçanın kullanılması,  yerel dilleri önemsizleştiren ve etkisizleştiren ana etken. Öğrenci velisi, “Bir yararı, bir getirisi yoksa, yani geçerli bir dil değilse, öğrenci Adigece’yi niye öğrensin ki?” diyor. Kendi açısından haklı. Örneğin, AC Devlet Meclisi-Khase’de (Хасэ) 17 yıldan, yani cumhuriyetin kurulduğu ilk günden bu yana, bir kez olsun, hiçbir oturumda Adigece’nin konuşulabildiği, bir ilk yapılabildiği, Adigece bir tutanak olsun tutulduğu görülmüş ya da duyulmuş değil. “Gerekçesi”de hazır: “Herkes Rusça biliyor”. Öyleyse ulusal dil ve cumhuriyete ne gerek var? Her şey Rus yapılsın ve “bu sorun da ortadan kalksın”. Bu mantıkla gidilecek olursa, Adigece ve AC için, “fuzuli bir dil, fuzuli bir cumhuriyet” diyerek kampanyalar açan Slaviyanlar Birliği’ni kınamaya kalkışmak, biraz da “ayıp” kaçmıyor mu?

Böylesine bir politikayla RF’nun ve Rusluğun kazanabileceği olumlu bir şeyin olabileceğini sanmıyoruz.
III

GEÇMİŞTEKİ İYİ VE KÖTÜ UYGULAMALAR

Rusya’da,  Rusça dışındaki dillerin politik tarihçesini de şöylesine özetleyebiliriz: Rusya’da, kuşkusuz, dünyada örneği bulunmayan Türkiye’deki dil yasağı gibisine kendine özgü bir uygulama örneği görülmemiştir ama dillere yönelik sistemli baskılar da eksik olmamıştır. Bu tür baskılar Çarlık dönemi sonrasında, Sovyetler Birliği döneminde de sürmüştür. Örneğin Gorbaçov, Sovyetler dönemine ilişkin olarak, “halklara ve dillerine emperyalist baskılar yapıldı” diyerek,  bu durumu dürüstçe itiraf etmişti.

Çarlık Rusya’sının son döneminde anadili, bugünküne benzer bir biçimde, göstermelik de olsa, devlet okullarında isteğe bağlı bir seçmeli ders olarak okutulabiliyordu.

Ekim devriminden sonraki kısacık Lenin döneminde (Adigeler açısından 1920-24 yılları arası), Rusça dışındaki dillere değer verilmeye başlanmıştı. Lenin (1870-1924), devrim karşısındaki en büyük tehlikenin Büyük Rus ulus milliyetçiliği, yani başka ulusal toplulukları baskı altına alacak olan bir Büyük Rusya istemek olduğunu söylemiş, Rus milliyetçiliğine karşı bilinçli ve etkili bir savaş açmıştı. Sözgelişi o zamanki Adige Özerk Oblastı’nda (AÖO) Adigece’ye verilen önemi, büyük Adige yazarı Tembot K’eraş’ın (1902-1988) “Nasıpım yığogu” (Насыпым  игъогу/Mutluluk Yolu) adlı romanından da izleyebiliriz: Bir Adige köyünde, 1923’te Bir Mayıs anma töreninde kullanılacak olan bezden dövizin üzerine, Rusça’sı yanında,  Adigece’sinin de yazılması gerekiyordu, o zamanlar Adigece Arap harfleri ile yazılıyordu ama köyde Arap harfleriyle Adigece sloganları şöyle böyle yazabilecek tek bir genç kız (Nafset) bulunmuş ve onun yaşlı dedesinin yardımıyla bu iş, derme çatma da olsa başarılmıştı. (O zamanlar küçük bir yönetim birimi, bir “sancak ” olan Adige Özerk Oblastı’nda  50 bin Adige yaşıyordu.) “Aman ne gerek var, koca köyde okuma yazma bilen mi var ki?” demeyi kimse göze alamamıştı, çünkü felç olmuş yatıyor da olsa Lenin henüz sağdı. (Bu olay ve Bir Mayıs kutlaması için Bkz. “Yaşlı” ve “Mayıs’ın İlk Günü”, CircassianCanada, internet.)

