TÜRK EDEBİYATINDA ÇERKESLER

EUTYKH Adnan Cankılıç

2003 yılı Mart ayında İstanbul Bağlarbaşı KKKD’nde yapılmış olan sunum.

Çerkeslerin içinde yaşadıkları toplumların sosyal, siyasal, ekonomik, sanatsal ve kültürel varlıklarına yaptıkları büyük katkılar tartışma götürmez bir gerçektir. Bütün bu farklı konulardaki faaliyetlerin dikkatle incelenmesi ve belgelenmesi de biz Çerkeslerin görevidir.

Türkiye’de yaşamaktan kaynaklanan nedenlerle bu ülkede Çerkeslerin belirtilen alanlarda bu ülkeye yaptıkları katkıları da daha çok biz Türkiyeli Çerkeslerin araştırması ve belgelemesi gerekmektedir.

Bu günkü konumuz olan ‘’Türk Edebiyatında Çerkesler ve Çerkes Teması’’ alanında soydaşlarımızın katkılarını araştırmış ve sunuma hazırlamış bulunuyorum.

Türk Edebiyatında Çerkesler denince hemen aklımıza gelen iki yazar vardır ki; bu iki yazar: Türk Edebiyatı’nın en büyük yazarları olmakla birlikte aynı zamanda verdikleri eserlerin niteliği bakımından da Türk Edebiyatı’nda birer ilk olma özelliği taşımaktadırlar. Bu iki isimden biri; ilk ve büyük romancı Ahmet Mithat Efendi diğeri ise ilk ve büyük hikayeci Ömer Seyfettin’dir.

AHMET MİTHAT EFENDİ

Ahmet Mithat Efendi’den önce roman yazan bir kadın yazar vardır ki; o da yazarlık hayatı boyunca sadece bir roman yazan Zafer Hanım’dır ve 1877 yılında yayımlanan Aşk-ı Vatan adlı tek romanı mevcuttur. Bu nedenle Ahmet Mithat Efendi ilk romancı olarak anılmaktadır. İkinci kadın yazar ise Fatma Aliye Hanım’dır ki; bu yazarın beş romanı olduğu için ilk kadın romancı olarak anılır. Fatma Aliye Hanım’dan o sıralar Tercüman-ı Ahval adıyla çıkardığı gazetede Ahmet Mithat Efendi övgüyle bahsedilmiştir.

Ahmet Mithat Efendi aynı zamanda ilk romancı olmakla birlikte ilk romantik yazardır da… Edebiyatta romantizmi ilk o işlemiştir. 1844 Yılında çok sayıda Çerkes göçmenin oturduğu Tophane semtinde dünyaya gelmiştir. Küçük yaşta babasını kaybetmiş Mısır Çarşısı’nda bir aktarda (baharatçı) çalışmış, ilköğrenimini Tophane Sıbyan Mektebi’nde tamamlamıştır. 17 yaşında Niş’te bulunan ağabeyinin yanına giderek burada Rüştiye’yi (ortaokul) bitirmiştir.

1863 Yılında Rusçuk’ta mektup katipliği yaparken Bulgar asıllı Çankof’tan Fransızca dersleri almıştır. İlk yazılarını 1868 Yılında Tuna Gazetesi’nde yayımlamış, burada tanıştığı Tuna Valisi Mithat Paşa kendisine Mithat adını vererek tayin olduğu Bağdat’a götürmüştür. Bu yıllarda Ahmet Mithat Efendi Bağdat’ta Vilayet Basımevi’ni kurarak Zevra Gazetesi’ni çıkarmaya başlamış aynı zamanda Fransızca ve Arapça’sını da ilerletmiştir. İlk kitapları olan Hace-i Evvel ve Kıssadan Hisse burada basılmıştır.

1871 Yılında ağabeyi ölünce zorunlu olarak İstanbul’a dönmüş ve 1872 Yılında Ceride-i Askeriye ve İbret Gazetesi’nde yazıları yayımlanmıştır. O dönemde ortaya çıkan fikir akımlarından Yeni Osmanlıcılık akımına mensup olan Namık Kemal’le dostluğunu ilerletmiştir.

Bir basımevi kurarak kendi eserlerini burada çıkarmaya başlayan Ahmet Mithat 1872 yılında Dağarcık Dergisi’ni daha sonra da Devir ve Bedir Gazetelerini yayımlamaya başlamıştır. 1872 yılında Dağarcık Dergisi’nde yazdığı Duvardan Bir Ses yazısı nedeni ile Yeni Osmanlılarla birlikte (Namık Kemal ve Ebuzziya Tevfik) mahkum edilerek Rodos’a sürgün edilmiştir. Orada da boş durmamış Kırkambar Dergisi’ni çıkarmış 1873 yılında ise Medrese-i Süleymaniye’yi açmıştır.

