|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
KISACA KENDİME DAİR |
Resul
Hamzatov
Çeviri: Mazlum Beyhan Yeni Düşün,
Aralık 1986 |
|
|
................... |
|
................... |
Dağıstan'ın Tsovkra köyünde
yetiştirdiği ip cambazlarıyla ünlenmiş
bir köyümüzdür bu, -oğlanın doğduğu
gün olarak, ip üzerinde yürümeye
başladığı gün kabul edilir;
altın-gümüş işleriyle ünlü Kubaçi
köyündeyse, oğlan ne zaman babasına
kendi elleriyle savatladığı bir gümüşü
getirip gösterirse, o zaman doğmuş
sayılır, sevinç içindeki baba da,
"İşte benim de oğlum oldu!" diye
geçirir içinden.
Gözlerimi
yumuyorum: Köyüm
Tsada, ilkyaz. Daha bıyıkları
terlememiş bir genç, ilk kez taşlık
bir tarlayı sürmeye başlıyor; yine
daha bıyıkları terlememiş bir başka
genç, ilk kez bir ev yapımına
girişiyor; bir üçüncüsü, atını
eyerleyip ilk kez uzak bir yola
koyuluyor; ve onlara bakan babam
sevinç içinde, "Bu bahar ne çok oğlan
doğdu küçücük köyümüzde!" diyor.
Emeğiyle yararlı işler yapmamış,
güzellikler yaratmamış, yüce başarılar
düşlememiş, yürekten dostluk nedir
bilmeyen yeteneksiz insanlar için
dağlarda, "Saçları ağarana dek yaşadı,
ama dünyaya gelmedi" derler.
Başımda saçlar iki renk, hem ak var,
hem kara, ama doğrusu şu anda
söyleyebilmem çok güç: ne zaman doğdum
ben?
On bir yaşımdayken, -daha
kemer takmaya başlamamışım, hiç at
eyerlememişim-
damımıza serili öküz postunun
üzerine uzanıp ilk şiirimi yazdığımda
doğdum belki.
Ya da daha
sonraları: okulumuzun duvar
gazetesinde ilk şiirimi gördüğümde…
Belki de 1943'te
doğmuşumdur: Dağıstan Yayınevinden ilk
şiir kitapçığım çıktığında...
Övgülerinde pek cimri olan dağlı
babam, içinden, "İşte benim de bir
oğlum oldu!" diye ne zaman geçirdi,
bilmiyorum. Belki de bunu hiç
diyemeden öldü gitti.
Ne zaman
doğmuş olursam olayım, gerçek doğumum
şiirlerimin doğumuyla sıkı sıkıya
ilişkilidir.
Şarkıyla, şiirle
başlayan yaşamım, sonuna dek
şarkıların, şiirlerin olacak. Şiir,
bütün güzel işler gibi, yaşamı süsler,
güzelleştirir, onu varlıklı, daha
kapsamlı, daha ışıltılı yapar. Benim
en içrek dileğim, yaşamımın sonuna dek
halkıma yararlı olmak, korkuyla değil,
istekle, inançla halkım için yararlı
işler yapmaktır.
Kendim için
dilediğim bu güzelliği, sizler için de
dilerim.
Oğullarında, tıpkı
şiirlerde olduğu gibi çocuklar ve
yaşlılığın pek kısa, gençlik ve
olgunluğun ise çok uzun sürdüğü küçük,
ama gururlu bir halkın çocuğuyum.
Dağlarımın insanları erkenden
yetişkin olurlar. Sayıca küçücük bir
halkız biz, hani şu bir avuç
dediklerinden: topu topu iki yüz elli
bin Avar yaşar yeryüzünde. Ama
halkımın ünü, onu kuşatan dağların
ardındaki sonsuz bozkırlarda da
çağıldar durur. Başı bulutlara değen,
çileleri, güçlükleri bitmez tükenmez
dağlarımız kartal yürekli insanlar
yarattılar. Yürekli savaşçıları,
gözüpek cenkçileri için halkım
yüzyıllardır büyülü şarkılar söyler
durur.
Çocukluğumda bir taşın
üzerine oturur, babamın anlattığı
birbirinden ilginç öyküleri dinlerdim:
yüreğinde sekiz yara olduğu halde, bir
kılıç vuruşuyla, düşman atlısını
atıyla birlikte ikiye bölen Şamil;
üzerine Lev Tolstoy'un da çok güzel
bir roman yazdığı naib Hacı Murat;
söylencelere konu olmuş Gidatla'lı
Hoçbar; yanan bir lamba gibi gölgesi
toprağa düşmeyen Çoh'lu güzel Kamalila
Başira; seven ve sevilen bütün dağlı
delikanlılar, bütün dağlı genç kızlar
için birer tılsım niteliğinde olan
Mahmud'un sevi şarkıları... üzerine
öykülerdi bunlar.
