NELER OLUYOR?

YEMUZ Nevzat Tarakçı
16.02.2019

Yıl 2010 Şubat ayı.

Türkiye’de bir ilk gerçekleşiyor.

Cevat Fehmi Başkut’un “Buzlar Çözülmeden” eserinden, ünlü tiyatro sanatçısı Sayın Haldun Dormen’in uyarladığı “Çîrokeke Zivistanê” yani “Bir Kış Öyküsü” adlı müzikalin prömiyeri (ilk gösterimi) Diyarbakır Belediye Tiyatrosu’nda Kürtçe olarak yapılıyor.

Çok normal değil, Türkiye’de bir eser, ilk kez tamamen Kürtçe olarak sahneleniyor.

Salonda kimler yok ki?

Diyarbakır valisi, milletvekilleri, büyükşehir belediye başkanı, DEP eski milletvekilleri, sanatçı Ahmet Kaya‘nın eşi ve çok sayıda sanatsever, oyunu büyük ilgiyle izliyor.

Programın sonunda “Kandil”den gelen PKK’lıların da aralarında bulunduğu konuklar sahneye çıkarak oyuncuları tebrik ediyor, oyunculara karanfil dağıtıyor.

İnsanın “Karlar eriyor, buzlar çözülüyor galiba!” diyesi geliyor.

Bu olaya kim nasıl bakar bilmiyorum ama bu tablo beni heyecanlandırdı.

Dilin, toplumsal önemi, tiyatronun misyonu adına doğrusu ben de çok heyecan duydum.

Oyun sonunda Sayın Haldun Dormen, hayatının en güzel ve heyecan verici oyununu sergilediğini söylüyor.

Diyarbakır büyükşehir belediye başkanı ise, Dormen ve arkadaşlarına teşekkür ettiğini belirtiyor: “Bu gece 70 yıllık 80 yıllık karlar eriyor. Ve daha eriyecek. Önümüzde Allah’ın izniyle bahar var, kültür bayramı var, dil bayramı var.” diyor.

Bu günleri, Türkçenin dışında başka bir dille konuşmanın, kasette şarkı dinlemenin yasak olduğu günlere kıyaslarsanız insan moral buluyor, birden ümitleniveriyor.

Kültürel duyarlılığa sahip herkes bu kareleri gönülden alkışlamıştır.

 

HANGİSİ YANLIŞ?

Yıl 2019 Şubat ayıi
Geriye mi gittik ileriye mi?

Neler oluyor?
Kim kiminle oynuyor?

 

ANA DİL, TİYATRO ve TOPLUM

Ana dille tiyatro izlemek dil ve kültür bilincine sahip kimleri heyecanlandırmaz ki?

Tiyatro diye geçmemek lazım.

Tiyatro, hayatın aynasıdır.

Muhsin Ertuğrul’un ifadesiyle “Tiyatrosuz kalan bir toplum, önce dilini yitirir, geleneğini unutur; sonra bütün bağları çözülür, sokağa düşer.

En büyük kötülük birbirimizden ayrıldığımız gün başlar.”

Almanlar yakılıp yıkılan şehirlerinde hastaneden, üniversiteden, tapınaktan, okuldan önce, on beş yılda tam yüz yeni tiyatro yaptırmışlar.

Eski Yunan’da 70 bin kişilik Megalopolis’te 40 bin kişilik tiyatro vardı.

Bugün Yunanistan’da hâlâ kullanılan 55 basamaklı Epidauros tiyatrosu 14 bin kişi alıyor.

Bergama’da, Virankapı’daki Roma tiyatrosu 30 bin kişiliktir.

Tellidere’deki tiyatro 50 bin kişilik.

Asklepion’daki tiyatronun hatırı sayılır bir kısmı, hastalara ayrılmış.

Bergama’nın nüfusu 160 bin iken 100 bin kişi alan 4 tiyatrosu varmış.

Muhsin Ertuğrul’a göre, “Hastane gövdelerin, tiyatro ruhların şifa kaynağıdır.

Ruhsuz adam bir kalıptır.

Düşünmekten, duymaktan, insanlıktan, iyi ve kötüyü ayırt etmekten uzak bir kalıp!

En korkunç suçları işleyenler hep bu ruhsuz kalıplardır.

Çevremizi karartan, eğitim ışığına varamamış bu sakat ruhlardır.”

Tiyatro okul kadar, hastane kadar önemlidir.

Gövde hastası ölür, ruh hastası öldürür.

Tiyatronun en büyük gücü “söz”dedir.

İnsanlığın sesi, tiyatroda duyulan sözlerle kulaktan kulağa, kuşaktan kuşağa geçer, geleceğe armağan kalır.

Tiyatroda seyircinin kana kana içeceği bu söz yağmurudur; ruhları yıkayan bu söz tufanıdır.

Tiyatro, dil kültürüyle de doğrudan bağlantılıdır.

Unutmayalım, Türkiye’de daha fazla ana dille tiyatro, kardeşliğe, barışa ve dayanışmaya hizmet edecektir.

Tiyatronun gücünden daha fazla yararlanmak için biraz daha gayret!