Hüseyin Fellah, Yer Yüzünde Bir Melek, Hasan Mellah, Felatun Bey ve Rakım Efendi adlı romanlarını da burada kaleme almıştır. 1876 yılında İstanbul’a dönmüş ve yeni padişah Abdülhamit’le iyi geçinmiştir. 1875 yılında karantina başkatibi olmuş 1877 yılında da devletin resmi gazetesi olan Takvim-i Vakayi’nin ve devlet basımevinin olan Matbaa-i Amire’nin müdürlüğüne atanmıştır. İttihat ve Tercüman-ı Hakikat gazetelerini de bu arada çıkarmıştır. Bir çok eserini tefrikalar halinde Tercüman-ı Hakikat’te yayımlamıştır.

1908 yılında merkezi İstanbul’da olmak üzere kurulan Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin (Çerkes Birleşme ve Yardımlaşma Derneği) kurucuları ve aktif çalışanları arasında yer almıştır.

Ahmet Mithat ilk romancı ve ilk romantik yazar olmakla birlikte, o dönemde insanlara okuma zevkini kazandıra ilk yazar yani; Hace-i Evvel (İlk Öğretme) ve ’’kırk beygir gücünde bir yazı makinesi’’ olarak da anılmıştır. Çevirileriyle birlikte 208 adet basılmış eseri bulunmaktadır. Kafkas tarihini incelemek ve belgelemek için de çalışmalar yapmış, bu amaçla bir de kurul oluşturmuştur. Kafkas adlı roman ve Çerkes Özdenleri adlı tiyatro eseri de bu çalışmaların bir ürünüdür. Çerkes Özdenler adlı tiyatro eserinin sahnelendiği ilk gece İstanbul’da olaylar çıkmış ve o gece Osmanlı Tiyatrosu yakılmıştır.

Bu konuyla ilgili olarak oğlu Kamil Yazgıç doğumunun yüzüncü yılında “Ahmet Mithat’ı Anıyoruz” adlı sunumunda bu konudan şöyle söz etmektedir.

“Ahmet Mithat Efendi’nin Çerkes Özdenleri adlı piyesini en sona bıraktım. Çünkü Çerkes Özdenleri’nin tiyatro tarihimizde mühim bir yeri vardır. Kısaca izah edeyim: Bu örf ve adet piyesinin gördüğü telakki baş katip Ali Rıza Paşanın mabeyinden Bab-ı Aliye gönderdiği, şimdi aynen okuyacağım 1884 tarihli tezkereden güzelce anlaşılmaktadır:

“Gedikpaşa’da kain Osmanlı Tiyatrosu’nda Çerkes Özdenleri ve Çengi namlarıyla icraya lübiyat edilmiş manzuru alii hazreti padişahı buyurulmuş olan Tercüman-ı Hakiykat  Gazetesi mündericatında müsteban olmuştur. Tiyatrolarda icra edilen lübiyatın ahlak-ı ahali üzerinde olan tesirat-ı maddiye vü maneviyesi ve bu oyunların ne gibi esbaba müstenit olarak icra olunduğu taraf-i eşref-i cenab-i tacidarinden geçende irad buyurulmuş olan mülahazat-i isabet ayattan iktibasla dahi nezd-i sami-i fahimelerinden musaddak olup çünkü bir memlekette tiyatrolarda icra olunan lübiyatın mürettiblerince asla nazar-ı ehemmiyete alınmayarak hürriyet kelimesinin dahi haddi maruf ve meşruunu tecavüzle bir takım münasebetsiz oyunlar icra olunmakta olduğuna binaen bundan böyle bu misüllü mugayir- i adab ü adat ve mifsid-i ahlak oyunların külliyen men’ine fevkalade dikkat ve itina edilmesi… talep olunmaktadır.”

’’Gedikpaşa’da mevcut olan Osmanlı tiyatrosunda Çerkes Özdenleri ve oyuncu namlarıyla tertip edilmiş oyunlar görüldüğü gibi büyük sultana sunulan Tercumanı Hakikat gazetesi içeriğinden de konu açıkça anlaşılmıştır. Tiyatrolarda sergilenen oyunların halkın ahlakı üzerinde maddi ve manevi etkileri ve bunların hangi sebeplere dayanarak oynandığı geçmiş günlerde en şerefli yüce hükümdarlık makamından yayınlanan çok isabetli görüşleri içeren duyurudan da alıntıyla ve onların yüksek anlayışlarının doğrulandığı üzere bir memlekette sergilenen eğlenceli oyunların tertipleyicilerince hiç dikkate alınmadan hürriyet kelimesinin bile bilinen ve yasal sınırlarını aşarak bir takım uygunsuz oyunlar sergilenmekte olmasından hareketle, bundan böyle buna benzer genel ahlak kurallarına  aykırı  ahlak bozucu oyunların tamamen yasaklanmasına ve bunda olağanüstü dikkat ve özen gösterilmesi istenmektedir. (CC Notu: Yukarıdaki paragraf SSHALXHO Ragıp tarafından günümüz Türkçe’sine çevrilmiştir.)

