AMERİKA’NIN KAFKASYA POLİTİKASI VE TÜRKİYE

Arzu Turgut
USAK Avrasya Araştırmaları Merkezi

USAK Başkanı Doç. Dr. Sedat Laçiner ile Amerika’nın Kafkasya politikası ve Türkiye üzerine mülakat

Arzu Turgut: Kafkasya coğrafyası hakkında genel bir giriş yapacak olursak, Kafkasya bölgesi hangi sebeplerle Rusya ve diğer devletler için önemlidir?

Sedat Laçiner: “Kafkasya’daki gelişmeler ve haberler, sanki sadece bir Gürcistan-Osetya veya Ermenistan-Azerbaycan veya Türkiye-Ermenistan sorunuymuş vs. gibi yansımaktadır. Bunun tersine olaylara bakan bir grup ise her şeyin ardında global bir Batı komplosunu aramaktadır. Fakat işin aslına bakacak olursak, burada daha büyük ve daha derin bir resimi görmek gerekmektedir. Kafkasya bağımsız bir bölge değildir, çevresindeki daha büyük bölgelerin arasında kalmış bir alt sistemdir. Tarih boyunca da daha çok üç büyük gücün (Türkler, Ruslar ve Persler) arasına sıkışmış bir bölge olmuştur. Bu üç büyüklerden bir tanesi Rusya, diğeri eskiden Osmanlı İmparatorluğu, bugün ise Türkiye, bir diğeri ise Pers İmparatorluğu veya bugünkü İran’dır.

Bu üçünün güç durumu ve dengesine göre zaman zaman Kafkasya içlerine ilerledikleri, zaman zaman da geriledikleri görülmektedir. Sovyetler Birliği, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra çeşitli siyasi ve askeri hamlelerle Kafkasya’nın tamamına yakınını ele geçirmiştir. Böylece zaten çok genç olan Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan dediğimiz ülkeler Sovyetler Birliği denetimi altına geçmiştir. O dönemde aslında bunların her birinin ne derece ülke olup olmadığı da tartışmalıdır, çünkü Sovyetler Birliği burayı işgal etmeden önce bu ülkelerde nüfus dağılımına baktığımızda ciddi anlamda bir karışıklık, bir iç içe geçmişlik vardır.

Örneğin, bugün Ermenistan dediğimiz bölgenin büyük kısmında Ermeniler çoğunlukta değillerdi veya bugün Gürcistan’ın başkenti olan Tiflis’te normalin ötesinde çok büyük bir Ermeni nüfus vardı. Ama özellikle Rus-Türk savaşlarının bir sonucu olarak, Müslüman nüfus Anadolu’ya, gayrimüslim, daha da doğrusu Ermeni nüfus ise Kafkasya’ya ve Rusya’ya doğru akmıştır. Bu da nüfus dengesinde ciddi bir değişime yol açmıştır. Denebilir ki 1915 Tehciri’ne gerek kalmasaydı ve Osmanlı Ermenileri bugün hala Anadolu’da yaşıyor olsalardı Kafkasya’da Ermeni nüfusu daha zayıf kalırdı ve bugünkü Ermenistan devleti bile kurulamayabilirdi, ya da bugün olduğundan daha küçük ve daha zayıf kalabilirdi.

Kafkasya’da nüfus çatışmalarının ve kutuplaşmalarının etkisi ile nüfus yoğunlaşmaları bugünküne benzer bir şekilde oluşmuş ve bugün anladığımız anlamı ile Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan ortaya çıkmıştır. Gürcistan hala bu karışık, yeterince homojen olmayan nüfusun sorunlarını yaşamaktadır, yani Osetya, Abhazya, Acaristan veya Cevahiti bölgelerine baktığımızda Gürcistan’ın çok da homojen olmadığını görüyoruz. Ama Rusya’nın desteği, teşviki veya kışkırtması ile Abhazların, daha sonra da Osetlerin kendi ülkelerini fiili olarak oluşturmaları sonucunda Gürcistan’da da bir homojenleşme süreci ortaya çıktı.

Yani Gürcü nüfus Gürcistan’ın belli bir bölgesinde toplanmak zorunda kalırken, Gürcü olmayanlar önemli oranda Abhazya ve Güney Osetya’ya çekildi. Böylece hem milli hisler güçlendi, hem de nüfus tek tipleşti. Aynı durumu Azerbaycan meselesinde de görüyoruz, Karabağ sorunu nedeniyle Karabağ topraklarının ve çevresindeki bazı reyonların Ermeniler tarafından işgal edilmesinin bir sonucu olarak, bu ülkedeki Azerilerin tamamı Azerbaycan’a göç etmişlerdir. Azerbaycan içerisinde, Bakü ve çevresindeki yarım milyon kadar Ermeni’nin büyük bir kısmı da Ermenistan’a göç etmiştir. Bugün tabloya baktığımız zaman oldukça homojen bir Azerbaycan ve Müslümanların yaşamasına imkân bırakmayan homojen bir Ermenistan ortaya çıkmıştır.

Eğer Karabağ Savaşı yaşanmasaydı her iki ülkede de ciddi bir azınlık nüfusu olacaktı. Bu hususta Azerbaycan’daki Ermeni nüfusun ekonomik konumu dikkate alındığında eğer Ermeniler Azerbaycan’daki nüfuslarını koruyabilselerdi etkilerinin sayılarının çok ötesinde olacağı da muhakkaktır. Dahası Karabağ Savaşı’nın bir sonucu olarak her iki ülkede milli bilinç de yükselmiştir. Bu durum özellikle Azerbaycan Türkleri için geçerlidir. Henüz devlet kurmaya hazır olup olmadıklarının dahi şüpheli olduğu bir dönemde yaşadıkları dram sonucunda Azerbaycanlılar bir millet olmanın tadına daha fazla varabilmişlerdir ve ulusal birlik ve bütünlüğün sağlanmasında Ermeni saldırılarının ve işgalinin önemli bir etkisi olmuştur. Bu noktadan baktığınızda savaşların Kafkasya’da milliyetçiliğe şekil verdiği ve ulus-devletin inşasını adeta kolaylaştırdığı görülür.

Kafkasya dediğimiz zaman hala homojenleşmeye ve milletleşmeye devam eden bir bölgeden bahsediyoruz.

Politik zemine, jeopolitik altyapıya baktığımız zaman ise ortada yapay bir zemin olduğunu görürüz. Kafkasya’da yüzlerce yıl boyunca sınırları az çok belli kalmış, köklü devletlerden, hatta ülkelerden bahsetmek mümkün değildir. Ermeniler bölgenin hepsine Ermenistan derken, Gürcüler bölgenin tamamına Gürcistan demişlerdir. Bu da milliyetçiliği, birbirine karşı kışkırtmaları ve çatışmaları kolaylaştırıcı bir zemin yaratmıştır. Kafkasya’da dışarıdan bir başkasının desteğini aldığınız zaman, bir başkasının evinin üzerine vatan inşa etme hayalleri kurabiliyorsunuz.

Burada nispeten ufak halk ve devletlerden bahsediyoruz; onların ekonomik, askeri, siyasi güçleri oldukça zayıftır. Bu nedenle bu ülkeler, dışarıdan yardım ihtiyacı ve arayışında olan ülkelerdir. Özellikle Ermenistan’da ciddi bir doğal kaynak dahi yoktur. Denizlere çıkışı kapalı, dağlar arasına sıkışmış, her şeyiyle dışa bağımlı bir ülkedir Ermenistan.

Bölge ülkelerinin nispeten küçük ve zayıf olmaları, buna karşın bölge halklarının dış bağlarının ayrı ayrı çok güçlü olması sonucunda dış müdahalelere daha açık bir ortam oluşturmuştur. Bölgenin diğer sistemler arasında sıkışıp kalmışlığının da etkisiyle bölgede oyun hem 20., hem de 21. yüzyılda daha çok büyük devletler arasında oynanan bir oyun olarak cereyan etmiştir. Ne yazık ki Kafkasya, kendi kaderini tayin edebilen insanların coğrafyası değildir.

Özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Güney Kafkasya’da Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Kafkasya’nın geri kalan kısmında, Dağıstan ve Çeçenistan gibi yerlerde de huzursuzluklar meydana gelmiş, özerk cumhuriyetlerde ayrılma düşüncesinde olanlar olmuştur. Çeçenistan’daki mesele çok kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışılmıştır, hala da orada bir sorun devam etmektedir.

