UFKUMUZ GRİYE DÖNERKEN

BABUG Ergun Yıldız
23. 02. 2010

Bu günün Çerkes dünyasını en kısa nasıl tarif ederim veya en basit benzetme ile nasıl anlatırım deseniz sanırım “gri” sözcüğünden daha öz, gri renkten daha uygun bir tanımlama bulamazsınız.

Gri rengi nasıl tanımlarım derseniz de “karaya bulanmış beyaz” benzetmesi buna cuk oturur.

Tıpkı bizimkisi gibi.

Kar beyaz umutlarını kapkara bir siyahın kirlettiği, siyah mı beyaz mı artık seçilemez olmuş bir devri alemdir Çerkes dünyası bu gün.

Bizler düşler görerek büyüdük, yamaçlarında kartalların süzüldüğü, eteklerinde uçan atları ile yiğit ve asil Çerkes insanının yaşadığı Cennet’e eş bir vatan anlattılar bize.

Bu düşlerle uyuduk, bu masallarla büyüdük.

Şimdi düş bitti, masal yitti, o masalları anlatanlar da beyaz atlarına binip gittiler.

Geldik gerçeğin kapısına dayandık bir zaman sonra.

Elbette iyi değil böyle 140 yıl gibi uzunca bir uykudan pat diye hakikate uyanmak.

Ancak uyandık işte neylersin.

O halde, şöyle uyku mahmurluğunu atıp önümüzde duran manzarayı tarif edelim.

Buna bir isim koyalım, bir tanımlama getirelim.

İşte bu tanımlamanın adıdır bence gri.

Gelin bu rengi oluşturan tonları bir ayıralım, bakalım ne çıkacak önümüze.

Önce beyazdan başlayalım.

Çerkes insanı o masallarda anlatılan gibi değilse de tek tek bireyler olarak etrafımızla kıyasladığımızda pek çoğundan iyi, pek çoğundan ileri ve pek çoğundan eğitimli.

İnsani ve vicdani yönü daha gelişmiş; adaleti, asaleti, kültürel kökleri ve yaşam tarzı ile daha olgun bir halk.

Çerkes toplumu yaralar almış olsa da hala bazı değerlerine dayanarak varolan, bazı değerlerine dayanarak bir iç disiplin ve oto kontrol sağlayabilen bir halk.

Çerkes vatanı da tıpkı insanı gibi.

Doğal kaynakları, coğrafyası, iklimi, bereketi ve güzelliği ile pek çok yer ile kıyaslanamayacak yaşanılası bir toprak.

Bu halkın bu topraklarda dün olduğu gibi bu gün de varlığını sürdürebilmesi umudu var hala önümüzde. Kendi vatanında kendi ayaklarının üstünde, gelecekteki varlığı ve kaderi konusunda söz sahibi olarak bir yaşam kurma şansımız var.

Yani umut var!

İşte bu umudu besleyen ideallerimiz ve inancımızdır beyazı en çok temsil eden bu gün.

Fakat üzülerek kabul etmemiz gerekiyor ki, bu beyaz neredeyse seçilemez hale gelmiş, hatta daha ileri giderek söyleyeyim özellikle bu hale getirilmiş.

Bu kirlenmişlik ve kirletilmişlik, bu gün zihinlerimizde algı hatası yaratıyor, tanımlama değerlendirme hatası yaratıyor.

Geleceğe dair umudumuzu, beklentilerimizi net ve belirgin bir hedef olmaktan çıkartarak, tarifi imkansız ve ne idüğü belirsiz bir siluet haline getiriyor.

Bu gün bir bütün olarak aldığımızda Çerkes halkının ne istediğini bilen, tarif edebilecek hedef gösterebilecek hiç kimse olduğunu sanmıyorum.

Kavramları bu kadar anlamsız kılınmış,değerleri bu kadar basitleştirilmiş, umudu bu kadar kirletilmiş başkaca bir halk yoktur herhalde.

“Vatan” diyorsunuz.

