Memleketimizde milyonlarca
Kafkasyalının yaşadığı bilinmektedir.
Bunlar arasında kısaca Abaza dediğimiz
Abazhalar da önemli bir yekun tutar.
Bunların anayurdu Kafkas sıra dağları
ile Karadeniz arasında sıkışmış sahil
boyunca dar bir şerit olarak uzanan
küçük bir ülkedir. Abhazlılar
günümüzde haklı olarak varlıklarını
devam ettirmek ve eriyip gitmek veya
asimile olmak istememektedirler.
Gürcistan'ın istikrarsızlığı ve orada
devamlı kan dökülmesi haklı olarak bu
halkı tedirgin etmiştir ve etmektedir.
Halkımızın bir kısmını teşkil eden
Abazhaların endişelerini kamuoyu-muza
duyurmak ve Dışişlerimizin zaten
hassas olduğunu bildiğimiz Kafkas
politikasında bu kardeşlerimize de
dikkat etmesini dilemek bakımından
bugünkü yazımı kaleme alıyorum.
Aşağıdaki bilgiler Abaza
kardeşlerimizden derlenmiştir:
"Abhazya'da halkın bir kısmı Müslüman
bir kısmı da Hıristiyandır. Ülkenin
doğusunda Gürcistan Cumhuriyeti,
batısında eski Çerkesya ülkesinin
sınırları dahilinde kurulmuş olan
Krasnedar Eyaleti (Rus Federasyonu)
yer alır.
Abhazya
Cumhuriyeti'nin nüfusu 580.000
yüzölçümü ise 8700 km2'dir. Önemli
şehirleri, başkent Sohum (120.000),
Gagra, Gudouta, Oçançira, Tukarçal ve
Gal’dır. Cumhuriyetin resmi dili
Abhazca-Gürcüce ve Rusça'dır.
İklimi ılıman ve bol yağışlıdır. Kuzey
rüzgarlarına doğal bir set oluşturan
Kafkas sıra dağları nedeniyle yazlar
sıcak ve kurak, kışlar ılık ve
yağışlıdır. Ekonomisini büyük
çoğunluğunu turunçgillerin oluşturduğu
tarım ürünleri ve turizm ayakta
tutmaktadır. Ayrıca dünyanın en iyi
kalitedeki kömürlerinden birinin
üretildiği Tukarçal kömür havzasına ve
değerli mermer yataklarına sahiptir.
En eski ipek yolla-rından biri de
Kuzey Kafkasya üzerinden gelip
Abhazya'da denize ulaşmaktadır.
Ormanlarının çeşitliliği bu ülkede
ağaç sanayiini de geliştirmiş ancak
son yıllarda doğal dengenin
korunabilmesi için ormanlar koruma
altına alınmıştır.
Abhazlar
antik çağlardan beri sözünü ettiğimiz
bu küçük ülkede yaşamaktadırlar.
Onların bu ülkeye, bir başka yerden
geldiklerini gösteren en küçük bir
kaynak mevcut değildir. Abhazya hem
olağanüstü güzelliği hem de yukarıda
sözünü ettiğimiz ipek yolunun ağzında
bulunması nedeniyle binlerce yıldır
sayısız defalar istila edilmiş ancak
hiç bir istilacı güç bu ülkenin uzun
süreli sahibi olamamıştır.
Yunanlıların meşhur 'Altın Post'
efsanesinde sözü geçen Kolhide ül-kesi
de burasıdır. MS. sekizinci yüzyılda
bölgesinde güçlü bir devlet de kuran
Abhazlar Celalettin Harzemşah'ın
onüçüncü yüzyılda Güney Kafkasya'yı
istila etmesinden ve peşinden gelen
Moğol istilasından sonra küçük
ülkelerine çekilerek varlıklarını
sürdürmüşlerdir. 1455 yılında Fatih'in
Sohum'u işgal etmesiyle Osmanlılarla
ilişkiye giren Abhazlar ondokuzuncu
asra kadar bu imparatorluğun So-hum
sancağı olarak hayatlarını
sürdürmüşler, Osmanlı tarihine birçok
vezir, paşa hatta sadrazam
kazandırmışlardır.
