TÜRKİYE'DEKİ ÇERKESLER: KAF DAĞI'NA DÖNSEK Mİ?
Seral Çelik - Hürriyet Karadeniz
İkibine Doğru, 12 Mart 1989, s: 11
                         
...................
 
...................

İnce belli, uzun boylu, oyunlarında kuğu gibi süzülen kızlar. Mağrur, savaşçı erkekler. Atı kullanmadaki ustalıklar. Şimdi, "At öldü, Çerkeslik öldü” diyorlar.

Çerkes topluluklarında, yok olmaya yüz tutmuş kültürlerinin yaşatılması için yoğun düşünce alış verişleri ve tartışmaları sürdürülüyor. Murat Özden "Çerkes kültürünün en güzel yanlarını aktarmak ve yaşatmak" istediklerini söylüyor. Ancak bu görüşte olan bütün Çerkeslerin kafasında "Nasıl?" sorusu var. Ortaya çıkan iki görüşten biri Kafkasya'ya geri dönmek.

Dönüşçüler adı verilen bu grup, Türkiye'de yok olmaya başlayan Çerkesliğin, ancak Kafkasya'daki Çerkeslerle birlikte yaşamakla önlenebileceğini savunuyor. Yasin Çelikkıran da bu görüşte: "Ben dönmek istiyorum. Ama karım karşı. ‘Yıllarca İstanbul'a alışmak için çalıştım, şimdi de Kafkasya için çaba gösteremem' diyor. Kendince haklı. Kızlarım da dönme taraftarı değil. Ama ben kendi dilimin rahatça konuşulduğu bir ülkeye dönmek istiyorum." Aksi görüştekiler ise dönüşçüleri 'ütopik' olarak nitelendiriyorlar. Çerkes ressam Aydın Erkuş, bunun uluslararası bir sorun yaratacağını söylüyor.

Murat Özden, enternasyonalist bir insan olduğunu söylüyor: "Ama Çerkes olduğumu da inkâr etmiyorum. Bu dönüş meselesi Amerika'ya giden ilk Avrupalıların geriye dönüş düşlerine benziyor. İmkânsız bir olaydır bu. Bunu başaran tek ülke İsrail'dir, ancak onlar da 2. Dünya Savaşı'na kadar 25 bin kişiyi İsrail'e getirebilmiştir." Yahudilerin dönüşünün hızlanmasına Hitler'in neden olduğunu belirten Özden'e göre bu durum Çerkeslerin dönüşüyle karşılaştırılamaz. Özden, ulusal sorunun iyi bilinmesi gerektiğine inanıyor.

Araştırmacı Cevdet Yıldız ise olayı demokrasi sorunuyla açıklıyor: "Türkiye'de demokrasi gerçekleştiği zaman, Çerkeslerin kültürel sorunları da ortadan kalkacaktır. Ancak Çerkeslerin geri dönmesine izin verilmesinin gerekliliğini savunuyorum."

Dönüş için ilk girişim, 1980 yılında 200 kişinin Sovyetlere başvurması. Ama ardından gelen 12 Eylül’le birlikte başvurular takip edilememiş. Bunun kişisel bir seçim olduğunu söyleyen Çerkesler, isteyenin gidebilmesinden yanalar. Çünkü, Türkiye'de kalmak isteyenlerin de haklı nedenleri vardı. Burada evlenmişler, iş güç sahibi olmuşlar, bir yaşam kurmuşlardı. Bunu bir kalemde silip atmak zordu. Murat Özden, kendilerini bir azınlık olarak gördüklerini söylüyor: "Demokrasi sorunlarıyla iç içe olduğumuzu kabul ediyor ve bu durumu AT'ye girme hazırlığında olan bir ülkenin ayıbı olarak görüyoruz.

Yasin Çelikkıran ise ne yapılacağına bir an önce karar verilmesini istiyor: "Yok olmanın korkusunu yaşıyoruz. Adetlerimiz bir bir unutulup gidiyor, çocuklarımız Çerkesce konuşamıyor. Artık ne yapacağımıza karar vermeliyiz."


