DİASPORADA SON DÖNEM ULUSAL VE KÜLTÜREL KİMLİĞİN KORUNMASI ÇABALARI

Ahmet Özel
ahmetozel@yahoo.com

Diasporada yaşayan Çerkeslerin kendi kültürlerini sürdürebilmeleri, kendilerini ifade edebilmeleri ne kadar olanaklı? Zorlukları saymaya başlayalım; Anavatanından uzaktasın, yaşanan bir çok acı ve savaşların sonunda yeni bir coğrafyadasın, ayrı bir dil konuşuyorsun ve ayrıca kendi dilin de parçalı.

Birimiz Konya’da, birimiz Düzce’de, birimiz Biga’dayız. Neredeyse yüzyıl köylerde kapalı, izole yaşam, kendi bildiklerine yeni bilgiler ekleyememişsin yıllarca. Aşık gibi insanlarımız çıkmış aramızdan, kültürümüzü korumaya soyunmuş ama bu kapalılığı aşmaya yetmemiş, sadece bir arada oluşa bir tutam katkı olmuş bu çabalar. Tek tanrılı din geçmişi çok uzaklara gitmeyen, binlerce yıl doğanın güçlerine inanan Çerkesler, bu kapalılıkta bazen sofulaşmışlar, bazen geleneği dindarlık sanarak yaşayıp gelmişler.

Son 40 yıl ise, diasporada dağılmış Çerkeslerin kendilerini yeniden keşfettikleri bir süreç. Şüphesiz burada yeni yaşamın büyük etkisi var; Köyden şehre giden insanlarımız bu süreçte Kafkas Kültür Dernekleri’nde yeni tip varolma ile karşılaşıyorlar. Köylerdeki zorunlu bir arada oluş, yerini gönüllü bir oluşuma bırakıyor. Bir yandan şehir yaşamı, konserve edilmiş kültür parçalarını erozyona uğratırken, dili ve geleneğin bir çok yanını aşındırırken, entelektüel anlamda “öteki” kültüre kendi varlığını ve sorununu sunma, anlatma çabasına girişiyor. Çok kısıtlı bir yayın dönemi yaşayan 1970 öncesi Çerkes diasporasının bilinci ayakta tutma olarak adlandırılabilecek yazını, 1970’lerden sonra Türkiye’nin politik ortamından da beslenerek yeni bir atağa geçiyor; Kamçı, Yamçı gibi dergilerin yanında özellikle tarih bilincini besleyen kitaplar yayınlanıyor. 1970 dönemi gençliğinin yeni dönemdeki bilinçlenme çabalarına olan katkısı son derece önemli.

Bir ulusal önerme olarak “Dönüş” tezi gündeme getiriliyor. Henüz o yıllarda kapalı devlet yapısını koruyan ve Türkiye’nin genel siyasi tavrının tamamen karşısında olan Sovyetler Birliği ve onun özerk cumhuriyetleri olan Kafkasya bölgeleriyle ilişkiler kurulmaya başlıyor. Bu dönemin heyecanlarını aktarmayı üstlenen Fahri Huvaj, Necdet Hatam, Özdemir Özbay, Nihat Bidanuk gibi aydınlarımızın zor dönemdeki çabalarını anlamalı, günümüzdeki ulusal bilinç arayışındaki önemli rollerini unutmamalıyız.

Mümtaz Demiröz, Cevdet Hapi, Sefer Berzeg, İzzet Aydemir, Orhan Alparslan, Yaşar Bağ, Rahmi Tuna gibi aydınlarımızın ulusal yazındaki aydınlatıcı metinleri, günümüze ulaşan önemli belge metinlerdir. Bu konuda adlarını sayamadığımız bir çok insanımız, yeni aydınlama döneminde kültürel ortamımıza katkı ürettiler; paneller, konferanslar, ana dilde koro çalışmaları bu dönemin önemli çalışmalarındandır.

Kiril alfabesi kursu ile bir çok kişi Kafkasya’dan gelen kitapları heyecanla ana dilde okumaya ve bunları çevresiyle paylaşmaya başladı. Doğaldır ki bu bilinçlenme bir üniversite gençliği ekseninde sürmüş ve yaşamlarını kazanmak için köyden gelen gençlerinde katılımıyla bu kültürel bilinçlenme, yeni şehirleşen bir kısım Çerkesler arasında yayılım gösterebilmiştir.

Gerçekte bu gelişme şehir ve köylerde yaşayan Çerkeslerde farklı etkiler yarattı. Ulusal bilinci savunan şehirli insanımız giderek dilini konuşmamaya başlıyordu. Köydeki zorunlu sosyal ilişkiler ortadan kalkmıştı. Derneklerde bir araya gelen Çerkesler aynı dili konuşmuyorlardı. Bazıları, Abzegh, bazıları Çeçen, bazıları Asetin, bazıları da Abaza kökenli Kafkasyalılardı. Yani kendi dilini biliyor olsa bile bu dili dernekte bir anlaşma dili olarak konuşması mümkün değildi. Derneklerimizde Çerkes ulusal ve kültürel sorunları zorunlu olarak Türkçe ifade ediliyordu. Bu yaşanan kültürel aşınmanın en çarpıcı görünümüydü.

Bugün çoğumuz şehirli Çerkes olduk. Köylerimizdeki insanlarımız da artık kapalı yaşam içinde değil. İletişim ve onun sonucu yeni oluşum onları da yeni yaşamın parçası haline getirdi. Belki bazı köylerde dil konuşulabiliyor ancak artık kültürel erozyondan kaçış mümkün değil.

Bilinç, kurumlarını üretmediği ve onları yaşama katmadığı süreçte giderek zayıflar ve kaybolur. Umarım bu noktada değiliz, ancak bireysel umutların çocuklarımıza ulaşması mümkün olmayabilir. Yüzümüzün Kafkasya’ya dönük olması yeni umutların canlı tutulması açısından çok önemli.

Kültürümüzün tümüyle yaşatılması açısından umutlarımızı canlı tutmalı ve onu Kafkasya’ya dönük yüzümüzle beslemeli ve ulusal var olma bilincini kurumlarını yaratarak gerçek yaşamamıza katmalıyız.