Bunlardan en
meşhuru 1634'de ölen Abaza Mehmet
Paşadır. Yeniçeri Ocağı çığırından
çıktığı zamanki 2. Osmanlı Hotin
savaşına giden Mehmet Paşa bunu bizzat
görmüştü. Ocağın ortadan kaldırılması
için ilk defa uğraşan ve bu yüzden
devlete karşı ayaklanan bir Osmanlı
veziridir. 4. Murat, Mehmet Paşanın
açıklama ve cevaplarından ve hususiyle
mert tavırlarından hoşlanarak suçunu
bağışlamış ve kendisini Bosna
valiliğine göndermiştir. Abaza Paşa
Bosna sonra Belgrad daha sonra Vidin
valiliklerinde iken savaşlarda
yararlık göstermiş ve iyi bir asker
olduğu hakkındaki ününü
genişletmiştir. Abaza Mehmet Paşa
çağının erkek giyimine yeni biçim
getirmiştir. Kaftan, cepken, kavuk ve
sarıklarında yaptığı değişiklikler
başta 5.Murat tarafından tutuldu ve
moda oldu. Bu ‘Abaza kesimi' diye hala
anılır.
Ayrıca 1771'de ölen
ikinci bir Abaza Mehmet Paşa, 1684'te
ölen Hüseyin Paşa, İpşir Paşa, Tunuslu
Hayrettin Paşa (Kafkasya 1821 -
İstanbul 1890) küçük yaşta
Kafkasya'dan İstanbul'a getirildi ve
köle olarak önce Nakibüleşraf Kıbrıslı
Tahsin beye satıldı sonra Tunus valisi
Ahmet Paşa tarafından satın alındı.
Tunus'ta fıkıh, Fransızca; Fransa'da
hukuk, tarih ve matematik okudu.
Bunlar ilk akla gelen Abhaz kökenli
Os-manlı ileri gelenleridir.
Türkiye'nin ilk başbakanı Hüseyin Rauf
Orbay (Hamidiye kahramanı) da Abhaz
kökenlidir.
Ondokuzuncu asra
ülkelerinin tek ve gerçek sahipleri
olarak ulaşan Abhazlar, bu asırda
iyice güçlenen emperyalist Çarlık
Rusyası'nın sıcak denizlere inme
hevesi yüzünden soydaşları Çerkezlerle
birlikte zor günler yaşamaya
başladılar. Abhazya ve Çerkesya Ruslar
için mutlaka ele geçirilmesi gereken
topraklardı. Daha ondokuzuncu asrın
başlarında Sohum Ruslar tarafından
işgal edildi ve buraya bir Rus
garnizonu kuruldu. Ancak Sohum'un
işgali Abhaz direni-şinin bittiğini
değil aksine yeni başladığını
gösteriyordu. Bu arada Kuzey Kafkasya
yoğun Rus saldırılarına maruz kalmaya
başladı. Ancak, Çeçenistan ve
Dağıstan'da Ruslar ağır kayıplara
uğratıldılar. Direniş sonraki yıllarda
Kafkasya'nın batısına Çerkesya'ya
kaydı. Canla başla belki de dünya
tarihinin en büyük gerilla savaşını
veren Çerkezler tüm çabalarına rağmen
sel gibi akan Rus birlikleri
karşısında savaşı kaybettiler. 1864
yılının ortalarında Kuzey-Batı
Kafkasya Ruslar tarafından tamamen
işgal edildi ve halkı Osmanlı
topraklarına sürüldü. Bu sürgünden
Abhazya da nasibini aldı. Batı Abhazya
halkının tamamı Anadolu topraklarına
göçtü. İki yıl sonra Abhazya'nın
dağlık bölgeleri de göç kervanına
katıldı.
Nüfusunun yarısından
fazlasını kaybeden Abhazya'nın
bağımsızlık isteği yine de dinmemişti.
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı esnasında
daha önceden Anadolu'ya göçürülmüş
olan Abhazlardan oluşan 1200 kişilik
bir gönüllü birlik Abhazya'yı
kurtarmak üzere Sohum'a çıktı. Ancak
Osmanlılar, kısa bir sürede Sohum'u ve
Abhazya'nın önemli bir bölümünü ele
geçiren bu gönüllülere gereken yardımı
yapamadılar ve dört ay süren bir
direnişten sonra Abhazya tekrar
Rusların eline geçti. Bu defa da
gönüllü birlikle birlikte birçok Abhaz
ailesi Anadolu'ya göçtü.