Sovyetler Birliği’nin çökmesi, Rusya için bölgede çok büyük ve tarihi bir geri adım olmuştur. Karşımızda Kafkasya’yı hayati gören, fakat elinden kaçırmak üzere olan bir Rusya vardır. Çarlık İmparatorluğu’ndan bu yana Kafkasya, Ruslar tarafından çok önemli bir hedef, kilit noktalardan biri olarak görülmüştür. Çünkü Kafkasya üzerinden güneye, İran’a sarkmak ve sıcak denizlere inmek pekâlâ mümkündür. Moskova için Kafkasya da, tıpkı Türk Boğazları gibi kritik bir noktada yer almaktadır. Kafkasya’nın Rusya için öneminin bir nedeni konumudur; güneye inme anlamında çok kıymetlidir.

Bölgenin bir diğer önemi de enerji kaynaklarının varlığından kaynaklanmaktadır. Kafkasya, petrolün 19. yüzyılın sonunda dünya tarihinde belki de bir ilk olarak ticari olarak üretilip satıldığı yerdir. Bu sebeple burası çok kıymetlidir. Hazar petrolleri İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların ele geçirmeye çalıştığı, bu nedenle bölgeye sefer düzenlediği kaynaklardır. Sovyetler Birliği yılları boyunca da Azerbaycan petrolleri Sovyet ekonomisini ciddi bir şekilde sübvanse etmiştir. Bundan dolayıdır ki yeni dönemde de Rusya burayı başkalarına bırakmak istemez. Moskova burayı ele geçirmeyi ve elinden tutmayı en önemli hedeflerinden biri olarak ortaya koymuştur ve bu hedef Soğuk Savaş sonrasında da değişmemiştir.

Kafkasya’yı Rusya için kıymetli kılan üçüncü bir neden ise Hazar Denizi’dir, Hazar bir iç göl gibi durmakla beraber büyüklük itibariyle oldukça büyük bir denizdir. Çevresinde İran’a ek olarak Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile birlikte ortaya çıkan dört devlet daha bulunmaktadır: Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan ve Rusya. Kafkasya’ya hâkim olunmazsa, Hazar Denizi’ne hâkim olmakta da zorluklar çıkacaktır. Eğer Kafkasya’da hâkim değilseniz Hazar’ın paylaşımında da sıradan beş ülkeden biri olacaksınız demektir. Ruslar için

Kafkasya’yı önemli kılan bir diğer neden ise parçalanmanın devam etmesi korkusudur. Yani Sovyetler Birliği nasıl dağıldıysa, Rusya da çok etnisiteli ve çok büyük bir federasyondur. Rusya’nın içerisinde de Rusların zayıflaması halinde ayrı bir devlet kurma hayalleri kurabilecek milletler vardır. Bu milletlerin büyük bir kısmı da Rusya Federasyonu’nun Kuzey Kafkasya kısmında yer almaktadır. Güney ve Kuzey Kafkasya’daki etnik gruplar Moskova’da da çok etkilidir.

Başka bir deyişle Rusya Federasyonu’nun dağılması anlamında da Kafkasya çok önemlidir, çünkü Kafkasya’da etnik kimlik diğer bölgelere kıyasla çok daha güçlüdür. Kafkasya, Çarlık Rusya’sı döneminde de Rus ordusunun çok ciddi bir direnç ile karşılaştığı bir yerdir ve diğer bölgelere bu anlamda adeta kötü örnek olmaktadır. Çeçenistan son dönemde bu anlamda en önemli örnektir. Eğer burada bir başarı sağlanır ve Rusya Federasyonu’ndan bir parça kopar ise diğer etnik grupların ayrılıkçı hareketleri üzerinde bunun çok olumsuz etkileri olacaktır.

Kafkasya’yı Rusya için mühim kılan bir diğer sebep ise, yine konumu ile alakalı bir durumdur, o da Karadeniz’dir. Yani Kafkasya sadece Hazar’la ilişkili değil, Hazar ile Karadeniz’in ortasında bir kıskaç gibi, ikisini birleştiren dar bir koridor gibidir. Yani Kafkasya’yı kaybettiğiniz zaman sadece Hazar’ı ve Kafkasya’yı değil, Karadeniz’i de bir ölçüde kaybetmeye başlarsınız ki Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Karadeniz kıyılarının mühim bir kısmı Ukrayna ile birlikte Rusya’dan kopmuştur. Gürcistan, Güneydoğu Karadeniz kıyılarının mühim bir kısmını kapsamaktadır ve böylece Sovyetler’den Rusya’ya sadece dar bir şerit kalmıştır. Oysa Rusya 19. yüzyıldan sonra Karadeniz’e kendi gölü gibi bakmaya başlamıştır.

Rus Çarlığı Karadeniz’i o dönemde henüz bir Türk gölü iken işgal etmeye başlamış ve onu bir Rus gölüne çevirmeyi stratejik bir hedef olarak görmüştür. Daha da ötesi Boğazları da alarak Akdeniz’e inmek Rus siyasetinin o günlerde atılmış en önemli dış siyaset hedeflerinden biri olmuştur. Sovyetler Birliği çökünce Rusya adına bölgede çok ciddi bir geri adım atılmıştır. Bu bağlamda Rusya’nın Kafkasya’yı kaybetmemeye çalışmasının önemli bir nedeni de Karadeniz’dir. Moskova’nın Abhazya’nın bağımsız olmasına ciddi bir destek vermesinden ve ayrılıkçı hareketi güçlendirmesinden de bunu anlıyoruz. Rusya bunu sadece Gürcülerden hoşlanmadığı için yapmamıştır: Abhazya’nın ardındaki Rus desteğinin en önemli nedeni Abhazya’nın Karadeniz sahilleridir.

Karadeniz’de çok uzun bir kıyı şeridine sahip bir Abhazya Rusya’nın Karadeniz hâkimiyetinde hayati bir öneme sahiptir. Bu şerit Abhazya’yı büyük bir Karadeniz gücü yapamayacağına göre bu avantaj Rusya tarafından kullanılacaktır ve kullanılmaktadır da. Rusya, Abhazya’yı bağımsız bir ülke haline getirmiştir ve 2008 Osetya Savaşı’nın ardından da hukuki olarak tanımıştır. Böylece Rusya ve Abhazya şeridine baktığımız zaman Doğu Karadeniz’in mühim bir kısmının yeniden Rusya’ya geçmiş olduğunu görürüz. Rusya Osetya’yı bahane ederek Abhazya kıyılarını garanti altına almış ve oranın NATO’ya girmesini engellemiştir. Böylece Türkiye’den sonra Bulgaristan ve Romanya’yı da üye yapan ve Ukrayna ile Gürcistan’ı sıraya koyarak tüm Karadeniz’î bir NATO gölüne çevirmeye çalışan ABD’ye Abhazya’da (ve Osetya’da) dur denmiştir.

Kafkasya’nın bir diğer önemli özelliği de Azeriler ve Dağıstanlılar gibi Müslüman halklara sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Rusya, Müslüman ayrılıkçılık ve dinci radikalizm konusunda da oldukça hassastır. Bu bağlamda Kafkasya’da hâkimiyet tesis edilmeden Rusya’nın İslam halklar karşısında zayıf noktalarının artacağı düşünülmekte, bunun sonucu olarak Kafkasya’nın önemi bir kat daha artmaktadır.

Moskova açısından bölgede hayati sayılabilecek bir diğer mesele ise Kafkasya’nın Türkiye ile Türk dünyası arasında adeta bir bariyer olmasıdır; burada eğer Rusya etkili olamamış olsaydı, Türkiye rahatlıkla Azerbaycan ile kuracağı ittifak sonucunda Türk dünyasına kıyıdaş olmuş olacaktı. Bugün pek çok Türkiye Türkü için uzak gibi görünen Orta Asya, aslında Hazar’ın karşı kıyısıdır. Bu bağlamda Türk bağlantısının kurulmasını engellemek de Rusya’nın uzun dönemli stratejik hedeflerinden biridir ve yakın bir dönemde de bu hedefin değişebilecek bir hedef olduğunu söyleyebilmek zordur.

