SON GÜNLERDE KBC

BABUG Ergun Yıldız
12.12.2009

Son günlerde Kabardey-Balkarya Cumhuriyeti’nde (KBC) olan biten hakkında ortalık toz duman ne yazık ki.

Hangi bilgi doğrudur, kaynağı kimdir, olan bitenin tam olarak detayları nedir kimse bilmiyor.

Diasporadan sözümona şiddetli bir tepki ve eleştiri geliyor aynı zamanda. Fakat onların da elinde yeterli bilgi olduğunu sanmıyorum.
O nedenle olan biteni kendi bildiğim kadarı ile kısaca yorumlayarak aktarayım.

Fakat daha öncesinde şunu ifade etmek isterim ki, sayın HAPİ Cevdet anavatana karşı sürekli eleştirel bir tutum içerisindedir ve genellikle de dayanakları sağlam değildir.

Ben sayın büyüğümüzün meseleye eskiden kalma duygusal bir muhalif tavır ile yaklaştığını ve söylemine delil olarak seçtiği konuları da buna uygun seçtiğini sanıyorum.

Bu konuda sayın büyüğümüze daha önce de başka bir sitede benzer bir eleştiri yaptığım için yeniden aynı şeyleri tekrar etmek istemiyorum.

Son günlerde olan bitene gelince:

Buradaki son gelişmeleri takip ederken, toprak meselesi nedeniyle yapılan birinci miting sonrasını ayrışma noktası olarak koymak gerektiğini düşünüyorum.

Topraklarımızın Balkarlara verilmesine hiç kimse razı değildir, o nedenle yasa iptal edilinceye kadar herkes bu konuda tepki gösterdi herkesin kendine göre bir itirazı oldu.

Fakat yasa cumhurbaşkanı tarafından imzalanmadan geri çevrildiği gibi, aynı zamanda daha önce mecliste kabul edilmiş olan hali de iptal edildi.

Bu gelişmeden sonra gelinen nokta bazılarınca tatmin edici bulunduğu için, ikinci mitinge katılıp katılmama konusunda tereddüt başladı insanlarda.

Yasa iptal edilmesine rağmen, Adige sivil örgütlerinden üç tanesi ayın 5’inde planlanan ikinci mitingi yapmakta ısrarcı oldular.

Özellikle de hiç hesapta yokken ve hatta gereği yokken cumhurbaşkanının istifasını istemek gibi önemli bir konuyu da bu meseleye eklemlediler.

Bence bu çok önemli bir taktik hataydı ve cemiyetin önüne geçen insanların bu tür ince detayların ayrımında olabilmeleri gerekirdi.

Şu anda halkın çok önemli bir bölümü mevcut başkanın devamından yana, çünkü o giderse yerine gelmesi muhtemel isimlerin pek de
pür-ü pak isimler olmadıkları herkesçe biliniyor.

Konuya başka bir açıdan bakınca görünen durum ise kısaca şöyledir :
Mart 2010 yılında devlet başkanının görevi bitmiş oluyor, ya yeniden bu göreve gelecek veya yerine başka birisi devralacak vazifeyi.

Meselenin düğüm noktası da tam burasıdır bana göre.

Balkarlar şu andaki başkanı zayıflatmak için uzun süredir zaten sürekli mitingler ve gösteriler yapıyorlar, Moskova’ya, Duma’ya RF Devlet Başkanına, hükümete, anayasa mahkemesine sürekli şikayetlerde bulunuyorlar.

Ne yazık ki, bunu yeni dönemde iktidarı almaya talip olan birilerinin de el altından desteklediği söylenegeliyor uzun zamandır.

İsmi lazım değil bir gazete ile sürekli aleyhte yayın yapıldığı, Balkarların alttan alta kışkırtıldığı, bu türden bütün muhalif faaliyetlerin müstakbel aday adayları tarafından finanse edildikleri ifade ediliyor sokakta.

Amaç şu andaki başkanı yıpratmak ve bir daha seçilmesini önleyerek iktidarı ele geçirmek.

Yani bütün cemiyeti ilgilendiren toprak meselesinin yanında, bir de yönetimi ele geçirme mücadelesi yürüyor ve bu iki konu artık neredeyse birbirine iyice karışmış durumda.

12. ayın 3’ünde, Balkarlar toprak yasasının geri çekilmesini protesto için miting yapmaya kalktılar, bu miting de idare tarafından benzer yöntemlerle iptal edildi.

Saldırıya uğrayan arkadaşlar tarafından 5’inde yapılacak mitingin iptali için de araya bir çok kişi konularak ilgili liderlere çağrı yapıldı, mitingi gerektiren durumun ortadan kalktığı hatırlatıldı fakat bir sonuç alınamadı.

İşte bu noktadan sonra bilinen olaylar cereyan etti.

