İnce belli, uzun boylu,
oyunlarında kuğu gibi süzülen kızlar.
Mağrur, savaşçı erkekler. Atı
kullanmadaki ustalıklar. Şimdi, "At
öldü, Çerkeslik öldü” diyorlar.
Çerkes topluluklarında, yok olmaya
yüz tutmuş kültürlerinin yaşatılması
için yoğun düşünce alış verişleri ve
tartışmaları sürdürülüyor. Murat Özden
"Çerkes kültürünün en güzel yanlarını
aktarmak ve yaşatmak" istediklerini
söylüyor. Ancak bu görüşte olan bütün
Çerkeslerin kafasında "Nasıl?" sorusu
var. Ortaya çıkan iki görüşten biri
Kafkasya'ya geri dönmek.
Dönüşçüler adı verilen bu grup,
Türkiye'de yok olmaya başlayan
Çerkesliğin, ancak Kafkasya'daki
Çerkeslerle birlikte yaşamakla
önlenebileceğini savunuyor. Yasin
Çelikkıran da bu görüşte: "Ben dönmek
istiyorum. Ama karım karşı. ‘Yıllarca
İstanbul'a alışmak için çalıştım,
şimdi de Kafkasya için çaba
gösteremem' diyor. Kendince haklı.
Kızlarım da dönme taraftarı değil. Ama
ben kendi dilimin rahatça konuşulduğu
bir ülkeye dönmek istiyorum." Aksi
görüştekiler ise dönüşçüleri 'ütopik'
olarak nitelendiriyorlar. Çerkes
ressam Aydın Erkuş, bunun uluslararası
bir sorun yaratacağını söylüyor.
Murat Özden, enternasyonalist bir
insan olduğunu söylüyor: "Ama Çerkes
olduğumu da inkâr etmiyorum. Bu dönüş
meselesi Amerika'ya giden ilk
Avrupalıların geriye dönüş düşlerine
benziyor. İmkânsız bir olaydır bu.
Bunu başaran tek ülke İsrail'dir,
ancak onlar da 2. Dünya Savaşı'na
kadar 25 bin kişiyi İsrail'e
getirebilmiştir." Yahudilerin
dönüşünün hızlanmasına Hitler'in neden
olduğunu belirten Özden'e göre bu
durum Çerkeslerin dönüşüyle
karşılaştırılamaz. Özden, ulusal
sorunun iyi bilinmesi gerektiğine
inanıyor.
Araştırmacı Cevdet
Yıldız ise olayı demokrasi sorunuyla
açıklıyor: "Türkiye'de demokrasi
gerçekleştiği zaman, Çerkeslerin
kültürel sorunları da ortadan
kalkacaktır. Ancak Çerkeslerin geri
dönmesine izin verilmesinin
gerekliliğini savunuyorum."
Dönüş için ilk girişim, 1980 yılında
200 kişinin Sovyetlere başvurması. Ama
ardından gelen 12 Eylül’le birlikte
başvurular takip edilememiş. Bunun
kişisel bir seçim olduğunu söyleyen
Çerkesler, isteyenin gidebilmesinden
yanalar. Çünkü, Türkiye'de kalmak
isteyenlerin de haklı nedenleri vardı.
Burada evlenmişler, iş güç sahibi
olmuşlar, bir yaşam kurmuşlardı. Bunu
bir kalemde silip atmak zordu. Murat
Özden, kendilerini bir azınlık olarak
gördüklerini söylüyor: "Demokrasi
sorunlarıyla iç içe olduğumuzu kabul
ediyor ve bu durumu AT'ye girme
hazırlığında olan bir ülkenin ayıbı
olarak görüyoruz.
Yasin
Çelikkıran ise ne yapılacağına bir an
önce karar verilmesini istiyor: "Yok
olmanın korkusunu yaşıyoruz.
Adetlerimiz bir bir unutulup gidiyor,
çocuklarımız Çerkesce konuşamıyor.
Artık ne yapacağımıza karar
vermeliyiz."
KAF DAĞININ
İNSANLARI
Çocukluk
günlerimizin en renkli masallarında
anlatılan, ulaşılmaz, bin bir sırla
dolu görkemli Kaf dağının mağrur
insanları Çerkesler. Kafkas halkları
konusunda çalışmalar yapmış olan
araştırmacı Cevdet Yıldız, Çerkes
isminin yanlış kullanıldığı görüşünde:
"Türkiye'de yanlış olarak, Kuzey
Kafkas halklarına Çerkesler adı
verilmekte. Oysa bilimsel literatürde
anadili Adigece olan ve kendilerini
Adige olarak gören kabilelerdir."
