ASALETİ UNUTULMAYA YÜZ TUTMUŞ BİR DANS: SALSA

KUBE D. Nefin

Dans denilince aklınıza ilk gelen ritim, sıfır on iki yaş arasında, gözlerinizin en çok şahitlik ettiği ritim ve figürlerdir. Bu ritim ve figürler aynı zamanda genel dans anlayışının yansımaları olur ilerleyen yıllarda da.

Bu konu da, her Çerkes kökenli kişilerde olduğu, gibi bende kendimi çok şanslı addederim. İzlerken beni heyecanlandıran, dans zevkimin çoğunluğunu oluşturan figürler Kafkas danslarıdır. Dans ve müziğin bir bütün, olduğunu düşündüğünüzde ise sadece Kafkas ezgilerini dinlediğimde dans etmek isterim, akordeon sesi duyduğumda hüzünlenirim ve nerdeyse diğer müzikleri sadece kulağa iyi geldiği için dinlediğimi düşünürüm.

Bu düşünce ışığı altında Newyorklu salsa meraklısı arkadaşımın davetlisi olarak, hayatımda ilk defa canlı salsa performansı seyrettim. Daha önce televizyonda gördüğümde seyrettiğim ama hiç canlı olarak izlemediğim bu dansı İspanya’da mütevazı büyüklükte gündüzleri restoran ve cafe, Cuma geceleri ise salsa meraklılarına hizmet veren bir mekanda izledik.

Salsa 1930’lu yıllarda Afrika’nın dünyanın geri kalanına açılmasıyla oluşmuş, kökeni hakkında her kafadan bir ses çıksa da, Küba’da ortaya çıktığı genel kanı olan bir dans. İspanyollar ise salsanın icrası konusun da epeyce iddialılar. Hatta burada bir çok kişi salsanın İspanyollara ait olduğunu düşünüyor. Çünkü salsa ritmi, bize geleneksel İspanyol ritimlerini de hatırlatıyor.

Her zaman keyifle dinlediğim ama ritmine pek eşlik etmediğim salsa müzikleri, bu mekan da, ellili yaşlarında olup her daim ‘genç delikanlı ve hanımların’ performanslarına ara vermesi, salsaya ilgili duyan meraklı tazelerin ortalıktan yavaşça çekilip genç profesyonellerin boy göstermesiyle devam etti.

Önce çiftler olarak sahneyi alıp tüm kıvrak figürleri bayan erkek dansçılar sırayla sergilediler. Sonrasında bir halka oluşturularak devam edilen dans son perdeyi üçerli ya da dörderli grupların arka arkaya dizilerek öndeki bir dansçının komutları vermesiyle sona erdi.

Ev arkadaşım, bu dansı izleyebileceğim en iyi kişilerden izlediğimi ve merakla ne hissettiğimi sordu. Bense genç profesyonellerden çok keyif almadığımı fakat ihtiyar delikanlıları ve orta yaşlı genç hanımları çok başarılı bulduğumu söylemekle yetindim.

Esasen biraz sıkılmıştım, çünkü dans ederken insanda asalet duygusunu körükleyen, kişiye kendisini hatırlatan ayrıntılar olması o dansı çekici kılıyor. Açıkçası burada salsa, gençlerin elinde iyi kıvrılmış figürlerden öteye geçemeyen, asaleti elli yaşlardaki insanlar tarafından devam ettirilen ve ruhu unutulmaya yüz tutmuş bir dans olarak hafızalanmıştır bende.

O gece en çok düşündüğüm şeylerden biri ise, İstanbul Kafkas Kültür Derneği’ndeki hemen her gençlik gecesine keyifle ve heyecanla katılan ben, hiç bir dansa (Kafkas dansları hariç) hayretle veya merakla bakmamışım. Salsa da benim için böyleydi şimdilik. İnsan dünyanın neresinde hangi dansı izlerse izlesin, bu dans ne kadar profesyonelce yapılırsa yapılsın, en çok kendi kültürünün figürlerine heyecanlanıyor. Aitlik duygusuyla oluşmuş bu beğeniler sanırım bizi de şekillendiriyor.

Bizim danslarımız ne kadar asilmiş meğer, demek istemiyorum. Çünkü bu durumun zaten farkındaydım. Dans etmek yalnızca yetenek sahibi olmaktan ileri gelmiyor bana kalırsa, biraz o ruhu taşımakta gerekiyor. Umuyorum ki, biz de bu asil dans ruhunu taşıyan nesillerden oluruz.
Ne de olsa insan ‘özüyle doğar, özüyle büyür ve özüyle yaşarmış’ sözü yurt dışında ziyadesiyle etkili bir ruh durumu sanırım.

Bir süre için, eğitimimin bir kısmını sürdüreceğim İspanyada, Çerkes olmanın sosyal hayatını ve Cüneyt ağabeyin akordeon sesini özleyeceğim elbette. Fakat zil, şal ve gül ülkesinden gözüme takılan enstantaneleri ‘acemi’ bir yazı meraklısının (Erhan ağabey, bu satırlar birazda sizedir) kaleminden de olsa CC’da okumanızı çok isterim.

İspanyadan selam ve sevgiler…