KEÇ-I HASAN, ŞAMLI HOCA ve GRAMOFON

KEÇ-I Süleyman Yavuz

Keç-ı Hasan diasporada dünyaya gelen ilk jenerasyondandır. Tam gençlik
yıllarına rastlar, Sarıkamış savaşı. Doksan bin askerin tek mermi sıkmadan donduğu Cehennem’den sıyrılır bir biçimde.

Eskilerimizin anlatısına göre;

Her nasıl olduysa Sarıkamış Cehennem’i sırasında, düşer bir Rus birliğinin
eline. Birliğin komutanı tesadüfen bir Adige’dir anavatan coğrafyasında
kalanlardan. Tanışırlar ve asla esir muamelesi görmez; nasıl, ne biçimde (!)
kaldığı bilinmez iki yıl süreyle oralarda kaldığı zikredilir…

Devamında döner Düzce Keçhable’ye; peşi sıra Anadolu’nun işgali ve kurulan Gediz, Simav, Kütahya cepheleri ve Kuvva-i Seyyare birliklerine katıldığı bilinir. Bu direnç esnasında da Yunan’a esir düşer ve Kurtuluş Savaşı bitimine kadar Yunanistan’da esir kalır, bu kısmını anlatırdı köyümüzden büyüklerimiz. Hatta orada evlendiği bir kız bir erkek çocuğu olduğu rivayetleri vardır, aslı bilinmemekle.

Nasıl bir esaretse!

Asla unutamaz döndükten sonrada Yunanistan’ı, her fırsatta söz eder
oralardan, hatta çok kızdığında ”Biz Yunan’da sazlarnan, cazlarnan” diye
başlarmış oradaki yaşamı anlatmaya.

1923-24 yıllarında Düzce’ye dönmek üzere çıkar Yunan’dan yola. Para yok, pul yok, bunca yol yayan nasıl gelinir. Tahminen bir bahar başında çıkmış olmalı ki yola;

Anadolu ve Trakya yörelerinde çok önemsendiğinden güreşler, kendini güreşçi olarak lanse eder her gittiği belde ve bölgede. Güreşe güreşe döndüğü söylenir Düzce Keçhable’ye ve pehlivan Hasan’dır artık lakabı, kimilerinin de Hasan ustası, bellerine keser takan, ekmek kapısı açan ustaları.

Hasan usta eski ahşap evleri hiç bozmadan havaya kaldırır, temel bakımını
yapar yine zarar vermeden oturturmuş temelin üstüne. Hatta bazı evleri
metrelerce taşıdığı olurmuş, yer beğenmeyen mülk sahiplerinin isteği üzerine.

Söz konusu yıllarda banyolar evlerde bir dolap içinden olurdu, tuvalet ise
bahçede, eve uzak yapılırdı.Yunanistan’da görmüş olmalı ki (!) bugün bildiğimiz anlamda banyo ve tuvaleti iki katlı sekiz odalı evimize 1925 yılında her iki kata da ilave etmiş, böylece bu kültür Keç-ılerden Düzce’ye yayılmış.

Yer sofrasını kaldırmış, bildiğimiz anlamda masada yemek yeme kültürünü
sokmuş hanemize ve çevremize. Herkese ait bir kap ve kaşık çatalla. Bu
olanları ve Hasan ustayı anlamak, biraz fazla gelse gerek yöreye!

Devamında olayların;

Yirmi iki dönüm yer satar İstanbul’a gider, bir adet gramofon, taş plaklar, kap kacak, Fransız malı kocaman kocaman gaz lambaları alır döner Düzce’ye.

Keçhable mescidi ile ev karşılıklıdır, aradaki mesafe otuz metre civarı ya
vardır ya yoktur. Köy imamı İdris efendi ne zaman çıksa minareye ezan
okumaya, Hasan usta kurar gramofonu bahçeye armut ağacının altına, ezanla başlar gramofon şarkıya, ezan sustuğunda oda bırakır çalmayı.

Beş vakit, günlerce aylarca devam eder bu durum.

Kimin haddi; ”hayırdır Hasan nedir bu yaptığın” demek?

Gider şikayet ederler şimdinin müftüsü sayılabilecek, Şamlı hocaya. Şamlının da haddi değildir, ha deyince soruversin Hasan ustaya nedeni, niçini.

Aradan ne kadar zaman geçer bilinmez, bir Kurban Bayramı önü, kurban pazarından yorgun argın çıkan Hasan usta, eskilerin soluklandığı merkez camii yanındaki asmalı kahvede bir çay molası alır, Şamlı da oradadır tesadüf.

Selam verir oturur, Şamlı hoca Hasan ustanın masasına.

– Hoş geldin Şamlı, bu iyi bir tesadüf, senden öğreneceğim bir konu var.

– Buyur hasan usta.

– Önümüz Kurban Bayramı, şimdi kurban pazarından geliyorum, kurbanlıklar çok pahalı. Bu aralar iş yapamadık, kesmeden de olmaz. Ancak pazarda biraz hablin kiblin (sakat sukat gibi) kurbanlıklar ucuz, onlardan alsam kurban yapsam olmaz mı?

(Hablin kiblin hayvanlardan kurban caiz olmadığından.)

Şamlı; caiz değil, der.

Hasan usta oturduğu poteki hafif yan çevirir, sorar Şamlı hocaya.

– İdris efendiden hoca olur mu? Caiz midir?

Şamlı vurgunu yer.

Sessiz sedasız kalkar masadan sıvışır. Bu gramofon çalma işi de o günden sonra tekrarlanmaz Hasan usta tarafından.

Köyün imamı İdris efendi topaldır. (Özürlünün arkasında saf tutmak asla caiz değildir). Bunu da ilk bilmesi gereken Şamlı olduğu halde, görememesinedir tepkisi Hasan ustanın…

Tüm eylemleri, zamanın müftüsü sayılabilecek Şamlı hocayadır aslında. Olan bize miras kalacak yere oldu ve anlamak zor olduğundan Keç-ı Hasan ustayı, pehlivanlığına bir de deli lakabı eklendi daha sonraları. Anlayamayanlarca Hasan ustayı.

Evde tuvalet, masada yemek, ezana şarkı…

Öyle ya, nasıl anlasın garipler?

Deli deyip, çıktılar işin içinden!

Bugünlerde bile kendimi büyüklere tanıtmakta zorlandığımda, Keç-ı Hasan
usta, Pehlivan Hasan desem de!

– Desene yahu, gramofoncunun torunuyum diye, espri yaparlar thamadeler.

Not: Dedemin gramofon ile bahçede çektirdiği resmi hala üzerimde taşırım.