VARAN – 5 ÇERKESLERİN 21. YÜZYILI

Dr. MEŞFEŞ’Ü Necdet Hatam

Bu kez yılların profesyonel KAFFED yöneticisi Cumhur Bal’ın cehalet ya da çarpıtma örneği yazısını ele alalım, akademisyen bilinenlerimiz de biraz soluk alsın. Allah sağlık verirse sıranın kendilerine geleceğini de unutmadan soluklansınlar.

Sayın Bal şöyle başlıyor yazısına:

“1864 Büyük Çerkes Sürgünü ile Osmanlı topraklarına gelen …”

Eksik: Anavatanın terk ettirilmesindeki Osmanlı etkisi, kitabın diğer yazarları gibi görmezden gelinmiş.

“…Çerkeslerin çoğunluğu büyük bir hata yaptıklarını hemen anladılar. Ne onları bir karşılayan ve ne de sahiplenen…”

Osmanlıya büyük haksızlık: Gelen nüfusun beklenenden çok daha fazla olmasından, kimi yörelerdeki görevli yolsuzluklarından kaynaklanan karışıklıklar. Oysa şimdilerde bile Osmanlının dağıttığı arsa olmuş tarlardan kat sahibi olan, kat zengini olan Çerkesler var. Arsa zengini Ürdün Çerkeslerini hiç duymamış olmalı yılların dernekçisi Sayın Bal.

““Bir kısım Çerkes daha ilk günden dönüş yolunu tuttu. Aylar süren bir yolculukla Rusya sınırına geldiler ancak ne yaptılarsa da hiçbir şekilde sınırı aşamadılar.”

Çarpıtma. Dönüşü sadece Çarlık Rusyası’nın engellediği çarpıtması. Oysa anavatanın terk ettirilmesinde de dönüşün engellenmesinde de her iki imparatorluğun birlikte hareket ettikleri hep söylenmiş yazılmıştı. Sayın Bal, yıllarca önce yayımlanan “Başbakanlık Arşivi Osmanlı Belgelerinde Kafkas Göçleri” kitaplarına şöyle bir göz atsaydı, Osmanlının Dönüşü engelleme konusunda Çarlık Rusyası ile işbirliği içinde olduğunu görecekti.

“Normal yollarla dönemeyeceklerini anlayan Çerkesler Osmanlı’nın desteği ile Çarlık Rusya’sına karşı açılacak bir savaşı kazanmak suretiyle vatanlarına, topraklarına kavuşabileceklerini düşünmeye başladılar ve tüm güçlerini Osmanlı yönetimini bu konuda ikna etmeye yönlendirdiler.

Gülünç: Çerkeslerin anavatana Dönüşünü engelleyen Osmanlının Çerkeslerin hatırı için Çarlık Rusyası’na savaş açacağını düşünebilmek. Nitekim savaşı başlatan Çarlık Rusyası’dır. İnternette bu savaşa ilişkin istemediğiniz kadar bilgi bulmak mümkün. Paylaşımlardan birinde örneğin “Rusya, Osmanlı Devleti’ne yapılan tekliflerin reddedilmesi ve Balkanlar’da gerekli reformların yapılmaması üzerine Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiğini bir muhtırayla Avrupa devletlerine de bildirdi.” denmektedir.

“1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı’na (93 Harbi) Büyük çoğunluğu Çerkeslerden oluşan ordu Gürcistan üzerinden Rusya’ya girdi. Başarılı sonuçlar alan ordu Abhazya’yı aldı ancak sonraki günlerde üstünlüğü ele geçiren Çarlık Ordusu Osmanlı ordusunu yenilgiye uğrattı. Vatana kavuşma hayali Abhazların daha kapsamlı sürgünü…”

Çarpıtma ve eksik bilgi: Bu savaşta Çerkesler Osmanlıyı değil, Osmanlı Çerkesleri Kullanmıştır. Sayın Sefer Ersin Berzeg’in “Kafkasya Gerçeği” dergisindeki yazıda, Abhazya’da başarılar kazanan ordu sonradan Çarlık ordusuna yenildiği için değil emir ile geri çekilmiştir. Sayın Berzeg yazışmaları yayınlamıştır.

“II Abdülhamit 24 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyeti ilan etti “

24 Temmuz Lozan Antlaşması ile karıştırılmış olmalı. Derleyenler yazıları hiç okumamışlar gibi…

“Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti de 1919 yılında kurulan Şimali Kafkas Cemiyeti gibi Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyetinin bir kolu idi.

Gülünç: Şimali Kafkas Cemiyeti de Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti de Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti kadroları ya da onların öncülüğünde kurulmuşlardır ancak Cemiyetten bağımsız tüzel kişiliklerdir. Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti kuruluş tarihi, dernek mühründe II. Meşrutiyetin ilanı ile aynı güne rastlamaktadır. Şimali Kafkas Cemiyeti’nin kuruluş tarihi ise 1918’dir. Kafkasya’da kurulan Kafkasya Birleşik Dağlı Halklar Birliği Devleti (bu devletinin adının hep Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti olarak yazılması da genel bir çarpıtmadır.) bağlamında düşünülmelidir.

Kitapta yazarlar arasındaki çelişki bir yana kendisi ile dahası aynı cümlede çelişen yazarların olması da çok ilginç değil mi? Şimali Kafkas Cemiyeti’nin Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nin bir kolu olduğunu yazan Sayın Bal aynı bölümün sonunda önce Şimali Kafkas derneğinin daha sonra da sırasıyla diğerlerinin kapatıldığını yazarak ayrı örgütler olduğunu kabul etmektedir.