Bu
olaydan sonra önce Ruslar, sonra da
Kafkasya savaşlarında Ruslarla birlik
olan Gürcüler Abazalardan boşalan
topraklara gelip yerleşmeye
başladılar. Anavatanında kalabilen bir
avuç Abhaz yine de kendilerine daha
yakın buldukları Gürcüleri Ruslara
tercih eder bir tutum içine girdiler.
Özellikle de Migrel halkına daha sıcak
davrandılar. Çünkü Migreller onların
binlerce yıllık komşusu, kader
ortağıydı.
1917 yılında
Abhazlar (Türkçemizde Abaza dediğimiz
vatandaşlar) ülkelerinde nüfus
çoğunluğuna sahiptiler. Abhaz halkı
ihtilal zamanında oluşan boşluktan
yararlanarak Kuzey Kafkasya'da yaşayan
dağlı soydaşları ile birlikte 1918'de
Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti'ni kurdu.
Fakat bu devlet beyaz ve
kızılorduların saldırıları sonucu uzun
ömürlü olmayınca bu defa 1921'de
Abhazya Sovyet Cumhuriyeti'ni
oluşturdu. Bu sayede ülkenin
demografik yapısını da
koruyabileceklerini düşünüyorlardı.
Belki de topraklarına sel gibi akan
Gürcü, Rus, Ermeni vs. kolonyalistleri
durdurabilirlerdi.
Kısa bir
süre sonra yanıldıklarını anladılar.
Çünkü devrede Stalin ve onun sadık
adamı Beria vardı. Abhaz ülkesinin
küçüklüğü ve nüfusunun azlığı bahane
edilerek 1936 Sovyet anayasasında
Lathali düşürülüp bir özerk cumhuriyet
olarak Gürcistan'a bağlandı. Bu
olaydan yüz bulan Gürcü resmi
ideolojisi kolonyalizasyon ve
asimilasyon çalışmalarını arttırarak
sürdürdü. Bu arada Gürcistan'ın
Karadeniz kıyılarında tarihi
Migrelistan topraklarında yaşayan
Migrel halkı da Gürcülerle aynı
kökenden geldikleri, dolayısıyla da
Gürcü sayılabilecekleri düşüncesiyle
kayıtlara Gürcü olarak geçirilmeye
başlanınca otomatik olarak Abhazya'da
yaşayan Migrel-Laz halkı da Gürcü
oluverdi ve Abhazya'da yaşayan Gürcü
nüfus oranı üç kat arttı. Gürcistan
Sosyalist Cumhuriyeti'nin Abhazya'da
uyguladığı sistemli kolonyalizasyon ve
asimilasyon çalışmalarını çok çarpıcı
bir örnekle göstermek istiyorum.
Abhazların büyük trajedisi olan büyük
Rus sürgününden sonra Abhazya'da
kalabilen Abhaz sayısı yalnızca 58.960
kişi idi. (1886 sayımı) Bu nüfusun
yüzde 85.74 müteşekkil ediyordu. Bu
tarihte Abhazya'da yaşayan Gürcü
sayısı 3.989'du. Tam elli üç yıl sonra
1939 yılındaki nüfus sayımında ise
Abhazların nüfusu artacağı yerde
eksilmiş 56.197'ye düşmüştü. Oysa ki,
Gürcü nüfusun 88.000 kişi artarak (tam
30 kat) 91.967'ye çıktığını görüyoruz.
Aradan yirmi yıl geçtikten sonra bile
(1959) Abhaz nüfusunda yok sayılacak
kadar bir artış olmasına karşılık
(1959 sayımına göre Abhazlar 61.193
kişi) Gürcü nüfusunun 158.221'a
ulaştığını görüyoruz. İşte bu
tarihlerden sonra Stalin döneminin
baskıları biraz gevşeyince, Abhaz
halkı, kabuğunu kırmış, Gürcü
asimilasyon politikalarına "hayır"
demeğe başlamıştır. Tabi bu arada
asimilasyon politikalarına bağlı
olarak yirmi küsur yılda Abhaz
alfabesinin dört kez değiştirildiğini
ve dolayısıyla da halkın dört kez
sıfırdan başlamak zorunda
bırakıldığını belirtmek isterim.
