TSIKUJIY: 19.YÜZYILDAN KALMA BİR ÖYKÜ

HAPİ Cevdet Yıldız

Atalarımız Kafkasya’da yaşarlarken Tsıkujıy (Ц1ык1ужъый) denilen ünlü bir kahramanımız vardı. Boyca, cüssece iri yapılı değildi ama yiğitliğiyle ünlenmiş biriydi. Ünü Ruslar arasında bile yayılmıştı. Genç ve yeni evlenmiş biriydi Tsıkujıy. Bir gün Ruslarla savaşılıyordu. Kahramanlarımız, en önde Tsıkujıy düşman saflarını dağıtmış, onları püskürtmekteydiler. Ancak düşman safında da Zaharof adlı, iri cüsseli ve demir bilekli bir Kazak çavuşu vardı. Zaharof, neredeyse tek başına direniyor, askerlerimizi süngülüyor, dur durak bilmiyordu. Zaharof’un gözü, asıl Tsıkujıy’daydı, fırsat kolluyordu. Düşman saflarında kılıç sallamakta olan Tsıkujıy, sağını solunu kollama gereğini düşünmez olmuştu. Fırsatı kaçırmayan Zaharof, hızlı bir dalış yapıp Tsıkujıy’ı süngüleyip kaldırdı.

Ama hemen yetişen yiğitlerimiz Zaharof’u püskürtüp uzaklaştırmış, Tsıkujıy’ı da cephe gerisine taşımışlardı.

Tsıkujıy’ın karnı deşilmiş, bağırsakları yer yer dışarı taşmıştı. Hemen yarası sarılıp bir ata bindirildi ve köyüne uğurlandı.

Tsıkujıy bir başına, ağır ağır köyüne doğru yol alıyordu. Susadı, su içmek için bir dere kenarında atından indi. Su içip başını kaldırdığında, iki Rus askerinin doludizgin üzerine doğru gelmekte olduğunu gördü. Hemen bağırsaklarını bastıran kuşağını sıkılayıp atına bindi.Bu arada kendi kendine söyleniyordu: ”Çarın adi bir askeri Tsıkujıy’ı süngüleyip çocuk gibi havaya kaldırıp savursun ha, o bir kez olur. Gösteririm ben şimdi bu gelenlere Ts’ukujıy’ın kim olduğunu…”

İki atlı Tsıkujıy’ın üzerine çullanmak istediler ama onlar, Tsıkujıy için sıradan birer oyuncaktı. Bir sallayışta birinin kellesini uçurdu, öbürü kaçmak istedi ama kediye yakalanmış fare gibiydi, kaçacak durumu kalmamıştı.

Tsıkujıy onu öldürmedi, Rusça biliyordu. “Düş önüme, seni götüreceğim, sakın kaçayım deme, canını kötü alırım sonra!” dedi.

Birlikte yola koyuldular. Bir süre sonra tutsak asker konuştu:

“Arkadaşımı öldürdün, beni de öldür. Ne olur, yalvarırım sana. Ne olur, yap bana bu iyiliği. Beni vahşilere bırakma, sen öldür..”

“Adın ne, kimsin, tanıt kendini önce bana” dedi Tsıkujıy.

“Adım Aleksi. Kalugalıyım. Küçükken babamı yitirdim. Beyimiz (kinyaz) var, babam beyimizin yanında köleydi. Anam da beyin çiftliğinde çalışıyordu. Ben de beyin hayvanlarını otlattım, gece gündüz çalıştım, sille tokat altında büyüdüm. Ondokuz yaşında askere alındım, buraya cepheye getirildim. Birkaç gün önce mektup geldi, zavallı annem, odasında bir başına soğuktan donup ölmüş. Artık kimsem de kalmadı. Hadi öldür beni, niye bekliyorsun?”

“İki nedenle seni öldürmüyorum. Birincisi, henüz yeni yetmesin, bana göre değilsin. İkinci nedenimi ise, gerekli görürsem daha sonra söylerim. Ancak şu kadarını belirteyim. Biz, sizin gibi, zayıf ve savunmasız insanları öldürmeyiz. Ayrıca vahşi de değiliz, sizleri bize saldırtan komutanlarınız, yöneticilerinizdir vahşi olanlar.

Bizler özgürlük isteyen insanlarız. Kimseye saldırmadık, kimsenin toprağına göz koymadık. Niye vahşi sayılalım ki? Biraz önce çektiğin acıları kendin söyledin. Bizler topraklarımızı, özgürlüğümüzü yitireceğiz. Yok olacağız. Sizler de ya ölecek ya da yeniden boyunduruğa koşulacaksınız. Aslında ikisi de birbirinden kötü. Yani bu savaştan siz de bir şey elde edemeyeceksiniz. Kazanacak olanlar ise yine başkaları, sizin efendileriniz olacak.

Oysa Rus da olsa, Adige de olsa, insan insandır. Asıl önemli olan işte budur. İnsan olarak yazgımız ortak. Rusya çok geniş bir ülke. Öyle olduğu söyleniyor. Bir dağ parçası için onca kanı dökmenin savunulur yanı ne ki?

