DERVİŞİN FİKRİ NEYSE ZİKRİ ODUR

Kuban Paul Seauhmann
27.12.2003

Geçtiğimiz hafta içinde Çerkeslerin RTÜK’ten istekleri, kıyameti kopardı. Tamam dışımızdakilerin söylediklerini anladık da, içimizdekiler neden ayaklandı açıkçası onu anlayamadık.

Aslında bu, hiçte şaşırılacak bir durum değil. Hep diyoruz ya; gelişmemiş  ülkede yaşamanın bedeli bu.

Bizi en çok şaşırtan sayın Emin Çölaşan’ın yazısı oldu. Çerkesleri iyi tanıdığını ve düşüncelerinin ne olduğu çok iyi bildiğim bir gazeteci. Neden böyle bir çıkış yaptı açıkçası anlamış değilim.

Sayın Çölaşan’ın çok yakın arkadaşlarından biri ağabeyimizdir.  Yıllardır birlikte mücadele vermişlerdir. Ne yazık ki, tarihin tekerrür etmesinden bıktık usandık artık. Biz Türkiye için ne yaparsak yapalım en insani istek karşısında bile anında damga yemeye devam edeceğiz. Daha dün gibi anımsarım: Thamadeler derneğin adını Kuzey Kafkasya Kültür ve Dayanışma Derneği koymuşlardı. Resmi makamlardan anında tepki geldi . “Kuzey’i kaldırın Türk koyun.” Sonra derneğin adı Türk Kafkas Kültür ve Dayanışma Derneği oldu.

Bırakın Türkiye’yi dünyanın hiçbir ülkesinde bir tek Çerkes gösteremezsiniz, yaşadığı ülkeye kötülük yapan. Türkiye’de hangi Çerkes kurum ya da kişi toprak istemiştir ya da Türkiye’nin sahibi olduğu iddiasında bulunmuştur. Yani pes!

İstenilene bakınız: Günde 45 dakika Çerkesce yayın. Üstelik televizyonda Türkçe alt yazılı, radyoda programın aynısının Türkçe tekrarı. Bütün kıyamet bundan kopuyor.

Elbette, ne ektiysek onu biçiyoruz. Yıllarca Çerkestürk milliyetçilerimiz yok muydu? Kuzey Kafkasya Türk vatanıdır deyip köylerimizdeki ağabeylerimiz bozkurt bayraklarını köy meydanlarına asmıyorlar mıydı? Çerkeslerin Türk olduklarını söylemiyorlar mıydı? İşin komiği propaganda yaparlarken de, bir tek Türkçe kelime kullanmıyorlardı. Abzeghce nasıl bir Türkçe ise?

Türkiye’de yaşayan Çerkes nüfusunun dışında bir araştırma yapsanız yüzde 95’i; Çerkeslerin, Türklerin bir kolu olduğunu sanır.

Buradaki sorun, kesinlikle bizde. Kimseye bir şey demeye hakkımız yok. Eğer teslim olduysanız, kurallarına uyacaksınız. Bu kadar basit.

Emin Çölaşan gibi Çerkesleri çok iyi bilen bir insan bile bile “sığıntı” muamelesi yapabiliyorsa, o zaman şapkayı önümüze koymalıyız.

Şunu kabul etmeliyiz ki, sürgünden gelen o elit Çerkes toplumu günümüzde sıradan; hatta normalin altında bir konuma düştü. Eğitim desen yok, gelişme desen yok, birlik desen hiç yok. Elimizdeki tek ve en güçlü değerimiz olan geleneklerimizin aramızdaki işbirlikçilerle zaten canına ot tıkadılar.

Olayları tarihsel süreç içinde değerlendirirseniz, aslında çok şaşırmazsınız. Yakın tarihimizden bile örnekler vardır. “Çerkes’ten kız alınır. Kız verilmez” Bu anlayışın biraz altını eştiğinizde karşınıza anlı şanlı Osmanlı paşaları, sadrazamları ve onların eteklerinin dibindeki sözüm ona ‘soylu’larımız çıkar.

1864’den bu yana ayaklarının üzerinde durmuş ve kültürünü korumak için uğraşmış insanlar nasıl bir topluma gelmişlerdi? Yönetim biçimi, devlet ahlakı nasıldı? (Bunlar için Araştırma bölümümüzde bir yazı var okumanızı öneriyoruz: Osmanlı’da Ölüm Çoktur)

Bu yazıda çok net tarihi bilgiler var. Gerçi bu anlatılanları artık sağır sultan bile biliyor. Çetin Altan’da bu konuda bir kitap yazmıştı. Bugün; kendi dilinde yayın yapmak isteyen bir halkın talebine “ayrılıkçı” damgası vurmanın nedenini buradan görebilirsiniz.

