DEMOKRATİK AÇILIM NEDEN GEREKLİ

TLETSERUK Nahit Serbes
20.04.2010

Yorumsuz

T. C.
Düzce
Cumhuriyet Savcılığı

Hazırlık  : 1981 / 3390
Esas no : 1981 / 1837
Dava no  : 1981 / 57

ASLİYE HUKUK MAHKEMESİNE DAVANAME

Davacı   : K. H.
Davalılar : 1) Düzce Nüfus Başmemurluğu
2) Jan Berslen ve Jane Devrim’e velayeten Zeki Devrim.

Dava      : İsim Düzeltilmesi.
D. Tarihi : 4.12.1981

Hazırlık evrakı incelendi.

Düzce Nüfus Başmemurluğu, 19.11.1981 tarih 3148 sayılı yazıları ile İstili köyü c. 061 / 01 de nüfusa kayıtlı davalı Zeki Devrim’in çocukları Jan Berslen ile Jane Devrim’in isimlerinin örf ve adetlere aykırı olduğundan isimlerinin değiştirilmesini talep etmiştir.

Davacının bu talebi yerinde görülmüştür. Zeki Devrim’in çocuklarının adları milli kültürümüze, örf ve adetlerimize aykırı nitelikte olduğundan İstili köyü C. 061 / 01, S. 16, K. 8 de kayıtlı çocukları 29.06.1974 d.lu Jan Berslen ile 13.09.1981 d.lu Jane Devrim isimli küçüklerin isimlerinin değiştirilmesine karar verilmesi talep ve dava olunur. 4. 12. 1981.

Çocukların babası, yüzyıllardan beri atalarından kim bilir kaç kişinin taşıdığı bu adların “milli kültür, örf ve adetlerimize aykırı” olduğuna hiç inanmadığından, çocuklarının – ve de atalarının adlarını savunmak üzere avukatıyla birlikte mahkemenin yolunu tutar.

Mahkeme, çok defa yapıldığı gibi bu olayın hukuki açıdan değerlendirilmesi işini bir bilirkişiye havale eder. Bilirkişi olarak atanan Prof. Dr. Aytekin Atay’ın dosyaya sunduğu bilirkişi raporunda aynen şöyle denmektedir:

”Hukukumuzda, bazı sınırlandırmalara uyulmak kaydıyla (bak: 1587 no.lu Nüfus K. Mad. 16 / IV ) çocuğa herhangi bir sözcüğün özad olarak verilmesi mümkündür. (Kayıtlı serbestlik). Toplumumuzda bazı çevrelerde bu durum yaygın bir gelenek haline gelmiş bulunmaktadır. Tarihin akışı içinde de bu durum süregelmiştir. Altay Türklerinde doğumdan sonra ilk söylenen sözcük veya gözlenen ilk olayı belirten söz çocuğa özad olarak verilirdi. Bu adet (tam serbestlik) diğer birçok Orta Asya Türk kavimleri arasında da yayılmıştır.

Fakat diğer bazı hukuk sistemlerinde ise, tamamen aksi usul kabul edilmiştir. Yani, bu hukuklarda kullanılabilecek olan özadlar sınırlandırılmıştır (tahdit sistemi). Mesela Fransız Hukukunda ancak çeşitli takvimlerde mevcut adlarla, tarihte ün almış bulunan kişilerin adları özad olarak kullanılabilmektedir. Keza Roma Hukukunda kullanılabilecek olan özadların sayısı otuz tane idi. Hatta daha sonraları – bazı adların kullanılmaması yüzünden- bu sayı daha da azalmıştı.

Özadın seçilmesi hususunda hukukumuzda mevcut olan serbestlik bazen kötüye kullanılmakta ve bazı ana babalar çocuklarına Renç, Cent, Gey, Tamara, Tijen, Rasin, Rejan, Sibel, Soley, Tanju, Mihriban, Mirkelam vs. gibi Türkçe kökten gelmeyen ve dilimize yabancı olan veya uydurma olan adlar vermektedirler. Oysa 11587 no.lu nüfus kanununun 16. maddesinin IV. fıkrasında, milli kültürümüze, “ahlak kurallarına, örf ve adetlerimize uygun düşmeyen veya kamuoyunu inciten adlar konulamaz” hükmü vardır ancak yukarıda sayılan adlar, günümüze kadar, bu hükme aykırı görülmemiştir. Derhal belirtmek gerekir ki, bunları ne sosyolojik açıdan ve ne de etnik açıdan onaylamak mümkün değildir.

Sonuç: Jan veya Jane adlarını sosyolojik, etnik veya linguistik açılardan onaylamak pek mümkün bulunmamakla beraber bunların, 1587 no.lu nüfus kanununun 16. maddesinin IV. fıkrasındaki hükme aykırı olduklarını söylemek de pek mümkün görünmemektedir. Gerçekten, sözü geçen adların, bu konuda hoşgörüye pek elverişli olan ve ana-babaların çocuklarına ad verme hususunda sahip oldukları özgürlüğe, eski çağlardan beri – tam bir dokunmazlık tanınmış bulunan ulusal kültür ve örf adetlerimize aykırı düşmediği açıktır. Öte yandan bunların ahlak kurallarına aykırı veya kamuoyunu incitici bir nitelik taşıdığı da söylenemez.

