KAFFED BAŞKANI MI FERAH ALİ PAŞA MI?

Dr. MEŞFEŞ’Ü Necdet Hatam

Çok bilinen bir atasözümüz var. “Гуыр мыплъэмэ нэр плъэрэп – Guır mıplheme ner plherep – Yürek bakmayınca göz görmez” Türkçede de aynı anlamda kullanılan “Gönül gözü” var. Olguları doğru değerlendirebilmesi, nesnel değerlendirebilmesi için kişinin ihtiyacı olan şey gönül gözüdür. Ya da kişinin gözünün görebilmesi için olgulara önce yürek gözü ile bakması gerekir.

İşte size, atalarımızın vatanımızdan uzak düşürülmesindeki Osmanlı etkisini hemen hemen yok sayan KAFFED yönetiminin, yürek gözünün olmadığının kanıtı bir alıntı.

Kapağını gördüğünüz kitap bir “Kafkas Vakfı” yayını. 1779 yılında Çerkesleri Osmanlı’nın yanına çekmek üzere geniş yetkilerle Anapa’ya gönderilen Osmanlı Paşası Ferah Ali Paşa’nın katibi Kesbi lakaplı Haşim Mehmet Efendi’nin anıları. Osmanlı’nın Çerkesya’ya ilgisinin ana nedenini de Paşa’nın Sadaret’e ilettiği yazılardan birinde yer alan şu cümlede açıkça görülmektedir: “Bu bölgenin insanı cesur ve dürüst insanlardır. Bölgede tahkimat yapılırsa Kırım gibi bir ülke olur, düşmana karşı güçlü bir set çeker.”  

Anıları yayına hazırlayan Sayın Mustafa Özsaray da önsözde Osmanlı’nın bu amacını gönül gözü olanların görmezden gelemeyeceği kadar çok anlaşılır bir açıklıkla özetlemiştir.

“(…)

Eser Osmanlı Devleti’nin İstanbul’u ele geçirmek ve sıcak denizlere inmek amacıyla sürekli ilerleyen ve son olarak Kırım’ı ele geçirerek kendi varlığını tehdit etmeye başlayan Rusları Çerkesya’da durdurma girişimlerini konu edinmektedir.

Demek ki neymiş, Osmanlı’nın asıl amacı kendi varlığını tehdit etmeye başlayan Rusları Çerkesya’da durdurmakmış.

Kuşkusuz Osmanlı Devleti’nin Anapa merkezli Çerkesya toprakları üzerindeki nüfuz mücadelesi sanıldığı gibi bu kitabın ana eksenini teşkil eden Ferah Ali Paşa’nın faaliyetleri ile başlamamıştır. Ondan daha önceki dönemlere ait askeri, siyasi ve diplomatik ilişkilerin var olduğu Osmanlı Arşivi kayıtlarından anlaşılmaktadır. Fatih Sultan Mehmet dönemine kadar uzanan bu ilişkilere bakıldığında Osmanlı ile Çerkesya halkları arasında zaman zaman çatışmalar olsa da dostane bağların oldukça kuvvetli olduğu görülmektedir. Osmanlı – Çerkes ilişkileri Kırım Hanlığı üzerinden yürümekle birlikte doğrudan Çerkes beyleriyle temas kurma yöntemine de başvurulmuştur. Bu ilişkilerin temelinde ortak tehdit algısı yatmaktadır. Bu tehdit yukarıda da belirttiğimiz gibi güneye doğru sürekli ilerleyen Rusya’dır.

Ferah Ali Paşa öncesi dönemde Osmanlı-Kafkas ilişkilerinin temelinde ileri gelen Kafkas ümera ve ulemasına bir takım hediyeler verme ve maaş bağlama tedbirleri uygulanmıştır. Bunun amacı Kafkas kabilelerinin gönüllerini alarak kendi yanına çekmektir. Benzer yöntemlere Rusların başvurduğu da bilinmektedir.

