Konu hakkında yazan katılımcılarımız: (Alfabetik sıra ile)
Abregeyapşaşe, Abrek-2, a-e, Al-Toy, A-Ta, Azmi Berberoğlu, Batıray Özbek, Beyaz Atlar [Abhaz], Baykaldı A, Baykaldı H., Bülent Atçı, Burcu Erdoğan,  Cemal Atik, Daur Soner, Demircan Muharrem, Dzibe Osman, Ediz Hun, Elif, Esra Demiröz, Guğoj Sami, Harun Hajukua,  Hatice Ünal, Hudij, Hukla, Kaya Şenvar, Kopsirgen Orhan, Kuban Seauhmann,  Lheperuj, M. Özkan, Madine Tsey, Metin Çelik,  Mezağo Esen, Musost, Necdet Hatam, Psıne (Ergun Yıldız), Semra Ademey, Sigusipse,  Şebatnik, Ömer Meryemko, Özlem Özdemir, Pşıçe, Qaberdey, Ramos, Şebatnik, Şhalaxhue, Şıblekho,  Talebe, Tıghujjqo,  Tsey Volkan, Tuncay, Uzunyaylalı Gubse, Y. Kurt, Yegerey

 

Yılmaz Berberoğlu

Sürekli gündemde olan konularımızın başta gelenlerinden biri, "Geri Dönüş" konusudur. Nedense bazı kardeşlerimiz Çerkeslerin ve Çerkesliğin kurtuluşunu geri dönüşte aramakta ve bunu gerekçelendirirken "Anavatanda yaşamanın, Çerkesleri asimilasyondan korumanın en etkin yolu" olacağını vurgulamaktalar.

Herkesin kendi görüşü olacaktır. Doğaldır. Saygı duyuyorum. Ancak katılmıyorum.

Önce burada asimilasyon üzerinde durmak istiyorum. Almanya'da, öğrencilik yıllarımda çokça tartıştığımız konulardan biriydi: "Asimilasyon mu Entegrasyon mu?"

Sanırım bazılarımızın da karıştırdığı kavramlar bunlar. İçinde yaşadığı topluma uyum sağlamakla o toplum içinde erimek-kimliğini kaybetmek aynı şeyler midir? Çerkeslerin Türkiye Cumhuriyeti ile ne zaman sorunları olmuştur? Çerkesler Türkiye Cumhuriyeti için ne zaman sorun olmuştur?

Yorum sizlerin.

Öte yandan; atalarımız bu ülkeye turistik gezi yapmaya gelmediler. Biz yenilmiş ancak teslim olmamış bir avuç insanların torunlarıyız. Teslim olmamış bile olsak kafamızı kuma gömmenin bize bir faydası yoktur. Kafkaslarda şu an "tarihi bir şans eseri" özgürlükler vardır. İnsanların ölmeleri herhalde hoş karşılanamaz ama "Bedelsiz Kazanılan Değerlerin Değeri Olamaz!"

Bir Azeri devlet adamının şu sözlerine bakar mısınız: "Bizi özgür bıraktılar." Dağlık Karabağ Azeri aczinin bir göstergesi değil mi?

Bir de Çeçenistan' a bakın...

Bir, Saddam zulmünden kaçıp Türk sınırına yığılan Kürtlere, bir de "Rus askerlerine sarılıp kendini uçurumdan atan" Çerkes kadın ve çocuklarına bakın. (Son ifade bir İngiliz büyükelçisinin kitabında mevcuttur, yani yazar ne Türk ne de Çerkes'tir.)

Ne denli anlamlı değil mi? Bir de yaşadığımız ülkeye bakın. Türkiye'nin özgürlüğünün çok acı bir bedeli vardı. Kanlı, gözyaşlı, acılarla dolu.

Unutmayalım, Ruslar düzenli Çerkes ordularını yenmediler. Organize olmamış doğru dürüst devlet kültürü olmayan, ancak gerilla savaşı verebilen bir avuç insanı yendiler. Acı da olsa gerçek bu.

Amacım kendi değerlerimi küçümsemek değil, yanlış anlaşılmasın ama
olmayan şeylerle avunmayı da anlamlı bulmuyorum.

Sonra; yenilmiş, yurtlarından olmuş Çerkesleri Türkiye Kurtuluş Savaşı'nda cepheye çeken neden neydi? "Bir yurdu kaybettik, bu yurdu bari kaybetmeyelim" duygusu değilse neydi? Kuruluş ve varoluş kavgasında kanımızı birlikte akıttığımız bu topraklar artık anavatanımız değil midir? Atalarımızın sürüldükleri topraklar bir çok insanımız için "çok uzak bir anı" olmaktan öteye gidiyor mu ?

ABD de Ermeni ve Yahudi lobilerinin varlığını bilmeyenimiz var mı?
Biz neden aynı mantığı uygulamayalım? Önemli olan bulunulan yerlerde
değerli insanlar yetiştirmek, söz sahibi olmaktır. Bilgi insanoğlunun
en büyük silahıdır. Biz bilgili insanlar oldukça hiç bir şey bizi yok
edemez, müsterih olalım. Öte yandan, 70 Milyon'luk, ayrıca tarihten gelen kökleriyle de bir dünya devletinin vatandaşı olmak kime ne kaybettirir?
(Avrupa'da yaşayanlar Türk kavramı karşısında Avrupa insanının nasıl
kompleksli olduğunu bileceklerdir.)

Ben kendimi kültürel olarak "Çerkes" etnik olarak "Türk" hissediyorum.
1864 bana ne denli hüzün veriyorsa, Çanakkale ya da 26 Ağustos da o denli gururlandırıyor...

Ve kimse kızmasın ama ay-yıldızlı bayrak bana yerküre üzerindeki her
şeyden daha değerli geliyor.

Bu arada, geçenlerde bir yazı okumuştum, kardeşimizin biri Çerkes kökenli olduğunu bir ay önce öğrenmiş. Bu insanı hangi anavatana
götüreceksiniz, geç de olsa kültürel olarak farklı kimliğini öğrenmiş bu insanın bulunduğu toplumdan başka yerde rahat edebileceğini düşünebiliyor musunuz ?

Son olarak; kültürel değerlerimizi yitirmemek elbette görevimiz olmalıdır.
Ancak yaşadığımız ülkeye sahip çıkmalı, onun gücünün bizim gücümüz
olduğunu da unutmamalıyız. Biz burada ne denli güçlü ve etkili olursak, Kafkaslar da yaşayan insanlarımıza o denli yararımız olacaktır.

Hepinize saygılar...

 

 

Kuban Seauhmann
20.06.2004

Sayın Berberoğlu,

Yazdıklarınızın ışığında, bazı yanlışlarınızı düzeltmek gereksinimi duyuyorum.

"Eğer Almanya’da yaşadıysanız, size yazacaklarımı daha iyi anlayacaksınız. Sanırım bazılarımızın da karıştırdığı kavramlar bunlar. İçinde yaşadığı topluma uyum sağlamakla o toplum içinde erimek-kimliğini kaybetmek aynı şeyler midir? Çerkeslerin Türkiye Cumhuriyeti ile ne zaman sorunları olmuştur? Çerkesler Türkiye Cumhuriyeti için ne zaman sorun olmuştur ?" Yorum sizlerin diye yazmışsınız. Şimdi oturup bir düşünün; bir toplum ki, 15-25 yaş grubunun yüzde 99’u dilini bilmiyor. Aynı şekilde bir toplum düşünün ki, 8-60 yaş grubunun yüzde 90’ı xabzeyi bilmiyor. Belki bilmiyorsunuzdur, ben size söyleyeyim. Bir Kuzey Kafkas dili dünya üzerinden silindi (Wubıhça). Daha ne kadar erimemizi kimliğimizi kaybetmemizi istiyorsunuz? Dua edin Kuzey Kafkasya’da hala Çerkesler yaşıyor. Yoksa 20-30 yıl sonra Adigece, Abhazca ve diğer Kuzey Kafkas dilleri de toprağa gömülecektir. Bundan daha büyük erime, kimliğini kaybetme olur mu? Gelelim Türkiye Cumhuriyeti ile Çerkeslerin ilişkisine. Almanya’da yaşamış birisi olarak sizi bunu söylemenizi hayretle karşılıyorum. Elbette Çerkeslerin Türkiye Cumhuriyeti ile sorunu olmaz. Hiçbir ülkeyle sorunu olmaz. Ne Ürdün’le, ne Suriye’yle, ne İsrail’le, ne Amerika ile… Biz bu ülkelerin vatandaşları olarak yaşamlarımızı sürdürüyoruz. Böyle bize tanınmış bir hakkı süistimal etmek başka, eriyip yok olma tehlikesi başka. Elmalar armutlar örneğini başka bir forumda siz dile getirmiştiniz. Aynı şeyi sizde yapmayınız.

"Bedelsiz Kazanılan Değerlerin Değeri Olamaz!" Bu cümlenizden xabzeye ne kadar uzak olduğunuz ortaya çıkıyor. Lütfen xabzeyi araştırın. Bu sitede onlarca yazı var.

"Bir, Saddam zulmünden kaçıp Türk sınırına yığılan kürtlere, bir de "Rus askerlerine sarılıp kendini uçurumdan atan" Çerkes kadın ve çocuklarına bakın. (Son ifade bir İngiliz büyükelçisinin kitabında mevcuttur, yani yazar ne Türk ne de Çerkes'tir.)" Kitaptan alıntı yaptığınıza göre aynı düşünceyi paylaşıyorsunuz. Ancak atladığınız bir ayrıntı var. Saddam’dan kaçan Kürtler Türk sınırına yığıldı derken, farkına varmadan Çerkeslerinde sürgünde Türk kıyılarına yığıldığını unutuyorsunuz. Örnek verdiğiniz uçurumdan kendini atan Çerkes kadın ve çocukların torunları şu anda Kuzey Kafkasya’da yaşıyor. Türkiye’de değil.

“ABD de Ermeni ve Yahudi lobilerinin varlığını bilmeyenimiz var mı? Biz neden aynı mantığı uygulamayalım? Önemli olan bulunulan yerlerde değerli insanlar yetiştirmek, söz sahibi olmaktır. Bilgi insanoğlunun en büyük silahıdır. Biz bilgili insanlar oldukça hiç bir şey bizi yok edemez, müsterih olalım.” Lobiler konusunda da inanılmaz yanılgı içindesiniz. Türkiye'de böyle bir lobi hareketi başlatmanız sizi ciddi biçimde sıkıntıya sokar. Bir anda kendinizi bölücübaşı konumunda bulursunuz. Onun için bu konuyu hiç açmayın bile.

“Öte yandan, 70 Milyon'luk, ayrıca tarihten gelen kökleriyle de bir dünya devletinin vatandaşı olmak kime ne kaybettirir?
(Avrupa'da yaşayanlar Türk kavramı karşısında Avrupa insanının nasıl kompleksli olduğunu bileceklerdir.)” Avrupa’da yaşamış biri olarak bunu söylemeniz de garip. Bende yıllarca Avrupa’da bulundum. Onların Türklere karşı kompleksi yok. Aksine uyum sağlamaları için camisinden okuluna kadar her şeyi önlerine seriyorlar. Daha da basit örneği, Türklere kompleks duyan insanların birlik olduğu bir yapıya; Türkiye girmek için neden bu kadar çaba gösteriyor. Sizin mantığınızdan baktığınızda, Avrupalıların Türkleri şimdiye kadar çoktan birliğe almış ve baş köşeye oturtmuş olmaları gerekiyordu.

Avrupa’daki Türkler konusu, başlı başına bir konu. Avrupa’da yaşayan herkes kimin ne olduğunu biliyor.

”Ben kendimi kültürel olarak "Çerkes" etnik olarak "Türk" hissediyorum.” Peki Almanya’da okurken de Alman mı hissediyordunuz kendinizi?

”Ve kimse kızmasın ama, ay-yıldızlı bayrak bana yerküre üzerindeki her şeyden daha değerli geliyor.” Bunda kızacak ne var? Sizin tercihiniz bu yöndeyse, herkes saygı duyar ve kenara çekilir. İsrail vatandaşı Çerkes hemşehriniz de “İsrail bayrağı bana yerküre üzerindeki her şeyden daha değerli geliyor.” derse siz de kızmayın.

”Bu arada, geçenlerde bir yazı okumuştum, kardeşimizin biri Çerkes kökenli olduğunu bir ay önce öğrenmiş. Bu insanı hangi anavatana götüreceksiniz, geç de olsa kültürel olarak farklı kimliğini öğrenmiş bu insanın bulunduğu toplumdan başka yerde rahat edebileceğini düşünebiliyor musunuz?” Yine elma ile armutları toplamışsınız. Anavatana dönüş, bir düşüncedir ve insanların kendi iradesine bırakılmış bir olaydır. Yani kimseyi zorla Kuzey Kafkasya’ya götüren yok.

Son olarak: Çerkesler Kafkasya’dan iki gücün işbirliği ile sürgün edildi. Rus Çarlığı ve Osmanlı İmparatorluğu. Bütün değerlendirmeleri bu zemin üzerinde yaparsanız. Daha sağlıklı sonuca ulaşırsınız.

 

 

Yılmaz Berberoğlu
20.06.2004

Sevgili Kardeşim; Kuban Seauhmann

Yanlışlarımı düzeltmek inceliğini gösterdiğiniz için öncelikle teşekkür
ederim.

Şimdi...

Siz çocuklarınıza xabzeyi öğretirken bir engelle mi karşılaştınız ve eğer dediğiniz gibi 15-25 yaş grubunda 99 % xabze bilmiyorsa bunun
sorumlusu kimdir? T.C. ne Söverek günah mı savacağız ? Ayrıca eğer xabzeyi bilmeyen 8-60 yaş grubu insanımızın oranı % 90'lara
ulaşmışsa suçlu kim? Bana Wubıh lehçesini anlatmayın, ben Almanya'dayken son Wubıh konuşanı ne gariptir T.C. topraklarında yaşamaktaydı...

Ben asla kimliğimizi yitirmek yanlısı değilim, sadece vatanseverlik ve
hainlik arasında kıldan ince bir köprü olduğunu işaret etmeye çalıştım.

"Bedelsiz Kazanılan Değerlerin Değeri Olamaz!!" Bu cümlenizden xabzeye ne kadar uzak olduğunuz ortaya çıkıyor. Lütfen xabzeyi araştırın. Bu sitede onlarca yazı var.

Xabze konusunda benim yazımdan seçtiğiniz cümle çok talihsiz.
Zira buradan xabzenin makyavellist olduğu gibi bir anlam çıkarıyorum.
Oysa Çerkesler, biz Çerkesler amaç uğrunda her yol mubah anlayışına katılmayız. "bedelsiz kazanılan değerlerin değeri olamaz!!" cümlesinde sizi rahatsız eden şey nedir?

Atalarımızın yenilgisi mi?

Yoksa torunlarının pasifliği mi?

Yoksa Kafkaslarda halklarımıza verilen "bedelsiz özgürlük mü"?

Niye yazılanların tamamını okumuyorsunuz ya da belli bir kısmını alıyorsunuz? Yoksa biz de mi şer'i anlayışa uyarak "hedefe götüren her yol mubahtır" demeliyiz?

Lütfen yanıtlayınız.

"Bir, Saddam zulmünden kaçıp Türk sınırına yığılan Kürtlere, bir de "Rus askerlerine sarılıp kendini uçurumdan atan" Çerkes kadın ve çocuklarına bakın... (Son ifade bir İngiliz büyükelçinin kitabında mevcuttur, yani yazar ne Türk ne de Çerkestir...)" Kitaptan alıntı yaptığınıza göre aynı düşünceyi paylaşıyorsunuz. Ancak atladığınız bir ayrıntı var. Saddam'dan kaçan Kürtler Türk sınırına yığıldı derken, farkına varmadan Çerkeslerin de
sürgünde Türk kıyılarına yığıldığını unutuyorsunuz. Örnek verdiğiniz uçurumdan kendini atan Çerkes kadın ve çocukların torunları şu anda Kuzey Kafkasya'da yaşıyor. Türkiye'de değil.

1 - Hal böyleyse ne siz ne de ben o insanların torunları değiliz demektir.
Yani sizin ve benim dedelerimiz birlikte kaçtılar!
2 - Aslında benim kastım özgürlük yada ölüm arasındaki sınıra işaret
etmekti ama siz gene de eleştirmiş olmak için eleştirmiş olun.


“ABD de Ermeni ve Yahudi lobilerinin varlığını bilmeyenimiz var mı? Biz neden aynı mantığı uygulamayalım? Önemli olan bulunulan yerlerde değerli insanlar yetiştirmek, söz sahibi olmaktır. Bilgi insanoğlunun en büyük silahıdır. Biz bilgili insanlar oldukça hiç bir şey bizi yok edemez, müsterih olalım.” Lobiler konusunda da inanılmaz yanılgı içindesiniz. Türkiye'de böyle bir lobi hareketi başlatmanız sizi ciddi biçimde sıkıntıya sokar. Bir anda kendinizi bölücübaşı konumunda bulursunuz. Onun için bu konuyu hiç açmayın bile.

İstanbul Boğazı'nı yüzerek geçebilir misiniz?

Yapmadığınız bir şey hakkında fikir yürütmek bilimsel değildir. O nedenle, haklısınız BIRAKALIM...

“Öte yandan, 70 milyonluk, ayrıca tarihten gelen kökleriyle de bir dünya devletinin vatandaşı olmak kime ne kaybettirir? (Avrupa'da yaşayanlar Türk kavramı karşısında Avrupa insanının nasıl kompleksli olduğunu bileceklerdir.)” Avrupa’da yaşamış biri olarak bunu söylemeniz de garip. Bende yıllarca Avrupa’da bulundum. Onların Türklere karşı kompleksi yok. Aksine uyum sağlamaları için camisinden okuluna kadar her şeyi önlerine seriyorlar. Daha da basit örneği, Türklere kompleks duyan insanların birlik olduğu bir yapıya; Türkiye girmek için neden bu kadar çaba gösteriyor. Sizin mantığınızdan baktığınızda, Avrupalıların Türkleri şimdiye kadar çoktan birliğe almış ve baş köşeye oturtmuş olmaları gerekiyordu.

Bu konuda da size katılamıyorum, yer işgal etmemek adına kısa kesmek zorundayım. Ayrıca benim kastım cami ya da AB değil. Eğer arzu ederseniz yeni bir başlık altında bu konuyu tartışabiliriz.

Avrupa'daki Türkler konusu, başlı başına bir konu. Avrupa'da yaşayan herkes kimin ne olduğunu biliyor.

"Ben kendimi kültürel olarak "Çerkes" etnik olarak "Türk" hissediyorum." Peki Almanya'da okurken de Alman mı hissediyordunuz kendinizi?

Hayır Almanya'da iken de kendimi Çerkes kökenli bir Türk hissediyordum.

"Ve kimse kızmasın ama, Ay-Yıldızlı bayrak bana yerküre üzerindeki her şeyden daha değerli geliyor." Bunda kızacak ne var? Sizin tercihiniz bu yöndeyse, herkes saygı duyar ve kenara çekilir. İsrail vatandaşı Çerkes hemşehriniz de "İsrail bayrağı bana yerküre üzerindeki her şeyden daha değerli geliyor." derse siz de kızmayın.

Niye kızayım?

"Bu arada, geçenlerde bir yazı okumuştum, kardeşimizin biri Çerkes kökenli olduğunu bir ay önce öğrenmiş. Bu insanı hangi Anavatana götüreceksiniz, geç te olsa kültürel olarak farklı kimliğini öğrenmiş bu insanın bulunduğu toplumdan başka yerde rahat edebileceğini düşünebiliyor musunuz?" Yine elma ile armutları toplamışsınız. Anavatana dönüş, bir düşüncedir ve insanların kendi iradesine bırakılmış bir olaydır. Yani kimseyi zorla Kuzey Kafkasya'ya götüren yok.

Son olarak: Çerkesler Kafkasya'dan iki gücün işbirliği ile sürgün edildi. Rus Çarlığı ve Osmanlı İmparatorluğu. Bütün değerlendirmeleri bu zemin üzerinde yaparsanız. Daha sağlıklı sonuca ulaşırsınız.

Tartışmamızın daha sağduyulu devamını diliyorum.

Esen kalın.

Saygılarımla.

 

 

Kuban Seauhmann
20.06.2004

Sayın Berberoğlu,

Xabze bir yaşam biçimidir. Dolayısıyla kitaplardan bakarak xabzeyi yaşayamazsınız. Yani xabze öğretilmez. Çocuğunuzu önünüze alıp, “bak evladım xabze budur, böyle davran” demezsiniz. Siz yaşarsınız, çocuğunuz sizin yaşam biçiminizi görür ve o da yaşar. Kendi vatanında yaşayamayan her Çerkes ister istemez xabzeyi yaşayamıyor. Buna ciddi engeller var. İlle de engeli polisiye olarak düşünmeyin. Bir aileyi ya da toplumu asilime etmenin yolu nedir? Onları parçalara bölüp diğer toplumun içine serpiştirmektir. Bu sosyolojik olarak böyle. Yani siz evinizde istediğiniz kadar xabzeyi yaşayın. Çocuğunuz eğer dışarıda başka kültürlerin etkisi altındaysa asimile olacaktır.

Türkiye’ye sövmek lafı biraz ağır. Kimsenin Türkiye’ye ya da yaşadığımız diğer ülkelere sövdüğü yok. Lütfen kelimelerinizi titizlikle kullanınız. Burada sözü edilen, Türkiye’nin, Çerkesleri (ki, hiçbir zaman ayrılıkçı olmamış bir toplumuz) dünya üzerinde en hızlı asimile eden ülke olduğu gerçeğidir. Arzu ederseniz karşılaştırma yapınız. Ürdün'ü araştırınız, Suriye’yi araştırınız, İsrail’i araştırınız. Kendi dillerinde eğitim veren okulları var. Oradaki Çerkesler ayağa kalkıp isyan mı çıkardılar? Türkiye, neden bunu yapmıyor? Türkiye’deki Çerkesler dağa çıkıp toprak mı istediler? Tek istekleri Çerkesliklerini yaşamak. Bunun Türkiye Cumhuriyeti’ne zararı ne?

Son Wubıhça konuşanın Türkiye’de yaşamış olması garip değil. Yukarıdaki yazımın son paragrafını önemseyin. Osmanlı ile Çarlık işbirliği yaptı ve Tevfik Esenç bu işbirliği sonucunda Türkiye’deydi. Eğer Osmanlı Çerkesleri Türkiye’ye değil de (O dönemde) Sırbistan’a yerleştirseydi ve Çerkeslerde orda kalmış olsaydı, “Son Wubıhça konuşan Sırbistan’daydı ne garip” mi diyeceksiniz.

Hainlik gibi göreceli kavramları bu denli sık kullanmanızı doğru bulmuyorum.

Benim sizin yazdıklarınızdan bir rahatsızlığım yok. Atalarımızın yenilgisi ya da torunlarının pasifliği de çocukça yaklaşımlardır. Dünya üzerinde her ulus yenilgi tatmıştır. Sizin mantığınızdan baktığınızda Türkiye’nin sınırları tüm Avrupa, Asya’nın büyük bölümü, Kuzey Afrika vb. yerler neden şu anda Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde değil?

Yazılarınızın tamamını okuyorum ve yanıt vermem gereken yerlere yanıtlarımı veriyorum.

”Hedefe götüren her yol müh ahtır” ilkel bir anlayıştır.

Sayın Berberoğlu; bayrak, vatan, şehitlik, şanlı atalarımız gibi kavramlar üst yapı kurumlarıdır. Hiç de önemi yoktur. İlkel ve gelişmemiş toplumların insanları yönetebilmek için kullandıkları hamasi değerlerdir. Bizim kültürümüzde hamasete yer yok.

Lobi konusunun bilimsellikle ilgisi yoktur. Siyasal bir konudur. Eğer böyle bir çaba içine girerseniz, Türkiye gibi bir ülkede hedef olursunuz. Benim söylediğim bu.

 

 

Yılmaz Berberoğlu
21.06.2004 

Sevgili Kardeşim;

Lütfen demagoji yapmayınız, ayrıca bilmediğiniz konulara da lütfen
girmeyiniz.

Hem Türkiye için ileri geri laf edip sonra da "kimsenin Türkiye için ileri
geri laf ettiği yok" demek bence korkaklıktır.

Sizinle çelişki yaşamak istemiyorum. İstiyorsanız (göç anlamında)
istediğiniz yere gidin ama bunu yaparken yaşadığınız ülkeye saygılı olun.

Bir de kalkıp xabze dersi veriyorsunuz. Sağ olun ama unutmayın;
bizler xabzeyi ana-babamızdan öğrendik. Ayrıca ahlaki değerlendirme
konusunda sizin yargılarınız gerekmez. Çevremizdeki insanlar Türk, Kürt, Laz v.s. bizi zaten değerlendiriyor.

"Xabze öğretilmez" şeklinde bir hikmet buyurmuşsunuz. Pekiyi, siz Xabzeyi nasıl öğrendiniz? Gökten ilham mı geldi?

Belki de; bilmiyor musunuz ? (En doğal hakkınız! Asimile olmuşsunuzdur.)

"Hedefe götüren her yol mübahtır" ilkel bir anlayıştır, yazmışsınız. Sanki benden alıntı, ben Türkçe'yi sanırım size göre daha doğru kullanıyorum.

Doğrusu "hedefe götüren her yol mubahtır" olmalıydı...

Sanırım siz bu sitede redaksiyonda olmalısınız. Yanıtlarınızın düzen ve hızı ve üslubu bana bunu düşündürdü. Her neyse. (Sitedeki arkadaşlardan af rica ederim. Lütfen yanlışsam düzeltiniz).

Sizden ricam, bir önceki yazımda da belirttiğim gibi, anlaşamadığımız noktalar üzerinde haricen yazışalım. Zira bu platform sanırım bu tür konular için uygun değil. Mail adresimi biliyorsunuz. Herkese açık.

Esen Kalın.
Saygılarımla

 

 

Daur Soner
23.06.2004

"Ayrıca eğer xabzeyi bilmeyen 8-60 yaş grubu insanımızın oranı % 90'lara ulaşmışsa suçlu kim? Bana Wubıh lehçesini anlatmayın, ben Almanya'dayken son Wubıh konuşanı NE GARİPTİR T.C. topraklarında yaşamaktaydı..."

Xabzeyi bilmeyen diyorsunuz ve kendinizin xabze ye ne kadar uzak olduğunuzu anlatıyorsunuz aslında. Her kelimenizde bu uzaklık görülüyor. Evet peki Kafkasya'da xabze, sizin dediğiniz gibi %90'dır
belki ve Türkiye'de olandan daha fazladır. Bir hayli fazla hatta. Artık biz onlara xabzeyi öğretecek düzeydeyiz. Bu ülkede bu işlerin içinde olan biri olarak. Yaşıma göre, nice büyüklerime xabzeyi öğretecek düzeydeyim belki de. Nice benim gibi Türk vatandaşı Çerkesler gibi...

Siz Türk değilsiniz. Türk vatandaşı Çerkes ya da Alman vatandaşı Çerkessiniz (Adige). Uğrunda kan veya ter döktüğün her yer vatanındır. Senin kanınla yazılmış tarihin bayrağı da bayrağındır ve bayrak bir bez parçasından başka bir şey değildir. Anlamlar içinde böyle bocalamayın. Eğer destek vereceksen ver. Ne olursan ol özünü unutma. Özüne başka söz katma. Milleti millet yapan vatandaşlık duygusu
değildir.. Xabzeye bağlı olduğunuz sürece ayrı olmayı da öğrenin. Stratejik davranışlar bizi, xabzeyi yok etmez. Tersine güçlendirir. Türkiye'den Adige selamlarımla...

 

 

Azmi Berberoğlu
24.06.2004

Değerli arkadaşlar,

Burası bir FORUM. Ancak yazıları irdelerseniz hiçte öyle görünmüyor. Neden biz bir konu üzerinde sağlıklı bir biçimde tartışmak ve FİKRİ anlamda katkılarda bulunmak yerine yorum yazan kişinin KİŞİLİĞİ ile uğraşıyoruz.

Böyle bir tartışma mantığı olamaz. Her klavyenin başına geçen, her aklına
geleni doğru ya da yanlış irdelemeden yazmak zorunda mıdır? Karşınızda
tanımadığınız bir KİŞİLİK var ve siz kullandığınız incitici sözlerle birbirinizden uzaklaşıp, daha da kötüsü kırıp, kırılıyorsunuz. Herkesten ricam hiç kimseye hakaret etmeden, TARTIŞMA konusunda sağlayabilecekleri katkıyı sağlamalarıdır.

ANAVATAN' a GÖÇ meselesine gelince:

Diasporada yaşayan KAFKASYAlıların ANAVATANlarına dönme şansları
sanıldığının aksine pek az gibi görünmektedir (en azından bu aşamada).
İnsanların yaşadıkları terk edip bir başka yere yerleşmeleri için
a) GÖÇ'e zorlanmaları
b) Çeşitli nedenlerle gönüllülük

a) ZORUNLU GÖÇ: Burada göç için GÖÇ edenin İRADE'si söz konusu olmayıp, Düşmanın baskısı ve ÖLÜM tehdidi altında olmak söz konusudur. GÖÇ eden insanları YAŞAMSAL, EKONOMIK ve SOSYAL zorluklar beklemektedir. Atalarımız bu tür GÖÇ'e iyi bir örnektir.

b) GÖNÜLLÜ GÖÇ: Günümüzde bu tür göçlere çokça rastlanmaktadır, genellikle EKONOMİK amaçlı olarak gerçekleşir, siyasi nedenlerle de
olabilmektedir. Belirleyiciler; yaşanılan ve gidilecek ülkenin EKONOMİK ve
SİYASİ yapısı ile GÖÇ edenlerin EKONOMİK ve SİYASİ yapılarıdır.

Yaptığımız bu genel açıklamalardan sonra kendi özelimize dönecek olursak; diasporada yaşayan KAFKASYAlılar genel olarak irdelendiğinde EKONOMİK açıdan çok güçlü bir pozisyonda olmadıkları görülmektedir, ancak ekonomik zorlukta oldukları da söylenemez. Yani onları GÖÇ'e zorlayacak bir ekonomik ihtiyaçları görülmemektedir. Öte yandan başka saiklerle göç etmeyi düşünebilecekler içinse; başka bir handikap söz konusudur. Zira Kafkaslarda bağımsızlığına kavuşmuş CUMHURIYETLERİN henüz hiçbiri EKONOMİK olarak yeterli güce kavuşamamış ve dışarıdan EMEK yerine, yatırım yapacak sermaye birikimlerini bekleme durumundadırlar.

Ara sonuç: Halihazırdaki koşullarda "Kafkasyalıların ANAVATANlarına dönmelerine yönelik koşullar henüz yeterince olgunlaşmamıştır" diyebiliriz. Bu genel değerlendirmeden sonra daha ayrıntılı özel
değerlendirmelere aşamalı olarak gelecek yazılarımda değineceğim.

Saygılarımla

 

 

Yılmaz Berberoğlu
24.06.2004

Sayın Daur Soner kardeşimizin "circass_ian@mynet.com" şeklindeki
e-posta adresi hata mesajı vermektedir.

Kendisine nasıl ulaşabileceğimizi bildirmesini rica ederim.

Adı geçen kardeşimizin bilgisine.

Saygılarımla.

 

 

Daur Soner
16.10.2005

Merhabalar,

Hep kafama takılan bir şey var? Bence Rusya'da olmak Türkiye'de olduğundan daha demokratik bir ortam sunuyor.

Neden mi?

Türkiye'de( veya nerdeyseniz) yaşayıp Çerkesce konuşamamak ve Türk olarak mı yaşamak istersiniz? Yoksa Rusya'da yaşayıp Çerkesce konuşabilmek ve Rus vatandaşı olmak mı istersiniz?

Ben ikincisini tercih ettim.

Siz ne dersiniz?

Dönmek mi kalmak mı en iyisi? Maykop'a gittiğimde Türkiye'ye dönme zamanı geldiğinde ayaklarım neden geri geri gitti dersiniz?

 

 

Qaberdey
17.10.2005

Merhabalar,

Çerkesliğin bittiği yere kesin dönüş yapamam. Baksanıza adamlar Kabardeyliğinize, Çerkesliğinize bakmadan vuruyor, öldürüyor, haraca kesiyorlar. Karşındaki ile aynı görüşten değilsen, aynı cemaatten değilsen, veya zenginsen veya işadamıysan vay haline. Ya öldürülürsün yada haraca bağlanırsın. Çerkeslik mi? Orada kimin umurundaki...nasıl olsa orada bolca bulunuyor...haraca boğ gitsin...öldür gitsin...

Saygılar.

 

 

Yegerey
18.10.2005

Sayın Qaberdey,

Şöyle bir düşünelim bu söylediklerinizin olmadığı bir yer var mı? Hayır yok dünyanın her yerinde bunlar var.

Kafkasya'da da olacak, hırsızı, ahlaksızı, rüşvetçisi, mafyası vs vs olacak. Neden olmasın ki? Bunları bileceksin, kabul edeceksin ama yinede anavatanım diye, en azından gönülden sahip çıkabileceksin.

Bir devlet sistemi içerisinde ne varsa hepsi orada da var. Sizi sadece bunlar engelliyorsa dünyada gidecek yer bulma sıkıntısı yaşarsınız. Zira bu söylediklerinizin hepsi yaşadığınız bu ülkede de var.

Peki orada ne fark var? En basitinden kendi dilin, kendi ananelerin var ve kendine has bir tarihin kendi insanına has bir yaşam tarzın var. Bu sizi ne kadar çeker bilemem ama her şeye rağmen değer diyorum.

Saygılar.

 

 

Qaberdey
18.10.2005

Sayın Yegerey,

Şöyle bir köylerimizi düşünün. Geleneklerimizin yaşadığı yerleri bir düşünün. Türkiye, Dünya'daki Çerkes nüfusunun en çok olduğu ülke. Siz hiç duydunuz mu Türkiye'de bir Çerkes diğer bir Çerkes'i haraca bağlasın ve ya vursun ve ya okulunu basıp çocukları rehin alsın. Mümkün değil.

Benim vurgulamak istediğim nokta bu nokta. Çerkesler genelinde. Hem anavatanımda yaşayacağım hem de hemşehrim beni haraca bağlayacak. Kesinlikle kabullenemem. İkincisi, haraç veya gasp meselesi sizin düşündüğünüzden fazla boyutlarda orada.

Yurtlarda yabancı öğrenciler kendilerine öğrenci mafyası adı verilen bir grup Kabardey ve ya Çeçen ve ya Abhaz çeteleri tarafından haraca bağlanıyor. Bende Adige'yim, Kabardey'im ve ya Abhaz'ım sözleri onları hiç heyecanlandırmıyor ve de ilgilendirmiyor.

Siz yürüyen bir dolarsınız. Söyler misiniz Türkiye'de hangi Çerkes hangi Çerkes'e bunu yaptı? Bu küçük bir örnekti. İkinci örnek. Abhaz-Gürcü savaşında Türkiye'den Abhazya saflarına katılan Abhaz gönüllüler, savaş bittikten sonra Abhazya'da kalmaya karar veriyorlar.

Ekmek fırını açıyorlar. İkinci gün bir grup adam geliyor. "-Biz Abhaz mafyasıyız, bize her ay şu kadar para vereceksiniz-" diyorlar. Türkiyeli Abhazlar bu duruma çok sinirleniyorlar ve "-biz bu topraklar için savaştık, bir de hizmet ediyoruz. Siz ne biçim Abhazsınız diye de bir güzel sopa atıyorlar.

Bir saat geçmeden Bu Abhaz çetesi fırına kalaşnikoflarla dönüyor ve tamamını tarayıp öldürüyorlar. Tamamının cesetleri tabutlara Adapazarı'na döndü. Bu mu Çerkeslik?

Anavatan bu mu? Öncelikle Anavatan Kafkasya kendisine bir çeki düzen vermeli. Dil haricinde Türkiyeli Çerkeslerden çok öğrenecekleri var!

Saygılarımla.

 

 

Şhalaxho
18.10.2005

Merhabalar,

Her şeye rağmen Kafkasya bizim vatanımızdır diyen ve hiç bir şeyden yılmayanlara selam olsun.

Saygılar.

 

 

Kaya Şenvar
19.10.2005

Sayın Qaberdey,

Yazınızı dikkatle okudum.

Peki söyledikleriniz karşısında bir çözüm öneriniz var mı?

Yani bu saydığınız problemler karşısında yapılması gereken nedir? Siz bir öneri, proje, somut adım konusunda ne yapardınız ya da ne yapılmalı?

Sadece bu konudaki görüşlerinizi merak ettim...

Vaktiniz varsa ve cevaplarsanız fikirlerinizden yararlanmak isterim, isteriz...

Selamlar..

Kaya Şenvar / Ankara (BAJ)

 

 

Batıray Özbek
19.10.2005

Machu Qeberdey,

Yaşadığınız çevredeki köylerde Çerkesler bir birleriyle kavga etmezler mi?

Hiç aralarında cinayet işlenmez mi?

Ulusal davayla kişisel ve kriminal olayları karıştırmamak gerekir.

Almanya'da her dakika bir ev soyuluyor.

Buna rağmen herkes Almanya'ya gelmemezlik yapmıyor. Aksine herkes can atıyor. (Teşbihte hata olmaz.)

Machu

 

 

Baykaldı H.
20.10.2005

Sayın Batıray Özbek,

Sanırım Qeberdey'in ne demek istediğini anlamamışınız. Haklı olarak oradaki talanı, cinayetleri, adam kaçırmaları, rüşvetleri yazmış endişe ediyor. Burayla orayı kıyaslamanız ise abesle iştigal. Türkiye'de arabayla bir şehirden başka bir şehire giderken kaç polis sizden rüşvet istedi? Eviniz soyulurken canınız yandığında polis çağırdığında ne kadar sürede geldi? Kavga ve cinayet Kabil ve Habil ile başlamış elbette olacaktır. Ama orada yasa yok, hak yok, her şey parayla dönüyor. Orayla bura arasında en az 25 yıl var dikkatinize sunarım.

Daur Soner kardeşim aynı soruyu bana da sorarsanız bağımsızlığın olmadığı yerde ben yokum. Tabi ki, Türkiye'de kalıp Türk vatandaşı olarak kalmayı yeğlerim Ruslardansa. Keza Türkiye'de senin diline karışan yok artık televizyon da veriyor. Sizin tembelliğiniz çocuklarınızın Çerkesce öğrenmesini engelliyor, yoksa T.C değil.

 

 

Yegerey
21.10.2005

Selamlar,

Gözünü sevdiğim AB, sayın Baykaldı H.'de bunları söyletti ya. Yapmayın lütfen bu güne kadar Çerkes olarak yoktunuz bile. AB olmasa zor olurdu.

Ayrıca Sayın Batıray Yedic bey'e olan ifadeniz ile açıkça görülüyor ki, sizin TC de kalmanız daha hayırlı.

Kafkasya'ya zevki sefa sürecek değil, yerine göre aç kalacak, çile çekecek (atalarımız sürüldüğünde çektiğinden daha kötü olmaz) kişiler lazım.

Saygılarımla.

 

 

Baykaldı A
21.10.2005

Selam ola,

Okuduğum kadarı ile,

1) T.C. eleştiriliyor
2) Kafkasya'ya göçten bahsediliyor
3) Lobileşme konusu
4) Dil ve Eğitim
5) İnsanlarımız birbirlerine üstünlük kurmaya çalışıyor.

Şimdi bu sıraladığım konulara bakarsanız, yıllardır süregelen ve hep lafta kalan meseleler olduğunun idrakine varırsınız. Bence boş laf ile zaman harcıyorsunuz. Kafkasya'ya gidecek insan Form köşelerin de zaman harcamaz hemen atlar atına gider.

Gelelim Anadilimize: Kürtler dahi çocuklarına öyle bir dil öğretiyorlar ki buna değil T.C ABD'nin bile gücü yetmiyor. Hatayı kendinde ara ey dilini bilmeyen arkadaş bu konuda T.C sana engel olmadı...

Sonra aramıza katılan Baykaldı H. hoş geldin. Umarım bilgilerinle aydınlananlardan oluruz. Senden ricam olacak kızıp ta terki C.C eyleme olur mu? :))

Ben bu konuda daha fazla yazmak istemiyorum, kısır döngü!

Esen kalın, iyi ki varsınız.

 

 

Baykaldı H.
21.10.2005

Sayın Yegerey,

Adres Kafkasya mı, yani orada mı yaşıyorsunuz? Yoksa sizde bizim gibi Türkiye'den misiniz? Türkiye'deyseniz eminim birkaç hafta içinde gidip yerleşeceksinizdir. Belki birkaç ay sonrada yok olmadı deyip yine yollara düşeceksiniz.

Bugüne kadar yoktunuz derken, pardon Çerkesce nasıl korundu Kayseri'de? Hangi eve asker gidip te siz Çerkesce konuşamazsınız dendi? Herkes gayet özgürce dilini konuştu günümüze kadar.

Annem-babam konuşuyor, ben konuşuyorsam, çocuklarım konuşuyorsa ya da anlıyorsa en azından bu T.C.'nin ve ya AB'nin sayesinde olmadı. Kimi zaman kendi gayretimiz, kimi zamanda kendiliğinden gelişti. Türkiye'de dilin unutulduğu diğer bölgelerde her halde insanların başına jandarma konup takip edilmedi. Kısmen bir ara bir bölgede sıkı tutuldu ama o da başarıya ulaşmadı.

Evet şimdiye kadar Sovyetlerin bir politikası olarak bütün halklar kendi diliyle yazmış, okuyabilmiş. Peki o zaman Sovyet değil de Putinli bir Rusya olsaydı neler olabileceğini tahmin edebilir miydiniz? Elbette Türkiye'de bütünlüğünü korumak için o zamanın şartlarıyla bazı uygulamalar getirmiştir.

Benim Kafkasya'da yaşamam ve ya Türkiye'de kalmam konusu ise neresi anavatanım için hayırlıysa orası olsun diyorum. Duygusal olarak tabi Kafkasya topraklarında yaşayıp orada ölmek isterim. Biz o çileyi Kafkasya'da olmasa da doğuştan beri yaşıyoruz.

Saygılar.

 

 

Abrek-2
21.10.2005

Selam Yegerey,

Merak ettim de; bugüne kadar Çerkes olarak yoktuysanız acaba hangi gezegendeydiniz. Türkiye dışında değildiniz herhalde, benliğinizi korumuşunuz ki sayfaya yazılar yazıyorsunuz.

Merak ettim de; Çerkesce biliyor musunuz? Biliyorsanız nerde öğrendiniz? Yok bilmiyorsanız neden öğrenmediniz? Ailenizin taşıması gereken sorumluluğu neden başka yerlere yüklüyorsunuz? Hiç merak etmediniz mi nasıl öğrendim veya neden öğrenemedim diye?

Günümüzde merak edip öğrenen çok kişi var yeter ki meraklı ol. Birde acılı arabesk edebiyatı yapmaya gerek yok. Bu yola baş koyan herkes her türlü fedakarlığa katlanacaktır elbet.

Merak ettim de; Baykaldı H.'ye burada kalmasının daha iyi olacağını söylüyorsunuz. Siz ne zaman dönüyorsunuz ama bir daha geri dönmek yok. O zaman sizde sadece benim gibi sürekli merak edersiniz.

Saygılar.

 

 

Abregeyapşaşe
22.10.2005

Selamlar sevgiler,

Müsaadeniz olursa bir zamanlar benim bir yazımı süsleyen bir şiirle burada olmak isterim.

Artık ne başımda kalpağım,
Ne belimde gümüş kamam,
Rüzgarla yarışan atlarımı da vurdular,
Ama hala saçlarım güneş boyalı,
Gözlerim vadi yeşili,
Ve bedenimin onurla taşıdığı,
Mızıka kokulu bir Çerkes yüreği,

Sosren Maze

Saygılar.

 

 

Kopsirgen Orhan
03.11.2005

Qaberdey Kardeşim;

Sen hiç Abhazya’ya, Adigey'e, Kabardey'e, Karaçay-Çerkessk'e kısacası sen Kafkasya'nın bir yerine gittin mi, gördün mü, yaşadın mı?

Ben seni tanımıyorum, sende beni tanımıyorsun...

Sadece bu sitede yazını okudum ama yazını okuyunca hayretler içersinde kaldım...

Sayın Kabardey,

Şunu peşin söyleyeyim. Sen Kafkasya’ya gitmedin, sen Kafkasya’yı görmedin ve bilmiyorsun. Bir an için Kafkasya’ya gittiğini farz etsek bile orada altın ve elmas dağıtıldığını sanıyordun umduğunu bulamadın... İnsan atarken biraz insaflı ve merhametli olmalı.

Değerli Kabardey,

Ben, Abhaz’ım ve Kabardey eniştesiyim. Daha yirmi gün önce Abhazya’da idim. Tam on altı senedir Abhazya’ya gider, gelirim. Sadece Abhazya değil, Adigey, Kabardey, Karaçay-Çerkessk’e de gider, gelirim. Bir ayağım Kafkasya’da. Abhazya savaşında da oradaydım. Fırın hikayesini de gayet iyi biliyorum ama senin yazdıkların görgüye dayalı ve sadece duyum olduğundan hepsi saçma...

İnsan bazı zamanlar saçmalar ama senin saçmaların olağandışı... Benim kızım, Endüstri Mühendisi, 24 yaşında şu anda Abhazya/Sohum’da yaşıyor... Benim köylüm Hapat Nizam Sohum’da tüccar ve müteahhit. Abhazya’da Türkiye’den göç eden yüzlerce aile var ve tümü hayatlarından çok memnun. Çocukları hem Abaza ve hem de Türkçe biliyorlar... İnançlı ve dürüst ve de çalışkan insanlar her zaman ve her yerde başarılı olurlar.