Saygılarımla arz ederim.”

Davaya bakan Düzce 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, 23.4.1982 günlü ve esas: 4.12.1981 tarihli davanamesi ile Zeki Devrim’in çocuklarının adları milli kültürümüze, örf ve adetlerimize aykırı olduğundan, küçüklerin isimlerinin değiştirilmesi kamu adına istendiğinden yapılan yargılamada:

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davanamede Düzce İstilli Köyü, C. 61 / 01, S. 16, Kütük: 8 de kayıtlı Zeki çocukları 1974 doğumlu Jan Berslen ile 1981 doğumlu Jane Devrim isimlerinin değiştirilmesi istenmiş, gerekçe olarak örf ve adetlere uymadığı gösterilmiştir.

Davalı idare temsilcisi, Nüfus Kanunu’na göre baba Türk ise Türk örf , adetlerine uygun isim konulabilir, bunlardan birisi Türk ise konacak iki isimden biri bu nitelikte diğeri yabancı isim olabilir. Bu itibarla davanın kabulü ile Türk örf ve adetlerine uygun olmayan davalı çocuklarının isimlerinin düzeltilmesi yolunda açılan davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.

Davalı Zeki vekili ise, 1587 sayılı Nüfus Kanunu’nun 16 / 4 maddesi çocuklara verilecek isimlerin Türk kültür, örf ve adetlerine uyması gerektiğini belirttiği halde ismin mutlaka Türkçe olacağını belirtmediğini bildirip ayrıca Türkiye’de Türk vatandaşlarının isimlerinden çeşitli örnekler bulunan dilekçesini sunup tekrar etmiştir.

Dosya İstanbul asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderilip mütalaasına başvurulan ehil bilirkişi Prof. Dr. Aytekin Atay’dan mütalaa istenmiştir. Adı geçen tarafından düzenlenen dosyadaki mütalaa namesinde Jan veya Jane adlarını sosyolojik, etnik ve linguistik açılardan onaylamak pek mümkün bulunmamakla beraber bunların nüfus kanununun 16 / 4 maddesindeki hükme aykırı olduklarını söylemek pek mümkün görülmemektedir. Gerçekten sözü geçen adların bu konuda hoşgörüye pek elverişli olan ve ana-babaya ad verme konusunda tam bir dokunulmazlık tanımış bulunan ulusal kültür, örf ve adetlerimize aykırı düşmediği, öte yandan bunların ahlaka aykırı olmadığı veya kamuoyunu incitici niteliği bulunmadığını açıklamıştır.

Gerçekten Türkiye’de cemaatler dışında Türk vatandaşı isimleri arasında Türk kültürüne aykırılık düşüncesine yer verilmemiştir. Renç, Tamara, Tijen, Rasin, Sibel, Soley gibi davalının dilekçesinde örnekleri çoğaltılmış isimlerin kullanılmakta olduğu görüldüğü gibi, bilirkişinin açıkladığı üzere bu isimlerin milli kültür, örf ve adetlere ve ahlak kurallarına ters düştüğüne dair bir bulguya rastlanmamış olduğundan davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

HÜKÜM: Yerinde görülmeyen davanın reddine!

Cumhuriyet Savcılığı tarafından 6.8.1982 tarihinde temyiz olunan bu karar, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 14.10.1982 günlü, Esas: 1982 / 4121, Karar: 1982 / 4207 sayılı ilamıyla onanır. Düzce Cumhuriyet Savcılığı 9.11.1982 tarihinde Karar düzeltilmesi yoluna gider. Bu istem de düzeltilemediğinde ileri sürülen sebepler HUMK.’nun 440. maddesindeki yazılı hallerden hiç birisine uymadığından oybirliğiyle reddedilir.

Yargıtay’ın bu kararı benzeri olaylar için yol gösterici bir içtihat olmuş ve Jan Berslen ve Jane Devrim kardeşler de sonunda kendi adlarıyla çağırılmak gibi en doğal olan haklarına kavuşmuşlardır.

Öte yandan Çerkesce konuşmanın, yasal takibe uğradığı örneklere de rastlanmıştır. Annesi tarafından Çerkes olan yazar Hasan Cemal, 22 Ekim 2004 tarihli Milliyet gazetesindeki köşe yazısından:

“Çerkeslerin bir kolu olan Adigeler Üsküdar’daki derneklerine bir konuşma için beni davet etmişlerdi. Adige Derneği’nde o gece yaşlıca bir beyle tanışmıştım. (Yasin Çelikkıran)

Bana yeşil kaplı ince bir kitap hediye etmişti. Çerkesce – Türkçe sözlük, kiril alfabesiyle basılmıştı. Bu sözlük yüzünden Türkiye’de başının belaya girdiğini, biri 12 Eylül olmak üzere iki defa gözaltına alındığını anlatmıştı. O zaman da yazmıştım. Yaşlı Çerkes’e yapılan, demokrasiye de, insan haklarına da, Lozan Antlaşması’na da aykırıydı. Lozan’ın 39. maddesinden bir bölüm: “Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel gerekse de ticari ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır.”

(Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan aktaran Erdoğan, Radikal, 17 Ekim 04, s. 4)