Çerkes Özdenleri konusu sükunet bulacak yerde gün geçtikçe şiddetlendiğinden müdahale kati oldu. ‘Tebaa-i devlet‘ arasına nifak soktuğu için menolundu. Hatta o gece zarfında Osmanlı Tiyatrosu yıktırıldı”.

Ahmet Mithat Efendi’nin kökeniyle ilgili de sık sık tartışmalar olmuştur. Doğumunun 100. yılı olan 1944 yılında anısına bastırılan “İdeal Gazeteci Efendi Babamız AHMET MİTHAT” adlı kitapta Hakkı Tarık Us  “Ahmet Mithat’ın Kronolojisi” adlı sunumunda şöyle demektedir: “Kuzey Kafkasya’da Karadeniz’in doğu kıyısında Anapa’da bir aile, Çerkeslerin Adige-Shapsugh kabilesi Havcir kolundan Hüseyin adında bir zat aynı koldan nefise hanımla evlidir. Yıl 1244-1828. Dört yaşında bir oğulları var: İbrahim. Ruslar bu Müslüman Abaze yurduna çoktan göz koymuşlardır: Anapa Kalesi 41 günlük bir muhasara ve muharebeden sonra düşman eline düşüyor ve 14 Eylül 1829 Edirne Muahedesiyle Anapa’yı terk ediyoruz. Hüseyin Bey savaşı bırakmayanlar safındadır; bu sıralarda çocuklarını -Mevlana gibi- Horasan’dan çıkma ve Konya’dan gelme bir Türk olduğu rivayet edilen Süleyman adındaki kahyasına emanet ederek göçmenler kafilesine katılıyor. Kendisi ya orada kalıp orada ya da ölmüştür. Nefise Hanım gebedir de… Ağlayarak bin bir güçlükle Sinop’a oradan İstanbul’a geliyorlar. Tophane’de Lüleciler caddesinde, Kumbaracılar yokuşundan çıkarken, Hacı Mimi mahallesinin Örtme Altı sokağında bir eve yerleşiyorlar. Nefise Hanım çocuğunu ilerde Sultan Abdülmecit’in ikinci mabeyincilerinden Hilmi Efendi’ye eş ve Ahmet Mithat’ın eserlerinde imzasını gördüğümüz Beyoğlu Belediye Dairesi Müdürü Mehmet Cevdet’e anne olacak Fatma’yı burada doğuruyor.

Süleyman Ağa (sonraları Hacı Süleyman) evin alt katında oturmaktadır ve onun hizmetindedir; varlıkları erimeye yüz tutmuştur. Nefise Hanım bekar çamaşırları dikmekte, Süleyman Ağa da bu gibi şeylerin satışıyla meşgul olmaktadır. Konu komşu Nefise Hanım’ın onunla evlenmesini uygun buluyorlar. Yapılan nikaha rağmen Süleyman’la beyinin hanımı bir müddet karı koca hayatı kuramıyor. Nihayet bu yeni birleşmeden, tahminle, (1832) yılında Halime Şerife adı verilmiş kızı, 1834’te de İsmet adlı oğlu 1840’da Hafize adındaki kız, 1844’te de kendi ifadesiyle annesinin 16. ve son mevludu olarak Ahmet ‘in doğumu” ( s. 229).

Aynı kitaptaki  “Ahmet Mithat Efendi’nin Hal Tercümesi” adlı sunumunda Kazım Nami şöyle diyor:  “ Ahmet Mithat Efendi’nin Süleyman Ağa namında bir Çerkes’in oğlu olduğunu İstanbul’da dünyaya geldiğini Ebu Ziya Tevfik Bey’den öğreniyoruz. Halbuki kendi pederinin Çerkes değil halis Anadolulu Türk olup ancak üvey babası ve Hafız Paşa’nın pederi Çerkes olduğunu ailesi bildiriyor. Hangi tarihte doğmuştur?  Validesi kimdir? Bu suallerin cevabını ne Ebu Ziya’nın makalelerinde ne de Ali Muzaffer Bey’in “Teracim-i Ahval-i Meşahir” inde bulabiliyoruz.” (s. 221).

Bütün bu reddiyeler ve tartışmalar arasında Ahmet Mithat Efendi’nin oğlu Kamil Yazgıç tarafından kaleme alınan “Ahmet Mithat Efendi’nin Hayatı Hatıraları” adlı kitapta babasının kökeniyle ilgili şu sözlerine göz atalım:

“Ben, ön beş, on altı yaşındaydım. Bir gün babamla birlikte Mısır Çarşısı’na gitmiştik. Ahmet Mithat viran bir aktar dükkanının önünde durdu. Ben uzayan bu tevakkufa bir mana verememiştim. Babam garip bir dikkat ve ısrarla önünde durduğumuz dükkana bakıyordu.

