KUZEY KAFKASYALILARIN OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA YERLEŞTİRİLMELERİ

Arsen Avagyan
Osmanlı  İmparatorluğu  ve Kemalist  Türkiye’nin Devlet-İktidar  Sisteminde  Çerkesler,
Sayfa:21-79  Belge  Yayınları,  İstanbul  2004

Türk hükümeti Kuzey Kafkasya göçmenlerini karşılamak üzere şu limanlan açmıştı: Trabzon, Samsun, Sinop, Akçakoca, Mudanya, Çanakkale, Gelibolu, Selanik, Köstence, Varna ve İstanbul. İstanbul limanı, sadece transit geçiş noktası olarak görev yapıyordu, çünkü 1865 yılında Türk hükümeti Çerkeslerin başkente girişini yasaklamıştı. Çerkes muhacirlerin buraya gelişlerinde, mutlaka, İstanbul’da ikamet edecekleri süreyi belirten bir özel izin belgesine sahip olmaları gerekiyordu.

Trabzon çevresinde büyük bir muhacir kampı oluşturulmuştu. Nisan 1864’te buraya 18 bin Çerkes taşıyan 34 tekne yanaştı. Zaten o sırada limanda 20 bin muhacir bulunuyordu. Bu durum üzerine Vali Emin Paşa, sadece 6 bin Çerkes’e kıyıya inme izni verince izdiham yaşanmış ve 100 kadar insan ezilerek ölmüştü. Buna rağmen, yeni gelen teknelerin çoğunda belirlenen sınırın iki misli yolcu vardı. Bu yüzden yolda yer darlığından havasız kalarak ya da ezilerek 134 kişi ölmüştü.1864 Mayıs ayında 27 bin kişi daha Trabzon’a geldi.

Sürgün  edilenlerin  yabancı  topraklarda  düştüğü  zor  duruma  değinen Vsemirnuy Puteşesntvennik  Gazetesi  1871  yılında  şunları  yazıyor.”Bir  yıl  içinde   göçmenlerin   üçte  ikisi  öldü.  Batum  yakınlarına  yerleşen  22.000  göçmenden   sadece 7.000  kişi  kaldı.Samsun  civarına  yerleşen  30.000  kişiden  1.800  kişi  kaldı.Binlerce  insan  ölüyor,  çocuklara  gelince  bu  zavallılar  mal  gibi  satılıyorlar.Gençler  hizmet  için  orduya  giriyor.”

Çarlığın   propogandacılarından Y.  Drozdov da  şöyle  yazıyor:”Yolda  gözümüzün  önünde  arz  eden  sarsıcı  manzara  şöyleydi:Oraya buraya  dağılmış ve  köpekler  tarafından  parçalanmış,  yarı  yenmiş  çocuk,  kadın  ve  yaşlı  cesetleri…Açlıktan  ve  hastalıktan  tükenmiş,  zayıflıktan  bacaklarını  zor  kaldıran,  bitkinlikten  düşen  ve  aç  köpeklere   canlı  canlı   yem  olan  göçmenler

Bu ölçülerde  ve  böyle  sefalete   insanlık  nadiren şahit  olmuştur.Ama  bu  savaşı  vahşiler  üzerinde  etkili  olmak   onları  ulaşılmaz  dağlık  kovuklarından   çıkarmak  ancak   dehşet  salmakla   mümkündü”.

Bu sırada ortaya çıkan tifo ve suçiçeği nedeniyle muhacirler arasında ölüm oranı çok yükselmişti. Trabzon’daki Rus konsolosu, 1864 yılında gönderdiği raporda, sürgünün başında Trabzon ve civarına 247 bin canın ulaştığını, ancak 19 bininin öldüğünü, günde ortalama 180–250 kişinin ölmekte olduğunu, şimdilerde ise 63 bin 290 kişinin kaldığını bildiriyordu. Trabzon’a ulaşabilenler kara yoluyla Samsun ya da Erzincan’a yönlendiriliyorlardı.

Aşağıda verilen sayılar göç eden dağlıların ölüm oranını yansıtan sayısız göstergeyi ispatlayan örneklerdir: 1864 yılında Trabzon’a gelen bir gemideki 600 yolcudan sadece 370 kişi canlıydı. Trabzon’dakinden sonra göçmenlerin toplandığı ikinci büyük kamp olan Samsun’da (10 bin kişilik) tifo salgını sırasında ölüm vakası günde 200 kişiye kadar yükselmişti. Alman gazetesi Allgemeine Zeitung’te şunlar yazılıyordu: “Ölümler, sadece Çerkesler arasında değil, yerli halk arasında da duyulmamış boyutlardaydı ve 50 000’e yakın ceset gömülmüştü.”1864 yılında Kıbrıs’a yanaşan gemide, “2 700 kişiden sadece l344’ü karaya inmişti, kalanı ise ya ölmüştü ya da geminin içinde ölmek üzereydi… Her gün, kırk elli yolcu ölüyordu; karaya çıkışların dördüncü gününde bile bu böyleydi.