Son olarak, Kafkasya Orta Asya ile birlikte Sovyetler Birliği’nin çevrelenmesi ‘containment’ politikasında ‘yumuşak karın’ olarak görülmüştür. İlginçtir ki, Sovyetler Birliği çöktükten sonra da AB ile birlikte ABD, Sovyetler’den boşalan yerleri hızla doldurma gayretine girmiştir. Adeta fiili olarak bu çevreleme politikası sürdürülmüştür, bu da Rusya’yı ciddi şekilde rahatsız etmiştir. Moskova, kendi arka bahçesi olarak değil, kendisinden bir parça olarak gördüğü Karadeniz ve Kafkasya’da bu tarz faaliyetlere girilmesinden çok rahatsız olmuştur.”

Arzu Turgut: Rusya’nın Kafkasya’da hâkim olmak için kurduğu bir ittifaklar sistemi var mıdır?

Sedat Laçiner: “Bu genel girişin ardından şu tespiti yapmamız gerekir: Soğuk Savaş sonrası dönemde Rusya’nın Kafkasya’da devlet olarak bir tane müttefiki vardır; o da Ermenistan’dır. Ermenistan Rusya’ya her şeyi ile kendisini teslim etmiş durumdadır. Borçlarının bir karşılığı olarak ekonomisinin büyük bir kısmı Rusların eline geçmiştir, ticaretinin büyük bir kısmı Ruslarladır, enerji kaynakları Ruslara verilmiştir. Ermenistan sınırlarını Rus askerleri korumaktadır. Diğer ülkeler Rus güçlerini bölgeden çıkarmaya çalışırken Ermenistan Rus askerine daha fazla imkânlar verip, üs olanakları tanımıştır.

Türkiye-Ermenistan, İran-Ermenistan sınırlarına baktığınız zaman sınırda Rus bayrağı dalgalanır. Ermenistan’da birçok kişi kendisini Ruslarla adeta özdeşleştirir. Yani Ermenistan’da Rusya’ya eleştiride bulunursanız bir anda kendinizi vatan haini konumunda bulabilirsiniz. Ermenistan’daki Rusya lobisi çok güçlüdür ve iki ülke çıkarlarını aynı çizgide tutmak için çalışır. Dolayısıyla Ermenistan, Rusya’nın bölgedeki tek devlet müttefikidir ve aralarında çok güçlü bir ittifak vardır. Bunun kopma ihtimali de yakın bir zaman için zor görünmektedir.

Ermenistan-Rusya ilişkileri bağımsızlıktan sonra bir ittifak olmanın ötesine geçmiştir. Ermenistan topraklarının adeta tapusu Rusya’nın eline geçmiştir. Aslına bakarsanız bu Moskova’da hazırlanmış ve adım adım uygulamaya sokulmuş bir projedir. Başka bir deyişle Rusya Ermenistan’ın tüme ekonomisini ve hayati sayılabilecek tüm altyapısını ele geçirebilmek için Ermenistan’ın korkularını ve borçlarını sonuna kadar sömürmüş, istismar etmiştir. Bugün gelinen noktada Ermenistan’ın sahibi Rusya’dır demek abartı sayılamaz.”

Arzu Turgut: Peki, Rusya, bölgedeki müttefiklerini çeşitlendirmeye çalışıyor mu?

Sedat Laçiner: “Rusya, aslına bakarsanız sadece Ermenistan’ı değil, hem Gürcistan’ı hem de Azerbaycan’ı, hatta bütün Kafkasya’yı istemektedir. Bunun için Moskova, Azerbaycan’da daha işin başında bir takım insanları desteklemiştir, Azerbaycan’da iç savaşa giden sürecin en önemli kışkırtıcılarından olmuştur. Ama Azerbaycan’da bağımsızlığın ilk yıllarında Rusya iktidar oyununu kaybetmiştir. Özellikle Karabağ Savaşı’nda Rusya’nın Ermeni yanlısı politikaları Azerbaycan’da Rus oyunlarını alt üst etmiştir.

Moskova, Bakü’de şiddeti tercih etmiş, Karabağ’da ise bizzat ağır silahlarıyla Ermeni güçlerinin yanında yer almıştır. Bu durum Azerbaycan’da kısa vadede Rusya’nın etkisini yeniden tesis etmesini adeta imkânsız hale getirmiştir. Fakat görüldüğü üzere Rusya, Azerbaycan’dan vazgeçmiş değildir, eninde sonunda bu ülkeyi de etkisi altına almayı hedeflemektedir.

Gürcistan’da ise Rusya’nın Tiflis’te yaptığı çalışmalar sonuç vermemiştir. Bu tür başarısızlıklar karşısında Rusya’nın klasik bir tarzı vardır: Rusya, çok belirgin bir şekilde eğer bir devlet ile anlaşamadıysa, o devletteki ayrılıkçı hareketleri destekler. Gruplar arasındaki rekabetten yararlanmak tipik bir Rus stratejisidir. Rusya’nın Soğuk Savaş sonrasında Kafkasya’daki müttefikleri ise mutsuz azınlıklardır. Rusya bunları bahane ederek Kafkas ülkelerine müdahale etmektedir. Çarlık döneminden bu yana bildik bir Rus taktiğidir, Rusya hedef aldığı, içişlerine müdahale etmek istediği komşu ülkelerde olabildiğince çok Rus pasaportu dağıtır, o ülkelerde olabildiğince çok kişiyi Rus vatandaşı yapmaya çalışır, çifte vatandaşlık vermeye çalışır.

Bu konuda yeterli sayıya ulaşıldığında ise bu insanlar kendi vatandaşlarıymış gibi veya oradaki azınlık kendisini çağırıyormuş gibi müdahale hakkı doğduğunu iddia eder. Mesela Güney Osetya’da bunu çok net bir şekilde gördük, Abhazya’da da çok fazla kişide Rusya pasaportu vardır. Ermenistan’da ve Karabağ’da da çifte pasaport alınması yaygın bir durumdur. Moldova gibi sorunlu yerlerde de Rusya bunu yapar. Örneğin Moldova’da nüfusu 550.000 civarında olan ayrılıkçı Dinyester bölgesinde Rus pasaportu olanların sayısı 2009 sonu itibariyle 150.000’i aşmıştı. Rusya açıkça bölgeye müdahale edebilmek için Dinyester’de müdahale gerekçeleri yaratmaktadır.

Bu durumu fark eden Romanya geç de olsa Rus pasaportunun çekiciliğini kırabilmek için kendisinin AB pasaportlarını almayı kolaylaştırarak Rusya’ya dur demeye çalışıyor. Baltık ülkelerinde, hatta kısmen Orta Asya’da da çifte pasaport Rusya’nın girişine zemin hazırlayan hukuki bir araç gibi görülüyor. Ukrayna’da ise Ruslar daha çok donanmalarının da bulunduğu Kırım bölgesine odaklanmış durumdalar. Yasalarca yasaklanmış olmasına rağmen Kırım’da, Rusya’dan pasaport alanların sayısının 200.000 civarında olduğu sanılmaktadır ki bu da on kişiden biri gibi bir orana tekabül eder. 2000 yılından 2009 sonuna kadar Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasında dağıttığı pasaport sayısı 3 milyonu aşmıştır. Bilindiği Osmanlı’nın son yüzyılında da Rus Çarlığı Osmanlı Ermenilerine düzenli olarak çifte pasaport dağıtıyordu.

Kısacası Moskova, Kafkasya’da mutsuz ve ayrılıkçı azınlıkları müttefiki olarak görmüştür ve onları kendi başkentlerine karşı kışkırtarak bölgede hareket sahasını genişletmiştir. Burada en kritik olanları, Güney Osetya ve Abhazya sorunlarıdır. 2008 Ağustos’unda yaşanan Gürcistan Savaşı’ndan sonra Gürcistan, neredeyse kesin olarak üçe bölünmüştür, üç ayrı devlet olmuştur; bunlar Abhazya, Güney Osetya ve Gürcistan’dır. Böylece Rusya’nın bölgedeki müttefik sayısı üçe çıkmıştır. Uluslararası topluma oldu-bitti yapılarak bağımsız hale getirilmeye çalışılan bu iki devleti Rusya kendisi tanıdığı gibi başka bazı ülkelere de tanıttırmıştır. Tanıyan devlet sayısı sınırlı olsa da tanıtma çabalarını sürdürmektedir.

