OSETYA ÜZERİNE

Kuban Paul Seauhmann
11.09.2004

Yıllık iznimizde Kuzey Kafkasya Cumhuriyetlerinde şeriat devleti kurmayı hayal eden katiller inanılmaz bir katliama daha imza attılar. Bu olay üzerine birçok yorum yapıldı. Bundan sonra da yapılacak. Biz dilimiz döndüğünce bu şeriatçı katillerin ve onları işbirlikçilerinin dertlerinin başka olduğunu anlatmaya çalıştık. Onların ne Çeçenya ne de Çeçen halkı umurlarında. Ne yazık ki, canileri cesaretlendiren, onların ‘’alınlarından öpen’’ hemşehrilerimizde bu katliama ortak olmuşlardır.

Marje ve diğer mail gruplarında yapılan yorumların içinde sayın Hulusi Üstün’ün değerlendirmesi son derece doğruydu. Hala katillerin yaptıklarına kılıf bulan kişilerin varlığı da olay kadar dehşet vericiydi.

Bu hafta sayın Üstün’ün  Marje’ye gönderdiği yazıyı sizlerle paylaşalım. Umarız, artık bu katiller topaklarımızdan çekilip, kendi ülkelerine giderler.

‘’Şu saatlerde tamamen sona erdiğini haber aldığımız Osetya eylemiyle Kafkasya’daki gelişmeler ve Çeçenya’daki sendrom yeni bir açmaza girerken bize on yıllık Çeçen mücadelesinin sağlıklı bir analizini yapmak suretiyle mücadelenin nereden nereye geldiğini gözler önüne sermek düşüyor.

Son eylemle birlikte Kafkasya’nın ne kadar süreceğini hiç kimsenin bilmediği bir kaos döneminin içine düştüğü kesindir. 1990’lı yılların başında son derece meşru ve hukuki bir zeminde başlayan Çeçenya’nın özgürlük mücadelesi, 1994’te başlayan sıcak çatışmalarla dünya gündemine oturmuştu. 1996 yılında Rus ve Çeçen hükümetlerinin devlet başkanı düzeyinde taraf olduğu Hasavyurt ve Moskova anlaşmalarıyla son bulan birinci savaş neticesinde Çeçen bağımsızlığının hukuki meşruiyeti daha sağlam bir görünüm almıştır. Bu dönemde Çeçenya ile ilgili değerlendirmeler yapılırken Çeçen bağımsızlığı Bosna bağımsızlığıyla kıyaslanır ve özdeşleştirilir hale gelmişti. Ayrıca bu dönemde Çeçen sorununu terör uzmanları değil, uluslararası hukuk uzmanları tartışıyordu. 

Ne olup bittiyse 1996 yılı sonrasındaki dört yıllık zaman dilimi içerisinde olay çok farklı bir mecraya akmış ve Çeçenya illegal örgütlerin uzantısı kişilerle dolmuştur. Başta Arap ülkeleri olmak üzere İslam dünyasının çeşitli yerlerinden ve batıdaki mühtediler arasından Çeçenya’ya giren entelektüeliteden mahrum, dini bilgisi son derece yüzeysel maceraperest serdengeçtiler Çeçen yönetiminden kopuk, hatta Çeçen hükümetine rağmen oluşmuş bir güç olarak bölgede kendilerini hissettirmişlerdir. Başlangıçta sayısal yetersizliğinden ötürü ciddi bir sorun teşkil etmeyeceği düşünülen bu güçler, zamanla Çeçenya’daki inançlı fakat bilgisiz kitleden destek bularak genişlemiş ve kabul etsek de etmesek de Dağıstan operasyonuyla ikinci savaşın fitilini yakmışlardır.  