Ben de bakışlarımı o viran dükkan ile babamın yüzü arasında dolaştırıyor, orada sokağın orta yerinde duruşumuzun sebebini kestirmeye çabalıyordum. Hele babamın ufak siyah gözlerinin ıslandığını görünce duyduğum masum meraka, tuhaf bir de hayret karışmıştı. Ahmet Mithat: “Ben, çocukluğumda şu gördüğün dükkanın uşağı idim…” dedi.

Daima vakur bir heybet içinde görmeye alıştığım babamın bu sözleri, benim hayretimi büsbütün artırmıştı… Ahmet Mithat ve uşak… Küçük havsalam bu iki kelimeyi bir türlü bir arada yaraştıramıyordu. Babamın çocukluğunu o gün o tevakkuftan biraz sonra girip oturduğumuz bir kahvede kendi ağzından dinledim: ‘’Biliyorsun, senin deden, ninen, Kafkas muhacirlerindendir. Onların İstanbul’a gelişinden bir müddet sonra, ben Lüleciler sokağında küçük ahşap bir evin basık tavanlı odasında doğmuşum”

Dört, beş yaşımdaki hatıralarımı hayal, meyal, ondan sonrakileri ise vuzuhla hatırlıyorum” (s. 4- 5).

Babamın bizlere bıraktığı en kıymetli miraslardan birisi de kütüphanesidir: Çerkesce,Arapça, Fars ve Fransızca’yı kendi ana dili gibi konuşan, okuyan ve yazan Ahmet Mithat, İngilizce, İtalyanca, Bulgarca, Latince,ve Yunanca’yı  da okur, anlar, fakat sadece iyi konuşamazdı. Bunun içindir ki, onun kütüphanesi de bütün bu dillerde yazılmış eserlerle doluydu. Birçok kütüphanelere aboneydi ve her hafta ona dünyanın muhtelif yerlerinden kocaman paketler halinde kitaplar, mecmualar, gazeteler gelirdi. O bu kitapları bir çok yerlerini çizerek, dikkatle okur, sonra onları numaralar, ve bir ev kadını itinası ile, kütüphanesinin raflarına yerleştirirdi. Kitapları hayattaki en çok sevdiği şeyler arasındaydı. İcap ettiği zaman herhangi bir mevzu etrafında aradığı malumatı ihtiva eden kitabı şaşılacak bir sürat ve kolaylıkla bulurdu” (s. 56).

Oğlu Dr. Kamil Yazgıç’ın bu sözlerinden sonra, Ahmet Mithat Efendi’nin ana dille yazmış olduğu bir esere elimizde olsaydı bu tartışmalara kendisi çok etkili bir cevap vermiş olacaktı. Türkçe yazan yazarlarımızın aynı zamanda anadille de eser vermiyor olması bu gün de hala karşımızda bir sorun olarak dura gelmektedir. Ne yazı ki yazarlarımız bu konuda hala ihmalkar davranmaktadırlar.

ÖMER SEYFETTİN

Türk Edebiyatı’nda hikaye denilince akla gelen ilk isim de Ömer Seyfettin’dir. HATKO adlı bir Adige ailesinden Binbaşı Ömer Şevki Bey’in oğludur. 1884 yılında Gönen’de doğmuştur. İlköğrenimini Gönen’’de yaptıktan sonra İstanbul Eyüp Baydar Rüştiyesi’nde, Edirne Askeri İdadisi’nde öğrenim görmüş. Teğmen olarak İzmir’de, Üsteğmen olarak Rumelin’de askeri görevlerde bulunduktan sonra 1910 Yılında ordudan ayrılmıştırır. 1912 Yanya Savunması’nda Yunanlılara esir düşmüş, serbest bırakılınca İstanbul’a gelerek Kabataş Lisesi’nde edebiyat öğretmenliğine başlamıştır. 1920 Yılında ölene kadar bu okulda çalışmıştır.

Ömer Seyfettin Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan fikir akımlarından Türkçülük’ü benimsemiş ve bu doğrultuda yayın yapan Türk Dünyası adlı dergide Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem ile birlikte bu fikir akımının öncülüğünü yapmışlardır.