KAF DAĞININ İNSANLARI

Çocukluk günlerimizin en renkli masallarında anlatılan, ulaşılmaz, bin bir sırla dolu görkemli Kaf dağının mağrur insanları Çerkesler. Kafkas halkları konusunda çalışmalar yapmış olan araştırmacı Cevdet Yıldız, Çerkes isminin yanlış kullanıldığı görüşünde: "Türkiye'de yanlış olarak, Kuzey Kafkas halklarına Çerkesler adı verilmekte. Oysa bilimsel literatürde anadili Adigece olan ve kendilerini Adige olarak gören kabilelerdir." Yıldız'a göre Shapsugh, Adige, Wubıh, Abaza gibi adlar alan Çerkes kabilelerinin tek ortak yanları Kafkasya'dan göçmüş olmaları.

Bugün Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği içinde bulunan Kafkasya, oldukça dağlık ve yüksek bir yer. Bölgenin derin platolarla dolu olması, yöre halkının dillerinin farklılaşmasına neden olmuş. Çerkesler küçük bir alanda bu kadar çok dilin oluşmasını böyle açıklıyorlar. Bir de hikâyeleri var: "Tanrı bir meleği yeryüzündeki insanlara dil dağıtmak için görevlendirmiş. Melek yeryüzüne indikten sonra torbasındaki dilleri dağıtmaya başlamış. Sıra Kafkasya'ya geldiğinde meleğin dağlık arazide ayağı taşa takılmış ve düşmüş. Torbasındaki bütün diller de ortalığa saçılmış."


125 YIL ÖNCESİNDEN

Çerkesler ilk büyük göçlerini 1864 yılında yaşamışlar. O dönemde Kafkasya'da bağımsız bir devletken, yayılmacı Rus çarlarının saldırılarına uğramışlar. Rus Çarı II. Aleksandr'ın 'sürgün' kararına karşı koyamayan Çerkesler tek kurtuluş yolu olarak Osmanlı topraklarına sığınmışlar. İzzet Aydemir, Kuzey Kafkasyalıların göç tarihini anlattığı 'Göç' adlı kitabında göçe karşı direnişler olduğunu belirtiyor: "Çerkes göçüne karşı direnmeler de yok değildi. Örneğin Wubıhların göçe karar verdikleri son toplantılarında göç zorunluluğunun tartışılıp kabul edildiği sırada bir yiğit de şu sözleri bütün içtenliğiyle oradakilere haykırmaktan çekinmemiştir: 'Siz değil miydiniz tanrı aşkına gâvurlar bastı. Gazavat diye bağıranlar! Gazavat için savaşanlara cennetin kapıları ardına kadar açık olacak, diyenler! Önümüze düşüp bizi savaşa götürenler! Şimdi hiç savaşmadan gidebileceğiniz bir cennet buldunuz. Kuşkusuz Osmanlı yurduna gidelim, denize açılalım diye diretiyorsunuz şimdi!"

Çerkesler bugünün Türkiye'sinde dağınık halde yaşıyorlar. Maraş'tan Balıkesir'e kadar yurdun dört bir yanında Çerkes köylerine rastlamak mümkün.

1864 yılında yaklaşık 1 milyon Çerkes, Çarlığın sürgün kararıyla Kafkasya'nın Karadeniz kıyısına sürülmüş, oradan da köhne Osmanlı tekneleriyle Osmanlı topraklarına gelmiş. Osmanlının tüm Karadeniz limanları Çerkes sürgünleriyle dolup taşmış. Sürgün ve Osmanlı iskânının yarattığı açlık ve zor koşullar halkın önemli bir kısmının yok olmasına yol açmış. Zamanla Osmanlı sarayında önemli mevkilerde birçok devlet adamı yetişmişse de, daha 1900'lerde başlayan anavatana dönüş tartışmaları sonucu, anavatana dönme yanlısı bir grup Çerkes, 1908'de İstanbul'da Çerkes Teavun Cemiyeti'ni kurmuş ve Guaze (Rehber) adlı Osmanlıca ve Çerkesce yayımlanan bir gazete çıkartmışlar. Gazetenin ana teması 'yok olmamak ve anavatana dönüş' olarak belirlenmiş.

Cumhuriyetin kurulmasından sonra Manyas ve Gönen yöresindeki 44 Çerkes köyü, 1923 Mayıs-Haziran aylarında çeşitli nedenlerle dağıtılarak, Doğu Anadolu'nun değişik yerlerine gönderilmişler.