Karanlığa süzülen ışık gibi gözünüzü kamaştıran, yüreğinizi ısıtan bu apaydınlık umuda, birileri kara elleriyle dokunuveriyor;
– Kukla yönetimlerle idare edilen yer,
– Demokrasi olmayan yer,
– Açlık ve sefaletin hüküm sürdüğü yer,
– Ruslarla birlikte yaşanan toprak,
– Ana dilin okutulamadığı yer,
– Can güvenliği olmayan yer…

Bir anda bembeyaz umudunuzun karaya renk değiştirmesini izliyorsunuz büyük bir hüzün içerisinde.

Bütün bunlara rağmen ”vatan ulan vatan!“ diye bağırmak geliyor içinizden.

“Halkımız-kardeşlerimiz“ diyorsunuz.

Yine aynı sihirli el devrede, yine kara bulaştırıyorlar kar beyaz umudunuza;

– İçki masalarından kalkmayan insanlar,
– Ahlak ve din taşımayan insanlar,
– Ruslaşmış insanlar,
– Çerkeslikle ilgisi olmayan insanlar,
– Xabze bilmeyen insanlar,
– Tembel ve hırsız…

Siz aynı feryat dilinizin ucunda; “bütün bunlara rağmen halkımız ulan! Halkımız, kardeşlerimiz” diye haykırmak istiyorsunuz.

“Ulus olmak-yarını kurmak-geleceğe yürümek” diyorsunuz.

Kara fırça yine gezinmeye başlıyor umudunuzun üzerinde;

– Biz burada yaşadık kök saldık,
– Dinimiz bir geçmişimiz bir,
– Hem ben dilini bilmediğim yerde ne yaparım,
– Oralarda nasıl yaşarım,
– Onlar zaten bizi istemiyormuş…

İstisnasız hangi meseleyi alırsanız alın; uluslaşma, ulus bilinci kazanma, ulus refleksi gösterme, vatanına ve kaderine sahip çıkma, geleceğinden sorumluluk duyma konularında bir kara el dolaşıyor değerlerimizin üzerinde.

Bembeyaz umudumuzu kirletiyor, ruhumuzu karartıyor, bilincimizi bulandırıyor.

Bu gün durduğunuz yerde bakıyorsunuz ki, hiçbir şey olması gereken gibi apak değil.

Hiçbir şey layık olduğu kadar beyaz, olması gereken kadar berrak değil.

Her değer kirletilmiş, her ideal üstüne bulaştırılan kara ile renk değiştirmiş.

Ufkumuz, umudumuz, değerlerimiz, bilincimiz ve kararlılığımız kirli gri bir tonda.

Bir eşikteyiz bu gün.

Dönüp kendimize bakalım, ayağa kalkıp kirletilen karartılan değerlerimize ideallerimize sahip çıkalım.

Keşke o beşiğimizde uyuduğumuz, düş ile büyüdüğümüz çağ hep sürse ama kabul edelim ki o çağ bitti.

Dün olduğu gibi ruhumuzu okşayan içimizi ısıtan hoş hikayeler, efsaneler dinlemek, güzel düşler görmek istiyoruz ve bunun ötesine bir adım geçmek istemiyoruz.

Bizler artık o beşikten inmek, yeryüzüne ayak basmak gerektiğini, hayatın içine dalıp düşlerimize bulaşan karayı tüm yaşamımıza ve geleceğimize sinmeden söküp atmak gerektiğini kabul etmek istemiyoruz.

Mücadele etmek, dişe diş kavgaya tutuşmak gerektiğini kabullenmek istemiyoruz.

Anlamsız bahanelerle, akıl dışı istekler ve taleplerle, ayağı yere basmayan beklentilerle oyalanarak, gelecek umudumuzun beyazdan griye, griden siyaha dönüşmesini izliyoruz umursamazca.

Sanırım korkuyoruz.

Yoksa, vatan-ulus-gelecek kavramlarını bu kadar basitleştirecek, bireysel isteklerimize kaprislerimize kurban edecek kadar yetersiz bir halk olduğumuza inanmıyorum ben.

Başka halklar toprakları ve gelecekleri için can verirken, biz bu kadar bencil olamayız.

Ancak unutmayalım ki, korkunun ecele faydası yok.

Bu gri siyaha döndüğünde, bizim sorumsuzluğumuz yüzünden kara bir gecenin içine düşeceğiz.

Ve bir daha bizi kimse çıkartamayacak o karanlıktan.