Kabataş Sultanisi’nde arkadaşı olan Farsça öğretmeni Hüseyin Sami Bey yazarın babasından bahsederken şöyle diyor: “Ömer Şevki Efendi ve benim babam birlikte Kuban’dan, Shapsugh bölgesinden 1864 yılında göçerek gelmişler, Ömer Şevki Efendi bir süre sonra orduya girmiş, teğmenliğe yükseldiği sırada 93 Harbine katılmış…”

Ali Canip yazılarında Ömer Seyfettin’in babasından söz ederken Kafkasya’dan ya da Dağıstan’dan olduğunu söyler. Yine başka bir kaynağa göre Ömer Şevki Bey’in babası karısı öldükten sonra Hac’ca gitmek üzere Kafkasya’dan İstanbul’a gelmiş oğlu Ömer ile kızı Fatma’yı Sultan Tepesi şeyhine emanet ederek Hac’ca gitmiş fakat ölümü dolayısı ile geri dönememiştir. Küçük yaşta yetim kalan çocukları şeyh büyütmüş ve önce Ömer Seyfettin’in halası Fatma Hanımı oğlu ile evlendirmiştir. Ömer Seyfettin’in babası Ömer Şevki Bey 17 yaşına geldiği zaman şeyhten ayrılmış, subay olmak için bir birliğe katılmış ve asker olmuştur. Pek çok kaynaklar buradan yola çıkarak Ömer Seyfettin’in babasının Kafkasya Türklerinden ya da Dağıstanlı olduğunu söylerken bazıları da Çerkes olduğunu iddia etmiştir. Ancak yazarın zaman zaman gündeme gelen bu son iddiaya şiddetle karşı çıktığını görmekteyiz.

“Ömer Seyfettin Yaşamı Kişiliği Sanatı Dili Seçmeler” adlı eserinde İ. Güven Kaya 1918 yılında yayımlanan Sebilülreşad adlı derginin 15. sayısının 375. sayfasından da alıntı yaparak Ömer Seyfettin’in kökeniyle ilgili şu bilgileri veriyor: “Savaşın son yıllarına doğru, Ömer Seyfettin’e yönelik saldırılar daha değişik boyutlar kazandı. 1919 yılının başında eleştiriler, dedikodu düzeyini de aşarak kişiliğine yönelik saldırılara dönüştü.

Mütareke yıllarında hece şiirinin yerine yeniden aruz şiirinin ağırlığını koymaya başlaması, aslında İttihat ve Terakki’nin zayıflayıp Hürriyet ve İtilafçıların güçlenmesiyle ilgiliydi. Çünkü Hürriyet ve İtilafçılar İslamcılarla birleşince daha da güçlenmişlerdi. Üstelik Türk milliyetçiliğini savunanların aslında Türk olmadıklarını söylüyorlardı. Sebilülreşad dergisi bu işin lideri durumunda idi. Eşref Edip, bir yazısında açıktan açığa Ziya Gökalp ve Ömer Seyfettin’i hedef alarak şöyle diyordu: “(…) Her biri ayrı kavmiyetlere mensup oldukları halde Gökalp Bey’in etrafına toplanan Türkçülerden Çerkes Ömer Seyfettin Bey 20 Teşrinevvel tarihli akşam gazetesinde neşrettiği bir makalede Türkçülerin siyasi mefkurelerini hulasa ediyor…” (89) dedikten sonra ağır suçlamalar ve aşağılamalarda bulunuyordu. Ömer Seyfettin çeşitli şekillerdeki cevaplarında Çerkes olmadığını ispatlamaya çalışıyor ama pek etkili olamıyordu.

Bu sıralarda yalnız Yeni Mecmua’da değil çeşitli dergilerde de öykülerinin yayımlanması, Sebilürreşat’ın yanı sıra başka dergilerde de kişiliğine yönelik eleştirilerin ortaya çıkmasına neden oluyordu. Nitekim Şair Dergisi’nde:

“Ömer Seyfettin baş sermayeleri
Kabak tadı verdi hikayeleri…”

denilerek öyküleri ile alay edilmeye başlanmıştı. Tüm bu eleştirilerle yergiler Ömer Seyfettin’in zevkle okunan öykülerinin yavaş yavaş ilgi görmemesine neden olmaya başlamıştı.” (91)

Ömer Seyfettin, Servet-i Fünun Edebiyatı’nın zor anlaşılan Osmanlıca’sının yerine halkın konuştuğu dilden yazmanın gerekliliğini savunuyordu. Bu savunmayı Genç Kalemler Dergisi’nin ilk sayısında milli edebiyat akımının kuruluş manifestosu sayılacak olan Yeni Lisan adlı yazısıyla yaptı. Ziya Gökalp ve Ali Canip Yöntem ile birlikte milli edebiyat akımının öncüleri arasında yer aldı. Eserlerinde çocukluk anılarından, gözlemlerinden, tarihten ve bir takım menkıbelerden faydalandı. 140 kadar hikaye yazmıştır. Bu eserler 1917- 1918 yılları arasında Yeni Mecmua  1918- 1919 yılları arasında şair, 1918-1920 yılları arasında Vakit, Türk Dünyası, Akşam Dergisi, ve gazetelerinde yayımlandı. Öyküleri Efruz Bey, Kahramanlar, Bomba, Harem, Yüksek Ökçeler, Kurumuş Ağaçlar, Yalnız Efe, Falaka, Aş Dalgası, Beyaz Lale, Gizli Mabet… Ömer Seyfettin’in şiirleri ölümünden sonra derlenerek bir kitap halinde yayımlanmıştır.

