RUSYA FEDERASYONU’NUN GÜNEY KAFKASYA POLİTİKASI

Kamil Agacan

Giriş

“Renkli Devrimler”le eski Sovyet coğrafyasında yeni bir süreç yaşanmaktadır. Bu sürecin en önemli sonuçlarından birisi, söz konusu coğrafyanın eski “efendisi”, başat gücü Rusya Federasyonu’nun (RF) etkinliğinin hızla erimesidir. Bu devrimlerin mi RF’nun etkisini azalttığı, yoksa RF’nun etkisi azaldığı için mi devrimlerin ortaya çıktığı önemli bir tartışma konusudur. Bu iki olgu arasında karşılıklı etkileşimin var olduğu göz ardı edilemez.

Fakat söz konusu devrimlerin tek sebebi Moskova’nın etkisinin azalması olmadığı gibi, RF’nun etkisinin azalmasının da tek sebebi bu devrimler değildir. Her iki olgunun nedenlerinin incelenmesi daha uzun soluklu çalışmayı gerektirmektedir.

Bu çalışmanın hedefi ise daha mütevazı olup Güney Kafkasya alt sistemi itibarıyla, RF’nun etkinliğini sağlayan araçların tükendiğini göstermektir. Buna bağlı olarak bu makalede RF’nun mevcut Güney Kafkasya politikasının giderek açmaza sürüklendiği ve değişime gebe olduğu iddia edilmektedir. Bu çerçevede RF’nun Güney Kafkasya politikasının belli başlı araçları üzerinde durulacak ve etkinliği doğrulanacaktır.

RF’nun Güney Kafkasya Politikası’nın Araçları SSCB’nin çöküşünün ardından kısa bir duraklama evresi geçiren Rusya, hızla kendisini toparlayarak eski Sovyet mekanı üzerinde tek söz sahibi olmak için yeniden mücadeleye girişmiştir. RF’nun mücadelesinin ana güdüsü, kaybetmiş olduğu eski “büyük güç” statüsünü yeniden sağlamaktı. Rus siyasi ve askeri seçkinleri eski Sovyet bölgesinde hakimiyet tesis edemeyen RF’nun bu statüye kavuşamayacağına inanmaktaydılar. (1) Bu çerçevede Moskova’da 1993’te kabul edilen askeri doktrin ve dış politika konsepti, eski SSCB mekanını “yakın çevre” olarak değerlendirmiş ve kendi etki alanı içinde saydığını göstermiştir. (2) Buna bağlı olarak da, eski Sovyet cumhuriyetlerini kendi etrafında birleştirmeyi ve bunun doğal sonucu olarak diğer güç merkezlerinin bölgedeki etkinliğini sınırlandırmayı hedefle yeni ikili ve çok taraflı oluşumlara gitmiştir. Bu çerçevede RF’nun Güney Kafkasya cumhuriyetlerine yönelik kullandığı belli başlı baskı araçları şöyleydi: Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT), etnik çatışmalar, askeri üsler, boru hatları.

BDT

Aralık 1991′ de SSCB ‘nin dağılması üzerine oluşturulan BDT, RF’nun eski Sovyet cumhuriyetlerini kendi nüfuz alanında tutmaya yönelik en kapsamlı girişimi olmuştur. Üç Güney Kafkasya cumhuriyetinden Ermenistan BDT’ye üye olurken, Azerbaycan ve Gürcistan bağımsızlık ve Rus nüfuz alanından uzaklaşmak isteğiyle BDT üyeliğine direnmiştir. BDT, bu cumhuriyetlerde Moskova’nın eski SSCB’yi diriltme çabalarının bir aracı olarak görülmüştür.

