ATLARA FISILDAYAN ADAM

Tolgay Kaya

İşimi bitirip tam çıkmak üzereyken gitmeden önce yanına uğrayıp sohbet etmek istedi canım. Zaman zaman yaptığımız beni her zaman rahatlatan sohbetlerinden birini daha yapabilmek için ahırlara baktım ama göremedim. Tam arkamı dönüp eve gitmeye niyetlenmiştim ki, birden onu gördüm. Yanık yüzü, kısa boyu ve Çerkes gözleriyle atlara fısıldayan adam.

– Thamade nasılsın, dedim Çerkesce, gülümseyerek.
– İyiyim, dedi Çerkesce, gülümseyerek.

Bu aralar iyi olmadığını biliyordum ama onu görmenin mutluluğunu ona hissettirebilmek için gülümsemiştim. Seni gördüğüme mutlu oldum demek için yani. Atlarına baktığı adam ölmüştü geçenlerde canı sıkkın olmalıydı. At sahibi de atların dilinden anlayan bir Kafkasyalıydı ve onun sözü burada kanun gibidir derken gözleri parlıyor, gurur duyuyordu.

Bir sigara yaktı ve ahırın önündeki samanlara oturduk birlikte. Bana da ikram etti ama ben bırakmaya çalışıyorum diyerek ret ettim. Bırakmaya çalışıyorum, diye tekrar etti sözlerimi ama ne ima ettiğini veya ne düşündüğünü anlayamadım.

Köşedeki mazgalları gösterdi ve Çerkesce ”Buna dikkat edin ya da bunu buradan kaldırın diyorum kaç defa ama umursamıyorlar, bir gün atlardan biri sakatlanacak diye korkuyorum” dedi. Konuşmanın Çerkesce derinleşmesi panikletti beni, kötü bir Çerkesce’m vardı ve bunu onun anlamasından korkup Türkçe’ye çevirdim sohbeti. Veliefendi’de en güzel saatler böyle akşam üzerleriydi. Atlar gezmeye çıkmış oluyordu çünkü. Önümüzden bir çok at salına salına geçiyordu. Hiç bir atı kaçırmıyorduk, özellikle atlara fısıldayan adam baştan ayağa şöyle bir süzüyordu hepsini.

– Bir atın iyi olduğunu anlamak için en çok neresine dikkat edersin, diye bir soru sordum. Sormuş olmak için değil gerçekten merak ettiğim için.

– Ooo bu sorunun cevabı burada böyle üstün körü verilemeyecek kadar derin, atın derisinin parlaklığına bakarım mesela ama bu tamamen tecrübe ile ilgili bir şey.

Kaçamak bir cevap mıydı? Yoksa gerçekten çok cevaplı bir soru muydu? Gerçekten yine anlamamıştım ama önemi yoktu.

Bazen seyis yerine kendi gezdiriyordu ahırların çevresinde atları, geçen baktığı atlardan biri koşmuş ve son anda kazanmıştı yarışı. Bende yarışı hipodromda seyretmiştim ve atın sahibi sanki benmişim gibi sevinmiştim kazanmasına atın. Ata bakan Çerkes seyis hızla atı karşılamaya doğru koşarken göz göze geldik sarılıp öptü beni ve sonra atı karşılamak için beni arkasında bırakarak hızla uzaklaştı yanımdan.

– Nerdeyse kazanamıyordu yarışı, Fuat biraz geç sprinte kalkmadı mı sence, diye ukala bir soru sordum atlara fısıldayan adama. Bana öyleymiş gibi gelmişti, çünkü yüreğim ağzıma gelmişti kazamayacak diye. ”Yoo” dedi hayretle yüzüme bakıp sonra sanki bir sır söylüyormuş gibi.
– Fuat’a geç Sprinte çıkmasını ben söyledim, daha önce atağa kaldırıp hayvanı yormaya gerek yoktu, zaten onu geçecek bir at yoktu o yarışta.

Almış mıydım ağzımın payını, ukalalık yaparsam sonum buydu işte. Buraya ne zaman geldiğini hatırlamıyordu bile bütün ömrü atlarla geçmişti.

– Artık bu işi yapan pek Çerkes kalmadı değil mi, diye cevabını bildiğim bir soru sormuştum.
– Evet pek kalmadı, artık atlarla uğraşan Çerkes sayısı çok azaldı. Bu işin bütün kahrını biz çektik şimdi sefasını başkaları sürüyor.

Atlara fısıldayan adam sayısı gün geçtikçe azalıyor yani. Uzunyayla’dan buraya gelen Çerkeslerin hemen hemen hepsi bu at sevdasına gelmişlerdi buralara. İstanbul’daki Çerkeslerin babaları amcaları hep bu işi yapmışlardı ama genç nesiller bu işe artık sıcak bakmıyorlar. Babası seyis olan bir arkadaşım vardı ve bu iş hakkında çok kötü fikirleri vardı ama kendisi şu an üç Kuruş paraya bir tekstil atölyesinde çalışıyor.

– Senin çocukların bu işi yapmasını ister miydin, diye birazda özele kaçacak bir soru soruyorum ”Atlara Fısıldayan Adam”a.

– İsterdim tabi, bu işi yapsınlar jokey olsunlar mesela ama olmadılar. Bu işi yapabilmenin en baş koşulu bir atı sevmek ve ondan korkmamaktır. Ondan korkan adam bu işi yapamaz. Bazen atın ayaklarının altına giriyorsunuz karnının altına giriyorsunuz yani, atın derisi gibi oluyorsun bir yerde.

Çerkesler arasında Çerkeslerin bir çok şeyi kaybettikleri şikayet konusudur genelde bunlara birde atlarla olan organik bağlarının gittikçe zayıfladığını da ekleyebilir miyiz? ”Atlara Fısıldayan Adam”la Uzunyayla’dan eskilerden konuştuk birazda, o yılkı yılkı Uzunyayla atlarından nostaljiyle bahsettik, bitip giden bir kültürün ardına ağıtlar yaktık. Bir tek ”Atlara Fısıldayan Adam”ın ufak kız torunu bize umut verdi. Çünkü o minicik elleriyle ata yesin diye şeker verebiliyor. En büyük sorun artık bu adamların arkasından yeni bir jenerasyonunun gelmiyor oluşu. Yani onlarla birlikte yok olup gidecek bu atçılık işi de. Yeni nesil bilgisayar mühendisi olmak istiyor, öğretmen, doktor olmak istiyor, zengin bir işadamı olmak istiyor ama ”Atlara Fısıldayan Adam”lar artık olmak istemiyor. Çerkes denince akla yavaş yavaş artık at gelmeyecek, bu yaşlı adamlar bu son jenerasyonda buralardan çekilip gittiğinde arkasından gelecek yeni bir kuşak artık yok.