Bizim dağlarımızda ve vadilerimizde insanı insan olduğu için seven, konuksever, sıcak kalpli ve hoşgörülü insanlar yaşıyor. Bizim bu yöremizde herkes eşit, bey ve köle diye bir ayırım da yok. Buna izin de vermeyiz. Biz bu özgür yaşamımızı sürdürmekten başka bir şey istemiyoruz.”

Güzel konuşuyorsun, dedi Aleksi. “Ama Çar’ımızın kalabalık orduları gelmeyi sürdürecek. Sizlerse yalnızsınız, size kimse yardım etmiyor. Top ve tüfeğe karşı, kılıç ve kamayla daha ne kadar savunabilirsiniz köylerinizi?”

Konuşma burada kesilmişti. Çünkü ileride, yamaçta yamçısına bürünmüş bir atlı gözcü manda boynuzundan borazanını öttürerek gelenler olduğunu haber vermişti gereken yerlere.

Artık vadi yamacındaki kutlu meşe ağaçları ile meyve bahçeleri içine dağılmış Tsıkujıy’ın köyü görünmüştü.

Köylüler sevinçle karşılamışlardı Tsıkujıy’ı. Yaralı Tsıkujıy tutsak da getirip dönsün ha. Ne diyeceklerini bilemiyorlardı.

Bu köy yörenin de merkeziydi. Biraz önce bir grup savaşçı, savaştan dönmüş, merakla Tsıkujıy’ı beklemekteydi. Yörenin başkanı Karabata (Къэрэбатэ) gelip; ”Geçmiş olsun Tsıkujıy”, dedi. ”Seninle gurur duyuyoruz. Yeryüzünde tek bir Adige bile kaldığı sürece, yaptıkların dilden dile anlatılacak, örnek alınacaktır. Tanrı senden razı olsun. Sana veremeyeceğimiz hiçbir şeyimiz düşünülemez. Toprak, altın ya da hayvan vermek isterdik ama almayacağını biliyoruz. Sana değerli bir kama ile bir kılıç vermek istiyoruz. Kabul edersen çok seviniriz.” dedi.

“Sağol, ben toprağımız için, Adigelik için üstüme düşeni yapmaya çalıştım. Hepsi bu. Bir şey almamı istiyorsanız, getirdiğim bu tutsağı bana bırakın, yeter” der Tsıkujıy.

“Ama o bir tutsak. Sorumluluk altında. Savaş sürüyor, onu bırakmaya da yetkili değiliz. Kaçabilir, yerimizi söyleyebilir, tehlikeli olabilir” dediyse de Karabata, çaresiz tutsağı Tsıkujıy’e bırakır.

Aleksi Tsıkujıy’ın konuğuydu artık. Onu gündüzleri bağa götürüyor, ufak tefek işlerinde yardım ettiriyor, akşamları da, onunla birlikte toplantı ve eğlencelere katılıyordu. Tsıkujıy’ın hatırı için herkes ona karşı saygılı davranıyordu.

Aleksi giderek Adige dilini sökmeye, gelenek ve görenekleri öğrenmeye, çevreye alışmaya, oyunlara da katılmaya başlamıştı. Küçük çocuklar bile onunla gezmekten korkmaz olmuşlardı. Günler günleri kovalamış, Aleksi’nin bir düşman askeri olduğu neredeyse unutulmuştu.

Bir gün, ”Aleksi, yaşamımızı ve vahşiliğimizi gördün. Bugüne değin, ben seni bir tutsak olarak değil, bir konuğum olarak alıkoydum. Sen de o kanıdaysan sevinirim. Artık dilediğin yere gitmekte özgürsün. Atını al ve git. Başka bir dileğin varsa söyle, yerine getirmeye çalışırım” .

“Sağol, Tsıkujıy” dedi Aleksi. ”Sizin insanlığınızı hiçbir yerde görmedim. Size saldırdığımız için gerçekten utanıyorum. Haksız olduğumuzu anladım!

Yaşamımın en güzel günlerini aranızda, burada yaşadım. Beni aşağılamadınız, beni insandan saydınız. Bunu hiçbir şeye değişemem. Beni istemez, aranızdan kovarsanız, ancak o zaman giderim.

Ama “İkinci bir isteğim olacak” demiştin, onu öğrenmeden kovsan bile gitmem. Neydi bu ikinci isteğin? Hadi söyle!

“Başkanımız Karabata’nın kızı Ruslar tarafından kaçırıldı, biliyor olmalısın. Karabata belli etmiyor ama çok üzgün. Biz de üzgünüz. Kale komutanı bizi kızı göstererek tehdit ediyor, moralimiz çok bozuk. Kızı kurtarmamız gerekiyor, yardım edersen kurtarabilirim. Birilerini öldürmek değil, sadece tutsak bir kızı özgürlüğüne kurtarmak istiyorum. Yardım eder misin?