Ömer Seyfettin’in Güneş adlı şu şiirinde onun Türkçü fikirlerini açık bir şekilde görmek mümkündür.

GÜNEŞ

Hep çöl olmuş mamureler… Dağ, kaya
Orman ırmak… Bütün varlık bir hiçe
Dönmüş! Ölüm kanat salmış itaya

Eski Hanlar, hakanlıklar batarak,
Bozkurt esir düşmüş Beyaz Ayı’ya,
Tanışmıyor Uygur, Tatar, Sart, Kazak.

Türk milleti karanlıkta şaşırmış.
Afyon yutmuş, uçuruma yatarak,
Silahını mağlupları aşırmış.

Bu karanlık böyle sürmez… Bir sabah
Güneş doğar aydınlanır ortalık
Uyanınca Turan çekmez artık ah…

Şimdi bilebile çocuğumuz uyanık
Gün doğarsa birbirini unutan
Bu kardeşler kalır mı hiç dağınık?

Birleşirler, öç alırlar… Hepimiz
Kurtuluruz bu kabuslu uykudan
Ey güneş doğ, ey güneş doğ da biz
Uyanalım şu granit uykudan!

Ömer Seyfettin

AHMET MİTHAT EFENDİ ve ÖMER SEYFETTİN’İ KİMLİK – KİŞİLİK KAVRAMLARI AÇISINDAN KARŞILAŞTIRMA

 

Bu karşılaştırmayı yapmadan önce kimlik ve kişilik kavramlarının ne anlama geldiğini kısaca açıklamaya çalışayım: Kimlik, bir kişinin mensubiyeti, içinden geldiği kültürü, etnik aidiyeti veya milliyetidir. Dil kimliğin en önemli unsurudur.

Kişilik ise bir insanın nev-i şahsına münhasır özellikleridir.

Ahlaka dair kişilik: Dürüst, tutarlı, sözde durma, ahde vefadır. Yunus’un deyişiyle kişilik: “İlim bilmektir, kendin bilmektir”. Mevlana’nın deyişiyle kişilik: “Hataları öretmekte gece gibi olmaktır”, “marifetleri göstermede güneş gibi olmaktır”,  “ya olduğun gibi görünmek, ya da göründüğün gibi olmaktır”.

İnsan sevgisine dair kişilik; “o nice insanlar ki; üzerinde elbise olmayan” ve “o nice elbiseler ki; içinde insan olmayan”ları görmektir.

Ahlaka mugayir kişilik: ”Kendini bilmez okumuş”, yalancı, düzenbaz, entrikacı, arsız, hırsız, yobaz, müfteri, olmaktır.

Cesarete dair kişilik: Korkusuz, atak, cesur, inatçı, doğru bildiğinden geri adım atmayan, haklı olduğu savaştan kaçmayan, arkadaşını yarı yolda bırakmayandır. Atalarımızın deyişiyle cesarete dair kişilik;” psem yipe nape”dir (yüz akı (onur) candan öte).

Cesarete mugayir kişilik: Korkak, pasif, ezik, sinik, silik, çıkarı için kraldan çok kralcı, en önemlisi de aslına münkir olmaktır.

Dahası da vardır. Kişilik kısaca budur.

Kendi gerçeğini inkar eden (aslına münkir) Ömer Seyfettin, kimlik-kişilik ilişkisi çerçevesinde tutarsız, inkarcı, kraldan çok kralcıdır. Mensup olduğu Çerkes toplumunun sorunlarına sahip çıkmak, kaygılarını paylaşmak yerine; kaleme aldığı bir yazısında; “ben Çerkes değilim” demek suretiyle kimlik-kişilik ilişkisi açısından bulunduğu noktayı ayan ve beyan etmiştir.

Bunun üzerine çalışmış olduğu gazeteye, hemşeri ve tanıyanları tarafından tepki yazıları postalanmış, bu mektuplar çalışmış olduğu gazetede aynen yayımlanmıştır. Bu mektuplarla ilgili Beyazıt’taki ve Vefa’daki kütüphanelerde yapmış olduğum taramalar bir netice vermemiştir. Ancak bu kütüphanelerde Ömer Seyfettin’in de yazmış olduğu Genç Kalemler Dergisinin birçok sayısına ulaşamadığımı, kütüphanelerde  çalışan görevlilerin  fazla yıpranmış olduğu için bu sayıların okurlara verilemediğini  gerekçe gösterdiklerini de belirtmek isterim. Bu nedenle bu mektuplardan birinin tercümesini burada göstermek ne yazık ki mümkün olmadı.

Ahmet Mithat Efendi ise tam aksine bilgisini ve emeğini Çerkes milletinden esirgemeden, Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin çalışmalarına aktif olarak katılırken bir yandan da Çerkeslerle ilgili Kafkas romanını  ve Çerkes Özdenleri adlı çok önemli tiyatro oyununu kaleme almıştır.

