"Gitmek mi zor, kalmak mı zor", işte
bu soru Türkiye'de yaşayan bir milyonu
aşkın Çerkes'in gündeminde.
Çeşitli panellerde, oturumlarda,
sohbetlerde tartışılıyor, çözüm
önerileri getiriliyor. Böylece
Çerkesler önemli bir karar arifesini
yaşıyorlar. Kimi anavatanları olan
Kafkasya'ya dönmenin, kimi de
Türkiye'de alınacak demokratik
hakların sorunlarına çözüm
getireceğine inanıyor.
Gitme ve
kalma arasında genişleyen yelpazede
farklı sesler, farklı görüşler de var.
Her an giderek canlanan tartışmaların
nedeni sorulduğunda Çerkeslerin
verdiği yanıt: "Yok oluyoruz."
"Dönüşçü" gruptan Bülent Tan görüşünü
"Dönüşü savunmayan Çerkes aydını
değildir" diyerek formüle ediyor.
"Çünkü tam bağımsızlık koşulları bir
coğrafik bütünlükte olabilir. Bizim
için bunun sağlanacağı tek yer
Kafkasya'dır. Filistinlilerin İsviçre
Kongresi'nde aldıkları kararlar
şunlardı: Önce anavatana dönüş hakkı,
sonra kendi kaderini tayin hakkı.
Çerkes sorunu da buna benziyor. Ben
Çerkes’im deyip ulusal gelecek arayan
herkes dönüşü düşünmelidir. Bunun
karşısında olanlar da asimilasyonu
savunanlardır."
Oysa karşıt
görüştekiler böyle bir yaklaşımın
"ütopik" olduğunu savunuyorlar. Murat
Özden tarihin geri dönülmez, tarifi
imkansız hatalarla dolu olduğunu
düşünüyor. Ona göre, bu hatalardan
biri de Çerkes sorunu. "Anavatan'a
dönüş, bence çocuksu bir hayal.
Amerika'ya giden ilk Avrupalıların
geri dönüş düşlerine benziyor bu.
İkinci Dünya Savaşı sırasında İsrail'e
dönen Yahudileri Hitler'in tırpanı
götürdü. Oysa Türkiye'de buna benzer
bir olay yaşanmıyor" diyor. Kendini
"Enternasyonalist" olarak nitelendiren
Özden, Türkiye'deki Çerkeslerin
sorununun demokratik mücadeleler
sonucunda çözüleceğini savunuyor.
Yalçın Karadaş bu tür mücadelenin
Türk demokrasisini ve kültür
zenginliğini geliştireceğini
düşünüyor.
"Öğretmenim,
Ben Çerkes'im"
İlkokul birinci sınıfta
öğretmen, öğrencilerine yazmaları için
fiş dağıtır. Fişte "Türküm, doğruyum,
çalışkanım" yazmaktadır. Arka
sıralardan minik bir parmak kalkar.
"Öğretmenim ben Çerkes'im. Bunu
yazacak mıyım?" Sınıftaki bütün gözler
bu minik öğrencinin üzerine çevrilir,
öğretmen de şaşırmıştır.
Niyazi
Kutay, oğlunun bu sorusunu
gülümseyerek anlatıyor. "Ona Çerkes
olduğumuzu, ailemizin nereden ve nasıl
geldiğini anlatmıştım. Bu tür bir soru
sorması çok normal. Ne yazık ki benim
çocuğum, kendi dilini bilmiyor. Ben
bile tam anlamıyla konuşamıyorum. Bu
gidişle bizden sonrakiler, sanırım hiç
konuşamayacak" diyor.
Tarih 13
Aralık 1989. İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi'nin kabul günü. Türkiye'de
yapılan bir toplantıya ilginç bir
bildiri sunuldu. Konu "Çerkeslerdi.
Yaşadıkları çeşitli sorunlar bir dava
örnek gösterilerek anlatılmıştı. Düzce
Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görülen bu
davada Jan Berslen ve Jane isimlerinin
değiştirilmesi isteniyordu. Uzayıp
giden işlemler sonunda çocukların
babası Zeki Devrim, davayı kazandı.