Adolf  Berje  de  şunları  yazıyor: “… 1864 yılında Transkafkasya’dan, İstanbul üzerinden Yunanistan’a, oradan da İtalya’ya gittim. Batı Kafkasya’da savaş yeni sona ermişti ve Dağlıların Türkiye’ye göç ettiği en yoğun dönemdi. Anadolu kıyılarını izlerken onlara çoğunlukla açık denizde rastladım. Batum’da ve Trabzon’da acıklı durumlarına tanık oldum. Aynı yılın kasım ayında Avrupa’dan dönüş yolunda onları Rusçuk’ta ve Silistre’de öncekiyle karşılaştırılamayacak derecede kötü durumda buldum. Fakat Novorossiysk koyunda Dağlıların bende bıraktığı izlenimi hiçbir zaman unutmayacağım. Burada, kıyıda yaklaşık 17 bin kişi toplanmıştı. Yılın bu geç, havanın bozuk ve soğuk zamanında yaşamlarını sürdürecek temel ihtiyaç maddelerinden bile mahrum olmaları, yayılan tifo ve çiçek salgını durumlarını iyice umutsuz kılıyordu. Gerçekten şu manzarayla kimin yüreği parçalanmaz ki; açık havada, ıslak toprakta iki yavrusuyla paçavralar içinde yatan genç  bir Çerkes kadını… Yavrularından biri ölüm öncesi titremelerle yaşamla mücadele ediyor, diğeri de artık son nefesini vermiş annesinin katılaşmış göğsünde açlığını gidermeye çalışıyor. Böyle sahnelere sık rastlanıyordu. Bütün bunlar dini fanatizmin ve Dağlıların, Osmanlı ajanlarının parlak renklerle tasvir ettikleri, onları Türkiye’de bekleyen geleceğe sarsılmaz inançlarının kaçınılmaz sonuçlarıydı…”

Çerkesler, varış limanlarındaki kamplarda bir süre tutulduktan sonra yerleştirilmek üzere iç vilayetlere yönlendiriliyorlardı. Daha önce üzerinde durulduğu gibi, padişah hükümeti, yerleştirilecekleri yerlerin seçiminde stratejik düşüncelerle hareket ediyordu. Hıristiyanların yaşadığı vilayetlerde, Müslüman öğenin güçlendirilmesi ve çoğaltılması; savaşkan Çerkeslerin, egemenlik altındaki ulusların, öncelikle de Hıristiyan olanların, kurtuluş hareketlerinin bastırılmasında kullanılması ve merkezî iradenin güçsüz ve padişah hükmü ancak temsili kaldığı için doğuştan yerli Müslüman halkın sürekli ihtilaf içinde olduğu yerlere Çerkeslerin yerleştirilmesi amaçlanıyordu. Avrupa’daki topraklar (Balkanlar), Ermeni vilayetleri Mezopotamya ve Ortadoğu’nun bir kısmı böylesi bölgelerden sayılıyordu. Bununla birlikte, Çerkeslerin Anadolu’da iskânı sırasında Türk hükümetinin bir başka duruma daha hâkim olması gerekiyordu:

Muhacirleri sık bir hat içinde ve yoğun olarak yerleştirmemek.

Bu, Çerkeslerin kendi aralarında dayanışma sağlayarak bir dirence yol açabilirdi. Bu nedenle Çerkesler adeta serpiştirilerek yerleştirildi.

Kafkas dağlılarının Osmanlı İmparatorluğu’na göçürtülmesiyle birlikte, Türk hükümetinin karşısına, imparatorluğun ağır malî şartları içinde bir de muhacirlerin geçimlerini temin etme sorunu çıkmış oldu. Bu sorun, daha 1852 yılında İstanbul’a gelen 47 dağlının, Türk hükümetine kendilerine parasal yardım yapılması için müracaat ettikleri sırada Babıâli’nin görüşme gündeminde yer almıştı.28 Ekim 1852 yılında (14 Muharrem 1269) Babıâli’den çıkan kararda, özellikle, “Bize gelen Çerkes muhacirler parasal yardım dileğinde bulunmaktalar. Ancak, gelmekte olan başka muhacirler için örnek teşkil eden bu yöntem hazine için ağır bir külfet getirecektir. Böyle bir tasarruftan kaçınmak şarttır. Bu nedenle gelenlere devlet mülkü (miri arazi)den boş toprak tahsis ederek, evlerini inşa etmelerine ve menkul mallar edinmelerine, meselâ 4–5 yıllığına kendilerini her türlü vergiden muaf tutarak yardımcı olmalı. Böylece hem onların maddî ihtiyaçları karşılanacak hem de boş topraklar ihya edilecektir” denmekteydi. Babıâli’nin aldığı bu karar, Çerkes muhacirlerin iskânında temel alınan siyaset oldu. Babıâli’nin kararı uyarınca Çerkes muhacirler, on yıl süreyle askerî yükümlülük ve vergiden muaf sayıldılar; kendilerine ev ya da inşaatının bedeli, aile başına da iki öküz verildi. Ayrıca, göçmenlerin Hıristiyan köylerinde meskûn kişilerin evlerine yerleştirildikleri, yanlarına yerleştirildikleri ailelerin ise muhacirlerle meşgul olmaya, evlerini bedava inşa etmeye, ailelerinin bakımını ve taşınmalarını kendi ceplerinden sağlamaya zorlandıkları sık sık görülmekteydi.

Türk hükümeti, Çerkes iskânını düzenlemek üzere üç komisyon kurdu: Balkanlar, Küçük Asya ve Ortadoğu ülkeleri iskân komisyonları.

