NARTLAR-ADİGE HALK DESTANLARI

Kafkasya Dergisi

Nart destanları Kuzey Kafkasya otokton boylarından olan Adigelerin diğer boylarla birlikte müşterek destanlarıdır. Adige deyimi içerisinde Kabardey-Balkar Özerk Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan Çerkesler ve Adige Özerk Bölgesi’nde yaşayan Adige boyları girer.

Adige halkının ataları olan ve antik dünyaca çok iyi tanınan Meot-Sind-Zikh-Kerket-Press gibi Proto Çerkes boyları M.Ö. 5.yüzyılda Sind Krallığı’nı kurmuşlardır. Bu devlet bugünkü Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği toprakları üzerinde kurulmuş olan ilk devlettir.

Daha bu devlet ortaya çıkmadan önce Grekler Karadeniz kıyılarında ticaret kolonilerini oluşturmaya başlamıştır. Grekler’in vu ticaret merkezleri daha sonra Antik Yunanistan’daki oluşumu aynen göstererek antiksite devletlerine dönüşmüşlerdir. Pantikapey (bugünkü Kerç), Hermonacca (bugünkü Tamam), Phanagoria (Taman yarımadasındaki Seneggo köyü yakınlarında) bu antik-site devletlerinin başlıcalarıdır.

Daha sonra geriye doğru gidildiğinde M.Ö. 3000 yıllarının sonlarına rastlayan, Kuban Mezar Anıtları’ndan ve Maykop Kurganları’ndan anlaşılacağı üzere bir hayli gelişmiş bir Proto-Çerkes uygarlığına rastlanmaktadır. M.Ö. 2000’in sonlarına gelindiğinde, Kuzey Kafkasya’da demir üretimine ve yüksek düzeyde bir seramik üretimine rastlanmaktadır. Ağıl ve yayla tipi hayvancılığın içinde koyun ve at yetiştiriciliği özel bir yer tutmaktadır. Bugün artık Kuzey Kafkasya’da M.Ö. 1000 yılları ortalarında pulluk kullanıldığı, buğday-arpa-darı üretiminin olduğu bilinmektedir.

Bu uygarlığın gelişmesi Hunların Bosphor Krallığı’na yaptıkları akınlar, yağmalar ve katliamlar sonucu duraklamıştır. O çağlarda Sind-Meot boylarının yerleşme merkezi olan Don ağzı, Azak Denizi kıyıları ile aşağı Kuban bölgeleri arasında yerleşmiş olan köy ve kentler yakılıp yıkılmış, halkın önemli bir bölümü tutsak edilerek götürülmüştür. Adige halkının ataları bu talan edilen yerlerden ayrılmak zorunda kalınca, Kuban’ın sol kıyısı ile Karadeniz’in Kafkasya kıyılarına yerleşmeye başlamışlardır.

Güneybatı da akraba topluluklar olan Abhazların ataları ile, Güneydoğu da Alanlarla kuzeyde Kuban’ın üst tarafında oturan Utugurlar, Bolgarlarla sınır komşusu olmuşlar ve bu sınırlar içerisinde Got saldırılarını göğüsleyebilmişlerdir. Bu Proto-Çerkes boyları Zikh boyu çevresinde birleşerek güçlü bir birlik oluşturmuşlarıdır. (M.S. 4.yüzyıl) 10.yüzyıl başlarından beri Adigeler Labe ırmağından Karadeniz kıyılarına kadar olan alanı işgal etmekteler ve genelde (Kosok) olarak adlandırılmaktadırlar. Rus Vakanüvisleri 11.yüzyılın ortalarına dek “Kosok” ismini kullanmışlardır.

Adige boylarının etnik konsültasyonları (pekiştirmeleri), oluşumları süreci içerisinde epik kültürleride gelişme göstermiştir. Bu süreç içerisinde Adige halk öyküleri, Nart destanları biçimini almıştır. Destanların oluşmasından önce sanatsal düşünce biçiminin oluştuğunu söylemek hiçte yanlış bir şey olmaz. Puta tapıcılık inancını koruyan ve bu inancı onere eden öykü ve şarkılardan günümüze dek korunabilen emek ve iş şarkıları da bu özelliği taşır.

Çok sayıda dinsel ve oyunsal şarkılarla yakarışlar, değişik puta tapıcılık dinlerine adanmışlardır. Örneğin, Şıble (gök gürültüsü ve yıldırım tanrısı) onuruna düzenlenen dinsel törene eşlik eden şarkı bunların en belirgin özelliğidir. Bu şarkının bir kaç dizesini alıyoruz.