Sayın Qabardey,

Senin ne iş yaptığını bilmiyorum ama pek çalışkan bir kişi olduğuna da inanamıyorum ama görmeden, bilmeden ve yaşamadan "atman ve tutman" mükemmel. Madalya verme olanağım olsaydı sana bir madalya takardım. Cevaplarını bekliyorum. İstersen mail adresime yazabilirsin. Her şeye rağmen seni sevgiyle kucaklıyorum.

 

 

Azmi Berberoğlu
06.11.2005

Sayın Orhan,

Yazdıklarınızdan üç şey çıkarabildim;

- Siz Kafkasya'ya defalarca gittiniz,
- Oralara gidenler hayatlarından memnunlar,
- Siz tanımadığınız insanların fikirlerini eleştirmek yerine onlara HAKARET etmekten zevk alıyorsunuz.

Sizden küçük bir ricada bulunmak istiyorum. Sayın Qabardey'e hitaben yazdığınız yazıdaki KABARDEY ismi yerine kendi isminizi YAZIN ve okuyun. Eminim ki yazıdan sizde oldukça rahatsız olacaksınız. Zira sayın Qabardey'in fikirlerine karşı olmak yerine sürekli ona hakaretler yağdırıyorsunuz.

Bu sütunlardaki tartışmaları daha verimli ve sonuç alıcı kılmak adına istirhamım FİKİRleri değerlendirip, onlar hakkında yazalım, kişiliklere hakaret etmeyelim.

Bu vesile ile herkesin bayramını içtenlikle kutluyorum.

Saygılarımla.

 

 

Y. Kurt
07.11.2005

Sayın Kopsirgen Orhan,

Değerli büyüğüm, öncelikle sizin ve tüm katılımcıların bayramlarını tebrik ederim. Ne güzel bir hikaye iletmişsiniz bizlere, kısaca hoşgörüden bahseden. Sayın Qabardey sanırım sizin oğlunuzu da öldürmedi, hoşgörüden bahseden hikayedeki baba gibi biraz hoşgörü beklerdim sizden.

Sayın Qaberdey yazdıklarını başkasından duymuşta olabilir, bizzat yaşamışta. Ama sizin gibi büyüklerimiz bizi döverek seveceğine birazda hoşgörüyle sevse. Sizin başınıza nahoş olaylar gelmemiş olabilir, duymamışta olabilirsiniz, bu olumsuzlukların olmadığı manasına da gelmez sanırım.

Benimde başıma benzeri bir olay gelmişti, münferittir deyip geçmiştim ama ne yok saydım ne de kafamı kuma gömdüm. Maalesef sayın Qabardey'in bahsettiği türden olaylar olmaktadır. Keşke olmasa keşke sizin gibi büyüklerimiz bizleri döverek sevdiği kadar, bu neyin nesidir, doğru mudur, tekrar olmaması için ne yapılır diye düşünse, bunları yaparken hoşgörüyle yaklaşsa.

Dünyanın her yerinde bu tür olaylar oluyor demek kimseyi hele ki, bizlerin sorumluluktan kaçmamıza sebep olamaz. Dünyanın hangi ülkesinde olduğu veya olmadığı beni ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren atavatan dediğimiz yerde kendi yakınlarımızın bizlere yaptığıdır.

Saygılarımla.

 

 

Abregeyapşaşe
07.11.2005

Maf Sayın Y. Kurt,

Ne zaman size rastlasam muhakkak durup okuyorum yazılarınızı ve her seferinde yerinde zamanında yazılmış yazılar okumaktan mutlu oluyorum. Bu kez de yanılmadım. Burada kimse alınmasın ama hakikaten neden bizim büyüklerimiz araya oldukça uzak bir mesafe koyar ve de tepeden bir bakışla, sanki başka bir tarafa konuşurmuş gibi sert bir üslubu da beraberinde kullanırlar anlamış değilim. Bu tavırların artık değişmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bol hoşgörü ve daha sıcak yaklaşımlar dileğiyle...

 

 

Kopsirgen Orhan
08.11.2005

Sevgi ve Saygıdeğer Kozba,

06.11.2005 tarihli yazınızı okuduğumda hayretler içinde kaldım. Yazınızda şöyle bir cümle var "siz tanımadığınız insanların fikirlerini eleştirmek yerine hakaret etmekten zevk alıyorsunuz"

Saygıdeğer Kozba;

Eğri oturalım doğru konuşalım. Eğer, ben Qabardey kardeşime karşı hakaret etmiş olsaydım, hakaretimize yazının cevabını Qabardey kardeşimin yazması gerekirdi. Qabardey kardeşim yazmadığına göre ondan habersiz böyle bir yazı yazman HEM BANA ve HEM DE QABARDEY KARDEŞE EN BÜYÜK HAKARET'tir. Kozba kardeşim, satırlara Kopsirgen değil de lütfen kendi adını yaz. Kendisinden habersiz savunduğun QABARDEY BİR HİÇ Mİ? Sayın Kozba, Kaş yapayım derken göz çıkarttığının acaba farkında mısın?

Değerli Kardeşim Kozba,

Bundan sonrada pek çok yazışmalarımız olabilir.AMA ŞUNU UNUTMA BEN YAZDIĞIM HER YAZININ DEĞİL HER SATIRIN ARKASINDA OLAN BİR KİŞİYİM. BUNU UNUTMA ve gerekli gördüğün zaman İLHAN KOZBA'dan beni sorabilirsin. Ben boş yere yazmam

Saygıdeğer Kozba,

Ben yaratandan ötürü TANRININ YARATTIĞI HER VARLIĞI SEVEN ve HER VARLIĞINA SAYGI DUYAN bir kişiyim. Ben Abhazya da savaşı gördüm, savaşı iliklerimde yaşadım, evlerinin önüne şehit mezarı yapan anneleri gördüm ağladım. Sayın Kozba, eğer ağlayabiliyorsan sen de ağla ve ondan sonra eleştir.

Sayın Kozba,

Abhazya kurtuluş günlerine çok Kozba geldi. Çok Kozba tanıyorum ben. Sadece Abhazya da değil. Karaçay Çerkessk Özerk Cumhuriyeti'nde yaşayan bir çok KOZBA'yı...

Değerli Kardeşim Kozba;

Belki bu yazdıklarımı da kendine ya da Qabardey kardeşime hakaret olarak kabul etme olanağın var ama şunu peşin olarak yazayım ki, BENDE BÖYLE BİR DÜŞÜNCE KESİNLİKLE SÖZ KONUSU DEĞİLDİR. BEN ABHAZ 'ABAZA'YIM. BEN KAFKASYALIYIM, BEN ABAZALARI ve ben TÜM KAFKASYALILARI candan yürükten sever sevgiyle kucaklarım.

 

 

Azmi Berberoğlu
09.11.2005

Sayın ORHAN,

Kişisel olarak tartışmayı genelde yapmanın pek fazla doğru olmadığına inananlardanım. Şahsınıza hitaben yazılmış yazı, bir KİŞİ'nin savunulmasından ziyade, şahsınızın yazı üslubunu kritize etmeye yöneliktir.

Biz bir AİLE'yiz sayın Orhan ve birbirimizi hatalı olduğumuz hususlarda uyarmak ve eleştirmek hepimizin ödevidir ve de olmalıdır. (Hakaret etmeden tabii ki.)

Sizi yazdığım yazının içerik olarak cevaplanmasını beklerdim sizden, oysa ŞEKLİ bir yaklaşım sergilemiş. (Sanki sayın K. size cevap yazmamışsa sizin yazınızdaki hakaret unsurları HAKARET olmaktan istisna tutulacaklar gibi.) Beni gereksiz müdahalecilikle suçlamışsınız.

Hatırlayınız, bir yazınızda diasporada yaşayıp da, orada ölen insanlarımız için (İT GİBİ) deyimini kullanmıştınız,

Yazılarınızda böyle bir üslup kullanmayı alışkanlık şekline getirmişsiniz gibi bir izlenim edindim. Gençlerimize iyi örnek olmak gibi bir SORUMLULUK taşıyoruz.

Özetle amacım yazılarınızdaki HAKARET içerikli sözcükleri mümkün mertebe kullanmamanıza yönelik bir eleştiri idi. Hiç kimsenin aklına ilk gelen sözcüğü ölçüp tartmadan yazma-konuşma hakkı olamaz, olmamalıdır da. (Hakaret içerikli.)

(Bakınız bu sütunlarda UYGUN olmayan üslup kullanıldığı için, bazı tartışma başlıkları, tartışmaya kapatılmak zorunda kalınıyor.)

Hepimiz yazıp-söylediklerimizin arkasındayız tabii ki, ancak diyalogun devamı için HAKARETSİZ ÜSLUP şarttır.

THAMADE'lik aynı zamanda SORUMLU olmayı gerektirir. Bu nedenle, her konuda olduğu gibi üslup konusuna hepimizin dikkat etmek durumunda olduğumuzu bir kez daha yineliyorum.

Saygılarımla
.

 

 

Madine Tsey
13.11.2005

Beyefendi sizin amacınız ne? Ben Adigey, Maykopluyum. Sizin konuştuklarınızı kulağını duyuyor mu? Bu kadar memnunsunuz yaşadığınız ülkede, aaaaa. Kardeşim senin yapacağın onlarla daha iç içe yaşamak. Çerkes’im deyip ortaya çıkmayın ve bir soru daha: Ne gördünüz siz anavatanımızda, birisi kötü mü davrandı? Bekliyorum.

Sayın Yılmaz,

Peki siz ne teklif ediyorsunuz bu konuda? Net ve kısa bir cevap bekliyorum sizden.

Saygılarla

 

 

Ömer Meryemko
13.11.2005

Sevgili Daur Soner,

Bir çok Adige Türkiye'de kendisini misafir olarak görüyor. Günü geldiğinde eve döneceğiz diyor ama unutmayalım ki; misafirlik 3 gündür 140 sene değil!

Burası bizim vatanımız. Sanıyorsunuz ki Kafkasya'ya dönersek her şey çok güzel olacak. Biz zaten bir kere vatanımızı kaybetmişiz. Bari elimizdekinden olmayalım.

Gururla söylüyorum ki, Türkiye benim vatanımdır. Ölüm dışında hiçbir şey beni bu topraklardan ayıramaz. Kürtler neden bugün bu konumda? Hepsi için konuşmuyorum elbette ama çoğu sizin gibi bu ülkeyi benimsemedi bu bayrağı kendi bayrağı olarak görmedi ve sonuç. Kürt denince akla ilk gelen terim terörist.

Siz ve sizin gibi düşünenler yüzünden bir gün bana da terörist yaftası vurulursa bunun hesabını kime nasıl vereceksiniz?

 

 

a-e
13.11.2005

Sayın Kuban Seauhmann

Yazılarınızı okuyunca söyleyecek bir şeyin kalmadığını gördüm ve bu sitede bu kadar mükemmel yazan birkaç insandan biri olduğunuz gerçeği önünde saygıyla eğiliyorum. Eğer sadece siz olsaydınız çok üzüntü verirdi bu durum ama Tanrı’ya şükürler olsun ki birkaç kişisiniz ve sizlerin yazılarını okumak gerçektende büyük zevk veriyor insana.

Tüm hoş görünüze sığınarak yazılarınıza sadece bir ekleme yapacağım. O da Türkiye Cumhuriyeti’nde Çerkeslerin asla sorun olmadığı üstüne. Evet kesinlikle haklısınız Çerkesler hiç sorun olmadılar. Çünkü sorun olacak durumda olmadılar. Bu gün dahi Çerkes anadilinde eğitim veren tek bir okul yoktur.

Sayın Azmi Berberoğlu

Size bir önerim olacak, rica etsem Avrupa Birliği uyum yasaları, anadil eğitimi ve yayın hakları konusunu araştırır mısınız?

Size ben kendi bildiklerimden bir iki örnek vereyim yine de.

Ağustos’un başında,meclisten AB uyum yasalarının 11cisi diye geçen, ana dil öğrenimi ve yayın haklarına ilişkin yönetmeliğe bir göz atalım.

Evet, yanlış duymadınız, meclisten geçen 11ci madde yani sizin ve benim bir çok insanın anadilde eğitim hakkı diye bildiği yönetmelik ama meclisten gecen bu 11ci madde gerçekte nasıl biliyor musunuz?

Resmi gazetede şöyle geçer bu yönetmelik.

Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesi hakkında yönetmelik olarak geçer. Ne var derseniz, iste burada hemen anadillerin günlük hayatta kullanılan lehçelere dönmüş olduğunu görürüz, böylece anadil, anadil olmaktan çıkmıştır ve basit günlük hayatta kullanılan diller olmuştur bir çırpıda. Evrensel değerleri kalmamıştır. Eh, böyle olunca da evrensel değeri olmayan diller RTÜK yasasındaki ifadeye uymuyor. Bir anda ve evrensel bir dil olmadıkları içinde bu lehçeler üzerinde evrensel kültür inşa edilecek durumda olamıyorlar ama ana dil olarak kullanıldığında her şey bambaşka oluyor. Dolayısıyla bilinçli olarak bu diller basitleştiriliyor ve yok edilmeye devam ediliyor.

Diyelim ki, siz hayırsever bir Türkiye Cumhuriyeti Çerkes asıllı vatandaş olarak anadilde eğitim ve yayın hakki istediniz ve bunu uygulamaya kalkıştınız, önünüze çıkacak yönetmeliğe göre bunun imkansız olduğunu görünce ne yapacaksınız?

Ayrıca yönetmelikte diyor ki, anadilde eğitim ve yayın hakkı bu koşullar yerine getirilince yapılabilir. Peki nedir koşullar? Örnekleyelim bir kaçını:

Anadilde eğitim yönetmeliğinde, kitaplar ve kurs verecek öğretmenler, kursiyerler için yaş sınırlamaları, kurs mekanlarının yerleri, aynen milli eğitimin yabancı dil eğitimi ve öğretimi kurallarına göre olacağına göre açılacak dil kurslarında eğitim verecek öğretmenlerde T.C vatandaşlığı şart koşuluyor. İyi de, diplomalı öğretmen T.C vatandaşı Çerkes öğretmeni kim, nerden bulacak, bu mümkün değil ki, Çerkesce öğretmen yetiştiren bir okul hiç olmadı ki Türkiye’de

Çerkesce’yi kuşkusuz çok iyi bilen Çerkesler vardır ama bunların hiç biri diplomalı değil ki, bakın bu koşulla bir engel daha çıkmış bulunuyor.

Yine yönetmeliğin 10. maddesine bakarsak kurstaki program bakanlıkça onaylanacak ve kurs gören herkesin listesi devlete verilecek. Yani kurs alanlar listelenecek ve bu kurslarda kılık kıyafet maddelerini de eklersek daha başlamadan, bir işin nasıl bitirildiğini görürsünüz. İsterseniz sizde bir araştırın belki de ben yanıldım ya da anadilde eğitim yapacak özel bir kurs açmaya kalkışın bakalım nasıl yapabileceksiniz bunu?

Bunu özellikle sizden rica ediyorum, çünkü bu engellemeleri görüp de itiraz eden, diğer halklardan insanlara hain yakıştırmasını en çok yapanlardansınız.

Sayın Yegerey

Evet haklısınız AB’ye girme sevdasına bu gün insanlar konuşabiliyorlar. Şöyle birde Kürtleri eklersek buna, bugün bu ülkede insanların bu kadar şeyi konuşmasını neye borçlu olduğunu görürüz.

Hani şu karda yürürken, kart, kurt sesi çıkarıp da, Kürtleşmiş Türkleri düşünürsek ve eski siyasetçilerden birinin dediği gibi bu ülkede sadece Türkler vardır ve Türklerin dışındakilerde ancak Türklere hizmetçilik yaparlar gibi bir sözünü düşünürsek nerden nereye gelindiğini görebiliriz. Şöyle 20 yıl geriye gitmemiz bile bir çok şeyi anlatıyor bize.

Kim ki hakkını aramış hemen hedef olmuştur bu ülkede ama artık öyle kolay olmuyor, dünya çok küçüldü ve herkes her şeyi bir anda görebiliyor, eğer bu teknolojik gelişim olmasaydı vay halimize ki vay olurduk. Bu siteyi bile göremezdik.

Sayın Ömer Meryemko

Merak etmeyin siz neden diye sormadıkça o yaftayı yemezsiniz rahat olun.

Son söz olarak şunu dersem umarım yanlış anlaşılmaz ama bana göre: Çerkes, anavatanla, anavatanları arasında kaybolandır.

Saygılar.

 

 

Hatice Ünal
13.11.2005

Maf!

Ne kadar ilginç yazılar okur olduk burada. Çok ilginç olaylar izlediğimiz gibi. Çerkesler eleştiri yağmurunda. Çerkesler makaslanıyor. Çerkesler azarlanıyor. Birileri gittikçe cesaretlenip ortalıklarda 'aklımızı başımıza getirmeye' çalışıyor. Saygıdan söz edip büyüklere saygısızlık yapılıyor. Birileri gazetecililik oynuyor. Birileri Çerkescilik. :)))))))

Bekliyorum!

Türk-Kürt ve Ermeni üçgeni dışında başka bir halkla ilgili olayın yazılacağı günü bekliyorum. Çerkesler dışında olay yazılamazken neden Kürtler ve Ermeniler her saniye burada yer alıyor, bunun açıklamasını bekliyorum.

Birileri hani elinizde silah niye yok, Kürtlerle birlikte savaşmak için niye ortaya çıkmıyorsunuzu ne zaman söyleyecek diye bekliyorum.

Herhangi bir Türk, Türkçülükten söz ettiğinde topyekün bombardımana tutulurken, gerçek bir kafatasçının burada her saniye düşmanlık kusması ne zaman bitecek diye bekliyorum.

Kafkasya'dan söz edip, orada başında asker bekleyenleri sükunete davet ederken, hümanist gibi görünüp dozu gittikçe artarak 'Çerkesleri kışkırtma cesaretini bulana 'hayran' kalan Celina'yi bekliyorum.

Büyük Ermenistan hayalini bu platforma taşıyanların gereken cevabı alacağı günü bekliyorum!

 

 

Azmi Berberoğlu
13.11.2005

Değerli Arkadaşlar,

Tartışmalarımızı kişiselleştirmemek konusundaki duyarlılığımızı biliyorsunuz, ancak bazı zamanlarda istisnai uygulamalar yapmak zorunlu oluyor,

Sayın a-e,

Bizler toplum olarak, konuklarımızı gereken şekilde ağırlar ve onları dinleriz. Konuklarımızın da KONUK olmanın asgari koşullarına uymaları gibi bir ödevleri de vardır.

Sizin tüm yazılarınızı söyle topluca bir değerlendirme yaptığımızda, hiçte bize uygun bir misafir tavrı sergilemediğinizi görmekteyiz. Siz kendinize Ermeni propagandası yapmak, veya insanları provoke etmek için başka alanlar ve ortamlar seçmelisiniz bence…

ÇERKESler öyle ya da böyle ASİL insanlardır, yedikleri tabağı kirletmek gibi bir alışkanlıkları yoktur ve olamaz.

Yıllarca içice yasadıkları insanları SATMAZLAR. Arkadan hançerlemezler. Bunlar eleştirilebilecek davranışlar bile olabilir, ancak dikkatlice bakarsanız, tamamıyla İNSANCA UYGULAMALAR OLDUKLARI TARTIŞMASIZDIR.

Biz insana ve insanlığa kıyan, her türlü sisteme ve dahi kuklalarına karsıyız, EL KAİDE vb her türlü Din'ci teröre, ASALA veya PKK gibi her türlü IRK'çı teröre karşı insanlığın yanındayız. Benim TERÖRİST'im iyidir diyen masum insanların katledilmelerine göz yuman (kadın, çocuk, ATEŞE, Büyükelçi vb.) ikiyüzlü ve riyakarlara da karşıyız.

Daha DÜN Karabağ'da KATLİAM yapıp, uluslararası alanda dayılarının arkasına saklananlara (işleri bitince sokağa atılacakları mutlaktır, zira Batılının tarzıdır bu.) Gerçek katillere, sahte insan hakları savunucularına karşıyız.

Özetle; DİL'i, DİN'i ve IRK'i ne olursa olsun İNSANLARI SÖMÜREN TÜM OLİGARŞİK KADRO'LARA / EMPERYALİZM'in uşaklarına ve işbirlikçilerine sonuna kadar karşıyız.
Bu karşı duruşta bizleri içeriden dost kisvesiyle istismar edecek insanlara ihtiyacımız yoktur. ÇERKESler kendilerini eleştirme becerisini gösterirler, sizler bize bu konuda herhangi bir telkinde bulunamayacakların arasında olmalısınız. "El'e verir Talkını, Kendi yutar Salkımı" hesabını bize uygulamaya çalışmayın.

Bizim sizinle TC’ye karşı yürütülecek bir politikamız yoktur ve olamazda. Bu ülkenin ASLİ kurucuları arasında ATALARIMIZ vardır, bizim mücadelemiz DEMOKRATİK bir Türkiye’nin yaratılmasıyla güç kazanacaktır. Kendinizi bu ülkeye ait hissetmiyorsanız, ülkeyi eleştirmeden sizleri nasıl yetiştirdiklerini sorgulayın. Bu ülkeyi sömürenler ve onların yerli işbirlikçileriyle, sizi yetiştirenlerin aynı bataklığı beslediklerini görebilirsiniz.

Biz tüm halkların kardeşliğine gerçekten inanırız ve de gereğini yaparız. Bölünmek gibi bir endişemizde yoktur, zira bundan daha fazla bölünmemiz mümkün değildir. Ancak bizim duygularımızı istismar edenlere de karşıyız.

Değerli kardeşlerim, anlayışınız için teşekkürler.


Sevgili ÜNAL,

Sanıyorum sizde biraz öfkelenmişsiniz, ancak bence değmez bütün bunlara derim. Bunlar ÇERKES insanini gerçekten tanımayan ve kendilerine sunulan ENGİN hoşgörü ortamını gereğinden fazla istismar etmeye yeltenenlerdir.

ÇERKES tüm bu olayların üstesinden gelendir. Ve gelir.

Ancak size bir sitemde bulunacağım, burası bizim yuvamız ve BİZ bir aileyiz. Kim nerede ne yanlış yapıyorsa eleştirmeli ve doğruları savunmalıyız. Daha öncede yazmıştım hiçbirimizin KÜSMEK ve ÇEKİP gitmek gibi bir LÜKSÜ yoktur, ve olmamalıdır.

Saygılarımla.

 

 

a-e
13.11.2005

Sayın Site Sakinleri,

Ben ne diyeceğimi artık bilemiyorum. Bu durumda yazacağım şeyler insanları kırmama neden olacağından, gerektiğinde yazmak üzere şimdilik sadece okumaya çekiliyorum. Ben a-e olarak siz site sakinlerine üzüntü veriyorsam bundan üzüntü duyacağımı ve hassasiyetle bunun üzerinde düşüneceğimi belirtirim ve haksız olduğum noktada da sizden özür dileyip giderim zaten.

Bizi inciten düşmanlarımızın attığı taşlar değil dostlarımızın attığı güllerdir... Hallac-ı Mansur.

Saygılar, sevgiler.

 

 

Musost
13.11.2005

Sayın Ünal,

Açıkçası merak etmiştim ne zaman diye de bekliyordum. Nihayet bombayı patlattınız. Yeni bir adres buldunuz haa.

Tebrikler.

Sizin her defasında yeni hamleleriniz için bu siteyi kullanmayı ne zaman bıkacağınızı merak ediyor ve bekliyorum. Yine CC'yi mi kullanacaksınız prim yapmak için.

İkiyüzlülüklerden ne zaman insanlar sıyrılacak bekliyorum. Bir ara dini bahane edip dolaştınız şimdide Kürtleri ve Ermenileri bahane eder rahatça istediğiniz oyunu ortaya koyarsınız neden şikayet ediyorsunuz ki? Üç gün sonra sizinle yola çıkacakların listesini de vereyim mi ister misiniz?

Çerkeslik sizlerin umurunda bile değil.

 

 

Talebe
14.11.2005

Siteyi izlemeye devam ediyorum... Devam da edeceğim! Kimi zaman kırıcı çıkışlar; eleştiriler, kimi zaman da yapmacık "sınırı aşmama" çabaları olsa da hiç olmazsa bir tartışma kültürü gelişiyor.

Tartışırken, eleştirirken hakaret etmemek; ama çok alıngan da olmamak gerekiyor. Kimi zaman karşıt bir görüş ifade etmek veya ortaya atılan düşünceye katılmamak bile bir hakaret gibi algılanıyor. Halbuki tartışmaların sağlıklı olabilmesi, bir sonuca ulaşabilmesi tartışan tarafların açık olabilmeleri ve "acaba yanlış anlaşılır mıyım" hissine kapılmamaları ile mümkündür. Bu nedenle gereksiz alınganlıklara bir dur demek lazım.

Bu site hepinize/hepimize bir olanak yaratmış: Birbirimizi hiç görmediğimiz, birbirimizden çok çok uzaklarda yaşadığımız halde günübirlik haberleşiyor, bir çok şeyi tartışıyoruz. Bunun değerini bilmek lazım. Hakarete kaçmadıkça tartışmalarda -ki ben şimdiye kadar öyle pek fazla bir hakarete rastlamadım bu sitede- kimi duygusal iniş-çıkışların olması o kadar da kötü bir şey değil...

Ermeni, Kürt, Arap veya Çerkes her konuda rahatça konuşabilmek; tartışabilmek gerekir. Karsımızdakinden de her söylediğimizi kabul etmesini beklemeden...

"Anavatanımıza dönmeli miyiz?" tartışmasına gelince: Anavatan dışında yaşayan Çerkesler bugün veya yarın, önünde-sonunda asimile olacaklardır. Birilerinin bizi baskıyla, zorla, yasaklarla; şu veya bu nedenle asimile etmesi gerekmiyor, biz diasporada yaşayan Çerkesler doğal yollardan da olsa asimile olmaya mahkumuz.

Ne yaşadığımız ülkelere ne de herhangi bir kimseye borcumuz yok. Şimdiye kadar ki "misafirperverlikleri" için teşekkür edip hızla Kafkasya'ya dönmekten başka bir çaremiz yok. Eğer yarınlara bir anavatan bırakmak istiyorsak.

Bu nedenle, "dönmeli miyiz, dönmemeli miyiz"i değil; "nasıl dönmeli"yi, "bunu nasıl örgütlemeli"yizi tartışmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Dünyanın neresinde yasarsa yaşasın, kararı ne olursa olsun her Çerkes’in bizim için kaybedilmemesi gereken bir değer olduğunu unutmadan!

Saygılarımla
.

 

 

Elif
14.11.2005

Selamlar,

Sizin yaptığınız provokatörlük değil de nedir? Başka siteleri önererek resmen bulunduğunuz yere ihanet eden siz değil misiniz? Hiçbir yazınızda samimiyet yok. Sizin birilerine soracak hesabınızda yok. Siz kendi içinizden başlayın hesap sormaya. Burada bas bas bağıran ‘’ben Çerkes değilim’’ diyen ‘’Çerkeslerden nefret ediyorum’’ diyenlerden başlayın hesap sormaya.

Asıl sizler burada grup oluşturup, kendi doğrularınızı tüm siteye dayatanlarsınız. Sizin ne kadar dost olduğunuz belli oluyor. 6 kez gidip 7 kez geldiniz. 8. gidişinizde umurumda değil.

Siz dikkat kesilmiş bir halde a-e’nin tüm yazılarını takip edip, ardından yandaşlarınızla hurra vurun dinsize demeye çekinmiyor musunuz? Oturun daha dikkatli okuyun yazıları. Acaba siz mi daha faydalısınız bu millete, yoksa a –e mi? Her şeyi bir yana bırakın sizin küsüp gidişleriniz bile a-e’nin verdiği (size göre) zararın toplamından büyüktür, siteyi emeklerini yok sayarak. Siz kendinizin ne olduğunuzu kanıtladınız. Sizin burada olduğunuz her saniye zarar zaten. Buyurun yolunuz açık olsun.

Azmi bey,

Siz burada kendinizi otorite görmekten vazgeçin. ‘’Eleştiri yapmayı sevmem’’, ‘’kişiselleştirmeyi zararlı görürüm’’ deyip eleştirmediğiniz birkaç insan kalmış. Sizin kişiselleştirme anlayışınızı anladık. Size uyan fikirleri eleştirmezsiniz, eleştirenleri uyarırsınız. Bütün yazılarınızda kişiselleştirmemek gerekir, ‘’aslında bu konuya girmeyi hiç istemezdim’’ deyip en derinine girende yine siz olmuşsunuz. Sayın büyüğüm Kopsirgen Orhan beyin iyi niyetli yazısının ardında bile bir şeyler arayanlar sizler değil misiniz? Yazdığı öyküyü burnundan getirenler sizler değil misiniz? Hangi iyi niyetten, hangi Çerkeslikten, hangi güzellikten ,bahsediyorsunuz? Hangi sakıncadan bahsediyorsunuz? Asıl sakınca sizlersiniz!!

Sizleri anlamıyorum, anlayamayacağım. a-e’nin yazılarının ardında, kenarında, köşesinde bir şeyler arayana kadar; kovana çomak sokanlardan hesap sorsanıza! Bunların yeri yurdu adresi ismi de bellidir, a-e gibi sanalda değiller hadi ne bekliyorsunuz?

Wogümaf

 

 

Ramos
14.11.2005

Merhaba,

Konuya taraf olmayan kimseyle tartışmak anlamsızdır. Bir Kürtle, Ermeniyle Çerkeslik tartışıp buna da tartışma kültürü gelişiyor demek komik bile değil.

Tartışmak bir şeyler söylemekle eşit olduğu sürece biz daha çok tartıştığımızı zannederiz. Bir konuyu tartışabilmek için yeterli ön bilgi edinmeyi düşünmeyenler ile her şeyi bildiğini zannedenlerin fikir sahibi oldukları inancına kapılanlara da şaşarım.

Saygılar.

 

 

Talebe
14.11.2005

Selamlar,

Tekrarlamakta yarar var: Her konuda, herkesle tartışmak, tartışabilmek gerekiyor. Bunun için kimliğin o kadar önemi yok. Çerkes, Türk, Kürt, Alman ve ya Amerikalı...

Önemli olan bu insanların ulusal kimlikleri değil, mücadelemize bir katkılarının olup olamayacağıdır. Böylesi insanlara kapıları neden kapatalım ki?

İspanya iç savaşında "Uluslararası Tugaylar" kurulmuş. Filistin'de "72 Millet"ten insan savaşmış. Öteye gitme; Anadolu'da yaşayıp da Kurtuluş Savaşı'na katkıda bulunmayan bir millet var mı?

Tartışma kültürü önemli; çünkü bu süreçte insanlar yalnızca bilgi edinmiyor ve ya "bir şeyler" söylemiyor. Dinlemeyi öğreniyor! Tahammül etmeyi... Sinirlerine, duygularına hakim olabilmeyi...

"Tartışmak için önce bilgi sahibi olmak gerekir" tezi de pek doğru gelmiyor bana. Bilginin siniri yok ki! Birinin ulaşabildiği bir kaynağa bir diğerinin ulaşamaması mümkündür. Artı, her kaynak da gerceği yansıtmayabiliyor.

Keza duyguların, inançların kimi zaman bilgiyle örtüşmemesi mümkündür. Öyleyse hiç konuşmayalım mı yani?

Düşün bir: Henüz "Çerkes" kavramı, daha doğrusu kimin Çerkes oldugu bile net değil?

Önemli olan, doğruların ortaya konulmasından sonra o zamana kadar savunduğumuz yanlıştan vazgeçebilmektir.

Kızmadan, küsmeden, terk etmeden...

Saygılarımla.

 

 

a-e
14.11.2005

Selamlar

Bu konu başlığı altında yazdığım yazıların hiç bir yerinde Ermeni kelimesi geçmediği halde, neden bu kadar Ermeniliğim yine öne atıldı lütfen bu başlığı okuyanlar yazılarıma bir göz atsınlar ben nerde ne kadar Ermeni kelimesini kullanmışımda karşılığında hep Ermeniliğim sunulmuş bana.

Ben ne yazdım ne aldım düşünüyorum da bir yere varamıyorum bir türlü.

Bu yazımda beş defa Ermeni kelimesini tekrarlamış bulunuyorum.

Ayrıca mail adresinden benimle görüşmek isteyenlere şunu diyeyim; benim kültürümde önce konuşup vurmak, sonrada vurduğumla bir şey olmamış gibi konuşma yolları aramak diye bir şey olmadığından,bana vuranlardan hiç kimseyle ikili diyaloglara girmeyeceğim, girmemde ve beni hain ilan edenlerin; hainlerle diyalog kurmak istemesini anlayamıyorum, yanlışlarım olmuşsa, burada olmuştur burada olan yanlışlarımın da burada olanların tarafından bilinmesi gerekiyor ne varsa yanlışım herkesin önünde denilsin. Çünkü ben iyi ya da kötü, bu site toplumunun bir üyesiyim.

Kim hakkımda daha detaylı gerekçeler vermek istiyorsa buyursun burada topluluğun içinde versin.

Saygılarımla

 

 

Azmi Berberoğlu
14.11.2005

Sayın Elif hanım.

Bu tartışma seviyesi benim götürebileceğim sınırları çok aşıyor. Bir eğitimci olarak size tavsiye edebileceğim tek şey, kendinize yapılmasını istemediğiniz şeyi başkalarına yapmamanızdır.

Esen kalın
.

 

 

Elif
14.11.2005

Maf,

Acaba suçladığınız kişiliğine saldırdığınız ve bu başlık altında bir tek Ermeni kelimesi kullanmayan kişiye yaptıklarınızla siz hangi konumdasınız? Oysa o kişinin yazdığı konu bambaşkaydı sizin geldiğiniz nokta ise bambaşka siz neyi anlatmaya çalışıyorsunuz?

Başkalarına öneride bulunmak çok basit bende size şimdi bir yığın öneride bulunabilirim. Ama önemli olan verilen önerileri kendimizin uygulayıp uygulamadığıdır. Bende sizlere Çerkesleri Türkleştiren provokatörler diyebilirdim. Ama işte bu iftira ve hakaret içereceği için demiyorum. Sizin yapmadığınız ama önerdiğiniz doğruyu; uygulayan biz ,önerip uygulamayanda sizsiniz!

Her şeye rağmen sevgiyle.

 

 

Baykaldı H.
14.11.2005

Sevgili büyüklerim ve arkadaşlarım,

Çok şaşırdım çünkü benden daha asabileri de varmış. Aslında benimkisi asabilik değil, çocukluğumdan bana miras kalan haksızlığa tahammül edememe. Bu tabi ki pek çok Çerkes’in kanında var. Önce Kafkasya’dan bahsetmem gerekecek. Abhazya haricinde bütün Kuzey Kafkasya’yı dolaştım, insanlarını tanıdım, iyi kötü pedagojiyi de bilirim, sosyolojiden de anlarım biraz. Demek istediğim şey şu; Kafkasya’ya gitmeden önce kalbi ora için atan biri gittiğinde, orayı görmek istediği gibi gördüğü için hayal kırıklığıyla geri dönmekteler. Tabi orası hakkında pek çok olumsuz cümleler sarf etmekteler.

Gerçeği söylemek gerekirse, oranın insanlarının oranın şartlarına göre buradakilerden daha saf ve temiz olduğunu anlayabilirsiniz. Onların 70 yıl boyunca yaşadıkları çileden sonra, kapitalizmin kucağında birden kendilerini bulmaları elbetteki bazı olumsuzluklara yol açmıştır. Bir de buradan giden vurguncular eklenince batağa daha fazla saplandılar. Merak ediyorum, acaba onların yerinde biz olsaydık, onların neresine yetişirdik. Her şeyi bulunduğu şartlara göre değerlendirmek gerekir. Ben oradaki akrabalarımdan gördüğüm yakınlığı inanın buradakilerden görmedim. Her şeyiyle, Kabardey, Çeçenistan, Dağıstan, Adigey, Osetya burnumda tütüyor. Tek isteğim ölmeden orayı bir kez daha görebilmek ve hatta yerleşebilmek.

Ancak dönüşü savunanlar şunu da iyi bilmeli ki buranında bazı şartları var onları da göz önünde bulundurmak lazım. Kafkas insanının hakkında kötü şeyler konuşulmasına asla izin vermem, önce aynaya bak derim. Tabi ayna geniş perspektifli düşünülecek. Bazı arkadaşların bu konudaki hassasiyetlerini de normal karşılamalıyız. Çünkü orayı görmeden, tanımadan afaki konuşan çok. Sayın Tsey Madina Maykop’tan Antalya Yelemeli Makbula Kaplan’a selamlar, saygılar.


Sevgili Ömer Meryemko,

Taşıdığınız endişeler konusunda çok haklısınız. Ancak bazen misafirlik çok uzun süreli olabiliyor. Bu dünyada da misafiriz biliyorsunuz. Ama öbür taraf içinde yıllarca hazırlık yapıyoruz. Buranın bizim herkesten daha fazla vatanımız olduğunu kimse inkar edemez. Dönüş gerçekleştiğinde elbette sorunlar bitmiyor, tam tersine sorunlar büyüyerek başlıyor. Çoğumuz gururla buranın vatanımız olduğunu söylüyoruz. Aksini söyleyenlere şaşarım zaten. Kimsenin nerede, nasıl hangi şartla da öleceğini sadece yüce yaradan bilir. Yaşadığınız topraklara sarılmak çok güzel. Zaten dışlayamazsın hepimiz pek çok bağlarla bağlandık buraya. Her terör örgütünde pek çok Çerkes sempatizan var, yalnız var diye de Çerkesleri o tarafta göstermekte yanlış. Hiç bir zaman hiçbir ülkeye ihanet etmedik. Çünkü bizler geminin içinde olduğumuzu biliyoruz. Münferit olaylar yüzünden kimse bize o yaftayı da vuramaz.

Sayın a.e,

Siteye gösterdiğiniz ilgi güzel ama biraz bulanık suda balık avlamaya kalkışıyorsunuz bazen. Türkiye’de her şeyi hemen biran önce olmasını istiyorsunuz. Türkiye’nin bulunduğu şartlar dolayısıyla pek çok şeye izin verilmiyor. Bunları da şartlara göre değerlendirmek lazım. Ama siz yinede bizlere fazla akıl vermeyin. Tepki alırsınız.

Sayın Hatice Ünal,

Sizin tepkilerinizi de anlıyorum, sitede ne kadar çok önyargılı ve bana göre yanlış fikirli insanların olduğunu ama farklı yere gitmekte bir şey değiştirmiyor. Ki, zaten diğer sitelere de sürekli katılıyoruz.

Sayın Musost,

Yazılar içinde en büyük tepkiyi de size gösteriyorum. Kullandığınız kelimeler bir bayana karşı çok çirkin. Çerkesliği umurunda olmayan insanların böyle ortamlarda işi yoktur diye düşünüyorum. Tabi Çerkes olup ilgilenenlerden bahsediyorum. Şu listeyi verseniz de bizde bilsek iyi olur kanaatindeyim.

Sayın Elif hanım,

Sizin yazılarınızda oldukça kırıcı olmuş. Kiminle kimi kıyasladığınıza bakılırsa fazla söze gerek olmasa gerek. Başka siteler önermenin ihanetle ne ilgisi var anlayamadım. Tam tersine bir yere bağlı kalmadan daha farklı görüşteki insanlarla da bazı konuları tartışmak daha yararlı olur kanaatindeyim. Kimse bu siteye tapulanmadı sanırım. Ayrıca Hatice hanımın sandığınız zararları, buraya yazı yazan pek çok kişinin zararları karşısında çok masum kalır. Eleştirileriniz çok ağır. Biraz daha sakin kafayla yazmanız dileğiyle.

Saygılar.

 

 

Elif
14.11.2005

Maf,

Herkesin bir sabır sınırı var. Benimkisi de buraya kadardı. Ne olduğunu, ne yapmaya çalıştığını bildiğiniz, emin olduğunuz insana hakaretler, suçlamalar, iftiralar, kovmalar daha aklınıza ne gelirse bütün negatif davranışları sergileyenlere siz nasıl tepki verirdiniz?

Başka siteye gitmek tabi ki ihanet değil ama gidiş şekli çok önemli. İnsanları başka bir tarafa yönlendirmek; giderken de o ana dek bulunduğunuz yeri karalamak hangi doğruyu içeriyor? Siteyi hepimiz yeri gelince eleştiriyoruz ama şu var ki, size tolerans tanınmıyor ve sizin doğrularınızla örtüşmüyor diye hakareti ve gammazlanmayı hak etmiyorlar.

Ve ben çok bunaldım, bir süre yazmak istemiyorum.

Hepinize sevgiler.

 

 

Kopsirgen Orhan
14.11.2005

Saygıdeğer Elif;

Şimdiye kadar fırsat bulup sizin yazılarınıza cevap yazmamıştım. Geçen gün Qabardey isimli bir zat yazı yazdı. Abhazya’yı, Adigey'i, Kabardey'i iyice karaladı. Ona bir cevap yazdım. Bu cevaba karşılık, sayın Azmi Berberoğlu bir yazı yazdı. Zorunlu hissettim cevap yazdım. Saygıdeğer dedik olmadı, sevgideğer dedik olmadı. Sevgili kardeşimizin ne istediğini ne düşündüğünü anlamış değilim. Ama, kesinlikle dönüşçü olmadığını gayet iyi anlıyorum. Ona ve diğer Berberoğlu'na bir yazı hazırlıyorum. Hem çok şiddetli Kafkasyalı gözüken, bir yerde Kafkasya’yı öven, hatta dönüşü destekler gibi gözüküp köstekleyen; hatta dönüş denildiğinde tüyleri ürperen bazı hemşehriler gördük. Sayın Berberoğlu sanırım bu gruptan.

Biz dönüşçü düşünceyi savunanlar yazdıklarımızın arkasındayız ve BİZİM YÜREĞİMİZ ELBRUZ KADAR YÜKSEK ve SEVGİ DOLUDUR. PSIJ KADAR UZUN ve DAYANAKLIDIR. HİÇ BİR IRKA ve ULUSA DÜŞMANLIĞIMIZ YOKTUR. TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞI OLMAKTAN GURUR ve KIVANÇ DUYARIZ. GEREKİRSE BU ÜLKEYE CANIMIZI FEDA EDERİZ Ama sayımız az da olsa, dilimizi, örf ve adetlerimizi yaşatmak ve dilendiğinde Anavatan KAFKASYA’ya göç etmek hakkına sahip olduğumuzu ve böyle bir düşüncenin ve düşünce gereklerinin yerine getirilmesi halinde doğduğumuz ülke ve ülke halkına bir zarar getirmeyeceğini, bilakis Kafkasya ve Kafkas halklarının BÜYÜK TÜRKİYE için; SEVGİ, SAYGI,İYLİK ve GÜZELLİKLER İÇERSİNDE AVRASYA ve TÜM DÜNYA HALKLARININ YAŞAM DÜZEYLERİNİN HIZLA YÜKSELECEĞİ İSTEM ve DUYGUSU VARDIR. BİZ KAFKASLILAR; İYİLİK-GÜZELLİKTEN, SEVGİDEN, SAYGIDAN YANAYIZ... (Parantez bilgi: Bu görüş salt benim görüşümdür. Halkımın böyle düşündüğü, düşüncesiyle böyle yazdım. Benden başka kimseyi bağlamaz.) Değerli kardeşimiz Berberoğlu, her yazdığımızı hakaret dolu buldu.

Daha ne yazayım bilemiyorum. Değerli hemşehrimiz Berberoğlu; MAYKOP'lu TSEY MADİNA’ya ne cevap verecek bekliyorum.

Değerli hemşehrim Elif bacım,

Düşüncelerine ve kalemine ve de her şeyden önce size esenlikler diliyorum.

Değerli Kardeşim;

Yazınıza cevap vermeden önce haddim olmayarak bir kaç soru yöneltsem cevap verir misiniz? Peşinen belirteyim; cevap verseniz de vermezseniz de sizi düşünce ve duygularınızla baş başa bırakıyor ve tekrar sevgi ve saygılar sunuyorum.

Sorularım;
1) Köyünüz
2) Köyünüz de yaşayan sülaleler (şehir ya da kasabalara göç edenler ve köyde kalanlar ayrı ayrı belirtilirse daha iyi olur).
3) Üye listesinde sizin sülale adınızı KOZBA olarak okudum.KOZBAlar Abaza'dır. Hem Abhazya’da ve hem de Karaçay Çerkessk Cumhuriyeti’nde yaşayan Kozbalar vardır.
4) Eğer gerçekten siz Kozba iseniz atalarınız Abhazya’dan mı, yoksa Karaçay Çerkessk Cumhuriyetinden mi göç etti?
5) Dil biliyor musunuz ? Abazaca ya da diğer Kafkas dillerinden birini?
6) Evli misiniz ? Evli iseniz eşiniz Kafkasyalı mı? Dil biliyor mu?
7) Yazılarınızın tamamını okumuş değilim beni bağışlayın ama okuyacağım. Siz Kafkasya’ya hiç gittiniz mi? Gittiniz ise izlenimlerinizi açıklar mısınız?
8) Parantez bilgi: Kafkas Abhazya Kültür Derneği Başkanı İLHAN KOZBA benim çok iyi tanıdığım bir kişidir. Sizleri ondan sordum. Telefon konuşması yaptığınızı belirtti ve Kuşha (Asetin) kökenli olduğunuzu söyledi, doğru mudur? Sakın yanlış anlaşılmasın Kuşhalar da yani Osetler de Kafkasyalıdır. Ağabeyimin eşi de Asetin’dir. Benim köyümde en azından şu anda 6 Asetin gelini var.