Kafkasyalı muhacirlerin Balkanlara yerleştirilmesi işiyle Çerkes kökenli Nusret Paşa’nın öncülüğündeki bir komisyon ilgileniyordu. Onun çabaları ve becerikli yönetimi sayesinde Çerkeslerin Balkanlara yerleştirilmesi çok kısa süre içinde ve önemli bir kayıp olmaksızın gerçekleştirildi. Çerkesler Trabzon’dan Bulgaristan’daki limanlara ulaşıyor (özellikle de Varna’ya), buradan da yerleşmeleri gereken yerlere gidiyorlardı. Varna’ya 1864 Aralık ayı başında 7 bin, Aralık sonunda da 7 bin 400 Çerkes daha geldi. Göçleri sırasında herhangi bir ölüm vakası tespit edilmedi.

Kuzey Kafkasya Müslümanları, Balkanlarda Dobruca bölgesinin kuzeyine ve merkezine, Tulca, Babadağ, Boğazköy (Çernavoda), Köstence şehirlerinin civarıyla Varna yakınlarına, Tuna, Rusçuk, Nikopolis, Vidin, Silistre, Kolarovgrad şehirleriyle, Sofya ve Niş çevresine yerleştirilmişlerdi. Çerkesler, Makedonya ve Trakya’daki Selanik, Larissa ve Serez’e yerleştirildiler. Bunların dışında, Çerkesler ayrıca Kosova ve Filibe ovalarına da yerleştirilmişlerdi.

Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki vilayetlerine yerleştirilen Kuzey Kafkasyalılar, Kemal Karpat’a göre, genel olarak 12 bin aile, İzzet Aydemir’e göre ise, 200 ile 400 bin kişilik 50 bin aileydi. Osmanlı’nın resmî istatistik kayıtlarında ise, Bulgaristan ve Sırbistan sınırına yerleştirilenlerin, 200 bin kişiden oluşan 70 bin aile olduğu belirtilmektedir.

Kafkas göçmenlerinin büyük bir bölümü Küçük Asya, Anadolu’nun batısı ve ortasına yerleştirilmişti. Mc Carthy’nin de teyit ettiği gibi, aslında Çerkesler Anadolu’nun her tarafına yerleştirilmişlerdi. Hâlbuki 1877–78 Rus-Türk Savaşı öncesinde Osmanlı makamları, Rus hükümeti ile yapılan anlaşma gereğince, Çerkesleri Rus sınırı yakınlarına ve Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelere iskân etmiyordu. Tek istisna, 1866–67 yıllarında Osetlerin (15 aile–350 kişi) Sarıkamış’a ve önemsiz sayıda Çeçen’in Kars ve Erzurum’a yerleştirilmesiydi. Türk yazarı A. Saydam’ın da vurguladığı gibi, “Elimizde bulunan dönemin belge ve gazetelerinden edindiğimiz kanaat göçmenlerin gönderilmediği tek bir vilayet kalmadığıdır. Bir tek Kudüs, Basra, İşkodra, Hersek, Yemen ve Hicaz’a gönderildikleri söylenemez. Bu vilayetlerin dışında kalan yerlere değişik sayıda muhacir gönderilmişti”.

Çerkesler Anadolu’da Erzurum, Sivas, Çorum, Çankırı, Adapazarı ve Bursa’ya gönderilmişlerdi. Kafkasya’nın farklı Müslüman halklarının Osmanlı İmparatorluğu’nda yerleştirilişleri etnik açıdan ele alındığında ortaya çıkan tablo şöyledir:

 

Abazalar Samsun, Tokat, Sinop, Balıkesir
Şapsuglar Samsun, Balıkesir, Bolu, Aydın, Sakarya
Ubıhlar Balıkesir, Bolu, Sakarya, Samsun
Biceduhlar Çanakkale (Biga)
Natuhaylar Kayseri
Temirgoyevler Bolu (Düzce)
Kabardinler Kayseri, Tokat, Sivas
Beslenevler Çorum, Amasya
Mahoşevler Samsun (Alaçam)

1866 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na göç eden 4 bin 989 Çeçen aileden bin 200’ü Res-ul Ayn’a gönderilmiş, geriye kalanı ise aşağıda gösterildiği gibi yerleştirilmişlerdi:

Sivas çevresine(Şarkışla, Aziziye, Elbistan bölgelerine) 47 aile
Amasya bölgesine 25 aile
Halep, Çardak (Habur) bölgelerine 90 aile
Adana bölgesine 46 aile
Erzurum ve Muş bölgelerine 14 aile
Hınıs bölgesine 24 aile
Kars bölgesine 47 aile

Çerkeslerin bir kısmı da Diyarbakır, Mardin, Halep ve Şam vilayetlerine ve 1868’de ilk Çerkes grubunun geldiği Ürdün’e yerleştirilmişlerdi. Göçmenlerin en kalabalık kısmı Şapsuglar, Kabartaylar, Abazalar ve Biceduhlardan oluşuyordu. Göçmenler, Ürdün’e Beyrut üzerinden deniz yoluyla ya da Halep ve Şam üzerinden kara yoluyla ulaşıyorlar, Amman’a 50 km uzaklıkta olan Ceraş haricinde, Amman’ın 12–15 km yakınlarındaki her yere yerleşiyorlardı. Çerkeslerin Ürdün’de kavimlerine göre yerleştirilmeleri şöyleydi:

Amman Şapsuglar, Kabardinler, Abazalar
Bade Şehir Şapsuglar, Biceduhlar, Abazalar
Sveley Kabardinler
Ceraş Kabardinler
Ruseyfa Kabardinler
Zagra Kabardinler (1902–05 göçünde)
Naur Abazalar, Biceduhlar