Gönen köyleri sürgünü için: Sonuçta Fetgerey Şoenu amacına ulaştı. Çerkes aydınlarının (Rauf Orbay, Hunca Ali Sait Paşa, ve diğerleri) gayretleri de eklenince tehcir durduruldu…127

Eksik: Tehcir Çerkes aydınlarının gayreti sonucu değil Lozan Anlaşması bağlamında durdurulmuştur. Aynı kitaptaki Sayın Erdoğan Aydın’ın yazısı bunun kanıtıdır. Ancak çok daha önce Sayın Cevdet Hapi, “Kafdağı” dergisi Şubat-Mart 1988 sayısında yer alan “Yeni ve Doğru Değerlendirmeler Yapılmalıdır” başlıklı yazısında bu konudaki galat-ı meşhuru (yaygın yanlışı), şöyle düzeltmişti:

“Sürgün, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması’nın ilgili maddeleri gereği af kapsamına girdiğinden durdurulmuştur. Lozan Antlaşması’na göre, savaş suçları nedeniyle a) kimse idam edilmeyecektir. b) Genel af ilan edilecektir.

Durum budur ve Türk hükümetince özel olarak sürgün cezasının kaldırılması durumu yoktur.”32

“1970’lerin ortalarından itibaren derneklerin bir araya gelmesine ilişkin bir dizi toplantılar yapıldı.

5-6 Kasım 1977’de Ankara’da bu konuda karar alınmasına yönelik bir toplantı yapılması kararlaştırıldı…”

O yıllarda derneklerin birleştirilmesinin konuşulduğu doğru olmakla birlikte asıl tartışılan Dönüşün mü kalışın mı daha doğru olduğu idi. Çünkü devrimle tüm haklarımıza kavuşacağımız ve Dönüşe de gerek olmadığı iddiasında olanlar, toplumda bu konunun tartışılması ve de galip gelen görüşe göre örgütlenmemiz gerektiğini, nihai amaçta birleşemediğimiz sürece hiçbir konuda birlikte olamayacağımızı savunuyorlardı.

Biz Dönüşçüler olarak toplumumuzun bu ayrımı yapacak bilinç düzeyinde olmadığını birlikte topluma bunları düşündürtecek çalışmalar yapılması gereğini savunuyorduk. Ankara öncesi Antalya’da yaptığımız dernekler arası toplantıda tüm sözcüklerini bugün gibi anımsadığım şu cümleleri tam üç Kez yinelemek zorunda kalmıştım:

“Arkadaşlar derneklerimiz toplumumuzun temsilcisi değil. Yönetim Kurullarımız derneklerimizin temsilcisi değil. Buradaki delegeler de dernek yönetimlerinin temsilcisi değil. Dolayısı ile şu ya da bu konuda alacağımız karar toplumumuzu etkilemez.” Ancak çok ısrar edilince Ankara toplantısında gündeme almak koşulu ile o gün tartışma ve bir kararı engelleyebilmiştik. Biz yine Ankara toplantısı öncesi bir hamle daha yaptık ve yine Ankara’da gündem belirleme toplantısı yaptık. Dönüş-Kalış tartışmasının erken olduğunu gereksiz olduğunu savunduk ancak bir oy ile kaybettik. Tartışılsın görüşünde olan kazananlar bizim Dönüşü savunamayacağımızı düşündüklerini de fark edince çaresiz peki dedik.

İşte sözü edilen Ankara toplantısının tek gündem maddesi bu idi. Çok ciddi bir hazırlık yapıldı. Dönüş adına görüşlerimizi Sayın Şamil Jane anlattı, savundu. Ertesi gün de Kalışçılar tezlerini savunacaklardı. Ancak akşamında Tsey Mahmut Özden’in katledilmesi ile tartışma yapılamadı ve ortak bir karar alınamadı.

“1984 yılından itibaren tekrar açılmaya başlayan dernekler 70’lerdeki hareketliliğin uzağında…”

Eksik. Ben 80 darbesinde İskenderun Derneğimizin Başkanı idim. Dernekler masası müdürü dernekten arkadaşlarımızın özellikle genç kaybımız Kenen Bozkurt’un yakın dostu idi. Bize derneğimizin sorunsuz olarak faaliyetlerine başlayabileceği bilgisini verdi. Kararnameye göre dernekler ikiye ayrılmış. Bir dilekçe ile çalışmaya başlayabilecek olanlar ve çalışmaya başlaması için mahkeme kararı gerekli görülen dernekler. Şansa bakın ki atanmış İskenderun kaymakamı da hastamdı. Hemen randevu almış görüşmüş ve bir dilekçe ile çalışmalara başlamıştık. Daha sonra birçok derneğimizin 1984’ten önce çalışmalara başladığı bilgisine de ulaştım. Üzücüdür ki bunları not etmedim.

“Ekim 1989’da Ankara’da uluslararası bir organizasyon olarak gerçekleştirilen “Sürgünün 125 Yılını Anma” etkinliklerinin diaspora tarihinde çok önemli bir yeri vardır.

Farklı ülkelerden gelen delegeler dışında yüzlerce insanın emek verdiği etkinlik Dünya Çerkes Birliğinin temelini oluşturdu. Bu etkinlikte toplumumuz ile ilgili bütün sorunların konuşulması yanında en önemli konu, diasporanın anavatan ile buluşturulmasıydı. Toplantının sonuç bildirgesinin ana teması da bu düşünce oluşturmuştu.”

Eksik-Yanlış.