Gürcistan, BDT’ye girmeyi 1993 yılına kadar reddetmiştir. Fakat, 1992’de Güney Osetya’nın, Eylül 1993’de Abhazya’nın kaybedilmesi karşısında, Rusya’ya bazı konularda taviz verilmediği sürece çok etkili ve siyasi olarak istikrarsız bir yapıda tahriklerin devam edeceğini ve Gürcü devletinin kaçınılmaz bir şekilde dağılıp gideceğini gören Şevardnadze, Rus askerlerini topraklarına kabul etmek ve BDT üyeliğine rıza göstermek zorunda kalmıştır. (3)

8 Ekim 1993’de Kremlin’de yapılan, Rusya ve üç Kafkasya cumhuriyetinin devlet başkanlarının katıldığı Kafkasya Zirvesi’nden sonra Şevardnadze, BDT üyeliğinin Gürcistan’ın bütünlüğünü korumak için son çare olduğunu belirtmiş ve “BDT üyesi olmanın ülkelerinin çıkarlarına uygun olduğu konusunda ikna oldum” açıklamasında bulunmuştur. (4)

BDT’nin kuruluş aşamasında Azerbaycan’da iktidarda bulunan Ayaz Mutallibov, BDT antlaşmasını imzalamış olmakla birlikte, muhalefetin güçlü olduğu parlamentoda onaylatamamıştır. Mutallibov sonrası iktidara gelen Elçibey yönetimi de BDT toplantılarına temsilci göndermekle birlikte, BDT Anlaşması’nın parlamentoda onaylanmasına yanaşmamıştır. (5) Azerbaycan ancak, Haziran 1993 darbesinden sonra, Aliyev döneminde yoğun Rus baskıları karşısında söz konusu anlaşmayı onaylayarak BDT’ye üye olmuştur.

BDT’ye üye olmakla birlikte, Azerbaycan ve Gürcistan, RF’nin BDT çerçevesinde ilişkilerin derinleştirilmesi ve merkezileştirilmesi çabalarına direnen cumhuriyetlerin başında gelmiştir. Bu cumhuriyetler Rusya’nın isteklerine tek başına karşı koymaktan kaçınarak BDT içinde farklı arayışlara yönelmişlerdir. Bunun da başında BDT konusunda aynı endişeleri taşıyan Ukrayna’yla ortak hareket edilmesi gelmektedir. Bu üç devlet 1997’de Kisinyov’da yapılan BDT Zirvesi’nde bir deklarasyon yayınlayarak “Rusya’nın hegemonyacı siyasetini devam ettirmesi durumunda BDT’den ayrılma konusunu gündeme getirebileceklerini” bildirmiştir. 6 Şubat 1997’de Sevardnadze hem Ukrayna’yı, hem de Azerbaycan’ı ziyaret etmiş ve bu ziyaretlerde stratejik işbirliği yapılması kararlaştırılmıştır.

Bu girişimlerin sonucunda BDT içinde alternatif bir yapılanmaya gidilmiş, adını üyelerinin baş harflerinden alan GUUAM (Gürcistan, Özbekistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova) oluşturulmuştur. (7) Dolayısıyla Rus baskıları karşısında BDT’ye üye olmalarına rağmen Azerbaycan ve Gürcistan, bu kurumun ülkenin bağımsızlığını ortadan kaldıracak bir yöne evirilmesine karşı bir politika izlemişlerdir.
1997 Zirvesi’nden sonra BDT belini doğrultamamıştır.

Putin’in 2000’de iktidara gelmesinden sonra, eski zirvelerdeki şaşaalı görüntü yeniden verilmeye çalışıldıysa da kurumsal olarak BDT, zaten sınırlı olan eski etkinlik düzeyine bir daha ulaşamamıştır. Bununla birlikte çeşitli sebeplerle GUUAM da etkin olamamıştır. Bu sebeplerin başında her şeyden önce Şevardnadze, Kuçma ve Aliyev’in Moskova’yı daha fazla “kızdırmamak” yönündeki tutumları gelmekteydi. Gürcistan ve Ukrayna devrimleri bu durumu kökünden değiştirmiştir. Bugün Ukrayna ve Gürcistan’ın yoğun çabasıyla GUUAM etkinleştirilmeye çalışılmaktadır. (8) Bir taraftan “renkli devrimler”, diğer taraftan GUUAM’ı etkinleştirme girişimleri, zaten varlığı ve etkinliği kalmamış BDT’nin de sonunu getirebilecek; böylece Rusya önemli bir araçtan yoksun kalabilecektir. (9)