Lenin’den sonra yetkiler Stalin’de toplandı, yerel diller kentlerden kovulup kenara, köylere itildiler. Örneğin Gorbaçov öncesinde Adigey başkenti Maykop’ta Adigece’nin okutulduğu tek bir okul bile yoktu. (S.  Peneşü, Uyanma Vaktidir, Jineps, sayı 20, s. 4.) Sonunda da, Lenin’in korktuğu şey gerçekleşti, Rus milliyetçiliği Lenin’den sonra yeniden hortladı, sonuç olarak da, “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olundu” ve koca SSCB batırıldı, on milyonlara ulaşan bir Rus nüfus Rusya dışında kaldı. Aynı milliyetçi hastalık Osmanlı Devleti’nin de sonunu getirmişti.

Birinci Gorbaçov döneminin (1985-1991) getirdiği özgürleşme ile birlikte, sönmeye yüz tutmuş olan bölge (region) dilleri yeniden canlanmaya başlamışlardı. Örneğin, AC’nde 1991’de, matematik dersi de dahil birçok ders Adigece olarak okutuluyordu ama izleyen Boris Yeltsin döneminde anadiline yeniden tırpan çekildi, anadili eğitimi, yukarıda da değinildiği gibi, tek bir seçmeli derse, haftalık olarak da toplam 1- 2 (oblast ve kraylarda) ya da 2-3-4 saate (cumhuriyetlerde) düşürüldü.

EĞİTİM ALANINDA HERHANGİ BİR İYİLEŞTİRME YAPILAMAZ MIAdigece’nin kullanımının bir biçimde genişletilmesinde, kuşkusuz yerel yönetimlerin yapacağı şeyler de olmalıdır. RF’nda, önceleri tanınmış irili ufaklı 38 resmi dil vardı. Şimdi okrug dillerinin tasfiyesi süreci yaşanıyor ve resmi dil sayısı 27’ye düşmüş bulunuyor. Adigece (AC), Abazaca (KÇC), Nogayca (KÇC ve Dağıstan), Kabardey-Çerkesçe (KBC ve KÇC) ve Karaçay-Balkarca da (KÇC ve KBC) bu resmi dillerden. Dağıstan’da tam 14 resmi dil var. Dil çokluğu ama bu dilleri konuşan her bir topluluğun sayısal azlığı görülüyor. (2002’de Çeçenler 1 milyon 360 bin, Avarlar 815 bin, Kabardey-Çerkesler 580 bin, Karaçay-Balkarlar 300 bin, AC Adigeleri ve Shapsughlar 140 bin iken, Abazalar 38 bin, Rutul 30 bin, Agul 28 bin, Tsahur 10 bin dolayında idi.) Bütün bunlar (Kuzey Kafkasya’da 20, Rusça ve Azerice dışında ise, 18 resmi ya da tanınmış dil vardır), bir yönüyle bir zenginlik oluştururken, bir yönüyle de, kuşkusuz bir “yük”, pazar (kitle) darlığı ve bazı zorluklar da yaratmaktadır. Ancak hedeflenen şey, barış ve demokrasi ise, bütün bu dil ve kültürleri desteklemekten başka bir çıkar yol da yoktur. Bu bir mikro-milliyetçilik değildir, insanlığın bıraktığı mirasa bir saygı ve kültüre katkı, aynı zamanda da bir yaşam hakkıdır (aslında “mikro milliyetçilik” denen şey de tartışılabilir). Bu iş, öyle sanıldığı kadar maddi bir yük ya da para da gerektirmeyebilir, bazen da getirisi götürüsünden fazla olabilecek bir şeydir. Ayrıca bazı şeyler parayla da ölçülmez.

Örneğin Kanada 10 (on) kişinin konuştuğu yerli Han dilini bölgesel dil olarak tanımış ve koruma altına almıştır. (Canada, Han language, Wikipedia)

Uluslararası barış, demokrasi ve insanlık kültürü açısından, bütün yeryüzü dillerinin (7 bin dolayında olduğu söyleniyor) ayrımsız korunmaları ve yaşatılmaları gerekir. Bunun için RF’nda da Rusça’yı dengeleyen, yerel dilleri koruyan, İsviçre’deki gibi tam bir eşitlik getiren ve halkların varlığını güvence altına alan yeni bir düzenlemeye gerek vardır. Aksi takdirde RF bir diller mezarlığına ve monoton (ruhsuz) bir ülkeye dönüşebilecek ve kendi kendisine zarar vermiş olacaktır. Bunun emareleri (belirtileri) görülmeye başlamıştır. İnsanlığın binlerce yılda yarattığı her türlü birikim, geçmişin kötü kalıntıları olan ırkçı ve yayılmacı görüşler dışlanarak, koruma altına alınmalıdır. Aklı başında Rus devlet adamlarının,  bu gerçeği görmeleri gerekir.