Çerkeslerin Ürdün ve Suriye’ye yerleştirilmelerinin özel nedeni, padişah hükümetinin muhacirleri Bedevi kavimlerine karşı kullanmaya eğilimli olmasıydı. Çerkeslerin, resmen hazineye ait görünen ama aslında Bedevilerin olan topraklara yerleştirilmeleri, iki halk arasında düşmanlığın anında kıvılcımlanmasına neden olmuştu. Çerkeslerin, padişah toprağını göçebe Bedevilerin akınlarından korumaları için kentlerin etrafında halka oluşturacak biçimde iskân edilmelerinin nedeni buydu. Aynı amaçla, sonraları Şam-Hicaz demiryolu boyunca da Çerkes yerleşimleri ortaya çıktı.

1867’den itibaren bir Kuzey Kafkas kavmi daha Türkiye’ye göçe koyuldu: Abazalar. Nisan 1867’de Türk hükümeti 4 bin Abaza ailesinin göç etmesine izin verdi. Abazalar Trabzon, Sinop, Samsun limanlarına getiriliyor, oradan da İzmit, Mudanya, İzmir, Mersin, Samsun, Silifke ve İskenderun üzerinden Kocaeli, Viranşehir, Karahisar, Kütahya, Manisa, Denizli, Niğde, Maraş, Kayseri, Erzincan, Maden, Konya, Burdur ve Urfa’ya doğru yönlendiriliyorlardı. Abazalar’ın bir bölümü, bin 32 kişi, Bulgaristan’da iskâna tâbi tutulmuşlardı.1867 yılında göç etmiş Abazaların sayısı genel olarak 10 bin 865 kişidir. Abazaların, Türklerin kışkırtması ile başlattıkları ancak başarısız olan isyanlarından sonra topluca (200 bin kişi) Türkiye’ye sürülmeleri ise 1878’de olmuştur. Ş.D. İnal-İpa’nın da belirttiği gibi, “muhacirlerin sürülmesinin ardından, bir tek Megreli sınırında Samurzakan Abazaları ile biraz Abzuy ve Bzıb kalmıştı”.

Böylece, 1857–66 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’na göç eden Çerkeslerden 200 ile 400 bini Balkanlara, l milyonu Anadolu’ya, 25 bini Suriye ve Ürdün’e, 10 bin kadarı da (aslında Cihetler, biraz da Ubıh) Kıbrıs’a yerleştirilmişlerdi.

Türk hükümetinin Kuzey Kafkasyalıları iskân planları Hıristiyan tebaa arasında kuşkuyla karşılanıyordu. Rusya’nın Edirne konsolosunun 12 Aralık 1860’taki raporunda, vilayete Kafkas muhacirlerin gelmesinin “yerli Hıristiyanlar arasında çok olumsuz bir izlenim yarattığını” belirtmesi buna bir örnektir. Konsolos, “Akıl mantık kalmadı” diye yazıyor, “iş geldi Rusya’ya karşı mesnetsiz, kötü niyetli suçlamalara dayandı: Bir yandan, ülkede sönmekte olan Müslüman halk yerleşimini desteklemek ve Türkiye’yi taze bir orduyla donatmak, diğer yandan da Bulgarlara Rusya’ya göçmeleri için davet çıkarırcasına dalkavukluk ederek Hıristiyanlığı zayıflatmak”.

Yunanistan’ın Epir bölgesine bin Çerkes ailesinin iskân edilmesinin olumsuz sonuçlarına yöredeki Rus konsolosu şöyle işaret ediyordu: “Epir’de tamamen Hıristiyan nüfus meskûndur. Buradaki dağlıların arasına çok sayıda Müslümanın sokulması çok kötü bir etki uyandıracak ve akıllara durgunluk verecek sonuçları olacaktır.”

Endişe artıyordu; çünkü gelen muhacirler silahlıydı, yerel Türk makamlarının göz yummasıyla da, Hıristiyanların diledikleri saldırı nesnesi olduklarını farkediyor, çapulculuk ve yağmalamaya girişiyorlardı. Varna’daki Rus konsolosu, bir grup muhacirin yerine ulaştığını bildirirken, “En kaygı verici olan gelen Çerkeslerin tutumu. Salınmış oldukları her yerden yağma ve zorbalık öyküleri duyuluyor. Gerçi Hıristiyanlar adet olduğu üzere Türklerden daha çok çekiyor ama onlara da aman vermiyorlar” diyordu. Trabzon’daki Rus konsolosu, yerel makamların muhacirler karşısındaki iradesizliğini, “Çerkeslerin üzerinde hiçbir yaptırım yok ve yerel makamlar onlardan korkuyor” cümlesiyle ifade ediyordu. Bölgeye ulaşan çok sayıda silahlı Çerkes’in, iskânlarına ayrılan yerin garnizonunun yetkisine tecavüz ettiği, Lamaka’daki gibi olaylar da oluyordu.

Kuzrv Kafkasyalıların Osmanlı İmparatorluğu’na göç öyküsünde 1877–78 Türk-Rus Savaşı’nın ve ardından gelen 1878’deki Berlin Konferansı’nın anlamı büyüktür. Bu konferansta padişah hükümeti, Rusya’nın baskısıyla, daha önce Balkanlara yerleştirdiği Çerkeslerin yerini değiştirmek ve imparatorluğun iç bölgelerine, Anadolu’ya ve Yakın Doğu’ya çekmek zorunda kalmıştı. Çerkesler de, bir kitlesel içgöç dönemi olarak tanımlanabilecek olan 1879’u “Göç Yılı” olarak kabul etmektedirler.