Kısaca yazıdan birkaç örnek verelim. “I.Murat, babadan oğula geçen saltanat geleneğini bozarak, padişah olması gereken ağabeyi Halil’i öldürüp tahta geçti. Tahta geçtikten sonra diğer kardeşi İbrahim’i de öldürttü. Daha sonra öldürecek kardeş ya da akraba bulamayınca, öz oğlu Savcı Bey’i öldürüp cesedini şehrin merkezine astı.”

Buyurun…

Yazıda bunun gibi onlarca olay var. Yani, bir yönetim düşünün devletin devamlılığı için kendi öz çocuğunu öldürebiliyor. Bu anlayıştaki bir yönetim, sürgün edilmiş, kendiyle karşılaştırılamayacak üstünlükte bir toplumun insanlarına ne yapacak? Ne yapacak kızlarını alıp kızlarını vermeyecek. En basit anlatımla bu.

Devletin devamlılığı bu denli ilkel bir yöntemle sürdürülebilir mi?

Elbette kız alıp verme değil sorun. İşin acı yanı; anlayış.

Bugün; 2004 yılına birkaç gün kala Türkiye’nin en etkili gazetesinin en etkili yazarlarından biri olan sayın Çölaşan’la, I.Murat arasında ne fark var? Devletin devamlılığı prensibi anlayışında aynı tavrı sergilemiyorlar mı?

Gerek Türkiye gerek diğer ülkelerden Çerkeslerin siyasal olarak istedikleri hiçbir şey yoktur. Türk devletinin bunu şimdiye kadar çoktan görmesi gerekirdi. Şu anda talep edilen istekler de ‘ayrımcılık’la ilgili değil. Sayın Çölaşan Almanya’ya hiç mi gitmiyor ya da Fransa’ya? Camilerden tutun kendi dilinde eğitim veren okullarına kadar her türlü olanak bu ülkelerce veriliyor.

Ki, Türkler orada işçi olarak bulunuyorlar, istedikleri an büyük kazanımlarla ülkelerine dönebilirler. Ancak Türkiye’deki Çerkeslerin durumu böyle değil.  Birincisi Çerkesler Türk vatandaşı. İkincisi ülkelerine dönme olanakları her yönüyle sıkıştırılmış. Yani bu insanlarımıza ‘ayrılıkçı’ damgasını vurmak ne denli adilce?

Zor…

Gelişmemiş ülkede yaşamak zor. Burada yaşadığımız için size Kanada örneği verelim. Bu ülkede onlarca farklı kültür ve din üyesi insan yaşıyor. Kendilerine ait okullar, sosyal kurumlar, yayınlar; anlayacağınız ne isterseniz var. Yeter ki siz isteyin.

Çerkesce ad mı koymak istiyorsunuz çocuğunuza? Buyurun takın. Soyadınızı da sülale adınız mı olsun istiyorsunuz? Sorun yok, buyurun.. Televizyon yayını yapmak istiyorum. Buyurun

Kendi dilimde eğitim veren okul açmak istiyorum. Buyurun

Yukarda sözünü ettiğimiz olanaklara Kanada’da yaşayan tüm kültürler sahip. Buna karşın bir tek ayrılıkçı damgası yiyen kültür yok. Herkes birbirine saygılı ve ülkesinin bayrağına sahip çıkarak yaşıyor.

Türk bayrağı bizi rahatsız eder mi? Neden etsin?

Türk bayrağı bizi rahatsız eder mi? Evet eder, neden eder? Çünkü bu ülke için hiçbir ayrılıkçı düşüncesi olmayan, askerliğini yapan, vergisini ödeyen, savaşta ön cephelerde çarpışan insanların kültürlerini korumak adına isteklerini ‘ayrılıkçı’ olarak gösterirseniz, rahatsız eder.

Keşke Türkiye’deki bütün Çerkesler Kanada’da olsalar demekten kendimizi alamıyoruz.

Cumhuriyet döneminde Osmanlı kafası değişmedi, değişmeyecek. İktidar ve devletin devamlılığı için her şey mubah mantığının karşısında nasıl duracaksınız?

Sonuç olarak, 1864’de sürgün yiyen atalarımız, nasıl bir yere geldiklerini hiç bilmiyorlardı. Onları ve sonraki kuşağı neler beklediğini bilselerdi emin olunuz ölümü tercih edip topraklarında kalmayı yeğlerlerdi.

Son Söz
Çerkes, doğruya eğri, eğriye doğru demeyendir. (Kuban)