Şamil Basayev gölgesinde fakat aslında Hattap idaresindeki birkaç yüz kişilik gücün Dağıstan’a girerek federasyon topraklarında sıcak çatışma başlatması savunulamayacak bir durum olmakla birlikte Çeçen hükümetinin cumhurbaşkanı Mashadov bu grubun işgalinin arkasında durarak devlet geleneğinde kabul edilemeyecek bir tecrübesizlik örneği göstermiş ve ikinci savaşa gerekçe teşkil edecek bir olaya sebep olmuştur. Yapılması gereken şey Dağıstan’a giren grubun Çeçen hükümetiyle hiçbir ilgisi olmadığını dünyaya bildirerek sınırı kapatmak olmalıydı. Tabii bunun pratikte mümkün olup olmadığı tartışılır fakat belki bu suretle binlerce cana mal olacak savaşın daha ucuz atlatılması sağlanabilirdi. 

Sonrası birinci savaşla kıyas kabul etmeyecek şiddette ve dehşette ikinci savaş perdesinin açılmasına neden olmuş ve Çeçenya hukuki meşruiyet kazanmış olan bağımsızlığını tehlikeye atmıştır.

İki savaş arasındaki dört yıllık süreç içerisinde bölgeye dolan yabancı güçler iyi analiz edildiğinde bu insanların Çeçenya’ya taşıdığı dini zihniyetin ne kadar yanlış olduğu görülecektir. Dünyanın hiçbir ülkesinden destek görememiş olan Çeçenler verdikleri ölüm kalım savaşında onların yanında olmak isteyen bu bireyleri tabii ki reddetmemiş, gönüllüleri kendilerinden görmüşlerdir. Fakat işin ilginç yanı şudur ki Çeçenya’ya dünyanın çeşitli yerlerinden gelen gönüllüler Çeçenleri kendilerinden görmemiştir. Şöyle ki, çoğunlukla Vahabi görüş taşıyan bu insanlar, Çeçenleri gerçek İslam’ı bilmeyen ve kendilerine dini tebliğ yapılması gereken bir kitle olarak algılamışlardır. Onların gelenek sentezli din anlayışlarını İslam’ın dışında görmüşlerdir. Aynı anlayış Türkiye’de de yerleşik İslam kültürünü ve tasavvufu dinin dışında değerlendirmektedir. Bu durumun boyutlarını çok güzel bir şekilde ortaya koyan bir örnek şudur ki, Çeçenya’da savaşan bir Arap gönüllü Arap basınına “Çeçenya’da ölen siviller için Müslümanlar üzülmemelidir, çünkü gerçekte onlar Sufist müşrikleridir” şeklinde demeç vermişlerdir. Tabii ki bu gönüllüler kendilerini ne Uluslararası Hukuk ne de Çeçen yasalarıyla bağlı hissetmiyor, Çeçen kültürünü ve onların tarihi değerlerini de önemsemiyorlardı. Kafirlerle savaş alanı olarak Filistin’i, Mısır’ı, Irak’ı değil de Çeçenya’yı seçmelerinin sebebi bu bölgedeki insan potansiyelinin direniş ruhunun sağlamlığıydı.  

Çeçenya’da savaşı Arapların yönlendirdiği intibaını uyandıran Arapça kaset ve CD’leri İslam dünyasının her tarafına yayarak finans desteği kazanan bu insanlar Çeçen askeri gücüne bir alternatif olarak gün geçtikçe güçlendiler. İki asırdır toprak kaybeden ve ezilmişlik duygusu içinde olan İslam dünyası Çeçenya’dan gelen askeri başarı haberleriyle coşmuş ve kime ulaştığını düşünmeden destek yağdırmaya başladı. Dünyanın her tarafından adam öldürdüğü ölçüde Tanrı rızasını kazanacağını sanan gençler bir şekilde Çeçenya’ya sızmaya devam etti. Gönüllüler, ellerindeki parasal güçten dolayı da savaş sebebiyle her şeyini kaybetmiş halka kendilerini kabul ettirdiler.

Bunlar arasında akrabalık bağlarından dolayı Çeçenya’ya savaşa giden sayıca az Kafkas asıllı gençler haricindeki farklı milliyetlerden gönüllüler öldürdükleri insan sayısı kadar ecir alacaklarını düşünüyordu. Oysa Çeçenler Rus öldürmek için değil, memleketlerini savunmak amacıyla savaşıyordu. Dolayısıyla Ruslara karşı savaşan bu iki kitle arasında saik farkı vardı. Çeçenya Rus bombalarıyla yaşanılmaz bir hal aldığında, yahut Çeçen halkı Sibirya’ya sürüldüğünde Araplar entarilerini yanlarına alıp memleketlerine dönebilecekti, fakat Çeçenler yurtsuz kalacaktı.  

