VARAN – 3 ÇERKESLERİN 21. YÜZYILI

Dr. MEŞFEŞ’Ü Necdet Hatam

Sayın Cahit Aslan, takdir ettiğim, xabzeyi en iyi tanımlayan bizden bir akademisyen. Daha önce okuduğum Etnisite adlı kitabı ve Kitaptaki kısa tanıtım yazısı beklentilerimi de büyütmüştü. Ancak üzücüdür ki hayal kırıklığına uğradım. Kendi alanında saygın bilim insanı Çerkeslerin gelecek kurgusunu çalı dolanır gibi dolanmış ve “mış” gibi yapmıştır.

Doğrusu Sayın Aslan yazının başlığı da beklentiye girmeyin der gibiydi: “Türkiye’de Milli Kimliğin inşası ve Farklı Etnik Grupların Durumu: Çerkesler Örneği” Anlaşılacağı gibi Sayın Aslan Çerkes siyasetini, Çerkes kimliğinin inşasını, bu inşada anayurdun yerini değil Türk Milli Kimliğinin inşasını ve bu inşada Çerkeslerin yerini anlatacaktı, öyle de yaptı. Özetle kitabın adının düşündürdüklerine aykırı davranmış ancak kendi yazı başlığına sadık kalmıştır.

Örneğin; “Devletinki yalnızca bireysel kimliklerin toplamından daha fazla bir şeydir. Bundan dolayı Çerkeslerin durumunda olduğu gibi farklı köken kimlikler sahip bireyler söz konusu olunca bazı sorunlar da gelişmeye başlar.”66″ demiştir.

Görülebileceği gibi Türkiye’de milli kimliğin inşasında farklı kökenden olanların bu arada Çerkeslerin varlıklarını sorun gören bir yaklaşım.

“Üstelik, kan bağı, coğrafi olarak ikamete bakmaksızın, insanların kimliğine bakar. Toprak bağı soyla ilişkisi olmayan insanların kimliğine bakar. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlık sürecinde büyük çoğunlukla kan bağı ilkesi geçerlidir.69”

Oysa, yukarıdaki bu cümlelerden sonra Çerkeslerin temel alınması gereken ilkenin, özellikle anavatan dışındakilerin toprak bağı değil kan bağı olduğunun vurgulasaydı güzel olmaz mıydı, gerçekçi olmaz mıydı, projeksiyona katkı olmaz mıydı,? Bir de RF’nin 1999 yılında kabul ettiği soydaşlara yönelik devlet politikasını içeren yasanın sadece Rusları değil autokhton halkları, bu arada Çerkesleri de kapsadığını vurgulasaydı. Son 4 yıldır soydaşların ülkeye dönüşünü kolaylaştıran programa Adığey Cumhuriyetinin dahil olduğunu da ekleseydi…

“Fakat “ötekiler” yurttaşlığın yan anlamlarını, demokratik değerlerle, düşünceyle, güç ve adaletle daha çok birleşecektir. Bu sefer ötekiler bu değerleri yurttaşlığa bağlamış olacaklardır. Örneğin Türkiye Cumhuriyetinde birçok etnik grup kendilerini orijin olarak Türk görmezler. Özellikle Kürtler Anadolu’nun doğal parçalarıdırlar fakat etnik anlamda Türk kimliğine göndermeler yapmaya yanaşmadıklarını beyan etmişlerdir. (Başkaya, 1991; Belge, 1995) Çerkesleri de bu kategoride değerlendirmek mümkündür. Bu durum yurttaşlığın resmi tanımı ile öteki olmanın algısının birbiri ile uygunluk içinde olmadığını gösterir.71”

Burada Çerkes gelecek kurgusu nerede? Anlayan beri gelsin…

Akademisyenimizin bilgisizliğini açığa vuran cümleler de yok değil yazıda. Örneğin; “Türkiye ikili yurttaşlık konusunda bazı sosyal, ideolojik ve yasal sıkıntılara sahiptir…71” yargısı gerçekçi olmadığı gibi, özellikle Almanya ile kıyaslandığında Türkiye Cumhuriyeti’ne büyük haksızlıktır. Çünkü Almanya ikili vatandaşlığı daha yeni yeni konuşmaya başlamıştır. Bugüne kadar da birçok Türk vatandaşı Alman vatandaşlığından atılma tehlikesi yaşamıştır. Türkiye ise bu engeli aşmak, vatandaşlarının hak kaybını önlemek için “mavi kart” uygulaması başlatmıştır. Bu uygulama ile, çıkma izni almak sureti ile Türk vatandaşlığını kaybedenler ve üçüncü dereceye kadar olan altsoyları belirli istisnalar dışında hak kaybına uğramamaktadır.

“Doğal olarak asimilasyona direnenlerin bazıları kendi köken ülkelerine dönme planlarını hayallerinde yaşatırlar. Örneğin SSCB sonrasında birçok Çerkes ailenin Kuzey Kafkasya’ya kendi ata topraklarına veya Almancı ailelerin yurda geri dönmesi böyle bir olaydır.71” Kimileyin de böyle sürçü lisan olmuş gerçeği söyleyivermiştir Sayın Aslan.

Demek ki neymiş köken ülkelerine dönme planlarını hayallerinde yaşatanlar dahası dönenler asimilasyona direnenlermiş. Ya da tersinden okursak köken ülkesine dönüş hayali kurmayanlar dahası dönmeyecek olanlar asimilasyona direnmeyenler, direnemeyeceklermiş.