Aynı gerekler Türk ve Arap ülkeleri için de aynen ve çok daha fazlasıyla geçerlidir.

Peki böylesine negatif bir ortamda hiç bir iyi adım atılamaz mı?

Kuşkusuz, yerel yönetimlerce çok şey yapılabilir. RF ve bağlı cumhuriyetler anayasaları “şu şu dersler Rusça, şu şu dersler de başka dillerde okutulabilir” diye bir kural koymuş değil. (Ancak Çarlık ve Sovyet dönemlerinden kalma gerici/ırkçı izlerin halen var olduğu da bilinmelidir.) AC Anayasası, “Öğrenci öğrenim dilini özgürce seçme hakkına sahiptir”, diyor. Bundan, bir Adige okulunda Rusça ve İngilizce dersleri dışındaki bütün derslerin Adigece okutulabileceği anlamı çıkar. Yani, zorunlu tutulmadığı sürece, cumhuriyetlerde temel derslerin Adigece ya da Rusça dışındaki bir dilde okutulmasını engelleyici bir yasa hükmü yok. Nitekim, Kabardey-Balkarya’nın bu yolda olumlu bir girişim başlattığı, 20 kadar okulun birinci sınıflarında, temel derslerin Kabardeyce ve Balkarca okutulmaya başlandığı söylenmektedir.

Bu arada, Türkiye’deki Halk Eğitim Merkezleri gibi, RF’nda da yaygın eğitim veren merkezler bulunuyor olmalıdır. Örneğin okullarda Adigece müzik dersi müfredattan silinmiş, yerine Rus müziği konmuş. O halde Adigece müzik eğitimi için özel ya da resmi kurslar açılabilir, müzik kursiyerleri desteklenebilir. Müzik, dil kadar önemli ve stratejik bir olgu. Müziksiz bir ulus yaşayamaz, çünkü müzik ulusun ruhudur. Halk isterse, çok şey başarılabilir. Örneğin jandarma dayağı ve hapis cezalarına karşın, çoğu Türkiye Adige köyleri camilerinde Kur’an eğitimi, Adigece mevlit öğretilmesi ve sabahları Arapça ezan okunması durumları yıllarca, 1950’li yıllara değin sürmüştü ve halen de sürmektedir.

Cumhuriyetlerde artık yeni Adige müzisyenler yetişmiyor, yetişmiş olanlar da korunmuyor, aşağılanıyor, meydan Rus şarkılarına açılıyor. Bunların hepsi gizli Ruslaştırma programının parçaları. Adige müziği can çekişiyor, çocuklar yoz, boş. Durum içler acısı, yönetimler tınmıyor. Adige yönetimleri bütün bunları, tıpkı 155. 400 Rus’un, 1989-2003 yılları arasında gizlice ve sessizce AC’ne yerleştirilmesi olayında olduğu gibi, gizlemeye ve örtbas etmeye çalışıyorlar. Birçok dönüşçü sessiz, gerçekleri açıklamıyor, gizliyor. Düzinelerle Rus kanalı yetmiyormuş gibi, Adigeler için bir iki saatliğine tahsis edilmiş  radyo ve televizyonlar Adı gece’yi ve öteki resmi dilleri iteleyip Rus müziği ve Rus şarkıları çalıyor,  Ruslaştırma programına çanak tutuyorlar; artık ciddi biçimde etnik müziğe dönülmesi ve kaliteye değer verilmesi gerekiyor. Düğün ve toplantılarda etnik müzik ve şarkılar desteklenmeli. Adige müziği ve müzisyeni (kuşkusuz diğer ulusal müzikler de) yerel devletlerce hemen koruma altına alınmalıdır.

Anaokullarında çocukların daha fazla anadili eğitimi almaları için yasal yollar zorlanmalı, Adige görevlilerin peşinde dolanıp duran Rus “görevliler sorunu” da çözülmeli, böylece sömürgecilik ve korku duvarları aşılmalıdır. Ulusal (iç) işlere olumsuz anlamda başkaları karıştırılmamalıdır. Adigeler Türkiye’de, önceleri her gelen yabancıyı öyle kolayca içlerine almıyor ve işlerine karıştırmıyorlardı. Ne zaman ki, bu espri ortadan kalktı ve onun yerini kişisel çıkar önceliği (oportünizm) aldı, asimilasyon da hızlandı. Çünkü asimilasyonun çağa uygun ve modern bir alternatifi getirilemedi, ortam bilinçsiz ve geri yapılı kişilere terk edildi. Bu durum çağdaş anlamda yeni baştan yorumlanmalı ve geciktirilmeden koruyucu önlemler alınmalıdır. Bu bir özsavunmadır. Örneğin Kanada’da yerli toplulukların her birinin kendi resmi “ulusal konsey”lerini (national council) kurmaları sağlanmıştır. Kanada Hükümeti konseylerin olurunu almayan hiçbir kararı uygulamaya koymamaktadır, ilgili yasa böyledir. RF’nda Rus öğrencisi bulunmayan okullarda, Rus sınıfları açılması gibisine kraldan çok kralcı ve sömürgeci politikalara artık bir son verilmeli, Rus öğrencinin de o yerin dilini öğrenmesi desteklenmelidir. En başta Rusça, Adigece gibi yok olma tehlikesi altında olan bir dil değildir. Rusça’yı ister istemez herkes öğreniyor ve öğrenmeye de devam edecek. Çünkü Rusça genel bir resmi dil ve iki yüz milyondan çok insan tarafından konuşuluyor.