Etnik Çatışmalar

Etnik çatışmalar, Moskova’nın Güney Kafkasya cumhuriyetleri üzerindeki en etkin aracı olmuştur. SSCB’nin çöküşünün ardından 14 yıl gibi bir süre geçmiş olmasına rağmen, bu cumhuriyetlerden hiçbirisinin tam anlamı ile Rusya’nın nüfuz alanından çıkamamış olması büyük ölçüde buna bağlıdır. Hem Azerbaycan hem Gürcistan, karşı karşıya kaldığı toprak bütünlüğü sorununu, başından itibaren kendi dinamikleri olan bir sorun olarak görmekten çok, bu ülkeleri kendi egemenliği altında tutmak için Rusya’nın ortaya çıkardığını ileri sürmüştür.

RF, 1990’lar boyunca bu bölgeye yönelik gerginlikleri tırmandırma, ülkelerde kendine bağlı “cepler” oluşturma ve ayrılıkçı hareketleri destekleme politikası izlemiştir. Yaşanan kargaşa sebebiyle, Batılı
sermayenin ve ülkelerin bu bölgeye girmesinin engelleneceği ve kendi iç sorunlarını çözen ve güçlenen Rusya’nın yeniden bu bölgelere döneceği varsayılmıştır. Fakat, gelinen noktada bunun başarılı olmadığı ortadadır. Ayrıca, Batılı devletlerin bu bölgeye girmesi ve nüfuz edinmesi engellenemediği gibi ayrılıkçılığa verdiği destek Azerbaycan ve Gürcü halkında yoğun Rus nefretine yol açmıştır. Rus liberal çevreleri artık, eski böl-yönet politikalarının savunulabilir olmadığını ve bu yüzdende Rusya’nın geleneksel politikasını değiştirerek asli cumhuriyetleri yanına çekmesi ve ekonomik, kültürel ilişkileri geliştirmesi gerektiğini belirtmektedirler.

Böylece, liberaller jeopolitik kayıpların ekonomik kazanımlarla telafi edilebileceğini savunmaktadırlar. (10) Öte yandan özellikle askeri çevrelerin ağır bastığı “neo-emperyalist” olarak adlandırılabilecek ve mevcut politikaların uygulanmasında ısrarlı olan kesim, Azerbaycan ve Gürcistan’ın ülke bütünlüğünü sağlama çabalarına karşı çıkılmadığı takdirde RF’nun Güney Kafkasya’daki stratejik konumunu kaybedeceğini ileri sürmektedir. Kafkasya’nın kuzeyi ve güneyiyle birlikte tek bir stratejik bütünlük oluşturduğunu savunan “neo-emperyalistler” Güney Osetya’dan çıkarak Kuzey Osetya’da kalmanın, Gürcistan’dan çekilip Kafkasya’da jeopolitik nüfuzunu korumanın imkansız olduğunu iddia etmektedirler.

RF’nun mevcut politikaları kendi içinde ciddi ikilemler ve açmazlar taşımaktadır. ABD’nin tek başına veya başını çektiği örgütler aracılığıyla giderek bu bölgede nüfuzunu artırması karşısında RF, Güney Kafkasya cumhuriyetlerinin ABD’ye karşı kendi yanında yer almasını arzulamaktadır. Fakat 90’ların başından itibaren uygulamış olduğu politikalar RF’nu bu konuda çıkmaza sokmaktadır. Her şeyden önce bu cumhuriyetler RF’nun uyguladığı kaba askeri emperyalizmin acıları sebebiyle Amerika’yı kurtarıcı olarak algılamaktadır.

Dolayısıyla RF’nun bu cumhuriyetleri kendi yanına çekmeye yönelik askeri kaba emperyalist yönteme dayalı politikaları ters tepkiyle bu cumhuriyetlerin daha fazla ABD’ye sığınmasına yol açmaktadır. Mevcut politikaların devam etmesi ayni zamanda RF’nun diğer baskı araçlarının etkisini de sınırlandırmaktadır.

