Yaşlılara
gösterdikleri saygıları, misafirlerine
duydukları sevgileri, özgün yemekleri
ve danslarıyla Çerkesler, içimizden
birileri. Ne Türkiye'de yaşayanlar
onlara azınlık diye bakmış, ne de
onlar azınlık olduklarını
hissetmişler. Yüz küsur yıl önce
Türkiye topraklarına ayak basan bu
insanlar, daha yüzlerce yıl dostça,
kardeşçe içimizden birileri olarak
yaşamaya devam edecekler.
Her
yıl Mayıs ayında, İstanbul'dan topu
topu bir saat uzaklıkta, büyük bir
coşkunun, büyük bir heyecanın
yaşandığını söyleselerdi biz de
inanmazdık. Gidip görmeden sizin de
inanmanız mümkün değil.
Bir
yanda, çiçekçiler seralardan
getirdikleri çiçekleri satıyor, onun
hemen yanıbaşındaki tezgahtan mis gibi
köfte kokuları geliyor. Biraz ileride
bir baloncu, rengarenk balonları ile
çocukları cezbedebilme kavgası
verirken, lunaparklarda görmeye
alıştığımız "5 halka 5 bin liraya"
diye çığırtkanlık yapan iki halkacı,
müşteri çekmeye çalışıyor. Çocuklar,
bembeyaz sakallı dedeler, genç kızlar,
orta yaşlı hanımlar, yemyeşil bitki
örtüsü ile kaplı dağlarla çevrili bu
geniş alanda, her yıl yaşadıkları bir
heyecanı yeniden yaşayacak olmanın
coşkusunu duyuyorlar. Önceleri çevrede
birkaç at çarpıyor göze. Kimi alımlı,
soylu bir görüntü içerisinde; ki-misi
sade sakin, sınavlara iyi
hazırlanamamış, bu nedenle sınıfta
kalacağı kesinleşen öğrencilerin
umarsızlığı içerisinde. Bir
bakıyorsunuz, şaha kalkmış bir atı 5-6
kişi dizginlemeye çalışırken, bir
başka atı yürütmek için bile, çaba
sarfetmek gerekiyor.
Yarış
saati yaklaştıkça atların sayısı da
artıyor. Zonguldak'tan, Bursa'dan,
Bolu'dan kamyonların üzerinde atlar
gelmeye başlıyor. Kamyondan inen her
atla birlikte en az 8-10 da insan
iniyor. Atlarının başarısını
görebilmek için 4-5 saat kamyon
üzerinde, rüzgara karşı gözlerini
kırpmadan gelmiş at sahipleri,
çocukları ya da yakın akrabalar
bunlar.
Zaman ilerliyor,
heyecan da giderek doruğa tırmanıyor.
Birazdan kimileri atlarına sarılıp
sevinç gözyaşları dökecek, kimileri de
atlarını terkilerine alıp, fazla
dikkat çekmeden evlerinin yolunu
tutacaklar.
Çerkes Köyü
Uzuntarla
Burası Veliefendi
çayırı değil. Burası Uzuntarla.
İzmit-Adapazarı E-5 karayolu üzerinde
"örnek bir köy." 128 yıllık bir Çerkes
köyü. Hazırlıkları sürdürülen büyük
heyecan da kendi deyimleriyle "Kal-u
Bela'dan beri" yaptıkları "Geleneksel
at yarışları".
128 yıl önce
Çarlık Rusyası'nda giderek soykırıma
dönüşen baskılardan kurtulmak için
canlarını Türkiye'ye atmış insanlar,
bugün ağırlıklı olarak İzmit,
Adapazarı, Düzce yöresinde yaşıyor. Öz
yapılarını olabildiğince koruyup,
Türkiye ile aralarında herhangi bir
sorun olmadan yaşayan bu insanlar,
özellikle büyüklerine gösterdikleri
saygı ile tanınıyorlar.
Köyden
bir yaşlı, "Eskiden babamız kahvenin
önünde otururken, o kahvenin önünden
geçemezdik, saygısızlık sayardık.
Bugün pek o kadar değil ama, yine de
gençlerimiz saygıda kusur etmezler"
diye konuşuyor. Nitekim at yarışlarını
izlemek için hazırlanan platformun
hemen önünde küçük çocuklar (onlar
biraz ayrıcalıklı), onların ardında
köyün yaşlı erkekleri, daha arkada
genç ve orta yaşlı erkekler, en arkada
da genç kız ve kadınlar. Ancak yine
dikkati çeken bir başka özellik,
kadınların ve genç kızların oldukça
modern giyinmeleri ve başlarının açık
olması.
Maksat “nam” olsun
Bugün bir at yetiştirmek
neresinden bakarsanız bakın, büyük
maliyetlere neden oluyor. Acaba bu
yarışlara katılanlar, bu masraflarının
bir kısmını da olsa,
karşılayabiliyorlar mı? Aldığımız
cevap bir hayli ilginç:
"Ne
gezer, bırak yetiştirme masrafını,
bugün Zonguldak'tan, Bursa'dan bir
kamyon 600-700 bin liraya geliyor. At
sahiplerinin yemesi, içmesi, yarışlara
katılma payı derken neredeyse bir
milyon lira masraf ediyorlar. Birinci
gelse adamın alacağı para bir milyon.
Burada maksat para pul değil. Şan,
şöhret. Bir de eşi dostu görmek."
Haydi Yarış Başlıyor
Günlerden beri süren heyecan artık
doruk noktasına gelmiş durumda.
Yarışların başlayacağı pistin
boşaltılması anonsları onlarca kere
tekrar ediliyor. Önce küçük-büyük boy
köylü atları iki ayrı kategoride,
sonra rahvan atlar, ardından Arap ve
en son da İngiliz atları yarışacaklar.
Jokeylerde kılık-kıyafet şartı
aranmadığı gibi yaş sınırı da yok. 8
yaşındaki çocukla, 60 yaşındaki dede,
aynı yarışta yanyana kırbaç
sallıyorlar. Kimisi tam bir jokey
görünümünde, atının üzerinde en
hasından eyer, koşumlar pırıl pırıl,
atın başı rengarenk boncuklarla süslü.
Onun yanıbaşında çıplak at üzerine,
belinden ve bacaklarından sımsıkı
urganlarla bağlı bir başka yarışçı.
İşte ilk koşu başladı bile.
At sahibi jokeyin ardından
bağırıyor, "İnişlerde atın yularını
gevşet, atı kendi haline bırak, yokuş
çıkarken dizginleri sımsıkı kavra,
topuklarını karnına vur, bir yandan da
kırbaçla."
Atların gözleri
çakmak-çakmak. Yarışçıların kalbinde
gelen sesler, atların nal seslerinden
yüksek. Bir tur, iki tur, üçüncü tur
ve ilk yarışın sonu. 15-16 yaşlarında
bir genç, birinci gelen ata sımsıkı
sarılmış, hüngür hüngür ağlıyor,
"Aslanım utandırmadın beni,
utandırmadın!”.
|