Sevgi ve Saygıdeğer Kardeşim;

Belki sorma gereğini duyarsın diye yukarıda yazılı olan soruları ben kendim için cevaplandırıyorum.
1) Benim köyümün Üst başlık altında Çerkesce yani Abazaca adı LO KIT’dir. (Loların köyü 1859 yılında Karaçay Çerkessk Cumhuriyeti’nden göç etmiştir. Şu anda köyümde 35 hane vardır. Benim yaşımda olanların hepsi (benim doğum tarihim 1948) gayet iyi bir şekilde Abazaca konuşabilmektedir. Ancak bu gün itibariyle Abazaca konuşanların sayısı oldukça azalmaya başlamıştır. Benim köyüm de değil on yıl; beş yıl sonra herhalde Abazaca konuşan kalmayacaktır. Benim köyümden şu anda üç aile Abhazya’ya göç etmiştir. Bu göç edenlerin hepsi de yaşamlarından memnundur.
2) Şu anda köyümde yaşayan mevcut sülaleler: KOKA-MUKA -(MUKBA)-GONA-CKOTAN-AYSAN-NIR-APSA-NEPŞ-VAZ-HAŞSA-AJİ-KAM-KIK-HAPAT-ÇAGO-KOPSİRGEN
3) Benim sülale adım KOPSİRGEN’dir. Atalarım 1859 yılında Kafkasya-Karaçay-Çerkessk’ten göç etmişlerdir. Sülale damgamız vardır.
4) Türkiye’de ve Abhazya da ve Karaçay Çerkessk Cumhuriyeti’nde tanıdığım bir çok Kozba vardır. Bir daha tekrarlayım. Türkiye Abhaz Derneği Başkanı İlhan Kozba ile
27.09.2005 ve 06.10.2005 tarihlerinde Kutlama Günü’nde Abhazya da idik.
5) Ben Abazaca dilini öğünmek olmasın gayet iyi biliyorum. Okuyup yazıyorum ve tercüme de yapıyorum.
6) Evliyim. Eşim Kabardey. Onun içinde övünmüş olmayalım. Mükemmel Kabardeyce bilir. En azından konferans verebilecek durumda ve de Karaçay Çerkessk Cumhuriyeti’nde bu özelliğini de göstermiştir.
7) Ben 1968 yılından itibaren Kafkasya ile yazışmaya başladım. 1990 yılından itibaren de her sene Kafkasya’ya bir kaç kez giden bir kişiyim. Abhazya savaşını adım adım izlemiş ve o acı günleri yaşamış bir kişiyim.
8) Kozba İlhan'ın (Kıymet) verdiği bilgiler doğrultusunda kendinizi ortaya koyun ve ondan sonra yazalım.

Sevgi ve Saygıdeğer Kardeşim;

Biz Kafkasyalıların bir özelliği şudur: ELBRUZ DAĞI KADAR KALBİMİZ YÜKSEK ve BÜYÜK SEVGİ ve SAYGI DOLU, KUBAN NEHRİ KADAR UZUN TANRI’NIN YARATTIĞI KULLARININ SEVGİSİ NEDENİYLE...

Değerli Kardeşim,

Benim gibi açık yürekli ol düşünce ve davranış dilekleriyle sevgi ve saygılar sunuyorum.

 

 

Ömer Meryomko
15.11.2005

Sayın Baykaldı H....

Öncelikle fikirlerime saygı duyduğunuz için teşekkür ederim…

Ancak yanıtınızda demişsiniz ki: Biz hiçbir zaman hiçbir ülkeye ihanet etmedik. Evet bu konuda haklı olabilirsiniz ancak ben ''yaptıklarımız, yapacaklarımızın garantisidir'' sözüne kesinlikle inanmıyorum.

Tüm arkadaşlardan özür dileyerek ve fikri kesinlikle bu yönde olmayanları tenzih ederek söylüyorum ki, okuduğum birtakım yazılardan endişe duyuyorum.

Çerkes milliyetçiliği yapmanın hiç bir anlamı yok. Gururla söylüyorum ki, ben de bir Çerkes’im ancak bazı yazılardan anladığım şu; biz yeryüzündeki en üstün ırkız. Hayır böyle bir şey yok. Maalesef öncelikle biz vatanına sahip çıkamayan insanlarız.

Her Çeçen direnişi haberini aldığımda kızarıp bozarıyorum. Unutmayalım ki, bizim 1864’ten önceki nüfusumuz şu an Çeçenistan’da yaşayan Çeçen nüfusundan daha fazlaydı. Onlar hala orada biz ise kolay olanı seçmişiz ve ben tek bir şeye bağlıyorum; Allah inancının yavaş yavaş yitip tükenmesi.

Sıcak yatağımıza uzanıp ''acaba yarın ne yapsam'' diye düşünüyoruz. Sevgili Baykaldı H. sadece utanıyorum, sadece utanıyorum…

 

 

Azmi Berberoğlu
15.11.2005

Sayın Kop-Or,

Sizi cevaplandırıp cevaplandırmamak arasında bir hayli düşündüm, anlatımlarınız çok iyi niyetli. Ancak belki de farkında bile değilsiniz, satır aralarına serpiştirdiğiniz sözler insanları incitici ve emin olun sizin gibi sürekli sevgi dolu bir insana pek yakışmıyor.

Sakince okursanız ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksınız. Örnek: Bir önceki yazınızda cümleye; dönüş taraftarı gibi görünen ama öyle olmayan, Kafkasya ile ilgili pekte olumlu şeyler yapmayan, dönüş karşıtları olduğunu (neredeyse onları bir hain gibi suçlayarak) ve sonrasında sizin kanaatinize göre benimde onlardan olabileceğimi belirtiyorsunuz.

Şimdi:
1) Elinizde benim dönüşe karşı olduğuma ilişkin herhangi bir delil var mı?
CEVAP: YOK
2) Benim dönüş konusuna karşı olduğumu beyan ettiğim, burada veya başka bir ortamda herhangi bir yazım, makalem vb var mı?
CEVAP: YOK
3) Beni yakından veya uzaktan tanıyor musunuz?
CEVAP: HAYIR

Bütün bunların arasına da DEĞERLİ KARDEŞİM KOZBA veya SEVGİLİ KARDEŞİM KOZBA ibareleri koyduğunuz için yazınızda bana hakaret etmemiş olacaksınız... Olmaz...

Size belirtmiştim; kendi yazılarınızdaki eleştirdiğiniz ismin yerine, kendi adınızı koyup tekrar okuyun, yazdıklarınızın nerelere gittiğini daha iyi görebilirsiniz.

Bazen insanlar tartışma ile KAVGA etmeyi karıştırıyorlar.

Sizin bunu rahatlıkla kavrayabilecek olgunlukta olduğunuza inanıyorum.

Öte yandan benim yazılı olarak deklare ettiğim, şahsıma ilişkin bilgileri sorguluyorsunuz. Anlayamadım nedendir. Merakinizi gidereyim, bilgilerim CC’de kayıtlı, halen Almanya’da yaşıyor ve Köln Üniversitesi’nde (FHK) DOKTORA çalışması yapıyorum. BEŞ çocuk babasıyım. İlk oğlum GIDA Mühendisi, diğerleri okuyorlar. Abhazca öğrenmeye çalışıyorum, bu konuda yardımcı olabilirseniz çok da memnun olurum.

Sayın İlhan KIYMET'le Ahmet KUŞHAN isimli bir ALAN arkadaşım vasıtasıyla telefonda tanıştım (A. Kuşhan evlilik vasıtasıyla akrabamızdır). Başkaca ortak tanıdıklarımızda vardır; örneğin sayın Dr. Batıray ÖZBEK gibi.

Ancak bunların hiçbirisi yaptığım eleştirinin haklı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Dilerim bir küçük kardeşinizden gelen bu yapıcı eletirleri dikkate alır, gereksiz diyaloglara izin vermezsiniz.

Bakın sevgili ORHAN ağabeyim, (benden 7 yaş büyük olduğunuz için size böyle hitap ediyorum.)

Yazılarımı bir kez daha ve dikkatlice okuyun, eminim ki, yazdıklarımın burada yazışan insanların birbirlerine daha saygılı ve kırıcı olmamaları adına yazılmış ve son derece yapıcı açıklamalar olduğunu göreceksiniz.

Ben Rusya'ya birkaç kez gittim ancak KAFKASYA’YA henüz özel bir seyahatim olmadı, planımızda ailece 2006 yılında bir-iki haftalık bir gezi yapmak var (ABHAZYA'ya).

Sayın Medina TSEY arkadaşımızın benden hemen sonra yazdığı yazıyı defalarca okudum, ancak benim yazımla hiç ilişkili değil (soruları da bana sorulmuş olamaz).

Saygılarımla.

Not: Siz çok gittiğiniz için bilirsiniz diye soruyorum.. OTOMOBİL ile gitmeyi tavsiye eder misiniz?

 

 

Necdet Hatam
16.11.2005

Değerli Arkadaşlar,

Anavatana dönüş düşüncesinin bende, ulusal bilinçlenme ile eş zamanlı olduğunu söyleyebilirim. Yani lise yıllarımdan beri hep dönüşü düşündüm, dönüşü yaşadım, dönüşü yaşıyorum. Buna karşın önceleri bu sayfaya yazmaya çok sıcak bakmadım… Forum yazılarını izlemeye başladığımda ilk yazı biraz eskimiş, konu da bana göre öyle yanlış bir noktadan başlatılmıştı ki… Dönüş hakkında, dönüş politikası hakkında belki hiçbir şey okumamış genç arkadaşlarımız Anavatana dönüşü o kadar rahat mahkum ediyorlar ki; ne yazayım, ne söyleyeyim deyip acı ile gülümsüyor es geçiyordum. Derken Anavatana Dönüş’ü destekleyen arkadaşlardan yanıtlar geldi. Ancak ben bu yanıtlara karşın sayın Yılmaz Berberoğlu’un kerameti kendinden menkul yargılarını doğru sanmaya başlamasından korktum ve yazmaya karar verdim. Yazının hemen her cümlesi eleştirilebilecekken kimi bölümleri görmezden geldim. Yine de bir hayli uzun yazmak zorunda kaldım. Özür diler okuma sabrını gösterenlere teşekkür ederim.

Dilerseniz, önce yöntem üzerinde duralım biraz:

Belirli bir düşünce eleştirilecekse eleştiriye temel olması gereken, çıkış noktası yapılması gereken şey o düşünce savunucularının söylemleri, yazıları olmalı. Eleştiriyi yapan kişinin eleştirdiği kişilerin söylediklerini, yazdıklarını, yaptıklarını değil de, kendi ürettiği söylemleri temel olarak almasının, nesnellikle, doğrulukla, gerçekçilikle… Bağdaştırılabileceğini sanmıyorum.

Çıkarımlar, sanıya, öznel görüşe değil, mutlaka bilgiye, bilgi, belgeye dayanmalı, gerektiğinde de bilgi kaynakları gösterilebilmelidir.

Karşılaştırmalar benzer konularda, aynı ölçü birimleri ile ve bilinen anlamları ile yapılmalıdır. Kullanılan terimler, bilimsel anlamları ile kullanılmalıdır. Örneğin ağırlık ölçü birimi olarak grama tüm dünyanın verdiği anlamın verilmesi nasıl bir zorunluluk ise, asimilasyon, anadili kullanma özgürlüğü, etnisite, ulus vb terimler de bilimin anlayıp anlattığı gibi algılanmalı kendimize özgü anlamlar verilmemelidir..

Sorunun çözümü konusunda sorumluluk duyuluyorsa, benimsenmeyen görüşler, sadece eleştirilmekle kalınmamalı, çözüm önerileri de sunulmalıdır.

Sosyolojik olayların kişilere, kişilerin dünya görüşlerine göre, algılama düzeylerine göre, farklı algılanabileceği hep göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin “nerede olursan ol, ne yaparsan yap, nasıl sahip olursan ol, ama mutlaka paralı ol“ gibi bir yaklaşımı dünya görüşü olarak seçmiş birine, anadilin güzelliği, korunması geliştirilmesi gerektiğinin anlatılamayacağının bilincinde olunmalıdır ya da dini inancının gereklerini terine getirmeyi yaşamın amacı olarak seçmiş (günlük yaşamında, dinin gereklerine de bir pay ayırma gibi dindarlık değil demek istediğim) birine, ulusal-kültürel değerleri koruyup geliştirmenin önemi, bunun için özveride bulunmanın gerekliliğinin anlatılamayacağı bilinmelidir, gibi daha sayılabilecek bir çok şey.

Şimdi bu görüşler ışığında, sayın Yılmaz Berberoğlu’nun yazısını değerlendirmeye başlayalım:

“DÖNMEK YA DA DÖNMEMEK... İŞTE BÜTÜN MESELEMİZ?” denmiş yeni sayfa açılmış. Benim aklıma ilk gelen soru şu: Dönmek ya da Dönmemek diasporadaki her Çerkes’in meselesi olabilir mi? Hepimiz bunu her Çerkes’in meselesi olmadığını, olamayacağını biliriz. Kültürünün yok oluşunun rahatsızlığını duymayan, ulusal kültürel değerlerini yaşatmak geliştirmek gibi bir kaygısı olmayan, var olduğuna var olması gerektiğine inanmayan (ki, çevrenizde yığınla bulabilirsiniz) Çerkes’in meselesi olamaz dönmek ya da dönmemek. Çünkü dönüş; ulusal kültürel değerleri koruyup, geliştirmenin gerekliliğine inananlar için geliştirilmiş bir çözüm önerisidir. Yani bunu tartışabilmek için önce diasporadaki yok oluşun bir entegrasyon değil bir asimilasyon olduğunun bilincinde olacaksınız.

Ülkedeki hakim unsurun değerlerini benimsemenin, entegrasyon olarak adlandırılabilesi için, değerleri yok olan halka da değerlerini koruma ve geliştirme hak ve olanaklarının sağlanmış olduğunu kanıtlayacaksınız. Sizin de verdiğiniz vergilerden oluşan bütçeden sadece hakim unsurun dil ve kültürünün geliştirildiğinin, kendi paranızla asimile edildiğinizin bilincinde olacaksınız. En önemlisi de bu yok oluşa dur deme isteğiniz olacak, bunun için kimi özverilerde bulunmaya hazır olacaksınız. Kısaca inancınız olacak.

Terimleri bilimsel anlamları ile kullanamadığı olgular, gerçekçi boyutları ile görülmediği sürece, girişilecek tartışma sonuçsuz kalmaktan öteye gidemeyecek, sadece sayın Yılmaz Berberoğlu ve benzerlerini rahatlatma aracı olabilecektir, düşüncesini taşıyorum.

“Nedense bazı kardeşlerimiz Çerkeslerin ve Çerkesliğin kurtuluşunu geri dönüşte aramakta ve bunu gerekçelendirirken" anavatanda yaşamanın, Çerkesleri asimilasyondan korumanın en etkin yolu olacağını vurgulamaktalar. Herkesin kendi görüşü olacaktır. Doğaldır. Saygı duyuyorum. Ancak katılmıyorum.”

Elbette ki bu görüşlere katılmama hakkınız var sayın Berberoğlu. Ancak bir çok arkadaşın belirttiği gibi, kendinizce “asimilasyonu önlemenin en etkin yolunu” da göstermeliydiniz. Bunu yapmıyorsunuz. Katılmadığınız görüşleri sadece eleştirerek puan toplama yöntemi çok eskidi bilesiniz.

“Evet bizler önce burada asimilasyon üzerinde durmak istiyorum. Almanya'da, öğrencilik yıllarımda çokça tartıştığımız konulardan biriydi: ‘Asimilasyon mu Entegrasyon mu?’ Sanırım bazılarımızın da karıştırdığı kavramlar bunlar. İçinde yaşadığı topluma uyum sağlamakla o toplum içinde erimek-kimliğini kaybetmek aynı şeyler midir?” Elbette değildir. Ancak bize göre bir başka toplum içinde erimeyi uyumla karıştıran sizsiniz gibi geliyor bize. Hangimizin yaklaşımı daha doğru? Dilerseniz bu terimlerin anlamını biraz arayın, hayır derseniz birlikte ararız.

“Çerkeslerin Türkiye Cumhuriyeti ile ne zaman sorunları olmuştur? Çerkesler Türkiye Cumhuriyeti için ne zaman sorun olmuştur ? Yorum sizlerin.” Dilini kültürünü korumak, geliştirmek kısaca asimilasyonu geciktirmek adına örgütsel düzeyde hiçbir şey istemeyen bir toplumun devletle ne sorunu olabilir? Buna karşın Türkiye Cumhuriyeti’nin Çerkeslerle sorunu olduğu dönemler olmuştur. Kurtuluş Savaşı sonrası Manyas ve Gönen çevresi Çerkes köylerinin sürgünü buna bir örnektir. Hem Çerkeslerin kültürel varlıklarını koruyup geliştirme hak ve olanakları konusunda devletten bir şey istememeleri, bu sorunlarının çözüldüğü anlamına mı gelir?

“Öte yandan; atalarımız bu ülkeye turistik gezi yapmaya gelmediler.’’ Girişte, tartışmaya söylenmemişleri söylenmiş gibi temel almanın yanlışlığını söylemiştik. Atalarımızın bu ülkeye turistik gezi için geldiğini iddia eden, bizim bilmediğimiz bir görüş mü var ki, bunu söylemek gereği duyuyorsunuz?

‘’Biz yenilmiş, ancak teslim olmamış bir avuç insanların torunlarıyız.” İzninizle buraya zulüm gören bir başka halka uygun gördüğünüz ve sizin de katıldığınız Çerkes olmayan birinin değerlendirmesini de alayım: ‘Bir, Saddam zulmünden kaçıp Türk sınırına yığılan Kürtlere’, bir de ‘Rus askerlerine sarılıp kendini uçurumdan atan’ Çerkes kadın ve çocuklarına bakın. (Son ifade bir İngiliz büyükelçisinin kitabında mevcuttur, yani yazar ne Türk ne de Çerkes'tir.)”

Anladığım kadarı ile siz demek istiyorsunuz ki sayın Berberoğlu; “zulümden kaçanlar Çerkes ise Osmanlı sınırlarına yığılmaları teslim olmamak için seçtikleri onurlu bir yol. Binlerce yıllık vatanların terk etmelerinin nedeni özgürlüğe olan tutkuları” ama zulümden kaçanlar Kürtler ise “Türk sınırına yığılmalarının nedeni yüreksiz oluşları” çifte standardın bu kadarına bilmem ne demeli?

“Kafkaslarda şu an ‘tarihi bir şans eseri’ özgürlükler vardır. İnsanların ölmeleri herhalde hoş karşılanamaz ama ‘Bedelsiz Kazanılan Değerlerin Değeri Olamaz!’ ” diyebiliyorsunuz gayet rahatlıkla. Bence sizi bu kadar keskin konuşturan cehaletinizdir.

Sayın Berberoğlu: Sadece Koşhable’den ulusalcı oldukları için bir gecede götürülüp geri gelmeyenlerin sayısı tam 270 kişidir (iki yüz yetmiş) ve bugün politika, bilim, dil, kültür alanındaki başarılı insanlarımızın, öğünebileceğimiz bütün değerlerimizi (siz diasporadakilerin dahil) koruyan geliştiren insanların en az % 70’i, yetim büyümüş, hayatlarının bir döneminde otlarla, ağaç kabukları ile beslenmek durumunda kalmışlardır.

Dilerseniz bir de üretim yönünden; örneğin derlenip, geleceğe miras bırakılan söylence sayısı, anadilde yazılan şiir yayımlanan kitap sayısı, bestelenen eser sayısı, bunları geliştiren grup sayısı vb. konularda sayıları ancak yüz binlerle ifade edilen “bedel ödememiş”lerle, kimilerine göre yedi milyonu (!) bulan Türkiye diasporasını bir karşılaştıralım ya da daha yenilerde vatan savunmasında Abhazya için her şeylerini vermeye hazır olan, veren anavatan insanı ile masa başında, sanal ortamda vatan kurtaran, anavatandakilere yol yöntem öneren; ancak, geçin bir maaş tutarını vermeyi, elbise eskilerini verirken bile elleri titreyen diasporadakileri bir karşılaştırın. Alacağınız sonuçlardan sonra, bilmem yine böyle üst perdeden konuşabilir miydiniz?

Hadi bir de spekülasyon yapalım: Anavatan kesimi bugüne kadar hiçbir bedel ödemedilerse bile, siz ve sizin gibilerin “tu-kaka” olarak tanımladığınız anavatanda bugünlerde de yaşama bedelini ödemiyorlar mı? Anavatanı sadece uzaktan seven, sizlerin küçümseyen sözlerini okumaya, dinlemeye katlanmıyorlar mı?

Bu konuda daha çok şey söylenebilir ama özetle bilinmesi gereken; diasporada ulusal kültürel hak kazanımı mücadelesinde bir üyesi ölüm cezası alan ya da zindanlarda çürütülen tek bir aile gösterilemezken, anavatanda böyle bir bedel ödememiş tek bir ailenin olmadığıdır.

Gerçekten de “bedelsiz kazanılan değerlerin değeri olmaz” ama üzücü olan, 140 yılı aşkın diaspora yaşamında, var olmak için ciddi hiçbir bedel ödememiş olanların, anavatanın bugünlere, her gün bedel ödenerek getirtildiğini görememeleridir.

”Unutmayalım, Ruslar düzenli Çerkes ordularını yenmediler. Organize olmamış doğru dürüst devlet kültürü olmayan, ancak gerilla savaşı verebilen bir avuç insanı yendiler. Acı da olsa gerçek bu. Amacım kendi değerlerimi küçümsemek değil, yanlış anlaşılmasın ama olmayan şeylerle avunmayı da anlamlı bulmuyorum.” Kusura kalmayın ama burada Rusları mı yoksa Çerkesleri mi küçümsediğinizi anlayamadım.

”Atalarımızın sürüldükleri topraklar bir çok insanımız için ‘çok uzak bir anı’ olmaktan öteye gidiyor mu?” Atalarının sürüldükleri topraklar “çok uzak bir anı” olanlar için emin olun “bir zamanlar Çerkes oldukları” çok daha uzak bir anıdır. Lütfen rahatsız olmasınlar. Yukarıda belirttiğim gibi çağrımız onlara değildir, “ben varım, var olmalıyım” diyenleredir…

“Yahudi lobilerinin varlığını bilmeyenimiz var mı? Biz neden aynı mantığı uygulamayalım? Önemli olan bulunulan yerlerde değerli insanlar yetiştirmek, söz sahibi olmaktır. Ben lobilerin varlığını biliyorum, bilmeyen olduğunu da sanmıyorum. Ancak siz; anavatanına dudak büken, bugüne kadar evi bekleyen kardeşlerini küçümseyen, anavatanı ile ilgilenmeyen, imkanı olduğu halde anavatanını gezmeye gitmeyen, vatandaşı olabilme fırsatını elinin sırtı ile iten, bulunduğu ülkelerde politikaya karışmamaya özen gösteren, yüzünü anavatana dönünce sadece politika konuşan, hariçten gazel okuyan başka diaspora biliyor musunuz? Hem bu lobilerin olabilmesi için, lobisi olduğu merkezlerin de güçlü olması, yeterli nüfuslarının olması gerekmez mi? Avrupa’daki Türklerin arkasında sizce Türkiye Cumhuriyeti’nin desteği yok mu?

“Bilgi insanoğlunun en büyük silahıdır. Biz bilgili insanlar oldukça hiç bir şey bizi yok edemez, müsterih olalım.” Çok doğru. Ben de bu yargınıza yürekten katıldığım için müsterihim zaten. Biliyorum ki, siz bile bilgisizce kalem oynattığınız konular hakkında yeterince bilgi sahibi olduğunuzda belki anavatana dönmeyecek ama "Anavatanda yaşamanın, Çerkesleri asimilasyondan korumanın en etkin yolu olacağını” vurgulamaya başlayacaksınız.

“Öte yandan, 70 Milyon'luk, ayrıca tarihten gelen kökleriyle de bir dünya devletinin vatandaşı olmak kime ne kaybettirir?” Burada da dönüşçülerin hiç düşünmediği bir şeyi onların görüşü imiş gibi sundunuz, elbetteki ayıp ettiniz. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlığını dönüşçüler olarak önemsemesek gece gündüz çifte vatandaşlık sağlanması çabasını sürdürür müyüz?

Platformlara, sitelere sizleri kızdırmak pahasına “bizce, iki komşu ve büyük ülkenin temel politikalarına ters politika seçerek değil, iki komşu ve büyük ülke arasında dostluk köprüsü olabildiğimiz; ekonomik, ticari, kültürel ilişkilerini geliştirmelerine katkıda bulunabildiğimiz ölçüde ulusal kültürel değerlerimizi koruyabileceğimizi, geliştirebileceğimizi, anavatanımızla sağlıklı ilişkiler kurabileceğimizi, isteyenlerin dönebileceğini, dönenlerin daha rahat edeceğini, diasporadakilerin bir görevinin de anavatandaki kardeşlerine, dönüş yapan kardeşlerine zarar vermemek olduğunu görmek, görmek isteyen göz için çok zor olmasa gerek.” içerikli yazılar yazar mıyız? Ancak bu konu sizin için çok önemli ise eğer her yıl, şimdilik anavatana yerleşme kararındaki çok az sayıdaki Çerkes’i bir kenara bırakıp, başka ülkelere bu arada Amerika’ya, Rusya Federasyonu’na yerleşen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Türklere propaganda yapmanız gerekiyor. Bunu yapmayacak olsanız bile çok akıllıca sandığınız bu yaklaşımı sürdürürseniz, “150 milyonluk, ayrıca tarihten gelen kökleri ile bir dünya devletinin vatandaşı olmak daha çok şey kazandırabilir” yanıtını alabilirsiniz.

“Ben kendimi kültürel olarak "Çerkes" etnik olarak "Türk" hissediyorum.1864 bana ne denli hüzün veriyorsa, Çanakkale ya da 26 Ağustos’ta o denli gururlandırıyor...Ve kimse kızmasın ama ay-yıldızlı bayrak bana yerküre üzerindeki her şeyden daha değerli geliyor.” Değerli kardeşim, ilk cümlenizi bir dil sürçmesi olarak değerlendiriyorum. Yoksa kişinin annesini kendisinin seçemediği gibi, etnik konumunu da kendisinin seçemediğini bilemeyecek kadar konunun cahili olmazsınız. Ancak kişi kendini, kültürel olarak bir başka halktan sayabilir. Bunu da normal karşıladığımızı sadece bu sitede çeşitli sayfalarda defalarca yazmış oldum. Ancak burada da dönüşü düşünenleri Türk düşmanıymış gibi gösterme çabanızı anlamak mümkün değil. Girişte söylediğim gibi eleştirilerinize, dönüşü savunan insanların yazılarını temel almanız gerekiyor.

”Bu arada, geçenlerde bir yazı okumuştum, kardeşimizin biri Çerkes kökenli olduğunu bir ay önce öğrenmiş. Bu insanı hangi anavatana götüreceksiniz, geç de olsa kültürel olarak farklı kimliğini öğrenmiş bu insanın bulunduğu toplumdan başka yerde rahat edebileceğini düşünebiliyor musunuz?’’ Böyle insanlara seslenmediğimizin altını bir kez daha çiziyorum. Dönüş için kişilerin kendileri istekli olmalıdır. Çok kolay olmadığı bilinmelidir. Anavatan için ulusal yaşam için, sizlerin görmezden gelebileceği kimi bedelleri ödemeye hazır olmalıdır. Anavatanda Türkiye yanlısı, Türkiye’de Rus yanlısı dahası Rus uşağı yaftalarına katlanabilmelidir, gibi…

“Son olarak; kültürel değerlerimizi yitirmemek elbette görevimiz olmalıdır.” Değerli kardeşim çağımızda neyi, nasıl yapacağınızı söylemediğiniz de söylediğiniz en güzel şeyin bile hiçbir önemli olmadığını dahası önerenin önerisinde samimi olmadığı anlamına geldiğini artık bilmeniz gerekmiyor mu?

”Ancak yaşadığımız ülkeye sahip çıkmalı, onun gücünün bizim gücümüz olduğunu da unutmamalıyız. Biz burada ne denli güçlü ve etkili olursak, Kafkaslar da yaşayan insanlarımıza o denli yararımız olacaktır.” İnanın yüzde yüz katıldığım bir görüş. Hem de anavatan tarafına da uyarlanabilecek doğru bir görüş. Yani anavatan olarak yaşadığımız ülkeye, yani Rusya Federasyonu’na sahip çıkmalı, onun gücünün bizim gücümüz olduğunu da unutmamalıyız. Burada ne kadar güçlü ve etkili olursak, diasporada yaşayan insanlarımıza o denli yararımız olacaktır. Örneğin yerel televizyonlarımız diasporadan izlenebilse fena mı olur?…

Saygı bizden efendim…

Yazışmaların hakaret içermemesi konusunda çok duyarlı olanlara, Azmi Berberoğlu kanalı ile birkaç sözüm var:

Değerli Kardeşim,

Duyarlılığınıza katılmamak mümkün değil. Ancak saygısızlığı, ahlak kurallarına uymamayı, sadece hakaret sözcükleri ile sınırlandırdığınızı görüyor ve bu anlayışı çok ilkel buluyorum. Uygar insanların onur anlayışı ile ilkel kalanların onur ve hakaret anlayışları epeyce farklılaşmıştır çağımızda. Örneğin sizce; birkaç dönüm tarlası işgal edildiği için kavga çıkaran, küfür eden, şansı kötüyse cinayet işleyen biri mi daha onurludur, her gün erozyonla giden vatan topraklarını korumak için erozyona karşı mücadele eden mi?

Çöplerini bahçesine döktüğü için komşusuna av tüfeği ile ateş açan biri mi daha cesurdur, onuruna düşkündür, tutuklanma tehlikesine karşın, işini gücünü bırakıp denizin kirletilmesine karşı çıkanlar, nehri kirleten fabrikatörlere karşı, kelle koltukta mücadele edenler mi?

Birine enayi demek mi daha büyük hakarettir, tüm toplumu enayi yerine koymak mı? Söylemediği, yazmadığı şeyleri bir kişiye mal etmek mi daha büyük hakarettir, yoksa görüşlerine katılmadığı için dönüş grubuna söylemedikleri, yazmadıkları görüşleri mal etmek mi?

Peki bugün beğenmese de ata toprağı diyebileceği ülkenin bekçiliğini yapanları küçümsemek, eleştirileri, söylenmemişlerin, yazılmamışların, kendi sanılarının, öznel görüşlerinin üzerinden yürütmek hangi ahlakın sınırları içindedir ya da hakaretler, tavırlar konusunda duyarlı arkadaşların bu kadar çarpıklığı görmemesinin ya da hiç uyarıda bulunmayışının sizce nedeni ne olabilir?

Katılımcımız Abrek-2’nin deyimi ile “hani merak ettim de?”

Saygılar.

 

 

Azmi Berberoğlu
16.11.2005

Sevgili Necdet HATAM,

Bazı heyecanlı yaklaşımlardan ve gereksiz (doğru olmayan) suçlama intibaı uyandıracak nitelemelerden kaçındığımız ölçüde tartışmalardan verim alınabilir.

Öte yandan OKUDUĞUNU anlamaktan daha önemlisi DOĞRU ANLAMAK
olmalıdır, aksi halde doğruları yanlış algılama ve sübjektif değerlendirmeler yapma olasılığınız artar.

Yazınızda DOĞRU ve YANLIŞları fazlaca iç içe geçirmiş ve bazı doğru olmayan tespitler ve buna dayalı olarak da haksız eleştiriler getirmişsiniz.

Sonuç olarak yazı kurgulamanız REAKSİYON temelinde gelişmiş ve başta kendi yazdığınız AKSİYONER olma isteminizle çelişen bir yazıya dönüşmüştür.

Kardeşim Yılmaz beyin yazısını cevaplamadan önce, benim kişisel olarak yazdıklarımı da okumuş olsaydınız, sanırım yazınızdaki bazı cümleler olamayacaktı. (24.06.2004)

Necdet bey;

Tartışmaların verimli olması adına saygılı olmak istemi bir kişinin SUBJEKTİF değerlendirmeleriyle sınırlandırılmaması gereken bir olgudur. İLKEL şeklinde niteleme yapmadan "savunduğum saygılı olmak, fikre karşı olmak, kişisel hakaret etmemek" kavramlarının neleri içerip içermediğini açıklamamı isteseydiniz, EMİNİM istemlerimin son derece ÇAĞDAŞ ve DEMOKRATİK talepler olduğu konusunda hemfikir olurduk.

Ben kişisel olarak DÖNÜŞe KARŞI değilim ve olmadım, ancak DÖNÜŞ olgusunun değişkenleri hakkında başlangıç açıklamaları yapılmıştır. BİLİMSEL yaklaşımlar DUYGUSAL yaklaşımlar gibi olamazlar; birey olarak kendi düşünce ve deklare ettiğim görüşlerimle bağlıyımdır.

Ben size HİKMETI KENDİNDEN MENKUL görüşler yazmışsınız diyerek saygısızlıkta etmeyeceğim. Gerçi siz onu bana hitaben söylemediniz, ancak SEVİYE seviyedir, korumakta yarar var.

Necdet bey,

Size kişi olarak kesinlikle karşı değilim ve zaman zaman Marje'de güzel yazılarınızı da okuyorum.

Hepimiz bilmek ve kabul etmek durumundayız ki, bizler insan OLARAK hata yapabiliriz, savunduğumuz FİKİRleri doğru zannederiz AMA DOĞRU olmayabilirler. Bu bağlamda; kişi olarak her zaman hatalı olabileceğimi, yanlışlar yapabileceğimi peşinen kabul ederim ve bu nedenle de başkalarından önce KENDİMİ ELEŞTİRMEKtir ilk yaptığım

Sevgi ve saygılarımla
.

 

 

a-e
16.11.2005

Sayın Azmi Berberoğlu,

Her ne kadarda nickle yazan arkadaşları bundan böyle ciddiye almayacağınızı deseniz de, bana hitap etmeseniz de hepimiz bilmek ve kabul etmek durumundayız ki, bizler insan OLARAK hata yapabiliriz, savunduğumuz FİKİRleri doğru zannederiz AMA DOĞRU olmayabilirler. Bu bağlamda; kişi olarak her zaman hatalı olabileceğimi, yanlışlar yapabileceğimi peşinen kabul ederim ve bu nedenle de başkalarından önce KENDİMİ ELEŞTİRMEKtir ilk yaptığım.

Söyleminizden yola çıkarak size bir kaç hatırlatmada bulunarak çelişkiye düştüğünü ileri sürdüğünüz değerli büyüğümüzden önce sizin çelişkilerinizi gösterme gereğini duyuyorum.

Kuşkusuz değerli büyüğümüz Necdet Hatam beyinde bu konuda söyleyecekleri olacaktır. Bazı heyecanlı yaklaşımlardan ve gereksiz (doğru olmayan) suçlama intibaı uyandıracak nitelemelerden kaçındığımız ölçüde tartışmalardan verim alınabilir. Bu tespitiniz doğrudur, fakat kendi tespitinize uyma konusunda sizde özenli olmalısınız. Siz bana yazdığınız cevapların bir çok yerinde beni ve halkımı durmadan hain, arkadan vuran, ihanet eden bir millet olarak lanse etmişsiniz. Bunları burada tekrarlamamın gereği yok. Çünkü hemen hemen bir çok yerde aynı sözleri tekrar etmişsiniz.

Bunun yanında Türkiye Türklerindir başlığı altında bana hitaben yazdığınız yazıda beni ırkçı ve fanatik bir kişilik diye tanımlamışsınız ve tamamen tartışmanın ötesinde kişiliğim üstüne yorum yapmış kişiliğime direk saldırmışsınız ve yazdığım yazılarda nerelerde ırkçı ve fanatik bir durum arz ettiğimi, neyin ırkçılığını ve fanatikliği içinde olduğumu belirtmemişsiniz. Üstelik o konu baslığı altında mensubu olduğunuz halka karşı bir çok hakaret varken beni olmayan şeylerle suçlama ilginçliğini göstermişsiniz.

Sizin bana yüklediğiniz ve kendinizde göremediğiniz bir kaç söyleminizi buraya aktarayım.

24.06.2004 00:13:04 tarihinde ve zaman diliminde demişsiniz ki;

’’Değerli arkadaşlar,

Burası bir FORUM. Ancak yazıları irdelerseniz hiçte öyle görünmüyor. Neden biz bir konu üzerinde sağlıklı bir biçimde tartışmak ve FİKRİ anlamda katkılarda bulunmak yerine yorum yazan kişinin KİŞİLİĞİ ile uğraşıyoruz.

Böyle bir tartışma mantığı olamaz. Her klavyenin başına geçen, her aklına geleni doğru ya da yanlış irdelemeden yazmak zorunda mıdır? Karşınızda tanımadığınız bir KİŞİLİK var ve siz kullandığınız incitici sözlerle birbirinizden uzaklaşıp, daha da kötüsü kırıp, kırılıyorsunuz. Herkesten ricam hiç kimseye hakaret etmeden, TARTIŞMA konusunda sağlayabilecekleri katkıyı sağlamalarıdır.’’

Evet neden siz bu konu başlığı altında yazdığım, öne sürdüğüm fikri değil de bir çok yerde olduğu gibi kişiliğim ile uğraşmayı tercih ettiniz?. Kişilikle uğraşan kişi ilk ben miyim yoksa siz misiniz?

Durmadan karşınızdaki halkı hainlikle suçlamanız hakaret değil midir acaba ya da ırkçılıkla fanatizmle suçlamak hakaret tanımları içine girmiyor mu size göre?

‘’Bakınız bu sütunlarda UYGUN olmayan üslup kullanıldığı için, bazı tartışma başlıkları, tartışmaya kapatılmak zorunda kalınıyor.’’ cümlesi de size ait. Şimdi bir bakalım kapatılan konuda sizin bunda payınız var mı yok mu?

- Gönül isterdi ki, bugün AVRUPA ve ABD tarafından asla ağza alınmayan GERÇEK SOYKIRIMIN hikayesini tartışalım. Ama bizim ABD ve AVRUPA'da dayılarımız yok.
- ARKADAN vuran ERMENİ
- EĞER TC Hıristiyan bir ülke olsaydı hiçbir şekilde bu ve benzeri suçlamaların muhatabı olmayacaktı. (Eski Yugoslavya ve Azerbaycan'da yaşananlar ve Batılıların gösterdiği tepkiler bunu en canlı delilleridir.
- RUSlar tarafından yapılan GERÇEK bir SOYKIRIMI pas geçilerek, zorlama senaryolarla TC’yi, SOYKIRIMCI gibi gösterme gayretleri İKİYÜZLÜ BATIlıların uydurma senaryolarından öte gitmemektedir
- Ermeni kardeşlerimizde (nedense daha DÜN'e kadar RUS egemenliğinde idiler) kendilerini kullandırmaktan vazgeçmelidirler.
- Türkiye CUMHURİYETİ'nin kurucularını, kuruluş sürecini yakinen okuyanlar, bilenler onun IRKçı, milliyetçi bir CUMHURIYET olmadığını rahatlıkla anlayabilirler. (Fransa'da KORSİKA'nın özerkliğinden, Korsikalıların insan haklarından söz edemezsiniz. DEMOKRASİ VARDIR.)
- Genel olarak bakıldığında insanlık arasındaki en yaygın hastalığın BİLGİ sahibi olmadan FİKİR sahibi olma seklinde tezahür ettiği söylenilmekte (özellikle azgelişmiş ülkelerde).

Ayrıca hepimizin iyi bilmesi gereken bir başka gerçeğin de TÜRKİYE CUMHURIYETİ devletinin dünyada fazla bir eşi ve benzeri olmadığıdır. Batı bugünkü büyüklüğe dahi tahammül edememektedir. Çünkü bu cumhuriyet eşi az görülür şekilde Halklar tarafından ortaklaşa kurulmuştur. (Türk-Kürt-Çerkes-Laz-Arap vs.)

Kapatılan konudaki katkılarınız ortada, ‘’bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olunmaz’’ demişsiniz. Daha düne kadar Rusların egemenliği altında dediğiniz yer bu gün özgürdür. Daha düne kadar değil de şu anda bile tam özgür olmayan kendi anavatanınızı düşünmeniz gerekmiyor mu ve tam özgürleşmesi için enerjinizi anavatanınıza kullanmanız gerekmiyor mu?

Irkçı ve milliyetçi bir yapıya sahip olmayan cumhuriyet olmayacağını bilmeyen bir eğitimci olarak adınıza üzüldüm ama ben sizi bilgilendireyim dilerseniz.

Halkların ortak olarak birlikte kurduğunu dediğiniz ülkemizde, sadece hangi halkın dili, kültürü, dini, tarihi daha çok gelişti? Mademki sizin deyiminizle bir ortaklık var mı? Hani nerde ortaklığın gerekleri? Bu konu başlığında dile getirdiğim ve sizin üzerinde durmayıp başka bir şekilde bana yüklenmeniz sayesinde yön değiştirmiş olan ‘’anadilde eğitim hakkı’’ ne zamandan beri konuşuluyor ve ortak kurulmuş ülkede bu yönetmelik ne zaman meclisten geçmiştir? Bunun doğru düzgün olmasa da zorluklarla dolu yönetmelikler içermesine rağmen geçmesine katkısı olan o çok suçladığınız Batılı devletler ve eğitimci olarak bulunduğunuz Almanya’nın payını inkar etmek doğru bir yaklaşım mı?

’’Çerkesler bulundukları ülkelerin mutluluğu için cansiperane çalışırlar’’ diyorsunuz. Oysa görünen o ki; siz bulunduğunuz ülkede (Almanya’da) bunu hiçte yapmıyorsunuz ve durmadan Batılı devletler deyip, ekmeğini yediğiniz yere hakaret ediyorsunuz. Bu ters bir durum değil mi sizce? Bu da bir nevi hakaret degil mi? Yine ırkçı olmadığını demokrat olduğunu savunduğunuz devletin kuruluşundan sonraki kurulan İstiklal Mahkemeleri’nde İstanbul, İzmir ve Ankara surecinde dört Ali denen mahkeme heyeti tarafından cezaya maruz kalan ve idam edilen Çerkes büyüklerini araştırmanızı ve nedenleri üstüne düşünmenizi tavsiye ederim.

O dönemlerde Çerkesleri sindirme operasyonunun nasıl başarılı olduğunu ve Çerkesler başta olmak üzere ortak kurulmada emeği geçmiş tüm halklara hangi dayatmaların yapıldığını tarihin yazılmış satır aralarında ve yazılmamış gizlenmiş tarihin tüm satırlarında görebilirsiniz.

Büyük harfle yan yana getirip vurguladığınız kelimelerde büyük harfin nerede, nasıl kullanıldığında; ne anlamlar yüklendiğini bir eğitimci olarak en başta sizin bilmeniz gerekir.

Ulus devletlerin kurulusunda iki esprinin söz konusu olduğunu birinin millet ve kan bağına dayanarak kurulduğunu diğerinin de toprak birliğine dayanarak kurulduğunu, buna örnek olarak T.C ve Almanya’yı diğerine örnek olarak da Amerika, İngiltere gibi ülkeleri görebilirsiniz ve Avrupa ülkeleriyle, T.C arasındaki azınlıklara tanınan haklar arasında kıyaslamalarda uçurumlar olduğunu gözlemleyebilirsiniz. Örneğin eğitimci olduğunuz Köln Üniversitesi’nde hangi kimliğinizi kullanabiliyorsunuz ve yaşadığınız ülkede vızır vızır her türlü diğer halkların medyalarına rastlıyor ve o ülkede yaşayan halklara tanınan haklardan yararlanıyorsunuz. Camileriyle, tv’leriyle, kültürel ve etnik kimlikleriyle Hıristiyan ülkelerde tüm imkanlardan yararlanan halkları düşünürsek olayları Hıristiyan, Müslüman ayrımına getirmenizdeki üslubunuzun ne kadar yanlış olduğunu kavrayabilirsiniz.

‘’Hasbelkader bir TV kanalı kurabildiğimizi düşünün, nasıl eleştiri alınacaktır kim bilir? Ancak bugün için doğru diye bizlere deklare edilen her şey Batılıların DOĞRUlarıdır. Onların DOĞRU diye sundukları gerekçelerle ÜLKELER işgal edilir, insanlar katledilir ama o özgür ve DEMOKRAT ülkeler tüm bunların, ya SEYİRCİLERİ ya da SUÇ ORTAKLARIDIRlar da’’ diyorsunuz. Başkaları sizi eleştirecek diye hiçbir şey yapmamayı düşünerek halkınızın onunu kapatmaya yönelik bu yorumda size ait bir şeyi yapıyorsanız başkaları şunu, bunu yapacak diye hiç uğraşmayın kendiniz için yapın derim. Bakarsınız maddi altyapı oluşabilir (ben şahsen ümitsizim). Ümidinizin olmadığını demişsiniz pandoranın kutusunda kalıpta insanlık tarafından asla bulunmayan umudu kastediyorsanız, umudunuzun olmadığını anlayabilirim ama sadece Türkiye’de beş milyonu aşkın bir halkın bir tv açamayacağı konusunda umutsuzsanız çok yanılıyorsunuz derim. Çünkü henüz halkların gücünün farkında değilsiniz. Bir halk istedi mi her şeyi başarır hele tv gibi basit bir şeyi bir halkın yapamayacağını düşünmek son derece yanlıştır.