1876’da Bulgaristan’da Türklere karşı, Türk orduları tarafından, oraya yerleştirilen Çerkeslerin de etkin desteğiyle, anında bastırılan bir isyan patlamıştı. Çerkesler, Dranov yakınlarında, Hariton isyanının başını çeken büyükçe bir Bulgar birliğini yok etmişlerdi. Tüm Hıristiyanlara karşı düşmanlıkla dolu Çerkesler, koca koca köyleri kılıçtan geçirerek başkaldırı odaklarını acımasızca eziyorlardı. “Filibe sancağında Çerkesler ve başıbozuklar (Türkiye’nin düzensiz sipahi orduları) tarafından birkaç gün içinde 15 000 kişi kılıçtan geçirilmişti; öldürmelere eziyetler ve her türde kirletme eşlik ediyordu.”

Babıâli’nin, savaşkan ve kapalı bir topluluk olarak yaşayan Kuzey Kafkasyalılarla Balkanların demografik yapısını değiştirerek, Slav halklarının kurtuluş hareketlerini ezmek üzere tıkır tıkır işleyen bir düzenek kurma girişiminden zaten rahatsızdan Rus hükümeti, Çerkeslerin Balkanlar’dan uzaklaştırılması için bir bahane arıyordu. Filibe katliamı bu fırsatı yarattı. 18 Aralık 1876’da, İstanbul Konferansı’nın beşinci oturumunda Osmanlı imparatorluğu nezdindeki Rus sefiri Çerkeslerin Balkanlardan uzaklaştırılmasını resmen talep etti. İstanbul Konferansı tavsiye kararlarının dördüncü maddesinde, “Çerkeslerin Bulgaristan’da ikamet etmeleri men edilmektedir, daha önce yerleştirilen Çerkesler de Asya’daki vilayetlere gönderilmelidir” deniyordu.

1877–78 Türk-Rus Savaşı’nda yenilgiye uğrayan Osmanlı İmparatorluğu muzaffer tarafın şartlarını kabul etmek ve Kuzey Kafkasyalıların Balkanlardan çekilmesi konusundaki isteğini yerine getirmek zorundaydı.

Berlin Antlaşması’nın imzalanmasının hemen ardından Çerkesler Balkanlardan sürülmeye başlandı. Sultan II. Abdülhamit,  anılarında Çerkeslerin Balkanlardan sürülmesi hakkında şunları yazıyordu: “Ben dindaşımız olan bu muhacirlerin iskânı ve müdafaası için elimden gelen herşeyi yaptım. İstanbul’dan Halep’e muhacir yerleşimleri kurdum. Onların yerleştirilmeleri için yapılan masrafların çoğunu feragatle kendi cebimden ödedim.”

Balkanlardan sürülen Çerkesler Edirne, Selanik ve Kosova vilayetine geliyorlardı. Edirne sürülenlerin toplama merkezine dönüşürken, Selanik limanından Anadolu limanlarına ve Suriye’ye gönderiliyorlardı. 1879 yılı Mayıs ayında Edirne’de 41 bin 38 kişi birikmişti. Bunlardan 176’sı Romanya’dan, 4 bin 352’si Bulgaristan’dan, 26 bin 613 kişi de Batı Rumeli’den geliyordu.

18 Nisan 1879’da Babıâli, imparatorluğun Asya vilayetlerinin valilerine, Çerkeslerin Balkanlara geri dönmesine engel olunmasını yazılı olarak bildirdi ve bir nota ile bu uygulamasını büyük devletlere duyurdu.

Balkanlardan nakledilen Çerkeslerin sayısı genel olarak 300 bin kişiydi. Bunlar aşağıdaki vilayetlere ve bölgelere yerleştirilmişlerdi:

Aile Sayısı İnsan Sayısı Yerleşim Yeri
10000 50000 Halep, Deyr-Zor
5000 25000 Şam Vilayeti
5000 25000 Adana Vilayeti
2000 10 000 Konya Vilayeti
2000 10000 Kıbrıs
1000 5000 Kastamonu
1000 5000 Ankara Vilayeti
900 4500 Samsun ve Amasya
100 500 Cezayir

Balkanlardan göçen Çerkesler, bu yerlerin dışında ayrıca Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelere yerleştirilmişlerdi.  Berlin Antlaşması’nın 61’nci maddesi uyarınca padişah hükümetinin Ermenileri Çerkes ve Kürt saldırılarından koruma yükümlülüğü olmasına rağmen, Ermeni vilayetlerindeki Çerkes sayısını arttıran bu son uygulama, Ermeni nüfus ve Patrikhanenin şiddetli protestosuna yol açmıştı. Bunun üzerine, 1879 Ocak ayında 40 bin Çerkes Diyarbakır üzerinden Res-ul Ayn’a gönderildi. Bu ailelerden 4 bin ile 5 bini Türk hükümeti tarafından Diyarbakır vilayetine yerleştirilmişti. Bu nedenle, Diyarbakır Ermeni Piskoposu İngiliz konsolosu ile buluştu ve ondan bu kararın geri alınması için uğraşmasını rica etti. Adapazarı’ndaki Ermeni ve Rum cemaatlerinin temsilcileri, kente 40 bin Çerkes’in yerleştirilmesinin önünün alınması için, Haziran 1879’da İstanbul’daki İngiliz Elçisi Layard’a müracaat etmişlerdi. Gene o sıralarda Muş’a 4 bin Kuzey Kafkasyalının yerleştirilmesini protesto etmek için Ermeni Patriği Nerses de Layard’a başvurmuştu.