Gelinen noktada, RF’nun Azerbaycan ve Gürcistan’la ilişkileri kendi içinde bir başka ikilem taşımaktadır. Moskova, bugüne kadar uygulanan politikaların başarılı olmadığının ve hedeflenen sonuca ulaşmadığının farkındadır. Fakat bu politikalardan vazgeçip, ayrılıkçı yönetimleri desteklemez, dahası bu cumhuriyetlerin toprak bütünlüğünün sağlanmasında yardımcı olursa toprak bütünlüğü ve bağımsızlık sorunları çözülmüş Azerbaycan ve Gürcistan’ın daha fazla, hatta tamamen ABD’ye yönelip yönelmeyeceğini kestirememektedir. Bu belirsizliğe rağmen, son seçeneğin içinde Gürcistan’ın ve Azerbaycan’ın RF ile ilişkilerini kötüleştirmeyip ABD ve RF arasında dengeli bir politika izleme ihtimali bulunmaktadır. Fakat mevcut politikalar böyle bir denge politikasına fırsat tanımamaktadır. Çünkü denge politikaları daha çok barış döneminin politikalarıdır. Eğer bir ülkenin topraklarının önemli bir kısmi işgal edilmişse işgalci devletle denge politikasının uygulanması düşünülemez. İşgalci devletle denge politikasından bahsetmek, toprak kaybının kabullenilmesi anlamına gelmektedir. Ama görüldüğü gibi Azerbaycan ve Gürcistan topraklarının kaybını kabullenmiş değildirler. Toprakları işgal edilmiş zayıf devletin güçlü işgalciye karşı yürüttüğü politika bir tür ittifak politikasıdır.

RF’nun Güney Kafkasya politikasının bir diğer açmazı Kuzey Kafkasya’dır. Kuzey Kafkasya’daki ve özellikle Çeçenistan’daki ayrılıkçı eğilimlerin Güney Kafkasya’daki gelişmelerden ne kadar etkilendiği hep sorgulana gelmiştir. Güney Kafkasya’da RF’nun desteklediği, teşvik ettiği ayrılıkçılıkla Çeçenistan’daki ayrılıkçılık arasındaki nedensellik bağı bilinmemekle birlikle bu olayların karşılıklı etkileşiminden iki sonuç çıkmaktadır. Her şeyden önce RF’nun Çeçenistan politikası, Güney Kafkasya politikasını meşruiyetten ve tutarlılıktan yoksun bırakmaktadır.

RF Çeçenistan’da savaş hukukunu ihlal ederek, binlerce sivil insanin öldürülmesi pahasına toprak bütünlüğünü sağlamaya çalıştığını söylerken, kendi ayrılıkçı yönetimlerine RF’ndaki federe cumhuriyetlerden daha fazla yetki vermeye hazır olduklarını açıklayan Azerbaycan ve Gürcistan’ın barışçıl yöntemlerle toprak bütünlüklerini sağlamalarına engel olmaktadır. Bu durum, RF’nun Güney Kafkasya politikası için ciddi bir meşruiyet sorunu doğurmaktadır. Kuzey ve güneyin karşılıklı etkileşiminin ikinci sonucu ise RF’nun ayrılıkçılıkları destekleyerek, Azerbaycan ve Gürcistan’ı zayıf düşürerek güneyde yarattığı istikrarsızlığın kuzeydeki kaosla beslemesidir. Ekonomik durumu pek parlak olmayan Moskova; Dağlık Karabağ, Abhazya ve Güney Osetya’nın ekonomik gereksinimlerini karşılayamadığından buradaki ayrılıkçı yönetimlerin kaçakçılık, uyuşturucu, silah ticareti gibi gayrimeşru gelir kaynaklarına göz yummakta, fırsat tanımaktadır.

Abhazya ve Güney Osetya’da oluşan bu yapının, fiilen bütünleştiği Kuzey Kafkasya federe cumhuriyetlerine bulaşmamasına imkan bulunmamaktadır. Bu da Kuzey Kafkasya federe cumhuriyetlerinde örgütlü suç şebekelerinin ortaya çıkmasına, zaten Kuzey Kafkasya’ da sınırlı
olan merkezi yönetimin otoritesinin iyiden iyiye azalmasına yol açmaktadır.