’’Ayrıca sayın Ünal çok doğru bir tespitte bulunmuş, Türkiye’de yaşayıp, sonrada onu başka ülkelere gammazlayan birileri var ama bunların arasında ÇERKESler yok sanırım’’ demişsiniz. AB ve Çerkesler konusunda şimdi bende size sunu diyeyim. Hem Avrupa’da yaşayıp Avrupa’yı gammazlayanların başında kimler geliyor?

‘’ÜLKESİNE İHANET EDİP, ORDUSUNU ARKADAN HANÇERLEYENLERE KARŞI Ülkesini ve vatandaşlarını KORUMA refleksi olarak nitelemektir. Vatana İHANETİN cezası bütün dünyada ÖLÜM cezasıdır sayın a,e. Bu nedenle tarihi boyunca MAZLUMLARA kucak açmış bir devleti gerçekte olmamış bir olayla itham etmek bana akılcı gelmiyor. Ama AVRUPA güdümünde yazılan bir senaryoda ERMENİlerin kullanılması olarak görüyorum.
Bence POLEMİK yaratmak yerine KENDİ GERÇEK tarihinizle yüzleşmenizde yarar vardır.’’

Bu sözleriniz de mantık var mı sizce? Mantık varsa eğer ülkesinde devletine ihanet edip Osmanlı’ya karşı ayaklanan ve Kemalist hareketin yanında yer alan Çerkeslere ne diyebiliriz? Öyle ya Osmanlı’ya göre bir tek biz ihanetçi sayılmayız değil mi? Dönemin ileri gelenleri hangi devletin askerleriydi? Bir tarafta Anzavur diğer tarafta Ethem bey. Biri Osmanlı’yı diğeri Kemalist düşünceyi savunup birbirleriyle savaşmadılar mı? Şimdi biz bu durumda kime ihanetçi diyelim ya da savaştan sonra sürgün edilen, Çerkes köylerinin sürgün emirlerini verenlerin Çerkes büyükleri olduğunu düşünürsek; kimin, neye ihanet ettiğini diyebiliriz? Bana önerdiğiniz tarihinizi biraz araştırsanız ne iyi olur.

Ağzınıza geleni deyip her şekilde hain diye seslendiğinizde size karşı yazdığım düşüncelere cevap vermeden ben doğru adres değilim deyip kenara çekilen ve daha sonrada tartışmak isteyen ben değildim sanırım. İşimize geldiği gibi konuşup sonrada susarak bir kenara çekilip daha sonrada insanlara islerine gelmeyen sorulara cevap vermiyorlar diye yüklenmek dogru mu? Ben, bana sorulan her kelimeye cevap vermişimdir, acaba sizde verdiniz mi?

‘’Tartışma ve diyalogları ÇERKES adabına göre yapalım" demişsiniz yeni bir davet diyerek. Peki bu adaba daha sonra uydunuz mu? Kişiliğime hedef alarak, ‘’misafirliğini bil’’ derken ‘’karışma’’ derken ve de ‘’akıl verme’’ derken, siz adaba uydunuz mu peki?

’’Bir ULUS'un en önemli özelliklerinden birinin DİL birliği olduğu hepimizin malumudur’’ demişsiniz. Haklısınız. Peki yukarda size yazdığım konuyu araştırdınız mı? Bugün dil kursu açmanız mümkün müdür bu yönetmeliklerle? Gördüğünüz gibi hiçbir üniversitede Çerkesce dil eğitimi verilmediğini bildiğiniz bir ülkede bunun nedenlerini düşünmek ve çabalamak gibi gayretlerden uzak sadece dil kursu açalım demekle bir şeylerin olmayacağını görmeniz gerekmiyor mu?

Daha da uzatabilecek yazımı burada şimdilik noktalıyorum. Şunu demem gerekirse bazen söylemlerimizin tam tersi durumlar içinde bulunabiliriz ve bizi bu haldeyken yakalayanları da sevmeyiz ve bende bu sitedeki üç binin üzerindeki üyenin içinde sanırım tek Ermeni’yim ve bir başıma burada eğer sizi karıştıracağımı ya da üzerinizde oyunlar oynayacağımı düşünüyorsanız size tek diyeceğim: Bir tek kişinin bunu başarıp da sizin başaramadıklarınızı görünce, ben değil siz düşünün. Benim burada ne kimseyi bir yere, bir oyuna, bir karmaşıklığa çekme gibi hedefim olmadı, olmazda. Sadece fikirlerimi dışınızdan biri olarak söylerim. İnsanları düşündürür mü düşündürmez mi o karşımdakilerin bilecekleri iştir. Ben kendi tarihsel görevimi yerine getiren bir insanın vicdani rahatlığıyla mutlu olurum ve bana burada yapılan suçlamalarla da yıkılmam.

Çerkesler anavatanlarını gerçekten seviyorlarsa vatanlarına sahip çıkmasını da bilmeliler ve bulundukları ülkelerde o ülkenin çıkarlarından daha çok kendi çıkarlarını gözeterek gelişmeli, güçlü olmalı her yönüyle gelişmeli, değerlerini korumalı ki, daha yeni yeni özgürleşen anavatanlarına faydaları olsun. Dağılmışlıklarını bir araya getirsin ve vatanlarına yerleşmenin koşullarını oluştursun.

Beş milyonu aşkın Çerkes’in Türkiye’de yaşadığını düşünürsek bu ülkede yaşayan ve kendi dilini kültürünü koruyamamış, bunun için çaba vermemiş ve durmadan ‘’eriyoruz, bitiyoruz, asimile ediyoruz’’ diye serzenişte bulunan toplumun anavatana faydası olabilir mi? Bence yok. Ölüsünü izleyen hiçbir gözün vücuduna hayrı olmaz. Eridiğini, dilinden, kültüründen her an uzaklaştığını diyen dil, anavatanda lal olur.

Bulunduğu yerde kendisini korumasını bilmeyen de anavatanda toplanamaz.

Anavatanınızı seviyorsanız önce bulunduğunuz her yerde tüm kurumlarınızla kaybettiklerinize kavuşun. Yüzde 20’lere inmiş anadilde konuşmayı yüzde 90’lara çıkarmanın yolları bulunmalı ve tüm kültürel etkinliklerine kavuşmuş bir halk olarak sizleri bekleyen size kucak açmaya hazır anavatanınıza gidin.

Sevgilisinden koparken gidenin; sevgilisine dönerken, yıkılmış, bitmiş, erimiş, değişmiş, hüzünlerle dolmuş, yılların vermiş olduğu ağırlığın altında ezilerek dönmüş hali sevgiliyi her zaman üzecektir.

Sevgili dediğim anavatan kollarını açmış sizleri kucaklamak istiyorken, sizin bu halde ona dönmeniz haksızlık olur. En güzel duygularınızı giyinin üstünüze ve en güzel şarkıları götürün yüreğinizde vatanınıza derim ben.

Tüm dünyaya dağılmışsınız, tüm iklimleri yaşamışsınız, tüm renkleri tanımışınız. Belki de hiç bir halk sizler kadar bilemez bu dünyanın diğerleri tarafından bilinmeyenlerini. Öyle ise her ülkeden bir güzellik götürün anavatanınıza hasretliğin armağanı olarak acıların sevinci olarak.

Her topraktan bir çiçek sunmak zor mudur? Anamız, bacımız, sevgilimiz, kardeşimiz her şeyimiz olan kendi öz topraklarımıza, bence çokta zor değil. Her el bir çiçekle gidebilir anavatana. Her yürek sevebilir daha önce olmadığı kadar çok anavatanı.

SEVGİLER

 

 

Talebe
17.11.2005

Selamlar,

Necdet ağabeyin yazdıklarına katılıyorum, "a-e"nin aramızda olmasına seviniyorum, kimilerinin ulusal sorunumuz üzerine pek de samimice kafa yormadıklarını hissediyorum...

Ama samimi olanlarımızın: Dönüşçü ve ya Kalışçı, "şu"cu ve ya "bu"cu herkesin yapabileceği bir şeyler olduğuna inanıyorum. Bu nedenle üslup konusunda duyarlıyım? Her konuda konuşmanın, herkese bir cevap yazmanın ise gereksiz olduğuna inanıyorum.

Adını ne koyarsanız koyun; sorun "ulusal sorun". Bu sorun'un çözümü için bir ulusal kurtuluş hareketi gerekiyor. Örgütlenme biçimi, mücadele yöntemleri vs. her şey tartışılabilir ama böyle bir ulusal kurtuluş hareketinin önderliksiz, örgütsüz; plansız-programsız yürütülemeyeceği tartışılmaz!

Dernekler, yapıları gereği böyle bir role soyunamazlar. Daha net ve ya homojen, kararlı, hızlı düşünüp hızlı karar alabilen ve uygulayan, kendini koruyabilen cesur bir önderliğe ve "Manifesto"ya ihtiyaç var. Enerjimizi boş yere harcamayalım ve fazla da zaman kaybetmeyelim!

Necdet Abi, bunların gerekli olduğunu eminim sen de biliyorsun? Daha açık söyleyeyim: Bir lidere, liderliğe ihtiyacımız var. Yap çağrını: Yalnızca Dönüşçülere! Nasıl örgütlenmemiz gerektiğini tartışalım ve nasıl daha kitlesel dönüşlerin örgütlenebileceğini... Gerisi boş!

Saygılarımla.

Takma ad kullananları kafalarını takanlara:

Kendi öznel koşullarınızdan yola çıkıp kimi değerlendirmeler yapıyorsunuz. Yapmayın! Güzellik yarışması değil bu. İsimlerin veya resimlerin hele su aşamada o kadar önemi yok. Meksika'daki Zapatista Hareketinin İkinci Komutanı Marcos'a neden gerçek kimliğini ve yüzünü sakladığını soran gazeteciye verdiği cevap üzerine kafa yorun biraz :"Dünya bizi daha iyi görsün diye!..."

Sevgiler, saygılar.

 

 

Kaya Şenvar
17.11.2005

Takma ad kullananları kafasına takmış birisi olarak;

Meksika'daki Zapatista hareketinin başındaki adam Marcos'a sormuşlar ve cevap vermiş... Çok güzel...

Ne alaka Marcos'a sorulan soru ve takma isim kullanması?  Eşleştirdiğiniz kişi veya olaylarla hiç alakası yok. Bu platform, köken olarak birlikte olanların platformu. Dolayısıyla birbirimize açık, net samimi ve gerçekçi olmak gerekmez mi?

Siz samimi değil misiniz ya da aynı kökenden değil miyiz? Gerçek isminizle yazsanız iyi olmaz mı? Daha iyi tanışmış olmaz mıyız?

Daha ileri boyutlarda sorunlarımıza çare bulmaz mıyız? En azından kim olduğunuzu/olduğumu bilmek güzel değil mi? Sizin deyiminizle Takma adı kafaya taktım evet.

Gerçek isminizi, adresinizi verin yazalım, konuşalım, tartışalım, paylaşalım, birlikte çare bulalım. Kimsiniz?

Ben kim miyim?

Kaya Şenvar / Ankara (BAJ)

 

Necdet Hatam
18.11.2005

Sevgili Azmi,

Dönüşe karşı olmamanız sevindirici. Ancak gerçekten halkımız için bir şeyler yapmak istiyorsak; kendimizi, halkımızın psikolojisini iyi anlamamız gerekiyor. Şimdi bulamadım ama ilkel düşünce yapısının kötülük anlamına gelmediğini, onun da kendine özgü bir yapı olduğunu çok güzel anlatan bir kitap okumuştum. Bulduğumda sizlerle paylaşacağım.

Ama ondan önce çok net olarak söyleyebileceğim halk olarak ilkel düşünce yapısını hala koruduğumuzdur. Tek tek kişiler olarak değil, toplum düşünce yapısı olarak. Bu nasıl olabilir demeyin. İnsanlarımız başka gruplarla olduklarında hayranlık uyandıracak kadar çağdaş, başarılı. Öyle olmasa partilerde, şirketlerde politik olaylarda, içinde bulunduğu ortamda lider konumunda bu kadar insanımız olabilir mi?

Ancak aynı arkadaşları derneklerimiz çatısı altında bir görün. Genel müdürü olduğu şirkette herhangi bir konuda gelen öneriye ilk sorusu "evet güzel ama bunu nasıl ne zaman hangi para ile ve nereden gelecek bir para ile" diye soran Çerkes dernek çatısı altında şirkette sorduğu soruların hiçbirini yanıtlamadan önerilerde bulunabilir.

Daha güncel bir örnek vereyim:

Çerkeslerin Birliği diyoruz. Amaçları, dünya görüşleri, dilleri .... Farklı insanların salt aynı halktan oldukları için, birlik olabildikleri tarihte görülmüş mü ki salt Çerkes olduğumuz için birlik olabilelim? Bunun olabileceğini savunan arkadaşların özel yaşamına bakın birlik için düşünce birliğinin öncelikli, zorunlu, düşünce ve amaç birliğine dayalı olmayan birlikteliklerin uzun süreli olamayacağını söyleyeceklerdir size...

İlkel düşünce yapısına verilen örneklerden biridir çocukların, öğrencilerin davranışı. İyi not aldığında kendisi almıştır. Derslerden aldığı not zayıf ise elbetteki "öğretmen vermiştir". Peki tarihte başımıza gelenlerden hep birilerini, sadece birilerin, suçlu bulmak; halkımızın payını irdelememek, gelecek için neler yapılması konuları tartışılırken kendimizin yapacağı şeylerden çok başkalarının yapması gerekenlere öncelik vermek, şu sitede bile tartışmaların daha çok sonuç alınamayacak konularda sürmesi; somut, üretime yönelik sayfaların rağbet görmemesi, kendimize yapılan hakaret sözcüğü içeren hakareti görüp topluma yapılan hakaretin, hakaret olduğunun farkında olmamak, ilkel düşünce yapımızın sonucu değil de nedir?

Örneğin çeşitli platformlarda; bir süre, yazılan her konuda kendisini bir şeyler söylemek zorunda sanan bir arkadaşımızın ayrılma nöbeti tutuyor, yeni bir site kurduğunu buradaki arkadaşları oraya beklediğini yazıyor. Ama elbetteki herkesi değil "akıllı olanları mı", "aklı selim sahibi olanları" mı gibi bir çerçeve ile. Siz de bu arkadaşımızın bu sözlerinin bu site katılımcılarına hakaret olduğu uyarısı yapmıyor aksine; ‘’aman, zaman, ayrılmayın’’ anlamına sözler yazıyorsunuz.

Eminim ki, arkadaşımız eğer yazılarımızı okumayı sürdürüyorsa "ayrılma nöbeti" deyimini bizleri akıl selim sahibi olmamakla suçladığı sözlerden daha ağır bulacaktır. Dahası siteden birçok yandaş da bulacak tavırlarımı eleştiren de çıkacaktır.

Tüm bunlara benzer davranış özelliklerimiz olduğunu çok öncelerden yaşamış, farkında olmuştum. Ancak bunların ilkel düşünce yapısı ürünü olduğunu, böyle adlandırıldığının "Yaralı Bilinç- Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni" adlı kitabı okuduktan sonra farkında oldum. (Metis Yayınları. İranlı bir yazarın Daryus Shayegan'ın.) Felsefe bilgim benim de çok derin değil, kimi bölümlerini anlamakta çok zorlandım, kimi bölümlerini hiç anlayamadım. Ama anladığım bölümlerde bile sanki bizi anlatıyordu.

Sonuç olarak sevgili Azmi, yanıtınız benim yazdığıma yanıt olmadı bence... Siz tavrımı, üslubumu eleştirdiniz ama görüşlerimden hangisine katılıp hangisine katılmadığınızı söylemediniz. Örneğin; Yılmaz kardeşimiz anavatandakilerin bedel ödemeden bu günlere geldiğini iddia etti, ben öyle olmadığını ileri sürdüm. Sizin bu ve benzeri eleştirdiğim konularda ne düşündüğünüz hala bilinmiyor.

Sevgili a.e.,

İşimiz zor elbetteki. Ancak tartışarak, olabildiğince tartışarak sağlıklı sonuçlara varabileceğimiz inancındayım.

Sevgili Talebe,

Bu nick'e eskiden müstear isim derlerdi değil mi? Bence önemli olan içerik. Abrek-2 meraklı arkadaşımızın dediği gibi nick'i kimin hakaret ettiği bilinmesin amacı ile kullanmıyorsa kullanmasında bir mahzur yok gibi geliyor bana. Ama birlikte üretecek isek elbetteki yüz yüze geleceğimiz günler de gelecek. Evet üslup konusunda birbirimizi uyaralım elbetteki ama bu olayın özünü kaçırmamıza neden olmasın derim. Daha doğrusu önce yazıda savunulan düşünceye ilişkin görüşümüzü söyleyelim önce, söyleniş şeklini beğenmediysek o konudaki uyarıyı da ekleyelim derim...

Talebe ile ayrıntılı düşünce paylaşımı daha sonra. Söylediklerine bakılırsa pek yeni bir talebeye benzemiyor. Siz ne dersiniz?

Sevgilerimle..

 

 

Bülent Atçı
18.11.2005

Sayın katılımcılar,

Hepinizi öncelikle saygı ile selamlıyorum. Dönüş ve ya dönüşçüler konusu gerçekten ulusal sorunun çözümünün yegane anahtarı olduğu konusu su götürmez bir gerçektir.

Buna rağmen kimileri başkaca çözüm önerileri sunar durur yıllardır, aynı zamanda da "efendim ben dönüşe karşı değilim" de derler el insaf bu arkadaşlar samimi iseler her hangi bir yazılarında şunu neden yazmazlar
"Dönüşçüler ve dönenler bizim diasporada kalanların varlıklarının da teminatıdırlar".

Oysa biz dönüşcüler biliyoruz ki diasporanın tamamının dönenemeyeceğini biliyor iddea da etmiyoruz onları da yok sayamayacağımızı da her zaman söylüyoruz.

Diasporada çözüm arayan arkadaşlar sizin en büyük yanılgınız dönüşçüleri rakip olarak algılamanızdır. Oysa dönüş ve dönüşler diasporanın üretmiş olacağı çözümlerinde şemsiyesi olacaktır hiç şüpheniz olmasın.

Wuzınsheke.

 

 

Azmi Berberoğlu
18.11.2005

Sevgili HATAM,

Öncelikle sağduyulu olup, aklımızı duygularımızın önüne koyduğumuzda, çözümlenemeyecek SORUN olmadığına inanırım.

Neden TARTIŞMA ÜSLUBU üzerinde böylesine çok durduğumu EN IYİ sizin anlayabileceğini değerlendiriyorum. Zıra karşılıklı olarak birbirimizden ancak bu şekilde bir şeyler alabiliriz.

Siz yaptıklarınız itibariyle değerlendirildiğinizde AKSİYONER bir insansınız, üretip paylaşmak istiyorsunuz ve seçtiğiniz DİL konusu, bizim en önemli sorunlarımızdan. Bu nedenle sizi kutluyorum. Sayın B. ÖZBEK'te bu konuda epey mücadele veriyor.

Doğru bir tespit yapmışsınız ÇERKES'ler, bireysel olarak yaptıkları işlerde ÇOK başarılı olup her alanda önemli işler başarıyor. Ancak, İŞ ÖRGÜTLENİP derlenip toparlanma aşamasına geldiğinde maalesef aynı başarıyı göremiyoruz!

Bir tarafta eziklik hisseden İNSANlar genel olarak böyle oluyorlar. Ancak bu sorunu da zamanla aşabileceğimize olan inancım tamdır. (Tabii ki, organize olmak çok zor ve zahmetli bir İŞ'tir. Zaman, hoşgörü ve sürekli mücadele ister.)

Öte yandan hepimizin zaman zaman içerisine düştüğü önemli bir yanlışa işaret etmeliyim... Karşımızdaki insanların yazdıkları konudaki ANA FİKİR yerine, eleştirmek için kenardan köşeden bir şeyler çıkarıp, onlar üzerinden yorum yapıyoruz. Ve inanın çoğunluklada ANA fikre hiç değinmiyoruz bile.

Yılmaz beyin yazısındaki ANA FİKİR, diasporada yaşayan bizlerin (Tıpkı Yahudilerin yaptıkları gibi) birbirimize sarılıp EKONOMİK ve SOSYAL alanda güçlenerek, atavatanımıza bu şekilde bir destek sağlamak suretiyle mücadele verelim şeklinde özetlenebilir. Kısaca dönüp orada mücadele yerine bulunulan yerde güçlü olup, mücadeleyi buradan sürdürmek istiyor. Bir YÖNTEMdir, saygı duyarım, bu görüşe katılıp katılmamak ise ayrı bir şeydir.

Düzenli ordular karşısında mücadele verenleri ise yıllarca düşmanlarına KÖK söktürdükleri, ve asla teslim olmadıkları içinde onları övüyor. (Bundan gurur duyduğu da anlaşılıyor)
Sanırım en iyi açıklamayı kendisi yapar.

Bendenizin görüş ve düşünceleri ise son derece açık ve net.

Dönüş düşüncesine KARŞI değilim. Ancak koşullarının oluşması gereğine de inanıyorum. Sözgelimi, insanlar hangi IRK'tan olurlarsa olsunlar, yerleşmek için KENDİlerine ve AİLE bireylerine İNSANCA yaşam koşulları sağlayabilecekleri ortamlar aramakta ve oralara gitmektedirler. (Almanya, Fransa, İngiltere, USA vs.) Bunu tek koşul olarak da koymuyorum, tabii ki diğer unsurlarda önemli, ancak yaşam koşulları TÜM insanların istisnasız dikkat ettikleri bir realitedir. Sonuç olarak yapmamız gereken çok fazla ödevimiz olduğunu düşünüyorum.

Saygılarımla
.

 

 

Baykaldı H.
18.11.2005

Değerli arkadaşlar,

Bu konunun karşılıklı zıtlaşmalara dönmesini asla kabullenmiyorum. Yani birisi eline silahını almış bana ille de döneceksin diyor, ötekisi ise hayır dönmeyeceksin yoksa vururum diyor. Hangi güç bana dönmeye karar verdiysem durdurabilir veya hangi güç kalmaya karar verdiysem gönderebilir.

Boşuna kafa yormayalım bu konuya. Çünkü insanları hiç bir şeye zorlayamazsınız. Sadece gitsek iyi olur ya da kalsak daha iyi olur zihniyetinin dışına çıkamayız. Kim kimin gitmesine ya da kalmasına karışabilir söyler misiniz? Hadi gidelim diye çağrı yapanlara önce siz buyurun diyorum, sonrada kalalım burada yaşantımızı devam ettirelim diyenlere de o zaman asimilasyona karşı bir çare bulun diyorum. Şunu da ilave etmek istiyorum, dönüş yapanlara herkesin büyük bir saygı ve hayranlılık duyması gerekir. Çünkü işini, çevreni, arkadaşlarını, her şeyini bırakıp anavatanda olsa bilmediğin bir yere yerleşmek büyük bir cesaret ister. Bu yüzden sizi kutluyor bir gün umarım çoğumuza oralara yerleşme imkanı ve cesareti verir Allah.

Saygılar.

 

 

Talebe
18.11.2005

Selamlar,

Dönüş konusunu gündemde tutmaya devam edeyim. :-))

Ah az daha unutuyordum: Kaya'ya "Kaya", Elif'e "Elif" diye hitap ederken Necdet Hatam'a "Necdet ağabey" diye hitap etmem yanlış anlaşılmasın. Herkese saygım var ama arkadaşlar arasında, "yoldaşlar" arasında "siz"li "biz"li veya "bay"lı "bayan"lı konuşmalara gerek olmadığını düşünüyorum.

Kiminizden genç, kiminizden de yaşlıyım ama herkesin bana ismimle (takma ismimle :-) ) seslenmesi, saygısızlık yapmadıkça, beni sevindirir.

Necdet Hatam'a "Necdet ağabey" diyorum ama benden daha yaşlı veya genç olduğu için değil. Benden daha bilgili, deneyimli, düşüncesi ve pratiği ile daha tutarlı olduğu için! Tam da benim kafamdaki "Thamade" tanımına uygun bir insan olduğu için...

Bülent, kısa ama özlü ve doğru yazıyor: Dönmek istemeyenlerin de garantisi dönenler olacaktır. Aslında bu dönme kelimesini pek sevmiyorum ama... Hani özellikle Türkiye'deki sol gruplar arasında neredeyse "ihanetçi" anlamında kullanıldığı için! Belki de bu kelime dünyada ilk defa böylesi bir pozitif anlam yükleniyor. :-))

Necdet ağabey, bir önceki çağrımla bu kadar işinin arasında sana bir yük de ben yükledim herhalde. Kusura bakma. Çağrım aslında "dönüşçü"lere.

Her birimiz bir "manifesto" da veya "Yol Haritası”nda açılması gereken veya netleştirilmesi gereken (aslında bunların hiçbiri yeni şeyler değil biliyorum. Belki de onlarca yüzlerce kez konuşuldu, yazıldı-çizildi ama tüm bunlar bütünlüklü olarak bir araya getirildiğinde işlevi farklı olacaktır) başlıklardan birini üstlenelim, araştıralım ve yazıp burada tartışmaya açalım. Son şeklini verdikten sonra bizim "Yol Haritamız" olsun.

Sonra aynı şeyleri söyleyen insanlar olarak bir toplantı düzenleriz. Tanışır görev dağılımı yaparız. Dünyanın dört bir tarafına dağılır dağa-taşa, kurda-kuşa "Yol Haritamız”ı anlatırız. Kitapçık haline getirir en ücra köşelere ulaştırırız. Tüm ilgili kurum ve kuruluşlarla tek bir elden, tek bir yürekten ilişkiye gireriz...

Kafkasya'ya dönüş idealist insanların ama ancak böylesi organize bir gücün başarabileceği bir iştir. Ancak böylesi organize bir güç Kafkasya’nın olanaklarını, ihtiyaçlarını daha iyi görür ve dönüşü bu ihtiyaç ve olanaklar çerçevesinde örgütler. Ancak böylesi bir örgütlenme yapılacak yardımların optimal bir şekilde, en gerekli ve öncelikli alanlarda kullanılmasını sağlar. Kafkasya’nın ekonomik haritasını çıkarır, iş alanlarını ve gerekli insan profilini belirler. Gerekirse anavatanda gerekli yasal düzenlemelerin yapılması sağlar, ister. Bu şekilde olursa dönecek insanlar da, neye nereden başlayacağını bilemez duruma düşmezler, "hayal kırıklıkları" en aza indirgenir...

Biraz fazla mı hayal kuruyorum acaba?

Saygılarımla.

 

 

Yagerey
18.11.2005

Maf,

Bana göre sorun ve çözümü aşağıdaki şu cümlelerinizde yatıyor.

"Kafkasya'ya dönüş idealist insanların ama ancak böylesi organize bir gücün başarabileceği bir iştir. Ancak böylesi organize bir güç Kafkasya’nın olanaklarını, ihtiyaçlarını daha iyi görür ve dönüşü bu ihtiyaç ve olanaklar çerçevesinde örgütler.

Ancak böylesi bir örgütlenme yapılacak yardımların optimal bir şekilde, en gerekli ve öncelikli alanlarda kullanılmasını sağlar. Kafkasya’nın ekonomik haritasını çıkarır, iş alanlarını ve gerekli insan profilini belirler.

Gerekirse anavatanda gerekli yasal düzenlemelerin yapılması sağlar, ister. Bu şekilde olursa dönecek insanlar da, neye nereden başlayacağını bilemez duruma düşmezler, "hayal kırıklıkları" en aza indirgenir..."

Biraz fazla mı hayal kuruyorum acaba?

Bence kesinlikle hayal değil olması gerekenlerdir. Gerçekten büyük bir iletişimsizlik var. Kusura bakılmasın ama bu konuda sırf dernekler yeterli değil ve dünyanın emeği de harcansa yeterli olmayacaktır.

Önce Kafkasya'nın ihtiyaçları çok net tespit edilmeli, kimi ne bekliyor, kim ne yapabilir, kimlerin gitmesi oraya artı değer kazandırır bunları çok iyi cevaplamak lazım. Bunun içinde çok detaylı çalışabilecek bir ekip lazım.

Wupsou

 

 

Necdet Hatam
19.11.2005

Değerli Arkadaşlar,

Altmışlı yılların sonlarından beri anavatanla sıkı denebilecek ilişkilerim var. Doksan ikiden beri de Anavatanda yaşıyorum. Bir başka sayfada yeğenlerimin bile beni adımla çağırmalarını yadırgamadığı yazmıştım. Yani en genciniz de bana abisiz, seslenebilirsiniz.

Tüm eleştirilerinizi aynı ciddiyetle değerlendirdiğimi bilmenizi istiyorum. Ancak daha hızlı ve sağlıklı yol alabilmemiz için, diasporamızın yaptığı tüm hatalara kaynaklık eden bir anlayışı düzeltmemiz, bir eksikliği gidermemiz gerektiğini düşünüyorum.

Diasporanın durumunu iyi analiz edebilirseniz, yanlış anlayışın ne olduğunu siz de göreceksiniz: Çeşitli dernek çalışmalarına, çıkartılan dergilerde, internet sitelerinde, platformlarda yazılanlara bakıldığında görülen şu.

Zaman zaman Kafkasya'nın sözü edilse de çoğu yazının içeriği Kafkasyasız bir Kafkasya'nın amaçlandığı izlenimi veriyor. Dahası sorunun çözümünü anavatanda düşünenler bile politika üretirlerken, anavatandakiler ne der, bugünlere kadar vatan bekçiliğini yapanların politik yaklaşımı ne olabilir, bilgi ve deneyimlerimizi nasıl bir araya getirir halk yararına olan politikayı nasıl belirleriz gibi bir kaygı taşımıyorlar.

Hep verdiğim örnekle, sebep ne olursa olsun köyünden uzak düşmüş bir aile ferdinin, emekliliğinde bile dönmeyeceği köyündeki evinin düzenini, evde oturan kardeşine sormadan, onun görüşünü, olurunu almadan düzenlemeye kalkması gibi bir şey. Bu elbetteki önce ahlaki değil. İkinci olarak da başarı şansı hiç yok.

Ben bu yaklaşımın bilebildiğimiz ulusal siyasal hareketlerle, bizim siyasal hareketimizin hiç benzeşmediğinin farkında olunmamasına bağlıyorum. Örneğin bir Yahudi hareket, Kürt hareketi, Filistin hareketi...

Tüm bunlarda öncelik örgütlerdedir. Devlet kurmayı amaçlayan örgütlerdedir. Başarılı olan hareketlerde devleti kuran örgüt olduğu için devlet yetkililerini seçen de bu örgüttür. İsrail için bunu hemen örnekleyemeyeceksek de Kürt hareketinde çok açık olarak gördüğümüz gibi Irak'taki iki Kürt örgütünün liderlerinden biri Irak Cumhurbaşkanlığına, diğeri de Kürt bölgesi başkanlığına seçilmişlerdir. Ve bu bölgede daha çok uzun yıllar siyasal erk örgütlerin elinde olacaktır. Seçilecekleri, örgüt belirleyecektir.

Bizim öyle bir örgüt kurma şansımız da yok, bizim için böyle bir örgütün gerekliliği de yok. Dahası böyle bir amaçla kurulmuş örgütün başarı şansı da yok.

Biraz açalım. Bizim harekette, kimilerinin düşlediği anlamda örgüt kurulamadan Rusya Federasyonu üyesi Adige cumhuriyetlerimiz ve şimdilik tanınmamış olsa da Bağımsız Abhazya Cumhuriyeti'miz var. Kimileri muhtarlık da dese, kimileri belediye de dese, ya da olduğu gibi Rusya Federasyonu üyesi Cumhuriyetler oldukları kabul edilse de hazır örgütler.

Yasal olarak vergi toplayabilen, bu vergileri ulusal sorunların çözümünde kullanabilen, dahası kimi ulusal sorunların çözümünde Federasyonun yardımını alan örgütler. Hemen iki örnek vereyim.

İlk Dünya Adıghe Müzik Festivali'nin giderleri Federasyonca karşılanmıştır. Kosova Adıghelerinin anavatana getirilmesinde Federasyonun parasal ancak ondan daha önemli politik katkıları olmuştur. Dahası Federasyonun bu tavrı olmasaydı bu dönüş gerçekleşmezdi. Çerkesleri yurdundan eden Çarlık Rusya'sının bayrağını bayrak edinmiş, devlet armasını arma seçmiş Rusya Federasyonu Hükümeti konuyu gündemine almış sorunun çözümünü görüşmüş ve ilgili bakanlarını görevlendirmiştir.

Özetle söylemek istediğim var olan devlet yapılarımıza, ve devletlerimizin üyesi bulunduğu Rusya Federasyonu'na karşı hiçbir muhaceret örgütünün başarı şansının olmadığıdır.

Böyle yanlış bir anlayış mutlaka edinilmesi gerekli bilgilere de maalesef kulakları tıkamakta güzel gelişmelerden hiç haberdar olunmamakta ya da bu çok önemli gelişmeler yeterince önemsenmemektedir.

Bu konuda Abhazya konusu yeterli örnektir sanıyorum. Bana göre Diaspora Abazalarının sorunu o denli çözülmüştür ki Abaza dernekleri bile artık zorunlu değildir (dikkat gerekli değil demiyorum, zorunlu değildir diyorum). ya da derneklerin tek görevi, birincil görevi irtibat bürosu gibi çalışmak olmalıdır. Çünkü Abhazya Cumhuriyeti, diasporasının Abhazya'ya dönüşünü devlet politikası olarak benimsemiştir.

Nerede olursa olsun her Abaza'nın vatandaş saydığı yasayı parlamentosunda kabul etmiştir.

Birkaç yıldır faaliyet gösteren Devlet Dönüş vakfı kurmuştur. Abhazya'da maaş alan herkesin maaşının yüzde ikisi bu vakfın kasasına gitmektedir. Yarın öbür gün bu vergilerden pay ayırmaya, devlet bütçesinden pay ayırmaya gidecektir. Pratik ilerledikçe gerekli yasal düzenlemeler de yapılacaktır.

Şimdi sorarım size bu gelişmelerin yazıldığı sitede genç arkadaşlarımızın anavatanda yasal düzenlemeler yapmaktan söz etmesine gerek var mı. Olsa olsa bunlardan nasıl yararlanılacağı ve nasıl geliştirileceği tartışılabilir.

Sakın her Abaza'nın pılını pırtısını toplayıp hemen dönmesinin zorunlu olduğunu söylediğimi sanmayın. Kendi özelinde ne zaman döneceğini kendisi bilecektir. Ancak bu dönüş oluşuncaya kadar, eğer samimi ise bu programa mutlaka katkıda bulunmak zorundadır. Zaten bir Abaza eğer saygınlığını korumak istiyorsa bunu yapması gerektiğini, devlet politikasına katkıda bulunmadığı zaman devletin gözünde saygınlığını yitireceğini hemen kavrayacaktır.

Derneklerin zorunlu olmadığını söylemiştim. Buna takılanlar olmasın diye açıklayım. ABD bu yıl 55.000 kişiye oturma izni verecek, süresini tamamlayanlar vatandaş olacaklardır. ABD bu adayların hiçbirini dernekler aracılığı ile bulmamakta bunun için o ünlü STK’lara ihtiyaç duymamaktadır. Şartlarını belirlemekte Kanada örneğinde olduğu gibi başvuruları kendine göre değerlendirmekte uygun olanlara buyur demektedir.

Şimdi sorarım size Amerika vatandaşı olmayı düşleyen biri, yada Amerika'ya dönüşü sağlamayı amaç edindiğini söyleyen bir STK. ABD'nin Irak'taki uygulamalarını eleştirebilir mi? Eleştiren, yazan, çizen, ABD karşıtı eylemlere katılanların seçilme şansı olabilir mi? Elbetteki hayır.

Bunu bilebilmek için de çok bilgiye gerek olduğunu sanmıyorum. Bu sonuca ulaşmak için İç güdünün bile yeterli olduğu inancındayım. Bir ülke kendisine küfreden, ülkeyi karıştırma ihtimali olan birine niye oturma izni, vatandaşlık versin. İnanın tarihi haklılık bile bunu sağlamaya yetmez.

Daha anlatılacak epeyce şey var. Onları da sonraki yazılara bırakalım.

Ama sevgili talebe ve ilgilenenlere iki bin yıllarından beri en az üzerinde tartışılacak manifesto taslağının bulunduğunu, çeşitli platformlarda yayınlandığını, DÇB 2003 kongresinin de küçük değişikliklere bunu kabul ettiğini söyleyebilirim. İsteyenlere bu taslağın Adigey Adigecesini, İsteyenlere de KAbardey Adigecesini gönderebilirim. Yada biraz zaman alacak ama dilenirse Latin alfabesi ile de yayınlarız. Sitemizde bizlere yardımcı olur sanırım. Ne dersiniz?

Değerli Arkadaşlar, bakmayın arada birilerinizi üzdüğüme sizleri ve sitemizi çok seviyorum. Sizlerle geleceğe olan umudumun büyüdüğünü de bilmenizi istiyorum.

Kalın sağlıcakla...

 

 

Talebe
19.11.2005

Selamlar,

Cemal ağabeyim, herhalde kendimi tam ifade edemedim. Necdet Hatam'ı da sadece "gıyabında" tanıyorum ama yıllardır halkımız için mücadele ettiğini, anavatanımıza döndüğünü biliyorum. Yazılarını okuyorum. Bilgili, deneyimli, tutarlı... Bu nedenle ağabey (aslında ben Abi diyorum da, CC sürekli ağabey diye düzeltiyor:-) ) diye hitap ediyorum.

Tanıyayım tanımayayım, onun kadar bilgili, deneyimli ve tutarlı herkese aynı şekilde hitap ederim; hatta önlerinde saygıyla eğilirim. Allah’ın yarattığı hiçbir kula saygısızlık etmem, etmemeye çalışırım ama herkese "ağabey" diye hitap etmememi de mazur gör lütfen!

"Siz"li "biz"li konuşmaları pek sevmiyorum. Nasıl düşünüyorsam öyle konuşuyorum, nasıl konuşuyorsam da öyle yazıyorum. Bana "sen" diye hitap edilmesini isterim ama isteyene de "siz" diye hitap ederim. İnan kimseye saygısızlık etmek gibi bir düşüncem yok ama ben dönüş konusunu, bunu öncelikli bir sorun olarak görenlerle tartışmak istiyorum.

Bir önderliğimiz, örgütlenmemiz olmadıkça faaliyetlerimizin somut kazanımlar haline dönüşmesi, kalıcı olması mümkün değildir. Bu nedenle ortaya atılan tüm projeler gerçekte ikincil öneme sahipler. İyidirler, güzeldirler, insanların yaşamlarına bir renk katarlar ve belki yok olmayı geciktirirler ama hepsi o kadar!

Hepsinden önemlisi de bu tür projeler ve faaliyetler kişilere bağımlı projeler ve faaliyetlerdir. Bu kişilerin hevesleri biter veya şu-bu nedenle çekip giderlerse bu projeler de ortada kalırlar. Daha da kötüsü bu faaliyetlere katılan genç, samimi insanların hayal kırıklığına uğramalarına, küsüp gitmelerine neden olurlar.

Bilgilenme, deneyim kazanma öylesine zorlaştı ki, bir insanın kendi çabalarıyla doğruya ulaşabilmesi neredeyse mümkün değil. Halbuki kolektif bir beyin hepimiz için bu süreci hızlandıracak, yorulanların elinden tutup onları yeniden ayağa kaldıracak, tek tek dereleri birleştirip ırmağa dönüştürecektir.

Arayış içerisinde olan o kadar çok insan var ki ama kimse nereden başlayacağını bilmiyor?

Bize sakin derneklerimize sahip çıkın; gidin, gelin demeyin. Dernekler bir umut vermiyor!

Vatandaşlık hakkımızı bile bize doğru dürüst ulaştırmadılar. Hatta hala neden Çerkes Kültür Dernekleri vs. diye değil de Kafkas Kültür Dernekleri adı altında faaliyet gösterdiklerini bile anlamıyorum. Hiç mi yararları olmadı veya olmuyor? Oldu tabii, oluyor da! Ancak misyonlarını tamamladılar. Daha doğrusu gelinen aşama daha farklı örgütlenmeleri gerekli kılıyor. Derneklerimizin geleneksel yapısı, onların böyle bir dönüşümü göstermelerinin önünde bir engel.

Dönüş tüm anavatanı ve diasporayı kucaklayacak, her ikisine gereken önemi verecek, gücümüzü anavatanın gelişmesi ve güçlenmesi yönünde örgütleyecek bağımsız ayrı bir örgütlenme olarak ortaya çıkmalıdır. Anavatanın ihtiyaçlarını belirlemeli, planlı- programlı bir dönüşü örgütlemelidir.

Saygılarımla.

 

 

Talebe
20.11.2005

Selamlar,

Gecenin bir vakti yorgun argın işten eve geldim, bir şeyler atıştırdım ve PC'nin karşısına geçtim. Necdet ağabeyin, Batıray ağabeyin yazılarını ve dünkü yazımı tekrar okudum.

Kendimi bir KKK derneğindeymişim gibi hissettim. Hani kimi gençler "heyecanlı" çıkışlar yaparlar da daha deneyimli insanlarımız onları yatıştırmaya çalışırlar, daha soğukkanlı olmaya davet ederler ya...

Batıray ağabey, Almanya’nın Alman kökenlilerin Almanya'ya dönüşünü örgütlemesi; bunu nasıl yaptığı bize nasıl örnek olabilir ve ya biz bu örnekten nasıl yararlanabiliriz? Almanya gibi güçlü olmayı mı bekleyelim ve ya Almanya kadar olanaklara? Bu mümkün mü? Yok değilse biz bu örnekten nasıl yararlanabiliriz? Ne yapmalı?

Necdet ağabey, ABD'nin 45.000 göçmen kabul etmesi, bunun şartları ile bizim anavatanımıza dönüşümüz arasındaki paralellik nerede? ABD'ye göç etmek isteyenler oradaki daha iyi yaşam koşulları, iş olanakları peşinde koşan "umuda yolcular". ABD kapısına yığılan yüz binlerce göçmen adayından her yıl birkaç binine ülkeye giriş yapma, vatandaşlığa geçiş yapma izni veriyor. Bunu yaparken ince eleyip, sık dokuyor. Kendisine iş gücü olarak en yararlı olabilecekleri seçiyor. Tıpkı eskiden Afrika’nın bir köşesinden topladığı siyahi kölelerin ellerini ayaklarını, hatta dişlerini kontrol ettiği gibi her şeylerini didik ediyor bu göçmen adaylarının. Yetmedi, Afganistan'a, Irak'a vs.ye ABD vatandaşlığına layık olduğunu kanıtlaması için masum insanları öldürmeye gönderiyor. ABD Anayasası'na mutlak sadakati şart koşuyor. Böylece ülke içindeki politik dengeleri de kontrol altına alıyor.

Bizim anavatanımıza dönüşümüzle ABD'nin "Umuda Yolcular"ı arasında dağlar kadar fark var herhalde...Yoksa, anavatanımız da, ABD gibi, dönmek isteyenler arasında politik tercihlerine göre bir seçme-eleme mi yapmalı? ABD bu uygulaması ile kurulu düzenini korumaya çalışıyor, mümkünse muhalif olmasın istiyor. Biz de mi öyle yapalım yani? Bizden farklı düşünenlere anavatanımızda yer olmasın mı? Böyle bir vatan anavatan olabilir mi? Öyleyse insanlara dönün demenin, dönmeyenlere kızmanın ne anlamı var? Eğer böyleyse çağrıyı biraz düzeltmek lazım: "Diasporada yaşayan Çerkeslerden, anavatanımızdaki kurulu statükoyu benimseyenler, buna muhalif etmeyecek olanlar anavatanlarına dönebilirler" diye mesela... Peki bugünkü statükonun, izlenen politikaların bizim için en hayırlısı olduğuna kim karar veriyor? Elbette bugünün koşullarında buna anavatan karar verecek ve bizim böylesi siyasi karar alma süreçlerine bugün için katılmamız mümkün değil. Ancak farklı düşünenleri, farklı düşündükleri için anavatanlarına sokmayalım mı? ABD örneği biraz kafamı karıştırdı!

Doğru; bizim durumumuz ne Almanların, ne Yahudilerin ne de Filistinlilerin durumuna benziyor. Zaten oluşturulacak örgütleme de devletleşmeyi değil, anavatanı desteklemeyi ve güçlendirmeyi kendisine hedef almalı, dönüşü daha sağlıklı; planlı-programlı örgütlemeli.

Diaspora mı anavatan mı ikilemine düşmemeli. Dıştan gelebilecek tehlikelere karşı kayıtsız şartsız anavatanı savunmayı kendisine görev edinecek ama anavatanın bir irtibat bürosu veya konsolosluğu düzeyine indirgenmeyecek demokratik bir örgütlenme. Gerektiğinde anavatan üzerinde belli bir etkinliği olabilmeli. Diaspora anavatanımız için çok gerekli binlerce olanağa, insan kaynağına sahip. Bunların aktarılması, bilgi alışverişi vs. böylesi bir örgütlenme ile daha hızlı olur, bir çok olanağın çarçur edilmesinin önüne geçilir. Arayış içerisinde olan insanların önüne somut görevler koyar...

Saygılarımla ve iyi geceler. (Eğer hemen yatağa girmezsem yarın işyerinde uyuklayan bir şefleri olacak iş arkadaşlarımın. :-) )

 

 

Cemal Atik
21.11.2005

Sayın Talebe,

Derneğe gitmeyeceksiniz, dernekçiliği sorunun çözümü için uygun bulmayacaksınız.