Çerkesler arasında bu tip isim
davalarına sık sık rastlanıyor,
özellikle Yargıtay'a kadar giden
"Gubse" isminin, içtihat kararı
oluşturması, sevinçle karşılandı. Buna
benzer örnekler verilen bildiride
şöyle deniliyor: "1982
Anayasasıyla getirilen diller yasağına
göre, Türkiye'nin diplomatik ilişkide
bulunduğu ülkelerin birinci resmi
dilleriyle eğitim yapmak mümkün. Rusça
eğitim yapmak serbesttir de Gürcüce,
Çerkesce, Tamilce, Uygurca eğitim
yapmak mümkün değildir. Birçok engelin
bulunduğu bir ülkede demokrasi nasıl
gelişecektir? Demokrasinin olmadığı
bir Türkiye nasıl AT'na üye
olacaktır?" İşte Çerkeslerin yanıt
beklediği soru. Araştırmacı yazar
İzzet Aydemir bu durumu "çifte
standart" olarak nitelendiriyor.
'Bizim yaklaşımımız asla milliyetçi
olarak değerlendirilmemeli.
Anadolu'nun kültür mozaiğinin bir
parçasıyız. Yüzyıllardır
geliştirdiğimiz zengin kültürümüzü
geliştirmek, korumak, yaşatmak
istiyoruz. O kadar” diyordu.
Hemen hemen bütün Çerkesler bu konuda
hemfikirler. Ne var ki "yok oluş”un
yalnızca siyasal nedenlerinin
olmadığını, Türkiye'deki dağınık
yerleşmeyle birlikte günümüzde yaşanan
hızlı kentleşme sürecinin
etkileyiciliğinden bahsediyorlar.
Böylece gittikçe artan korkuları,
bazılarını anavatanlarına dönme
düşüncesini gerçekleştirmeye zorlamış.
12 Eylül öncesinde 200 kişinin
dönüş başvurusu var. Fakat 80'li
yıllar bu başvuruların takibini
imkansız hale getirmiş. Bülent Tan
Sovyet bürokrasisinin yavaş
çalışmasının da payı olduğunu
belirtiyor. Çerkesler "Kafkasya'da üç
ayrı bölgede yaşıyorlar. Bu özerk
yönetimler bir üst kuruma bağlanmış,
bu kurum da Sovyetlere. Böylece uzun
işlemler gerektiriyor" diyor. Ancak
dönüşü kişisel olarak
gerçekleştirenler de yok değil. Kadir
Öztürk ve Hançeri Jane iki örnek. Şu
anda Çerkes-Karaçay bölgesine
yerleşmişler ve vatandaşlıkları kabul
edilmiş. Fakat toplu halde gitmek
isteyenlere de umut ışıkları yanıyor.
Geçtiğimiz yıl, Suriye'deki 26 Çerkes
ailesi, Çerkes bölgelerine göç etmiş,
Sovyetler Birliğindeki Çerkesler bunu
örnek alarak “Göçmen Komitesi”
oluşturma yolunda girişim içindeler.
Ekim'89'da ise Sovyetler Birliği'ndeki
Kabardeyler, Adigeler, Çeçen-İnguşlar,
Çerkesler toplanarak yeni bir halk
cephesi kurdular. Adı "Dağlılar'ın
Dayanışması". Bir gazete de
çıkarttılar. Bütün bu gelişmeler ve
Gorbaçov politikaları, dönüşü savunan
Çerkesler için "yeşil" ışığın
yanacağının göstergesi.
Ünlü
Çerkesler Çerkes Ethem.
Rauf Orbay (TC’nin ilk Başbakanı).
İhsan Sabri Çağlayangil (Politikacı).
Orhan Kemal (Yazar). Keriman
Halis Ece (İlk dünya güzelimiz).
Yaşar Doğu (Güreşçi). Mustafa
Dağıstanlı (Güreşçi). Özdemir
Erdoğan (Besteci-şarkıcı). Süleyman
Seba (BJK Başkanı).
Wubıhca Rüya Gören Tek İnsan
Bir tesadüf; satır aralarına
sıkışan bir iki cümle yokolmaya yüz
tutan binlerce yıllık bir tarihi
belgedir; son Wubıhları ve kendi
dilini konuşan tek adamı; Tevfik
Esenç’i.