Gorbaçov döneminde, Ruslardan, bulundukları yerin dilini de öğrenmeleri ve o yerin özelliklerine saygılı olmaları isteniyordu. Dahası bütün ulusal bölgelerin bile birer “birlik cumhuriyeti” yapılmaları tasarlanmıştı. Demokrasiye, eşitliğe ve halklara böylesine değer verilmeye başlanmıştı. Çünkü gelişmeler bunun gerekliliğini o zamanki yöneticilere öğretmişti. AC ve KÇC de (ayrıca Hakas ve Altay cumhuriyetleri de) bu demokratikleşme sürecinin ürünleri olarak doğmuşlardı (3 Temmuz 1991). Ancak geç kalınmış, Ağustos 1991 tutucu (şoven) darbe girişimi sonucu,
demokratikleşme süreci kesintiye uğramış, Sovyetler Birliği de dağılmıştı.

IV

ASİMİLASYONA KARŞI NE YAPILABİLİR

Sovyetler döneminde küçük ulus dillerinin büyüğün, yani Rusça’nın içinde eritilmesi biçiminde, sessiz ama çok ciddi bir Ruslaştırma politikası uygulanıyordu. Bunun bir gereği olarak da Rus dili, kültürü ve Rusluk yüceltiliyor, kurtarıcı büyük biraderin Rus ulusu olduğu propaganda ediliyordu (bunların tümü faşist görüş ve uygulamalardı). Sonuç olarak da, ulusal okullar kapatılıyor, anadilleri resmi düzeyde olmasa da, alt düzeylerde aşağılanıyor (tavşana kaç, tazıya tut politikası uygulanıyor), anadillerini konuşanlar  yer yer dövülebiliyordu. Rus birinci sınıf insandı, birinci sınıfa terfi etmek, rahatlamak demekti. Artık Rus görünmek, Rus olmayanlar için erişilmesi amaçlanan bir “hedef” haline getirilmişti. Anadilleri ve ulusal geleneklere “gerici” yaftası yapıştırılıyor, yönetim yeteneksiz (kukla) ellere devrediliyordu.

Osmanlı yönetimi de gerekli gördüğü etnik yöreleri, önce din ve geleneğinden koparıyor, papazları etkisizleştiriyor, oraya çok sayıda Müslüman din adamı yolluyor, önce halkı baskı, ayrıca evlilik ve diğer teşviklerle Müslümanlaştırıyor, koyu dindar bir hale getiriyor, ardından sıra Türkleşmeye geliyordu. Örneğin Osmanlıların Çerkesya‘da görevlendirdiği Anapa Muhafızı Ferah Ali Paşa’nın uygulamaları da Müslümanlaştırma biçiminde başlatılmıştı. Ancak Türkmen ve Yörük gibi yerli Türklerin içki içmelerine, içkili düğün ve eğlenceler düzenlemelerine kimse dönüp bakmıyordu bile. Bu gibi şeytani uygulamalar da iyi incelenmelidir.

Bu tür bir atmosfer içinde anadilinden ve etnik kimlikten kaçışın hızlanması ve insanların giderek robotlaşması (kendine yabancılaşması, onursuzlaşması, ruhsuzlaşması ve duyarsızlaşması) çok doğaldır. Stalin ve izleyen dönemde, özellikle kentlere öncelik verilmek ve yoğunlaştırılmak üzere, din ve geleneklere savaş açılıyor, ulusal yapı tahrip ediliyor, çocuklar Müslümanlıktan uzaklaştırılıyor, sünnet geleneği yasaklanıyor, içki içmek ve domuz eti yemek özendiriliyor, kız ve erkek çocuklarına Hıristiyan Rus adları veriliyor, Rusça konuşmaları yaygınlaştırılıyor, tek yanlı ya da boyun eğmiş bir uyum durumu (köleleştirilmiş bir entegrasyon) yaratılıyordu. Bütün bunların sosyalizm ve demokrasiyi kirletmek dışında da bir anlamı olamazdı. Bu tür olumsuz uygulamalar, zamanla, toplumca benimsenip yaygınlaşıyor ve kalıcılaşıyordu. Bu da bir boyun eğdirme yöntemi idi.