Bazı devletler Rusya’ya verdikleri önemden dolayı, bazıları ise aldıkları para karşılığında bu devletleri tanımaktadırlar. Şu an için Rusya’ya ek olarak Nikaragua, Venezuella ve Nauru da iki ayrılıkçı devleti tanıyorlar. Örneğin 2009’un sonunda dünyanın en küçük ada ülkesi olan Nauru, Abhazya’yı tanıdı. 1999 yılında BM üyesi olan Nauru’nun nüfusu sadece 15.000 ve Abhazya’dan binlerce kilometre uzakta, denizin ortasında bir yerlerde. Toplam büyüklüğü 10 km2 kadar ve deniz yükselmesi sorunu ile boğuşuyorlar. Elbette Nauru Abhazları çok sevdiği için tanıma kararını almadı. Tam 50 milyon dolarlık ‘insani yardım’ Nauruluları ikna etmeye yetti. Kimileri Nauru’nun bu kararını Rusların başarısı olarak gördüler, hatta KKTC’nin tanınması için Nauru örneğinin iyi bir model olabileceğini söyleyenler bile oldu.

Ancak Rusya’nın Nauru gibi son derece küçük ve önemsiz bir devletin desteğin alabilmek için 50 milyon doları gözden çıkarması içine düştüğü çaresizliği veya tersten bakarsanız Kafkaslar’da Gürcistan’ın bölünmesine ne kadar çok ihtiyaç duyduğunu da göstermektedir. Hatırlanacağı üzere Nauru ada devleti geçmişte de para karşılığında Tayvan ve Kosova’yı tanımıştı. İşin komik tarafı Tayvan’ı tanıma kararını 2002 yılında Çinliler daha fazla para verince geri aldı. 2005’de ise belli ki Tayvanlılar daha fazla verdi ve Tayvan’ı bağımsız bir devlet olarak yeniden tanıdılar. Yani Gürcüler bir yerlerden daha çok para bulsalar Abhazya ve Güney Osetya’yı tanıma kararları da değişebilir. Kısacası Kafkasya’da Rusya bloğu Ermenistan, Güney Osetya, Abhazya ve Rusya’dan oluşmaktadır ve Rusya bu bloğu dağıtmak veya zayıflatmak şöyle dursun her geçen gün nasıl güçlendireceğinin hesaplarını yapmaktadır.

Bu ülkeler karşısındaki blokta ise Gürcistan, Türkiye ve Azerbaycan vardı. Burada Türkiye grubun moral liderliğini yapmaktaydı. Bunların üçü de NATO’ya, AB’ye ve ABD’ye yakın devletlerdir, Rusya’nın karşısında alternatif bir yol seçmiş devletlerdir, hatta Gürcistan NATO’ya girmek istediğini net bir şekilde belirtmiştir ve Gürcistan’ın NATO’ya alınacağı söylendikten sonra Gürcistan Savaşı patlak vermiştir.”

Arzu Turgut: Dağlık Karabağ meselesini de göz önünde bulundurarak, Kafkasya bölgesinde Batı yanlısı ülkelerin Batı tarafından yeterince anlaşıldıklarını ve doğru şekilde yönlendirildiklerini düşünüyor musunuz?

Sedat Laçiner: “Bir ölçüye kadar ‘Batı yanlısı’ diyebileceğimiz bu üç devlet (Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan), Ermenistan’dan farklı olarak Batı’yı tercih etmesine rağmen, Batı bu devletlere Kafkasya’da yeterince sahip çıkmamıştır. Batı (ABD ve AB), müttefiklerini koruma hususunda Rusya’nın tavrından farklı bir tavır sergilemiştir. Bir kere Karabağ Savaşı Batı tarafından doğru okunamamıştır. Bu savaşta gerek AB, gerekse ABD, gerçekçi ve pragmatik davranmaktan ziyade neredeyse dinci davranmışlardır. Batı, ne yazık ki bu savaşı bir Müslüman-Hıristiyan savaşı olarak algılamıştır.

Oysaki ortada Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün ihlal edilmesi vardır, Ermeni güçleri Azerbaycan topraklarının yüzde 20’ye kadarlık bir kısmını tüm uluslararası ilke ve kuralları ihlal ederek işgal etmiştir. 1.000.000’a yakın Azeri, mülteci konumuna düşürülmüştür. İnsanlar 100.000 kadar Ermeni’nin Karabağ’daki self-determinasyon hakkından bahsediyorlar, ama 1.000.000 Azeri’nin o topraklardan sökülüp atılması ve sonrasında yaşadıkları dram Batı’da hiç kimsenin o derece dert ettiği bir konu değildir. Bu da çok garip bir durumdur.”

Arzu Turgut: Ermeni Diasporası’nın özellikle ABD siyaseti üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sedat Laçiner: “Ermeni işgali altındaki bölgelerde açık bir etnik temizlik yapıldı. İnsanlar topraklarından sürüldüler ve mülteci konumuna getirildiler. Dahası açık bir kültürel soykırım da devam ediyor. İşgalden bu yana Karabağ’daki tüm İslam ve Türk mimarisinin izleri siliniyor, Türklük adeta burada kökünden silinip atılıyor. Zaten Ermenilerin yönettiği yerlerde Azerbaycanlıların yaşaması mümkün değildir, ama hala Azerbaycan’da yaşayan Ermeniler vardır. Bu da ilginç bir nokta. Ne var ki yaşanan dram Batı’da tek yanlı olarak yansıdı, tek yanlı olarak yansıtıldı. Bunda Ermeni diasporasının büyük rolü olmuştur, ancak bu konudaki tüm hataları diaspora faktörüyle açıklamak da yeterli değildir.

Bu arada hatırlatmak gerekir, Ermeniler sadece Yukarı Karabağ’ı, sadece Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı kısımları işgal etmediler. Neredeyse hiçbir Ermenin yaşamadığı pek çok yerleşim yeri de “savaşta pazarlık unsuru yaparız, 15 günlüğüne işgal edelim” denilerek işgal edildi ve Ermeni güçleri buralarda 15 yıldan fazla bir süredir duruyorlar, çıkmayı düşünmüyorlar, buradan çıkmayı bir tür vatana ihanet sayıyorlar. Üç beş tane Ermeni’nin bile yaşamadığı yerler bu savaşta Ermenistan güçleri tarafından işgal edilmiştir ve Ermenilerin işgal ettiği Azeri topraklarının büyüklüğü, İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarından daha büyüktür. Böylesine vahim bir tablo varken, ABD Kongresi garip bir şekilde Azerbaycanlıların aleyhine, Azerbaycan’ı cezalandıran bir yasa çıkarmıştır.

ABD Kongresi ayrıca Ermenistan’ın bağımsızlığını kazandığı ilk günden bu yana ABD’nin bu ülkeyi maddi olarak desteklemesi için olanca gücüyle çalışmıştır. Ermenistan tüm dünyada kişi başına en çok Amerikan yardımını alan ülkedir. Bunun da nedeni hiç şüphe yok ki Amerika’nın bu bölgedeki çıkarları değildir. Bunun en önemli nedeni Amerikan Kongresi’ndeki Ermeni lobisidir. ABD’de çok etkili bir Ermeni lobisi bulunmaktadır. Amerika’da 500.000 ile 1 milyon arasında Ermeni olduğu söyleniyor. Bunlar eğitimden ekonomiye kadar çok etkili insanlardır ve Ermeni meselesinin olduğu yerlerde Amerikan çıkarlarını adeta rehin almaktadırlar. Ermenistan ile ilişkiler dikkate alındığında şurası açıktır ki Ermeni lobisi Kafkasya’da Amerikan ulusal çıkarlarının aleyhine hareket etmektedir, ABD’yi adeta rehin almaktadır.

Ermenistan, ABD’nin bölgedeki müttefiki değildir, aksine Ermenistan bölgede bir Rusya müttefiki olarak Amerikan politikalarına zarar vermiş bir ülkedir. Başka bir deyişle ABD siyasi ve ekonomik olarak bölgede bir Rusya müttefikinin desteklemekte, kendi müttefikleri olan Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’ı ise Ermenistan konusunda cezalandırmaktadır.