Ben “uluslararası” kavramının toplananların farklı uluslardan olduğu çağrışımı yapar korkusu ile “devletlerarası ulusal toplantı” diyorum. Etkinliğin tırnak içine alınacak adı da “125. Yıl Kültür Haftası” dır.

Yeri gelmişken Sürgün konusunda olayların gelişimini bilmeyenlerin, Dönüşün ruhunu kavramamış olanların çok sık dile getirdikleri, o yıllarda korktuğumuz için sürgün ve soykırım demediğimiz yanlışını da düzelteyim. Gerçekte biraz düşünülse Türkiye’de, bir başka ülkeyi hedef alan ve çok ta örgütlü olmayan bir sesle, Sürgün ya da Soykırım demenin korkulacak bir şey olmadığı bilinirdi. Tıpkı yaşadıkları ülkelerin anayasaları daha demokratikmiş gibi RF anayasasını eleştirmenin, kendileri nüfus sayımlarında etnisiteyi anket sorularına ekletmiş gibi RF nüfus sayımlarına karışmanın, ülkede birçok kişinin antidemokratik saydığı uygulamalara, çok önemsenen gazetecilerin tutuklanmasına, Anayasa Mahkemesi, Avrupa İnsan Mahkemesi kararlarının uygulanmayışına sessiz kalıp, RF’de Memorial adlı derneğin mahkeme kararı ile kapatılmasını dile dolamanın korkulacak bir şey olmadığını bildikleri gibi.

Etkinlikler hep sürgünü anma bağlamında olmasına, sonuç bildirisinin dönüşü vurgulamasına karşın etkinliklerin 21 Mayıs’ta düzenlemeyişimiz ve adına da “125. Yıl Kültür Haftası” denmemiz Dönüşün ilkesi gereği idi. Dönüşün dün de bugün de geçerli olan, gelecekte de geçerli olacak ilkesi, anavatan ile diaspora ilişkilerinin gelişimini engelleyecek söylem ve eylemlerden kaçınmaktı. Bu gün de birçok söylem ve eyleme karşı çıkışımızın nedeni bu temel ilkedir. Çünkü Dönüş ancak ve ancak bu ilişkilerin gelişmesi ile gerçekleşebilecektir. Anavatan kesiminin destekleyemeyeceği, ilişkilerin kopması sonucunu verecek söylem ve eylemlerde bulunup dönüşten yana görünmek bir “riya”dır.

Bu etkinlik kararını aldığımız 23.11.1987’de Sovyetler Birliğinde glasnost-perestroyka henüz başlamıştı. Nasıl gelişeceği konusu bilinmiyordu. Anavatan kesimi sözünü ettiğimiz kavramları dile getiremiyorlardı. Sonradan devlet töreni ile yapılmaya başlanan anma toplantıları henüz yapılmıyordu. Toplantıya anavatandan katılım olmayabilirdi. Oysa asıl olan Çerkesin bulunduğu her ülkeden, özellikle anavatandan delegelerin katılması idi.

Nitekim 125. Yıl etkinlikleri sürgünden bu yana Çerkes bulunan tüm ülkelerin delegelerinin katıldığı ilk etkinlik oldu. Binler katıldı toplantıya salonlar almadı. Anavatandan katılan birçok ünlümüz bu etkinlikleri Nart Xaselerine benzetti ve sadece diasporada değil tüm dünya Çerkes tarihine geçti.

“Bir yıl sonra ikinci toplantı Hollanda Adığe Derneği’nin ev sahipliğinde 4-6 Mayıs 1990 tarihinde gerçekleştirildi. Toplantıdan sonra Kafkasya’da bir kongrenin toplanması çalışmalarına başlandı. Adığey, Kaberdey-Balkar, Karaçay-Çerkes ve Abhazya Cumhuriyetlerinin yetkilileri, Rodina Kuruluşları ve Adığe-Abhaz derneklerinin mutabakatı sonucunda tüm dünyada yaşayan Adığe –Abhaz halklarının temsilcilerinin katılacağı bir kongre yapılmasına karar verildi”

Hayal’den de öte.

Paylaştığımız sonuç bildirisinde görüleceği gibi Hollanda’daki toplantıya çok az, 61  kişi katılabilmişti. Ev sahibi Hollanda Derneği ve Almanya’nın çeşitli kent dernekleri, Türkiye ve Anavatandan sadece Qeberdey-Balkar’dan Aşemez Xase ve Rodina temsilcileri katılmıştı. Bildiride sadece Rodina’nın adının geçiyor olması bir hata sonucu kabul edilmeli. Delegeler Aşemez Xase adına Nalo Zawır ve Rodina adına da Quedzoque Tole idi.

Adığey ve Karaçay-Çerkes temsilcileri vizeleri yetişmediği için toplantıya katılamamıştı. Türkiye’den adımıza Süleyman Yançatoral bir kurum adına değil Dönüşçüler olarak hazırladığımız sunumla katılmıştı. Sunumu da bildiride belirtildiği gibi destek gördü.

Toplantıda, Dünya Adığe-Abhaz Derneği değil, 21 Mayıs 1991’de Nalçik’te, Дунейпсо Адыгэ Хасэ adını taşıyan, resmi dili Adığabze olan Dünya Çerkes Kongresi kurulmasına karar verildi.

Türkiye’de tüm derneklerin temsil edildiği bir çatı yoktu ancak, 26 Mayıs 1990’da Ankara’da ve 28 Ekim 1990’da Kayseri’de birer toplantı yapılmıştı. Süreç hızlandırıldı ve 125. Yıl anma etkinlikleri sonuç bildirisini benimseyen yani Dönüşü önceleyen derneklerle 16 Şubat 1991’de Düzce’de, sonradan Kaf-Der ve KAFFED’e temel olacak KAF-KUR kuruldu.