YANDIM HOP ÇERKES

Türkiye'de içe kapanık bir yaşam tarzı sürdüren Çerkeslerin özellikleri çok az biliniyor. İnce belli, uzun boylu güzel Çerkes kızları yıllarca Osmanlı sarayının süsü olarak görülmüş, mağrur erkekleri de savaşçılıkları ve süvarilikteki üstünlükleri ile tanınmış. Kafkas Kültür Derneği'nin yönetim kurulu eski üyelerinden Murat Özden, at binmenin Çerkeslerde çok önemli olduğunu vurguluyor: "Öyle ki ata binişten inişe kadar her hareketin bir anlamı vardır. Örneğin, bir Çerkes erkeği köyün girişinde attan iner, yayan yürürdü. Bu topluluğa duyulan saygıyı ifade ediyordu." Özden, çocukken köyünde yaşadığı bir olayı gülerek aktarıyor: "Kel Hasan dediğimiz biri vardı. Hep ata binmiş ama kente gidince kendine bir otomobil almış. Bir gün arabasıyla köye geldiğinde, köyün girişinde durarak arabasından indi ve köye yayan geldi." Kel Hasan, otomobili at gibi düşünmüştü, ama şimdiki gençler artık atı bilmiyor, tanımıyor. "At öldü, Çerkeslik de öldü" diyorlar kendi aralarında.

Çerkeslerin günümüzde bile özelliğini yitirmeyen tek kültürel varlıkları düğünleri. Hâlâ otantik özelliklerini koruyor ve akordeon eşliğinde dans ediyorlar. "Bizde kızların oynarken dik ve asil duruşları çok önemlidir" diyor yaşlı bir Çerkes kadını: "Erkekler de sert ve kıvrak oynamalı, ama gösterişe kaçmamak şartıyla". Çerkes kızları sırtlarının dik olması için yataklarını darı kabuğundan yaparlarmış. Çerkeslerde bireyin topluluk içinde kendini göstermeye çalışması çok ayıplanıyor. Amaç topluluğun birlikte hareket edebilmesi. Bir sürü katı kurala karşın, Çerkesler kadın- erkek ilişkilerinde oldukça rahatlar. Gençler evlenmeden önce birbirleriyle rahatlıkla flört edebiliyorlar. Bu flört Çerkesler tarafından "kaşenlik" diye adlandırılıyor. Gençlerin birden fazla kaşeni olabileceği gibi, bir Çerkes kızı erkeğe kaşenlik teklif edebiliyor. Kaşenler düğünlerde, 'muhabbet toplantıları’ adını verdikleri eğlencelerde rahatça dans edip, konuşabiliyorlar...

Çerkeslerde kız kaçırma olaylı da sık görülür. Nişanlanan gençler, özellikle kız annesinin ve babasın yanında utanırlar. Kaçma olayında oğlanla sözleşen kız yanlarında birer arkadaşlarıyla kaçarlar. 'Lenguaj' adını verdikleri akraba evine kaçırılan kızın, ikinci ana-babasıdır bu akrabalar artık. Sabah olduğunda erkek evinden bir arkadaş kız evine durumu bildirir. Düğün oluncaya kadar kızla oğlan bir arada kalmaz. Ancak kentleşmeyle beraber bu âdetler de silinip gidiyor.

Akraba evliliği yapmayan Çerkesler, aynı köyün içinden birisiyle de evlenemezler. Akraba evliliği yapan Çerkes gençleri köyden sürgün edilir. Çok geç evlenen Çerkesler bekarken çok rahat olmalarına rağmen, evlendiklerinde kendilerini çok sıkı kurallar bekler. Düğünlerde asla evli kadın oynayamaz. Çok az doğurduklarından dolayı nüfus artışları çok yavaş. İlkeleri; az ama kaliteli çocuk. Düzce’de konuştuğumuz bir Çerkes kadını "Biz nüfus planlamasını yıllar önce keşfetmişiz" diyor.

Çerkes savaşçılarının fişekliklerinin alt bölümünde sakladıkları yiyeceğin yapılışı, bugün pek çok Çerkes'in kafasında sır olarak duruyor. Çerkes savaşçılarının göğüslerine taktıkları sağlı sollu fişekliklerin üst bölümünde barut, alt bölümünde ise yiyecek bulunurdu. Zor durumda kalan savaşçıya bu yiyecek 18 saat dayanma gücü veriyordu. Bu yiyeceğin bir sır gibi saklı olan tarifini, bugün kimsenin bilmediği iddia ediliyor.