Yelle, yelle! Toplumumuzu çarpma,
Yelle, yelle! Yaşamımızı koru,
Yelle, yelle! Nektar(Armut suyu) içmeyi nasip eyle,

Bu tür eski yapıtlarda insanoğlunun doğanın üstün güçlerine karşı duyduğu korku sezilmektedir. Bu şarkılarda ritim çok önemlidir. Ancak, melodi ve içerikte aynı oranda önem taşımaktadır. Tarihsel bir değeri olan koyun kırkma şarkısında çoban makasının çıkardığı sesler şarkının ritmini vermektedir (koyun kırkma, keçe dövme, harman) gibi iş şarkıları ile Huaholarla çok geniş bir alana yayılmış olan dinsel tören ve ayin şarkıları, şiirler, bitki ve hayvan dünyasının çeşitli tanrıları için söylenen yakarı ve şarkılar, ayrıca aile törenleri şarkıları halk destanlarında yer almıştır.

Adige halkının puta tapıcılık dönemi çok tanrılı bir dönemi içermektedir. Bu tanrıların başlıcaları;

Tlepş (Demirciler, ateş ve demir sanatı tanrısı),
Amış (Hayvanları koruyan tanrı),
Thağeleç (Bereket, bolluk ve ürün tanrısı),
Mezitha (Orman ve avcılar tanrısı),
Psıthaguaşe (Denizciler, denizaltı dünyası ve balıkçılar tanrıçası) dır.

Bu tanrıların hemen hepsi, halkın düşüncesinde emeğin bir simgesidir. Üretim kaynaklarının koruyucularıdır. Bu tanrıların her birine bir Huaho adanmıştır. Bu Huaholar günümüze aslını koruyarak ulaşmıştır. Orman ve avcılar tanrısı (Mezitha) onuruna söylenen Huahoda sanatsal bir zorlamayı da sezmekteyiz.
Senin adını anıyoruz Me-zi-tha…
Bıyıkların kızıl alev,
Yakarlarımızda senin için.
Kızıl içki (kan) akıtıyoruz,
Cömertçe, bolca…
Bu ancak sana yaraşır,
Al bir keçi kurban edildi senin için…
Genç ve doğurmamış bir kadın,
Önünde diz çökmüş…
Ak elli…
Senki herşeyi bilen!
Güçlü meşe uçlarını yere eğen!
Giysin ap-ak, kar misali,
Dağ keçisi derisinden,
Yatağına bir dev sığar,
Gövden son gümüş lakaplı,
Boynuzlarına som gümüşten kılıflar giydirilmiş…
Okun, sağlam kızılcık ağacı özündendir.
Yayın, akceviz ağacındandır,
Başını salladığında,
Ormanlar uğuldar…
Eyvah!.

O anda vahşi hayvanlar inlerinde titrerler
Bütün yakarılarımız
Mezitha içindir…

Aynı biçimde bereket tanrısı Thağeleç’in adına birkaç Huaho söylenmiştir. Yoksullukla boğuşan, yoksulluktan korkmayan bir emekçi gibi tanımlanmıştır Tanrı Thağeleç.

Puta tapıcılık döneminin kimi tanrıları güç bir gelişim yolu kat ederek çağ çağ Adige Nart Destanları’nın kahramanları olmuşlardır. Özellikle bu durumu Tlepş tipinde izleyebiliriz. Tlepş puta tapıcılık yakarışlarında “Ateş Tanrısı” olarak tanımlanmıştır. Son çağlarda ise Ateş Tanrısı karakterleri giderek belirginliğini yitirmiştir. Tlepş’in kişiliği çiftçilere saban, çapa, kazma, orak ve işçilere metal araçlar sağlayan bir anlam ve çizgiye dönüşmüştür. Bu çizgi Tlepş’in destanlar içindeki gelişiminin ikinci aşamasıdır. Üçüncü aşamada Tlepş, demircilik sanatının koruyucusu olarak görülür. O, artık Nartların demircisi, belli bir yaşam biçiminin sözcüsüdür. Giderek destanlarda zanaatkar bir tipe, insana özgü korku ve tutkuları olan bir kişiliğe bürünür. İnsanlar için söylenen onun içinde söz konusudur artık. Örneğin Setenay Guaşe ile hakkında çıkartılan dedikodular, nerede ise çağdaş insana söylenebilen dedikodulara benzemiştir. Adige halkı giderek kendinden saydığı bu tipe artık Huaholar sunmaktadır.

Tlepş, iş aracı üreticisi olarak, demirin ortaya çıkmasıyla demircilerin piri, demirciliğin koruyucusu durumuna gelmiştir. Bu dönüşüm Adige halkbiliminin en ilginç dönüşüm biçimlerinden biridir.