Necdet Hatam, Süleyman Yançatoral, Şamil Jane, Mehmet Uzun (Yediç) ve Yusuf Taymaz’dan oluşan beş kişilik yönetim oluşturuldu. KAF-KUR, Necdet Hatam, Özdemir Özbay, Fahri Huvaj ve Yusuf Taymaz’ın delege, Sönmez Baykan, Sabahattin Dinar ve Şamil Turan’ın gözlemci olduğu kurucu genel kurula katılacak bir temsil heyeti oluşturdu. Seçilecek DÇB yönetiminde Türkiye’den bir temsilcinin bulunması uygun görüldüğünde, heyet başkanı Necdet Hatam’ın, Türkiye’yi temsil etmesi uygun görüldü.

Her ülke ve her yönetim biriminin Genel Kurula dört delege ile katılması kararlaştırılmıştı. Özdemir Özbay hastalanıp Mıyequape’de kalınca yerine, Sönmez Baykan’ın delege olması kararlaştırıldı.

1991 yılı 19-20 Mayıs tarihlerinde Suriye dışında, dünyanın Adığe bulunan her ülkesinden gelen delegeler ve üç Cumhuriyetimizin başkanlarının da katılımı ile gerçekleştirilen ilk Genel Kurul’da Dünya Çerkes Birliği kuruldu. 21 Mayıs’ta da Nalçik stadyumunda çok görkemli bir anma etkinliği gerçekleştirildi.

Temsilcileri Genel Kurul hazırlık aşamasında çok etkin görev alan Suriye delegelerinin Genel Kurul’a katılımı Suriye yetkililerince engellenmişti. Bizler, Türkiye Cumhuriyeti’nden böylesi bir oluşuma katılma iznimiz olmadığı için kendimizi konuk olarak tanıtmış, Genel Kurul kararı ile delege sayılmıştık. Tüzüğe de delege olarak değil konuk olarak katıldığımız notunu yazdırma önlemimizi de almıştık.

Gerçekte, yabancı dillerde Dünya Çerkes Kongresi olarak adlandırılan Dunéypso Adığe Xase’ye Türkçede, hepimizce benimsenen “Dünya Çerkes Birliği” adını ilk kez Sönmez Baykan’ın “Marje” derisi kullanmıştır.

Ankara ve Almanya delegasyonu dışında diğer delegelerin tama yakını DÇB’nin sadece Adığe örgütü olması görüşünde idi. Biz Türkiye delegeleri Adığe ve Abaza’yı hep tek bir halk olarak görmüştük ve görüyorduk. Nitekim seçtiğimiz heyette bir delegemiz (Özdemir Özbay) ve iki gözlemcimiz (Sabahattin Dinar ve Muhittin Ünal) Abaza idi.

Abhazya Devlet Başkanı Ardzınba büyük olasılıkla davet edilmediği için Genel Kurul’a katılmamıştı ama yine büyük olasılıkla Aydgılara temsilcisi Argun Yura’yı göndermişti. Çerkes’ten biri bayan iki Abaza daha Argun Yura’ya eşlik ediyordu.

Örgütün Adığe-Abaza örgütü olmasına itiraz ediliyordu. Çok uzun ve şiddetli tartışmalar oldu. Almanya delegeleri, Nalçik’ten Nihat Bidanuk ve Şenibe Yura’nın destekleri ve Argun Yura’nın “Çerkes sözcüğü bizi kapsar” demesi bile yeterli olmuyordu. Abazaların birlikteliği kabul edilmediğinde örgüte katılmama kararlılığımız üzerine DÇB Adığe Abaza örgütü olarak doğdu.

Ancak örgüt daha 2 yılını doldurmadan, 7-8 Ekim1992’de haklı ve özgün nedenlerle Dünya Abhaz Abazin Kongresi kuruldu. Yeni örgüt kurulmuş ama DÇB’den de ayrılmamışlardı.

1993’teki kongrede DÇB Genel Sekreterliğe seçildiğim günden itiberen bu ilişki şeklinin yanlış olduğunu hep dile getirdim. İki Dünya Örgütünün Federasyon kurmalarını savundum. Ancak kimselere anlatamadım. 2-4 Ekim 2009 tarihindeki VIII Genel Kurulda Dünya Abhaz – Abazin  kongresi “ayrılsak da beraberiz” sloganı ile DÇB’den ayrıldı. Ben hala iki kardeş dünya örgütünü Federasyon oluşturup yakın ilişki içinde olmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.

Kurucular, Dünya Çerkes Birliğini hiçbir zaman Tüm Kuzey Kafkasya halklarının Örgütü gibi görmemiştir. DÇB’nin bugüne kadarki belgelerinin hiçbirinde Çerkes, Tüm Kuzey Kafkasya Halkları anlamına kullanılmamıştır. DÇB kardeş halkların hiçbirini Örgüte katılmaya çağırmamış, halkların hiçbiri de DÇB’ye katılmak isteğinde bulunmamıştır. Hep dile getirdiğimiz gibi Anavatanda Çerkes’in karşılığı Adığe’dir.