Çocukluğumda
dinlediğim halk masalları,
söylenceler, şarkılar, Kubaçin kılıç
kakmaları gibi iz bıraktılar
yüreğimde, yaşamım boyunca
unutamadığım... Bu öyküler,
söylenceler ve şarkılar bu yalçın dağ
yamaçlarından, sarp kale duvarlarından
duyulan kılıç şakırtıları, bu
kayalara, kalelere oyulmuş yazıtlar,
benim için küçücük halkımın büyük
tarihinin sayfaları oldular.
Dağlara sıkışıp kalmış halkım, tarihi
boyunca sayısız saldırganla,
yağmacıyla, yıkıcıyla çarpışmak,
dağlarının özgürlüğünü, bağımsızlığını
korumak için sayısız düşmanla savaşmak
zorunda kaldı. Bir atasözümüz, "Dağlı
at üstünde doğmuştur" der. Dağların
oğulları gencecik yaşlarından
başlayarak ellerine silah almak
zorunda kaldılar; silah yerine kalem
alamazlardı. Ama benim doğduğum
sıralarda, dağlı, hançerini gönül
rahatlığıyla duvara asmıştı, hiçbir
düşmanı onun bağımsızlığına göz
dikemezdi artık. Dağlının yurdu, bütün
Sovyetler ülkesi olmuştu. Babam,
Dağıstan Halk Ozanı Hamzat Tsadas, en
güzel şarkılarını bu ülkeye adadı.
Benim şarkılarım, acılarım sevinçlerim
de bu ülkenin yüce yazgısıyla
ilintilidir.
Benim yaşamım,
yaşıtım olan öteki Dağıstanlıların
yaşamına benzer, ama ben, şiirlerim
başka ozanların, ozan dostlarımın
şiirlerine benzesin istemem.
Yaşamlarımız varsın bir anayol
üzerindeymişçesine ortak olsun, ama
şiirlerimiz dağ çığırları gibi bin bir
yerden çıkıp
bin bir yere uzansın, birbirine
benzemez olsun.
Köyümüzün
ortaokulunu bitirdikten sonra,
Buynaks'taki Avar öğretmen okuluna
girdim. Ortaokul öğretmenliği, Avar
Tiyatrosunda oyunculuk yaptım.
Cumhuriyetimizde yayımlanan çeşitli
gazetelerde çalıştım. 1950 yılında
Moskova'da Gorkiy Yayın Enstitüsünü
bitirdim. "Ateşli sevgi ve yakıcı
nefret" ilk kitabımın adıdır.
Kitaptaki şiirlerimin, kitabın adı
denli "gösterişli" olduğunu
söyleyemem. Bu ilk kitabımdan sonra
Avarca, Rusça, Dargince, Lakça,
Gürcüce, Korece ve başka bazı dillerde
otuzu aşkın kitabım yayınlandı. Bana
göre bunların içinde en önemlileri:
"Doğduğum Yıl", "Ağabeyim Üzerine",
"Lirikler", "Şiirler", "Dağlı Yüreği"
ve "Dağlı Kız"dır.
Şiir,
gençliktir, gençlikten ayrı
düşünülemez; şiirlerimi sizlere
adadığım şu anda, beni
yaşıtınız kabul etmenizi
dilerim.
31 Aralık 1957 •Benim
Dağıstanım, Düşün Yayınevi 1984
RESUL HAMZATOV
Türkçesi: Mazlum Beyhan
SEKİZLİKLER
Sekizlik: sekiz
sessiz dize Yani dağlarımdan sekiz
deli ırmak Şiire giden yol ırak
Ama dilerim ulaşırsınız denize
Sekizlik: sekiz sessiz dize Yani
dağlarımdan sekiz deli delikanlı
Dağılın kartal ülkemden yeryüzüne
Yitirmeden başınızdaki dağlı
papaklarını
Derler ki benim
o kahır dolu yurdumda Biz günahlılar
için sözden yaratılmıştır dünya Nasıl
bir sözdü acaba bu? Dua gibi mi? Ant
gibi mi, yoksa buyruk gibi mi?
Kalkmışız dünya için savaşıyoruz,
dünyadır yanan, Dünya yaralar içinde,
dünya perişan, Söz verin artık; ant mı
olur, dua mı, ya beddua mı Tek ki
kurtulsun dünya, sözden yaratılmış
olan.
Karısı için bir şiir
yazdı ozan “Işığımsın benim, yıldızım,
şafağımsın, Yanımdaysan her şey güzel,
doyumsuz, Yok musun, her şey acı,
yavan, tatsız”
Ama işte karısı
yıldızı ve ışığı Gülümseyerek gelip
kapıda durdu “Yine mi sen?” diye
bağırdı ozan, “Çalışıyorum, tanrı
aşkına git başımdan” |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|