Örneğin 1992’de adının Rita (Margarita) olduğunu söyleyen bir çocuklu genç bir Kabardey kadınına,  Ğuç’ıps/Гъуч1ыпс (Demir) gibi Adigece adlar da bulunduğunu söylediğimde, “Ey ba?” (Çirkin değil mi?) yanıtını almıştım. Tam bir yabancılaşma örneğiydi bu. Sonunda Svetlana, Nataşa,  Natalya, İrina, Oksana, Boris, İvan, Feliks, Nikolay, Artur vb gibi Hıristiyan Rus adları çoğaldıkça çoğalıyor, Adige ya da Müslüman adlarının yerini alıyor ve giderek Mariya Grozni (İdar Goşevnay) örneği övünç duyulan adlara dönüşüyorlardı.

Bir örnek de İsrail: İsrail’de, gelişmiş bir demokrasi ve bir hukuk devleti ve düzgün işleyen bir yargı kurumu yanında, ırkçı, milliyetçi ve dinci çevreler de vardır ama bu tür gericilerin karşısında insan haklarını savunan mekanizmalar ve demokratik güçler de vardır, bunlar da etkilidirler. Sonuç olarak bir denge durumu vardır. RF, Türkiye ve Arap ülkelerinde ise, henüz böylesine gelişmiş bir demokrasi ve denge durumu oluşmamıştır.

İsrail’de bir Adige, kimseden çekinmeden, özgürce ve dolu dolu Adigece konuşabiliyor. Okulda da dilini öğreniyor, Osmanlı ve İngiliz yönetimleri dönemlerinden beri, Kemalist Türkiye’de görülen ırkçı baskılar benzeri uygulamalarla karşılaşmamış, dil yasağı denen şeyi tanımamış ve yaşamamıştır ama İsrail Adigelerinin 1948 öncesi uzantıları olan, sözgelişi Ürdün ülkesi Adigeleri ise, her bakımdan dökülüyorlar, Araplık içinde eritilip bitiriliyorlar.

Diasporanın bir şansızlığı da Balkanlar’da olsun tutunamamış, geri ve özgürlüksüz ülkelerde yaşıyor olmak. 1878 Balkan sürgünü olmasaydı, bugün 1 milyonun çok üzerinde bir Adige nüfus AB yurttaşı olacak ve baskı kalkanından kurtulmuş olacaktı. Kemalistlerin AB’yi istememe nedenlerinden biri de ırkçı baskının ortadan kalkacak olmasıdır.

Bu arada,  Kuzey Kafkas cumhuriyetlerinin, sadece dil, kültür ve siyasal alanda değil, ekonomi alanında da dökülmekte olduklarını söylemeliyiz.

Oysa oralarda verimli topraklar, ormanlar, hayvan varlığı,  madenler, zengin su akıtan ırmaklar ve mineral su kaynakları, büyük bir turistik potansiyel var. Adige bölgeleri, Adigey,  Karaçay-Çerkesya, Kabardey-Balkarya ve etnik bir yöre olan Kıyıboyu Shapsughya (Ş’açe/Soçi ve Tuapse rayonu), bu yerlerin tümü ve çevreleri, doğanın bir armağanı olarak,  birer güzellik diyarı,  birer turistik Adige toprağı. RF’nun en güzel yerleri. Ancak bütün bunlara karşın, bugün bu yerler,  yoksulluk, suç örgütleri, suç ve rüşvetten geçilmiyor. Tam bir bataklık. Buraları RF’nun en geri, en ihmal edilmiş ve en yoksul köşeleri. Ticari yollar ve arterleri bu cumhuriyetleri dışlıyor. Buraları sanki 40-50 yıl öncesini yaşıyor. St. Petersbug ve Moskova gibi kentlerle Nalçik ya da Maykop arasındaki uçurum,  İstanbul ve İzmir ile Bingöl ya da Hakkari arası gibi. Tarım ürünleri, özellikle sebze ve bostan tarlalarda çürüyor, büyük kentlere gönderilemiyor, satılamıyor ve ticaret yapılamıyor,  çünkü suç örgütleri kol geziyor, köşe başlarını tutmuş, her yeri haraca kesmiş. Adeta abluka altında bir yaşam sürüyor. Bu gibi durumlardan Rus, Adige,  Ermeni, Tatar, Türk (Ahıskalı), Kürt, yani herkes, tüm Adigeyliler nasibini alıyor. Bu yüzden Adigeler toparlanamıyor ve Diasporaya el uzatamıyorlar. Üst yönetim ise,  “Hele bir bekleyin, her şey düzelecek” diyor, ama umut ekmeği karın doyurmuyor.