Balkanlardan Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelere nakledilen Çerkeslerden Oset ve Çeçen olanlar Hınıs ovasına ve Varto kazasına, Çerkesler ise Malazgirt, Bulanık, Ahlat ve (Van’a bağlı) Adilcevaz kazalarına ve Bitlis’e bağlı Genç’e yerleştirilmişlerdi. Daha sonraki yıllarda Kuzey Kafkasya’dan gruplar halinde gelen yeni muhacirlerin hemen hemen hepsi Ermenilerin yaşadığı vilayetlere, öncelikle de Muş’a ve Muş sancağına yerleştirilmişti. Erzurum’daki Rus konsolosunun verdiği bilgiye göre: “Bütün Kafkasya kökenlilerin Erzurum vilayetinden gönderilmeleri konusundaki ısrarlı taleplerime hazırcevapla ve vaatle karşılık veriliyor ancak herhangi bir önlem alınmıyor; hatta valilerin onların bu bölgeye taşınmasına vesayet ettiklerini bile söyleyebilirim.”

Aşağıda 1857–66 ve 1879 yılındaki göçlerinden sonra Kuzey Kafkasyalıların Küçük Asya’da yerleştirilmelerine ilişkin tablo verilmektedir:

Bölge Sayı Bölge Sayı
Kars 500 Ankara 60000
Bitlis 2500 Konya 12000
Muş 2500 Bolu 32000
Erzurum 3000 Antakya 1500
Mardin 1 000 Afyon 5000
Gümüşhane 1 000 Eskişehir 14000
Gaziantep 17000 Sakarya 35000
Sivas 49000 Kütahya 3000
Samsun 60000 Bilecik 1000
Amasya 6000 Kocaeli 15000
Tokat 33000 Burdur 10000
Hatay 1 500 İstanbul 100 000
Adana 13000 Denizli 1 500
Kayseri 35000 Balıkesir 35000
Sinop 10 000 Manisa 2000
Çorum 16000 Aydın 9000
Yozgat 7000 Çanakkale 10000
Mersin 1 000 İzmir 30000
Kırşehir 2000 Kastamonu 50000

Karadeniz kıyılarına yerleştirilen Çerkeslerin sayısının Osmanlı İmparatorluğu verilerinde Lazlar ve Müslümanlaşmış Mingreller (Gürcüler) de dahil edildiği için abartılı olması sık karşılaşılan bir durumdu. Bu iki halkın yaşam tarzı birbirine benzediği için Karadeniz’in Anadolu sahiline yerleştirilen Çerkeslerin bir kısmı Lazlarla karıştırılmıştı. 1881’de Lazların sayısı 200 bin kişiydi. Lazların esas bölümü, nüfusun yüzde 11’ini oluşturdukları Trabzon vilayetinde yaşamaktaydı.

Kafkas dağlılarının Osmanlı İmparatorluğu’na göçü sonraki yıllarda da sürdü ve 1917’ye dek devam etti. Kuzey Kafkasya Müslümanları fazla büyük olmayan gruplar halinde ya da 20–30 evlik küçük partiler halinde Türkiye’ye geçiş yapıyorlardı. Türkiye’nin görevlendirdiği kişilerin yaptığı propaganda, 1880–1917 arasındaki göçte önemli rol oynadı. Buna karşın Rus hükümetinin aldığı tavır nedeniyle, artık bir daha dağlıların yığınsal olarak göç ettiği görülmedi. XIX. yüzyılın ikinci yarısında, 60’lı yıllarda dağlıların Anadolu’ya göç etmeleri konusunda Çar hükümetinin takındığı tavır esaslı değişiklik geçirdi. Kuzey Kafkasya’da koca bölgelerin bütünüyle insansızlaşmasının ileride yaratacağı tehlikelere karşın, etrafı büyük bir Rus kitlesiyle çevrilen ve dağıtılan dağlıların artık eskisi gibi tehdit oluşturmaması bu siyasetin nedenini açıklamaktadır.  1867’de Kafkasya Genel Valisi Büyük Prens Mihail, Kuban bölgesindeki bir turunu, “Türkiye’ye göçün artık tamamen son bulması gerektiğini dağlılara şahsen bildirerek” noktaladı. Bundan sonra köylerin (avul) tamamının Türkiye’ye göçmek üzere izin talepleri Kafkasya makamlarınca kabul görmedi. Göç iznini ancak dağlı küçük gruplar koparabiliyordu. Bunun dışında, bazı Çerkesler kendi başlarına Türkiye’ye gitmeyi başarıyorlardı. Böylece 1873 sonbaharında Kuban bölgesinden 420 aile (3 bin 400 kişi) Türkiye’ye gitmek üzere sınır dışına çıktı.15 Ocak 1890’da Trabzon’daki Rus konsolosu, “Batum yöresinden büyük partiler halinde göçmenlerin gelmekte olduğunu ve birkaç geminin bunları taşımakta olduğunu” bildirdi. Mart 1895’te sadece Tersk yöresinden 2 bin 108 aile (toplam olarak 16 bin 708 kişi) göç etmek için dilekçe verdi. Yine 1895 yılında Kuban yöresinden Karamurza, Urup, Konokov, Kuronov avulları (647 ev–2 bin 59 kişi) Türkiye’ye göç izni alabildiler. Türk hükümeti bunları Boğazan’a iskân etti. Bir bölümü de Bayburt’a yerleştirilmişti.