Bir de hayal ötesi bir cümle: “Diaspora Çerkesleri de sürekli Kuzey Kafkasya Cumhuriyetlerine gidip gelmektedirler.72

Anavatanı gören Çerkes sayısı, Türkiye’deki Çerkes sayısı bir yana yüzlerce derneğin üye sayısı ile oranlandığında, Çerkeslerin sürekli olarak Kuzey Kafkasya’ya gidip geldikleri değil tam tersi olduğu ortaya çıkacaktır. Yani Çerkeslerin, anavatanı çok seven, ancak anavatandan uzakta çok daha mutlu olan bir halk olduğu görülecektir. Peki, bir akademisyenin, hem de bizden bir akademisyen gerçeklere bu kadar uzak düşmesi anlaşılabilir bir şey midir?

Tüm bunlar ve eleştiriyi hak etse de yazıyı uzatmamak için görmezden geldiğimiz cümlelere karşın, “Sonuç” bölümüne gelince 67. Sayfada okuduğumuz “Bu makalede yapılmak istenen Türkiye’de milli kimliğin inşasında farklı köken kimliklere sahip Çerkeslerin konumunu tartışarak geleceğe 21. Yüzyıla yönelik projeksiyonlarda bulunmaktır.” Cümlesini anımsıyor ve sıra gelecek kurgusuna gelmiş olmalı diye heyecanlanıyorum. Ama…

Sonuç:

“Farklı köken kimliklerin geleceğe yönelik varlıkları hakkında şimdiye kadar anlatılanlardan sadece Çerkeslere yönelik bir sonuç çıkartmak değildir, böyle bir sonuç çıkartmak doğru olmayacaktır. Ancak genel çıkarımların yanına Çerkeslerin özgün koşulları eklemlenebilir.83”

En temel çıkarım şudur: Türk vatandaşlığı haklar temelli olmalı ve aktif vatandaşın devlet karşısındaki özerkliğine ve kamusal haklarına vurgu yapan bir kimliği referans almalıdır.

Sayın Aslan, “kitabın adına aldanmayın sakın” der gibi değil mi sizce de?..

“Türkiye’de bazı etnik gruplar gibi Çerkesler de azınlık olarak tanınmalıdır.”

Sonuç bölümünün bu cümlesi, azınlıkların Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından daha fazla hak sahibi oldukları yanılgısı ile söylenmiş olmalı. Oysa daha 09.11.2008’de, bu galat-ı Meşhura” CC’ de “Baskın Oran Gerçekleri Çarpıtıyor mu ne?” başlıklı, adımı yazarak aradığınızda internette bulabileceğiniz yazı ile dikkat çekmeye çalışmıştım.

“Başta ders kitaplarında yer alan dil, din, etnisite farklılığına dayalı ayrımcılığı ve nefreti körükleyen tüm ifadeler çıkarılmalıdır.

Çerkeslerin de dahil olduğu Türkiye’nin sahip olduğu çok dilli ve çok kültürlü yapısını dikkate alan “anayasal vatandaşlık” fikri, kimlikler bazında gerçekliğe dönüştürülmelidir. Bunun için de ilk şart, bütün kimliklerin kendilerini geliştirerek korumalarının anayasal güvence altına alınmasıdır. Ayrıca kamuda ve sivil yaşamda özellikle farklı köken kimliklere yönelik ayrımcı tutumlar, ötekileştirmeler engellenmeli, bu tür suçları işleyenler ise net bir şekilde cezalandırılmalıdır.”

Soru şu: Bütün bunlar gerçekleştiğinde, dilimizi kültürümüzü, ulusal özelliklerimizi koruyup geliştirme koşulları gerçekleşmiş mi olacaktır?

Bu da sonuç bölümünün son cümlesi:

“Abhazya ve Güney Osetya tanınmalı ve bu sürece eşlik eden Çerkesler için ikili yurttaşlık gündeme alınmalıdır”

Evet, Abhazya ve Güney Osetya tanınmasının gündeme alınması çok sevindirici, ancak, Sayın Aslan’ın ikili yurttaşlığın günümüzde uygulamada olduğunu bilmediğinin kanıtı cümleni ikinci yarısı aynı derecede üzücü değil midir?

Beni izleyenler bilir, yıllardan beri yanılgı içinde olan arkadaşlarımızı bıkmadan usanmadan eleştiririm. Ama hep umutluyumdur. Tüm bu olumsuzluklara karşın umudumu nasıl koruyabildiğime şaşan arkadaşlarım da yok değil. Dilim döndüğünce anlatırım. Ama anlatılarımın özünü de bu kitapta buldum diyebilirim:

“Bir cemiyette yalnız aydınlar harstan (kültürden) uzak kalmışlarsa o cemiyet kurtulabilir. Şayet halkın harsı da bozulmuşsa o cemiyet bir daha dirilmez. Ortadan kalkar. Başka milletler içinde kaybolur” (Gökalp 2005)

Evet ben, aydın bilinenlerimizin harstan (kültürden) uzak kalmış olmalarına karşın halkımızın harsının (kültürünün) hepten bozulmadığına ve diaspora cemiyetimizin de kurtulabileceğine inanırım.