Toplum içerisinde ne gibi bir yönlendirmeniz ve çalışmalarınız var bilmiyorum, sonrada klavyenin başında oturup herkese ahkam keseceksiniz!

Ohh ne güzel, bunu herkes yapıyor ve yapar da.

Şimdiye kadar ne yaptınız, ne ürettiniz, hangi soruna merhem oldunuz, hangi işin ucundan tuttunuz, hangi önemli olay ya da işte taşın altına el koydunuz? Bunlara cevap verir misiniz?

Sonra şu Çerkes derneği olsun isteğiniz var ya; buna bir anlamda katılıyorum. Çerkes değil, Adige derneği, Adige-Abhaz derneği desek ya da dense mesela...

Peki bu düşünce için ne yaptınız? Kiminle nerede, nasıl tartıştınız ve sonuca ulaştınız ya da sonuca ulaşabildiniz mi? Bu düşüncenizi ne kadar savunabildiniz?

Tabi kolay bu şekilde yazmak ve eleştiri yapmak. Kolay gelsin Talebe...

 

 

Talebe
21.11.2005

Sayın Atik,

Eleştirelin biraz ötesine geçen bir üslubunuz var. Belki de sizin çok önemli gördüğünüz bir konuda farklı düşündüğüm: Yani "takma ad" kullandığım içindir. Dostlar arasında olduğumuzu düşünüyorum, bu nedenle üslubunuzu pek kafaya takmamaya çalışacağım. (Zaten kızsam da bu sanal alemde kendi bilgisayarıma zarar vermekten başka bir şey yapamam. :-))

Ben daha yeniyim aranızda, öğrenmeye çalışıyorum. Bunu yaparken kendi inandıklarımı da söylüyorum. İnan ahkam kesmek gibi bir niyetim yok. Vazgeçemeyeceğim hiçbir düşüncem veya inancım yok. Yeter ki, birileri bunların yanlış olduğunu veya doğruları göstersin. En akıllının ben olmadığımı da biliyorum.

Ama kim olduğumun inan, hele şu aşamada, önemi yok. Arayış içerinde olan bir sürü insan var. Internet bize korkunç bir olanak sunmuş ve bu site... Bu olanaktan yararlanarak bizim için hayati öneme sahip konularda tartışmaya, görüş alış verişinde bulunmaya çalışıyorum.

Dönüş konusunda yoğunlaşıyorum. Çünkü bugün en acil sorunumuzun bu olduğuna inanıyorum. Bunun kadrolarının, örgütlerinin yaratılması gerekir diye düşünüyorum. Diğer her çalışmanın, önemlerini yadsımaksızın, bu eksende ele alınması gerekir diyorum. Çünkü dünyanın en iyi halk dansları ekibini de kursak mesela, eğer bu ekip gittiği; oyunlarımızı sergilediği yörelerde anavatanımızın propagandasını yapmaz, insanlarımızın yüzünü anavatana döndürmezse sorunumuzun çözümüne tam olarak hizmet edemeyecektir. Veya Dil Okulları açmak: Bunlar da yararlı çalışmalar olarak anılacak ama güdük kalacaklardır. Ulusal sorunumuzun çözümünün, her şeyin dönüşün ihtiyaçlarına göre şekillenmesinden geçtiğine inanıyorum ve bunu tartışıyorum. Bu düşünceye inanmamayayım mı bunu tartışmayayım mı?

Derneklerimizin yalnız dönüşçülere kapılarını açma gibi bir lüksleri olamaz. Bu onların misyonunu aşar. Varolmaya, çalışmalarına devam etsinler ama dönüş de kendisini örgütlesin diyorum.

Kişi olarak böylesi bir çalışmanın içerisinde yer almaya hazırım diyorum. Yok eğer böyle bir çalışmanın bugün gerekli olmadığını söylüyorsanız, sizinle de bu çerçevede tartışır, yanlış olan konularda düşüncelerimi veya inançlarımı değiştirir ama benim gibi düşünen insanları aramaya devam ederim. Bu niye yanlış olsun?

Dönüş düşüncesine inananlar 1980'lerin başında, derneklerin kurulmasına yeniden izin verildiğinde önemli bir fırsat yakalamışlardı. Ama bu fırsatı, o günün şartlarının da bunda bir rolü oldu, kaçırdılar. Tarihin tekerleği geriye dönmez. Bu nedenle, yeni oluşan şartlarda yeni oluşumları da gündeme getirmek gerekir diye düşünüyorum. Benim kendi olanaklarımla görebildiklerim bunlar. Göremediklerimi de sizden görmek istiyorum. En akıllı olanının ben olmadığımı da biliyorum. Önümü açacak insanların peşinden gitmeye hazırım. Elimi hangi taşın altına sokmam gerekiyorsa onun altına sokmaya da...

İnsanlar bir yerlere gidip oradaki faaliyetlere katılmadan önce o gittikleri yerleri gözlemlerler. Yapılanların en azından o günkü birikimlerine, inançlarına uygun olup olmadığına bakarlar. İkna olurlarsa katılırlar yok değilse katılmazlar. Bu anlamda derneklerimiz bugün için beni ikna etmiyor.

Derneklerimizin isimlerinden başka kafamı kurca yalan başka şeylerde var. Neden mesela insanlarımı bir çağrıyla isimlerini değiştirmeye, gerçek Çerkesce isimlerini almaya yönlendirmiyor? Neden tarih kitaplarından "Hain Çerkes Ethem" ibaresinin kaldırılması için, sonuç alıcı, bir kampanya açmıyor. Neden sorunlarımıza bu kadar pasif kalıyor?

Çeçenler Çerkes değildir, evet! Ama yıllarca bu insanlarla aynı mekanları paylaştık. Kuzey Kafkasyalıyız dedik. Aynı havayı soluduk. Savaş çıktı, bu defa Çeçenlerle aramızdaki farklara vurgu yapmaya başladık, onların ne kadar Çerkes olmadığına. Yanı başımızda, Çerkes olmasalar da Kuzey Kafkas halklarından biri ki, ben bu halkla mesela "Kuzey Kafkas Halkları Federasyonu" gibi bir çatı altında birlikte yasamak istiyorum, katlediliyor elimizden gelen sadece bu kadar mı? Savaşın çıkmaması için elimizden geleni yapmamız gerekirdi, doğru ama çıktıktan sonra yapılması gerekenler bu kadarla mı kalmalıydı? Hatta izlenen politikaların Çeçenlerle aramızdaki mesafeyi daha da açtığına, onarılması güç tahribatlar yaptığına inanıyorum. "Kuzey-Batı Kafkasya" veya "Adige-Abhaz" kavramları, doğru da olsalar zamanlama açısından yanlış bir dönemde öne çıkarıldılar. Tüm dünya birlik arayışı içerindeyken...

Saygılarımla.

 

 

Talebe
23.11.2005

Selamlar,

Biliyorsunuz, yine işten geldim, bir şeyler atıştırdım ve bilgisayarın karşısına geçtim. "Kavkaz", "Kafkas Vakfı" ve "kafder" gibi sitelere göz attım. Fredrich-Ebert Vakfının Gürcistan ile Kuzey Kafkas Cumhuriyetleri arasında arabuluculuğa soyunması ilginç.

Şimdi tekrar bizim sitemizdeyim!

Son mesajları okudum. Tsey Volkan, a-e arkadaşların yazılarını okumak uykusuz kalmaya değiyor.:-)

Elif'in olumlu mesajı moral veriyor… Ama üslup konusundaki duyarlılığım da devam ediyor!

Alıngan olduğum için değil, aslında biraz da alınganım, ama daha çok bir insanın ne söylediği kadar bunu nasıl söylediğinin de önemli olmasından. Üslubun, biçimin; "iç"in dışavurumu olmasından. Dünyanın en güzel, en doğru düşüncelerinin dahi bunu başkalarına anlatacak dillerde, hayata geçirecek ellerde son derece çirkinleşebileceklerine inandığımdan...

Hele hele insanı, insanları ilgilendiren konularda konuşuyorsak; bunların gelecekleri ile ilgili kafa yoruyorsak çok daha dikkatli olmamız gerektiğini düşündüğümden. Gelecekte kuracağımız toplumda insanlarla nasıl diyaloga gireceğimizin sırları bugünkü üslubumuzda yatıyor. Eğer bugün karsımızdakine "falan feşmekan teraneleri" ... dersek, yarın bizden farklı düşünen, bize sıkıntılarını veya dileklerini anlatmaya gelenlere de aynısını söyleyeceğizdir. Hele bir de "mevki" sahibiysek, yandım Allah!

Veya bizim için önemli olmayan bir şeyin bir başkası için önemli olabileceğini görmeyeceğiz, bunu anlayamayacağız. Herhangi bir konuda yapılanları eleştirenleri, önerilerde bulunanları dinlemeyecek; onun nerede yanlış yaptığını ona anlatmak ve onu ikna etmek yerine "ahkâm kesme" diyeceğiz...

Her neyse...

Kızmış, küsmüş falan değilim. Siteyi terletmeyeyse hiç niyetim yok.Yoksa sayın Cemal Atik'e kim ahkam kesecek?:-) Her köyde bir deli Dumrul'un olmasında yarar var.

Hepinize iyi geceler ve kalın sağlıcakla.

(Rüyanıza girerim inşallah:-))

 

 

Shalaxhue
23.11.2005

Sayın Talebe,

Dönüşün yeteri kadar olmasa da epeyce tartışıldığı ortada. Konu başlıklarına bir bakın kaç dönüşe dair başlık var ve ne kadar dolu dolu tartışıldığını göreceksiniz.

Eğer konuya dair somut teklifiniz varsa buyurun sizi dinleyelim. Sorunuz varsa Orhan ve Necdet beyler gibi sizi bilgilendirebilecek anavatanı ve dönüşü uygulayanlar var.

Başlanmamış işte yılan olduğuna dair sözünüzün de soyut anlamı taşıdığını düşünmüyorum. Kaldı ki, dönüş bu forumun en tartışmalı bölümlerinden biri. Silinen yazılar konuyu daraltsa da bir bakın oraya.

Yanıtımı ilginç ama düzeysiz bulmanız sizi ilgilendirir. Ne dediğimi de ya da ne demek istediğimi de anlamamış olabilirsiniz. Bu durum bence de çok ilginç.

Sayın Elif,

Stalin’in takdir ettiğiniz başka politikaları varsa lütfen onları da bilelim. Stalin cehaleti yok etti mi bilemem ama cahil diye nitelemese de milyonları yok ettiği sabit değil mi?

Sayın Talebe,

Nickinize atfen şunu söyleyebilirim. Neyi talep ettiğinizi daha sarih biçimde vaz buyurursanız, siz zatı alileri daha iyi anlaşılacaktır.

Saygılarımla...

 

 

a-e
23.11.2005

Sayın Shalaxhue.

Dikkat; bu tartışmaya boş sayfa ile katılmak uygundur.

Tartışmaya katılanların hiç birinin beyni tabula rasa değil.

İki cümlede size ait ve bu durumda, ben ne yapacağımı şaşırdım doğrusu, bomboş bir beyinle boş bir levhayla tartışmaya nasıl katılabilirim diye düşünürken ikinci cümlenizle tam olarak şaşırdım.

Yani sizde hiç kimsenin tabula rasa olmadığını biliyorsunuz, bildiğiniz halde boş bir bebek beyniyle herkesin tartışmaya katılmasını uygun görüyorsunuz. Nasıl olacak bu anlamış değilim.

İki cümlenizin arasındaki çelişki içinde kaybolmamak mümkün mü?

Asıl meselenin var olmak olduğunu demişsiniz, zaten yapılan tartışmaların amacı da, bu var olmayı korumak adınadır.

Fikirsel bir alt yapı için düşüncenin gelişmesi gerekir, gelişen düşüncede, ancak karşısındaki diğer beyinlerle iletişimle hayat bulur, dolayısıyla tartışmak gerek.

Dünyada ki, 25 milyonu aşkın Yahudi’nin, yok olma korkusu olmadığını demişsiniz, bende tam aksini diyor; Yahudilerin, dünyadaki bir çok şeyde söz sahibi olmalarını yok olma korkularına bağlıyorum. 4 milyon, Yahudi’nin anavatanda yaşadığını diyerek yine yanılmışsınız, 4 milyon değil, dünyanın en ücra köşesindeki bir tek Yahudi bile anavatanıyla yaşar, her şeyi vatani ve milleti için yapar. 25 milyonu da inanın ki anavatanıyla yaşıyordur.

Yoksa onları, yok etmek için sabırsızlıkla bekleyen 350 milyonluk Arapların verdiği korkuyla, bu kadar kendilerini savunmak ihtiyacını duyup da güçlü olmazlardı.

Dönecek olan insanlara kapıları açmışsınız, bahaneleri olsun, olmasın insanların bu konuyu tartışmaları ve bir noktadan sonra dediğiniz bahaneleri yavaş yavaş gidermeleri, insanların içlerindeki kuşkuları, bilinmezleri, acabaları yok etmeleri, ancak konuşularak olur ki, bir tek bu sitede değil, her yerde bunların konuşulması gerekir diye düşünüyorum.

Dönüşte dönenleri sadece dinlerim demişsiniz, dönmeyenler dönenleri dinlemeliler doğrudur, haklısınız bu konuda ama dönenlerinde, dönmekte tereddüt edenleri dinlemeleri gerekmiyor mu?

Ayrıca sizin açtığınız kapıları bakalım devletler açmış mı? Sizde bilirsiniz ki, kitlesel göçler siyasal hareketlenmelere neden olur, her şey düşündüğünüz gibi değil, ha deyince bir milleti yerinden kaldırıp bir yerden bir yere taşıyamazsınız, taşıdığınızda çevrenizdekiler ne oluyor der, hatta yanında yaşadıklarınız bile hop ne yapıyorsun diye sormaya başlarlar, herkes çıkarlarına göre siyasal hareketlere izin verir.

Çerkeslere, babalık yapmış ülkelerin başında gelen, hoş bunu da hayrına yapmadığını biliyoruz ama bir çok Çerkes’in hayrına babalık yaptığını düşündüğünden dolayı bende öyle yorumluyorum. Türkiye, bir defada büyük bir kitlenin, kalkıp göç etmesine, dengelerin değişmesinde kendi çıkarını düşünmeden, asla izin vermez. Geçmişte böyle bir göç olmuş zaten.Dikkat ederseniz çıkarları doğrultusunda kullanmıştır bu tür göçleri ülkeler.

Kişilerin tek, tük gidip yerleşmesi, büyük sorun olmaz ama büyük bir kitlenin dönüşü sorunlar yaratır. Bu nedenle burada geri dönüş için kişilerin dönüşlerinden daha ziyade kitlesel dönüşlerin nasıl mümkün olacağıdır, yani ülkeler arasındaki anlaşmalarla bu kapıların Çerkes halkına en yararlı şekilde ne kadar açılacağını düşünmektir sorun.

Siyasal çalışmalar olmadığı sürece ne dönenler, ne de dönecekler veya dönmeyenler, sağlam temelli bir düşünce üstüne geleceklerini inşa edemeyeceklerdir.

Dönen değerli insanlara saygımız vardır. Fakat siyasal örgütlenme olmadıkça ve bir devletin desteğini almadıkça ve o devletin verdiği desteğin arkasında halklar durmadıkça, her şey çok daha zor. Milyonları yok eden Stalin gibi, milyonları yok eden daha bir çok düşünce sahibini tarihte bulabiliriz ve dilerseniz Stalin’den değil de,ta en baştan öğrenelim dünya henüz mavi bir misketken ve kimse daha eline almamışken...

Ve Tanrı misketle oynayacak insanlar yaratmamışken daha...

Ayrıca sayın Talebe’nin rumuzundan talep eden değil Talebe yani öğrenci; öğrenmek isteyen anlamını çıkarıyoruz. Talebenin talebi öğrenmek üstüne olur sanırım...

Öğrenmek için tabula rasa olmak gerekiyorsa...

Hiç birimiz tabula rasa değiliz ki...

Saygılar.

 

 

Yegerey
23.11.2005

Maf Talebe,

Bu başlıkta yer alan yazıların hepsini ilgi ile okuyorum. Sizi yürekten kutluyorum. Değindiğiniz çok güzel noktalar var. Yazılarınızı okuyup kendimce elli çeşit düşünceler oluşturuyorum kafamda.

Sizden ricam vazgeçmeyin. Bir çok geri dönüşler öyle veya böyle olacak. Bunu isteyenler çok sayıda. Fakat gidilecek yeri bilmek, ne ile karşılaşacağını bilmek önemli. Dönmeyi düşünenlere yol haritası lazım, yol haritası. İşte bunu anlatamıyoruz. Asıl derdimiz bu bizim.

Bunların üstesinden önce hayaller kurup sonra faaliyet başlatmak ile gelebiliriz. Susmayın.

Saygılar.

 

 

Elif
23.11.2005

Maf Şhalaxhue,

Talebeden somut teklifler isteyeceğinize siz neden yapmıyorsunuz önerdiğiniz şeyi-ki talebede somutlaşma adına çaba veriyor. Bunu neden yok sayıp çok bilmişlik yapıyorsunuz? Anavatana dönüş yapan iki kişiyi örnek gösterip bu konuyu kapatalım demenin mantığı nedir? Dönüş yapmayan, yapamayan onca insanı yok mu sayalım? Dönenlerde hala bizler için bir şeyler yapmak adına buradalar, siz ne için buradasınız?

Ayrıca J.Stalin'nin politikalarını size anlatırsam siz şimdi boş sayfayla katılmak zorunda kalırsınız. O yüzden şu sözüyle yetinelim. Eğer insan koşullar tarafından biçimlendiriliyorsa, o zaman koşullar, insanca biçimlendirilmelidir.

Talebe'nin fikrine yakın bir düşünce değil mi? Dönüş için mantıklı ve sağlıklı yol aramak belirlemek ve düzgün bir manifesto çıkarmak ve o yönde biçimlenmek. Şimdi kesin siz bunu da beğenmemişsinizdir.

Sevgiyle.

 

 

Talebe
24.11.2005

Selamlar,

İşten geldim... (Gerisini biliyorsunuz artık. :-))

Sevgili Elif'in, sayın Yegerey'in ve a-e'nin "gece yarısı düşünceleri" gibi başlıklar halinde yazmış olsam da beni anlamış olmalarına sevindim. Umutlandım, cesaretlendim! Artık uyumaya bile gerek görmüyorum. :-)

Tekrar etmekte yarar var: Sayın a-e'nin de değindiği gibi Talebe rumuzunu kendime uygun görmemin nedeni, öncelikle öğrenmek istemem. Düşünce alışverişinde bulunmak, sizlerle tartışmak, bilmediklerimi sizlerden öğrenmek, yanlış bildiklerimi ise sizlerden öğreneceklerimle düzeltmek istiyorum. Ama öğrendiklerimin kuru birer bilgi olarak kalmalarını da istemiyorum veya beyin jimnastiği yapmak... Bilgimin ancak önümü aydınlatırsa, pratiğime: yapacaklarıma hizmet ederse bir anlamı olabileceğine inanıyorum. Bu nedenle her şeyi en ince ayrıntısına varıncaya kadar tartışmak, somut; elle tutulur - gözle görülür, ama aynı zamanda pratik adımlar atabilmemize yararlı hale getirmek istiyorum. Bu nedenle yardımınıza ihtiyacım var. Bu nedenle yazıyorum...Eğer buna talep denecekse, talebim bu!

Bugün işte bir yandan çalışırken bir yandan da konuyu düşünmeye devam ettim.

Aslında yapılması gereken o kadar çok iş var ki. Bunların çoğu da şu veya bu biçimde yapılıyor. Ama dağınık ve birbirinden kopuk. Üzerinde onca emek harcanan bu işer işlevlerini göremeden bir yerlerde kaybolup gidiyor. Ancak bu işler bir merkezden yönlendirilebilseler veya bir merkezde toplanabilseler çok daha yararlı olabilirler.

(Bu arada ve özellikle atasözlerimizle ilgili sayfayı okuyunca dikkatimi çekti. Bir arkadaşımız bu atasözlerimizi kaybolmamaları için derleyip toparlamayı önerdiğinde Orhan ağabey, bunun Yasin bey tarafından yapılmış olduğunu söylüyor. Sayın CC yöneticileri bir arşiv veya "kütüphane" çalışması başlatsa, bizle ilgili her şeyi bu "kütüphane"de toplasa hiç de fena olmazdı herhalde. Bildiğim kadarıyla Batıray ağabeyin kitap haline getirilmiş böyle bir, -daha doğrusu- benzer bir çalışması var. Bunu bizim gibi sanal alem hastalarının:-) hizmetine sunmak hiç de fena olmazdı herhalde. Önerim bu ise gönüllü olabilecek arkadaşlarımızın CC yöneticileriyle ilişkiye girmeleri. Bir yandan kendileri bu bilgileri derleyip toparlarken, diğer yandan kendilerine ulaştıracağımız bilgileri "kütüphane"ye kaydederler. Sonunda iyi bir kaynakçamız olabilir!)

Ulus-devletler çağında yaşıyoruz ve devletlerini kuramayan ulusların gelecek şansı yok. Bir ulusal azınlık veya azınlık milliyet belki birkaç yıl, hadi diyelim ki birkaç on yıl daha yaşayabilir ama sonunda yok olmaya mahkumdur. Hakim ulus ulusal azınlıkları -ki bizim uluslaşma sürecimiz kesintiye uğradığından ulusal azınlık olarak bile anılamayız- yutar. Siz bunun adını ister entegrasyon, ister asimilasyon isterseniz de kültürleme-kültürleşme koyun. Sonuçta ulusal azınlıklar, azınlık milliyetler veya etnik milliyetler erirler, yok olurlar.

Yaşadığımız ülkelere bakın. Bugünkü durumumuz elli yıl öncesine göre daha mi iyi? Mısır’da zamanında "Atla gelmeyene ben kızımı vermem" denirmiş. Bugün ne at kaldı ne de Çerkes!

Suriye farklı mi veya Ürdün? Bir sürü hakları olmasına rağmen. Keza Türkiye'deki durumumuz. Kimse hayal kurmasın. Okullarımızı açmamıza izin verseler dahi bu okulları doldurabileceğimizi düşünüyor musunuz? İşte Kürtler açtı ne oldu, şimdi kapatıyorlar. Çünkü ilgi yok. Ben ekonomik yaşamımı, ilişkilerimi sürdüremeyeceğim, bu alanda kullanamayacağım bir dili niye öğreneyim(!)? Öğrenenler çıkacaktır elbette ama belirleyici olan bu bireysel çabalar değildir. Yanlış anlaşılmasın, okulumuz da olsun; gazetemiz ve hatta televizyonumuz da. Bunların yararları da olacaktır. Ama yaraya merhem olamayacaklardır, Yok oluşu belki geciktirecek ama durduramayacaklardır.

Şu anda yaşadığımız ülkelerde Çerkes olarak varlığımızı devam ettirebileceğimize inansak bile, şu veya bu hakların alınmasıyla, başka bir acil sorunumuz var: Anavatanımız.

Oradaki insanlar yıllardır bir sürü soruna direndiler ve bugün biz bir anavatanımız var diyorsak bunu onlara borçluyuz. Ancak bu anavatanımızı desteklememiz, güçlendirmemiz gerekmez mi? Geleceğimizin garantisi bu anavatanımız değil mi? Veya tersinden söylersek anavatanımızın da garantisi, bir ölçüde, güçlü bir diaspora değil mi? Yahudiler örneğinde a-e arkadaşın söylediği gibi, güçlü ve örgütlü Yahudi diaspora sinin desteği olmasaydı, olmazsa; Yahudilerin çıkarlarıyla kimi büyük devletlerin çıkarları örtüşmeseydi, örtüşmese İsrail devletinin yaşama şansı var mıydı, var mı?

Sürecin kime nasıl bir görev yükleyeceğini bugünden söyleyebilmek mümkün değil ama güçlü-örgütlü bir diasporayla kazanan yine anavatanımız, güçlü bir anavatan ile kazanan ise biz olacağız.

"Arkası Yarın"

Kalın sağlıcakla…

 

 

Necdet Hatam
24.11.2005

Sevgili Talebe,

Hem kendinize "talebe" adını vereceksiniz hem de  hem de bu sitede yazdığınız bize göre birçok çelişkiyi de içeren birkaç yazıda anlaşılmadınız, seslendikleriniz sizi anlayamadılar diye, sizin onları anlamamış olabileceğinizi bile düşünmeden  22 Aralık 2005 tarihli şu mesajı geçeceksiniz.

"Selamlar, Ben yine fazla hayal kurdum herhalde... Böyle "ilginç" yanıtlar almayı değil, daha düzeyli düşünce alışverişi yapmayı ummuştum. Boşuna dememiş atalarımız "Vuef miuiblem ble xes!" diye. Başlamaktan korkmasak yapabileceğimiz o kadar çok şey var ki... Kalın sağlıcakla"

Bugün dünyadaki Müslüman sayısına bakın. Hazreti Muhammed'in İslamiyet’i on üç yıl boyunca ancak gizli yayabildiğini düşünürseniz, sizin hemen  anlaşılmayı beklemek çok iyimserlik olmaz mı? Peki yaşam boyu aynı şarkıyı söylediği halde derdini anlatamayanlar ne yapmalı sence. Sizin talebelik anlayışınız zaten bildiğinize inandığınız  dersleri, sizin bildiğiniz şekliyle anlatmayanları  öğretmen saymıyor, anlattıklarını da düzeysiz sayıyor olsa gerek.

Halbuki ben yazılarınızı  okuyunca gerçekten çok sevinmiştim. Sevinmemem de mümkün değildi. Çünkü yazıların kimi bölümlerini okurken kendi yazılarımı, ben yaştaki dönüşçülerin eski yazılarını okuyormuşum gibi gelmişti:

"Anavatanımıza dönmeli miyiz?" tartışmasına gelince: Anavatan dışında yaşayan Çerkesler bugün veya yarın, önünde-sonunda asimile olacaklardır. Birilerinin bizi baskıyla, zorla, yasaklarla; şu veya bu nedenle asimile etmesi gerekmiyor, biz diasporada yaşayan Çerkesler doğal yollardan da olsa asimile olmaya mahkumuz.

Bu nedenle, "dönmeli miyiz, dönmemeli miyiz"i değil; "nasıl dönmeli"yi, "bunu nasıl örgütlemeli"yizi tartışmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, kararı ne olursa olsun her Çerkes'in bizim için kaybedilmemesi gereken bir değer olduğunu unutmadan!

Ama samimi olanlarımızın: Dönüşçü ve ya Kalışçı, "şu"cu ve ya "bu"cu herkesin yapabileceği bir şeyler olduğuna inanıyorum. Bu nedenle üslup konusunda duyarlıyım? Her konuda konuşmanın, herkese bir cevap yazmanın ise gereksiz olduğuna inanıyorum.

Adını ne koyarsanız koyun; sorun "ulusal sorun". Bu sorun'un çözümü için bir ulusal kurtuluş hareketi gerekiyor. Örgütlenme biçimi, mücadele yöntemleri vs. her şey tartışılabilir ama böyle bir ulusal kurtuluş hareketinin önderliksiz, örgütsüz; plansız-programsız yürütülemeyeceği tartışılmaz!"

Sevgili Talebe,

Bütün bunlar bütünü ile katıldığım, katılacağım görüşler. Ancak çalışma yapmayı düşündüğünüz konularda daha önce nelerin yapıldığını araştırmamak, nereden nereye geldiğini değerlendirmemek bilimsellikle bağdaşır mı? Yeterince bilgilenmeden, konuya ilişkin daha önce söylenenler bir yana bu sayfalarda bile söylenenleri yeterince anlamaya çalışmadan, yeterince irdelemeden, «tartışmaların düzeyli olmadığı gerekçesi» ile "kalın sağlıcakla" diyebilmek. Eh artık, çok çalışıp çırpındığınız, çok terlediğiniz, çok uykusuz kaldığınız halde anlaşılmadığınıza göre. Halk için, vatan için yapılması gerekeni yapmış olmanın  huzuru ile köşenize de çekilebilirsiniz. Hem bir çok arkadaş ta sizi  haklı buldu. Sevgili a-e’de "Hayaller karanlıklarla sarılmış gerçeklere ışık tutar" dedi ikinci yazısında da daha belirgin şekilde haklı buldu ya. Özetle bak ne kadar kolaymış sizler için ulusal sorunun çözümü konusunda çaba göstermek?

Sevgili Talebe,

Geçmişi biraz kurcalasaydınız Abazaların ayrı dernek kurmasının yenilerde değil yetmişli yıllarda gerçekleştiğini, 1991 de kurulan DÇB'nin de bir Adige-Abaza derneği olarak kurulduğunu, daha ötesine genişleme programı da olmadığını, Kuzey Kafkasya'nın diğer otokton halklarından da böyle bir talep gelmediğini bilecektiniz.

Yetmişli yıllarda Abazaların ayrı örgütlenmesine destek verenlerin de sadece dönemin dönüşçüleri olduğunu görecektiniz. Öyle ya, Abhaz devleti olacak; ancak Abhaz adını içeren dernek kurmak mikro milliyetçilik olacak. Böyle saçma şey olur mu? Peki uzak olmayan bir gelecekte rüyamız gerçekleşti Abhazya'nın bağımsızlığı Türkiye tarafından tanındı diyelim. Abhazya Cumhuriyeti, Türkiye'de açacağı temsilciliğe "Birleşik Kafkasya Temsilciliği" adını mı vermeli sizce? Dil sorunlarını da çözmüş olan tüm Arap ülkeleri neden Türkiye'de ayrı elçilikler bulunduruyor ki? Kursunlar Arap Elçilikleri Birliği'ni olsun bitsin. Hele, Türkiye'deki Arap Elçiliklerine rağmen, Türkiye'de temsilcilik açan Filistinlileri kimselerin "mikro milliyetçi" diye suçlamaması, sizce de ilginç değil mi? Daha ilginç olanı, Türkiye'deki sayıları hiç de Kuzey Kafkasyalılardan az olmayan Arapların neden Birleşik Arap Dernekleri Federasyonu adıyla bir STK kurmamaları olsa gerek? Halbuki Arap ülkelerinde yaşayan kardeşlerinin izlemedikleri sanal ortamda, anlamadıkları dilde yapacakları tartışmalarla, Birleşik Arap Cumhuriyetleri Federasyonu'nun kurulmasını sağlayabilirlerdi. Böyle bir birlik de İsrail'i kolayca dize getirirdi değil mi?

Sevgili Talebe ve yazılarındaki çelişkileri görmezden gelen destekçileri; sizin memlekette örgütler, "gel kardeşim bir örgüt kuralım" davetleri ile mi kuruluyor? Değil de; önce ilkelerin tartışılması gerekiyorsa, temel olabilecek metinlerin yayınlanmış olduğunu yazdığım halde, diğerleri gibi siz de istemediğinize göre, benden manifesto hazırlamamı isterken şaka yapmış olmalısınız. Üslubunuz da şaka severlerin üslubu gibi mi ne?

Ancak yine de siz ve sevgili a-e, birlikte örgüt kurmanın birinci koşulunun, amaç birliği olduğunu bilmiyor olamazsınız. Bizim bu konudaki söylemlerimiz çok net. Örneğin Çerkes’in kim olduğu konusunda kuşkumuz yok. Zaten bilimi kabul ediyorsanız; bilim de ikircikli değil bu konuda. Sadece bu sayfada yayınladığım yazıları yeniden okuyun ve anlamaya çalışın lütfen. Halklar uluslar siyasal örgütleri devlet olmak için kurarlar. Yahudi siyasal hareketi olsun, Kürt siyasal hareketi olsun,, Filistin siyasal hareketi olsun bunu amaçlamışlardır; anlamına sözler söylemişim. Bizim, kimileri ‘’muhtarlık’’, kimileri ‘’belediye’’, ‘’valilik’’ de dese devletlerimizin artık var olduğunu söylemişim. Politikanın bu yapılarımızla birlikte oluşturulması gereğini söylemişim.

Sevgili a-e şu cümlelerimiz "bizce, iki komşu ve büyük ülkenin temel politikalarına ters politika seçerek değil, iki komşu ve büyük ülke arasında dostluk köprüsü olabildiğimiz; ekonomik, ticari, kültürel ilişkilerini geliştirmelerine katkıda bulunabildiğimiz ölçüde ulusal kültürel değerlerimizi koruyabileceğimizi, geliştirebileceğimizi, anavatanımızla sağlıklı ilişkiler kurabileceğimizi, isteyenlerin dönebileceğini, dönenlerin daha rahat edeceğini, diasporadakilerin bir görevinin de anavatandaki kardeşlerine, dönüş yapan kardeşlerine zarar vermemek olduğunu görmek, görmek isteyen göz için çok zor olmasa gerek." Siyasal hareketin başarısı için devlet desteğinin gerekli olduğu anlamına gelmiyor mu? Yoksa siz anavatandaki devlet örgütlerini örgütten saymıyor musunuz?

Başka bir bakışla; dönüşçü olmayanlar ile dönüş sorunlarını tartışmayı bile gereksiz görürken, dönüş sorunu olmayan kardeş halklarla birlikte örgüt kurmayı düşlemek, bunun gerçekçi olmadığını vurgulayanlara hemen "mikro milliyetçi" yaftasını yapıştırmak sizce bir çelişki değil mi?

Birleşik Bağımsız Kafkasya'yı benim gibi rüyasında bile görmeyenler, artık yeryüzünde gerçekten bağımsız ülke kalmadığına inananlar ile, tek amaçlarının Bağımsız Birleşik Kafkasya olduğunu söylemekten öte bir şey yapmayanlar (bağımsızlık uğruna sığınmacı olanların durumu yeterli kanıttır sanırım) aynı örgüt çatısı altında nasıl birlikte çalışabilir?

Hiçbir konuda olguların bire bir benzerliğini ileri sürmediğim halde, Amerika örneğini dönüşümüzün nasılının örneği gibi gösterdiğim anlamını nasıl çıkartabildiniz yazımdan. Bize göre yeterince açık olduğu halde Amerika örneğini ne için verdiğimizin bir daha altını çizelim: Amerika karşıtlığı yaparak, günümüzde Bush karşıtlığı yapanların nasıl ki Amerika’ya yerleşme şansı olamaz ise, Anti Rus, anti Putin politikası ile de anavatana dönüş mümkün olamayacağını görüşünde olduğumu söylemek istemiştim. Emin olun ki, dönüş yapanların bir çoğumuz kendimize bile muhalifiz. Kim tek tip insan yetiştirebilmiş ki anavatanda yaşayan bizler de tek tip olabilelim? Ancak, sanırım dönmeyi düşündüğünüz, dönmek için imkanlarından yararlanacağınız devlete muhalefet ederek dönüşü sağlayamazsınız.

Sevgili a-e 25 milyon Yahudi'nin her gün anavatanla yaşadığını vurguladığınız gibi, anavatanıyla yaşamayan, tatilin anavatanda geçirilmesi somut önerisini bile duymazdan gelen Çerkes diasporasının anavatanı dışlamadığını söylese bile anavatanı önemsemediğini de vurgulasaydınız. diasporanın biri dünyanın neresinde olursa olsun anavatanı için, anavatanı ile birlikte yaşıyor. Bizlerin diasporası da yararlı somut adımlardan fersah, fersah kaçıp anavatanın olumlu yönlerini değil eleştirilecek yönlerini ön plana çıkarır. Sizce de dikkat çekmesi gerekli bir tuhaflık değil mi bu?

Neyse daha fazla uzatmayım, bize göre ilkeleri sayalım:

¡ Bugün Adige-Abaza halklarının çoğunluğunun diasporada olma nedeni, Çarlık Rusya’sının insansız bir Kuzey Batı Kafkasya'yı amaçlaması, Osmanlı Devleti’nin de Kuzey Batı Kafkasya’nın Müslüman halkına  olan ihtiyacıdır. İki İmparatorluğun çıkarlarının örtüşmesi, ünlü yazarımız Meşbeşşe İshak'ın deyimi ile halklarımızı taş değirmen gibi öğütmüş savurmuştur.

¡ Diasporada kalarak asimilasyondan kurtuluş mümkün değildir.

¡ Anavatana dönüş Adige-Abaza diasporası için zorunlu, anavatan kesimi için gereklidir. Biri diasporadan Tıme Seyin, biri anavatandan  Bitsu Anatole bu zorunluluk ve gerekliliği çok veciz bir şekilde dile getirmişlerdir.

Tıme Seyin diasporadan, diasporaya sesleniyor:

Wızışişım qui xehaj 

Git kendinden olana katıl

Wilhepkhıme afelaj

Halkların için çalış

Wımılajeme sıd bğotın

Çalışmazsan ne bulursun

Çıle pçheum wıuıtın

El kapısında durursun

Bitsu Anatole anavatandan diaspora  Adigelerinden bahisle Türkiye'ye
sesleniyor:

Awe apxueder we wi bet

Ama öyleleri sende çokmuş

Axemççi si xekuır yıbet

Onlardan yoksun ülkem öksüzmüş.


¡ Güçlü anavatan diasporanın asimilasyonunu da geciktirecektir.

¡ Diasporadaki Kuzey Kafkasya halkları içerisinde dönüş problemi olanlar Adige ve Abazalardır. Yine Adige ve Abazalarda dönüş sağlıklı olması için diasporanın katkıları zorunludur. Diğer halklar için bu zorunluluk olmadığı gibi, anavatan kesimi isteyenlerin sağlıklı dönüşünü çok kısa sürede sağlayacak güçtedir. Dahası diğer halkların anavatan örgütleri diasporalarının anavatana dönmesinden çok bulundukları ülkelerde kalmalarını ve lobi faaliyetlerinde bulunmalarını tercih edebilir.

¡ Dönüşe öncelik verenler ile lobi faaliyetlerine öncelik veren halkların aynı çatı altında olmaları, ancak çalışır gibi yapanların zorunlu görecekleri bir örgütlenme biçimidir.

¡ Adige ve Abazaların anavatanda ayrı devlet örgütlenmeleri olduğu bu da pratiğe farklı dönüş koşulları, olanakları olarak yansıdığı için diasporik örgütlenmeleri de ayrı olmalıdır. Adigeler de diğer halklar gibi örgütlenmelerinde kendi adlarını kullanmalı, federasyon, üyesi olduğu DÇB gibi Adige-Abaza Dernekleri Federasyonu adını almalıdır.

¡ Diaspora kesiminin bulundukları ülke devlet yapıları ile ilişkilerinin düzenleme hakkı diasporanın olmalı benzer şekilde anavatan kesiminin Rusya Federasyonu olan ilişkilerini düzenleme hakkı da anavatan kesiminin olmalıdır. Kaba deyimle her kesim kendi sahasında oynamayı tercih etmelidir.

¡ Birimizin diğerinden, kendisine zararlı olabilecek kimi eylemlere zorlamanın, hem ilahi hem de kul yasalarına aykırı olduğunun bilincinde olmalıyız.

¡ Diasporanın dönüşü amaçlamış kişileri, örgütleri, muhataplarının, anavatanda kurulu devletlerimiz ve Rusya Federasyonu olduğunun bilincinde olmalı, dileklerini bunlara iletmeli, katkıda bulunacakları dönüş programını devlet örgütleri ile birlikte oluşturmalıdırlar.

¡ Bu dönemde şansımızın  Rusya Federasyonu'nun insana ihtiyacı olmasının, diaspora ülkelerinde nüfus fazlalığı oluşunun tarihi bir fırsat olduğu hiç unutulmamalıdır.

¡ Özetle; "bizce, iki komşu ve büyük ülkenin temel politikalarına ters politika seçerek değil, iki komşu ve büyük ülke arasında dostluk köprüsü olabildiğimiz; ekonomik, ticari, kültürel ilişkilerini geliştirmelerine katkıda bulunabildiğimiz ölçüde ulusal kültürel değerlerimizi koruyabileceğimizi, geliştirebileceğimizi, anavatanımızla sağlıklı ilişkiler kurabileceğimizi, isteyenlerin dönebileceğini, dönenlerin daha rahat edeceğini, diasporadakilerin bir görevinin de anavatandaki kardeşlerine, dönüş yapan kardeşlerine zarar vermemek olduğunun" sorumluluğu ile  davranılırsa ancak başarılı olunacağının bilincinde olmalıyız.

Sevgili Talebe şimdilik bu kadar.

Siz ulusal soruna çözümü dönüşte görmeyenlerle konuyu tartışmıyorsunuz ve haklısınız.  Ben de yukarıdaki ilkelere ters bir dönüşü amaçlayanlarla dönüşün nasılını tartışmıyor ve haklı olduğumu sanıyorum.

Amaçladığınızı söylediğiniz anavatana dönüşü, yıllarca önce gerçekleştirmiş birini sizi frenlemekle suçlayabilmenizi ise hiç anlayabilmiş değilim.

Rüyalarımıza girmek mi? Daha çok beklemeniz gerekecek sevgili Talebe.

Sevgi ve Saygıyla.

 

 

Şhalaxhue
24.11.2005

Sayın a-e,

Yanlış kıyas yapıyorsunuz. Mesele basit söylem yeni değil. Uygulamada ortada. Ancak bazıları bunları görmezlikten gelip fikir beyan ediyorlar. Bu anlamda fikrin sunumu dayatma karakteristiği göstermektedir. Herkes neyin ne olduğunun bilincinde, tartışmanı anlamı yok. Boş sayfanın kimseye bir atıfta bulunduğu da yok. Tabula tasa’yı da konu bazlı düşünün. Çelişki kısaca sizin idrakinizde mevcut. Yahudi örneği de benim düşüncemi destekliyor. Demek ki, fiziksel olarak vatana dönmeden de çok şeyler yapılabiliyor.

Ayrıca dönüş sizi hiç ilgilendirmez. Konu Ermenistan’a dönüş olursa fikirlerinizden müstefit oluruz. Dönüşten türetilen ve farklı platformlarda kullanılan hitaplara da bakarak bu konu yeteri kadar amacından saptı diyorum.

Dönüş ya da dönmeyiş bir fikriyata angaje olmanın ölçüsü olmaktan ya da bir Çerkeslik göstergesi olmaktan çıkarılmadığı sürece sadece güç kaybederiz. Siyasal örgüt söylemleri sadece mevcut otoritelerin açık bıraktığı alan kadar önem arz eder. Onların açık bıraktığı kapı onların istediği yere gider.

Tabula rasa’da gözden kaçırdığınız bir şey var. Önemli olan deneyden gelen bilgilerdir. Fayda akılcı yaklaşım ya da bunları uzlaştırmak çokta önemli değildir, olaya fenemolojik boyuttan bakmak. Dönüşün bireysel karar ötesi anlamı olduğu şimdilik öne sürülemez.buyurun gereğini isteyen yapsın. Sayın Talebe’nin yaklaşımını netleştirmesini istedim sadece. Bu konu sayın Kopsirgen’in açtığı konu başlığında epeyce tartışıldı. Bu süreci tekrar etmenin anlamı yok. Çok farklı yeni yaklaşımlar varsa buyurun yazınız.

Sayın Elif,

Talebe’nin fikirlerinin bana yakınlığı ve uzaklığı konumuz değil. Hiç bir ihtilafa da düşeceğimizi düşünmüyorum. Çünkü dönenlere ya da dönmeyenlere karşı hiç bir ön yargım yok. Sadece istenileni netleştirecek bir üslup rica ettim.

Aynı şeyi size de belirtiyorum. Bilgiçlik iddiası size ait.

Eğer manifesto istiyorsa, sayın Talebe bunu açıkça yazsın. Gereği yapılır. Konu bu kadar basit.

Stalin’e gelince gerçek uzman olabilirsiniz. Sizin kadar başkaları da Stalin’i bilebilir. Böyle bir olasılık her zaman mevcut. Yok, tek bilgiç sizseniz hayrını görün.

Atasözlerine gelirsek, konunun gündeme gelmesi ayrı bir olay. Sizler bilemeyebilirsiniz. Derlemeler sadece sayın Tteşşuı Yasin beyle de sınırlı değil. Bu arada sayın Çelik Kıran’ı da rahmetle anıyorum.

Saygılarımla...

 

 

Özlem Özdemir
24.11.2005

Sayın Elif,

Sayın Shalahxo'nun istediği "somut" teklifleri bende istiyorum ve bunların gerçekleşmesini diliyorum. Aynı "çok bilmişliği" bende yapıyorum. Umarım izniniz olur. Verilen örneklerden rahatsızlığınızın sebebi merak uyandırıcı doğrusunu isterseniz.

Sayın Shalahxo'nun anlatmak istediği "dönmeyenleri yok sayalım" psikolojisi midir? Algılamanız gereken ciddi bir konudur bu. Sonra çok bilmiş olarak eleştirip, çok bilmişlik(!) yapmanın mantığını da bir açıklayın zahmet olmayacaksa. Hodri meydan Elif hanım, Shalohxo'nun ve sizin neyi bilip bilmediğini de görmüş ve değerlendirmiş oluruz.

Biçimlenecek koşullarımız TOPLUMSAL anlamda "insanca" değil (daha iyi algılamanız için açıyorum), Toplumsal doğrumuz xabze iledir.

Kişisel eksikliklerimizi çıkmazlarımızı, topluma ve ya toplumuna ciddi anlamda hizmet eden kimselere giydirmek kolay bir yöntem. Şahsım adına bu tarz olaylardan etkilenen, herkesten özür niyaz ederim. Özellikle Sayın Shalahxo'dan.

Selam ve saygılarımla.

 

 

Talebe
24.11.2005

Necdet Ağabey,

Yazını okudum. Konuşmaya gerek duymadığım, sadece değinip geçeceğim bir iki konu var:

1) Düzeysiz olarak gördüğüm, "felan feşmekan anlatma", "ahkam kesme" şeklindeki yaklaşımlardı.