Bu Genel Kurul’un unutulmayan anlarından biri de Yugoslavya Adığelerinin temsilcisi, şimdilerde Adığey Mefehable’de yaşayan Tsey Adam’ın, anavatana dönüşlerinin sağlanmasını dileyen, hemen herkesi de ağlatan konuşması idi. Bu 1998 de gerçekleşen Dönüş sürecinin resmi başlangıç tarihi idi. Bu kardeşlerimiz anavatana savaş çıktığı için dönmemiş, ancak iç savaş dönüşü hızlandırmıştır. Çünkü ilk dönen 21 aile savaştan bir yıl önce Dönüş başvurularını yapmıştı. RF Dış işleri Bakanlığına 1993’te yazılan ilk resmi yazı ve diğer ayrıntılar için Çemışüe Gazi’nin Türkçesi de yayınlanan kitabına bakılabilir.

İlginç olan KAFFED yetkililerinin kendi sitelerindeki yazıları bile okumamaları, üyesi oldukları DÇB Çalışmalarını hiç yayınlamamaları.

Örneğin onlarca kez uyardığımız halde DÇB’nin 20. Yılında yayınlanan ilkelerimizi de içeren kitabın kapağı bile yayınlanmamıştır. Eh olaylardan uzak olunca böyle yanılmak da mukadder oluyor. Federasyon Yönetim Kurulu Üyeliği de Akademik unvan gibidir olayla ilgili değilseniz unvan bilgiyi kafanıza doldurmaz. Ve ben inanıyorum ki kendini merkez sananlar bu kitabı önemseyip belgelerin Türkçelerini yayınlamış olsalardı hem kendileri aydınlanır halk da  DÇB’yi daha önemserdi.

“DÇB’nin başvurusu üzerine UNPO Genel Kurulu 15-19 Temmuz 1997 tarih ve 1 no’lu kararı ile:” diye başlayıp Devlet Başkanı Yeltsin’in Kafkas Halklarına mesajının UNPO’nun bu kararına bağlaması.

Saçmalık hem de sözlü ve yazılı olarak onlarca kez düzelttiğim bir saçmalık. Birincisi UNPO’ya çok meraklı olan bu zevat DÇB Başkanı Şhalaxhue Abu ve Genel Sekreter Necdet Hatam’ın, UNPO’nun  Estonya’da gerçekleşen Bölge toplantısına katıldığını ve ayrı maddeler halinde soykırım ile sürgün kararı alınmasını sağladıklarını hep görmezden gelirler.

Daha ilginç ve gülünç olanı, Sürgünün 130. yılında, yani 1994’de, Adığey Cumhuriyeti Carım’ın girişimi ve diğer iki başkanımız K’uek’ue ve Xubiyev’in desteği ile sağlanan, olumlu Yeltsin mesajının  1997’ye taşınması ve UNPO Genel Kurul kararına bağlanması

Demek ki Sayın Bal düzeltme yazılarımızı okumaya tenezzül etmemiş, anlattığımızda da dinler gibi yapmışmış.

 

SAYIN BAL’IN GÖRMEZDEN GELDİĞİ KAF-KUR MU DUR YOKSA NECDET HATAM MI?

Şimdi sorumuzun nedenine gelelim. Önce Sayın Bal’ın Genel Sekreter olarak yönetiminde, Profesyonel olarak Genel Koordinatörlünü yaptığı örgütün sayfasından, merkezi örgüt kuruluş çalışmalarını, ayrıntılı ve uzun olduğu için özetleyerek aktarayım. Yeri gelmişken bu güzel yazı için de KAFFED eski başkanı Sayım Muhittin Ünal’a teşekkür edeyim.

https://www.kaffed.org/…/item/397-kurulus-sureci.html

“Kuruluş Süreci

BİRİNCİ TOPLANTI:

26 Mayıs 1990 tarihinde Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği’nde gerçekleştirildi. KUZEY KAFKASYA KÜLTÜR DERNEKLERİ KÜLTÜREL DANIŞMA ve DAYANIŞMA TOPLANTISI adı altında yapılan toplantıya Ankara, Bursa, Düzce, Çorum, İstanbul, Kayseri, Konya, Mersin, Sivas ve Samsun dernekleri katıldılar.

İKİNCİ TOPLANTI:

28 Ekim 1990 tarihinde 11 dernek temsilcisinin katılımı ile Kayseri’de gerçekleştirildi. Bu toplantıda, bir “Koordinasyon Kurulu oluşturmak” en makul yol olarak görülmüş ve böylesi bir yapının hazırlıklarını tamamlamak üzere Kayseri’den Sabahattin DİYNER, Ankara’dan Süleyman YANÇATAROL ve Bursa’dan Şamil JANE’den oluşan 3 kişilik bir Teknik Komite oluşturuldu.

ÜÇÜNCÜ TOPLANTI – KAF-KUR KURULUYOR:

16 Şubat 1991 tarihinde Düzce’de, 14 Dernek temsilcisinin katılımıyla yapılan üçüncü toplantıda Teknik Komitenin hazırlamış olduğu taslak statü tartışılmış, oylanarak benimsenmiş ve Bandırma’dan Necdet HATAM, Bursa’dan Şamil JANE, İstanbul Bağlarbaşı’dan Yusuf TAYMAZ, Ankara’dan Süleyman YANÇATORAL, Antalya’dan Mehmet UZUN’dan oluşan beş kişilik ilk KAF-KUR YÜRÜTME KOMİTESİ seçilmiştir.

( Üçüncü toplantıdan hemen sonra kuruluş çalışmaları başlayan D.Ç.B’ye delege belirlenmesi ve götürülmesi , Türkiye Dernekleri adına KAF-KUR tarafından işte bu yetkiye istinaden organize edilmiştir. Zaman zaman Kaf-Der’in yetkisiz ve bireysel girişimi ile D.Ç.B. kongresine katıldığına ilişkin yazılar ve söylemlere rastlanmaktadır ki, bunlar gerçekleri yansıtmamaktadır..)