Yıldız'a göre
Shapsugh, Adige, Wubıh, Abaza
gibi adlar alan Çerkes kabilelerinin
tek ortak yanları Kafkasya'dan göçmüş
olmaları.
Bugün Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği içinde
bulunan Kafkasya, oldukça dağlık ve
yüksek bir yer. Bölgenin derin
platolarla dolu olması, yöre halkının
dillerinin farklılaşmasına neden
olmuş. Çerkesler küçük bir alanda bu
kadar çok dilin oluşmasını böyle
açıklıyorlar. Bir de hikâyeleri var:
"Tanrı bir meleği yeryüzündeki
insanlara dil dağıtmak için
görevlendirmiş. Melek yeryüzüne
indikten sonra torbasındaki dilleri
dağıtmaya başlamış. Sıra Kafkasya'ya
geldiğinde meleğin dağlık arazide
ayağı taşa takılmış ve düşmüş.
Torbasındaki bütün diller de ortalığa
saçılmış."
125 YIL
ÖNCESİNDEN
Çerkesler ilk
büyük göçlerini 1864 yılında
yaşamışlar. O dönemde Kafkasya'da
bağımsız bir devletken, yayılmacı Rus
çarlarının saldırılarına uğramışlar.
Rus Çarı II. Aleksandr'ın 'sürgün'
kararına karşı koyamayan Çerkesler tek
kurtuluş yolu olarak Osmanlı
topraklarına sığınmışlar. İzzet
Aydemir, Kuzey Kafkasyalıların göç
tarihini anlattığı 'Göç' adlı
kitabında göçe karşı direnişler
olduğunu belirtiyor: "Çerkes göçüne
karşı direnmeler de yok değildi.
Örneğin Wubıhların
göçe karar verdikleri son
toplantılarında göç zorunluluğunun
tartışılıp kabul edildiği sırada bir
yiğit de şu sözleri bütün içtenliğiyle
oradakilere haykırmaktan
çekinmemiştir: 'Siz değil miydiniz
tanrı aşkına gâvurlar bastı. Gazavat
diye bağıranlar! Gazavat için
savaşanlara cennetin kapıları ardına
kadar açık olacak, diyenler! Önümüze
düşüp bizi savaşa götürenler! Şimdi
hiç savaşmadan gidebileceğiniz bir
cennet buldunuz. Kuşkusuz Osmanlı
yurduna gidelim, denize açılalım diye
diretiyorsunuz şimdi!"
Çerkesler bugünün Türkiye'sinde
dağınık halde yaşıyorlar. Maraş'tan
Balıkesir'e kadar yurdun dört bir
yanında Çerkes köylerine rastlamak
mümkün.
1864 yılında yaklaşık 1
milyon Çerkes, Çarlığın sürgün
kararıyla Kafkasya'nın Karadeniz
kıyısına sürülmüş, oradan da köhne
Osmanlı tekneleriyle Osmanlı
topraklarına gelmiş. Osmanlının tüm
Karadeniz limanları Çerkes
sürgünleriyle dolup taşmış. Sürgün ve
Osmanlı iskânının yarattığı açlık ve
zor koşullar halkın önemli bir
kısmının yok olmasına yol açmış.
Zamanla Osmanlı sarayında önemli
mevkilerde birçok devlet adamı
yetişmişse de, daha 1900'lerde
başlayan anavatana dönüş tartışmaları
sonucu, anavatana dönme yanlısı bir
grup Çerkes, 1908'de İstanbul'da
Çerkes Teavun Cemiyeti'ni kurmuş ve
Guaze (Rehber) adlı Osmanlıca ve
Çerkesce yayımlanan bir gazete
çıkartmışlar. Gazetenin ana teması
'yok olmamak ve anavatana dönüş'
olarak belirlenmiş.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra
Manyas ve Gönen yöresindeki 44 Çerkes
köyü, 1923 Mayıs-Haziran aylarında
çeşitli nedenlerle dağıtılarak, Doğu
Anadolu'nun değişik yerlerine
gönderilmişler.