RF’nun ayrılıkçı yönetimlere verdiği desteğin merkezinde Ermeni, Abhaz ve Oset uluslarına duyduğu yakınlık değil, jeopolitik mücadelede Azerbaycan ve Gürcistan üzerinde daha fazla nüfuz edinme emeli yatmaktadır. Fakat meşru ve savunulabilir olmaktan uzak bu politikalar tam tersi etkiyle ABD’nin Azerbaycan ve Gürcistan’da nüfuzunu daha da artırmasına yol açmaktadır. Bu süreçlerin devam etmesi halinde Azerbaycan ve Gürcistan üzerinde nüfuz edinemeyen, dahası Rus düşmanlığını körükleyen, ABD’nin artan nüfuzunu engelleyemeyen Moskova’nın, ayrılıkçılığa verdiği destek iyiden iyiye anlamsızlaşacaktır

Askeri üsler: RF’nun Güney Kafkasya politikasının başlıca unsurlarından birisini bölgedeki Rus askeri üsleri oluşturmaktadır. Bugün RF’nun Gürcistan’da iki, Ermenistan’da ise bir askeri üssü bulunmaktadır. Gürcistan’da konuşlanan Rus üsleri Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Antlaşması’nda öngörülen güney kanadı tavanlarını aşmaktadır. Bu sebeple de bu üslerin kapatılması süreci yaşanmaktadır. Her ne kadar Moskova bu süreci durdurmaya veya geciktirmeye çalışsa da
Gürcistan’daki Rus üslerinin kapatılması geri dönülmez bir asamaya gelmiştir.

Gürcistan’daki Rus üslerinin kapatılması hususu AGIT Zirve kararlarının yanı sıra, Haziran 2004’te İstanbul’da yapılan NATO Zirvesi’nin Sonuç Bildirgesi’nde de yer almıştır. Ayrıca Gürcistan yönetiminin de bu konuda giderek sertleştiği görülmektedir. Nitekim 10 Mart 2005’te Gürcistan Parlamentosu bu konuda karar almıştır. Kararda Moskova’nın üslerin kapatılmasına yanaşmaması halinde, 01 Ocak 2006’da üslerin yasadışı ilan edilerek ablukaya alınacağı bildirilmektedir.

Uluslararası sistemin yapısında ciddi bir değişiklik yaşanmadığı sürece, Rus üslerinin orta vadede Gürcistan’daki varlığını devam ettirmesi olanaksız gözükmektedir. Gürcistan’daki üslerin kapatılması halinde Ermenistan’daki Rus üssü anlamını ve işlevini kaybedecektir. Ermenistan’la doğrudan kara bağlantısından yoksun olan RF, bu üsle bağlantısını Gürcistan’ın izin vereceği ölçüde sağlayabilecektir.

Boru Hatları:

Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile bölge, Hazar havzasında bulunan zengin petrol ve doğal gaz kaynakları ile gündeme gelmiştir. Azerbaycan’ın doğrudan denize çıkışının olmaması, sahip olduğu petrolün ve doğal gazın uluslararası piyasalara çıkarılmasında güzergah sorununu gündeme getirmiştir. Bu enerji kaynaklarını ve ihraç edileceği güzergahları kontrol etme çabası, hızla bölgede Soğuk Savaş sonrası siyasetin temel konularından birisi haline gelmiştir.

Hatta yaşanan jeopolitik rekabeti sadece petrol ve boru hatları mücadelesi olarak gören değerlendirmeler bile yapılmıştır. Söz konusu Kaynakların uluslararası piyasalara taşınmasında tek güzergah olmaya çalışan Rusya’nın tutumu yüzyılın başındaki “Büyük Oyunu” anımsatan bir oyun başlatmıştır.