Türkiye’ye göç etme taleplerinin artması Rus hükümetini telâşa düşürdü. 1899 yılı başında İçişleri Bakanlığı bünyesinde, göçü zorlaştırmaya yönelik bir önlemler paketi üzerinde çalışacak olağanüstü bir danışma kurulu toplandı. Hazırlanmış olan ve Çar II. Nikola’nın 1901’de onayından geçen önerilere uygun olarak, göçmek isteyenler, Türk hükümetinin kendilerini sınırlarına ve Türk tebaasına kabul ettiğini gösteren bir belge sunmalıydılar. Muhacirler ancak böyle bir belge edindikten sonra, yerel valilik makamlarına dilekçe verip onay almak, Rus uyruğundan çıkmak ve gitmeden önce arkalarında kalabilecek bütün borç ve vergilerini temizlemek durumundaydılar. Üstelik bütün taşınma masraflarını da kendi ceplerinden karşılamaları gerekiyordu.

Danışma Konseyi’nin aldığı kararla sınır dışına çıkma sürecinin zorlaştırılması bile göçe engel olamıyordu. 1900–1902 yılları arasında, Nalçik dolaylarından 4 bin 392 Kabartay Türkiye’ye göçmüştü.1901’de Konya’ya 242 Çerkes, Çeçen, Dağıstanlı, İnguş ve Kabartay ailesi (bin 210 kişi) geldi. Bu muhacirlerden 20 aile Sivas’ta, biri Biga’da (Gelibolu), 12’si Beyşehir’de (Konya’nın bir ilçesi), 19 aile de Niğde’de iskân edildi. Diğerleri Konya’da kaldı. II. Abdülhamit’in talimatıyla Konya’da kalan Çerkesler (Konya’dan başlayan) Bağdat demiryolu boyunca yerleştirildiler.

25 Haziran 1901’de 2 bin Çeçen daha Rus hükümetinin verdiği sürekli ikamet izniyle Türkiye’ye gitti.

1900 yılında Çerkes göçmenler Türkiye’ye vardıkları andan itibaren Şam’a yöneliyorlar, oradan da ya Şam vilayeti civarında ya da Amman çevresinde yerleştiriliyorlardı. Kafkasyalıların Türkiye’ye böylesi kitlesel göçü ilk Rus burjuva devrimi yıllarında (1905–7) da görülmüştü. Çar hükümeti, 1905 Mayıs ayında 260 Kabartay ailesine Türkiye’ye gidiş izni vermişti. Bu ailelerin tümü Şam vilayetinde iskân edildiler.1905 yılının Haziran-Ağustos aylarında İstanbul’a yasal olmayan yollardan bin 517 kişi (81 aile) daha ulaştı. Kafkas yönetimi onları istenmeyen kişi ilân edince, İstanbul’daki Rus konsolosunun çabalarıyla Türk makamları bu Çerkeslere Anadolu’da yerleşme izni çıkardı.

1906 yılında Kafkasya’dan 200 Müslüman aile Bitlis vilayetinde iskân edilmişti.

Kafkasya’da görülen sürekli göç süreci bu bölgenin gelişmesine büyük bir darbe vurdu. Buna karşın Türk propagandasının etkisinde kalarak göç eden Çerkesler, çok az istisnayla, çok çabuk düş kırıklığına uğradılar ve umduklarını bulamadılar. Osmanlı İmparatorluğu’na göç sorunu, gerek Avrupa’da gerekse Osmanlı imparatorluğu’nda yayımlanan (1908 Jön Türk darbesinden sonra) Çerkes gazetelerinin sayfalarında ve Çerkes yayınlarında durmadan işlendi. Paris’te yayımlanan Mousoulma-nine gazetesinin bir sayısında yer alan “Acı Soru” başlıklı makalede şöyle deniyordu: “Dağlı Müslümanların öz vatanlarında ekonomik durumlarını düzeltmelerini, eğitimi, kültürü ve herşeyi etkileyen başlı başına engel, geçen yüzyılın 60’lı yıllarından başlayarak düzenli olarak sürekli körüklenen Türkiye’ye göç sorunudur.”

Osmanlı İmparatorluğu’nda önemli mevki sahibi Kuzey Kafkas cemaatinden pek çok kişinin söylemleri, yurttaşlarının olmadık umutlara bel bağlamamaları ve göç etmemeleri konusunda uyarıcıydı. Bunlardan Muhammed Eceruh şöyle yazıyordu: “Benim birçok akrabam ve tanıdığım artık yeni hükümette mümtaz mevkiler tutmuş bulunuyor. Ancak buna hep dediğim ve durmadan yinelediğim gibi; sevgili din kardeşlerim, Türkiye’ye göç etmekten sakının: Pek az bir istisna dışında sizleri orada bekleyen tek şey soğuk bir mezardır. Yeni bir hayatın göçmenlerle hiçbir alâkası yoktur… Olayların etkisi altında kalarak, belki de en temiz emellerle bize koşanlar, şimdi Boğaziçi sahillerine ayak bastıkları o güne lanet yağdırıyorlar.