(Üzücüdür ki uzun yıllardan beri artık KAFFED yöneticileri de aynı tutumu sergilemektedir. NH:)

DÖRDÜNCÜ TOPLANTI:

Üçüncü toplantıdan sonraki birlik olma çabaları tümüyle KAF-KUR öncülüğünde yürütülmüştür. 17 Dernek temsilcisinin katılımı ile 16 Haziran 1991 tarihinde YALOVA’da yapılmıştır. Bu toplantıya Necdet Hatam DÇB Başkan Yardımcısı ve Kaf-Kur Başkanı olarak katılmıştır.

BEŞİNCİ TOPLANTI:

Dernekler arası toplantıların beşincisi; Kaf-Kur öncülüğünde İstanbul Kafkas-Abhaz Derneği salonunda ve ilk kez 26 derneğin ( Adana, Ankara, Antalya, Balıkesir, Bandırma, Biga, Bursa, Düzce, Eskişehir, Gebze, İstanbul Bağlarbaşı, İzmir, Kayseri, Kütahya, Reyhanlı, Sakarya, Samsun, Sivas, Tokat, Turhal, Uzuntarla, Yalova, İnegöl, İstanbul Abhaz Dernekleri ve Şamil Vakfı) 49 temsilcisi ve 35 de gözlemcinin katılımı ile 18-19 Ocak 1992 tarihlerinde yapılmıştır.

Kaf-Kur yetkili komitesince yapılan açıklamalarda daha ziyade Dünya’daki, Kafkasya’daki ve Türkiye’deki gelişmeler özetlenmiş, Kaf-Kur’un organize ettiği etkinlikler, Abhazya’daki tehlikeli gelişmeler ve bir an önce merkezi bir yapı için izlenecek yol uzun uzun tartışılmış ve sonuçta; (Gerçekte bu toplantı Kaf*Kur Genel Kuruludur NH)

  • Nejdet HATAM, Sönmez BAYKAN, Fahri HUVAJ, Uğur APİŞ, İlhan ÖNDER, İlhan CANBOLAT, Mehmet ŞIKLAROĞLU’dan oluşan 7 kişilik yeni KAF-KUR yönetimi Abhazya ile ilgili ortak bir deklarasyon kabul edilip neşredilmiştir.

Kaf-Kur, bu dönemde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel dahil Devlet yönetimiyle, Parti Başkanlarıyla görüşmeler gerçekleştirmiş, Çerkesler ve sorunlarına ilişkin birer döküman takdim ederek örgütlü olmanın ilk olumlu sonuçları görülmeye başlanmıştır.

ALTINCI TOPLANTI:

7 kişilik yeni Kaf-Kur yönetimi ile çalışmalar ivme kazanmış ve 17 dernek temsilcisi ve gözlemcisinin katılımı ile altıncı toplantı 30-31 Mayıs 1992 tarihlerinde İzmir derneğinde gerçekleştirilmiştir.

Bu toplantıda örgütlenmeye yönelik önemli adımlar atılmış ve toplam 147 önerge görüşülmüş ve sonuçta Kaf-Kur yönetimine Merkez-Şube yapılanması için tüzük taslağının hazırlanması yetkisi verilmiştir.

22 Ağustos 1992’de 28 derneğin çok kalabalık sayıda gözlemcinin katılımı ile toplanılmış ve Abhaz Dayanışma Komitesi oluşturulmuş ve yetkiler verilmiştir.

KAF-DER (KAFKAS DERNEĞİ) KURULUYOR

Tüzel kişiliğe sahip ve tüm kesimleri kucaklayacak merkezi örgütlenmenin hayata geçirilebilmesini teminen Kaf-Kur yönetimi 10-11 Ekim 1992 tarihlerinde Ankara’da bir toplantı yapılmasını kararlaştırıp gerekli tebligatları yaptı.. 41 Dernek ve Vakıf çağrılı olmakla beraber toplantıya 23 derneğin temsilcileri katıldı.

Kurucular toplantısının yapılacağı günlere yakın günlerde tüzük hükümleri ve tüzük konusunda tabanın yeterince bilgilendirilemediği gibi gerekçelerle birçok telgraf teatisi oldu.

Kaf-Kur toplantıyı iptale yetkili olmadığını bir tebliğle duyurdu ve sonuçta toplanan Kurucular Kurulu’nun çalışmasında kararlı tavır koyan dernekler yanında erteleme isteyen dernekler de olmuşsa da süreç içerisinde kuruluşun tamamlanması doğrultusunda karar alındı. Ayrıca yeni bir müteşebbis heyet kurularak diğer derneklerle temaslara devam edilmesi benimsendi.

Sonuçta kurucu üyelerle 4 Nisan 1993 tarihinde Ankara’da yapılan toplantıda ve 21 Dernek çevresinden 104 kurucu üyenin imzasıyla KAF-DER’in kuruluş beyannamesi 5 Nisan 1993 tarihinde Ankara Valiliği’ne teslim edilerek, Türkiye Çerkeslerinin tek merkezli yegane örgütünün resmen kuruluşu gerçekleştirildi ve geçici yönetim seçildi. Böylece Kaf-Kur dönemi tamamlanmış, KAF-DER dönemi başlamış oldu.”