Köylerinde evlerine kilit vurmayan Çerkeslerde dilenci, fahişe hemen hemen hiç yok. "Çünkü kendi içimizde özgürlüğümüz çok geniş" diyor Hikmet Neğuç, "Kadın gönlüyle erkeğini seçer ve koca kadına baskı da yapmaz. Kocası evinde olmayan bir kadın, evine gelen erkekleri ağırlar. Kıskançlık yoktur."


WUBIHLARIN SONU

Çerkes kabilelerinden Wubıhlar tarih boyunca kızlarının güzelliği ve erkeklerinin savaşçılığı ile tanınmışlar. Dünya güzeli Keriman Halis Ece de Wubıhlı. Tarih kaynakları Abdülmecid'in tüm haremini Wubıhlı kadınlardan oluşturduğunu yazıyor.

Yönetmen İsmet Arasan'ın 'Son Sesler' adlı belgesel filmi dikkatleri Wubıhların trajik öyküsüne çekmişti. Çünkü 3 sesli 82 sessiz fenomeni olan Wubıhçayı konuşan tek kişi kalmıştı. 86 yaşındaki Tevfik Esenç. Öykü, yüzyıllar önce, Çarlık Rusya'sının Kafkasya'ya saldırılarından korunmak için 'H'ase' adı verilen yönetici kurulun toplanmasıyla başlıyor. 'H'ase'de toplanan Wubıh büyükleri, saldırılardan korunmak için bir süre Wubıhça'yı bırakıp Abzeghce konuşmaya karar verir. Bu karar Wubıhça'nın sonunun başlangıcı sayılıyor. Son yıllarda Wubıhça'yı konuşan 25 kişiden hayatta kalan tek kişi olan Tevfik Esenç, rastlantı sonucu Kafkasolog araştırmacı Georges Dumezil'in bilimsel çalışmalarına konu olmuş. Yıllarca verilen uğraş sonucu Wubıhların dili öğrenilmişti ama bundan sonra yalnızca bilimsel araştırmalarda adı geçecekti.


"Yasal yollardan gitmek istiyoruz"

2000'e Doğru muhabiri Zihni Erdem 'dönüşü' savunan ve devlet memuru olduğu için adının açıklanmasını istemeyen A.Ç ile görüştü.

- Asimilasyonu kendi hayatınızda hasıl hissediyorsunuz?
- Tarihten örnek verirsek, bir Anzavur ve Ethem Olayı vardı. Biri padişahçıydı, biri Kuvay-i Milliyeci. Sonunda ikisi de bu ülkenin çıkarlarını zedelemişlerdir. Milli Kurtuluş Savaşı'nda yaşanan bu iki olay, Çerkes toplumunu hâlâ etkisi altında tutuyor. "Hainlerin torunlarıdır" mantığı izlerini sürdürüyor. Bunun dışında Çerkesce konuşmak ve çocuklarınıza ad koymak yasak... Bizde bir Türkçe bir Çerkesce isim koyuyoruz kamuflaj için.

- Çerkesler Türkiye'de önemli görevlere gelebiliyorlar mı? Çeşitli alanlarda başarılı olmuş Çerkes var mı?
-Siyasi alanda Çerkesleri bir yere oturtmak mümkün değil. Sağcısı da var, solcusu da. Türk insanı neredeyse Çerkesler de oradadır. Generaller de var, profesörler de, valisi de... Ancak bunlar Çerkes halkının desteğini alarak gelmiyorlar oralara. Kendi olanaklarıyla geliyorlar.

- Sovyetler Birliği'ndeki Kafkasya'ya dönüşün "glasnost" politikasıyla bir ilgisi var mı?
- Hayır. Çerkes aydınları her zaman böyle bir tartışmanın içindeydiler zaten. Kurtuluş Savaşı öncesi Çerkes Teavun Cemiyeti'nde yoğun olarak geri dönüş düşüncesi var. Bunun mücadelesini veriyorlar. Ancak kitlesel bir harekete dönüştüremedikleri için kendileri kalkıp gidiyor. Hiç olmazsa kendimizi kurtaralım ya da oradaki göçü engelleyelim diye. Oradaki devrime de katkıları oluyor. Zaten ilk gelenler de bir daha dönmemek üzere gelmiyorlar. Halifenin birgün topraklarını kurtaracaklarını düşünüyorlar. Hatta 'aman beni burada bırakmayın cenazemi götürün' diye vasiyet edenler var.