Bununla birlikte Ahmet Mithat Efendi birçok eserinde Çerkes karakterlerini romanlarında işlemiş ve bu karakterlerin hep çalışkan, dürüst, cesur, güvenilir, ahde vefalı, iyi ahlaklı ve kişiliği ile çevresindeki insanları etkileyen,toplumda saygı ve sevgi gören karakterler olmalarına özen göstermiştir.

Çerkes kimliğine sahip çıkarak Ömer Seyfettin’le alamet-i farikasını ortaya koymuştur.

DİĞER YAZARLAR ve ESERLERİ

Abdullah Zühtü, Eserleri: Güller ve Dikenler, Rehgüzar-ı Matbuatta ( Matbabadan Geçen Yolda ), Şikeste Beste (Kırık Beste ), Sara, Kadın Hisleri, Muharririn Zevcesi, Bahr-ı Müncemid-i Şimalide, Madmazel Yüz Milyon.

KOZBA Hasan Amca, Eserleri: Nizamiye Kapısı, Doğmayan Hürriyet, Yarıda Kalan İhtilal.

 

ARIDBA Asan Arıt, Eserleri: “İşlerde Bozukluk Var” adlı radyo oyunu ile 1966 TRT Sanat Ödülleri Yarışması’nda birincilik. “Beberuhiler” adlı oyun ile mansiyon, “Kuş” adlı oyun ile TRT 1970 sanat ödülleri ve TV Çocuk oyunu başarı ödülü, Diğer eserleri Siyamlı İkizler, Sapıklar, Bal Sineği, Aya Bir Yolcu, Uçamayan Kuşlar Tutulur, Güneşi Parlatanların Gölgesinde.

 

ARIDBA Fikret Arıt, Aserleri: TRT 1970 Sanat Ödülleri Yarışması’nda radyo ve tv. Çocuk dallarında iki ödül, Özgürlüğe Doğru adlı eseriyle 1984 Sıtkı Dost Çocuk edebiyat ikincilik ödülü.

Romanları: Manlisa, Güzel Yuana, Maziden Gelen Sesler, Bu Hayatı Yaşamak Lazım, Muhtar, Kader Böyle İmiş, Hep Bu Topraklar İçin.

Çocuk Romanları: Küçük Fedailer, Garip, Transfer Ahmet, Tutsak Doğanlar, Uçan Kleopatra,

 

Aysel Alpsal, Eserleri: Alaca Karanlıkta adlı bir romanı ve Sıkıntı adlı bir hikaye kitabı vardır.

 

E Şevket Avaroğlu Eserleri: Nevres Baba ve Aşkın Ölümü adlı iki romanı ile Köse Fuat ve olamyan Şeyler adlı iki hikaye kitabı vardır. Bir de , Şeriatçasına adlı tiyetro oyunu mevcuttur.

Kemal Bilbaşar Eserleri: Romanları; Deniz Çağrısı, Ay Tutulduğu Gece, Cemo, Memo, Yeşil Gölge, Yonca Kız ( çocuk romanı), Başka Olur Ağaların Düğünü, Kölelik Dönemeci, Bedoş, Zühre Nine,

Hikayeleri: Anadolu’dan Hikayeler, Cevizli Bahçe, Pazarlık, Pembe Kurt, Üç Boyutlu Hikayeler, Irgatların Öfkesi.

Ratip Tahir Burak, Eserleri: Şanlı Plevne, Koca Yusuf, Cem Sultan, Saray Kadınları, Lale Devri, Bir Yemin Uğruna, Sihirli Kaftan, Cinci Hoca, Bize Barboroslu Derler, Kırk Şehitler Kalesi ( resimli roman ), Karikatür Albümü, Hapishane Hatıraları…

CARIM Nimet Arzık, Eserleri: İblisi Çiçeği, Ölü Şerif Arzıktan Mektuplar ( taşlama ), Kulun Elinde Kul, AP’nin Romanı, Oy Ver Bana Altındağ, Patçiçek, Siyam Kralına Mayonu Taşıtma ( tiyatro ), Ak Altının Ağası ( Hacı Ömer Sabancı’nın hayatı ), Osmanlı Sarayında Yabancı Kadın Sultanlar.

 

Nihat Eruz, Eserleri: Çuvalın Yanındaki Adam, Yumma, Gül Hırsızı, İnsanca, Bamteli.

Ergin Günçe, Eserleri: Genç Ölmek, Türkiye Kadar Bir Çiçek ( şiir ),

Kandemir Konduk, Eserleri: Tiyatro: Yüzsüz Zühtü, Dök İçini Rahatla, Deli Deli Tepeli, İnsanlığın Lüzumu Yok, Yasaklar, Şuna Buna Dokunduk.