Şimdi de Sayın Bal’ın nasıl çarpıttığını görelim:

“…Derneklerin birleştirilmesi çalışmalarına 1990’lı yılların hemen başında yeniden başlandı ve ilk toplantı 26 Mayıs 1990’da Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneğinde gerçekleştirildi. Toplantı sonunda yayımlanan sonuç bildirgesinde, “Dernekler arası koordinasyonu sağlayacak bir yapı modeli öncelikle belirlenmeli ve gereği yapılmalıdır” denilmekteydi.

peş peşe yapılan toplantılardan sonra sekizinci toplantı 10-11 Ekim 1992 tarihlerinde Ankara’da yapıldı ve merkezi Ankara’da olmak üzere Kafkas Derneği’nin (Kaf-Der) kurulmasına karar verildi. Sonuç olarak 4 Nisan 1993 tarihinde 104 kurucu ile Ankara’da yapılan toplantıda kuruluş beyannamesi imzalanarak imzalanarak, 5 Nisan 1993 tarihinde Ankara Valiliği’ne teslim edildi ve Kaf-Der resmen kuruldu. Birleşme sürecine katılan diğer bölgelerdeki dernekler de Kaf-Der’in şubesi olarak yeniden örgütlendiler. ”

“Türkiye diaspora tarihinin en kalabalık mitingi on binlerin katılımı ile18 Ağustos 1992 tarihinde Sakarya’da, ardından ikinci yine on binlerin katılımı ile İstanbul’da yapıldı. (Sayın Bal Kafkas-Abhaz dayanışma komitesi de Kaf-Der’de henüz kurulmamışken bu mitingleri kim düzenlemişti acaba? Kaf-Kur olmasın.)

Kafkas derneklerinin ortak toplantısında kurulan Kafkas-Abhaz Dayanışma Komitesi’nin öncülüğü ile 28 Eylül 1992 tarihinde İstanbul’dan başlatılan…” böyle gidiyor işte. Sayın Bal’ın tarihinde Kaf-Kur yok. Kendisi görmez ise Tarih te görmez diye umuyor olmalı. Ya da tarihin gerçekleri değil de kendi çarpıtmalarını temel alacağından emin olmalı Sayın Bal.

Bir de kitabın sonundaki Sayın Bal’ın nasıl tanıtıldığına bir göz atalım:

“…Kaf-Der müteşebbis heyetinde yer aldı. Kaf-Der kurucu üyesi oldu.” (Dikkat kendisini bu görevlere getiren Kaf-Kur’un yine adı geçmiyor.)

Çeşitli dönemlerde Dünya Çerkes Birliği (DÇB) ve Dünya Abaza Kongresi (DAK) delegesi olan …”

DAK için bir şey diyemem ancak, benim bulunamadığım son genel kurula katılmadığını biliyorum. Benim katıldığım diğerlerinin hiçbirinde de Sayın Bal’ı gördüğümü hatırlamıyorum. Yine de kesin konuşmayım bir soru işareti bırakayım..

Özetle KAFFED sitesinde sayfalarca anlatılan Kaf-Kur’dan adını bile anmama yiğitliğini gösterdi Sayın Bal.

Bir bakmışsınız, bu kadar eksiği, çarpıtması, yalanı (yalanı diyorum çünkü susarak da yalan söylenebilir) olan kitaba peş peşe atıflar da yapılabilir. İşte o zaman cümbüşü görün siz.

Sayın Bal 1993 DÇB II Genel Kurulunda delege olduğunun kanıtı belgeyi paylaşarak bir kuşkumu giderdi. Teşekkür ediyorum. Asıl eleştiri konularında ise sessiz kalmayı yeğledi, yani kabullenmiş oldu. Ancak,  “eksik bıraktım, yanlış yaptım, bilinçli bir yok sayma değildi” diye yanıtlamadığına göre KAF-KUR’dan hiç söz etmemesi bilinçli bir seçimmiş diyemez miyiz?

Neden kendi söyledikleri, kendi yaptıklarının tarih sayılacağı yanılgısı ya da kof bir özgüven mi acaba?.

Ayrıca, Sayın Bal  yalnız da değil bu konuda. KAFFED’in son dönem yetkilileri bir kimi paylaşımlarında DÇB’nin kurucu üyesi oldukları ile öğünür, ancak tarihçelerinde KAF-KUR’u yok sayarlar. KAF-KUR’u yok sayarak kurucu üye olunamayacağı kendilerine  defalarca anlatılmışsa da nedense anlamazdan gelirler.

Kitaptaki eksikleri tamamlamak, yanlışları düzeltmek için kitap hacminde olmasa bile en az yarı hacminde ikinci bir kitap yazmak gerekecek inanın. Dolayısıyla ayrıntılara takılmayım diyorum ama Sayın Bal’ın yine görmezden geldiği bir olay var ki çok ama çok önemli. Anavatan’a dönüşü önceleyen KAF-KUR’dan sonra eksenin kaydığının, “Birleşik Kafkasya” söylemi ile aynı konuma düşüldüğünün kanıtı bu gelişmeden söz etmemek hiç ama hiç olmazdı.

KAF-KUR’un 5 Nisan 1995 tarihinde kurduğu Kaf-Der 22 Aralık 1996 tarihindeki Genel Kurul’unda her düşünceden derneğin üye olabilmesini sağlamak için olsa gerek adını “Kafkas Birliği Derneği” olarak değiştirmişti. “Birlik” sözcüğü yasal engele takılınca değişiklik yapılamamıştı. Ancak, zihniyetin izleri hala  etkin olmalı ki bugünkü KAFFED’in öncelikleri de KAF-KUR’un Dönüş önceliğinden çok uzak.