“Evet, biliyorum. Kız Albay’ın karısının yanında kalıyor, güvende. Yine de sana yardım edeceğim. Ne zaman yola çıkıyoruz?

Ertesi gün kale önüne ulaşmışlardı. Önde, elleri arkadan bağlı Tsıkujıy, arkasında elde tabanca Aleksi kaleye girdiler ve doğruca kale komutanının önüne çıkarıldılar.

“Bravo Aleksi” dedi kale komutanı Albay. ”Biz seni ölmüş biliyorduk. Anlat bakalım her şeyi?”

“Vahşilerin eline tutsak düştüm. Beni köylerine kapattılar ama bir gece nöbetçileri öldürüp kaçmayı başardım. Gelirken de bu adamı bağlayarak getirdim. Onun ufak tefek göründüğüne aldanmayın. Bu Çerkeslerin gözü pek savaşçılarından ünlü Tsıkujıy’dir. Uykuda bastırıp bağladım kendisini, yoksa ele avuca sığacak biri değil bu albayım.”

“Güldürme beni” dediyse de albay, orada hazır bulunan çavuş Zaharof : ”Doğru söylüyor, bu bildiğimiz Tsıkujıy’ın ta kendisi. Geçen sonbahardaki çarpışmada süngüme takıp kaldırdığımda bile, kılıcını sallayarak, arkadaşlarına hücum naraları atıyordu. Kurtarmış canını ama döktüğü onca Rus kanının hesabını verecek kuşkusuz.

“Aferin Aleksi. Tam da Çar’ımıza yakışan bir askermişsin” dedi albay. ”Seni çavuş (сержант) yaptım. İki ay kalede izinlisin, dinlen. Ayrıca madalya alman için de yukarıya yazacağım.

Tsıkujıy zindana atılır. Aleksi de iznini kullanmaya başlar.

On beş gün sonra albay Adigeler üzerine sefere çıkar. Kalede bando takımı ile kaleyi ve çoluk çocuğu korumak için bırakılmış birkaç asker dışında kimse kalmaz. Aleksi, izinli olduğundan kalede kalır.

Ertesi gün Aleksi, gezinmek için kale dışına çıkar. İkindi üzeri dörtnala kaleye döner.

“Yaşasın!”, diye bağırır Aleksi. ”Komutanımız zaferle, birçok tutsak ve hayvan da getirerek dönüyor! Ne duruyorsunuz, koşsanıza, komutanımızı ve kahraman askerlerimizi karşılasanıza!”

Bando takımı zafer marşları çalarak karşı tepelerin ardından gelmekte olan komutanlarını karşılamaya çıkar. Birkaç nöbetçi dışında kalede kimse kalmaz, kadınlar ve çocuklar bile neşeli neşeli karşılamaya gider. Aleksi hemen üç at hazırlar. Zindan nöbetçisini öldürür ve Tsıkujıy’ı kurtarır. Birlikte Albay’ın konağına giderler. Tsıkujıy Adige usulü kement (аркъэн) atışlarıyla kapıdaki nöbetçileri yakalayıp kıskıvrak bağlar. Kızı da alıp dörtnala kaleden çıkarlar. Önce şaşkınlık geçiren, ardından ateş etmeye başlayan muhafızlara birkaç el karşılık verdikten sonra soluğu doğruca Çerkesya’da (Адыгэ Хэгъэгу) alırlar.

Karabata ve herkes sevinir. Üstlerindeki eziklik sona erer, moraller yeniden yükselir.

Aleksi Müslümanlığı kabul eder, tutsak alınmış güzel bir Rus kızıyla evlendirilir. Köy gençleri el birliğiyle bir ev yaparlar kendisine, toprak da verirler. Evi, Tsıkujıy’ın evinin yanındaydı. Komşuydular artık. Tsıkujıy gibi onun da çocukları olur.

Babalar ve oğullar artık birlikte ülkeyi savunuyorlardı. Bir savaşta Tsıkujıy ve Aleksi peş peşe şehit düşer, yan yana toprağa verilirler.

Ancak onların yerini çoktan oğulları almıştı. Bağımsız Çerkesya Bayrağını (Адыгэ быракъыр) ise, savaşlarda, Aleksi’nin büyük oğlu Zepş taşıyordu.

Not: Bu halk öyküsünü çocukluğumda (1950’ler başları) karpuz tarlasını beklerken bir gün dayım Къоук1ьы Hilmi Arslan (1938-2006) anlatmıştı.Ona da köyümüzden,yani Düzce Sarayyeri (Къоук1ьэхьаблэ) köyünün usta destancısı ve öykü anlatıcısı olan Л1ыщэ Hacilyas Varol (ölm.1950’ler sonu olmalı) anlatmıştı. Öyküyü “Kafkasya Kül.Dergi”de Be-Ra-Ba takma adıyla,istek üzerine, biraz da süsleyerek yayınlamıştım (1970,sayı 26). Şimdiki öyküyü ise, özgün anlatıya sadık kalarak yeniden yazmaya çalıştım. (HCY – 5 Mart 2008)