ABD’nin ve genel olarak Batı’nın Azerbaycan’a karşı izlediği izahı güç siyasetin başka bir versiyonunu Gürcistan politikasında da görüyoruz. Batı Gürcistan’a sahip çıkıyor gibi davranmış, ancak ona yeterince sahip çıkılmamıştır. Gürcistan Batı’nın Kafkasya’daki samimiyeti için özel bir test olmuştur. NATO’ya girmeye hazır, Rusya’ya karşı ise katıksız bir ABD şampiyonu denebilecek Gürcistan’ın Rusya karşısında düştüğü hazin manzara ortadadır. Gürcistan Rus askerleriyle baş başa bırakılmıştır ve Gürcülerin ABD tarafından terk edildiği algısı tüm bölgeye güçlü bir şekilde yayılmıştır.

Savaş bölgeyi adeta şok etmiştir ve ABD’nin yetersizliği, AB ülkelerinin ise kısa sürede Rusya’yı fiili olarak desteklemeye başlamaları Kafkasya milletlerine iyi bir ders olmuştur. Savaşın neden olduğu travma özellikle Azerbaycan üzerinde etkili olmuş ve Azeriler sadece BatI’ya güvenmenin ne kadar tehlikeli olduğunu bu savaşta anlamışlardır. Savaş Türkiye’nin imajına da ağır bir darbe indirmiş, savaş anında Türkiye’nin yeterince müdahale gücünün olmadığı algısı oluşmuştur.

Kafkasya’da Batı ittifakı açısından bakıldığında en önemli ülke, hem NATO üyesi olması, hem Amerikan askeri üssü barındırması, hem büyük bir ekonomi ve siyasi güç olması, hem de Kafkasya’da Gürcistan’ı ve Azerbaycan’ı bir arada tutabilecek bir ülke olması nedeniyle Türkiye’dir. Ama Batı’nın Kafkaslar’da, tıpkı Azerbaycan ve Gürcistan hususunda olduğu gibi Türkiye konusunda da tutarlı davrandığını söyleyebilmek kolay değildir. 1915 yılında, neredeyse bir asır önce olmuş olan olaylar bahane edilerek Türkiye baskı altında tutulmaya çalışılmıştır.

Amerika’daki ve Avrupa’daki Ermeni diasporasının propagandalarının etkisi altında hem ABD hem de AB Türkiye’yi Ermeni diliyle acımasız bir şekilde suçlamıştır. ABD, Kafkasya’daki en önemli müttefiki olan Türkiye’yi bölgenin en önemli Rus müttefiki olan Ermenistan’ın gerçekliği son derece tartışmalı iddiaları nedeniyle suçlamakta, karalamakta ve ilişkileri zora sokmaktadır. Soykırım tasarıları, Amerikan Kongresi’nin Osmanlı döneminde olan olaylar yüzünden Türkiye’yi çok sert bir dille eleştirmesi ve Türkiye’nin Kafkasya’yı birleştirme çabalarına destek verilmemesi söz konusudur:

Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattı biraz da Amerika’nın ilk başlarda tam destek vermemesi nedeniyle gecikmiştir. ABD tam destek verdiğinde ise Bakü’den Akdeniz kıyılarına uzanan bu dev proje hayata geçmiş ve bölgenin istikrar ve kalkınmasında hayati bir rol oynamaya başlamıştır. Bu proje ABD’ye iyi bir örnek olmalıydı ve benzeri projeleri hayata geçirebilmek için ABD tam destek vermeliydi. Ne var ki BTC’den sonra ABD’nin yeterince istekli olmadığını, bölgede yeterince rol almadığını söylemek mümkündür. Aksine bazı durumlarda ABD Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye hattını destekleyici değil, engelleyici bir rol oynamıştır.

Türkiye, Gürcistan, Azerbaycan ve Türkiye’yi karayolları ve demiryolları ile entegre etmeye çalışmış, ancak orada da Amerikan Kongresi Türkiye karşıtı bir karar almıştır, “biz böyle bir demiryolu hattına destek vermeyiz” denmesi yetmezmiş gibi bütün Amerika şirket ve kurumlarının söz konusu entegrasyona destek vermesi yasaklanmıştır.

Sadece ABD değil, AB de Ermenistan olmaksızın böyle bir hattın inşasının doğru olmayacağını öne sürmüştür. Ortada Karabağ ve etrafındaki işgal sürerken, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sorunlar bilinir iken Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan arasındaki herhangi bir entegrasyon projesine Ermenistan’ın da katılmasını talep etmek bu entegrasyona karşı çıkmak demektir. Bu bağlamda AB ve ABD’nin demiryolu projesine Ermenistan’ın da katılımını talep etmeleri fiiliyatta projeleri engellemeye çalışmaları olarak değerlendirilebilir.

Görünüşte Ermenistan, Rusya’nın müttefiki; Türkiye, Gürcistan, Azerbaycan ise Amerika’nın müttefikidir. Ancak Amerikan Kongresi’ne baktığınız zaman, ABD’nin eylemlerini incelediğiniz zaman bunu anlamak mümkün değildir. Sanki tam tersi imiş gibi bir davranış söz konusudur. Ermenistan, Azerbaycan topraklarını işgal edince Türkiye, Ermenistan’a bir yanıt olarak kara sınırlarını kapatmıştır. İnsani maksatlarla da hava sahasının açık olmasına izin verilmiştir. Kara sınırının kapatılmasının en önemli nedenlerinden biri, Ermenistan’ın yaptığı işgaldir. Yani işgal ile sınır kapatma arasında neden-sonuç ilişkisi vardır.

Bir diğer nedeni de Ermenistan’ın Türkiye sınırlarını tanımamasıdır. Ermenistan, Azerbaycan’ın topraklarını işgal ettiği gibi Türkiye’nin toprak bütünlüğüne de saygı duymamaktadır. Örneğin bir önceki Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan işbaşına gelmesinin hemen ardından “Türkiye ile sorunlarımız var, mesela sınır sorunları” demiştir. Ayrıca Anayasa’nın da parçası haline getirilen Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi’ne bakarsanız orada da Türkiye’nin doğusundan Batı Ermenistan diye bahsedilir ve bildiride buraların eninde sonunda alınacağı tarzında bir dil kullanılmıştır. Bazı Ermeni partilerin Azerbaycan’a ek olarak Türkiye ve Gürcistan ile ilgili irredentist hedeflerinin olduğunu da biliyoruz.

Dahası Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin Ocak 2010’da Türkiye ile imza edilen protokoller konusundaki görüşlerini belirtirken Türkiye’nin doğusunu Ermenistan sayması ve sınırların tanınmasında 1990 öncesinin ayrı bir konu olduğunu söylemesi de düşündürücüdür. Kısacası Ermenistan’ın yayılma hedefleri Azerbaycan’la sınırlı değildir. Ermenistan bölgesinde etrafa saldırmaya hazır bir savaş makinesiymiş gibi davranmıştır ve en azından söylemde bu hali devam da etmektedir. Cevahiti’yi Gürcistan’dan ayırmak, Ermenistan’a katmak gibi hayallerin hala canlı olduğunu biliyoruz. Ermenistan, Karabağ Savaşı’nda Nahçıvan’a da saldırmaya kalkmıştı, bu işgali de Türkiye engellemiştir.

Şimdi bu şartlar altında Türkiye’nin kara sınırını kapatması işgale ve irredentist zihniyete karşı alabileceği en basit önlemdi. Ve bunu da en iyi ABD’nin anlaması gerekirdi. Çünkü işine gelmeyince uluslararası hukuk ihlallerine en ağır tepkiyi her zaman ABD vermiştir. Öyle ki ABD bu müdahalelerde bazen iç meselelere dahi karışmıştır. Örneğin Sırplar kendi devletlerine ait Kosova bölgesinde insan haklarını ihlal ettiği zaman ABD (ve NATO) Belgrat’ı bombalayacak kadar ileri gitmiştir. Irak, Kuveyt’i işgal ettiği zaman Amerikalılar dünyayı ayağa kaldırmış ve Irak’ı defalarca bombalayıp, en sonunda da işgal etmiştir.