Bu gönüllüler arasında El Kaide denilen ucube örgütle ilgisi bulunanların olması da şaşırtıcı değildir. Ayrıca dünyanın bütün istihbaratları bu örgütlerin arasına kolaylıkla sızabilirdi. Dolayısıyla Çeçenya direnişi başsız ve reorganize bir şekilde her türlü provokasyon ve yönlendirmeye açık bir şekilde devam eder olmuştu. 

Putin’in Türkiye seyahati gündeme geldiğinde ortaya çıkan “Kara Dul” eylemleri de bu görüşleri açıklar özellikler taşımaktadır. Düşen uçakların her birinde birer Çeçen kadının olduğu açıklandıktan sonra eylemi merkezi Pakistan’da bulunan İstambuli Tugayları adlı bir örgüt üstlenmişti. İstambuli, Enver Sedat’a düzenlenen suikastın failiydi ve Çeçen dağlarında Enver Sedat’ın adını duymuş on kişiye, İstambuli’yi işitmiş bir tek kişiye tesadüf etmek imkan dışıydı.

Eşini yitirmiş Çeçen kadınlarının Pakistan’daki bir örgütün yönlendirmesiyle nasıl harekete geçebileceği, Çeçenler gibi soyca kendilerine hiçbir ulusu akraba görmeyen bir halkın Pakistanlılarca yönlendirilmesinin ne kadar mantık dışı olduğunu sorgulamak hiç kimsenin aklına gelmemişti.  

Son Osetya eylemi, diğerlerine göre bir çok noktada farklılık arz ediyor. Bu eylemin de Çeçenya’yı yurt tutmuş cahil ve nekrofil psikolojiye sahip insanlar tarafından gerçekleştirildiği şüphe göstermiyor. Üzerinde durulması gereken asıl sorun bu insanların kimlerin yönlendirmesiyle eylemin yerini, zamanını ve mağdurlarını seçtiği olmalıdır.  

Faillerin çoğunluğunun Çeçen olmadığı ortaya çıkmıştır. Eylemciler arasında on Arap, bir Müslüman olmuş Rus ve bir Oset bulunduğunu Rus televizyonundan öğreniyoruz. Aralarında kaç Çeçenin olduğu henüz açıklığa kavuşmayan eylemi Çeçen direnişçilerin temsilcisi olan Mashadov reddetmiş, eski Çeçen hükümetinin sözcüsü Zakayev eylemi telin ettiğini bildirmiştir. O halde bu terörü bir Çeçen eylemi olarak kabul etmek doğru bir yaklaşım olmaz.  Tıpkı Avrasya eylemi gibi bu da Çeçen adını kullanan romantiklerin fiilidir. Bu kez farklı olan taraf, bu eylemin her geçen gün biraz daha etkisini arttıran küresel terörün şedit bir parçası olduğu konusunda hiçbir şüphe duyulmamasındadır. 

Eylemin yeri oldukça düşündürücüdür. Çeçen ve Çerkes cumhuriyetleri arasında bulunan, çoğunluğunu Hıristiyan Alanların oluşturduğu Osetya’nın kuzeyindeki Beslan şehri Müslüman Digorların yaşadığı bir yerleşim yeri. Türkiye’deki Kafkas diasporasının en muhafazakar kesimini Müslüman Osetler oluşturmaktadır. Alan halkının yaşadığı diğer cumhuriyet olan Gürcistan’a bağlı Güney Osetya’da son zamanlarda meydana gelen kıpırdanmalar dolayısıyla, Güney Osetya’nın Abhazya’yla birlikte savaşa doğru ilerleyen Gürcü-Rus anlaşmazlığının kilitlendiği iki bölgeden biri olduğu bilinmektedir. Güney Osetya’daki bağımsızlık yanlılarına destek veren Rus hükümeti, Kuzey Osetya’da gerçekleştirilen terörist eylemle zor duruma düşmüştür. Bu da konunun Gürcü Rus anlaşmazlığı cephesini oluşturmaktadır. Dolayısıyla akla eylemci fanatiklerin başka eller tarafından yönlendirilmiş olduğu ihtimali gelmektedir. Bu gizli el Gürcülere ait olabilir mi sorusu üzerinde düşünmek gerekir.