Atiye Keskin Kubanlı, Eserleri: Romanları: Kader Köprüsü, Cezayir Mektupları, Şeytanlı Değirmen, Karıncanın Öğütleri ( piyes ).

DİŞNOY Ayla Kutlu, Eserleri: Romanları: Göçmen Bir Kuştu O ( 1986 Madaralı Roman Ödülü ), Hoşça Kal Umut ( 1987 Rüştü Koray Roman Ödülü ), Sen de Gitme Triyandafilis ( 1991 Sait Faik Hikaye Ödülü ), Merhaba Sevgi ( çocuk romanı ), Kaçış, Islak Güneş, Cadı Ağacı, Tutsaklar, Hüsn-ü Yusuf Güzellemesi, Kadın Destanı.

DİŞNOY Tarık Cemal Kutlu, Eserler: Tozlu Köy Yolu, Memede Götür Ağa ( Son Havadis Gazetesi Üçüncülük Ödülü ), İmam Mansur, Umar Ela’nın Hünerleri, Taymi Bibolat, Üç Kardeş, Dili Edebiyatı ve Tarihiyle Çerkesler ( kolektif eserin Çeçenler ile ilgili bölümü 1993).

Mahmut Sadık, Eserleri: Romanlar: Rüşvet, Sevda, Kalb-i Şeyda, Tekamül, Makaleler, Takvimden Yapraklar.

Çetin Öner, Eserleri: 1981, Radyo Televizyon Muhabirleri Yılın Televizyon Yıldızı Ödülü, 1982 Çağdaş Gazeteciler Derneği Yılın Yayıncısı Ödülü, Kültür ve Turizm Bakanlığı Film Dalında Başarı Ödülü, Gulibik adlı çocuk romanı ile Berlin Festivalinde En İyi Çocuk Filmi Ödülü, ABD, İspanya, Yugoslavya’da benzer ödüller.

Zübeydet Şhaplı, Eserleri: Kafkas Aşkı (1944), Abrek ( aynı kısa romanın yeni baskısıdır. İstanbul 1977), Dört Kafkas Hikayesi ( bu kitapta yazarın “ L’sclave: Köle adlı hikayesinin Türkçe çevirisi bulunmaktadır ( Ankara 1971 ).

Aytunç Altındal, Eserleri: Şiirleri: Partizan, Dinmeyen, Anılan, İhanet Şiirleri, Otellerde.

Osman Numan Baranus, Eserleri: Şiir Kitapları: Toygan, Sevmek, Egemen, Ağrılar Toprağı, Tuzhurmatu, günberi, Külünk, Apansız Panayır, Alaza Kesen Yürek, ,Zor Yol, Gebe Gece, Dinago Triosu, Huahualar, Utkulu Kulvar, Haykular ve Beyitler, Bergamut, Geriye Saymak, Yıkanık Irıplar, Kıyıda Horata, Günadın Soyundan, Tanatımmı, Sın Adlı Ulu Yaya,

İnceleme ve Deneme Sohpetleri: Zihni Hazinedaroğlu, Ana Damar, Okulsuzculuk…

Hikmet Erhan Bener, Eserleri: Romanları: Acemiler, Gordium, Loş Ayna, Ara Kapı ( 1962 Türk- Fransız Kültür Derneği Roman Ödülü ), Baharla Gelen, Yalnızlık, Bir Büyük Bürokratın Romanı, Sisli Yaz, Ortadakiler, Tekilleşme, Anafor, Elifin Öyküsü, Böcek, Ölü Bir Deniz.

Hikayeleri: Aşk-ı Muhabbet Sevda ( 1992 Yunus Nadi Öykü Ödülü, Haldun Taner Öykü Ödülü ), Gece Gelen Ölüm, Hızır Doktor ( 1979 Muhsin Ertuğrul Ödülü.

Vüsat O. Bener, Eserleri:  Ihlamur Ağacı (1963 Türk Dil Kurumu Tiyatro Ödülü ), İpin Ucu ( 1980 Abdi İpekçi Ödülü ), Siyah Beyaz ( Sedat Simavi Edebiyat Ödülü ve Yunus Nadi Öykü Ödülü ).

Romanları: Bozuk Çağın Virüsü, Bay Muannit Sahtegi’nin Notları.

Hikayeler: Dost, Yaşamasız, Siyah Beyaz.

KAYNAKÇA
1) İdeal Gazeteci Efendi Babamız Ahmet Mithat (Doğumunun 100. Yılı anısına )
2) Ahmet Mithat Efendi’nin Hayatı Hatıraları (Oğlu Dr. Kamil Yazgıç).
3) Ömer Seyfettin’in Yaşamı Kişiliği Sanatı Dili Seçmeler (İ. Güve Kaya).
4) Kafkas Diasporası’nda Edebiyatçılar Yazarlar Sözlüğü (Sefer Berzeg)