- Sovyetler Birliği'ne gitme düşüncesini son yıllarda gerçekleştiren var mı?
- Kalkıyor pasaport alıp gidiyor, orada kalıyor. Bunun kitlesel bir yönü yok. Kitleselleşmesi de zor görünüyor. Bu Türkiye'de devrim yapmak gibi bir şey. Biz Sovyetler Birliği ve Türkiye'nin anlaşması barış içinde bir çözüm yolları bulmaları yoluyla gitmek istiyoruz. Yani yasal yollardan gitmek istiyoruz...


İZZET AYDEMİR:

"Türk devleti çifte standartlı"

Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneği'nin kurucuları arasında yer almış olan İzzet Aydemir 1964-1975 yılları arasında Kafkasya Kültür dergisini çıkarmış. Kuzey Kafkasya, Ürdün ve Suriye'deki Çerkeslerle ilgili araştırmalar yapmış, 'Göç' kitabının yazarı...

- Türkiye'de ilk kez Kuzey Kafkasya'ya giden Çerkes olduğunuzu öğrendik...
- Ben 1969 yılında Sovyetler Birliği'nde Kafkasya'ya gitmek üzere başvurdum. Ancak o zaman garip bir Rus düşmanlığı vardı. İnsanlar Sovyetlere gitme konusunda çok çekingen davranıyorlardı. Sefaret bana 15 kişilik bir turist grubu olarak gidebileceğimizi söyledi. Gitmek isteyen arkadaşlara söyledim. Bu korku nedeniyle hiç kimse kabul etmedi. Ben şöyle düşünüyordum. O zaman Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay Azerbaycan'a gitmiş, çok büyük kutlamalarla karşılanmıştı. O gidince komünist olmuyordu da biz gidince mi komünist olacaktık. Ama hiç çekinmediğimi söylersem de yalan olur. Ne var ki içimde Kafkasya'yı tanıma merakı ağır bastı ve 21 gün orada kaldım. Çok etkilendim bu geziden. Başlangıcı ben yaptım gerisi de geldi...

- Diğer ülkelerdeki Çerkeslerle ilişkilerinizi nasıl sürdürüyorsunuz?
- Kızkardeşim Ürdün'de evli. Zaten dağınık yerleştiğimiz için her yerde akrabalarımız var. Biz gidebiliyoruz ama dışarıdan bize gelenler çok tedirgin oluyor, özellikle Kafkas dillerini araştırmaya gelen bilim adamları rahatsız ediliyor. Geçen yıl Fransa'dan gelen bir araştırmacının otobüsünün durdurulup yalnızca onun arandığına tanık olduk...

- Bugün Türkiye'deki Çerkeslerin konumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Biz bugün bir azınlığız ama Türkiye'deki azınlıklara da benzemiyoruz. Çünkü toprak talebimiz yok. Bizi sürekli bölücü gibi göstermek istiyorlar. Oysa isteğimiz yalnızca kültürel haklarımız... Türk devleti bu konuda hassas düşünmüyor. Çocuklarımıza Çerkes isim koymamızdan ötürü mahkemelerin kapısını aşındırıyoruz. Bir yandan da Bulgaristan'daki insanların ismi değişiyor diye veryansın ediyorlar. Biz Bulgaristan'daki baskıya karşıyız ama ya Türkiye'dekine ne demeli? Bu çifte standartın değişmesini istiyoruz...

 
Çerkeslerin (Adigelerin) yoğun bir şekilde yerleşik
bulunduğu iller:

Abzeghler Samsun, Sinop, Tokat, Balıkesir
Shapsughlar Samsun, Balıkesir, Bolu, Aydın, Sakarya
Wubıhlar Balıkesir, Bolu, Sakarya, Samsun
Bjedughlar Çanakkale (Biga ilçesi yöresi)
Hatukuaylar Kayseri
Kameguylar Bolu (Düzce İlçesi)
Mehoslar Samsun (Alaçam ilçesi)
Kabardeyler Kayseri, Tokat, Sivas
Besleneyler Çorum, Amasya
Bütün gruplar İstanbul