2)  Amerika örneğiniz yanlıştı,  siz onu demek istemeseniz bile yanlış anlamalara yol açardı; kafa karıştırırdı. Keza "Adighe Maq" da 30 Kasım 1991 günü Sefer Penesu imzalı yazıda şöyle deniyor:

(Doğaldır ki aynı soydan olan bu insanların ayni toprakta bir araya gelmeleri, onların geleneklerinin yok olmasını önleyecek ve kültürlerinin gelişmesine yardımcı olacaktır. Bugün aynı soydan olan insanların bir araya gelmeleri süreci yalnız ülkemizde değil, yabancı ülkelerin çoğunda da hız kazanmıştır. Yahudilerin İsrail'e olan göçleri bunun en belirgin örneklerinden birisidir. Ancak Yahudilerin bu konuda suçlandıklarını pek duyamazsınız. Ruslara bakıldığında onların da yabancı ülkelerdeki soydaşlarını geriye getirmekten başka düşünceleri olmadığı söylenebilir. Bu konu radyoda, televizyonda ve diğer yayın organlarında sürekli olarak islenmektedir. Üstelik bu konuda hiçbir ayrım yaptıkları da yok. Yurdunu beğenmediği için çıkıp gitmiş bulunanlar, düşmanla işbirliği yapmış olanlar, kendi milletlerine akıllarına gelen tüm kötülükleri isnat etmiş bulunanlar, farklı görüşlere sahip olduğu için ülkeden atılan kişiler onlar bakımından aynı. Rus olması koşuluyla herkesi bağırlarına basmaya hazırlar.) Yaklaşımımızın en genelinde böyle olması gerektiğine inanıyorum. Eğer Rusya Federasyonu bu konuda farklı düşünüyorsa, kendi soydaşlarına uyguladığı kriterleri bizim de istememizin hakkımız olduğunu düşünüyorum.

3) Kızıp-küsmediğimi zaten kendim söylemiştim. Bir monologa dönüşmesi, istemediğim bir sonuç olacaktı.

4) Birçok konuda bilgi-kaynak sıkıntısı çektiğimi, bunun yalnızca benim sorunum olmadığına inandığımı -aslında sadece bu bile daha "ciddi" örgütlenmelere ihtiyacımızın olduğunun bir göstergesi- dönüş konusunu öncelikli bir görev olarak gördüğüm için bu sayfada yazdığımı, tartışmalar ve düşünce alışverişi ile daha doğruya ulaşabileceğimi, bunun konuya ilgi duyanlara da yararı olacağını söylemiştim. Bu nedenle "önce öğren sonra konuş" tarzından ziyade, "bak kardeşim bu konuda söyle düşünüyorsun ama şu şu nedenlerle yanlış" tarzının beni ve herhalde başkalarını da, daha çok motive edebileceğini düşünüyorum.

5) "Yazdım-çizdim, yoruldum" veya "taraftarların" vs gibi bir alaycı! bir yaklaşıma da gerek yok Necdet ağabey. Ki, sonuçta küsüp gitme gibi bir düşüncem de yoktu. Ama tarzın pek de motive edici, bütünleştirici değil. (Affına sığınarak buna da değinmek isterim.)

6) Sayın a-e'ye "sen Ermenilerinle ilgilen" tarzında ve hakaret edercesine yaklaşılmasını içime sindiremiyorum. Bunu diyen arkadaşların bir kez olsun özür dilememelerini, hatta bunların uyarılmamalarını da anlamıyorum?

Herhangi bir konuda düşüncelerimi veya inandıklarımı söylerken, bunların bugünkü bilgilerimle sınırlı olduğunu, daha doğrusu gösterildiğinde bir kenara atamayacağım düşünce ve inancımın olmadığını, öğrenmek istediğimi, bu konuda yardımınıza ihtiyacım olduğunu ama öğrendiklerimin veya öğrendiklerimizin de kuru birer bilgi olarak kalmaması gerektiğine inandığımı tekrarlayayım...

Dönüşün gerekli olduğu, güçlü bir diaspora örgütlenmesinin gerekli olduğunda kalmıştım:

Önümde "Kafkasya Gerçeği”nin, Ocak 1992 tarihli 7. sayısı var. Bu derginin 1. sayfasında Kafkasya Dağlı Halkları 3. Kongresi’nin bir "Çağrı”sı var. Şöyle:

"Kafkasya Halklarına ve Parlamentolarına Çağrı

SSCB'nin çöküşü ve onu oluşturan devlet ve yönetim kurumlarının bozuluşu, Kafkasya'da derin bir krize yol açmıştır: Çökmüş olan düzenin enkazı üzerinde, bölgede sömürgeci rejimi yaşatmaya çalışan yeni emperyalist güçler ortaya çıkmıştır. Kafkasya'daki gelişmelere bakılırsa, söz konusu güçlerin karşı karşıya bulunduğumuz sorunları çözmesi bir yana, tüm iyi niyetlerimize engel olacakları kuşkusuzdur. Üstelik bu güçler Güney Osetya, Çeçenistan, Dağıstan ve öteki bölgelerde meydana gelen olaylardan anlaşılacağı gibi, toplumsal ve siyasi yaşamı patlama noktasına getirmeye niyetlidirler.

Bu durumda başkalarından yardim beklememizin anlamı yoktur. Sosyal ve siyasi durumu normale dönüştürmek ve sosyal, ekonomik ve politik birçok sorunu çözmek sadece bize düşmektedir. Ne var ki, eğer birleşemezsek, anlaşıp işbirliği yapamazsak olası saldırılara karşı kendimizi savunamayız. Yaşamsal sorunlarımızı çözemez, yapıcı düzenlemelere gidemeyiz. İşte bunun içindir ki, amaçlarımız doğrultusunda Kafkasya Halklarının Konfederatif Birliğini kuruyoruz.

Kafkasya Dağlı Halkları Konfederasyonu faaliyetlerini İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine, uluslararası hukuk kurallarına, sosyal adalete ve halkların kayıtsız şartsız eşitliği ilkelerine uygun olarak gerçekleştirecektir. Konfederasyon, yetkileri çerçevesinde kendisini, kökenine ve dinine bakmaksızın tüm Kafkasya halklarının kaderinden sorumlu saymaktadır.

Bölgede halklar arası uzlaşma ve sosyo-ekonomik sorunların çözümü ancak Kafkasya Halklarının Konfederasyonu ile sağlanabilecektir. Kafkasya’nın tüm halklarını ve parlamentolarını bu gayeyi desteklemeye çağırıyoruz.

Katılanlar: Abazin, Abhaz; Avar, Adige, Auh-Çeçen, Kabardey, Lak, Asetin, Çerkes, Çeçen, Shapsugh halklarının temsilcileri. Kendilerine Çağrı yapilan halklar: İnguşlar, Balkarlar, Karaçaylar, Nogaylar, Kumuklar, Darginler ve Lezgiler."

2003 yılında da bir "deklarasyon" yayınlandığını Necdet ağabey söylemişti. Okumadım, varlığından bile haberim yoktu. Ama okumayı çok isterim...

Bu deklarasyon şu açıdan önemli: Kuzey Kafkasya halkları şu son sürece kadar hep birlik arayışı içerisinde olmuşlardır. 1991 yılında toplanan bu kongrenin kendisini 3. Kongre diye adlandırması, 1. ve 2. sinin 1917 ve 1918'de toplanmış olması bu çabaların süreklilik arz ettiğini gösteriyor. Kuzey Kafkasya halkları olarak, asgari de olsa belli bir ruhsal, düşünsel yakınlığımız hep olmuş. Bu Kuzey Kafkasya halklarının Çerkes olup olmadığı, kimlerin Çerkes veya Adige olduğu gibi tartışmaların ötesinde bir konu. Bilim adamları bu soruların cevaplarını bulmuşlar, buluyorlar. Eğer Çerkes değillerse değiller. Bize bilimsel sonuçları kabullenmek düşer.

Ancak, bilim adamları siyasal sorunlara da mutlaka doğru yanıtlar verirler diye bir şey yok. Hatta "laboratuarında" çok bilimsel, ilerice olan; güncel yaşamda veya siyasi konularda ise çok gerici, bilimsellikten uzak ve yanlış düşünen bir sürü bilim adamı vardır. Bırakalım onlar "laboratuarlar"ında kalsın, bize bilimsel veriler ulaştırsın; biz de bu bilimsel verileri doğru bir şekilde yorumlayarak siyasetimizi belirleyelim, önümüzü aydınlatalım.

Doğru olanın Çerkes olsun olmasın, Kuzey Kafkasya'da mümkün olan en geniş birliği yaratmak olduğuna, bunu yaparken halkların kendi özgünlüklerinin gözden kaçırılmaması gerektiğine, birliğin sınırlarının ve ilkelerinin bu özgünlüklerin göz önüne alınarak belirlenmesi gerektiğine inanıyorum. Bunun zeminin olduğuna inanıyorum. Hatta bize ayrılığı "dayatanlara" bizim birliği "dayatmamız" gerektiğine.

Bu çağrı da başka dikkat çekmek istediğim bir konu da, çağrının yine anavatanımızda ve yetkili-sorumlu insanlarımızca yapılmış olması. Yani birileri "hariçten" bir şeyler söylememiş. Acaba o gün izlenen politikalar yanlış mıydı? Bugün söylenenlerin doğruluğunun garantisi nedir? Acaba Çağrı’da vurgulanan ve Mart 1992'de sayın Dudayev'in bir konuşmasında: "Amacımız ve görevimiz, planlanan kanlı çatışmaları önlemek, dışarıdan gelecek tehlikeler karşısında birlik ve beraberliği korumaktır. Bağımsız Kafkasya’nın ve burada yaşayan halkların gerçeği işte bunu gösteriyor. Böyle bir bağımsızlığın güvencesi ise Kafkasya Devletlerinin Birliği olacaktır." sözleriyle dikkat çektiği süreç mi yaşandı? Sayın Dudayev'in bahsettiği kanlı çatışmaları planlayanlar kimlerdir? Sayın Mashadov'un tam da barış çağrısı yaptıktan sonra öldürülmesi de bir tesadüf mü? Sayın Tsey Volkan'ın dikkat çektiği, Çeçen sığınmacıların durumunu görememek ile Putin'in Samsun'a gelişini fark edememek arasında bir ilişki yok mu? Bugün izlenen politikaların bu duyarsızlığa, dikkatsizliğe yol açabilmesi mümkün değil mi?

Ben gerek anavatanda ve gerekse diasporada en geniş birliklerin, dayanışmanın ve dostluğun yaratılması gerektiğine inanıyorum. Yüzünü anavatanına dönen, onun ihtiyaçlarını belirleyen, hayatın her alanında uzmanlaşan, uzman insanlarımızı bir araya getiren, dünyanın en ücra köşesindeki tek tek Çerkeslere-Kuzey Kafkasyalılara bile ulaşmayı kendisine  görev bilen, anavatanın güçlenmesi ve geliştirilmesi hedefinden bir an olsun şaşmayacak, anavatanımıza dönüşü ilmek ilmek örecek, bir " Yol Haritası" çıkaracak idealist insanların demokratik-siyasi örgütlenmesinin yaratılması gerektiğine. Bu; diğer örgütlenmelerimizin varlığını yadsımayan, onları gereksiz görmeyen, tam tersine bunlarla da hep dostluk ve dayanışma temelinde ilişkiler geliştiren, dönüşçülerin ayrı bir örgütlenmesi olmalı. Çünkü biz tüm benliğimizi  ve enerjimizi anavatana dönüşü örgütlemeye adamalıyız. İsterseniz adına "Yaşasın Anavatan" örgütü deyin ama böyle bir örgütlenme gerekli.

Kalın sağlıcakla. Arkası gece işten döndükten sonra. :-)

Not: Necdet ağabey her siyasi örgütlenmenin iktidar hedefli olması gerektiği düşüncesinden yola çıkıyor ve Kürtler, Filistinliler gibi örnekler veriyor. Bu da bana Demokratik Kitle Örgütlenmeleri siyasi örgütlenmeler midir tartışmalarını hatırlatıyor. Evet DKÖ'ler siyasi örgütlenmelerdir ama iktidar hedefleri yoktur. Siyasetle ilgilenen her örgütlenme siyasidir ama her siyasi örgütlenme iktidarı hedeflemez. Yüzlerce örgütlenmenin on yıllarca tartıştığı bir konuyu burada bitirebileceğimi düşünmüyorum. Sonuçta söylemek istediğim, demokratik bir kitle örgütlenmesi. Anavatanla sıkı bağları olan...

 

 

a-e
24.11.2005

Sayın büyüğüm Necdet Hatam

Talebeye yazdığınız mektupta, bana da yazmış olduğunuz kısımlar için, size cevap verme gereği gördüğüm için umarım beni anlayışla karşılarsınız.

Her şeyden önce, benden çok daha önce yaşamış, hayatı benden önce tanımış, değerli bir insan olarak, benim bilgilerimin, sizin bilgilerinizin derinliğinde kaybolmaya mahkum olduğunu biliyorum ve bunu bilen bir insan olarak amacım bilgi kuyunuzdan bir tas bilgi şerbetinden içmek ve yanıldığım düşünüp de göremediğim noktalarda gerçeği bulamasam da gerçeğe yakın olana ulaşmak ve kendimi düzelterek, yanılgılarımdan kurtularak, gelişip, değişerek daha iyi olana ulaşarak yarınlara daha mutlu girebilmektir.

Hoş görünüze sığınarak, bir kaç noktaya değinmek istiyorum.

Sayın Necdet Hatam bey,

Ben tabi ki anavatanlarınızın sizlere devlet desteği verdiğini görüyorum oyle ki diasporada yaşayan herkesi vatandaşı sayan kararlarını da görüyorum, bu durumda göremediğim bu devletlerin kararlarına halk desteğinin az olmasıdır.

Dilerseniz bu konu başlığına olan ilgiye bir kez bakabiliriz.

Tüm Abhazlar artık Abhazya vatandaşı ama kimin umurunda demişsiniz? Evet bu konu başlığına bakınca hiç kimsenin umurunda olmadığını görüyoruz. Öyle ki, benim düşünceme göre, vatandaşı oldukları ülkenin pasaportunu alan bin kişinin çıkacağını sanmıyorum. Bu konuda yazanların sayısı bile bende dahil 8 kişi, beni çıkarın 7 kişi, yani böyle duyarlı olunması gereken bir konuya, insanlar ilgisiz kalmış. Acaba nasıl olur diye hiç bir soruları olmamış. Böyle bir haktan yararlanma gibi bir düşünce içine girmemiştir, büyük olasılıkla yine diyorum ben bin kişinin bile pasaport aldığını sanmıyorum. Devlet karar alsa da o kararın arkasında halkın desteği olmasa ve bu karardan yararlanacak kitle ortaya çıkmasa, kararın varlığı harika olsa da, içi boşsa ve yararlanan yoksa, sadece dar günde girilecek bir kapı olarak durur orası ama dar günde o kapı yerinde olur mu olmaz mı oda belli değil. İlerde bu ülkeler, özerkliklerinden vazgeçip başka bir yere bağlanırsa, o kararlar geçerli olur mu bilemiyorum ama düşünmüyor da değilim.

Ben tabi ki örgütten sayıyorum, söylediğiniz yapıları ama gönül ister ki, o örgüte mensup olması gerekenler bunu görsün.

Affınıza sığınarak bir noktayı daha dile getireceğim, iki büyük komşu ülkenin politikalarına; yani çıkarlarına ters düşmeyecek şekilde kurulan halkların dostluk köprüsü olması, her durumda bu iki ülkenin o köprüyü her geçişte kullanması anlamına gelir ki, köprü olan köprünün üstünde yürüyemeyiz. Ben asla halkımın ya da topraklarımın bir başkalarının geçebileceği köprü olmasını istemem. Ben köprüyken, bana basıp karşı kıyılara, gidip, gelenler her seferinde beni biraz daha yıpratacaklardır, biraz başkaları bana köprü olsunda, ben onlara basarak gidip, geleyim dünyanın tadını çıkarayım, derim.

Bakınız efendim daha öncede değinmiştim buna; demiştim ki Türkiye; Gürcü, Abhaz savaşında Gürcüleri tutmuş ve Abhazlara ambargo uygulamıştır, şimdi Türkiye’nin, Abhazlara kendini köprü etmediğini ambargo uyguladığını görüyoruz ve bunu gören herkeste bir şey olmaz biz köprü olalım mı demeli? Peki neden köprü olunsun ki, köprü olmak istemeyenlere.

Dostluk köprüleri, karşılıklı halkların çıkarları suiistimal edilmeden kurulur iki ülkenin çıkarları uğruna bir ülkenin devamlı köprü olması bana mantıklı gelmiyor, belki de yanılıyorum bu konuda aydınlatırsanız sevinirim.

Ekonomik, ticari, kültürel, ilişkilerin geliştirilmesi yönünde bir köprü iki büyük arasında kurulabilinir mi acaba? Bir köprü, her zaman bir köprü olarak kalmaya mahkumdur, herkesin basıp geçtiği bir köprü zamanla, aşınmaya, erimeye, eskimeye ve yıkılmaya doğru gider. Köprü konumundakilerle, köprünün üstünden gelip gidenleri karşılaştırırsak, gücün kimin elinde olduğunu görürüz önemli olan köprü olmak değil köprünün üstünden geçen olmaktır.

Asya ile Avrupa arasındaki köprüden, yani Türkiye üzerinden geçerek hiç bir avantaj sağlamış mi acaba Çerkesler ya da Kafkas halkları.

25 milyonluk Yahudilerin, hemen hemen dünyanın bir çok bölgesini, köprü olarak kullandığını düşünürsek, köprünün üstünden geçenlerin, her zaman avantajlı olduğunu görebiliriz.

İki büyüğün çıkarları örtüştüğü anda bir küçük devamlı yutulur. Demek ki, küçüklükten kurtulup büyümenin yollarını aramak gerekir ki, yutulmak kolay olmasın yutan hazmedemesin. Büyük olmanın tek formülü de gizliden ya da açıktan halkları içine alabilecek büyük bir örgütlenmeyle olur ki, bu örgütlenme sizinde dediğiniz gibi vardır.

Yani Adige, Abhazya devlet örgütlenmelerine yönelmek ve bu devlet örgütlerinin temsilciklerinin kurulmasıyla insanların muhataplarına direk ulaşmasını sağlamak önemlidir.

Ben tüm her şeye rağmen diasporalarda kurulacak tüm örgütlenmelerin bu büyük devlet örgütleri eliyle gerçekleştirilmesi taraftarıyım. Şimdi dönüş sorununa Türkiye’deki bir derneğin, tamamen Türk devleti yasalarıyla çalışmak zorunda olan bir derneğin çözümler bulmasındansa, Adige ve Abhazya devlet örgütlerinin konuya hakim olmasını daha yararlı görüyorum. Tabi bu arada onlarında bunu yaparken ‘iç işlerimize karışmayanlara karşı nasıl durabileceklerini de bilemiyorum. Ayrıca dünyada o kadar çok örgütlenme var ki bunların büyük kısmı devlet kurma amacı gütmüyor.

Sayın Necdet Hatam bey düşüncelerinize karşı değilim ben sadece beynimi meşgul eden konularda aydınlanmak istiyorum ve bu nedenle sizlere yazıyor ve soruyorum yukarıda da değinmiş olduğum köprü durumu beni düşündüren bir konuydu sizlerle paylaştım. Yanlış olabilirim ama yanlış olmam asla doğruyu bulamayacağım anlamına gelmez.

Teşekkürler.

Sayın Shalaxhue,

Yanlış kıyas yaptığımı belirtmişsiniz, olabilir farz edelim ki ben çok yanlış kıyaslar yaptım. Mesele basit, söylem yeni değilse hani Eylem nerde o halde. Eylem olmadığı sürece mesele ne denli zorlu olsa da söylemde ne denli eski olursa olsun fikirler bitmeyecek ve konuşmalar, tartışmalar devam edecektir.

Herkes neyin ne olduğunun bilincinde olmuş olsa zaten burada bu konular konuşulmazdı. Benim idrakimdeki çelişki fiziksel dönüş olsun ya da olmasın ortada yapılmış bir eylemin olmadığını gösteriyor bu da tartışmaların sürmesini kaçınılmaz kılıyor.

Ben idrak edemiyor çelişki yaşıyorsam idrak edipte çelişki yaşamayanlar varsa dönüş konusunda yazılmış onlarca yazıda neyin nesi. Dönüşün beni ilgilendirmediğini ve sizde klasik Ermeni'sin sana ne kolaycılığına kaçarak aslında gelişinizin de gidişinizin de bölgede yaşayan tüm halkları ilgilendirdiği gerçeğini görmezlikten geliyorsunuz.

Konuyu amacından saptırmaya katkı sunan bu söyleminizle yeterince mücadele ettiğimi germenizi umarım. Ve bakalım bir insan olmayı şöyle kenara bırakalım ki aslında insan olmam bile bu konuya ilgili olamam için yeterli bir nedendir, Ermeni olarak ne kadar bu konu beni ilgilendirir bir bakalım.

Sitenin turizm bölümünde Abhazya Özerk Cumhuriyeti’nin nüfusunun 535 bin olduğunun ve bunlardan Abhazların 93 bin, Ermenilerin 77 bin , Migrellerin 155 bin, Rusların 76 bin nüfusu olduğunu görmek size bir şey hatırlatmıyor mu, yine Adıge Özerk Cumhuriyeti’nde Adigelerin %20, Rusların %70 olan nüfusları size bir şeyler hatırlatmıyor mu.

Siz bu nüfusa sahip insanları orda yok sayarak size ne diyebilir misiniz, deseniz bile onları yok sayarak orda başarılı bir çözüm bulacağınıza inanıyor musunuz.

Bölgede yaşayan halkları görmezden gelerek hiç kimse siyasal bir hareketlenme içine giremez. Siyasal her hareketin bölgede yaşayan herkesi ilgilendirdiğini ve bırakalım bölgeyi artık bölgede yaşamayan halkları da artık her siyasal hareketin ilgilendirdiğini çağımızın ve dünyamızın içinde bulunduğu koşullar bize gösteriyor.

İyi ki Ermeniliğim insanlığımın önünde değil de halkım ve halkların sorunları üstüne düşünebiliyorum. Ermeniliğimi öne atıp dışlayan bir akıl bilgiç olamayacağına göre ben Elif hanımın bilgiçliğini kabul ederim. Ve bunun hayrını sonuna kadar görmek isterim.

Sayın Özlem Özdemir,

Elimizde oklar mızraklar ya da daha modern silahlarla, tanklarla, toplarla, tüfeklerle, kimyasal bombalarla bir savaş alanında değiliz dolayısıyla neyin meydanı anlamadım. Kimsenin kimseye meydan okuduğu yok sizin meydan okumanızı da anlamış değilim.

İsterseniz meydanlarda savaşacak, vuracak vurulacak başka birilerini bulun hem çokta uzağınızda olmasa gerek bu birileri siz içinizdeki size düşünceleriyle katkılar sunmak için mücadele eden insanlara hodri meydan deyip de zaman kaybedeceğinize size zarar verenlere hodri meydan deseniz fena olmaz sanırım.

Öncelikle sizin sayın Shalahxo’yu benden özür dilemeye davet etmeniz ve onunla birlikte benden özür dilemeniz gerekir.

Gelişen insan ilişkileri için değişmeyen her kitap her kural geri kalmaya mahkumdur. Güne uyarılmamış din kitapları da, halkların kurallar toplamı kitapları da geri kalmaktan kurtulamazlar ve bu geri kalmış kurallara bağımlı olan herkeste gericidir.

Neyi bilip bilmediğimizi merak ediyorsanız yazılarımızı okuyun beğendiklerinizi içinde güzel doğruları bulduklarınızı kendinize ekleyin yanlışlarımızı da atın gitsin doğrularınızı kurun yerine .

Biz burada fikirlerimizi ortaya atıyoruz ve fikirlerimizle kimseye de çokbilmişlik yapmıyoruz. Çokbilmişlik yapmış olsak bizden kat be yaşça ve yaşam tecrübesi olarak büyük insanlar bizi ciddiye alıp cevap yazmazlardı bize.

Ben size hodri meydan demiyorum sadece buyurun çok ciddi bir konuda fikirlerinizi paylaşın bizimle.

Sevgiler...

 

 

Elif
24.11.2005

Selamlar Özlem hanım,

Talebenin somut önerilerini sunuyorum. Tekrar okursanız sanırım somut hatta en somut olduğunu görürsünüz!

Ne yaşadığımız ülkelere ne de herhangi bir kimseye borcumuz yok. Şimdiye kadar ki "misafirperverlikleri" için teşekkür edip hızla Kafkasya'ya dönmekten başka bir çaremiz yok. Eğer yarınlara bir anavatan bırakmak istiyorsak.

Bu nedenle, "dönmeli miyiz, dönmemeli miyiz"i değil;"nasıl dönmeli"yi, "bunu nasıl örgütlemeli"yizi tartışmanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, kararı ne olursa olsun her Çerkes’in bizim için kaybedilmemesi gereken bir değer olduğunu unutmadan!

Adını ne koyarsanız koyun; sorun "ulusal sorun". Bu sorun'un çözümü için bir ulusal kurtuluş hareketi gerekiyor. Örgütlenme biçimi, mücadele yöntemleri vs. her şey tartışılabilir ama böyle bir ulusal kurtuluş hareketinin önderliksiz, örgütsüz; plansız-programsız yürütülemeyeceği tartışılmaz!

Daha açık söyleyeyim: Bir lidere, liderliğe ihtiyacımız var. Yalnızca Dönüşçülere! Nasıl örgütlenmemiz gerektiğini tartışalım ve nasıl daha kitlesel dönüşlerin örgütlenebileceğini...

Her birimiz bir "manifesto" da ve ya "Yol Haritası”nda açılması gereken veya netleştirilmesi gereken (aslında bunların hiçbiri yeni şeyler değil biliyorum. Belki de onlarca yüzlerce kez konuşuldu, yazıldı-çizildi ama tüm bunlar bütünlüklü olarak bir araya getirildiğinde işlevi farklı olacaktır) başlıklardan birini üstlenelim, araştıralım ve yazıp burada tartışmaya açalım. Son şeklini verdikten sonra bizim "Yol Haritamız" olsun.

Sonra aynı şeyleri söyleyen insanlar olarak bir toplantı düzenleriz. Tanışır görev dağılımı yaparız. Dünyanın dört bir tarafına dağılır dağa-taşa, kurda-kuşa "Yol Haritamız"ı anlatırız. Kitapçık haline getirir en ücra köşelere ulaştırırız. Tüm ilgili kurum ve kuruluşlarla tek bir elden, tek bir yürekten ilişkiye gireriz...

Kafkasya'ya dönüş idealist insanların ama ancak böylesi organize bir gücün başarabileceği bir iştir. Ancak böylesi organize bir güç Kafkasya’nın olanaklarını, ihtiyaçlarını daha iyi görür ve dönüşü bu ihtiyaç ve olanaklar çerçevesinde örgütler.

Ancak böylesi bir örgütlenme yapılacak yardımların optimal bir şekilde, en gerekli ve öncelikli alanlarda kullanılmasını sağlar. Kafkasya’nın ekonomik haritasını çıkarır, iş alanlarını ve gerekli insan profilini belirler. Gerekirse anavatanda gerekli yasal düzenlemelerin yapılması sağlar, ister. Bu şekilde olursa dönecek insanlar da, neye nereden başlayacağını bilemez duruma düşmezler, "hayal kırıklıkları" en aza indirgenir.

Talebenin de değindiği gibi siteyle tanışana kadar hiçbir Çerkes'ten, dernekten dönüşle ilgili ufacıkta olsa bir haber duymadım derneklerin durumu belli bizlere yol açan ve asimileyi durduracak hiçbir çalışmaları olmamıştır. Aksine çoğu dernek düzene hizmet etmektedir. Ben bulunduğum yerin derneğinden biliyorum ülkü ocaklarından farkı yoktu.

Hatta yerel ve genel seçimlerde Çerkesler birbirine düşmüşlerdi MHP'liler ve olmayanlar olarak ve derneğe katılanların ülkücü olmaları Çerkes olmalarından daha önemliydi hatta koşuldu. Böyle çelişkileri görmezden gelip hala derneklerimiz vardır yeterlidir demenin mantıksızlığı ortada.

Ekip kurmak, gösteri yapmak yeterli mi? ve ne yazık ki dernekleri kahvehane gibi kullanmak doğru mu? Ha derneklerle dönüşün alakası ne derseniz? Yeni bir yapılanma ve Talebenin dediği gibi bu yapılanmanın sadece ve sadece Çerkes halkına yönelik çalışmalar yapmaları gerektiğine inanıyorum. Bu yapılanmanın adı Çerkes dernekleri olmasa daha iyi olur düşüncesindeyim. Çünkü deneyimlerimiz bize derneklerin neler yaptığını yapacağını gösterdi yeteri kadar.

Hangimiz memnunuz derneklerin çalışmalarından? Kimse üzerine alınmasın gerçekleri konuşmak 9 köyden kovulmayı gerektiriyorsa zaten bunu göze almışım. Elbette doğruları konuşabilen ve gerçekten bu halk için çıkarsız sadece ve sadece Çerkes halkı için bir şeyler yapmak isteyen insanlarda vardır. Ve ben onların arasında olmayı kovulmaya yeğliyorum. Kimse kırılmasın incinmesin diyemeyeceğim. Saygıyı kimlere ve ne için duyacağımız konusunda hassasım.

Talebenin, Sayın Emin Yaşar'ın, Yegerey'in, Musost'un önerileri gayet somut ve mantıklı Acilen yeni yapılanma ve bu( siyasal yapılanmada olabilir ) ve lider gereksinimi vardır bunlara bağlantılı olarak. Bundan somutu bu yapılanmaya başlayarak olur.

Maf Özlem Özdemir,

Sanırım ufak bir karışıklık yaşıyorsunuz? Somut öneriler Talebeden gelmişti. Şhalaxhu gereksiz görmüştü siz isimlerimi karıştırdınız, yorumları mı yoksa hedefi mi Tekrar dikkatli okumanız işe yarar umarım. Çok bilmişliğin açılımını yapayım; üretilen fikirleri yok sayıp sayfaya boş katılalım demek buna en iyi örnek!!

Hodri meydan ne demek sizde bunu açıklar mısınız mümkünse? Bu halk için olumlu fikirler sunan herkesin yanında olacağımı bilmenizi isterim Talebeye verdiğim desteği sürdüreceğim sitede çok az kişinin doğruları bu halka gerçekten yarar sağlayabilecek doğrular ve sayının azlığı kaygılandırıcı olsuda umutsuz değilim.

FİKİRLERİNİN DOĞRULUĞUNA İNANDIĞIM ARKADAŞLARIMIN YANINDA OLMAM KİMSEYİ RAHATSIZ ETMESİN MÜMKÜNSE. Bu arada üretilen fikre saygı duymak ve desteklemekte o fikrin içinde yer almak demektir. Şimdi Talebenin sunduğu fikirleri tek tek ben değişik versiyonuyla tekrar mı edeyim. Talebe dile getirmiş tercüman olmuş bende destekliyorum. Ya sizin karşı teziniz ve ya başka somut öneriniz var mı? Varsa alalım lütfen! Şhalaxhu'den özür dilemek için katılmadınız sayfaya umarım.

Sevgiyle.

 

 

Talebe
25.11.2005

Selamlar,

Bugün değinmek istediğim konuya bir boyutuyla sayın (eğer böyle hitap etmem gerekmiyorsa, bunu bir şekilde belirtirsen sevinirim) a-e ve sevgili Elif değinmişler. Yine bu konuyla ilgili giriş sayfasında Kayseri Derneği’nden sayın JETGER Musa Cangir ve sayın HAKAŞE Erkan Batır’ın yazısı denk geldi. Herkesin okumasını tavsiye ederim.

Devam edeyim...

Anavatan işlerini yapmaya devam etsin. İşlerine karışmak veya onlara akıl vermek haddimize değil. Onlara güveniyor, inanıyoruz. Ancak kimse de kayıtsız şartsız itaat edilmesini istememeli. Kendilerine güven duyuluyor olmasını, hiçbir konuda farklı düşünülmemesi gerektiği şeklinde yorumlamamalı ve farklı düşünce veya önerileri, "akıl vermek" şeklinde... Kayseri Derneği’nden gönderilen yazı böyle bir tarzın nasıl sonuçlara yol açabileceğine örnekler vermiş.

Ben diasporada yaşıyorum ve öncelikli görevim; Necdet ağabeyin dediği gibi, diasporayı örgütlemek olmalı. Bir anavatanımız, anavatanımızda bir cumhuriyetimiz, cumhuriyetlerimiz var (devletimiz değil!). Yüzümüz anavatana dönmeli ama anavatan-diaspora ilişkisi bir amir-memur düzeyine indirgenmemeli. Eski "Doğu Bloku" ülkelerinde Moskova merkezli yapılanmanın ne hallere düştüğünü gördük. Keza federasyonla dernekler arasındaki ilişkilere bakın.

Kişilikli, kendi ayakları üzerinde durabilen alt örgütleri olan üst örgütler daha dinamik olurlar, daha sağlıklı işlerler. Böyle bir ilişki aslında üst örgütlenmelerin geleceğinin de garantisidir.

Uzatmayayım: Anavatan merkezli güçlü bir diaspora örgütlenmesine ihtiyaç var. Ki; böylece, -sayın a-e açtığı için sadece değinmek istiyorum-, anavatanın ihtiyaçlarına da daha hızlı ve sağlıklı cevaplar verilebilsin. Hatta anavatanda alınan, diasporayı ilgilendiren kararlar daha sağlıklı olabilsin. Son örnek, Abhazların Abhazya vatandaşı olabileceklerine dair Abhazya'da çıkarılan yasa. Eğer diasporada örgütlü ve güçlü olabilseydik bu yasanın etkisi çok farklı olabilirdi. Keza Adigey vatandaşı olabilmeyle ilgili çıkarılan ve bugün artık geçerli olmayan (bildiğim kadarıyla) yasa. Çıkarılan bu yasaları büyük kazanımlar haline getirebilecek alt yapıdan yoksunuz. Ki bu örnek, anavatanımızın da diasporanın durumunu pek de doğru analiz edemediğini gösteriyor. Dönenlerin beklenenden az olması, yasanın sadece belli bir süre yürürlükte kalması hem altyapı noksanlığının hem de anavatanın diasporanın durumunu pek de doğru analiz edemediğinin göstergesi. Belki de o süreçte diasporayı "temsilen" anavatanımıza gidip gelenlerimizin manzarayı doğru aktaramamış olmasındandır, tam olarak bilemiyorum. Ancak, her halükarda kesin olan bir şey varsa o da diasporanın ciddi bir örgütlenmeden yoksun olduğudur.

Derneklerimiz bu yaraya merhem olamazlar. Elif arkadaşımız kendi yöresinden örnekler vermiş. Kayseri’den iki arkadaş kendi bildiklerinden. Diğer derneklerde de durum üç aşağı beş yukarı aynıdır.

Çünkü; derneklerimiz "herkese" açık.

Çünkü; derneklerimiz politik formasyondan yoksunlar.

Çünkü; derneklerimizde duygu-düşünce birliği yok. Çağdaş değiller, nitelik değil nicelik kaygısına düşmüşler, heyecan vermiyorlar vs vs...

Öncelikle bu "herkese açık”lıktan kurtulmalıyız. Bizim örgütlenmemize anavatana dönmek isteyen, veya kendisi dönmeyecekse bile dönülmesi gerektiğine inanan, bu doğrultuda çalışmak isteyen insanlar gelsinler. Hangi düşünceye veya inanca sahip olurlarsa olsunlar, sorunumuzun bir varolma sorunu olduğuna, anavatanımızın geliştirilip güçlendirilmesi gerektiğine inananlar.

Bizim örgütlenmemizde farklı düşünceye veya inanca sahip olmak bir ayrılık nedeni olmasın.

Halkların kardeşliğine, dostluğuna inanılsın. Bu dostluk ve kardeşliğin pekiştirilmesi gerektiğine. Kuzey Kafkasya halkları arasında kardeşliği, birliği hedeflesin. Nasıl ki Avrupa Birliği bir Almanya’nın veya Fransa’nın varlığını (veya bir Alman’ın, Fransız’ın ) yadsımıyor-inkar etmiyorsa bizim de herhangi bir varlığı yadsımamamız-inkar etmememiz mümkündür.

Dünyanın neresinde olursa olsun, insan hakları ihlallerine duyarlı olsun. Halkların bağımsızlık, özgürlük ve demokrasi mücadelelerine destek versin.

Demokratik olsun.

Bireylerinin haklarına ve özgürlüklerine saygılı olsun.

İnsanlarımızın siyasal, sosyal ve kültürel gelişimlerini öncelikli görev olarak görsün. Güçlü toplumlar güçlü bireylerle kurulabilir desin.

Kültürel faaliyetleri: halk dansları, tiyatro vs. bu faaliyetlerin birer araç olduğunu unutmadan ve insanlarımızda duygusal-düşünsel birlik yaratma, onların yüzünü anavatana döndürme hedefinden sapmadan örgütlesin.

Hayatın her alanında uzmanlaşmaya çalışsın. Tıp, mühendislik, hukuk vs alanlarında uzman komisyonlar kursun. Bu komisyonlar anavatanla ilişki içersinde olsun, onların ihtiyaçlarına kendi uzmanlık alanlarından maddi-manevi ve insani destek versin.

"Anavatana katkı" fonu olmalı; bütçesinin, gelirlerinin bir kısmını öncelikle anavatana dönüşler için kullanılmak ve yatırıma dönüştürmek üzere anavatana yollamalı.

(...)

Düşünün bir; böylesi bir örgütlenme en azından son yaşananlar üzerine nasıl bir tepki geliştirebilirdi? Onların hukuksal, tıbbi, insanı sorunlarına hızla eğilir, birilerinin onlardan aman aman yardım istemesini beklemezdi. Bu onların görevidir çünkü. Türkiye'nin en azından iki yüzlü tavrını teşhir eder, kamuoyu yaratırdı. Türkiye'nin dört bir tarafından Çeçen sığınmacılara destek ziyaretleri düzenlerdi. Bu, Çeçenlerle aramızdaki dostluğu ve kardeşliği pekiştirir,duygusal-düşünsel yakınlaştırırdı.

Mültecilik İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile tanınmış, tüm dünyada geçerli bir haktır. Birleşmiş Milletler’in bu iş için bir bütçesi vardır ve sığınmacıları kabul eden ülkelere bu bütçeden destek verir. Türkiye'nin tavrı protesto edilirdi.

Rusya Kafkasya'da savaş suçu isliyor, insanlık sucu isliyor ve bu, dünyaya tam olarak anlatılamıyor. Gerek Beslan'da ve gerekse Nalçik’te kirli işler oldu, oluyor. Hatta kimi gerçekleri dile getiren Rus gazeteciler tutuklanıyor, yazıları yasaklanıyor. Bunlar insanlarımıza daha iyi anlatılabilirdi.

Bunları yapmamızın önünde bugünde bir engel yok denilebilir. Ancak bana Kafkasya'da neler oluyor yeterince anlatmazsan, bunun kanalları yoksa, hatta Çeçenlerin nasıl bizden olmadıklarına, anavatanımızın kimi yörelerinde nasıl Çeçenlerden nefret edildiğine vurgu yaparsan bunu nasıl örgütleyeyim? Bu psikolojik desteği nereden alayım. O Çeçenler ki Abhazya'mızın bağımsızlık savaşına ilk destek verenler onlarca insanını bu topraklarda şehit verenlerdir.

Rusya Federasyonu veya Türkiye ile ilişkilerin iyi olması gerektiğine bu kadar çok vurgu yaparsan (ki, bunun gerekliliğine ben de inanıyorum ama bunun sağlanması için ilgili tarafların hepsinin sorumluluk duyması gerekir yalnız bizim değil) ben nasıl Türkiye'nin veya Rusya Federasyonu’nun yanlışlarını eleştirebileyim, onların karşısında dik durabileyim?

Tekrar asil konuma döneyim. Binlerce insanın katıldığı kitlesel çıkışlar olsa da, hiçbir örgütlenme aşağıdan yukarıya olmaz. Örgütlenme "bu işi bilenlerin" iradi çabasıyla ve yukarıdan aşağıya olur. Nasılı tartışılır!

Bu nedenle "bu işi bilen" insanlarımız bir araya gelsinler, ciddi bir örgütlenme oluştursunlar, önümüzü görelim, halkımıza-vatanımıza daha yararlı olalım. Sürgünün yıldönümünü anavatanımızda analım, çevremizden bu etkinliğe en geniş katılımı sağlayalım ve bu yıldönümünü anavatanda anma işini gelenekselleştirelim.

Kalın sağlıcakla.

 

 

Şhalaxhue
25.11.2005

Sayın a-e

Size katılıyorum. Teori pratik örtüşmesinde sıkıntı ne? Aynı şeyleri söylüyoruz. Uygulama neden başarısız? Bende tıpkı sizin gibi bunu soruyorum. Buyurun bunu tespit edin. Ona göre yol haritası yapılsın. Salt bilinç bu konuyu da açıklamıyor. Çok bilinçli dönüşü savunanlardan olup, bunu eyleme koyamayanlar var ya da anavatana döndüğünü söyleyip bundan rucu edenlerde var.

Kafkasya’dan bizim çıkış şeklimiz belli. Buna rağmen ne kadarımız pasaportla dönebilir ki?
Şahsen dönüşü bir şeylerin ölçütü kabul etmiyorum. Benimde vatanıma hasretim en az dönenler kadar. Bu eylem içinde yeterli olamıyor. Buna rağmen dönenleri de kutlamak ve onlara sonsuz saygı duymak lazım.

Sayın Elif, sayın a-e ile ilintinizi bilmiyorum. Benim a-e ile de sizinle de bir sorunum ya da ortak noktam yok. Dikkatinize.

Sayın Talebe ile de anlaşamayacağım bir konu söz konusu değil.

Sayın Özdemir hanımefendiye de saygılar. Sayın Özdemir neyi tartıştığımızda belli değil. Ne istendiği de.

Saygılarımla.

 

 

Talebe
25.11.2005

Selamlar,

Politik ve pratik bir "yol haritası”nın çıkarılması neye-nereden başlanacağını belirlemek açısından çok önemli. Ciddi bir örgütlenme "hadi öyleyse yapalım" demekle olmaz.

Bu nedenle:
Önce bulunduğumuz her alanda, ilişkide olduğumuz her insanla bu sorunu tartışmalıyız. Gerçeğimizi görmelerini sağlamalıyız, duyarlılıklarını arttırmalıyız.

Yaraya merhem olmasalar da bugün derneklerimiz yine de en duyarlı insanlarımızın en azından "uğrak yeleri". Buralara gidilmeli, yanlışlar eleştirilmeli, eksikler tamamlanmalı. Ve en önemlisi bizim gibi düşünen, düşünebilecek insanlar bulunmalı. Bunlara Yol Haritamız anlatılmalı. Gücümüz oranında sosyal kültürel faaliyetlere de katılabiliriz, ama asıl enerjimizi kendimizi örgütleme işine harcamalıyız. İnsanlarımızın yaşadığı her yerde yeni oluşumdan söz etmeli, gruplar kurmalıyız. Farkımızı anlatacak bir ismimiz olabilir.Mesela "yaşasın Anavatan grubu" veya "Genç Dönüşçüler Grubu" vs vs.

Bunları yapmak için en ince detayına kadar tartışılmış, yazılmış programımızın olması gerekmiyor. Her iki işin bir arada götürülmesi mümkün ki bu süreç bizi birçok insanla tanıştıracaktır.

Ama yine de önce "bu işi bilen insanlarımız" ın ve "ben bu işe varım" diyen insanlarımızın, şimdiye kadar ki faaliyetlerine, içerisinde faaliyet gösterdikleri parti, örgüt veya derneklerin kimliklerine bakılmaksızın bir İlk adımı atmaları gerekiyor. İnsanlara ne anlatmak istediğimizi netleştirmemiz gerekiyor. Bu anlamda bir tartışma platformu oluşturmalı veya bu siteyi böylesi bir platforma dönüştürmeli. Burada tartışmalı, bu tartışmaları en yakın çevremize aktarmalı, topladığımız düşünceler ve bilgiler ışığında netleşmeliyiz.

Kimi can alıcı konuların tartışılmasının önemi ve yararı buradadır. Ama bunların entelektüel birer çalışma olarak kalmamaları veya beyin jimnastiğine dönüşmemeleri için örgütlenmemize hizmet edici olmaları gerekiyor.

Konuya ilgi duyan insanlarımız, böylesi bir programda veya "yol haritası”nda hangi konuların açıklığa kavuşturulması gerektiğini burada açıklasın. Ve yine konuya ilgi duyanlarımız açıklığa kavuşturulması gerekir denilen konularda düşüncelerini yazsınlar. Bunların şurada ve ya burada çoktan tartışılmış, yazılmış olması bunların yeniden gözden geçirilmesinin önünde bir engel teşkil etmemeli.

Bu düşünceler veya sonuçlar bir "yol haritası" olacak tarzda yine gönüllü olacak arkadaşlarca toparlansın, bütünlüklü hale getirilsin. Bununla tüm diasporaya yayılalım ve örgütlenelim… Eğer yetiştirilebilinirse Sürgünü Anma Günü, anavatanda ilk buluşma günümüz olsun…

Kalın sağlıcakla.