Moskova, Hazar petrollerinin mevcut RF üzerinden geçen borularla taşınmasında ısrar etmiştir. Bu
durum yeni bağımsız cumhuriyetlerin RF’na bağımlılığını sağlayacaktı. Bu bakımdan, petrol boru hatları RF’nun büyük güç statüsünün devamlılığını sağlayacak önemli araçlardan birisi olarak görülmüştür.

RF’nun bütün karşı çıkışlarına rağmen Azerbaycan petrolleri için ana ihraç güzergahı olarak Baku-Tiflis-Ceyhan hattı belirlenmiş ve inşaatına başlanmıştır. Eylül 200S’te söz konusu projenin tamamlanması ve bu güzergahla petrol taşınması beklenmektedir. Dolayısıyla RF’nun bu
konudaki girişimleri başarısız olmuştur.

Sonuç

Moskova’nın Güney Kafkasya cumhuriyetlerine yönelik kullandığı belli başlı baskı araçları iflas etmiştir. Bütün bu süreçleri eş zamanlı olarak düşündüğümüzde mevcut politikaları sürdürmenin imkansız olduğunu, Rusya’nın Güney Kafkasya politikasının değişime gebe olduğunu söylemek mümkündür. Büyük ölçüde bu değişimin “devletlerin egemen eşitliği”ne doğru olacağı da kestirilebilir. Bu durum, Kafkasya’da Moskova’nın başat konumunun sonu, yeni bir dönemin başlangıcı olarak görülebilir. Bu hiç de 200 yıllık bir Rus etkisinin bölge hayatından silindiği anlamına gelmemektedir. Böyle bir şeyin bir anda veya birkaç yılda olması mümkün olmadığı gibi Rusya bölgede her zaman dikkate alınması gereken önemli güçlerdendir. Yeni olan, Moskova’nın belirleyici konumunun ortadan kalkmasıdır.

DİP NOTLAR
1)
GerhardMangott, “Dizlerinin Üstüne Çöken Dev:Rusya’nın Küresel Rolü Üzerindeki Yapısal Kısıtlamalar”,Yılmaz Tezkan (der),Kadim Komşumuz Yeni Rusya,Ülke Yayınları, İslanbul, 2001, ss.64-93, s.75
2) İdilTuncer,”RusyaFederasyonu’nunYeniGüvenlikDoktrini:’YakinÇevre’ ve Türkiye”, Gencer Özcan ve Şule Kut (der.), En Uzun On Yıl. Türkiye’nin Ulusal Güvenlik ve D/ Politika Gündemindeki Doksanlı Yıllar, Buke Yayınları, İstanbul, 2000,ss.435-460; Jonathan Valdez,”The Near Abroad, the West,and Nationalldentityin Russian Foreign Policy”, Adeed Dawisha ve KarenDawisha (der.),The Makingof Foreign Policyin Russiaand the
New Statesof Eurasia, M.E. Sharpe, NewYork,1995,ss. 84-109; Andranik Migranyan, “Rossiyai Blijnee Zarubejye”,Nezavisimaya Gazeta, Moskova, 18 Ocak 1994.
3) Svante E.Comel!,”Geopolitics And Strategic Alignments In The Caucasus And Central Asia”, Perceptions, Haziran-AQustos1999, C. 4, No. 2 http://www.mfa.gov.tr/grupa/percepVdefault.htm; David Darchiashvili,
Georgia-TheSearchfor StateSecurity,Tiflis,Aralik 1997,5.4.
4) Cumhuriyet,9 Ekim1993ve 10Ekim 1993.
5) Nazım Cafersoy, Elçibey D6nemi Azerliayean D/ Politikasi, ASAM Yayinlan, Ankara, 2001,ss.100-102.
6) Ömer Faruk Ünal, “Azerbaycan-Gürcistan İlişkileri”, Kafkas Üniversitesi Dergisi, Bakü, ://www.qafqaz.edu.azIJOURNALJvoI3.1/azerbaycan..gurcustan.html
7) GUUAM’la ilgili daha geniş bilgi için bkz. Mustafa Aydın, New Geopolitics of Central Asiaand the Caueasus.Causesof InstabiUtyand Predieament, Stratejik İnceleme Raporu