Bosna’daki meseleden dolayı da silah ambargosu ve abluka uygulanmış ve bu bölgeye giriş-çıkışlar yasaklanmıştır. Amerika’nın İran’a karşı aldığı yaptırım ve ticareti yasaklayan önlemleri ve Küba’ya karşı aldığı önlemleri anımsadığımız zaman, Türkiye’nin çok açık bir tecavüzde bulunan bir ülkeye, Ermenistan’a karşı aldığı önlemler son derece basit ve masum kalmaktadır. Bunu da en iyi ABD’nin anlaması gerekir. Çünkü ABD Kafkasya’da eğer diğer bölgelerdeki gibi hareket etseydi Amerikan uçaklarının Erivan’ı çoktan bombalaması, Ermenistan’a abluka uygulanması vs. gerekebilirdi. Oysa ABD, AB ile birlikte bırakınız işgalci Ermenistan’a baskıda bulunmayı, tam tersine mağdur olana karşı baskıyı tercih etmiştir.

Batı, Ermenistan’a baskı yapıp işgali ve tehditleri sona erdirmek yerine Türkiye ve Azerbaycan’ı sert bir dille eleştirerek Ermenistan ile sınırın hemen açılmasını talep etmiştir. Hatta Türkiye’ye normal bir Avrupalı devletin komşuları ile sınırı kapatamayacağı da söylenmiştir. Peki, normal bir Avrupalı devlet komşularını işgal mi eder? Ya da normal bir Avrupalı devlet komşularının topraklarına saygısızlık mı eder? Ne yazık ki Ermenistan’ın hatalarını görmeyen ABD ve AB Erivan’ın hatalarının yükünü dahi Türkiye ve Azerbaycan’ın sırtına yüklemiştir.

Aynı ABD ve AB’nin Kıbrıs’ta ise tam tersi davranmaları, onlarca yıldır Kıbrıs Türklerini çok ağır bir tecrit altında tutmaları da düşündürücüdür. Kafkasya’da normal bir Avrupa devletinin sınırlarını kapalı tutamayacağını öne süren bu ülkeler söz konusu olan KKTC olunca bırakınız sınırları açık tutmayı en basit insani ilişkilere dahi izin vermemektedirler. Eğer Kıbrıs Türküyseniz başka ülkelere seyahat edemezsiniz, mektup atamazsınız, spor müsabakası dahi düzenleyemezsiniz. Böylesine yaman bir çelişkiyi görmemek için herhalde fikri kör olmak gerekir.”

Arzu Turgut: Neden ABD ve AB ülkeleri aslında kendilerinin müttefiki olan Türkiye ve Azerbaycan’ı değil de işgalci bir ülkeyi, yani Ermenistan’ı destekliyor?

Sedat Laçiner: “Bunun ilk nedeni dini dayanışmadır. Ortak dini inançlar hala siyasetin önemli belirleyici unsurlarından biridir. Sonra Avrupa’da ve Amerika’da çok güçlü bir Ermeni Diasporası ve lobisi bulunmaktadır. Ve bunlar dini dayanışmayı, yani ‘religious solidarity’ dediğimiz şeyi çok iyi kullanıyorlar. Kiliseyi veya Hıristiyan yardım kuruluşlarını vs. yanlarına alıyorlar, yerel ve genel seçimlerde iç politikanın kurallarına oynuyorlar, yani söz konusu devletlerin iç düzenlerini ve siyasetlerini istismar ediyorlar. Seçilmek için milletvekilleri, taşra politikacıları kendi ulusal çıkarlarını değil, bu etnik grubun dar çıkarlarını göz önünde bulunduruyorlar.

Kimilerince demokrasinin bir kuralı ve gereği sayılsa da dış politika açısından baktığınızda küçük bir grubun sistemi bu derece istismar etmesi o ülkeler açısından aslında bir tür intihardır. Diyebilirsiniz ki, ‘bunu nasıl Amerika göremez?’, mesele tam da öyle değil. Çok sayıda üniversiteniz olabilir, think tank’larınız olabilir, bilim adamlarınız vs. olabilir, ama bu ülkelerin yönetimlerinde etnik gruplar ve etnik siyaset çok önemlidir. Açık toplumun önemli zayıf noktalarından biri de çıkar gruplarının sistemi kolayca istismar edebilmesidir. Bunu biz Türk Amerikan ilişkilerinde pek çok kez yaşadık. Örneğin ambargo kararlarında Yunan lobisinin Amerikan Yönetimi’ne rağmen nasıl silah ambargosu kararı aldırabildiğine şahit olduk.

ABD, etnik bir lobinin çalışmaları sonucunda, Başkan istememesine rağmen NATO’daki askeri müttefikine karşı silah ambargosu uygulamıştır. Amerikan Başkanı’nın iradesine rağmen bunu yapılmıştır, Kongre Amerikan çıkarlarını görmezden gelen bir karar almıştır. Hem Ford, hem de Carter ambargo kararına karşıydılar, bunu engellemeye de çalıştılar, hatta Carter’ın en son çabaları sonucunda Türkiye’ye silah ambargosu kararı kaldırıldı. Tüm bunlar Kongre’deki Rum lobisinin diğer lobiler ile ittifakı sonucunda mümkün oldu. Kongre’deki lobilerin ve diasporaların Amerikan dış politikasına verdiği zararlar üzerine çeşitli kitaplar vardır. Bunun en klasikleşen örneklerinden bir tanesi de Kafkasya olacaktır. Ermeni lobisi ve Diasporası yüzünden Amerika Kafkasya’yı yeniden kazanma ihtimali olmayacak bir şekilde kaybediyor.”

Arzu Turgut: Rusya ve Ermenistan’ın kendi aralarında müttefiklik ilişkileri var. Diğer taraftan ABD ve Avrupa da aynı şekilde Ermenileri destekleyecek politikalar geliştiriyor. Burada bir çelişki yok mu?

Sedat Laçiner: “Bu bölgede Karadeniz’de, Doğu Avrupa’da, Kafkasya’da ve Orta Asya’da Rusya ile Batı arasında, özellikle ABD arasında çok ciddi bir bilek güreşi vardır. Amerikalılar özellikle enerji hatlarının Rusya’ya geçmemesi için her şeyi yapmaktadırlar. İran ve Rusya’ya karşı her türlü önlemi almaktadırlar. Bunun tek istisnası Ermenistan mevzusudur. Önemli boru hatlarından biri olan, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı, Azerbaycan petrolünü, Türkiye ve Gürcistan üzerinden Akdeniz limanına, Ceyhan’a çıkaran ve Rusya’yı ‘bypass’ ederek enerji yolu için alternatif oluşturan ve bu anlamda Azerbaycan için de çok olumlu bir gelişmedir.

Ayrıca söz konusu hat Türkiye, Azerbaycan ve Gürcistan’ın birlikte hareket etmesini de kolaylaştırmıştır. Bunu daha sonra Türkiye’nin çabaları ile bir gaz boru hattı takip etmiştir. Ama benim görebildiğim kadarı ile Amerikalılar sadece bu boru hattını yapmış olmakla Azerbaycan’ın kendilerine bağlı kalacağını düşünmektedirler. Aslında hiç de öyle değildir, Ruslar da boru hatlarını AB’ye doğru inşa etmişlerdir ve AB’ye gaz ve petrol satmaktadırlar. Bir ülke ile gaz, petrol ticareti yapıyor olmak, tamamen oraya bağımlı olmak anlamına gelmez. Orada karşılıklı bir bağımlılık söz konusudur. Ama tek başına bir bağımlılık söz konusu değildir. Kaldı ki askeri ve siyasi güç yok ise ekonomik gücü orada sürekli tutabilmek kolay değildir. Daha önce de belirttiğimiz üzere özellikle Gürcistan Savaşı bölgeye çok kuvvetli mesajlar vermiştir. Gürcistan Savaşı’nda en önemli mesaj şudur:

– Bir, bu bölgenin patronu Rusya’dır.
– İki, Amerika burada hiç kimseyi koruyamaz.
– Üç, Amerika destek vermeyince Türkiye de burada kimseyi koruyamaz.
– Dört, dolayısıyla Rusya’nın karşısında olanların ayağını denk alması gerekir.

Savaşla birlikte bu mesajlar verilmiştir. Ve burada en çok korkan, en çok stratejisini, bölgeye bakış açısını değiştiren ülke Azerbaycan olmuştur. Azerbaycan savaştan önce Türkiye-Amerika çizgisini muhafaza edip, daha sonra NATO’ya ve AB’ye girme ümitleri taşıyan bir ülke iken Azerbaycan içerisindeki Rusyacı grubun ve Moskova’nın da teşviki ile Azerbaycan şu noktaya gelmiştir: ‘Biz Rusyasız bu bölgede yaşayamayız. Amerika çok uzaktadır ve hiçbir şekilde katkı sağlamamaktadır. Ne bizim Karabağ sorunumuzu çözmeye çalışmaktadır ne de bizi korumaktadır. Dolayısı ile Amerika kar değil, zarar vermektedir, riskleri artırmaktadır.’ demişlerdir.