 

 

Elif
25.11.2005

Selamlar Talebe,

Önerdiğiniz fikirler gayet olumlu ve olması gerekenler. Acilen yeni bir yola ve programa ihtiyaç var. Aksi taktirde kimse, asimile oluyoruz canım halkım güzel halkım yok oluyor lüksüne ve riyaya kalkışmasın.

Bizleri bir arada tutacak ortak noktalarımız bile kalmamış hedef yok amaç hiç yok. Lay lay lom'larla uğraşacak zamanımızda yok. Adigexabze'yi yaşatalım, saygılı olalım zexes yapalım, ekip kuralım bunlarla hiç bir halk ayakta kalamaz.

Türklerin arasında yaşıyoruz. Şöyle bir bakın geçmişe ve bugüne. Halkı bir arada tutmak ve milliyetçilik duygusunu pekiştirmek için devletin kendi çıkardığı olayları, bilmeyeniniz yoktur. Ajanlarını harıl harıl çalıştırıp gerekirse Türk bayrağını yakan sinsi ve zeki oyunlara gereksinim duyan, "bir Türk dünyaya bedeldir" sloganlarını atan/attıran güçlenmek adına yaptıkları oyunları örnek alsak mı biraz ne dersiniz?

Ki bu ülke bizden kat be kat güçlü bir devletken gerektiğinde asil olmamayı göze alıp insanların milli duygularını harekete geçirebiliyor. Bizler ise kendi aramızda henüz milliyetçilik duygusunun, Çerkes'im, asilim, hoşum, oynarım, gülerim, sayılırım, sevilirimden öteye götüremedik. Bu mu asillik bu mu milletini sevmek?

Başka halkların bizleri ezip geçmesine bizleri paramparça etmesine gönlünüz razı mı? Bizler o kadar bireysel düşünüyoruz ki toplum bilincine ulaşmamız çok zor görünüyor. Ben olduğum yerde rahatım iyiyim bana kim ne diyor ki, oyunumu da oynuyorum, Çerkesce'mi de konuşuyorum. Ama sinsice aklımıza sokulan bu iyimser düşüncelerin derinine inmeyi kimse düşünmüyor.

Benim içim yanıyor, 30 yıl sonrasında acaba evimizde dahi konuşabileceğimiz Çerkesce'miz olacak mı? Düğünlerde dahi olsa oyunlarımızı bilen Çerkes gençleri olacak mı?

Adigexabze'nin içeriği bugün bile kalmamışken 30 yıl sonra anlamı anlamsızlaşmayacak mı? Neden bütün bu gerçekleri bize kim ne diyor ki hata kendimizde bize kim ne yapıyor ki haritamızda var vatanımızda var, gitmek isteyene yol da var demenin cehaletini ve sorumluğunu alan bazıları tarihsel hata yapmıyor musunuz?

Bu halkın yok oluşuna katkıda bulunmuyor musunuz? O halde neden susmuyorsunuz. Bu bile çok şeydir hiç değilse bunu yaparak hiçbir şey yapmayan konumunda olmayı zarar veren konumunda olmaya yeğleyin!!

Talebe, seninde değindiğin gibi önerdiğin fikirlerin yaşama geçmesi için önce destek almak onaylanmak ve bu fikre evet diyenlerin olması gerekiyor. Sadece iki üç kişiyle başlanacak bir şey değil bu ne yazık ki. Ama şu an için yapılacak tek şey yılmadan bu fikri tekrarlamak ve duyurabildiğimiz kadar çok insana bu zorunlulukları duyurmak olur.

Yeteri kadar destek sağlandığında gerekirse toplantı düzenlenip bu oluşumun yaşama geçmesi için ilk adım atılır. İlk anda büyük hedefler ve yanımızda büyük bir kalabalık göremeyeceğimiz açık. Ama her şeye rağmen yılmadan bireysel olmayan ve Çerkes halkının onurunu varlığını koruyacak zorunluluklarda ısrar etmekte çok onurlu bir iş olsa gerek.

Şimdilik bu bile çok büyük bir ayrıcalık ve gurur verici bir şey. Kendi adıma bu doğrularda ısrar edeceğim ve bu doğruları göremeyen gerçekten beyninin büyük kısmını pervasızca başka halkların çıkarına kullanan insanlara muhalif olmaya devam edeceğim.

Sevgiyle.

 

 

Özlem Özdemir
28.11.2005

Sayın Elif, Sayın a-e, Sayın Talebeye atfen...

... Erbab-ı Kemali çekemez nakıs olanlar,
Zira dide-i huffaş rencide olur ziyadan...
(Ziya Paşa)

Saygılarımla.

 

 

Talebe
28.11.2005

Sayın Özlem Özdemir,

Ziya Paşa’nın benim de çok sevdiğim bu mısralarını kime hitaben yazdığınızı tam anlayamadım. Kimin "Erbab-i Kemal", kimin "nakis" olduğunu veya "dide-i huffas" ile kastedileni.

Erbab-i Kemal değilim, "nakis" olduğumu zaten kendim söylüyorum ama eğer Ziya'dan rencide olan "dide-i huffas" ile kastedilen ben isem, Talebe rumuzuyla yazdığım için, bu sözlerin beni "Ziya"dan daha çok rencide ettiğini bilmenizi isterim.

Eger bir rumuz ile değil de, gerçek ismimle yazmış olsaydım yine aynı "sessizlikle ölüme mahkum edilen" düşünceleri dile getirecektim, diğer arkadaşların düşüncelerini anlama yeteneğim de değişmeyecekti.

"Öyle klavyenin başına geçip yazmak kolay, şimdiye kadar ne yaptın, hangi taşın altına elini koydun" denilmesini, bunun bu kadar kolay söylenebilmesini anlamıyorum.

Her yapılan işin yararının olmadığını, kimi işlerin, üzerlerinde emek harcanmış olsalar da, zararlı; en azından yararsız olabileceklerini düşünüyorum.

Mesela her kötülüğün altında yatanın para olduğuna inanan kimleri zamanında, her şeyin üzerinde harcanan emeğe göre değerlendirildiği bir "emek bankası" kurmuşlar. Herkes ürettiği şeyi bu "emek bankası”na getirecek, karşılığında ihtiyaç duyduğu şeyi: buğdayı, pirinci alacakmış. Kimi buğdayını getirmiş, kimi yumurtasını, ekmeğini... Ama kimi "uyanıklar" da hiçbir değeri olmayan şeyleri. Üzerine saatlerce bir çekiçle vurulmuş kaya parçasını veya öylesine kesilip biçilmiş tahta parçalarını mesela. Karşılığında da buğday, ekmek veya domates alıp gitmiş. Bir süre sonra banka böyle ıvır zıvır şeylerle dolmuş ve sonunda hem banka hem de proje iflas etmiş. Kıssa’dan hisse...

Pratiğe yol gösterenin teori olduğuna inanıyorum, bulanık suyun; puslu havaların bize bir yararının olmadığına...

Düşüncelerin öyle vahiy yoluyla gökten zembille inmedikleri bir yana, önümü göremediğim çalışmalara katılmamın bir yararının olamayacağına inanıyorum. Benim gibi henüz çok şeyi yeterince net olarak göremediği için tereddütleri olanlarımızın, izlemekle yetinenlerimizin: Bir sessiz çoğunluğun olduğuna...

Bu sessiz çoğunluğun izleyici olarak oturdukları o tribünlerden sahaya inmeleri gerektiğine, bunu sağlayacak politikaların üretilmesi gerektiğine.

Bunun gerekli olmadığını söylüyorsanız buyurun; siz kendi yolunuza ben kendi yoluma... Ancak birbirimizi kırmadan-incitmeden, şu yeryüzünde yaşayan tek tek her Çerkes’in yaşatılması gereken birer değer olduğunu, her birine ihtiyacımız olduğunu unutmadan...

Not: Çeçenistan’da bir gün savaş şu veya bu sonuçla biter, sular durulur ama biz birbirimizin yüzüne nasıl bakacağız bilemiyorum?

Kalın sağlıcakla.

 

 

a-e
28.11.2005

Sayın Özlem Özdemir,

Erbab-i Kemali çekemez nakis olanlar, zira dide-i huffas rencide olur ziyadan demişsiniz.

Bu beyiti anlayamayacak olan okurlara bunun anlamını yazmakla size cevap vereyim.

Yukarıdaki beyitin anlamı; eksik, kusurlu kimseler olgun insanları çekemezler, tıpkı yarasanın gözünün ışıktan rahatsız olduğu gibi, ikinci mısradaki ziya kelimesi de ışık anlamına geldiği gibi; şair, kendini çekemeyenlere hafiften dokundurmuştur, diye düşünebiliriz.

Bize atfen yazdığınız bu cevapta sanırım siz bizlerin çok eksik kusurlu insanlar olarak siz olgun insanları çekemediğimizi dile getirmiş olup sizin gibi ışık olan insanları en başta da sizi görmekten rahatsız olan yarasalar olduğumuzu demek istemişsiniz.

Sizin bizi nasıl gördüğünüzü bilemem ama benim sizi nasıl gördüğüm açık ve nettir.

Benim için siz ve sizin gibi düşünen insanlar evrende her şeyi yutmaya çalışan birer kara delikten başka bir şey değilsiniz ve sadece karanlığı görüyorum ve karanlığınızın içinde kaybolmamak için mücadele etmeye devam edeceğim.

Kendini yazdığı iki kelimeyle anlatacağını sanan, her yerde herkese katılan ve sadece iki kelimecikle yetinen fikirlerini açamayan bir tartışmada söyleyecek söz bulamayınca hemen karışsındakine saldıran insanlara kendimce ancak şunu diyebilirim ki; yetersizliklerinizin içinde boğulmanın sorumluluğunu başkalarına yıkmayınız.

Sayın Özlem Özdemir bizleri yetersiz gördüğünüz ve sizi çekemediğimiz noktaları dile getirmekle yükümlüsünüz madem ki, bize atfen bir söylemde bulunuyorsunuz bunu açıklamak zorundasınız. Aksi taktirde bizi suçladığınız söylem size dönmüş olacaktır.

Bizler tüm konularda tam olduğumuzu iddiada etmiyoruz, eksiklerimiz olabilir ve bu dünyada hiçbir insanın eksiksiz kusursuz olacağını da kimse diyemez ama bizim sizleri çekemediğimizi ispatlamak zorundasınız.

Öyle şairlerin mısralarıyla iki şey yazıp kenara çekilmek ve insanları suçlamak söylemlerin içini doldurmadan bir yerlerden söylenmek bir töre olamaz.

Sizin töreniz fikirleriyle tartışanları olgun saymıyorsa bir şey diyemiyorum artık.

Saygı hak edenin olur...

 

 

Özlem Özdemir
29.11.2005

Sayın a-e, Sayın Talebe,

En büyük hatanız olayı kişiselleştirmenizdir.

Kendi atmosferinizden sıyrılıp değerlendirmenizi rica ederim.

Selamlarımla.

 

 

Şebatnik
29.11.2005

Kara delik. Müthiş bir güç. Her şeyi kendine çekip yok eden bir muamma girdap.

Sayın Özdemir'e bunu yakıştırmak en basit anlamıyla acziyet ifadesidir. Hiç bir şey bilmiyorsanız Ziya Paşa'nın sözünün olumlu yönünü üzerinize alınınız. Hoş buda bir şeyi değiştirmez ama siz kendinizi kandırmış olursunuz. Buda size yeter. Zira bugüne kadar yaptığınız başka ne ki?

 

 

a-e
29.11.2005

Sayın Özlem Özdemir,

En büyük hatalarımızın olayı kişiselleştirmemiz olduğunu demişsiniz, fakat gözden kaçırdığınız şey, sizin ilk yazınızla ve daha sonraki ve şimdiki cevabınızla bu konunun içine limon sıkmış olduğunuzdur.

Tüm site boyunca yaptığım taramalar sonucunda sizin herhangi bir konuda düşüncelerinizi insanlarla paylaştığınıza rastlamadım. Sadece bir kaç yerde burada da olduğu gibi çok kısa iki cümleyle bir şeyler anlatmaya çalışmışsınız ama tıpkı benim gibi sizi anlamakta güçlük çekenler olmuş. Bu nedenle size şunu deme gereğini görüyorum; biraz emek harcasanız olmaz mı acaba?

Konulara gereksiz söylemler müdahil olmadığında fikirlerin konu hakkında geliştiğini ve her yerde olmasa da ortak noktalar bulunabildiğini görmekteyiz; ta ki, biri hiç olmadık yerden taş atıp konuyu dağıtmayana kadar.

Şimdi bende birkaç güzel sözü size atfen söyleyeyim…

Gerektiği yerde izah etmeyen, gerekmediği yerde izah eden kişiye budala derler. (Alain)

Tabiatın insanlara en adilce dağıttığı nimet akıldır derler; çünkü hiç kimse akıl payından şikayetçi değildir. (Montaigne)

Büyükler omuzlarımızda taşıdığımız için büyüktürler, fırlatıp atınca yerde sürünürler. (Mondantre)

Ne kadar geri bakarsanız o kadar ileriyi görürsünüz. (Churchill)

İnsanlar genellikle başkalarına sürmek istedikleri çamura bulanır. (Cenap Şahabettin)

Bir kör başka bir köre yol gösterirse ikisi de çamura bulanırlar. (M. Henry)

Körler ülkesinde tek gözlü kral olur. (Erasmus)

Işığı hiç kimse körler kadar sevemez. (Victor Hugo)

KÖRLER DİYARINDA MUM TACİRİYİM. (Abdullah Cevdet)

Ne alakası var diyebilirsiniz ama bunu önce kendinize demeniz gerekir sizin yönteminizle size atfen bir şeyler yazayım dedim...

Herkesin birlikte düşüncelerini kabul görsün görmesin ortaya atıp tartıştığı bir konuyu bu hale getirmedeki bu büyük katkınızdan dolayı teşekkürlerimi sunarım.

Sayın Sebatnik,

Sizde konuya belirli bir noktada katılmış oldunuz ve bu gün itibariyle daha önce karşılaşmadığım için sizin yazılarınızla yeni tanışmış oluyoruz.

Bu güne kadar kendimizi kandırmış olduğumuzu diyerek konuya nerden itibaren dahil olduğunuzu göstermiş bulunuyorsunuz.

Biz kendini kandıranlarla siz kendini kandırmayanlar arasındaki farkları görmenizi dileyerek. Biz kendini kandıranların yapmadığı şeyleri siz kendini kandırmayanların bir an önce yapmasını ve şu andan itibaren konu hakkında düşüncelerinizi bu başlık altında görmekten mutluluk duyacağımızı belirtmek isterim.

Saygı hak edenin olur…

 

 

Mezağo Esen
30.11.2005

Sayın Özlem hanımın yüksek müsaadeleri ile;

Sayın a-e,

Sizin kimseyi anlayıp anlayamamanız "ölçü" olarak kabul edilebilinir mi?

Hangi ortak değere sahibiz ki, aynı dili konuşalım? Sizinle ve benim sahip olduğum kültür arasındaki tek asgari müşterek genel anlam itibarı ile; "kişiye ve topluma saygı" olabilir.

Tahminimce Özlem Özdemir hanımefendinin size uzun uzadıya cevap yazmamasının da sebebi budur. Siteyi ne zamandan itibaren takip ettiğinizi bilemiyor olmamız, kullandığınız "nick" ile üyelik bilgilerinize ulaşılamayıp, "kim ile muhatap olunduğunun bilinmiyor" olması elbette ki "değer" farklılıkları yaratacaktır. Ancak bu davranışı yargılama gibi bir hakkınız olmadığını hatırlatırım. Biz sizin kim olduğunuzu dahi bilmiyor ve varsayımlar üzerine "saygı" duyuyoruz.

Bilmenizde fayda var, Özlem hanımın geçmişteki yazılarına rastlayamıyor olmanız olağandır çünkü siz siteden ayrılma ve ayrılışlarla ilgili haftayı meşgul edecek bir metininizi dahi bizlerle paylaştınız. Bu durumda sorduğunuz sorunun içi boşalmaktadır.

Özlem hanımın harcadığı veya harcayacağı emeğin tavsiyecisi olamazsınız çünkü ortak bir paylaşımınız ve paydanız yok. Bu noktada diyeceksiniz ki; " Bizim muhatabımız Özlem Özdemir'dir, sizi alakadar etmeyen bu konuya neden karışıyorsunuz?" cevabım kesinlikle şudur ; Ben hiç tanımıyor (fiziksel olarak) olduğum Özlem hanımla, tarih-dil-kültür-kan ve kader birliğine sahibim... Bir yabancı olarak sizin "herhangi bir Adyghe kızına yapmış olduğunuz eleştiri, (haddiniz olmasa da - gizli hakaretlerinizin) okları mutlaka kendini bu mefhum için sorumluluk hisseden tüm kadın-erkek Çerkes'i ilgilendiren bir durumdur. Yani bu genlerimize kodlanan otomatik bir savunmadır. Siz bir Çerkes'e ilgi duyabilir ve hatta ileri derecede sevebilirsiniz de... Bu hislerinizin hiç bir yerinde kendinizce haksız da değilsinizdir. Oysa; hissettiğiniz o her ne ise ciddi bir gerçeğin üzerini örtemez. Siz ne kadar da "hissediyorum" deseniz bu kültüre ait değilsinizdir. Kültür ve xabze bütünlüğü sizi her zaman büyük bir hoş görü ve saygı ile "MİSAFİR ODASINDA" ağırlamaya devam edecektir.

Tüm bunlar gerçekleşirken yani; ev sahibi misafirine izzet-i ikramda kusur etmez ve üstün tutarken, misafirin ise ölçüsünü ve haddini bilmesi ise ortak paydaya dayanan "EDEP"ten olmalıdır.

Ehli irfan meclisini
aradım kıldım talep
her hüne makbul ise de,
illa edep, illa edep...

Yazdığınız özlü (!) sözlerin akabinde yukarıdaki Ziya Paşa'nın beytini okuduğumda Hz. Mevlana'nın bir sözünü hatırlamamak olmazdı;

... Siz ne kadar bilirseniz bilin,
anlattıklarınız sadece karşınızdakinin anladığı kadardır....

Neyi ne kadar alıp değerlendirebildiğinizi görebiliyor ve bu doğrultuda Sayın Şebatnik'ın düşüncelerine katılıyorum.

Varın sizde; a-e, Elif, ve Talebe koalisyonuna muhalif bir Mezağo, Özlem, Şebatnik mixi düşünün. Tasarruf sahibi sizsiniz sayın a-e.

...Herkesin birlikte düşüncelerini kabul görsün görmesin ortaya atıp tartıştığı bir konuyu bu hale getirmedeki bu büyük katkınızdan dolayı teşekkürlerimi sunarım...

Şahsımda, kültürüm ve milliyetim adına sizinle aynı yöne döndüğümüzü veya dönebileceğimizi sanmıyorum sayın a-e. Bu noktada ise sizin için sadece bizim dışımızdaki ulaşabileceğiniz odakta başarı iyi dileklerimi sunabilirim.

Tüm katılımcılara saygılarım ile...

 

 

Şebatnik
30.11.2005 

Hepinizin anlayışına hayran kaldım. Sizlerin bildiği karşınızdakine anlatabildiğiniz ile sınırlıdır. Hatta karşınızdaki kusurlu bile olsa. Haklısınız nerden katıldığım çok önemli, daha önemlisi ne işim vardı da katıldım. Bundan sonrada katılmamam gerektiğini ifade ettiniz. Doğrudur, gereğini yapacağım. Sizleri ulvi fikirlerinizle bırakmak daha iyi olacak.

 

 

Elif
30.11.2005

Mezağo,

Madem ölçü bizlerin bizleri anlaması; sizin eleştirdiğiniz üç insanın ikisi Çerkes değil mi? Sizin ırkınızdan olanları savunma refleksiniz Özlem hanıma özel kalmış o yüzden gösterdiğiniz gerekçenin içi bom boş.

Gereksiz arka çıkmalar, gereksiz tartışmalar, gereksiz basitlikler. PC karşısında kara kara düşünüp, Çerkesliğinizi boş basit söylemlerin içinde aramak. Neyi savunduğunuzu kendinizin bile bilmediği çelişkiler zinciri.

''Sizin kim olduğunuzu hiç bilmiyor ve varsayımlar üzerinde saygı duyuyoruz'' demişsiniz. Siz zaten saygı duymuyorsunuz. O yüzden bu çelişkiniz sizi üzmesin. Sayınlarla başlayan ardından bir yığın hakaret içeren yazılarda saygı olmadığını gören gözler görüyor. Yapmacık ve sanal saygınız sizlere kalsın.

Siz hiç tanımadığınızı söylediğiniz insanı gereksiz yere savunurken, bir başkasına sizi tanımıyorum varsayımlar üzerinde saygı duyuyorum demeniz ise çelişkinizin en vahimi. Gereksiz savunma refleksiniz ve anlamsızlığınız karşısında ben açık, açık diyorum size saygı duymuyorum.

Mezağo, kodlarımdan gelen uyarı sebebiyle; şahsım, milliyetim, kültürüm adına sizinle aynı yönde dönemeyeceğim. Siz dönebildiklerinizle dönebildiğiniz kadar dönün.

MAF

 

 

Mezağo Esen
01.12.2005 

Sayın Elif,

Eleştirilen üç insanın ikisinin Çerkes olup olmadığını bilebilmek için "istihareye" mi yatmamız gerekli? Her üçü de kimliğini "nick"lerin ardına saklamış bu arkadaşların kimliklerini kendileri bildirmediği takdirde nasıl anlayabiliriz? Üstelik sizin "toplumunuza güvenmediğinizi" nick tartışmalarından gayet iyi hatırlıyorum.

Özlem hanım için hissetmiş olduğum hassasiyetin sizin düşünceniz aksine içinin boş değil saygıya bezeli bir destek olduğunu ve bu desteği kazanmış olmasının sebebinin ise "milliyetine ve kültürüne" gösterdiği ilgi doğrultusunda geliştiğinizi bilmeniz (gerçi bildiğinizi düşünerek) gerekmektedir. Bu kültüre ve milliyet bilincine "şahsi çıkmazlarını" giydirmeyen herkes tarafımızdan veya aynı düşüncede olan kimselerce destek görecektir ve buda gayet doğal insani bir tepkidir.

Size tavsiyem kendi çelişkilerinizi isimlendirmenizdir.

Tarafınıza duyulan saygıdan rahatsız oluyorsanız, bunun için yapılabilecek pek bir şey olduğunu düşünmüyorum.

Hiç endişeniz olmasın. Yönü Kuzey olan herkesle bir şekilde buluşacağız. Umarım inancımıza da müdahale etmeyeceksiniz... Çerkesliğiniz (veya bahsettiğiniz üç de iki) adına...

Selametle.

 

 

Tsey Volkan
01.12.2005

Merhaba,

Konuları tümüyle okuyamadım ama, temel sorunlarımızdan ;

- Adigey in feshi, Çeçenya da soykırım, Abhazya da ambargo, diaspora da dağınıklık- da olduğu gibi, asli veya tali konularda ve tüm tartışmalar da rastlanılan; "Bazı zihniyetlerin fikir önderleri, herkesin de çok iyi bildiğin gibi, oldukça tecrübeli ve uzun zamandır çalışmalarında ‘taşeron’ kullanıyorlar. Taşeronlarını da genç, heyecanlı ve halkı için her türlü fedakarlığa hazır ‘gerçekten iyi niyetli’ insanlardan seçiyorlar. Bizler de, aslında iyi niyetli olmaları ve perde arkasındaki ‘tecrübeli’ ağabeylerine inanmaları dışında hiç bir suçu olmayan o pırıl pırıl gençlerle çatışmak zorunda bırakılıyoruz."

Yılların verdiği sürgün travması ile bir şekilde elde edilmiş bir küçük cumhuriyetin pozisyonu
bozulmasın diye, sömürgeciyi kızdırmamaya çalışıyorlar. Anlamıyorlar ki, zorba nasıl yağ çekersek çekelim, gerekeni uygun zamanda yapacak ama zorbanın kazanması için tüm Kafkasyalıların birbirine YABANCILAŞMASI ve mümkünse DÜŞMANLAŞMASI gerektiğini iyi biliyorlar. Tüm dünya halklarına uyguladıkları gibi...

Her şey apaçık ortada. Herkes yaptığını bilinçli yapıyor, en az bizim kadar. Çıkarları neredeyse o tarafa yelken açmış. Arkadaşlar; saygı göstermek düşer bize ve yaptıklarımızla KİMİN HALKININ GELECEĞİNİ ve ÇIKARLARINI ÖNE ÇIKARDIĞINI göstermek gerek.

Gelecek nesiller bir çok tekel ve önyargılardan arınmış olacak; merak etmemeli. Söylenmesi gerekenleri söyledik. Zaman kaybetmemeli; polemiklerden uzak durmalı...

Benim üzüldüğüm, alternatifsizlikten ve meydan boşluğundan dolayı, onları dinleyenler onların söylediklerini doğru sanmakta...

Saygılarımla.

NOT: Yazdıklarım kesinlikle birebir tartışmalara taraf olmak değil, genel tartışmalara taraf olmak içindir.

 

 

Hukla
01.12.2005 

Sayın Volkan merhaba,

Yazılarınızı dikkatle okumaya çalışıyorum. Affedin ama meydanı boş bulanlar kim? Meydanı doldurmaya çalışanlar kim ya da gerçekten bir meydan var mı?

En önemlisi; kendinizi bu açılardan bir konumlandırsanız da akıllarda soru kalmasa.

Saygılarımla

 

 

a-e
02.12.2005

Sayın Mezağo Esen

Yazınızı daha önce görmüştüm ama zamanım olmadığı için biraz gecikmelide olsa cevabınızı şimdi veriyorum.

‘’Sizin kimseyi anlayıp, anlayamamanız ‘ölçü’ olarak kabul edilebiliniz mi’’ demişsiniz. Bende size; ‘’sizin birilerine kendinizi anlatmanız sorunlarınızı dile getirmeniz ölçü müdür değil midir, diye sorayım ve hemen belirteyim.

Örneğin tüm dünyaya geçmişte yaşadıklarınız, günümüzde içinde bulunduğunuz koşullar ve geleceğinizde karşılaşacağınız sorunlar hakkında; Federasyonlarınızın dünya kamuoyuna saygıyla sunduğu deklarasyonlar, yine özerk cumhuriyetlerinizde alınan kararların herkese duyurulması, acaba ölçü olarak kabul edilebilir mi? Yoksa; bunlar ölçü olarak kabul edilemez, deyip sizin mantığınızla yaklaşıp bana ne mi diyelim, biz değişik halklardan insanlar olarak?

Eğer benim demiş olduğunuz gibi birilerini anlamam ölçü olarak kabul edilir mi edilmez mi diye bir şeyi soruyorsanız, öncelikle tüm insanlara açık olan bir yerde ve düşüncelerini tüm dünya halklarıyla paylaşan insanların arasında olduğunuzu unutmayınız

Hangi ortak değere sahibiz ki, aynı dili konuşalım? Sizinle ve benim sahip olduğum kültür arasındaki tek asgari müşterek genel anlam itibarı ile; "kişiye ve topluma saygı" olabilir, diyorsunuz. O zaman bir bakalım hangi ortak değerlere sahibiz veya kültürlerimiz arasındaki ortak değerlere bir göz atalım.

1) Benim kültürümde; örneğin büyüklerle alay edilmez, sanırım sizinde kültürünüzde büyüklerle alay edilmez. Bakın sizin ve benim ortak bir noktamız ama savunduğunuz hanımefendi, bir büyüğümüze alaycı bir tavırla yaklaşmış, dolayısıyla ikimiz arasındaki bu ortak nokta diğeri için söz konusu değildir.

2) Benim kültürümde; çok eşlilik yoktur, sizin kültürünüzde yoktur. Bu da bir ortak noktamız.

3) Benim kültürümde; kadın, erkek eşitliği vardır. Dolayısıyla kadın hanımefendidir, aman yanlışta dese ona bir şey demeyeyim diye bir şey yoktur. Yani benim kültürümde cinsiyetinden dolayı insanlar korunmaya muhtaç görülmezler ve yanlış davranışlar içinde olan bir kadın; sırf bayan olduğu için kollanmaz ve korunma altına alınmaz. Çünkü; bu, o bayana vurulacak en büyük darbedir ve sanırım sizinde kültürünüzde böyledir.

Daha bir çok örnek verebilirim ama kısa kısa geçiyorum.

Siteyi ne zamandan beri takip ettiğimi çok bilmek istiyorsanız; sizde, tıpkı benim gibi oturun PC’nin karşısına, hakkında bilgi edinmek istediğiniz kişinin tüm yazılarını tek tek arayın bulun okuyun ve o kişiyi tanımaya çalışın, kolaycılığa kaçıp, hiç bir çaba sarf etmeden karşınızdakinden bir şeyler beklemeyin de biraz yorulmayı, uykusuz kalmayı göze alınız. Halkınıza ve en başta da kendinize bir katkı da bulunmaya çalışmış olursunuz, benim gibi misafirliğini bilmeyen birini burada çürüterek susturmayı başardığınızda, size göre ben misafirliğimi bilmiyor ve size zarar veriyorsam beni susturmanızın en güzel yolunu size göstermiş oluyorum.

Bakın dediğim şeyleri yapmış olsaydınız, sizin gibi bana üyelik bilgilerim hakkında soran bir çok kişiye neler yazdığımı görmüş olurdunuz.

Beni tanımak istiyorsanız düşüncelerim ortadadır, hiçbir yazımı sildirmediğim için, boylu boyunca olduğum gibi orta yerde gözünüzün önünde duruyorum. Yeter ki bakmasını bilin.
Düşüncelerim hakkımda size bilgileri verecek yeterliliktedir. Yoksa ben bu siteye boyumla, posumla, kilomla, fiziksel özelliklerimle katılmış değilim.

Düşüncelerimle katılmış olduğumdan dolayı tanımanız gereken fiziksel özelliklerim değil tamamen düşünsel özelliklerimdir.

Ne olduğumu, nerden katıldığımı, yaşımı, geçmişimi, ne işle meşgul olduğumu, adımı soyadımı, tahsil durumumu öğrenince ne olacak? Elinize ne geçecek ya da bunlar bana bakışınızda ne gibi değişiklikler yaratacak? Bunları iyicene bir düşünün derim size. Kaldı ki ben gerekli ve çok değerli gördüğüm insanlara istedikleri anda hakkımda gerekli bilgileri vermekten de kaçınmıyorum.

Sevgili Kopsirgen Orhan, Necdet Hatam, Kuban Seauhmann, Shu Zago ve benzeri eşdeğerde, çok değerli ve düşüncelerini çok sevdiğim, yazılarını zevkle okuduğum, zaman zaman katılmadığım görüşleri olmasına rağmen bazen de sorular sorduğum, cevaplar aldığım bu değerli insanlara, diledikleri anda bilgilerimi verebilirim. Çünkü onlardan yeterli güven hislerini almışımdır ve ne kadar düşünsel anlamda ayrışsak bile olgunluk seviyesinin en üst basamaklarında olduklarına olan inancımdan dolayı bu güzellikteki insanlara isteklerinde cevap olmaya çalışırım.

Bunun tam karsısında Irkçıyım, Şövenistim, faşistim... MUTLUYUM!! Diye yazan bir insana ve bu insani savunan düşüncelere, ben nasıl güvenip de bilgi vereyim? Bu mümkün mü? Hayır. Çünkü benim savunduğum değerlerin tam karşıtı bu söylemlerin sahipleri.

Yazmayacağım, diyorum dayanamıyorum...
Lütfen biri beni bir ara vursun...
Dayanamıyorum yahu…

Yazma ustalığına sahip birine neden kişisel ve özel bilgilerimi vereyim ki, beni vurun diyenin, birilerini vurmayı düşündüğünü ve düşündüğünü yapmamak için kendini vurdurmayı uygun gördüğünü ama ne kimseyi vurmayı ne de kendini vurdurmayı düşünmeden fikirlerini sunmayı bilmeyen bir zihniyete ve bu olgunluğu yakalayamamış birine ben niye kişisel bilgilerimi vereyim ki?

Bir Kürt kardeş mi, deyip neyi vurguladığı belli olmayan bir insana neyi anlatacağım ben?

...Ben Çerkes ailesine gelin gelen birçok Türk gelinlerin aile ve toplum yapımıza son derece iyi uyum sağlayıp bir çok Çerkes kızından daha iyi nısağa yaptıklarına tanık oldum. Tersine başka topluluklara gelin gidip, evlenmeden önce aldıkları kültür sayesinde içine girdikleri toplumda saygın yerler kazanan, saygıdeğer ve sözü dinlenir bulunan çok Çerkes kızı ve kadını da gördüm...'' Kelimelerinin sahibi olan siz, yukarıdaki gibi ben faşistim ve mutluyum diyen anlayışı savunurken şuradaki kelimelerinizin tam tersi bir söylemle bana yaklaştığınızın farkında mısınız?

Bir Çerkes ailesine damat ya da gelin gidebilecek bir Ermeni’nin de ya da bir Ermeni ailesine giden bir gelin ile damadın saygınlık kazanabileceklerine inanmadığınız için mi, yoksa söz konusu ben olunca ve Türk olmayan biri olunca fikirleriniz değişiyor.

Yine bir çok konuda bırakın Çerkes kızlarını hakareti top yekun Çerkes halkına hakaretler edilirken siz nerdeydiniz? Bir Çerkes kadını olan arkadaşımızın eşinin Türk olmasından dolayı aldığı yazıyı ve ona verilen destek tepkilerinde siz neden genlerinizin otomatik savunma haliyle bu Çerkes kadın kardeşimizi savunmadınız? Yoksa sizin için Çerkes kadını demek bir tek savunmaya geçtiğiniz ve koalisyon kurduğunuz hanımefendi midir?

Bahsi geçen, yani yüksek müsaadesiyle bana yazdığınız, cevaptaki hanımefendinin yazdığı yazıları ben göremedim. Neden acaba? Yoksa ayrıldığından mı? Bir ara uzaklaşanların arasında olduğundan mı yazılarını göremiyorum ben ve hakkında düşüncelerinde bir bilgi sahibi olamıyorum .

Yazılarını sildirenlerin, konu başlığı altında yazan tüm düşünce sahiplerine ve o konuları okumak isteyen tüm katılımcılara en büyük hakarette bulunduğunu düşünen biri olarak gerçekleri görmenizi umuyorum.

Bir konu başlığı altında sayın Kaya Şenvar bu savunduğunuz hanıma bir şeyler yazmış ve ben bakıyorum bu hanımın yazılarını görmüyorum, dolayısıyla ne olduğunu, neden Kaya Şenvar beyin böyle bir şey yazdığını anlayamıyorum. Şimdi böyle bir durumda bu hanımefendi kardeşimiz, en başta kendi insanlarına, sonrada biz misafir konumundaki insanlara hakaret etmiş olmuyor mu ve tüm bunlar olurken siz neden tepkisiz kalıyorsunuz?

Sitenin bir katılımcısı olarak emeğini yok ederek, emekleri boşa çıkaran insanlara tavsiyelerde de bulunabilir, gerekliliğinde sorgulayabilirim de, herkes sorumluluğunu bilecek, sorumluluklarını bilmeyen insanların sorumluluklar taşıması mantıklı mı sizce? Buraya yazı yazan her insan siteye girip yazan yada okuyan herkese karşı sorumluluk taşır.

Diğer Çerkes kardeşlerimi bilemem ama sizin genlerinizde kodlanmış olan otomatik savunma sisteminiz tamamen çökmüştür ve hiç bir işe yaramamaktadır.

Irkçıyım, Şövenistim, Faşistim... MUTLUYUM!!

Sizce bunları diyen ve bunu diyenleri savunan insanların savunma sistemleri günümüzde bir işe yarar mı, bence hiç yaramaz. Bayatlamış, günü geçmiş, tedavülden hızla kalkmakta olan, bu tip düşüncelerin içinde olanları hiçbir zaman anlamayacağımı diyebilirim.

Hiç kimse birbirinin dışında değildir, dünyanın içinde hepimiz içice yaşamak zorundayız. Bunun bilincinde olan bir insan olarak ben Çerkes’i, Kürt’ü, Laz’ı, Rum’u, Süryani’si, Keldani’si ile bu ülkede; Alman'ı, Fransız'ı, İtalyan'ı, İngiliz’i, Rus’u ,Türk’ü, Arap’ı Yahudi’si, Nijeryalısı, Mısırlısı, Brezilyalısı ile de dünyada iç içe yaşamaya devam edeceğim.

Eleştirdiğiniz üç insandan ikisi Çerkes, biride -dikkatinizi çekerim- bayan. Yani birini savunurken, diğerine saldırdığınız iki bayandan biri ve sanırım sizin otomatik devreye giren genetik savunma sisteminizin tamamen yıkılışının delilidir. Bana gelince ben hangi halktan olduğumu defalarca dedim ve bir çok insanda biliyor artık benim hangi milliyete sahip olduğumu.

Şimdi bakalım tarih, dil, kültür ve kan bağıyla ortak noktada buluştuğunuzu dediğiniz siz ve savunduğunuz insanla birlikte bir çok insan bu ortak yönlerini nasıl değerlendirmişler?

1) Sayın Tsey Volkan’ın da değinmiş olduğu gibi Adigey kendini fesh etmiştir
2) Abhazya’ya ambargo vardır
3) Abhazya tüm Abhazları vatandaş saymıştır ama kim umursamış ki Sayın Necdet Hatam’ın dediği gibi,
4) Çeçenya’da soykırım yapılmaktadır. (Çerkes olmadıkları deniyor.)
5) Çerkes dili hızla yok olmaya gitmektedir
6) Bir Çerkes kabilesinin dili tamamen yeryüzünden silinmiştir
7) Sosyetik fişlenme adıyla Çerkes ileri gelenleri için fişlenme düşünülmüştür.
8) Çerkes halkının tarihi hakkında bilgiler en aza indirilmiştir
9) Geçmişte sürgün edilen ve soykırıma uğrayan bir halkın tümünün haklarına tecavüz edilmiştir
10) Sitede bir çok konu başlığı altında Çerkeslere hakaret edilmiştir
11) Sitede bir çok konuda ciddi konular üstünde insanlar düşüncelerini dile getirirken kimileri buna duyarsız kalmıştır
12) Mülteciler konusu çıkmaza sürüklendiği gibi bu konuda çıkmaza sürüklenmiştir
13) Çerkes ünlüleri veya değerleri olarak sunulanların hiç birinin çalışmalarında Çerkes halkına katkıda bulunacak çalışmalar olmamıştır. Tamamen kendi olmayana hizmet etmişlerdir bunlar.
14) Çok daha değerli olan bu sitede de yukarda isimlerini verdiğim insanların değeri yeterince bilinmemektedir.
15) Yayın ve eğitim hakları verilmesine rağmen yönetmeliklerle verilen hakların onunu kapatan sisteme karşı bir çok insan uyumuştur.
16) Daha bir çok şeyi sıralayacağım konularda tarih, dil, kültür ve kan bağıyla ortak noktada bulunmuş olan bir çok insan duyarsızlıklarıyla gözlerini kapatmıştır.

Şimdi tüm bunlar olurken sizin otomatikman devreye giren genlerinizdeki kodlamalarla oluşan savunma sisteminiz ne haldeydi?

Yoksa sizin savunma sisteminiz, sadece evlilik konulu başlıklarda mı devreye giriyor ve Çerkes olduğunuzu bu gibi konularda mı hatırlıyorsunuz?

Ben sizin daha önemli konu başlıklarında savunduklarınızda dahil düşüncelerinize rastlamadım.

Ayrıca ben çok bildiğimi de iddia etmiyorum, edenlere de bir şey diyemem.

İsterseniz neyi savunduğunuz belli olmayacak yazılarla zaman harcayacağınıza, geri dönüş için neler yapılabilir, göçmenler için nasıl çalışmalar düşünülebilir, fesh edilen cumhuriyet neden fesh edilir? Yıllarca yasak olan diller neden gelişmez haklar niye engellenir, verilmiş olsa da aslında verilmemiş olur, gibi konularda düşüncelerinizi yazıya dökün bu daha anlamlı olur bence.

Genlerinizde kodlanan otomatik savunma sisteminiz iflas etmemiş olsaydı ve gerçekten de böyle bir savunma sistemine sahip olmuş olsaydınız ve savunma sisteminiz zamanında çalışmış olsaydı. Acaba bunca şey yaşanır mıydı? Acısıyla, tatlısıyla yaşanıyor diyoruz demesine de size de bize düştüğü gibi en çok düşen acılar oluyor...

Elindekini korumayı bilmeyenlerin, genlerimde kodlanmış otomatik savunma sistemlerim vardır diyenlere son bir şey deyip yazıma ara vereyim .

Postallarıyla vatan topraklarına basanların her gün, her saniye, her an, değerlerin imha edildiğini görmeyip, kendini bir bayana centilmenlik ve kibarlık yaparak savunup kurtaracağını sananlara tavsiyem, sitedeki her cümlenin içindeki kelimelerin neler anlattığını görmeleridir.

Önemli olan genlerdeki kodlanmış otomatik savunma sistemlerinin şahsıma karşı taarruza geçmesi değildir. Önemli olan yukarda sıraladığımız şeyler olurken ve sorunlar yaşanırken bu savunma sistemlerinin devreye girmesidir ve tüm bunların yaşanmasına engel olmaktır.

Sizinle fikirlerini paylasan ve kendince yapılması gerekenler üstüne ışık olmaya çalışanlara karsı otomatik olarak çalışan, fakat sizi yok etmek için tüm silahlarıyla saldıranları görüp, yakalayıp, etkisiz hale getiremeyen savunma sistemlerinin gözden geçirilip yenilenmesi dileğiyle...

Saygı hak edenin olur...

 

 

Tsey Volkan
02.12.2005

Merhaba Sayın Hukla,

Yazdıklarımı dikkatle okuyarak, zaman ayırmaya değer gördüğünüz için teşekkür ederim. Dikkatli okumanın, sizin de öyle olduğunuzu düşünerek, herkesin birbirini anlamak, iletişimini artırmak ve kendi gerçeğiyle yüzleşmek nedenine dayanmasını umut ediyorum.

Yazdıklarım da; bir alan gerçek sahiplerince en verimli haliyle değerlendirilmediğinde, kimlerin bu alanları evriltip, maniple edip kullandığı en açık haliyle ifadelendirilmiştir. Konumlandırışımı her alanda yeterince deklere ettiğimi düşünmekteyim. Bu durumu netleştirmek ya da pekiştirmek için bir internet sitesine ihtiyacımız olmadığını düşünüyorum. Sizlerin akıllarda soru işareti bırakmayacak konumlandırılışlar üretebileceğiniz konusunda umudumu korumaktayım. Kusuruma bakmazsanız, gereksiz tekrarlarla hem sizin zamanınızı almak hem de diğer katılımcıların tartışmalarını bölmek istemem. Başarılar.

Saygılarımla
.

 

 

Mezağo Esen
02.12.2005

Yapılan son rötuşlardan sonra nezaketen de olsa cevap verme gibi bir hak oluşmuştur ve bu hakka istinaden şu an muhatabımsınız.

Bizi son derece farklı sembolize edip vurguladığınız "toplu, tüfekli, kılıçlı, gürzlü" sinsi siyasetinizin ve kendinizce yıpratma politikalarınızın asla kimlik bulamayacağınızı bilmelisiniz.

Hangi çağda yaşıyoruz? Faşizm mi kaldı? Bunlar işe yaramaz diyorsunuz?

Şu sözlerinize ne kadar inanıyorsunuz?

Yakın "Türkiye Tarihinde" özellikle doğu bölgelerde yapılan faşist hareketlere herkesin şahit olduğu bir tarihle bunları dile getirebiliyor olmanızın tek sebebinin uyguladığınız bu sinsi siyaset olduğunu düşünmemek için her hangi bir sebebim de yok...

Siz ne derseniz veya yazarsanız veya anlarsanız tasarrufunuzdur demiştim. Tekrarlıyorum. Yeriniz sadece misafir odasıdır. Kendi yaralarımızı kendimiz sarıp, tamirini de gerektiği her şekilde yapabiliriz. Tercihleriyle bizden sıyrılanlar, zaten hiç bir zaman bizim olmamışlardı. Arkalarından ne ağlayacak gözümüz vardır nede sahte milliyetçilik rolleri ile egolarını tatmin etmelerini seyredecek ve alkışlayacak ellerimiz...
Bu halkı, hakkı, davayı savunan ve sahiplenenlere ise hiç bir şekil itibarı ile özellikle bu ve bu kimliğe ait sitelerde veya benzeri ortamlarda hadsiz eleştirilere yer yoktur. Çünkü biz hiç bir kültürel etkinliğin ortasına, konumuz olmamasıyla iştirak etmiyoruz. Hiç kimse, hiç kimse Aristokrat genlere sahip bir millet bilincinden demokratik eylemler beklemesin. En büyük kandırmaca budur. Elbetteki bu yazılanlar pek çok yarayı kaşındıracak. Bu sebeple geneli yormama adına bu formda ki son yazımdır.

Dilediğiniz örgütsel (!) birliktelikle ne gibi paylaşımlar sağlanacak inanın merak ediyorum.

İletişim adresim: circassianpower@yahoo.com

Saygılarımla

 

 

Ediz Hun
02.12.2005

Değerli katılımcılar,

Öncelikle herkese ayrı, ayrı sevgi ve saygılarımı sunarak başlamak istiyorum.

Sayın Mezağo Esen, sayın Özlem Özdemir, sayın a-e, sayın Elif, sayın Talebe ve bu forma iştirak eden diğer arkadaşlara öneri mahiyetinde bir davetimi sunmak istiyorum;

Ocak ayında Adana'da yapacağımız tanışma toplantımıza her birinizi ayrı ayrı davet ediyorum. Böylelikle sağlıklı ve verimli bir platform oluşturacağımız düşüncesindeyim.

