ENTEGRASYON

BABUG Ergun Yıldız
14.01.2006

Bazı cümleler ve söz kalıpları bazı olaylara cuk oturur, detaylandırmaya uzun uzun anlatmaya gerek yoktur.

Söz yerinde öyle güçlüdür ki, kısacık ifade koca bir kitapta verilen mesajın tümünü anlatır tek başına. Sanki o söz bahse konu mevzuu için türetilmiş, durumu açıklamak için özel olarak  düşünülmüştür.

‘Deforme olmak’ ifadesi de böyle özel bir  anlam taşıyor benim için.

Ben, tarifinde kendimizi bulduğum bundan daha öz başkaca bir ifade duymadım.

Fransızca deformasyon sözcüğünden Türkçe’ye girmiş olan bu kelime, sözlüklerde ‘biçimi, kalıbı bozulmak’ anlamına geliyor ve daha ziyade teknik manada bozulmuşluğu tanımlamak için kullanılıyor.

Deforme olan şey artık kendisi değildir, yani olması gereken ideal durumunu muhafaza etmiyordur.

Bu büsbütün bir yok oluş da değildir; mevcudiyet devam etmekte, olması gereken duruma has özellikler de taşınmakta, fakat hiç bir şekilde ideal olanı yansıtmamaktadır.

Öte yandan olumlu manada bir değişim, diğer türlü söylersek, ‘gelişme’ olarak da tanımlayamayız deformasyonu.

Aslında bu söz teknik tanımlama kategorisinden çıkartılarak sosyal anlamda durum tespiti yapan ifadeler  arasında kabul edilmelidir bence.

Çünkü biz Çerkeslerin Türkiye’deki durumunu açıklamak için, tükenişimizi en kısa şekilde anlatmak için getirilebilecek bundan daha güzel bir tarif yoktur.

Deforme olmuş Çerkes.

Sosyolojik manada biçimi, kalıbı bozulmuş kişi…

Kelimeyi bu şekli ile aldığımızda yapılan tarif bizim açımızdan  çok acıklı bir durumu işaret ediyor, fakat öte yandan ifade ettiği anlam itibariyle de hepimizi bir şekilde içine alıyor.

Çünkü hepimiz bir biçimde Çerkeslikten yana özürlüyüz.

Hepimiz bir biçimde eksik ve yaralıyız.

Kimimiz ana dilimizi bilmiyoruz, kimimiz kültürümüzle bağlarımızı kopartmışız, kimimiz vatan duygumuzu yitirmişiz, kimimiz ulus olmak anlamında ait olmamız gereken bütünün bir parçası gibi hissetmiyoruz kendimizi.

Fakat hepimiz Çerkes’iz!

Tam da bu noktada toplum mühendisliği devreye giriyor.

Birileri artık göze batmaya başlayan bu tuhaflığı örtbas etmek için, bu zavallılığımızı kabul edilebilir göstermek için duruma uygun yeni bir tanımlama  giydirmeye çalışıyorlar bize.

Entegrasyon.

Nedir entegrasyon? Kendi rızası ile ayak uydurmak, birleşmek, bütünleşmek.

Eskiden asimilasyon diyorduk.

En azından kültürümüzü varlığımızı koruma anlamında, direnme hakkımıza meşruiyet kazandırması açısından bir tutar tarafı vardı bu tanımlamanın.

Şimdilerde yok oluşumuz hızlandıkça ve bizi asimile edene uyum kabiliyetimiz arttıkça, durumun vahametini gizlemek için daha süslü cümlelerle ifade etme zarureti doğuyor.

Entegrasyon.

Şimdi bu ağzı dolduran sözcüğü kullanıp bu forslu tarifin gölgesine sığındığımızda yok olmuşluğumuz değişiyor mu?

Tabii ki hayır, fakat bu tanımlama çelişkiyi yumuşatıyor, işlenen suçu paylaştırıyor.

Yani bizler , bu tanımı kabul ederek bizi yok edeni-asimile edeni aklamış oluyoruz.

Yok oluşumuzun gönüllü bir katılım olduğunu ve kendi rızamız ile gerçekleştiğini kabul ediyor,suçun yarısını da üstleniyoruz.

Adı ister asimilasyon olsun, isterseniz entegrasyon; her iki tarif de kültürel manada bozulmuşluğu biçim değiştirmişliği ifade ediyor, dolayısıyla da ‘deformasyon’ tanımlamasının dışında kalamıyor.

Bu manada seçeneklerin bir anlamı oluyor artık.

İster Çerkes’im deyin, isterseniz  ben Türk oldum deyin her iki durumda da deforme olmuşluğunuz değişmiyor. Çünkü ne tam olarak Çerkes ne de tam olarak Türksünüz.

Entegrasyon tanımlamasını kabullenmek; bu tuhaf durumu yaratanlarla işbirliği yapmaktır, işlenen cürümün tanımını değiştirerek tarafları yanıltmak, asimilasyon suçunun delillerini ortadan kaldırmaktır.

Tümünü  kısa bir mesaj halinde özetlersek:

Yok oluşumuzun asimilasyon değil entegrasyon olduğunu kabul etmek; Türkleşmenin kendi rızamız ile gerçekleştiğini, kimsenin bizi asimile etmek için özel bir çaba sarf etmediğini söylemek ve bu durumu kabul edilebilir göstermektir.

Entegrasyon: Batan gemisinin güvertesinde pis pis sırıtan  kaptan gibi.

Gülümseyerek yok olmaktır.