YANDIM
HOP ÇERKES
Türkiye'de içe
kapanık bir yaşam tarzı sürdüren
Çerkeslerin özellikleri çok az
biliniyor. İnce belli, uzun boylu
güzel Çerkes kızları yıllarca Osmanlı
sarayının süsü olarak görülmüş, mağrur
erkekleri de savaşçılıkları ve
süvarilikteki üstünlükleri ile
tanınmış. Kafkas Kültür Derneği'nin
yönetim kurulu eski üyelerinden Murat
Özden, at binmenin Çerkeslerde çok
önemli olduğunu vurguluyor: "Öyle ki
ata binişten inişe kadar her hareketin
bir anlamı vardır. Örneğin, bir Çerkes
erkeği köyün girişinde attan iner,
yayan yürürdü. Bu topluluğa duyulan
saygıyı ifade ediyordu." Özden,
çocukken köyünde yaşadığı bir olayı
gülerek aktarıyor: "Kel Hasan
dediğimiz biri vardı. Hep ata binmiş
ama kente gidince kendine bir otomobil
almış. Bir gün arabasıyla köye
geldiğinde, köyün girişinde durarak
arabasından indi ve köye yayan geldi."
Kel Hasan, otomobili at gibi
düşünmüştü, ama şimdiki gençler artık
atı bilmiyor, tanımıyor. "At öldü,
Çerkeslik de öldü" diyorlar kendi
aralarında.
Çerkeslerin
günümüzde bile özelliğini yitirmeyen
tek kültürel varlıkları düğünleri.
Hâlâ otantik özelliklerini koruyor ve
akordeon eşliğinde dans ediyorlar.
"Bizde kızların oynarken dik ve asil
duruşları çok önemlidir" diyor yaşlı
bir Çerkes kadını: "Erkekler de sert
ve kıvrak oynamalı, ama gösterişe
kaçmamak şartıyla". Çerkes kızları
sırtlarının dik olması için
yataklarını darı kabuğundan
yaparlarmış. Çerkeslerde bireyin
topluluk içinde kendini göstermeye
çalışması çok ayıplanıyor. Amaç
topluluğun birlikte hareket
edebilmesi. Bir sürü katı kurala
karşın, Çerkesler kadın- erkek
ilişkilerinde oldukça rahatlar.
Gençler evlenmeden önce birbirleriyle
rahatlıkla flört edebiliyorlar. Bu
flört Çerkesler tarafından "kaşenlik"
diye adlandırılıyor. Gençlerin birden
fazla kaşeni olabileceği gibi, bir
Çerkes kızı erkeğe kaşenlik teklif
edebiliyor. Kaşenler düğünlerde,
'muhabbet toplantıları’ adını
verdikleri eğlencelerde rahatça dans
edip, konuşabiliyorlar...
Çerkeslerde kız kaçırma olaylı da sık
görülür. Nişanlanan gençler, özellikle
kız annesinin ve babasın yanında
utanırlar. Kaçma olayında oğlanla
sözleşen kız yanlarında birer
arkadaşlarıyla kaçarlar. 'Lenguaj'
adını verdikleri akraba evine
kaçırılan kızın, ikinci ana-babasıdır
bu akrabalar artık. Sabah olduğunda
erkek evinden bir arkadaş kız evine
durumu bildirir. Düğün oluncaya kadar
kızla oğlan bir arada kalmaz. Ancak
kentleşmeyle beraber bu âdetler de
silinip gidiyor.
Akraba
evliliği yapmayan Çerkesler, aynı
köyün içinden birisiyle de
evlenemezler. Akraba evliliği yapan
Çerkes gençleri köyden sürgün edilir.
Çok geç evlenen Çerkesler bekarken çok
rahat olmalarına rağmen,
evlendiklerinde kendilerini çok sıkı
kurallar bekler. Düğünlerde asla evli
kadın oynayamaz. Çok az
doğurduklarından dolayı nüfus
artışları çok yavaş. İlkeleri; az ama
kaliteli çocuk. Düzce’de konuştuğumuz
bir Çerkes kadını "Biz nüfus
planlamasını yıllar önce keşfetmişiz"
diyor.
Çerkes savaşçılarının
fişekliklerinin alt bölümünde
sakladıkları yiyeceğin yapılışı, bugün
pek çok Çerkes'in
kafasında sır olarak duruyor. Çerkes
savaşçılarının göğüslerine taktıkları
sağlı sollu fişekliklerin üst
bölümünde barut, alt bölümünde ise
yiyecek bulunurdu. Zor durumda kalan
savaşçıya bu yiyecek 18 saat dayanma
gücü veriyordu. Bu yiyeceğin bir sır
gibi saklı olan tarifini, bugün
kimsenin bilmediği iddia ediliyor.