O tarihten sonra Azerbaycan’ın hem Rusya, hem de Türkiye politikası değişmeye başlamıştır ve denge, Türkiye’den Rusya’ya doğru kaymaya başlamıştır.”

Arzu Turgut: Rusya’nın Ermenistan-Türkiye yakınlaşmasına ve ilişkilerin normalleştirilmesine bakış açısı nasıldır?

Sedat Laçiner: “Rusya Ermenistan-Türkiye yakınlaşmasında da, Azerbaycan’ın yeniden kazanılmasında da çok net ve çok planlı bir politika izlemektedir. Moskova’nın Türkiye ile Azerbaycan arasındaki soğumayı derinleştirebilmek için Türkiye ile Ermenistan arasındaki yakınlaşma çabalarını teşvik ettiğini görüyoruz. Daha önce de söylediğimiz gibi, Ermenistan’ın Türkiye’ye sınırı açıldı diye Batı’ya yaklaşması gibi bir şey söz konusu değildir. Ermenistan hep Rusya’nın müttefiki ve uydusu olarak kalmaya mahkûm bir ülkedir, çünkü hem nüfus, hem ekonomi, hem siyasi ve askeri güç olarak küçük bir ülkedir.

Ermenilerin içinde hep bir Türk korkusu da olacaktır. Bu çok net görünüyor, çünkü Ermeniler, Türkiye’deki, Azerbaycan’daki ve İran Azerbaycan’ındaki Türkleri de düşünürsek 100 milyondan fazla Türk ile çevrili durumdadır. Ermenilerin güvenlik korkularını Rusya olmadan aşabilmesi yakın bir zamanda kolay görünmüyor, dolayısıyla sınırın açılması ile Rusya Ermenistan’ı kaybetme korkusu yaşamamaktadır. Kaldı ki işler tehlikeli bir noktaya gelirse hemen müdahale edebileceğini de düşünmektedir. Çünkü Rusya, Ermenistan’ı avucunun içinde saymaktadır. O nedenle Türkiye’nin yakınlaşma girişimini teşvik etmiştir, desteklemiştir, Ermenistan’ı da görüşmeler yapma konusunda teşvik etmiştir.

Hatta görüşmeler esnasında Türkiye’den gelen her türlü yardım talebini de kabul etmiştir. Yani ‘Karabağ meselesinin çözümüne katkıda bulunur musunuz’ dendiği zaman son derece sıcak mesajlar vermiş, Ermenistan ile yakınlaşmaya paralel olarak Karabağ sorununun da ilerleyeceği mesajını vermiştir. Ruslar çok ümit verici cümleler kullanmışlardır ve böylece Türkiye-Ermenistan görüşmeleri başlarken buna paralel bir Minsk Grubu diplomasisinin de hızlanacağı, bir yandan Karabağ sorununu çözerken bir yandan da protokollerin imzalanıp sınır kapısının açılacağı ümit edilmiştir.

Fakat Rusya bunu yaparken Türk-Ermeni görüşmelerinin bütün detaylarını, Azerbaycan’ı kışkırtacak ve rahatsız edecek bir şekilde hemen Bakü’ye servis etmiştir. Türkler ve Ermeniler Rusların da teşviki ile kapalı kapılar ardında görüşürken tüm sırlar kısa sürede Azeri gazetelerine sızdırılmış ve Azerbaycan’da Ruslar eliyle ‘Türkiye size ihanet ediyor, Ermeniler ile yakınlaşıyor’ korkusu yaratılmıştır. Bu oyun, Rusya açısından oldukça karlı bir oyundur: Ermenistan ve Türkiye arasında çok ciddi bir gelişme olmayacak, ama Türkiye ile Azerbaycan’ın arası açılacaktır. Böylece, kademe kademe Ermenistan, Güney Osetya ve Abhazya’ya, yani bölgedeki Rusçu bloka Azerbaycan da eklenecektir. Günün sonunda Gürcistan yalnız kalacağı için o da Rusların safına düşecektir. Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınır kapısının açılmasının ise Rusya’ya herhangi bir zararı olmayacak, hatta bu hattı daha çok Rus şirketleri kullanacağından sınır kapısı Ermenistan’dan çok Rusya’ya hizmet edecektir.

Ne yazık ki Ermenistan sınır kapısının açılması ile ilgili olarak Türkiye’de de gereksiz beklentiler oluşturuluyor. Ermenistan’ın Türk malları ile dolacağı, bunun da Ermenistan’ı Türkiye lehine değiştireceği iddia ediliyor. Aslına bakarsanız burada ciddi bir akıl karışıklığı var: Gümrüklerin sıfırlanması ile sınır kapısının açılması aynı şey değildir. Sınırlar açıldığı zaman Türkler ve Ermeniler ellerini kollarını sallayarak birbirlerinin ülkelerine seyahat edebilecek de değiller.

Gümrükler ve vizeler yine olacak. Şu anda dünyada neredeyse tüm devletler arasında sınır kapıları açıktır, ancak sınır kapılarının açılmasıyla entegre olmaya başlayan ülke sayısı oldukça sınırlıdır. Ne yazık ki sınır kapısının açılmasına dönük beklentileri de yine ABD de AB yükseltiyor. Hem Türkiye de, hem de Ermenistan’da sınırın açılmasına dönük gerçekçi olmayan beklentiler oluşturuluyor.

Arzu Turgut: Karabağ Sorunu’nun Minsk yoluyla çözülmesi ihtimali var mıdır?

Sedat Laçiner: “Bence burada her şeyi bağlayan yine diasporadır. Diasporanın radikal talepleri Kafkasya’da çoğu kez Amerikan politikası haline dönüşmektedir.

Türkiye meseleye iyi niyetle yaklaşmıştır, Ermenistan ile yakınlaşmayı Azerbaycan’ın da lehine görmüştür. Karabağ meselesinin çözüleceğini umut etmiştir. Fakat Minsk Grubu hızlanır gibi olmakla birlikte, özellikle Rusya ve Fransa meselenin halledilmesi yönünde neredeyse hiç bir şey yapmamışlardır. Burada ciddi bir samimiyet sorunu bulunmaktadır. Kabul edilmesi gerekir ki ABD’nin de Karabağ meselesini çözmede araçları oldukça sınırlıdır.

Diasporadan dolayı ABD’nin eli kolu bağlanmaktadır. Başka bir deyişle Minsk Grubu’nda Karabağ sorununu çözecek irade görülmemektedir. Böylece iki yollu, iki hatlı diplomasiden biri çalışmıştır; İsviçre’de Türkiye ile Ermenistan arasında protokoller imzalanmıştır, ama diğer hat çalışmamıştır. Minsk Grubu Karabağ konusunda ilerleme kaydedememiştir. Böylece ortaya dengesiz bir tablo çıkmıştır.”

Arzu Turgut: Azerbaycan’ın son zamanlarda Batı’dan yüzünü çevirip Doğu’ya dönmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sedat Laçiner: “Karabağ meselesinde bir ilerleme olmayınca Türkiye ile Ermenistan arasındaki yakınlaşma Azerbaycan’ı Türkiye’den ve Batı’dan daha da uzaklaştırmıştır. Geçenlerde Azerbaycan Rusya’ya ilk gaz naklini gerçekleştirmiştir. Azerbaycan adım adım Rusya’ya kayacağının açık işaretlerini vermiştir ve vermeye de devam etmektedir.

Sonuç olarak, Türkiye, Kafkasya’da en azından kısa ve orta vadede tek başına belirleyici bir ülke olamaz. Kafkasya’daki oyun Rusya ve Amerika arasındaki bir oyun olabilir. Burada AB, ABD ile ortak hareket ederek oyunda önemli bir aktör haline gelebilir. Ne yazık ki bu bölgede hem NATO üyeliği, hem de AB’nde tam üyelik müzakereleri yürüten bir ülke olarak Türkiye, hem ABD’nin hem de AB’nin partneri olması gerekirken, Avrupa Birliği’ndeki bazı ülkeler Türkiye’yi partner olarak görmemişlerdir, Amerika da gerçek bir partner gibi burada Türkiye ile birlikte hareket etmemektedir. Türkiye’nin bölgeyi entegre etme çabaları hep baltalanmıştır.