Anavatan’a dönüş yapmış bir grup olarak yanlışlığa dikkat çekmiş yönetimi de şöyle uyarmıştık:

“Kaf-Der Genel Yönetim Kurulu’na ANKARA

26.07.1997

Türkiye’deki derneklerimizin kültürel kimliğimizin yaşatılması, kültürümüzün geliştirilmesi çalışmalarını daha verimli, daha sonuç alıcı kılmak amacına yönelik, kimilerimizin de Türkiye’de iken aktif olarak katkıda bulunduğumuz, belirli ilkelerle birlik kurma çabalarını ilgiyle izliyoruz. Ancak son zamanlarda birliktelik uğruna temel ilkelerden vazgeçildiği, “her şeye rağmen birlik” gibi bir düşüncenin benimsendiği kuşkusunu duyar olduk. Özellikle son genel kurulunuzda, Kafkas Derneği adının, daha önce kimi arkadaşlarca üzerinde tartıştığımız ve bizlerin de yanlış bulmadığı, Kafkasyalılar Derneği olarak değil de Kafkas Birliği Derneği olarak değiştirilmiş olması kuşkularımızı daha bir büyütmüştür. Bu değişikliğin devlet yönetimince kabul edilmemiş olmasını ise yanlıştan dönülmesini sağlayacak sevindirici bir gelişme olarak değerlendiriyoruz.

 

Peki, Kafkas Birliği Derneği adı neden yanlış?

Bilindiği gibi Rus-Kafkas savaşları, savaşlar sonrası acımasız sürgün, daha sonra Osmanlı İmparatorluğu ve Çarlık Rusyası’ndaki yapısal değişiklikler halkımızı sadece anavatan ve muhaceret olarak değil, ayrıca hem anavatan hem de muhacerette parçalara ayırmıştır.

Ancak ayrı ülkelerde olsalar da birbirlerinden bağımsız olmayan, birbirlerine muhtaç, birindeki üzücü durumun diğerlerini de üzdüğü, birindeki sevindirici gelişmelerin diğerlerini de mutlu ettiği parçalardır bunlar. Dolayısı ile halkının sorumluluğunu duyan herkes, atılacak her adımın, yapılacak her çalışmanın diğer parçalarda oluşabilecek yansımalarını olumlu ve olumsuz yönleri ile değerlendirebilmelidir Bizlerin, yani anavatan parçasının benimsediği bu yaklaşım, muhaceret kesimi tarafından da benimsendiğinde çalışmalar daha az hatalı olacak, daha az üzücü olacaktır.

Bu yaklaşım, Türkiye dışındaki Çerkeslerin Türkiye’de Çerkes Özerk Yönetimi kurulmasını amaçlayan, anadili hakkının alınmasını amaçlayan örgütler kurmalarının yanlışlığı gibi, muhacerette de Kafkasya’nın bugünkü sınırlarını değiştirmeyi amaçlayan örgütler kurmalarının yanlış olduğunu ortaya koyacaktır. Somutlarsak, “Birleşik Kafkasya Konseyi” gibi, “Kafkas Birliği Derneği” gibi /adların örgütlere verilmesi yanlıştır ve bu yanlışlık, hiç arzu etmeyeceğinize inandığımız, düşünülemeyecek boyutlarda olumsuz gelişmelere gebedir. Belirtileri gören göz için saklı olmayan bu gelişmeler, Kafkasya’daki devlet yönetimlerimiz ile sivil örgütlerimizin, yukarıdakilerin benzeri adları taşıyan muhaceret örgütleri ile ilişkilerini kesmeleri zorunluluğunu getirebilecektir. Tıpkı Türkiye dışındaki Çerkeslerin, “Türkiye Federasyonu Derneği” adlı bir örgüt kurmaları halinde sizlerin çok rahatsız olacağınız ve bu nitelikteki bir örgütle ilişki kuramayacağınız, kurmanız gerekmediği gibi…

Dahası Birleşik Kafkasya Konseyi, Kafkasya Birliği Derneği gibi örgüt isimleri, Birleşik Kafkasya, Bağımsız Kafkasya söylemleri salt kendi politikamız açısından değil, “Yurtta Barış, Cihanda Barış’ı ilke edinmiş Türkiye Cumhuriyeti dış politikası açısından da yanlıştır. İyi komşuluk ilişkilerini zedeleyebilecektir.

Sonuç;

“Muhaceret Çerkeslerinin kimliklerinin yaşatılması, kültürlerinin geliştirilmesinin tek yolu Anavatan’a Dönüştür” diyen ve Anavatan’a dönmüş olmanın mutluluğunu yaşayan aşağıda biz imzası olan kişiler sizlerden, örgüt isminin değiştirilmesi dahil, atacağınız her adım öncesinde bu kararınızdan Anavatan ve Anavatan’a Dönüş’ün nasıl etkilenebileceğini irdelemenizi diliyoruz. Halkımızın sorumluluk sahibi, bilinçli bireylerinden bu duyarlılığı bekliyor, bunun hakkımız olduğuna inanıyoruz…

Saygılarımızla…

Necdet Hatam

Ahmet Şefik Ceylan

Erdem Kanbolat

Mehmet Uzun

Cavit Bageoğlu

İnal Kılınçvuran

Yediç Hamit Özbek

Bahir Eroğlu

Mehmet Yıldırım (Bsreko)

Ziya Yamak

Şocen Burhan Savur

Ali Toytunç

Sabahattin Şaguj

Adı okunamayan bir kişi daha”

Bu da Sayın Bal’ın yazısına ilişkin son eleştiri yazım olsun. Çünkü daha yazılacak çok şey var.