Eylemi yapanların bizim bildiğimiz anlamda Müslüman olmadıkları da ortadadır. Çocukların rehin alınması, üç gün boyunca sudan bile mahrum edilmeleri hangi kutsal kitabın ayetine, hangi peygamberin sünnetine, hangi alimin içtihadına dayanılarak açıklanabilir. Eylem Çeçen direnişinde kendisini gösteren Kafkas savaş geleneklerine bu noktada da tamamen aykırıdır. Rehin alma ve adam kaçırma Kafkasyalıların Ruslarla olan savaşta sıkça başvurduğu bir yöntem olmakla birlikte çocukların mağdur edildiği bir başka örnek gösterilemez. Osetya’daki eylemde direnişçilerin sergilediği tavır, kadın ve çocuklara karşı şiddet kullanamayan Kafkasyalılara ait bir tavır değildir.  

Eylemin Putin’in Türkiye ziyaretine rastlaması tesadüf olamayacak kadar enteresan bir zamanlamadır. Güney Kafkasya’da her geçen gün etkisini arttıran Amerika’nın, Rus Türk yakınlaşmasından ve iki tarafın çok kısa bir süre içinde savaş dolu tarihlerini unutarak birbirlerine bu şekilde iltifatlar yağdırmasından rahatsız olduğu ortadadır. Bir faili meçhulü aydınlatmakta kullanılan ilk yöntem, suçtan menfaat kesbeden kişinin kimliğinin tespitidir. Bu soruyu eyleme uyarladığımız zaman eylemden menfaat sağlayanın bölgedeki varlığı pekişen ve Gürcistan cephesinde bir puan öne geçen Amerika olduğu da basit aklın keşfedebileceği bir başka gerçektir.  

Bundan sonra ne olacak? Artık Çeçen bağımsızlık hareketinin dünya kamuoyu tarafından destek bulması ihtimali kalmamış ve Çeçenlerin bağımsızlığı bir elli yıl daha imkansız hale gelmiştir. Ayrıca Kuzey Kafkasya’nın birleşik çıkarları da bu eylemle ne kadar süreceği belli olmayan bir uyku dönemine geçmiştir. Bölgedeki Rus operasyonları şiddetini arttırarak devam edeceği için Çeçen halkının bölgedeki ulusal varlığı da tehdit altındadır. Bu baskı mutlaka diğer Çerkes cumhuriyetlerine de yansıyacak, bölgedeki Rus varlığı güçlendiği için onların kültürel gelişimleri de kesintiye uğrayacaktır.

Sonuç olarak bölgedeki Arap gönüllüler başlangıçta eylemlerini arttıracak, ardından tutunamayacaklarını anlayarak kurtardıkları Çeçenya’yı terk edeceklerdir.  

Küresel terör, kendisine bir cephe olarak da Kafkasya’yı seçmiştir ve Çeçen özgürlük savaşı bu cephenin gölgesinde kalmaktadır. Çeçen bağımsızlık savaşı son on yılın değil, son dört asrın gündemindedir. Durum onu gösteriyor ki daha uzun yıllar gündemdeki yerini koruyacaktır. Yazık olan o ki, bugüne kadar Şeyh Şamil’le, Dudayev’le onurlu kadınlar ve cesur erkeklerle birlikte adı anılan bu halk artık dünya kamuoyunun zihninde bebek katilleri olarak yaftalanmıştır.  

Kaybeden Kafkasya’dır.’’ 

Av. Hulusi Üstün

SonSöz
Acımız büyük. Tüm Asetin hemşehrilerimizin acılarını paylaşıyoruz.