Verilen sözler de tutulmuyor:

Örneğin, 1998-1999’da RF hükümetinin iskan garantisi ile 174 Kosovalı Adige, törenlerle, 135 yıl sonra ata toprağı Adigey’e toplu bir biçimde getirilmişti. Ama aradan 10 yıl geçtiği halde, verilen sözler yerine getirilmedi, hala evsiz Kosovalı aileler var. (bk. Jineps, sayı 22, s. 3) Oysa aynı sıralarda 155 bin 400 Rus’un, ev verilerek sessizce ve büyük bir gizlilik içinde AC’ne yerleştirildiği de biliniyor. (bk. Nart dergisi, 2003, sayı 36, s. 86) Peki bu bir çifte standart, negatif bir ayırımcılık, Adige insanını aşağılama ve üçüncü sınıf insan yerine koyma olayı değil midir? Bu insanların süründürülmeleri, Adige diasporası için de bir “geri gelmeyin” uyarısı sayılmaz mı? 2007’de çıkarılan federal dönüş yasası gereği 50 kota dağıtıldı, bir tanesi olsun bir Adigeyliye verilmedi. Bir avuç Adige hala “sakıncalı piyade” midir?

Bu bakımdan RF üst yönetimi, uluslararası düzeyde demokrasiye ve hukuk devleti ilkelerine saygı göstermeye çağrılmalıdır.

V

OLUMLU ŞEYLER DE VAR

2014 Kış Olimpiyatları‘nın AC’ne bitişik tarihi bir Adige toprağı olan Ş’açe’de (Soçi) yapılacak olması, Ş’açe/Soçi ile birlikte, bitişik komşu Adigey yöresinin de alt yapısının ve ulaşım şebekesinin geliştirilmesini zorunlu hale getirmiştir. Şans bu kez, beklenmedik bir biçimde Adigey’in de yüzüne gülmüştür. Ancak bu şans Adigelerce yerinde kullanılabilecek midir? Çünkü Adigeler sulu dereye susuz götürülüp susuz getirilmeye alışkındırlar. Örnekleri çok bunun…

Ş’açe’ye en yakın havalimanı Maykop (Mıyequape) Havalimanı’dır. Bu bakımdan uluslararası Maykop Havalimanı’nın büyütülmesi ve modern bir donanıma kavuşturulması, Maykop kentinin de bir karayoluyla Ş’açe’ye bağlanması, Adigey’in güneyindeki Mıyequape (Maykop) rayonu dağ yolları ve turistik tesislerinin tamamlanması ve çoğaltılması gündemdedir. Dahası güneydeki turistik Maykop (Mıyeqope) rayonunda ya da Ş’açe Olimpiyat alanının bir yerinde bir Adige Evi (Адыгэ унэ) inşa edilmesi, çevresine restorantlar, dinlenme tesisleri, atölye ve müzeler, resim ve sanat galerileri, sportif eşya alınabilecek yerler yerleştirilmesi, Adige Sofrası tesisleri kurularak, yerel şarkı, dans ve konserler eşliğinde konukların ağırlanması ve Adigey bütçesine para kazanılması planlanmıştır.

RF’nun tanıtılması, konukların ağırlanması ve turizm açısından buna zorunluluk vardır. Maykop, sisli Krasnodar’ın ya da kıyıdaki sisli Gelencik’in aksine neredeyse 365 gün sissiz ve güneşli olan bir yerdir, yani uçakların iniş ve kalkışına her zaman için uygundur.