Kırım’ın Rusya’nın eline geçmesiyle telaşa kapılan Osmanlı Devleti, Çerkes ileri gelenlerinin gönüllerini alarak kendi yanına çekme şeklindeki politikasına ilaveten Ferah Ali Paşa ile bölgeye hatırı sayılır miktarda askeri güç yerleştirmeye başlamıştır. Bu harekâtın ana unsuru Anapa’da bir üs oluşturmaktır. Üssün kurulmasıyla birlikte Osmanlı, Çerkes halklarını Rusya’ya karşı askeri ve mülki yönden kendine bağlı olarak örgütlemeye çalışmıştır. Bu politikanın amacı yeni topraklar kazanmaya yönelik bir fetihten ziyade Anadolu’yu koruma endişesidir. Çünkü Osmanlı bu dönemde savunma ağırlıklı politikalar izlemeye mecbur kalmıştır. Devletin stratejisi Anadolu önünde bir Çerkes seddi oluşturmaktır. Yazar kitabın mukaddimesinde bunun bir zorunluluk olduğunu şöyle ifade etmektedir: “Ruslar Kırım’ı işgal ettikten sonra sahillerinde bulunan otuz altı kapılı limanı, Özi Kalesini?, Kılburun’ ve Pirezen*’ adalarını, Hocabey Limanı’nıs, zahire anbarlarını ve kaleyi ele geçirdiler. Artık Osmanlı Donanmasına ait gemilerin gerektiği anda giriş çıkış yapabilecekleri Karadeniz’de Bender-i Kilis ve Sinop limanlarından başka Anadolu yakasında liman kalmadı. Bu durumda kara tarafından Anadolu’ya set olacak ve hilekâr kâfir ordularının önünü kesecek güçlü bir engel oluşturmaya çalışmak önemli hale geldi, hatta kaçınılmaz bir zorunluluk oldu.” Bu açıdan bakıldığında Çerkesya, Osmanlı Devleti için gerçekten kitabın başında da belirtildiği gibi “yeni dünya” hükmündedir. Osmanlı kendi güvenliği açısından bu “yeni dünya” ya açılmak ve düşük seviyede var olan ilişkileri pekiştirmek zorundadır.

Bir kez daha vurgulandığı gibi  Osmanlı’nın bu yeni dünya ile ilişkileri pekiştirmek istemesi Çerkeslerin Bağımsızlığı değil kendi güvenliğidir..

Fakat bu eserde de belirtildiği üzere Ferah Ali Paşa haricindeki paşaların beceriksizlikleri, askerlerin isteksizlikleri ve Osmanlı merkezi idarecilerinin olayın ciddiyetinden uzak basiretsiz yaklaşımları “Çerkes Seddi” politikasının iflasına neden olmuş ve Rusların bölgeyi işgalini hızlandırmıştır.

Evet neymiş Osmanlı’nın başarısızlığa uğrayan “Çerkes Seddi” politikası Rusların bölgeyi işgalini hızlandırmaktan başka bir işe yararmamış.

Kırım ve Çerkesya’nın düşmesinin ardından tüm Kafkasya’yı ele geçiren Rus orduları Karadeniz, Rumeli ve Doğu Anadolu’dan Osmanlı topraklarına hücum etmeye başlamıştır. Bu açıdan bakıldığında ‘Osmanlı’nın yıkılışındaki en büyük amillerden biri de Kırım ve Çerkesya’nın stratejik öneminin Ruslar kadar kavranamaması ve bu bölgelerin onlara karşı yeterince korunamamış olmasıdır! denilebilir.

Kitap 1798 yılına kadar olan olaylardan bahsetmektedir. Osmanlı 1828 yılına kadar Anapa’da kalmışsa da Rusların ilerleyişini durduramamıştır. Nihayet bu tarihte Anapa’nın düşmesiyle birlikte bölgeden tamamen çekilmiş ve aslında kendine ait olmayan Çerkesya’yı 14 Eylül 1829 da imzalanan Edirne Antlaşması’yla Ruslara terk ettiğini kabul etmiştir. Çerkesler tarihin her devrinde bağımsız olduklarını ileri sürerek bu antlaşmayı tanımadıklarını tüm dünyaya duyurup 1864 yılına kadar Ruslara karşı savaşı sürdürmüşlerdir.

Demek ki neymiş, Osmanlı, Edirne antlaşması ile “kendisine ait olmayan Çerkesya’yı Çarlık Rusyasına terk etmiş.

Ve bilindiği gibi de Çarlık Rusyası bu antlaşmayı hukui bir zemin saymıştır.