Proto-Çerkes halkı ve bu halkın bir boyu olan Proto-Adigeler; suya ateşe, bitkilere, giz dolu ormanlara, kayalara, gök gürültüsüne ve yıldırıma tapmışlardır. Adigelerin eski tapınma biçimleri “Thale’u” tanrıya yalvarış, belirli bir tanrı onuruna kurban kesme törenleri ve Huaho okuma biçiminde bir ayini kapsardı. Her türlü yakarış ve ağıta müzikal recitatitivelerle ya da Huaholarla ve bir dizi anlamı olmayan sözlerle eşlik ederlerdi. Yakarış ve ağıtlarla veba, çiçek, humma ve benzeri hastalıklardan korunömayı, yeni doğan bebekleri kem gözlerden saklamayı amaçlarlardı.

Kuraklık yıllarında Thağeleç’e yapılan yakarışlarla “Hantso Guaşe” şarkısı ile yağmur getirmeye uğraşırlardı. Bu şarkının diğer Kafkas boylarında değişik veryantlarla, değişik sözlerle bugün bile yaşadığını çoğu kişi bilmektedir. Örneğin Abazince söylenen (Dzivara) şarkısının bugün Uzunyayla’nın Abazin köylerinde, Hantsa Guaşe şarkısının Kabardey varyantınında Kabardey köylerinde bilindiği görülmektedir. Kaybolan hayvanların kurtlar tarafından parçalanmaması için özel sihirli sözler, “Hapeşcıpkhe” kurt ağzı bağlamaya çalışırlardı. Bugün bu gelenekler ve yağmur duaları İslami inançla birleştirilmiş olup, kimi Arapça dualar okunarak hala uygulanmaktadır.

Başka bir dramatize edilmiş tören ise “Çapşakue”dir. Yaralının ya da hastanın uyuması halinde canının onu terk edeceğine inanırlardı. Bu törenle ilgili olarak F.Torneau şöyle der; “Çerkesler ölümü, ağır yaralının ya da hastanın yanından kovamak için odada bulunan değerli eşyaları çıkartırlar, odanın girişinde her gelenin birkaç kez çarpacağı bir biçimde saban demirleri yerleştirilir, ziyaretçiler topluca gelip hastanın yanına girdiklerinde hep birlikte yüksek sesle gürültü yaparlardı. Genç kızlarda tören elbiselerini giyip törene katılırlar, çeşitli dans ve şarkılarla hastanın uyumaması sağlanırdı.” Bu gün bu gelenek daha insancıl, daha sevecen bir değişime uğrayarak uygulana gelmektedir. Bilindiği gibi geceleri hastanın sıkıntıları daha çok artar. Hele kırık çıkık içinde yatan bir hastanın sıkıntısı ile kırık kemiklerini oynatamamasının, uyuyup olumsuz ve zarar yapmasının önlenmesi düşünüldüğünde, hastanın yanında düzenlenen eğlencelerin önemi ve anlamı daha iyi anlaşılmaktadır.

Eski Adige ayinleri ve sembolik törenleri arasında dramatize edilmiş bir temsil olan “Ajağafe” keçi dansının önemli bir yeri vardı. Hayvancılık ve tarım takvimine bağlı Adige ürün ve hasat bayramları totemizm tasavvufuna dayanan Ajağafe oyunları ile süslenirdi.

Şarkı ve Huaho’ların başka bir bölümü ise düğün ve evlenme törenleri ile ilgilidir. Bu Huaho’ların genellikle gelinler üzerine söylendiği görülmektedir.

Eski folklora genelde animizm ve sihir-büyü bağlıdır. Dünyadaki eski folklor değerleri aynıdır. Bu nedenle hayvan tipleri, canavar kahramanlar çok ilginç ve çok boldur. Huaho ve şarkılar her zaman yapısal bir gelişme, düzenli bir kompozisyon göstermezler. Ozanca bir işlemde yoktur. İnsan ve hayvan karşılaştırılmaları sonucunda bu şiirlerde ozanca bir üsluba rastlanmaz. Ayrıca bu şiirlerde insan unsuru henüz pasiftir. Gücünün farkında değildir. Daha başka bir değimle olaylarda insanoğlu henüz bir eylem içinde değildir.

Nartlarla ilgili Adige Destanları belli bir düzen ve ozanca bir üsluba bağlanırken mitoloji ve masal süjelerine ayrılırlar. Bu suje ve motifler destanlarda yeni kahramanlık biçimleri kazanır. Kahramanlık eylemleri insanın emri altına girerler.

