“TEK ÇİÇEĞE TEK RENGE TEK KOKUYA KALMIŞ BİR İNSANLIK“

Nadir Çetao

Türk Edebiyatı’nın yaşayan en büyük yazar ve aydınlarından Yaşar Kemal, Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’nü alırken yaptığı konuşmada “Tek çiçeğe kalmış tek renge tek kokuya kalmış bir insanlık ve tek dile kalmış bir dünya hapı yutmuştur, Cehennem’den daha beterdir’ dedi. Anadolu’da yaşayan her halkın kendi dilini kullanarak kendi ana dilinde eğitim görmesi kitaplar yazıp filmler çekmesi ,Anadolu’nun çok kültürlü bir toprak olduğunun farkına varılması gerektiğine de dikkati çekiyordu yazar.

Yıllarca kendi aramızdaki sohbetlerde konuşup; ”bölücülük, hainlikle” suçlanacağımız korkusuyla hiçbir zaman dile getirmediğimiz bir konuya değindiği için sözleri biz Çerkesler için de düşündürücüdür.

Değerli yazarın sözleri, dünyada konuşulduğu tahmin edilen yedi bine yakın dilin korunması amacına katkıyı da amaçlar ve korunması gereken diller arasında ne yazık ki Adige ve Abhaz dilleri de vardır. Maalesef Adige ve Abhaz dilleri yeryüzünde şu anda bütün az konuşulan diller gibi ileriye dönük yok olma tehdidi altında diller kategorisindedir.

Nüfusu yüz bin kişinin altında olan halklar ve yüz binden az insanın konuştuğu ve eğitim dili olarak kullanmadığı diller önümüzdeki yüzyıl içinde tarih sahnesinden yok olacak diyor araştırmacılar.

Dilimizin ölmesi durumunda,toplumumuzun yaşayan kuşakları atalarının kültürünü, insanlık kültürünün kendisine ait olan bir parçasını yitirmiş olacaklardır..Bir dil konuşanlarını bir kez yitirdi mi onun yeniden yaşama döndürülmesi ne yazık ki mümkün değil. Uluslararası alanda saygın bir dil uzmanı olan Markus Warasin, bir dilin yok olmasıyla bir kültürün, bir hayatında yok olduğunu söylüyor, “Dilin, kimliğimizin de önemli bir bölümünü oluşturduğunun da altını çiziyor.

Elbette dil, kültür ancak ait olduğu, ortaya çıktığı, serpilip geliştiği, onu besleyen bugününe getiren kendi anavatanında daha iyi korunabilir. Ait olduğu topraklarda yabancısı olduğu, değerinin takdir edilmesinin mümkün olmadığı yabancı bir ortamdakine oranla daha değerlidir ve korunup geliştirilmesi daha mümkündür.

Ne var ki Adigelerin ve Abazaların büyük çoğunluğu diasporada yaşıyor ve görünen o ki yaşamaya da devam edecek. Bizler kaç zamandır ikinci vatan bildiğimiz bu ülke için ölüyoruz. Balkanlar`da öldük, Sarıkamış cephesinde donarak şehit olduk, Çanakkale’ de yüz binleri feda ettik, çarpışmadığımız cephe kalmadı. Atalarımızın bu ülke için kanını sebil etmediği karış toprak yok.

Benim babam 1915 doğumlu. Kendi babası o doğmadan metrekareye 6 bin merminin düştüğü söylenen Çanakkale’de şehit olmuş. O yıllarda Anadolu’da doğan pek çok çocuk gibi babasını hiç görmemiş. 1888’de çocuk yaşta Osmanlı’ya gelen dedem Çanakkale’de savaşırken muhtemelen doğru düzgün Türkçe bile bilmiyordu.

O halde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda kanını akıtmış diğer Anadolu halkları gibi biz Çerkesler de neden dilimizin, kültürümüzün korunacağının anayasal güvencesini istemeyelim? Kuşkusuz hem anavatanda hem de diasporada ulusal dilimizi her yönü ile gözümüz gibi korumak geliştirmek bizim de hakkımız. Çünkü bir ulusun meydana getirdiği kültürel değerler aynı zamanda dünya kültür mirasına giden yolların geçtiği durakların adıdır. Bu anlamda bütün dillerde ortak değerler vardır ve bu da evde, mahallede, köyde bir dilin konuşulmasına izin verilmesiyle olmaz ancak özgürce dilin kendini ifade etmesiyle, o dilin yazılıp çizilme yoluyla gelişmesiyle olanaklı olur.

Var olsun, çok yaşasın, efsane kalem Yaşar Kemal’in dediği gibi “her kültürün bir rengi bir kokusu vardır. Tek çiçeğe, tek renge, tek kokuya kalmış bir insanlık hapı yutmuştur. Böyle bir dünya cehennemden beterdir.”