Ancak, tüm uyarılara karşın, dağlıların Türkiye’ye göçü, önemsenmeyecek sayılarda da olsa 1910’dan sonra da devam edecekti.

Kafkas muhacirlerinin Türkiye’de meşguliyet alanları üzerinde kısaca durmak gerekir. Muhacirler, göçten hemen sonra, Kafkasya’da sürdürmüş oldukları yaşam tarzını, yeni vatanlarında tutturmaya yöneldiler. Çerkes yerleşimleri bu nedenle içine kapanıklıklarıyla göze çarpıyordu. Kuzey Kafkasya’da edindikleri âdetler, yaşlılara saygı vb. bu kapalı çevrelerde uzun yıllar boyunca aynen korundu. Köyde tüm sorunların çözümlenmesi için bir ihtiyar meclisleri vardı, Çerkesler, bu konuda zaten pek istekli olmayan yerel resmî makamların kendi topluluklarının iç işlerine karışmalarını sınırlamaya çalışıyordu. Dolayısıyla Çerkes köyleri kendine özgü bir iç özerklikten yararlandı.

Çerkesler temelde devlet görevlerinde yer aldılar, özellikle de ordu, polis ve jandarmada. Osmanlı yönetimi onları bu tür işlere faal bir biçimde yöneltiyordu. 1867’de Varna’daki Rus konsolosunun raporunda, “Türk ordusunun saflarına katılmış olanlar bir yana, Çerkeslerden çoğu yerli Türk konaklarında koruma görevlisi olarak çalışmaktalar”deniyordu.

Çerkesler, tarım dışında hayvancılıkla (at yetiştirme) da uğraşıyorlardı. Bu konuda, en çok da Çerkes atı ile yerli türleri melezleştirerek iki hara kurmuş olan Adana vilayetindeki muhacirler başarı kazanmışlardı

Kafkas muhacirler Osmanlı İmparatorluğu’nda daha çok gözü pek eşkıya ve at hırsızı olarak bilinirlerdi. Rus Genelkurmay Albayı V.N. Filipov’un edindiği izlenim şöyleydi: “Dağlılar yerleşik bir yaşam tarzı sürdürmekteler ve buğday ekimi ile meşguller; ancak herşeye rağmen hırsızlık önde gelen uğraşları, özellikle de, sistemleştirilmiş at hırsızlığı. Bu öylesine görkemli bir organizasyona dönüşmüş ki, örneğin Sivas’ta çalınan bir at, bir hafta sonra 400 verst (l verst=l,06 km) uzaklıktaki Ankara’da ortaya çıkıyor”.1904 yılında Adana vilayetinde bulunmuş olan Rus Genelkurmayından bir başka subay, Yarbay Tomilov da, “Dağlıların hırsızlık ve talana olan eğilimleri nedeniyle yerli nüfus tarafından sevilmediklerini” belirtiyordu.

Son olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nda nüfus kayıtları dinî aidiyet kıstası gözetilerek tutulduğu için Çerkeslerin sayısı konusundaki bilgilerin de Osmanlı İmparatorluğu’ndaki diğer Müslüman halklarınki gibi nispi olduğunu dikkate almak şartıyla, buralara gelmiş olan Avrupalı gezgin ve konsolosların verilerinden yararlanarak, Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde ve Kilikya’daki Çerkeslerin genel nüfusu üzerinde durmak yerinde olacaktır.

1912 yılında Averyanov ve Filipov’un verdikleri bilgilere göre Anadolu’daki Çerkeslerin toplam sayısı 400 bin kişiydi. Ancak bu sayı oldukça az gösterilmiştir. Yarbay Tomilov’un kaydettiği verilere göre, Adana vilayetinde 13 bin 200 Çerkes yaşıyordu ki bu genel nüfusun yüzde 3,2’siydi.Aynı kaynağa göre, Çerkesler Kuzey Suriye’de genel nüfusun yüzde 2’sini oluşturuyorlardı. Çerkesler Habura semtinde, Çeçenler ise Resul Ayn’da yaşıyorlardı.”Ayrıca”, diye yazıyor Tomilov, “onlara birçok başka kentte de rastlanabilir: Çerkeslerin çoğu ordularda subay ve de jandarma (zaptiye) olarak hizmet vermektedir”.

Çerkesler, Halep vilayetinde aşağıdaki kazalarda yerleştirilmişlerdi:

Kaza İnsan Sayısı
Kilis 1 500
Antakya 3000
Harim 3000
Membic 1500
Toplam 90 000

Çerkesler, Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde, Erzurum, Sivas, Diyarbakır, Van, Bitlis ve Muş’a yerleştirildiler, Muş ovasındakiler 1894 ve 1904 Ermeni isyanlarından sonra Sasun’a iskân edildiler.

İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesinin verilerine göre, 1912–13 yıllarında Ermeni vilayetlerinde yaşayan Çerkeslerin sayısı 62 bindi.

Avrupalı yazarların ve konsolosların açıklamış olduğu çeşitli bilgi ve verilere dayanarak Rusya İmparatorluğu Dışişleri Bakanlığı, 1913’te Çerkeslerin, Ermeni ahalinin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde nereye, ne kadar yerleştirildiklerine dair bir tablo hazırlamıştı.