Bölgenin tarihsel ve arkeolojik zenginliği, doğal güzelliğine eklendiğinde, AC’nde bu yakınlarda bir turizm patlaması olması beklenebilir. Adigey’in her yerinden tarih, arkeolojik yapıt ve bereket (termal ve maden suları, petrol, doğal gaz, vb) fışkırıyor. Örneğin, AC’ndeki 8’i devlet, 23’ü de yerel düzeydeki 31 müze içinden sadece Maykop’taki Adige Ulusal Müzesi’nde, önemli bir bölümü milat, dahası bir milyon yıl öncesine, Adigelere, Adige atalarına ve Adige devletlerine (Mıvt’e ve Sindlere, vb) ait 70 bin değişik örnek (yapıt/cаугъэт) sergileniyor. Bu da Adigey’in tarihöncesi ve tarihsel geçmişinin ne denli görkemli olduğunu gösteriyor. Adige toprağı, dağcılık ve su sporları, yaya ve atlı gezinti, termal ve kültür turizmi yönünden de dünyanın sayılı, en önde, en gözde ve en eşsiz yerlerinden biridir. Adigey ve bitişik Soçi’deki, Karaçay-Çerkesya ve Kabardey-Balkarya’daki temiz atmosfer dünyanın pek az yerinde bulunabilir. Örneğin AC’den sinsi oyunlarla koparılmak istenen, nefes kesici güzellikteki Leğo-Naqe’de (Лэгъонакъэ) bulunan ve bin 520 m yükseklikte olan Aziş Yeraltı Mağaraları Kompleksi’nde oksijen oranı % 38’dir (saf doğada % 21), burada hiçbir zararlı bakteri yaşayamamaktadır ve burası şimdiden hasta ve turist akınına uğramıştır. (Leğo-Naqe için bk. Jineps gazetesi, sayı 21, s. 10;ayrıca Argun gazetesi, 1992 yılı son sayıları.)

Alt yapıları ve sanayileşme tamamlandığında, Adige (Çerkes) cumhuriyetleri, petrol ve doğal gaz zengini RF’nun yükselen devasa ekonomisi içinde güçlü birer partner olarak yer alacaklar, aradaki ekonomik uçurum da kapanacak,  böylesine bir ortamda, yoksulluktan ve gerilikten beslenen azgın Rus şovenizmi ve saldırganlığı da gerileyecek, buna karşılık demokrasi güçlenecek, toplumun beklediği ve demokratik kamuoyunun desteklediği anayurda dönüş hakkı da kaçınılmaz olarak tanınacak, istekli Adigelerin yerleşecekleri yerlerde de batmaya yüz tutmuş olan dil (diller) de kısa bir süre (birkaç yıl) içinde yeniden canlanabilecektir. (1960 sonrasında Kıbrıs Türk dilinin yeniden canlanması örneğindeki gibi.)

Ancak önce özgürlük gerekir, bunun için de RF’nun, inkar politikasından vazgeçmesi, 1864 yılı etnik temizlik ve sürgününü tanıması, sürgündekilere, UNPO kararına uygun olarak (bk. “Unpo, Çerkes Ulusunun Durumu Üzerine Karar”, internet), diasporaya çifte vatandaşlık ve dönüş hakkı vermesi, kısıtlayıcı ve kuşku uyandırıcı davranışları sona erdirmesi, diasporada da bir demokratik birikimin bulunduğunu kavraması ve demokrasisini çağdaş standartlara yükseltmesi, geçmişte Adigelere karşı işlenmiş olan insanlık ve savaş suçlarından ve tarihi bir ülke olan Çerkesya’nın yok edilmiş olması olgusundan gurur duyma ve kutlamalara bir son verilmesi de gerekir. (Aslında uluslararası demokratik anlayışa uygun olanı da budur.)

Diasporanın da Rus aleyhtarı ve demokratik olmayan gerici tutumlara bir son vermesi, diyalog ve dostluğun değerini kavraması, konuya ırkçı ya da milliyetçi bir bakış açısıyla değil, bilimsel, tüm halkların ve insanların yararına ve kardeşçe bir anlayışla yaklaşması; Kafkasya’ya kendiliğinden gidip bireysel olarak oraya yerleşen Adigelerin de oradakilerden hiçbir maddi yardım beklememeleri, kendi olanakları ile yetinmeleri, orası ile uyumlu olmaları gerekir.