Yüz elli yıla yakın dağılmışlık parçalanmışlığa rağmen Çerkesler başta dil olmak üzere etnik ve kültürel tüm değerlerini bu güne kadar getirmesini büyük ölçüde başarmış, tek dil, tek kültür içerikli Türkiye Cumhuriyeti projesinin hesaplayamadığı derecede direnç göstermiştir aslında. Ne var ki son 30 yılda Türkiye’de yeni kuşaklar artık ne Adigece’yi ne Abazacayı ne de diğer Kafkas dillerini eskisi gibi konuşamıyor veya öğrenemiyorlar.

Bugüne kadarki yasaklar, köyden kente göçler, ekonomik ve siyasal globalizmin yanı sıra medya, TV ve film endüstrileri yeni nesillerimizin dil öğrenmelerine engeldir. Ayrıca yaşadığımız yerlerde içinde yasadığımız toplumların gerçekleriyle çok ilgili görünen bizler kendi gerçeklerimizi uygulamaya, zekamızı gücümüzü kendi iyiliğimiz için kullanmaya pek alışkın değilizdir. Çerkes varlığının ve olası siyasal taleplerinin temelini oluşturan dilin varlığı ve eğitim hakkı için devlet güvencesi talebinin devleti aşırı biçimde rahatsız ve tedirgin edeceğinden korkulmaktadır. Zira ulus devlet projesinin varlığını ve geleceğini, ulusal bir dil ve tarih örgüsünde arayanlar, Adige, Abaza ve diğer Kafkas dillerinin varlığı noktasındaki talepleri tepkiyle karşılayacaklardır.

“Anadilde eğitim, tv yayını, anadile devlet güvencesi istemek bölücülük, hainlik değildir. Dünyada birçok ülkede iki, üç veya daha fazla dil konuşulmakta hem resmi dile hem de anadile eşit oranda önem verilmekte hatta birden fazla resmi dil de kullanılmaktadır. Bu dillerle insanlığın geleceği için büyük zenginlikler yaratılmaktadır. Yedi bine yakın dilin konuşulduğu dünyamızda, insanlar dil öğrenmek ve dilleri yaşatmak, kullanılan lehçeleri korumak için büyük çabalar sarfediyorlar. Belçika’da, Fransızca, Almanca ve Flamanca olmak üzere üç; İsviçre’de Almanca, Fransızca ve İtalyanca olmak üzere üç; Finlandiya’da Fince ve İsveççe olmak üzere iki resmi dil vardır.

Büyük Britanya ya da Birleşik Krallık’ta (İngiltere, İskoçya, Galler ve İrlanda) resmi dil diye bir şey yoktur. Herkes kendi dilini kullanıyor.
Danimarka’da yaşayan 50 bin kadar Alman azınlığı, Almanca eğitim almakta; keza Almanya’da yaşayan Danimarka azınlığı hem Danca hem de Almanca dili ile eğitim görüyorlar. Danimarka’ya bağlı Faroe adaları. Burada yaşayan 46 bin kişiye hem resmi Faroe dili ile hem de Danca dili ile eğitim verilmektedir.” Diyor Avrupa’da yaşayan bir araştırmacı.
Dünyanın birçok ülkesinde insanlar dillerle, kelimelerle dünyayı fethederken, çok dilli, çok kültürlü Anadolu’da bu hakkı istemek neden suç olsun.

Bunca medeniyetin geçtiği, farklı dillerin ve ağızların konuşulduğu, her yöresinde nesnelerin ayrı isimlendirildiği, duyguların farklı anlatıldığı bir ülke, azınlıklarıyla yıllardır iç içe yaşamış olan bir toplum nasıl olur da resmen etnik mozaik olarak adlandırılmaz ve korunmaz? Nesli tükenmekte olan kelaynakları bile koruma amaçlı çiftlikler kurulurken neden korkulur kelimelerden ve bu ülkenin güzelliği olan kültürel renklerden?

Mücadele sadece anavatana dönüşle olmuyor. Çocuğumuza dilimizi öğretmek bir mücadeledir, Çerkes okulları açmak bir mücadeledir, Çerkesce kitaplar okumak, yazmak bir mücadeledir, asimilasyona direnmek ve diasporada Çerkesce konuşmak bir mücadeledir, diasporada dil ve kimliğin anayasal güvence altına alınmasını istemek, isteyenlerin yanında olmak bir mücadeledir.

“Bizim kim olduğumuzu ne olmakta olduğumuzu saptayan şey, karşımızdaki zorluklar değil onu karşılayış ve ona karşı davranış biçimimizdir. Enkaza bir yanar kibrit mi fırlatacağız yoksa üzerinde çalışarak adım adım ayağa kalkmaya mı yaklaşacağız.“