Stalin döneminin baskıları
kalkınca Abhazlar bir soluk almışlar
ve yaklaşık bir asırdır özlemini
çektikleri tabii gelişimlerini kısmen
de olsa yakalamışlardır. Bir örnek
verirsek: yetmiş küsur yılda yalnızca
ikibin ikiyüz otuzüç kişi artabilen bu
küçük halk onbir yılda 16.000 kişi
artmış ve 77.000 kişiye ulaşmışlardır
(1971 nüfus sayımı). Bu arada Gürcü
kolonyalizasyonu da durmamış aynı süre
içinde Gürcü nüfusu da 200.000 (iki
yüzbin)'e çıkmıştır.
Bugün
Abhazya'da beş etnik grup birbirine
yakın nüfus oranları ile yaşamaktadır.
Hiçbir halkın salt çoğunluğu yoktur.
Bu halkların arasında yüzde 41
civarında bir nüfus oranıyla Gürcüler
ön sıradadır. Ancak Gürcü halkı tüm
Gürcistan'da olduğu gibi Gürcüler ve
kayıtlara Gürcü olarak geçirilen
Gürcülere yakın Migrel (Laz), Svan,
Acara vb. hakların birlikte
oluşturduğu bir mozaiktir. Mesela,
Abhazya'da yaşayan ve kayıtlara Gürcü
olarak geçen halkın % 80'i Laz
(Migrel)'dir. Bu da genel nüfusun %
25'i demektir. İkinci sırada tüm
asimi-lasyon çalışmalarına rağmen % 18
nüfus oranı ile Abhazlar gelir, Ruslar
% 15 ile üçüncü, Ermeniler % 13 ile
dördüncü Rumlar ise % 10 ile beşinci
sıradadır.
Bu halklar (Gürcüler
dışında) büyük bir uyum içinde
hayatlarını sürdürmektedir. Gürcüler
de aslında huzur istemekte fakat
Tiflis'in ırkçı kışkırtmaları
karşısında sağlıklı politika-lar
üretememektedirler. Bugün Abhazya'da
demokratik seçimlerle başa getirilmiş
bir iktidar ve parlamento vardır.
Ancak Tiflis'in direktifleri ile
parlamentoya devam etmeyen Gürcü
milletvekilleri ve parlamento kararı
ile görevden alınmış eski iç işleri
bakanının, Abhazya'nın resmi ordusuna
alternatif olarak oluşturmaya
çalıştığı milis ordusu bu küçük
cumhuriyette gerginliğin tırmanmasına
neden olmuştur. Bu yetmiyormuş gibi
Güney Osetya'yı kan gölüne çeviren
Gürcistan ordusu Abhazya sınırına
gelmiş ve en küçük bir fırsatta
Abhazya üzerine gitmek ve Abhaz
halkını kırmak hesapları içine
girmiştir.
Sonuç olarak:
İnsanoğlunun tabiatında
bulunan kişisel hırsların milli seviye
kazandığı oluşumlar toplam hayatının
en tehlikeli dönemleridir. Böyle
dönemlerde toplumsal sağduyu yerini
kör şovenizme bırakır.
Yaşadığımız bu hassas dönemde,
binlerce yıldır Gürcü ve Abhaz
halklarının her zamankinden fazla
mantığa ve sağduyuya ihtiyaçları
vardır. Çünkü her iki ülke de içinde
bu-lundukları problemleri çözmenin
yanında çağı yakalamak zorundadırlar.
Bu ve buna benzer sayısız nedenlerle
aralarındaki kördöğüşünü bir kenara
bırakıp yüz yıl kadar önce rafa
kal-dırdıkları, kökü binlerce yıl
öncesine dayanan dostluk ve
kardeşliklerine sarılmalıdırlar.
Sanırım bu, hem onlar için, hem de
onları kaygı ve üzüntü ile izleyen
bölge halkları için en iyi çözüm
olacaktır.
İnsan sevgisinin ve
sağduyunun galip gelmesi dilek ve
temennisiyle.
|