Bu arada, geri bir aşiretin mensubu imişiz de “kol kırılır yen içinde saklanır” misali, aşiretimizin kusurlarını gizliyormuşuz gibisine bir geri anlayıştan sıyrılarak, kendimizi de eleştirebilmeliyiz. Eleştiri, özeleştiri ve hoşgörünün bulunmadığı bir yerde ilerleme ve gelişme olmaz. Geçmişte, çağdışı kalmış birçok geleneğimizi dönüştüremediğimizi, bir bölümümüzle köle emeğini sömürmeyi sürdürdüğümüzü, insanımızı (özellikle de güzel kız ve erkek çocuklarımızı, “köle” diyerek yuvasından koparıp) para karşılığı esir tüccarlarına, seks tacirlerine ve doyumsuz haremlere sattığımızı, bu yavrularımızın geleceklerini kararttığımızı, bu yönden kirli ve bozuk bir sicilimizin de bulunduğunu, Şeyh Şamil’in (Шыхъ Шамил) Dağıstan ve Çeçenya’da derebeyliğini ve köleliği yok ederek getirdiği eşitliği, Çerkesya’da gerçekleştiremediğimizi, çağın çok çok gerisine düştüğümüzü, o yüzden, merkezi bir otorite oluşturamadığımızı, güçlerimizi birleştiremediğimizi ve kendimizi gerektiği gibi savunamadığımızı, özgürlük getirerek, nüfusun önemli bir kesimini oluşturan köleleri savaşa seferber edemediğimizi, gönüllülük ile sınırlı, parçalı, dağınık ve birbirinden kopuk bir direniş koyduğumuzu, kişisel çıkarlarını ulusun çıkarları üstünde tutan sömürücü (gerici) sınıfların ve derebeylerinin peşlerine takıldığımızı, onların oyunlarına gelerek barış fırsatlarını sürekli kaçırdığımızı, ileriyi göremediğimizi,  yabancılar,  özellikle Osmanlılar, İngilizler, vb tarafından sık sık kullanıldığımızı ve halen de kullanılabileceğimizi bilmeliyiz. Kötüyü değil, daima iyiyi örnek almalıyız.

Öte yandan Adigey’deki Rusların, özellikle eski mujiklerin (köle köylülerin), Adigelerle savaşan ve katliamlar yapan İmparatorluk askerleri olmadıklarını, onların 1861’de Rusya’da serfliğin (toprak köleliğinin) kaldırılması üzerine kölelikten azat edilip Adige toprağına yerleştirilen ve kendilerine başka bir seçenek de tanınmamış olan köylülerin torunları olduklarını, onların ve diğer barışçı Rusların Adigelerle bir sorunlarının olamayacağını, 1864’ten beri onlarla barış içinde bir arada yaşandığını ve yaşanması gerektiğini, başka bir seçenek de bulunmadığını bilmemiz gerekir. Hoşgörü ana karakterimiz olmalıdır, hoşgörülü, ama kararlı olan insan daima daha güçlü olan insandır.

Bir barış adası olarak bilinen Adigey’deki (AC) Rus ve Adigelerin bu yakınlarda, AC Devlet Başkanı Aslan Thak’uşın’ın dengeli yönetimi ile birlikte, ortak çıkarlar doğrultusunda birleştiklerini ve belli bir mesafe aldıklarını, Rus ve Adigelerin elbirliği içinde bölgelerini, AC’ni kalkındırmaya başladıklarını, bir bölüm Rus öğrencinin de, gönüllü olarak Adigeceyi öğrenmekte olduğunu duyuyoruz. Ayrıca festival, şenlik ve kutlamalar düzenlenerek yerel-kültürel özelliklerin canlandırılmasına,  arkeolojik kazılar ve müzeleşmeye destek biçiminde kültürel düzeyin yükseltilmesine ve turizmin geliştirilmesine çalışıldığı görülmektedir. Bütün bu çalışmalar 2014 Ş’açe/Soçi Kış Olimpiyatları ile bağlantılı olarak yaygınlaştırılmaktadır. Maykop-Ş’açe otoyolu tamamlandığında, Ş’açe/Soçi ve Adigey, birlikte yoksulluğu aşabilecek ve bir gelecek umudu yaratabilecektir. Bu konuda V. V. Putin’in büyük bir çaba ve emeği söz konusudur.

KBC ve diğer yerlerde başlatılan olumlu adımlar da dikkate alındığında, umutlar artmaktadır. RF’ndaki 21 cumhuriyet ve diğer demokratik (Rus ya da değil) birimler bir dayanışma içine girdiklerinde,  mesafe alınmış olacaktır. Kuşkusuz dostluk ve dayanışma ırkçılar, kışkırtıcılar ve suç örgütleri dışında, herkesin yararına olur.

Son söz, demokratik bir hukuk devleti için evet, bunun dışındakiler için kesinlikle hayır! Hedef,  RF, Türkiye ve Arap ülkeleri için eksiksiz,  tam bir demokrasi olmalıdır.

Not: Bu yazı Jineps gazetesi ile Uzunyayla.Com’da da yayınlanmış, 02. 08. 2008’de güncellenmiştir.