Yıl 1987, yönetmen
İsmet Arasan ünlü dilbilimci Georges
Dumezil’in kitabında rastlar onlara.
Dumezil, Güney Marmara'nın köylerinden
birinde, kökleri milattan öncelere
dayanan bir Çerkes kabilesinin, kendi
dilini bilen son kişiden
bahsetmektedir. Arasan çok etkilenir
ve araştırmaya başlar. Aylarca izini
sürer. Sonunda Balıkesir'in Manyas'a
bağlı Hacıosman köyüne ulaşır.
Görünüşü her zamanki gibi bir Anadolu
köyüdür. Ne var ki insanları binlerce
yıllık Wubıh kültürünün mirasçıları,
Tevfik Esenç'e durumu anlatırlar. Köy
halkı ve kendisiyle ilgili bir
belgesel film yapılacaktır, bütün köy
memnuniyetle kabul eder öneriyi.
Böylece 22 gün sürecek yoğun bir
uğraşın içine girer İsmet Arasan ve
ekibi. Sonunda Wubıh halkının
sürüklendiği Anadolu köylerinden
birindeki yaşamları belgesel bir film
olur. İsmet Arasan bu ürpertici,
sessiz yokoluş filminin adını da "Son
Sesler” koyar. Arasan yaşadıklarından
çok etkilenmiş. Özellikle de Tevfik
Esenç’ten. "Müthiş bir hafızası var.
6-7 bin sözcükten oluşan bir dağarcığa
sahip. Wubıhca'yı ve Wubıh kültürü
hakkında verebileceği hiçbir şeyi
esirgemiyor. Çünkü o, herşeyin
farkında" diyor.
İsmet Arasan'ı
ve dilbilimci Georges Dumezil'i
etkileyen Wubıhlar kimdi ve nereden
gelmişlerdi?
Çerkeslerde en
mağrur ve savaşçı kabile olarak
biliniyor Wubıhlılar Anavatanları
Kafkasya 18.yüzyıl ortalarında Çarlık
Rusya'sı ve
Kazak istilalarına karşı zorlanmaya
başlayınca Has'e denilen mecliste
karar alırlar. Artık komşu kabilenin
dilini yani Abzeghce'yi
konuşacaklardır. Uygulama hiç de zor
olmaz. Çünkü Wubıhlar kendi dillerinin
yanında Abzeghce'yi
çok iyi bilmektedirler. Tarihin hiçbir
döneminle eşine rastlanmayan bu karar,
Wubıhca için ölüm tarihinin de
başlangıcı olur. Daha sonra toplu
olarak 30 bin Wubıhlı Osmanlı
topraklarına göç
eder ve Balıkesir civarına
yerleşir. Gittikçe değişen hayat
şartlarına Wubıhca diretemez. İlk
keşfedildiklerinde dillerini konuşan
20 kişi bulunabilir. En genci de
Tevfik Esenç'tir.
Wubıhları
ortaya çıkaran ünlü dilbilimci,
Hint-Avrupa dillerinde uzman Georges
Dumezil'di. Dumezil ülkemizde hiç de
yabancı olmayan simalardan. Çünkü
1925-34 arası İstanbul
Üniversitesi'nde Dinler Tarihi
konusunda öğretim üyeliği yapmıştı.
Wubıhları da bir rastlantı sonucu 1958
yılında farketmiş. Araştırmaları onu
Manyas'a kadar sürüklemiş. Manyas
pazarını gezen Dumezil 14 ayrı Kafkas
dilinin konuşulduğuna tanık olur.
Hacıosman köyünde Kafkasya'nın en eski
dillerinden birini konuşan Wubıhlarla
tanışır, onlarla üç ay yaşadıktan
sonra Wubıhca sözlük için çalışmalara
başladı. Zekasından ve belleğinin
zenginliğinden etkilenen Tevfik
Esenç'le başlayan dostluğu ölümüne
kadar sürdü. İkisinin 10 yıl süren
azimli çalışması, 82 sessiz ve 3'ü
sesli 85 fonemden oluşan dünyanın en
zengin dilini gün ışığına çıkardı.