Köylerinde evlerine kilit vurmayan
Çerkeslerde dilenci, fahişe hemen
hemen hiç yok. "Çünkü kendi içimizde
özgürlüğümüz çok geniş" diyor Hikmet
Neğuç, "Kadın gönlüyle erkeğini seçer
ve koca kadına baskı da yapmaz. Kocası
evinde olmayan bir kadın, evine gelen
erkekleri ağırlar. Kıskançlık yoktur."
WUBIHLARIN
SONU
Çerkes kabilelerinden
Wubıhlar tarih boyunca kızlarının
güzelliği ve erkeklerinin savaşçılığı
ile tanınmışlar. Dünya güzeli Keriman
Halis Ece de Wubıhlı. Tarih kaynakları
Abdülmecid'in tüm haremini Wubıhlı
kadınlardan oluşturduğunu yazıyor.
Yönetmen İsmet Arasan'ın 'Son
Sesler' adlı belgesel filmi dikkatleri
Wubıhların trajik öyküsüne çekmişti.
Çünkü 3 sesli 82 sessiz fenomeni olan
Wubıhçayı konuşan tek kişi kalmıştı.
86 yaşındaki Tevfik Esenç. Öykü,
yüzyıllar önce, Çarlık Rusya'sının
Kafkasya'ya saldırılarından korunmak
için 'H'ase' adı verilen yönetici
kurulun toplanmasıyla başlıyor.
'H'ase'de toplanan Wubıh büyükleri,
saldırılardan korunmak için bir süre
Wubıhça'yı
bırakıp Abzeghce
konuşmaya karar verir. Bu karar
Wubıhça'nın
sonunun başlangıcı sayılıyor. Son
yıllarda Wubıhça'yı
konuşan 25 kişiden hayatta kalan tek
kişi olan Tevfik Esenç, rastlantı
sonucu Kafkasolog araştırmacı Georges
Dumezil'in bilimsel çalışmalarına konu
olmuş. Yıllarca verilen uğraş sonucu
Wubıhların dili öğrenilmişti ama
bundan sonra yalnızca bilimsel
araştırmalarda adı geçecekti.
"Yasal yollardan gitmek
istiyoruz"
2000'e Doğru
muhabiri Zihni Erdem 'dönüşü' savunan
ve devlet memuru olduğu için adının
açıklanmasını istemeyen A.Ç ile
görüştü.
-
Asimilasyonu kendi hayatınızda
hasıl hissediyorsunuz? -
Tarihten örnek verirsek, bir
Anzavur ve Ethem Olayı vardı. Biri
padişahçıydı, biri Kuvay-i Milliyeci.
Sonunda ikisi de bu ülkenin
çıkarlarını zedelemişlerdir. Milli
Kurtuluş Savaşı'nda yaşanan bu iki
olay, Çerkes toplumunu hâlâ etkisi
altında tutuyor. "Hainlerin
torunlarıdır" mantığı izlerini
sürdürüyor. Bunun dışında Çerkesce
konuşmak ve çocuklarınıza ad koymak
yasak... Bizde bir Türkçe bir Çerkesce
isim koyuyoruz kamuflaj için.
-
Çerkesler Türkiye'de önemli görevlere
gelebiliyorlar mı? Çeşitli alanlarda
başarılı olmuş Çerkes var mı?
-Siyasi alanda Çerkesleri bir yere
oturtmak mümkün değil. Sağcısı da var,
solcusu da. Türk insanı neredeyse
Çerkesler de oradadır. Generaller de
var, profesörler de, valisi de...
Ancak bunlar Çerkes halkının desteğini
alarak gelmiyorlar oralara. Kendi
olanaklarıyla geliyorlar.
-
Sovyetler Birliği'ndeki Kafkasya'ya
dönüşün "glasnost" politikasıyla bir
ilgisi var mı? -
Hayır. Çerkes aydınları her
zaman böyle bir tartışmanın
içindeydiler zaten. Kurtuluş Savaşı
öncesi Çerkes Teavun Cemiyeti'nde
yoğun olarak geri dönüş düşüncesi var.
Bunun mücadelesini veriyorlar. Ancak
kitlesel bir harekete
dönüştüremedikleri için kendileri
kalkıp gidiyor. Hiç olmazsa kendimizi
kurtaralım ya da oradaki göçü
engelleyelim diye. Oradaki devrime de
katkıları oluyor. Zaten ilk gelenler
de bir daha dönmemek üzere
gelmiyorlar. Halifenin birgün
topraklarını kurtaracaklarını
düşünüyorlar. Hatta 'aman beni burada
bırakmayın cenazemi götürün' diye
vasiyet edenler var.