Bunun da en önemli nedeni Ermeni diasporası ve 11 Eylül’den sonra özellikle Avrupa’da yükselen ‘Hıristiyan fundemantalizmi’dir. ‘Hıristiyan fundamentalizmi’ çok fazla dillendirilmemesine rağmen 2001’den bu yana Avrupa siyasetinde çok güçlü bir damar haline gelmiştir. Sırf kültürel ve dini farklarından dolayı Türkiye’ye karşı çıkılmaktadır. Türkiye’nin AB üyesi olamayacağı söylenmektedir. AB Başkanı Van Rompuy, Türkiye’nin Avrupa medeniyetinin bir parçası olmadığını ve asla da AB üyesi olmayacağını söylemiştir. Sarkozy de aynı sözleri sarf etmiştir. Bu cümlelerin Bin Ladin’in cümlelerinden bir farkı yoktur. Bu ‘Hıristiyan fundemantalizmi’nin siyasete giriş şeklidir.

Bunun en kristalize olmuş halini Kafkasya’da görüyoruz: ABD ve AB’nin müttefiki olan Türkiye’yi ve Azerbaycan’ı desteklememesinde dinci önyargıların neden olduğu reflekslerin izlerini çok net bir şekilde görebiliyoruz. Böylece Diaspora ve 11 Eylül sonrası ortaya çıkan din merkezli kutuplaşma Kafkasya’da Batı’nın kaybetmesine ve Kafkasya’nın yeniden ve ciddi oranda Rus etkisi altına girmesine yol açmaktadır. Bundan sonraki süreç içerisinde eğer tavır böyle devam eder ise, Türkiye’nin tek başına Kafkasya’yı ‘kurtarabilmesi’ mümkün değildir, öyle bir gücü yoktur. Bu bölgede realist davranan Rusya’dır. Meseleyi başından itibaren doğru okuyamazsanız, sonrasında artık çok geç olabilir.

Türkiye daha başından itibaren, Gürcistan ve Azerbaycan’ı kendisi ile birlikte entegre edip Batı’ya taşımak düşüncesinde olmuştur. Azerbaycan, Gürcistan üzerinden Batı’ya ulaşacak buradan da AB’ye ve ABD’ye ulaşacaktır. Bu ülkelerin NATO üyesi olmaları düşüncesiyle Türkiye, ABD ile beraber Gürcü ve Azeri askerlerini eğitmeye, buraya yardımlarda bulunmaya başlamıştır.

Eğer Batı Türkiye’nin hedeflerini doğru okuyabilmiş olsaydı, burada çok büyük paralara değil, teşvik etmeye ihtiyaç vardı. Örneğin Türkiye’den başlayıp Gürcistan üzerinden Bakü’ye gidecek bir otoban veya yine Türkiye’den başlayıp Azerbaycan’a gidecek bir demiryolu hattı, bir gaz boru hattının daha evvel inşa edilmesi, bu ülkelere dönük kültürel, sosyal, siyasal programların hızlandırılması ve Amerika’nın Ermenistan’a yardım yapması yerine Gürcistan ve Azerbaycan’a ekonomik yardım ve teşviklerde bulunması gibi bazı adımları Batı atmış olsaydı, belki de Gürcistan Savaşı yaşanmazdı.

Eğer karşınızda güçlü bir ekonomisi ve sosyal yapısı olan bir Gürcistan ve Azerbaycan ittifakı olsaydı, Rusya oraya saldırmakta zorlanırdı, saldırdığı zaman da çok ciddi bir direnç ile karşılaşır, maliyetini görür, belki yenilerek geri çekilirdi. Eğer Rusya yenilerek geri çekilmiş olsaydı, Kafkasya’da çok şaşırtıcı değişiklikler olabilirdi. Rusya’nın belki de o anlamda bölgede sonu gelmiş olurdu. İşte o zaman Ermenistan’ın Batı’ya yaklaşması başlayabilirdi. O zaman paniğe kapılacak olan Ermenistan olurdu, ama bugün paniğe kapılan Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan’dır, Ermenistan veya Rusya değil. Hiçbir şey yapma, çatışma başladıktan sonra Rusya gibi büyük bir devlet ile ‘çatışayım mı, çatışmayayım mı’ ikileminde kal. Tabi ki orada zorluk çekilir. Yerel güçleri güçlendirmeden oraya gidecek bin donanma bile yetmez.

Savaş çıktıktan sonra ABD’nin bir diğer hatası da uluslararası hukuku görmezden gelmek olmuştur. Hiç kimse uluslararası hukuka rağmen Türkiye boğazlarından canının istediği gemiyi geçirebileceğini düşünemez. O boğazlar uluslararası anlaşmalar ile düzenlenmiş bir rejime sahiptir. Böylesine bir hoyratlık, böylesine bir pervasızlık, böylesine hesap kitapsızlık sonuçta bir felaket getirir. Gürcistan Savaşı bunun en tipik örneğidir. Burada yanlışlarda ısrar edilmesi halinde de kayıplar derinleşecek ve kalıcı hale gelecektir. Rusya, Gürcistan Savaşı’ndaki zaferinin rantını önümüzdeki yıllarda kullanacak, Azerbaycan’ı da kendi cephesine çekme çabalarını sürdürecek, korkarım ki bunda başarılı da olacaktır.

Tablo böylesine alarm verici olmasına rağmen bugün Washington’dakilerin en önemli derdi protokollerin geçmesi ve 24 Nisan’da rahat etmektir. Obama Kafkasya’nın genelinden ziyade hala Ermeni seçmenlerine verdiği sözü düşünmektedir. Başka bölgeleri bilemeyiz, ancak bu bakış açısı sürdüğü sürece ABD’ye Kafkasya’da “no, you can’t” demekten başka söz kalmıyor.

Arzu Turgut: Protokoller başarısız mı oldu?

Sedat Laçiner: “Türkiye ile Ermenistan arasındaki protokoller de Kafkasya’da dengeleri etkileyebilecek önemli bir gelişmeydi. Protokollerin imzalanmasından önce ve sonrasında Türkiye bariz bazı hatalar yaptı. Örneğin Azerbaycan’daki riskleri baştan hesaplamak gerekirdi. Unutmamak gerekir ki Azerbaycan’ı verip Ermenistan’ı almak dünyanın en kötü ticaretidir. Kaldı ki Ermenistan’ı alma ihtimali de oldukça zayıftır. Türkiye ilk başta bu oyuna düştü ve Bakü’de Rusyacıların eline ciddi kozlar verdi. Burada Azerbaycan tarafının da hataları var elbette. Aliyev Rusya ile Türkiye arasında denge oyunları oynarken Türk kamuoyunu fazlasıyla kırdı. Türkiye’nin verdiği güvenceler yok sayılarak Türk liderler adeta yalancı durumuna sokuldu, ki bu tavırların iki ülke ilişkilerinde bedeli ağır olabilir.

Bunun dışında protokollere metin olarak bakarsanız Türkiye açısından son derece başarılı olduğunu görürsünüz. Sanki protokolleri Türk tarafı yazmış, Ermeniler de sadece imzalamış gibi duruyor. Ayrıca protokoller diaspora ile Erivan arasındaki farkların da altını çizdi. Ermenistan tarafı Türkiye’nin sınırlarını tanıma konusunda önemli açıklamalarda da bulundu. Örneğin Ermenistan başbakanı sınırları tanıdıklarını teyit etti. İşler nispeten yolunda giderken Karabağ sorununun hallinde yeterli ilerleme sağlanamaması Ermenistan yönetimi üzerindeki gerilimi arttırdı ve zaten zor ikna olmuş olan ermeni siyasiler yan çizmeye başladılar. Hatta protokoller üzerinde imzası bulunan Dışişleri Bakanı Nalbantyan dahi kapalı kapılar ardında protokoller aleyhine konuşmaya başladı. Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin son kararı ve Sarkisyan’ın protokollerdeki imzaları geri çekmek için yasa hazırlığında oluşu Ermenistan açılımında ciddi bir hayal kırıklığının yaklaştığını gösteriyor.”