M.Ö. 1000 yılları başlarında Meot boylarının sosyo-ekonomik yaşamında ilginç değişimler olmuştur. Artık yeni bir çağa gelinmiştir. Demir kılıç, demir saban, demir balta çağıdır bu çağ. Ekmek üretimi yalnız gereksinme için değil, bunda böyle satmak için de yapılmaktadır. Yayla besiciliği, yılkı atçılığı ve koyunculukta yeni boyutlara ulaşmıştır. Demircilik ve seramik sanatı belli özellikler gösteren ekoller haline gelmiştir. Zanaat gelişmiş, ticaret yeni sahalara yayılmıştır. Bu arada Sind-Meot boylarında etnik konsültasyon (pekişme) oluşmuştur. Bu yeni çağ halk şiirinde ve sanatta yeni bir anlatım biçimi zorlamıştır. Nart destanlarının giderek daha derli toplu bir biçimde söylenmesi için ileriye yönelik ilk atılımları getirmiştir.

Bu toplumsal yaşam biçiminde diğerine geçilirken, bu geçitin halk sanatının gelişmesinde önemli bir rol oynadığı bilinen bir gerçektir. Nart destanlarının doğuşu böyle bir geçiş dönemine rastlamaktadır. Destanlar halkın anonim yapısıdır. A. Maxim Gorki’nin de belirttiği gibi ilk çağların sözlü edebiyatında çalışanların deneyimleri, düşünce sistemlerinin canlandırılması üslupları kolektif gücün uyarısıdır. Nart destanları toplumsal gücün uyarısı biçiminde oluşmuştur. Öte yandan bu destanlar halkın kahramanlığıdır.

Toplum ilkel kabile yapısı kabuğunu değiştirirken Nartlarla ilgili olarak anlatılanlar evrensel düşünce ve görüşleri de yansıtmıştır. Destanlarda halk kendi amacını ve idealini yansıtırken, kendini de betimlemiştir. Sanatsal yansımadaki bulguların, Nart destanlarının çeşitli aşamalarının yansıması olduğu konusunda hemen tüm destan araştırmacılar birleşmektedir. V.I.Abaev, V.P. Semenova, E.I. Kurpanov, Prof. Yinalipa Şalva, Hadağatle Asker, Meremkul Vlademir, Şortan Askerby, ve diğer araştırmacıların ısrarla belirttikleri bir özellik vardır. “Nart Destanları” nın anlatımlarının temeli net bir biçimde kendi çağının özünü yansıtmaktadır.

Nartlarla ilgili anlatımlarda (Matriarkal) temelden başlayarak, feodalizmin ortaya çıkmasına dek geçen dönemde kalma izleri ve akraba ilişkilerinin anlatılması gibi çeşitli toplumsal biçimler işlenmektedir. Özellikle ataerkil kabile organizasyonu, kendisinden sonraki köleci toplum elementleri ile ve üstelik feodalite ile katmerleşiş olarak açıkça canlandırılmıştır. Kabile sisteminde feodalizmin ortaya çıkmasına dek geçen dönem destanlarda açıkça izlenebilir. Destanlarda ne denli anaerkil yaşam izleri görülüyorsa da anlatılanlardan çoğu ataerkil (patriarkal) aşama ile ilgilidir. İlkel toplum sisteminin asker ya da savaş demokrasisi adını verebileceğimiz ayrışma dönemi net bir biçimde destan tekstlerinden izlenebilmektedir.

Adige halk destanları artık sözlü anlatım çağlarını çok gerilerde bırakmıştır. Bugün artık hiçbir halk anonim destan üretmemektedir. Üretilen bütün halk destanları yazılı edebiyata katılmıştır. Adige halk destanlarında Hadağtle Asker, Şortan Askerby, Kardenğwc Zeramuk gibi yetenekli ve özverili araştırmacıların paha biçilmez çalışmaları ile yazılı Kuzey Kafkasya edebiyatının temeli olacak biçimde arşivlere ve kitaplıklara maledilerek yok olmaktan kurtarılmıştır. Bu konuda Karaçay-Çerkesskli araştırmacı Meremkul Vladimir’in bir tanımlamasını aktarmadan geçemeyeceğim. “İnsanoğlunun ısınma, aydınlanma için Sosrikua’ya borçlu olduğu ateş varyantı, binlerce yılın ötesinde, Abazin halk destanları içindeki Sosrikuanın kişiliğini aydınlatmakta ve tarihin karanlıklarından günümüze getirmektedir”. Ben bu tanımlamayı daha da genişleterek şöyle diyorum: “Nart destanları, binlerce yılın katmanları ve karanlıkları ardında kalan Kuzey Kafkasya sözlü edebiyatını, sanatını, halkbilimini, geleneğini, kısacası, Kuzey Kafkasyalıların kökleri binlerce yıla uzanan yaşam felsefesini aydınlatarak Sosrikua’nın insanlığa ateş sunması gibi evrensel kültüre ve çağdaş insana sunmaktadır.