Çok kısaca durumu özetlersek; yaklaşan devlet başkanlığı seçimi öncesi cumhuriyette durumu de stabilize etmek isteyen cephe ile yine yaklaşan seçim nedeni ile buna izin vermemekte kararlı olan cephe şiddetli bir mücadele içerisindeler ve bu mücadele doruk noktaya ulaştı son günlerde.

Saldırılara maruz kalan sivil toplum liderlerinin yurtseverliğinden zerre kadar bir kuşku duymuyorum.

Vatan topraklarının yağmalanması için (kendi ifadesine göre başkandan bile habersiz) dönen dalaverenin cemiyete duyurulması ve tepkinin organize edilmesi de bu arkadaşların başarısıdır.

Yapılan ilk miting de yine bu arkadaşların başarısı ve kararlılığı sonucudur, diğerleri sadece detaydır ve mitinge yönetimden izin çıktıktan sonra olaya müdahil olmuşlardır.

Fakat son gelinen noktada bu arkadaşların yanlış tahlil yaptıklarını veya yanıltıldıklarını düşünüyorum.

Çünkü tamamen yurtsever duygularla yürüyen bu hareket, yukarıda detayını anlattığım ve uzun süredir cumhuriyette üstü kapalı yürütülen iktidar tepişmesinin ortasında kaldı bir anda.

Kendileri öyle olmasını istemeseler de özellikle devlet başkanının istifasının istenmesi gibi hatalı talepler, yapılan mücadeleyi iktidar kavgasının bir tarafıymış gibi gösterdi ve bu yönde kuşkuların oluşmasına neden oldu.

Elbette bu tür bir taktik hata yapmış olmaları onların böylesine darp edilmelerini gerektirmez, elbette bir hata nedeniyle bu güne kadar yaptıkları bir anda silinip atılamaz.

Bu cemiyet onlara sahip çıkmalıdır, fakat sahnenin gerisinde bu kişilerden bağımsız bir başka mücadelenin sürdüğünü de bilmelidir.

Buradaki toplum bahsettiğimiz iktidar mücadelesinde de taraftır, taraf olmalıdır bana göre.

Eğer iktidar için böyle bir mücadele üstü kapalı yürüyorsa ve o mücadelenin galibi yönetimi alacaksa, cemiyetin de kendi lehine olandan yana burada bir tercih hakkı vardır ve olmalıdır.

İşte bu noktada, cemiyet önderleri bu tür detayların analizini iyi yapabilmek durumundadır. Aksi halde böylesi nahoş olayların muhatabı olmanın yanı sıra, cemiyetin karşısında bir pozisyona düşme riski ile yüz yüze gelmeleri işten bile değildir.

Samimiyetinden ve yurtseverliğinden kuşku duymadığımız bu insanlara sahip çıkarak harcanmalarını önlemek lazım geliyorsa da son attıkları hatalı adım nedeni ile kurban haline geldiklerini de bilmek, restleşmeye giden son adımdaki yanlışa da dikkatlerini çekmek gerektiğini düşünüyorum.

Son bilgilere göre bu üç arkadaştan bir tanesi evinde istirahat halinde, bir tanesi hala hastanede ve maalesef başına aldığı darbelerin kalıcı etkisinden korkuluyor. Diğer bir tanesi ise kendi emniyeti için şu anda KBC dışında.

O günlerde toprak konusunda sesi gür çıkması beklenen diaspora sus pus oturmuştur köşesinde.

Şu anda gelinen üzücü durum hakkında ise diasporanın yapabileceği hiçbir şey yoktur ve açıkça bir iktidar mücadelesine taraf olması da doğru değildir.

O nedenle “anavatanda demokrasi olsa böyle olmazdı, yönetimler demokrat değil, bu sistem baskıcı bir sitemdir vs.” türünden tespitler her ne kadar gösterişli ve teorik açıdan doğru olsa da gönlümüzden geçenler realiteyi değiştirmiyor.

Burada şu anda üstü kapalı bazı mücadeleler yürüyor ve mevcut durum basit demokrasi talebinden çok daha karmaşık bir haldedir.

Genel değerlendirme kalıplarını kullanarak bir yerleri suçlamak bizi rahatlatacak olsa da çözüme hiçbir katkı sağlamayacaktır.

Hal böyle olunca, diasporadaki insanların kafasında gereksiz soru işaretleri oluşturmanın ve insanları ürkütmenin bir faydası olmadığı gibi, detaylarına vakıf olmadan çok sert tepkiler vermenin de ileride tamir edilemez sonuçlara yol açabileceğini düşünüyorum.

Topraklarımıza sahip çıkalım, liderlerimize sahip çıkalım, geleceğimize sahip çıkalım.

Fakat en önemlisi önümüzde duran somut gerçeğe sahip çıkalım ve mevcut realiteyi görmezden gelerek politika belirlemeyelim, çünkü hayat bizim arzularımıza ve teorik söylemlerimize göre şekillenmiyor.