Bugün Wubıhca sözlük, Dumezil ve Esenç
imzasını taşıyor. Ayrıca Hititçe ve
Sümerce'ye olan yakınlığıyla Wubıhca,
bilim çevrelerinde büyük bir ilgi
odağı haline geldi. Ne var ki
zamanın akışına dayanamayan
Kafkasya'nın bu en zengin ve eski
dili, bundan sonra yalnızca belgelerde
yaşayacak. Anadolu'nun gizli bir
hazinesi daha tarihin derinliklerinde
silinip gidecek, geride hazin bir öykü
ve anılar bırakarak...
Çerkes Ethem: Bir "Hain" in Portresi
Ethem Bey anılarında kendisini
şöyle tanıtır:
"Ben kimim? Ben
emlak ve arazi sahibi, mesut ve
müreffeh yaşayan ve aynı zamanda
'emeğinin hasmı' denecek kadar cömert
bir ailenin evladıyım".
Ethem,
1886 yılında Balıkesir'in Bandırma ve
Mihaliç ilçeleri arasındaki Emreköy'de
doğmuştu. Ailesi, Kafkasya'dan
Anadolu'ya göçeden Çerkesler'in
Shapsugh
oymağındandı. Babası, Ali Bey'in beş
oğlundan en küçüğüydü. Ethem'in
gençlik yılları, Osmanlıların son
günleri yaşadığı, Mustafa Kemal'in
kurtuluş ateşini yaktığı, çetin ve zor
günlere rastgelir. Bu karmaşık
günlerde herkese önemli görevler
düşmektedir. Çerkes Ethem'e de Yunan
işgaline karşı çete kurarak direnmek
düşer. Bunun yanı sıra ardarda patlak
veren iç isyanları bastırmayı da
başarır. O sıralarda tek silahlı güç
olan Kuvay-ı Seyyare'nin komutanı
Çerkes Ethem sırasıyla Bolu, Düzce,
Adapazarı, Anzavur ve Çapanoğlu
(Yozgat) isyanlarını bastırır. Bu
başarılarından sonra Ethem'in
Ankara'ya gelişini Halide Edip şöyle
anlatıyor: "Ethem Ankara'ya silahlı
kuvvetleriyle girdiği zaman, halk
sokakları doldurmuştu. Adamları
arasında kadınlar da vardı. Dikkati
çeken, Ethem büyük bir şevkle
karşılandı. Mustafa Kemal Paşa
otomobilini ona verdi. Bu, Ankara'da
bulunan tek otomobildi. Ethem, Büyük
Millet Meclisi'ne geldiği zaman
coşkuyla alkışlandı.”
Ne var ki
bir süre sonra Mustafa Kemal, tek
otomobilini sunduğu Ethem'le düzenli
ordu konusunda anlaşamaz. Farklı
kaynakların, farklı biçimde
anlattıkları olaylardan Ethem,
Yunanlılara sığınır. 20 Ocak 1921'de
Akhisar'daki kardeşleri Reşit ve
Tevfik Beyler'e şu mektubu yazar:
"Yunanlarla akdettiğiniz iltica
protokolü nefsime ağır geldiğinden
dolayı sizi takip edemeyeceğim. Beni
mazur görünüz, Kuvay-ı Seyyare efrad
ve zabitlerini istedikleri herhangi
bir tarafa gitmekle serbest bıraktım.
Hepsini dağıttıktan sonra ben de
karargahımla semt-i meçhule
müteveccihen gidiyorum".
50
kişilik tarafları ile dağlara çekilir.
Şubatın son günlerinde barınma
şartlarının zorluğu nedeniyle
Yunanlara teslim olur. Almanya'ya
geçer. Cumhuriyetin 10. yıl dönümü
dolayısıyla 150’likler için çıkarılan
aftan, iki ağabeyi yararlanarak yurda
döner, ama o reddeder. Ethem, ihanet
suçlamasını içine sindiremez.
Almanya'dan Mısır'a sonra da Ürdün'e
gider ve 1948 de bir Çerkes topluluğu
içinde ölür.
|