-
Sovyetler Birliği'ne gitme
düşüncesini son yıllarda
gerçekleştiren var mı? -
Kalkıyor pasaport alıp gidiyor,
orada kalıyor. Bunun kitlesel bir yönü
yok. Kitleselleşmesi de zor görünüyor.
Bu Türkiye'de devrim yapmak gibi bir
şey. Biz Sovyetler Birliği ve
Türkiye'nin anlaşması barış içinde bir
çözüm yolları bulmaları yoluyla gitmek
istiyoruz. Yani yasal yollardan gitmek
istiyoruz...
İZZET
AYDEMİR:
"Türk devleti çifte
standartlı"
Ankara Kuzey
Kafkasya Kültür Derneği'nin kurucuları
arasında yer almış olan İzzet Aydemir
1964-1975 yılları arasında Kafkasya
Kültür dergisini çıkarmış. Kuzey
Kafkasya, Ürdün ve Suriye'deki
Çerkeslerle ilgili araştırmalar
yapmış, 'Göç' kitabının yazarı...
-
Türkiye'de ilk kez Kuzey Kafkasya'ya
giden Çerkes olduğunuzu öğrendik...
-
Ben 1969 yılında Sovyetler Birliği'nde
Kafkasya'ya gitmek üzere başvurdum.
Ancak o zaman garip bir Rus düşmanlığı
vardı. İnsanlar Sovyetlere gitme
konusunda çok çekingen
davranıyorlardı. Sefaret bana 15
kişilik bir turist grubu olarak
gidebileceğimizi söyledi. Gitmek
isteyen arkadaşlara söyledim. Bu korku
nedeniyle hiç kimse kabul etmedi. Ben
şöyle düşünüyordum. O zaman
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay
Azerbaycan'a gitmiş, çok büyük
kutlamalarla karşılanmıştı. O gidince
komünist olmuyordu da biz gidince mi
komünist olacaktık. Ama hiç
çekinmediğimi söylersem de yalan olur.
Ne var ki içimde Kafkasya'yı tanıma
merakı ağır bastı ve 21 gün orada
kaldım. Çok etkilendim bu geziden.
Başlangıcı ben yaptım gerisi de
geldi...
-
Diğer ülkelerdeki Çerkeslerle
ilişkilerinizi nasıl sürdürüyorsunuz?
-
Kızkardeşim Ürdün'de evli. Zaten
dağınık yerleştiğimiz için her yerde
akrabalarımız var. Biz gidebiliyoruz
ama dışarıdan bize gelenler çok
tedirgin oluyor, özellikle Kafkas
dillerini araştırmaya gelen bilim
adamları rahatsız ediliyor. Geçen yıl
Fransa'dan gelen bir araştırmacının
otobüsünün durdurulup yalnızca onun
arandığına tanık olduk...
- Bugün
Türkiye'deki Çerkeslerin konumu
hakkında ne düşünüyorsunuz?
- Biz
bugün bir azınlığız ama Türkiye'deki
azınlıklara da benzemiyoruz.
Çünkü toprak talebimiz yok.
Bizi sürekli bölücü gibi göstermek
istiyorlar. Oysa isteğimiz yalnızca
kültürel haklarımız... Türk devleti bu
konuda hassas düşünmüyor.
Çocuklarımıza Çerkes isim koymamızdan
ötürü mahkemelerin kapısını
aşındırıyoruz. Bir yandan da
Bulgaristan'daki insanların ismi
değişiyor diye veryansın ediyorlar.
Biz Bulgaristan'daki baskıya karşıyız
ama ya Türkiye'dekine ne demeli? Bu
çifte standartın değişmesini
istiyoruz...
|
Çerkeslerin
(Adigelerin) yoğun
bir şekilde
yerleşik
bulunduğu iller:
Abzeghler
Samsun, Sinop,
Tokat, Balıkesir
Shapsughlar
Samsun,
Balıkesir, Bolu,
Aydın, Sakarya
Wubıhlar
Balıkesir,
Bolu, Sakarya,
Samsun
Bjedughlar
Çanakkale
(Biga ilçesi
yöresi)
Hatukuaylar
Kayseri
Kameguylar
Bolu (Düzce
İlçesi)
Mehoslar
Samsun (Alaçam
ilçesi) Kabardeyler
Kayseri, Tokat,
Sivas
Besleneyler
Çorum, Amasya
Bütün gruplar
İstanbul |
|
|
|