Ben de bu konudaki görüşlerimi, “Yalnızlığın yanlışlığı” adlı yazısında, http://kafkasfederasyonu.org/dokuman/kose_yazi_e_taymaz.htm verdiğim yanıtta

“Çerkesler, (…) Son olarak Çarlık Rusya’sının yayılmacılığına karşı yüz yıldan fazla direnmiş, fakat sistemli ve sürekli bir şekilde uygulanan kolonyalist politikalara yenik düşüp yurtlarından kitlesel olarak sürgün edilmişlerdir…” diyerek Osmanlı’nın etkisiini görmezden gelen, yani yürek gözü ile bakmayan Sayın Erol Taymaz’a, “yanlışlığın yalnızlığı” başlığı ile 2010 yılında verdiğim yanıtta şöyle dile getimiştim:

http://www.circassiancenter.com/cc-turkiye/yorum/nh/207_yanlisligin.htm

“Çerkes (Adige Abaza ve Wubıh) sürgününde asıl etken elbetteki Çarlık Rusya’sının kolonyalist politikasıdır. Ancak Osmanlı İmparatorluğu ve diğer büyük bölge güçlerinin etkisi gözden uzak tutulduğu için eksiktir.

Bizce olayın özeti birkaç cümle ile şudur:

-“En güçlü olmak, koşullar elvermiyorsa, bir diğerinin en güçlü olmasını engellemek” dünya dünya olalı beri, büyük devletlerin evrensel, temel ilkesidir.

-Günümüz dünya güçleri nasıl ki dünyanın çeşitli bölgelerinde, kendi çıkarları için bölge halklarını hiç önemsemeden savaşıyor, halkları da savaştırıyorlarsa, döneminde Kafkasya’da asıl savaşanlar da, yok olmamız pahasına bizleri savaştıranlar da dönemin dünya güçleri idi.

-Birçok tarihçinin belirttiği gibi bu devletler. Kafkas halklarını hiçbir zaman özne olarak kabul etmemiş hep nesne olarak görmüşlerdir.

-Halklarımızın kaderini çizen büyük güçler arasındaki antlaşmaların hiçbirinde Kafkas halklarından birinden birinin imzasının olmayışı savımızın en kesin kanıtıdır.

– Savaşın asıl nedeni, Çarlık Rusya’sının genişleme, en büyük olma temel kuralı gereğince sıcak denizlere inme, Hindistan ticaret yollarını ele geçirme ve sayılabilecek daha bir çok nedenle Kafkasya’yı, özellikle de Kuzey-Batı Kafkasya’yı ele geçirmek istemesidir.

– Osmanlı, İran, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın asıl amacı Çarlık Rusya’sının genişlemesini, büyümesini önlemektir. Başlarda Kafkas halklarının Rusya’yı durdurabileceği sanılmış, yardım edilir gibi yapılmış ancak Rusya’yı Kafkasya’da durdurmanın mümkün olmadığı görüldüğünde de savunma hattı Osmanlı topraklarına çekilmiştir. Böylece Osmanlı’nın güçlendirilmesi gündeme gelmiştir.

-Dolayısı ile savaşın son bulmasından çok önce, özellikle Kuzey-Batı Kafkasya halklarının Osmanlı topraklarına göçürmek planları ve antlaşmaları yapılmıştır.

Özetle Çerkes’siz bir Kuzey-Batı Kafkasya amaçlayan Çarlık Rusya’sı itmiş, bu coğrafyadaki insanların gücüne ihtiyacı olan Osmanlı Devleti çekmiş, gücü takviye edilmeyen Osmanlı Devleti’nin Rusya’nın daha da büyümesini engelleyemeyeceği tehlikesini gören Avrupa ülkeleri de sürgünü desteklemişlerdir.”

Ve eklemiştik: “Sürgünümüzde rol alan devletlerin varislerine yüksek sesle “çeşitli ülkelere dağıttığınız halklarımızı anavatanına dönüşünü sağlamalısınız” deme hakkını da verecek, Anavatana dönüşe katkılarını sağlayacak bu yaklaşımın ön plana çıkartılmamış olması ayrıca şaşırtıcıdır.”

Ancak, anavatana dönmeyi hiç düşünmedikleri halde, Yanikapı anma toplantısına katılanları, boğazlarını yırtarcasına “…döneceğiz” diye bağırtan ve pek de şeffaf olmayan KAFFED yönetiminin, Osmanlı etkisini görmezden gelmesi doğrusu beni hiç mi hiç şaşırtmadı. Çünkü artık açıklıkla görülebildiği gibi bu yönetimin asıl amacı “Dönüş” değil, RF tarafından dönüşün engellenmesi, daha geniş planda da Rusya karşıtı dünya güçleri ile uyumlu söylem ve eylemlerde bulunmaktır.

Ben yine de KAFFED yönetimini, olguları ‘’yürek gözü’’ ile görmeye ve değerlendirmeye çağırıyorum.