Forma katılan herkesi ve tüm düşünceleri değerli buluyor, herkese tekrar saygılarımı sunuyorum.

 

 

Azmi Berberoğlu
02.12.2005

Değerli Arkadaşlar,

Her konu baslığında olduğu gibi, tartışma denilen olguyu sağlıklı bir biçimde götürememe alışkanlığımız, sürekli olarak bizleri farklı alanlara taşımakta, konu yerine ilgisiz ve sonuçsuz ikili diyaloglara yöneltmektedir.

"BİLGİ sahibi olmadan FİKİR sahibi olmak" esasen çok ciddi bir rahatsızlıktır ve insanları verimsizleştirir.

Gereksiz sarf edilen sözcükler siz farkında olmadan KASTI aşan hakaret sözcüklerine dönüşürler.

Tartışmalar TAKIM tutar gibi yapılmaz/yapılmamalıdır. Bir insanın her konuda söyleyecek şeyi ÇOKSA, uzmanı olduğu somut bir ALANIN olması zorlaşır. Zira bir konuda UZMAN olabilmek, derinlemesine ARAŞTIRMA ve bilgilenme zorunluluğunu da beraberinde getirir, ki bu olgu bile tek başına her konuda (uzmanı olduğumuz alan dışında) ne kadar az konuşursak, doğru sonuçların oluşmasına o ölçüde katkı sağlamış ve konunun dağılıp, gereksiz kelime israfına son vermiş oluruz.

İnsanların temel yaklaşımları AKSİYON olmalıdır, aksi halde sürekli REAKSİYON gösterir durumda olursunuz.

Alıntılanan bilgiler iyice gözden geçirilmek durumundadır. Aksi halde yaptığınız ÇARPITMA olur. İLKELİ olmak ve sağlıklı DURUŞ sergilemek önemlidir. Hem halkların kardeşliğini savunup, öte yandan EGEMENLERİN yazdığı senaryoların PİYON’U olup, başka halkları mesnetsiz suçlamak olmaz. Suçlarsanız bilin ki suçlanırsınız. Sizden açık olmanız isteniyorsa AÇIK olmalısınız, pişkinlik yapmak ancak kendinizi aldatmaya katkı sağlar.

Bir noktadan SONSUZ adet DOĞRU geçtiğini dikkate alırsak, bilimsel verilerle desteklenip KANITLANMAMIŞ söylemler, olsa olsa AYRIŞMAYI ve saflaşmayı getirir ki bu da EGEMEN güçlerin hedefledikleri SONUÇ’TUR.

Bizlerin MAKRO hedefi; Tüm KAFKAS halklarının birlik ve beraberlik içerisinde olmasıdır. Bizi bu HEDEF’E götürecek en önemli olgu'da MİKRO birliktelikleri gerçekleştirip, ardından ANA HEDEF’E yürümektir. Tüm Avrupalılar tarafından oluşturulmuş AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ olgusu bile bir yönüyle örnek oluşturabilir.

DÖNÜŞ tabiî ki çok önemlidir, ancak somut koşullarının önceden sağlıklı biçimde oluşturulmaması halinde, bizleri kaçınılmaz başarısızlıklara ve ÜMİT kırılmalarına taşır.

Üreteceğimiz POLİTİKA ve savunacağımız görüşler bizleri HEDEF’E taşımaya katkı sağlamalıdır. DİASPORADAN yapılması mümkün olan hizmet ve AKSİYON’LARI öncelikle gerçekleştirmek zorunludur. ABHAZYA'nın, ADİGEY'in ve de tüm KAFKASYA'nın hali hazırdaki durumunu iyi analiz etmeden salt kendi doğrularımızı savunmak adına aramızdaki birlik ve beraberliği tehlikeye atacak yaklaşımlardan uzak durmalıyız. İKİZ KULELER, BESLAN, NALCIK provakasyonlarının kimlerin işine yaradığını iyi değerlendirmeliyiz. ABD ve BDT'nin " Tabiri caiz ise" EKMEĞİNE YAĞ SÜRMEKTEN ve halklar arasında bağları zayıflatmaktan başka, ne ise yaradıklarını iyi görmeli ve değerlendirmeliyiz.

Öncelikli HEDEF’ gerek ABHAZYA gerekse ADİGEY'in GÖÇ olabilecek hale getirilmesine katkı vermek olmalıdır. Bunu başardığımızda, zaten GÖÇ edelim, ya da etmeyelim olgusunun tartışılmasına bile gerek kalmadığı görülecektir.

Hepimiz için geçerli bir realiteyi yineleyerek sözlerime son veriyorum.

AYİNESİ İŞTİR KİŞİNİN LAF'A BAKILMAZ,
ŞAHSIN GÖRÜNÜR RÜTBESİ, AKLI ESERİNDE...Ziya Paşa

Esen kalın.

 

 

Necdet Hatam
02.12.2005 

Değerli Arkadaşlar,

İnanın çok uzun süre düşündüm ne yazılabilir diye. Sayfa o denli kişiselleşti, gerçeklerden uzaklaştı ki...

Sevgili a.e. elbetteki en çok size kırıldım. İçinde yaşadığımız, yaşamaktan mutluluk duyduğumuz cumhuriyetimizi feshettiniz bir çırpıda. Sayın Volkan'ın yazdıklarından bu anlamı çıkartmanız ilginç. Sayın Volkan Adıghéy fesh olmak üzere demiştir her halde. Bir de yazdıklarınızda Çerkes halkının yaptıklarını tüm şeyleri, sitede söylenenlerle sınırlama eğilimi sezdim ki çok yanlış. Site üyemiz iki bin desek, iki milyon Çerkes'in binde biri bir halka örnek teşkil etmez değil mi. Hele bunların da tartışan sayısını siz benden daha iyi biliyorsunuz.

Daha ilginci Volkan beyin sizden sonra yazmış olmasına rağmen bu yanlışlığı düzeltmemiş olması... Ama Sayın Volkan son yazısını sizin yazıyı okumadan yazmış olmalı. Öyle ya bu yanlışlığa "keşke öyle olsaydı diyecek hali yok ya..."

Sevgili Elif, yazılanlardan beğendiklerinize beğendim deme, görüşlerini beğendiğiniz kişileri destekleme hakkınız elbette ki var. Olmaz mı? Ama başkalarının da yanlış bulduğu görüşlerinizi eleştiri hakkı olmamalı mı? Örneğin sizin kendine "talebe" adını vermiş, öğreneceği şey kalmamış, sorar gibi yapıp ders vermeye kalkan arkadaşa kapılıp "Bizleri bir arada tutacak ortak noktalarımız bile kalmamış hedef yok amaç hiç yok. Lay lay lom'larla uğraşacak zamanımızda yok. Adigexabze'yi yaşatalım, saygılı olalım Zexes yapalım, ekip kuralım bunlarla hiç bir halk ayakta kalamaz." diyebiliyorsunuz. Yazdığı uzun yazılara karşın somutta hiçbir şey söylememiş olan sayın Talebe'nin "somut önerilerini" destekliyorsunuz.
Bu nasıl bir anlayıştır ki sizlerde olmayan şeyin kimselerde olmadığını sanıyorsunuz. Bizlerin politikasını yanlış, eksik bulabilirsiniz ama bu kadar yazıya, gerçekleştirilmiş şeylere karşın politika yok diyemezsiniz.
Yoksa siz Anavatana Dönüş Politikası dışında politika yok, dönüşçülerin dışında kimselerin hedefi yok mu demek istediniz?

Bizler, nasıl bir dönüş düşlediğimizi, Bağımsız Birleşik Kuzey Kafkasya'yı düşlerimizde bile görmediğimizi defalarca yazdık. Dahası biz, dönüş olarak adlandırdığımız eylemin, cumhuriyetlerimize, Rusya Federasyonu'na yerleşmenin, bir yönü ile kişilerin seyahat özgürlüğünü kullanması kadar basit bir eylem olduğunu biliriz. Nasıl aksini söyleyebiliriz bugün Rusya Federasyonu'na dönüş yapan Çerkes'in on katı kadar Türk yerleşmişse. Ayrıca da Avrupa'ya, Amerika'ya yerleşen, yerleşmek isteyen Türkiye vatandaşlarına, Rusya Federasyonu'na yarleşen TC. vatandaşlarına karşı çıkılmayıp, dönüş diyen Çerkeslere karşı çıkılmasına da hep hayret ederiz. Gidilen ülke kabul ettiği halde seyahat özgürlüğümüz neden kısıtlanmak istenir, bizlere illaki kahramanlık yaptırma isteklerini anlamayız. Özetle bizimkisi böyle basit bir politika. Köprü politikası...

Evet yineliyorum örgüt "gel kardeşim bir örgüt kuralım" demekle kurulmaz. Talebe arkadaşımız dönüşçü olduğunu, dönüşü kabul etmeyenlerle dönüşü tartışmadığını söylemişti. Benimde Dönüş politikasını dönüşü kabul etmeyenlerle tartışmam. Dahası dönüş politikasını tartışmam için "nasıl bir dönüş"te de anlaşmamız gerekir. Bizim nasıl bir dönüş özlediğimizi defalarca somutladık. Sizler de somutlayın ilkelerinizi beğenenler çevrenizde toplaşır. İlkelerde anlaşırsak birlikte oluruz. anlaşamaz isek Talebe arkadaşımızın dediği gibi herkes doğru bildiği yolda gider...

Bu da çok ters bir olay değildir. Günümüze kadar hiçbir halk hareketinin herkesi kapsayan bir siyasi çizgisi olmamıştır. Hele başlangıçta. Görüşler bir olmadan hep birlikte olunamaz. Bu sadece bizlere özgü değil evrensel ilkedir.

Gerçekten üretim isteniyorsa kişilerin geleceğe ilişkin planlarını sorgulamaları gerekmez mi?...

Saygıyla

 

 

Talebe
03.12.2005 

Necdet ağabey;

Size sayın diyorum, büyüğüm diyorum, saygıda kusur etmemeye çalışıyorum. Siz ne derseniz deyin, ne kadar ağır konuşursanız konuşun bu tarzımı da değiştirmeyeceğim.

Ancak size karşı gösterdiğim bu saygıyı yanlış anlamayın: Bu, sizin her söylediğinizi kabul etmeliyim anlamına gelmemeli. Görüşlerinizin kimine katılıyorum, kimine katılmıyorum. Hele hele tarzınıza kesinlikle...

Kırıcısınız, bütünleştirici değilsiniz. Tartışmaya hiç de açık değilsiniz. Size gösterilen saygıyı suiistimal ediyorsunuz.

Yazdıklarınıza bir kez daha bakın. Sizden farklı düşünen herkesi, onların düşüncelerini eleştirirken dahi, kişisel düzeyde yargılıyorsunuz.

Size bir çok yazınızdan örnekler verebilirim ama son yazınızdan bir iki örnekle yetineyim, yoksa yazı yine çok uzun olacak.

"...Örneğin sizin kendine 'Talebe' adını vermiş, öğreneceği şey kalmamış, sorar gibi yapıp ders vermeye kalkan arkadaşa kapılıp...",

"Yazdığı uzun yazılara karşın somutta hiçbir şey söylememiş olan...",

"Bu nasıl anlayıştır ki, sizlerde olmayan şeyin kimselerde olmadığını sanıyorsunuz...".

Necdet ağabey, insanlar neden birilerine kapılsınlar? Onların kendi muhakeme güçleri yok mu? Bu arkadaşlarla benim düşüncelerim paralellik göstermiş olamaz mi? Yani sizin söylediklerine katılanlar, düşüncelerinize kapılıp peşinizden sürüklenenler mi?

Birinin herhangi bir konu üzerinde yazılanları sorularla açmaya çalışması, bunu yaparken kendi düşüncelerini; inandıklarını söylemesi nasıl mümkün olacak eğer siz bunu "sorar gibi yapıp ders vermeye kalkan..." diye yorumlarsanız?

Öğreneceği şey kalmamış sonucuna nasıl varıyorsunuz?

Necdet ağabey, kırıcı oluyorsunuz, insanları küçümsüyorsunuz. Ki, hele hele eleştirdiğiniz kişiler bu sitede belki de bunu en az hakkedenlerden bazıları. Doğru veya yanlış; inandıklarını söylüyorlar. Kırıcı karşılıklar veriyorsunuz.

Yukarıda aktardığım sözlerinizi başka şekilde dile getirebilirdiniz. "Örneğin..." ile başlayan cümle çok gereksiz ve hatta Elif'e anlatmak istediğinizle alakasızdı. Elif'i küçümsüyorsunuz, kendi başına böyle şeyler düşünemezdi demek istiyorsunuz. Bunu yaparken bir tasla iki kuş vurma düşüncesiyle Talebe'yi kırıyorsunuz.

Bu sitede Orhan ağabeyden a-e'ye, Elif'e, Tsey Volkan'a, Azmi ağabeye..."düzeysiz" veya "anlamsız" çıkışlar oldu. Bunları uyarmak yerine, bunlarla "gizli ittifak" içerisindeymişçesine sizden farklı düşündükleri için, düzeyli de olsa, alaya alınanları, hakaret edilenleri eleştirme çabası içerisine giriyorsunuz. Yoksa başka birilerinin de, sizin deyiminizle, bunlara "kapılmasından" mı çekiniyorsunuz?

Yazınız, sizin deyimizle, çelişkilerle dolu."Bizlerin politikasını yanlış, eksik bulabilirsiniz ama bu kadar yazıya, gerçekleştirilmiş şeylere karsın politika yok diyemezsiniz..." Bunu diyen mi var Necdet ağabey? Elif arkadaş, "...Adigexabzeyi yaşatalım, saygılı olalım, zexes yapalım, ekip kuralım, bunlarla hiçbir halk ayakta kalamaz" diyor; yani izlenen politika, en azından dışarıya yansıyan görünümü bu, yanlış diyor, politika yok demiyor.

Ben de politika yok demedim.

Peki siz kimi eleştiriyorsunuz? Başkalarının söylemedikleri şeyleri onlara mal edip, onları eleştirmek doğru mu, etik mi?

Sonra birini eleştirirken genelleme yapıp, sanki karşıda bir grup veya bir koalisyon varmış gibi yapıyorsunuz. Olmasını isterdim ama böyle bir şey yok! Hiçbirini tanımıyorum bile. Sonra "Talebe arkadaş dönüşçü olmayanlarla dönüşü tartışmadığını" ne zaman söylemiş? Konuyu burada tartışmak ne anlama geliyor? Herhangi bir yazımda "dönüşçü olmayanlar bu konuda görüş belirtmesin" diye bir şey söylemiş miyim? Ben dönüşün ayrı örgütlenmesi gerektiğini söylüyorum, bu düşünceye inanan insanların önce bunun politikalarını tartışmaları gerektiğini. Hatta ardından "dağa-taşa, kurda kuşa anlatalım derdimizi"...Nasıl bu sonuca vardınız anlamıyorum?

"Dahası dönüş politikasını tartışmam için 'nasıl bir dönüşte de anlaşmamız gerekir" diyorsunuz. Dönüşte anlaşmış, nasılında anlaşmışsak, tartışacak ne var ki Necdet ağabey? Yok eğer "nasıl”ı tartışmak gerekir demek istemişseniz bu cümleyle, benim söylemek istediğim de zaten bu değil mi?

Ancak bir önceki paragrafa bakınca aslında sizin "nasıl" sorusuna da cevap verdiğiniz görülüyor. Öyleyse açık açık söyleyin: Sorunumuzun çözümü "dönüş". "Nasıl”ı, seyahat özgürlüğü hakkımızı kullanarak!

Eğer bu bir Türk vatandaşının ABD'ye veya Avrupa’ya yerleşmesi gibi bir şeyse öyleyse buna niye "Dönüş" diyorsunuz? "Yerleşmek" diye tanımlasanıza bunu da!

Birleşmiş Milletler Sözleşmelerinde tanımlanan "Dönüş Hakkı" bile sizin bu tanımınızdan daha ileri ve yanlış olan da iste sizin bu, insanlarımızı bırakın meşru olan; yasal haklarını bile isteyemeyecek psikolojiye sokan, dostunu-düşmanını karıştırmasına yol açan, kendi kendine ve kardeş halklarına yabancılaştıran politikanız.

"Biz" derken federasyonu mu kastettiğinizi, daha doğrusu neyi kastettiğinizi de anlamış değilim.

Saygılarımla

Not: Aslında federasyon seçimleri üzerine bir şeyler söylemek istiyordum ama bunu da bir sonraki görüşmemize bırakıyorum.

 

 

a-e
03.12.2005

Değerli büyüğüm Necdet Hatam,

Sizi, yazdığım yanlış bir cümlemden dolayı kirmiş olduğum için çok üzgünüm, yukarıdaki yazımda bu yanlışlık adına, sizden özür diler, daha önceki yazılarımda da dile getirmiş olduğum şekliyle Adige özerk cumhuriyetinin fesholma sorunları yaşadığını diyerek bu yanlışımı düzeltmek istiyorum.

Sevgili büyüğüm Necdet Hatam, inanın ki ben burada sözünü ettiğiniz gibi, iki bin en son baktığımda, 3 bini asan üyenin yaptıkları veya söylediklerini tüm Çerkes halkına örnek olarak görmüyorum.

En başından beri ben konuların onunu tıkayacak karşılıklı sürtüşmelere neden olacak davranışlardan kaçındım ve buna da ilk başlayanın ben olmadığımın kanıtı olarak bu tür sorunlar yasadığım konulardaki yazılarımı ve yazıları kanıt olarak sunuyorum. Bunun yanında her konunun özüne dönülmesine işaret etmişimdir.

Ben hiç kimsenin kişiliğine saldırmak istemediğim gibi, kimsenin de benim kişiliğime saldırmasını istemiyorum. Düşüncelerimin yanlış olan kısımlarında, karşımdakilerin beni eleştirmesine hiçbir diyeceğim yoktur.

Ve siz değerli Necdet Hatam bey benden çokça büyük olduğunuz için bana kırılmanıza gönlüm asla razı olmayacağı gibi, bana kızsanız da sert söylemlerde bulunsanız da size ve sizin gibi değerli büyüklere asla cevap vermeyeceğim.

Ancak izin verdiğiniz kadarıyla düşüncelerimi sizinle paylaşmak istiyorum, ha siz büyükler olarak bana sus diyorsanız, o zaman ben susarım. Böyle bir isteminizde, sizi asla yanıltmam ve bir nevi kalemlerimiz olan klavyeye bir daha dokunmam.

Ben hiçbir yazımı gelişi güzel araştırmadan dayanağı olmadan yazmadığımı belirtmek isterim. Herhangi bir konuda yazacak olduğumda yanlışlarımın da olma ihtimaline rağmen, ben en azından 3-4 saat yanlışlarımı en aza indirmek için araştırma yapar öyle yazarım ama tüm bunlara rağmen, gördüğünüz gibi, hata yapmaktan kendimi alıkoyamamışım ve bu hatalarımdan dolayı da hoşgörünüze sığınıp siz gibi incitmiş olduğum insanların hoşgörüsüne sığınarak beni bir kez daha affetmenizi ve kırgınlığınızı unutmanızı temenni ediyorum.

Okuduğum ve baktığım bir kaç kitap ve sitelerdeki, yazıların bundan bir, iki yıl ya da birkaç yıl eskiye ait olmasından dolayı anavatanlarınızdaki en son gelişmeler hakkında yeterli bilgilere ulaşamıyoruz.

Bu eksende sizlerden birkaç şey yazıp bunlar hakkında bizleri bilgilendirmenizi rica edeceğim. Biliyorum siz Çerkeslerde, el öpmek yoktur ama ben buna rağmen, bunca değerli yazılar yazan benim için kutsallığı olan siz ve sizin düzeyinizdeki insanların elini öperek aramızda oluşmuş olan bu kırgınlığın bitmesi dileğiyle beni cevaplamanızı ümit etmesini pek sevmeyen bir insan olarak ümit ediyorum.

Dediğim gibi araştırıyorum ve araştırmama rağmen eksiklerim mutlak suretle oluyor bu nedenle sizden ve sizin gibi anavatana dönüş yapmış değerli insanların, biz bilgi yetersizliğinden dolayı yanlışa meyilli insanlara oralardaki yasam hakkında birebir yaşayanlar olarak siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel en son durum hakkında bilgiler vermesini rica ediyorum.

1) Adige Cumhuriyeti’nin Krasnodar ile birleştirilmesi projesinin günümüz itibariyle durumu nedir? Böyle bir projeye anavatandaki ve diasporadaki insanların gündemdeyse şayet, bakışları nedir?

2) Günümüz itibariyle Adige ve Abhazya ve diğer cumhuriyetlerin statülerinde herhangi bir değişme var mıdır? Güney Rusya Valiliği adı altına bağlanan bu cumhuriyetlerde devlet başkanları halk seçimleriyle mi yoksa atama yoluyla mı seçiliyor? Çünkü böyle bir yasanın görüşüldüğünü ve bunun neticesinde neye varıldığı hakkında bizi bilgilendirir misiniz? Bu yasa kabul edilmişse cumhuriyetin varlığından söz edebilir miyiz ya da bu cumhuriyetin özgürlüğünden, aldığı kararların geçerliliğinden söz edebilir miyiz?

3) Sitenin de Turizm Bölümü’nde gördüğümüz nüfus sayılarında değişim var mıdır? Sizinde dile getirmiş olduğunuz gibi Abhazya tüm Abhazları vatandaşı sayan yasayı çıkarmasına rağmen dönüşler olmuş mudur? Bu nüfus oranlarını etkilemiş midir? Okuduğum sitelerde verilen bilgilere göre; 2003 yılına ait olan bir yazıda Adige Cumhuriyetine beklenen büyük göçlerin tersine göç etmiş Çerkeslerin şayisinin 500’ü geçmediği, Kosova’dan 174, Türkiye’den 135, Suriye’den 120, Ürdün’den 35, İsrail’den 3; toplam 467 kişinin anavatana dönüş yaptığını görmekteyiz. Acaba günümüz itibariyle bu durum nasıldır? Bunun hakkında bilgileriniz varsa lütfen bize aktarır misiniz?

4) Anavatana dönüşe katılmayan Çerkeslerin bu rakamlarına oranla o ülkelere göç edenlerin büyük rakamlarla o ülkelerin yerlileri olmaması da beni düşündüren kafamı karıştıran başka bir konu oldu. Kuskusuz insanların serbestçe diledikleri yere gitme, yerleşme, yaşama hakları vardır ama buna rağmen, her yıl binlerce Çerkes olmayanın Adige Cumhuriyeti’ne yerleşmesine orda yaşayan yerli halkın yaklaşımı nedir ve bu durum oranın gerçek sahiplerini rahatsız ediyor mu?

5) Eğer bilginiz varsa günümüz itibariyle Adige ve Abhazya başta olmak suretiyle diğer cumhuriyetlerin borçları var mıdır varsa bunlar federasyon anlaşmalarındaki hala geçerlilerse şayet maddelere göre ters düşecek ve fesih olmalarına neden olacak bütçenin yüzde otuzuna ne derecede uzak ya da yakındır?

6) Dünyanın herhangi bir yerinde elçiliğe sahip olan bir Çerkes Cumhuriyeti var mıdır varsa nerdedir ?

7) Abhazlara ambargo devam ediyor mu? Ediyorsa bu ambargoyu uyguludan ülkeler hangileridir ve bu ülkelere anavatanlarındaki vatandaşların bakışları nasıldır?

8) Abhazya’da asayiş sorunlarındaki son durum nedir? Halkın ne kadarında silah vardır? Suç oranlarında artma mı, düşme mi vardır?

9) 2002’de yürürlüğe giren, yeni Rusya Vatandaşlık Yasası devam ediyor mu? Ediyorsa bu dönmek isteyenler için ne tür engeller teşkil ediyor?

10) Sitede okuduğum gibi Adige Cumhuriyeti Vatandaşlığı Yasası artık yürürlükte değil, Abhazya’nın çıkardığı sizinde konu açıp dile getirdiğiniz, vatandaşlık yasası ve bunu elde etmenin yol haritası hakkında bilgiler verir misiniz mümkünse?

Sayın büyüğüm Necdet Hatam, bu sorularımın hiçbiri art niyetli değil, sadece edindiğim bilgilerin eskiliğinden dolayı şu andaki durumun, siz orda olan insanlar tarafından bizlere aktarılması dileğidir.

Eğer bunlar hakkında bilgilere sahip olursak düşüncem burada dönüş üstüne daha sağlıklı yazılarla geniş açılımlarla konuyu rayına oturtabiliriz.

Kim bilir belki de sizin vatanınızda yaşamaya gidenlerden biride ben olurum, araştırmalarım sonucunda vatanlarınızın çok güzel, dünyada ender rastlanacak doğal harikalara sahip olduğunu görmekteyim.

Tüm içtenliğimle bu güzelliklerin vereceği tatları tüm Çerkeslerin yasamasını isterim…

Yanlışlarım olmuşsa beni uyarmanızı bekler yürekten belirtirim ki, varsa eğer yanlış bir durum bunları maksatlı yapmış değilim…

Köprü konusunda yazdıklarımın tek nedeni olarak da ben hiçbir halkın bir diğer halkın mutluluğu için kullanılmasını kabul edemiyorum..

Hiç kimse farklı algılamasın, sevgim bir tek size değil. Sizin gibi bilgili ve doğru bulduğum tüm insanlaradır…

Saygılar
Teşekkürler.

 

 

Şıblekho
03.12.2005

Merhabalar,

Çok değerli arkadaşlarımızdan bazıları bir büyüğümüze saygı gösterdiklerini ifade buyuruyorlar. Çerkes olmakla olmamak arasındaki bariz fark temelde burada başlıyor. HİÇ BİR ÇERKES GÖSTERDİĞİ SAYGIYI HİÇ BİR ŞEKİLDE BEYAN ETMEZ.

SAYGI DUYUYORUM ifadesi sanal ortamın getirdiği bir aldatmacadır. Herkese saygı duyuyorum genellemesi dışında özellikle bir şahsiyeti vurgulayarak ama bakın ben size saygı duyuyorum demez. Burada da yanlış anlaşılmayalım; burada saygı duyuyorum ifadesi bir savunma refleksi ile söylenmiştir. Denmek istenen şudur ben size saygı duyuyorum ama siz beni eleştiriyorsunuz bunun içinde size saygı duymam sizi eleştirmeme engel değil gibi Çerkeslik dışı tavırlar ayyuka çıktı. Saygıyı hiç gündeme getirmeden buyurun istediğinizi yazınız.Kimsenin sözü olmaz.

Sitenin bir çok başlığında pırıl pırıl gençlerin bu konuyu özelde tartışalım demelerinin derinliğini anlamayı sayın arkadaşlardan zaten beklemiyordum. Ama sabır taşını çatlaşırcasına saygı kelimesi bir lütufkar tutum ifadesine dönüşünce yapacak bir şey kalmadı. Saygı kelimesinin Çerkesce karşılığını bilenler ne demek istediğimi anlayacaklardır. HER ŞEYİMİZİ KAYBETMİŞ OLABİLİRİZ ANCAK BİR THAMADEMİZE HİTAP EDİLİRKEN NE AMAÇLANDIĞINI ANLAMAYACAK KADAR HENÜZ ASİMİLE OLMADIK.

ASIL KONUMUZ İSE BAZI ARKADAŞLARIN örgütlenme yapılanma çerçevesinde söylediklerini analiz etmek.

Arkadaşlarımızın ustaca gizlemeye çalıştıkları üzerini süslü kelimelerle örttükleri şey çok ayrı.

Bakın madde madde yazılan konulara. Tümünde açık ya da örtülü şekilde diasporayı anavatandan koparmak ona karşı duygularımızı tamamen Türkiye içi yapılanmalara yönlendirmek.

Adigey fesh oldu. Abhazya ambargo altında dönüş politikaları başarısız oldu. Bu söylemler Kafkasya’yı, anavatanı, fikirsel düzeyde anlamsız kılabilme gayretinin göstergeleri.

Bunlara tezat gözükse de Türkiye Çerkeslerine ait tespitler de var. Dil yok oldu. Fişleme var ve diğerleri. Bu tespitler bizleri anavatana dönüşe değil Türkiye’de daha çok demokrasi ve halkların kardeşliği temeline dayalı bir siyasi mücadeleye yönlendirmenin çabaları.

Türkiye’de kalalım. Daha çok demokrasi mücadelesi yapalım bu da sorunlarımızı çözer düşüncesi Türkiye Çerkeslerinin ortaya koyduğu ve UYGULAMAya çalıştığı önemli fikri yaklaşımlardan biridir.

Bunun karşısında sayın Hatam’ın da bulunduğu hayır dönelim diyenler derneklerde iki temel yaklaşım olarak politikalar üretmişlerdir. Zamanın gösterdiği Türkiye’de kalıp daha çok demokrasi mücadelesi yapalım diyenlerinde, dönüş fikrine uygun tavır sergiledikleridir.

Derneklerimizin adını değiştirip ona halk kelimesini ekleyenler soluğu anavatanda almışlardır. Hepsi için bunu söylemiyorum ama bu fikrin teorisyenlerinden Kafkasya’ya dönenler önemli kişilerdir.

Bu konu başlığında enteresan olan TÜRKİYE’DE DAHA ÇOK DEMOKRASİ MÜCADELESİ YAPALIM DİYENLER EN BÜYÜK DESTEĞİ KENDİ HALKINDAN DEĞİL, HALKLARIN KARDEŞLİĞİ DİYEN ÇERKES OLMAYAN UNSURLARDAN ALMIŞLARDIR.

Son yıllarda meydana gelen gelişmelerle dernekler dönüş ya da demokrasi mücadelesinden çıkmıştır.

Birleşik Kafkasya ve vakıf benzeri oluşumlar dernekleri fikirsel bir tekdüzelikten kurtarmıştır. Artık DÖNMEK YA DA DAHA FAZLA DEMOKRASİ MÜCADELESİ DIŞINDA OLUŞUMLARDA VARDIR.

BU ARADA SAYIN C.C.,

Siz sitede neden Çerkeslere hakaret ediyorsunuz? Baksanıza kardeş halklar Çerkesliği sizden çok düşünüyor. Siz sitedeki bazı yazılarla Çerkesliğe hakaret ediyormuşsunuz. Buradaki suçunuz yazıları yayınlamak yoksa yazıları da siz mi yazdınız?

Bu arada halkımız duyarsızlıkla suçlanıyor?

Ey halkım senin düşünmene gerek yok deniyor. Halkların kardeşliği çerçevesinde bazı Çerkesler ve bazı kardeş halklar senin adına düşünüyor ve çözüm üretiyor. Senin düşünmene gerek yok. Sadece duyarsız kalma. Zaten senin düşüncelerin faşistçe ya da dinsel ağırlıklı olur bunu sakın yapma. Ancak bu önemli şahsiyetlere saygı göster deniyor.

Çerkes kültürünü bilmeden saygı kelimesinin bile hurdahaş eden bir zihniyet için çok farklı şeyler beklemiyordum.

Örgütte örgüt. İyi düşünün beyler, bayanlar.

Çerkesler; thamade, pşerah, bısım gibi kavramlarla en ufak grupta dahi pratikte anında örgütlenirler. Arkadaşların bahsettiği örgütlenme ise çok farklı. Burada onlar ve halk var. Onlar her şeyi bilir yapar. Herkes eşittir ama bazıları daha eşittir.

Çerkes gençliği bilir ki, yapılacak şeyler bizde daima spontane olmuştur.Genlere tavırlar kodludur. Bazı katılımcılar çok bariz ifade etti. Yeriniz misafir odası diye. Arkadaşların haçeşi bilmediklerinden olsa gerek ‘’vay olur mu’’ diyor.

Evet arkadaşlar çıle tharuo xasede son sözü söylemek istiyor. Bir bayanımızın bunun olamayacağını ferasetle açıkça dile getirmesini tebrik ediyor onun karşısında çhare pserece emret kardeşim diyorum. Sizin gibilere layık olabilmenin gayreti motive olarak bizlere yeter.

Sayın Necdet Hatam beyefendi herkesi kapsayan bir halk hareketi olmadığını buyuruyor. BUNA YANIT VERME ÇABASINA GİRENLERİ DE ÇERKES GENÇLİĞİ ÇOK İYİ DEĞERLENDİRMİŞTİR.

BİR ŞEY DAHA VAR Kİ ONU BAZI ARKADAŞLARIMIZ BİLEMEZ.

Çerkes kültürü insanlarını örgütüne fikrine göre değil Çerkeslik tavırlarına göre ağırlar.

Beyler yaptığınız hata çok basit, misafir geldiniz. Ancak büyük bir hata yaptınız.

Son sözü Adige thamadesi buyurur, tıpkı sayın Hatam gibi...

 

 

Al-Toy
03.12.2005

Sayın Hatam,

Size saygı duyuyorum efendim, sizi çok önemli buluyorum demiyorum.

Sadece son yazınızın herkese hak ettiği yerde konumlandırdığını düşünüyorum. Şunu da iyi biliyorum. Çerkes öncelikle SAYGI YAPAN SAYGIYI AĞZINDAN DÜŞÜRMEYEN DEĞİL, SAYGISIZLIK YAPMAYANDIR. SAYIN SİTEYE DE BENDEN KONUNUN SÖZÜ OLSUN.

SAYIN HATAM’IN BİR ÇOK GÖRÜŞÜNE KATILMIYORUM. BU ONU ELEŞTİRMEMİN BİR SEBEBİ OLAMAZ.

Sayın Hatam’ın eyleme koyduğu bir fikri var. Sadece onun tespitlerini dinlemeyi isterim.

Yeteri kadar örgütümüz, derneğimiz olduğunu düşünüyorum. Arkadaşlar tabana daha yayılacak bir şeyler öneriyorlarsa buyursunlar dinleyelim.

Dönüşü gerçekleştirmeyenleri, ardından da ‘’dönüşe inanmayanlarla tartışmam’’ diyenleri bir konuda karşımda taraf olarak görmüyorum.

Evet lafa değil icraata bakarım.

 

 

Şıblekho
03.12.2005

Değerli katılımcılar,

Sayın Hatam’ın yazılarını tekrar okumayı teklif ediyorum.

Çok merak ettim. Sayın Hatam hangi yazısında KENDİNE GÖSTERİLEN SAYGIYI SUİİSTİMAL etmiş. Aranızda sayın Hatam’ı tanıyan, onunla irtibatı olan arkadaşlar lütfen bu konuyu açıklığa kavuştursun.

Aramızda birisine gösterdiği saygıyı, sen sana gösterdiğimiz saygıyı suiistimal ediyorsun diyecek kaç Çerkes var merak ediyorum.

AÇIKÇA SORUYORUM SAYIN HATAM’IN GİZLİ İTTİFAKÇI BİR TEK YAZISI VAR MI?

Sayın site,

SON YAZILAR KİŞİSELLEŞTİ DİYE UYARI YAPARKEN, SAYIN HATAM’A YAPILAN AÇIKÇA BÜHTANLARI (*) HEZEYANLARI NASIL GÖRMEZLİKTEN GELİRSİNİZ?

YOKSA SİZ ÖRGÜT RÜZGARINA MI KAPILDINIZ?

Sayın CC, son yazımın çıkmamışsa, açıkça sebebini merak ediyorum.


(*) Bühtan: Kara çalma, kötüleme, iftira atma. (CC)

 

 

Şhalaxhue
03.12.2005

Guıpşıse kuwme athamate Necdet Hatamım fesetxı.

Wi mafe şşuı ziwushannew tipaşer.

Ci mı sıkhızteguışıahıştım adıghe bzem nemççıre bzeççe sıritxenır haynape khıcççüexuığ. Aş paye apededew sıfamye khısıeççeççışt xebzençağexem apay khısfeğeğu seui skhıwelheuı.

Aş khınewjı rexhure reşşerer ğenefağededeba? Seue. Zıguerexeme te şşüeş feşşıçe şşüeynah değuew tıbeneşt aue. Sıkheşxıpttsı. Se lhepk zexedz guıpşıse tyeşeççağew sıkheguışıerep. Anattaşham uıtın fayer se sithamatexer arıx seuenah. Mıra gubğenır. Que guıbğenme guıbğen. Tığuasere tizedeguışıe khınewşı yikhune siguı beğığew sışıs. Ar yımkhurem fedew, uerjuer bırsırım sıkhıxenağ.

Kuım yiguıpere quıtekhexer tede requexemi ıwjırexeri aş lhuquexba? Aşığuem uefır Kuıbleşham xet desışt? Seri s'uerer necdetım fedexer desışt. Zıkuıpımi ar deghuı, şşuı şhaççe teri zıguerexer teş'e aue. Apew aş teri tıbğuedettıshan aui khxıradzağ. Yetani te tizakhuemi mı kuır dğezequeşşuışt auew khırağejağ.

Aş khesi kuıblleguım ısıxeme aguıpşıse ççewıpççenxew aguı yilhep. TERİ ZIWISHANIM NECDETIM IUERER ARI TEUE.

Zıguerem bue syeğape. Mı zerewıştıkhıjığe kuıpım zıguereççe wiguı xiğeççew tızebneççıme seui syexherxhışe. Ar we Adıghağem wıpıççızınççe arep. Şşüyape yeşşuığexu khapuekhueme seui seghuımeççı. Ar teri khıtegueweşt.

Sıdığueççeni Adıghağer wıfayeme zışıplhenew amırme ççebdzınew canejjım fede slheğuığep. Tişşıççe tizequaççi terezded sıuerep aw Thamate zimıem xabzi ıeştep seue.

Zerepuağem fedew ığesaççemi ımğesaççeşşuımi sixekuı ıuew gupşıse zıxemılhım ıuerem bededew syedeuınır sixabzep.

Mıxeme adıghağer xekuım khinejığep. Axabzi aetıJığ axer wurısım ğeriyew şışşuıtı ççerısew ışığ aueni xekuır tiguı ralheççıççışt. Aş khınewji mıççe turkuım şuekhezer tızfayer. Khyatetxıme Adıghaxer şşuızerefayew jjüğeseççeşşuışt aueni a enettem tikhiralleşeşt.

Ziwushan; şşuelhır fabem khışıxhuıre ççırxer şşuelhır çıem khışıxhuştep. Adıgher Adıghe zişşeğer adığe xekuır arıba? A ççıguı ççasem tişıaççı tixabzi tilhap'exeri ZEXİĞEWÇÇÜAĞEX.

Ci mıxeme ççıguı ttasxem lejığe değuı khitxişt aue.

Cı nemççıre Zıguerem ıwnaşşue kheççırağu. Mı zekhueşnığ tıxılhım ığuısew jjueğoebın ıttsew txilhıjıye guere khıdeççıştığ. Aş ççaleme apayew txıdejj daxexer, wuşşıy lhap'exer khıradzeştığ. Axeme aşışew zawler kheptxıme şşuağeşxhue zıxel uef pşşağe xuın. Aş zı lheuıguere khıpısıdzejın. TTequ Adıghebze nahıbew kheptxıme tiguape xhuşt. Khberdeybzer zişıççağem khéretx. Aş serıççe mıxuın xelep, şhaççe adıghabzer tequ kheğepıteçç.

Khestxığexer siguıpşıse thamışççexer arı. Sızççenettsew sıkızfayexeri weriççe silheuıx. Axeme wyacen nemıemi ari serıççe lhap'eded.

Be ğaşşe wıxhuınççe tişhağı witızeptınççe zıfede şımaxe thaşxhuem sélheui mafe nefxemççe xekuım tızeşıuıççenççe sexhuaxhue. Mı khestxığexer sıd aueni mıxer zeguewtıştıx. Thar weseğelheuı aştew zıguere pşşekhuen. Mır meşfeş'uı zıslhıtağeççe kestxığe guışa'.

Wepsew wetxhej

 

 

a-e
04.12.2005

Sayın Siblekho,

Mademki sizde konuya, bir noktadan sonra dahil oldunuz. Size de bir cevap vereyim, belki bazı şeyleri daha iyi anlarsınız.

‘’HİÇ BİR ÇERKES GÖSTERDİĞİ SAYGIYI HİÇ BİR ŞEKİLDE BEYAN ETMEZ’’ diyorsunuz ve bunu da Çerkes olmakla olmamak arasındaki ölçü olarak değerlendiriyorsunuz..

O halde sunu bilmenizde yarar vardır. Hiçbir Çerkes yaşadığı yerin kurallarına saygı duymadan var olamaz ve yaşadığı yerlerdeki uyumuyla da bunu zaten beyan etmiş olur.

Örneğin siz, ‘’ben Türkiye Cumhuriyeti Devleti yasalarına saygı duymuyorum diyemezsiniz. Sizin Çerkes olmanız saygı duymanızın önüne geçemez. Çerkes de olsanız, Ermeni de olsanız, Kürt de olsanız saygı duymak zorundasınız ama kimileri bu zorunluluğa aldırmadan, saygı duymadıklarını da açıkça beyan ediyorlardır ve örneklersek Abhazya Cumhuriyeti’nin Anayasası’nın 32 maddesinde cumhuriyet içerisindeki her insan çevresindekilere saygı duymak zorundadır diyor, sitede yer almaktadır. Bu da sizin dediğinizin tam tersine, bir halkın yani Çerkeslerin birbirlerine saygı duyduklarını ve duyacaklarını açıkça beyan ettiklerinin kanıtıdır. Sizin deyiminizle Çerkes saygısını açıkça beyan eden değilse o anayasa boşuna yapılmış demektir.

Hangi halktan olursanız olun, diğer halklara saygı duymak zorundasınız ancak saygı duyduğunuz oranda saygı görürsünüz..

Eğer daha sağlıklı bir şekilde okumuş olsaydınız, özellikle bir tek kişiye duyulan saygı değil o kişinin düzeyinde düşünceler üretebilen katılayım ya da katılmayayım halkı için üretenlere saygının var olduğunu görürdünüz.

Kimlere karşı savunma refleksinden söz ediyorsunuz, bu kadar bitmiş ve sorunlarının çözümlerinden uzaklaşmış olanlardan mı korunacağımızı düşünüyorsunuz.

Savunma güçlü olanlara karşı ayakta kalmak için yapılır ve gerçekler savunması gerekenlerin kimler olduğunu göz önüne seriyor. Ezilen her halk ezenlere karşı savunmalıdır kendini.

Hem kişi olarak hem de halk olarak sizden daha zayıf olduğumuzu da sanmıyorum. Bu arada hangi halktan olduğumu da biliyorsunuz zaten. Bin defada dünyaya gelsem Ermeni olmayı tercih edeceğim gibi, şayet seçenek şansım olmuş olsa ve seçeneklerin içinde de Ermenilik olmamış olsa diğer yanım Kürtlüğümü seçerdim ve seçeneklerimin içinde bunlarda olmasaydı Çerkesliği seçerdim, ayrıca doğmadan önce seçemediğim şeyleri yaşamda seçmiş bulunuyorum. Ermenilik ve Kürtlüğü kendimde, Çerkesliği de yakında kısmet olursa birlikte olacağım insanla yaşamış olacağım. Türklüğü zorunlu olarak yaşadığımı da eklersem, bunların yanına da, doğup büyüdüğüm Kürt, Süryani, Keldani, Arap, Çingene, Mirtipleri de eklersem çok renkli bir yaşamı sürdüren bir insan olarak. Siz gibi hayati tek rengiyle yaşayanların yanında, yeterince güçlü olduğumu görebiliyorum, her halktan bir şey alıp kendime katarak, kendimden de onlara katarak, içine kapalı, hiç kimseyi beğenmeyen, eskimiş, anlamsızlaşmış gelenek ve göreneklerden sıyrılmış olmanın rahatlığıyla, kendimden oldukça eminim ve tek üzüntüm tek tip yaşayan insanların çıkmazlarında kaybolmalarıdır.

Her şeyi anladığınızı demişsiniz ama thamadenize kötü anlamda hiçbir şey demediğimizi anlamamışsınız. Üstelik başımızın üstüne de taç etmişiz thamadelerinizi.

Madde, madde sıralanan konulara isterseniz bir kez daha siz bakın,orda anavatanla bağların koparılması mı öneriliyor, yoksa anavatanla bağların güçlendirilmesi için bilgilerin günlük olarak herkese duyurulması talebimi var?

Sizin kadar belki komplo üretebilecek ustalıkta olmadığımız için yeterli derecede anlatamıyor, anlaşılamıyoruz sanırım.

Adige fesh oldu cümlesindeki yanlışlığımı düzelttim, düzeltmeme rağmen de belirttim ki, fesh etme riski her zaman vardır, yoksa anlatılır bizde öğrenmiş oluruz.

Abhazya ambargo altındadır ve ambargoyu uygulayan ülkelere bırakın tepki vermeyi Çerkesler tarafından o ülkelere ödüller veriliyor ve ben Çerkes değilim anlamıyorum siz Çerkessiniz nasıl anlıyorsunuz, hayret ediyorum. Ülkenize ambargo uygulayan, gelişmenizi engelleyen insanlarınızın kötü koşullarda yaşamasına neden olan ülkelere, nasıl olurda onurlu bir Çerkes dayanır?

Ben ve ailem ve tüm çevrem, tüm tanıdıklarım, soydaşlarımıza ambargo uygulayan ülkeye vatandaşları olmamıza rağmen tepki olarak karşı ambargo uygularken sizler neler yapıyorsunuz acaba?

Yukarda bir arkadaşımız yazmıştı; ‘’kimse kırılmasın ama her şeyden çok seviyorum Türk bayrağını’’ ve yine bir çok Çerkes arkadaşımız (tabi bunlarla tüm bir halkı kıyaslayamayız). Kendi topraklarından daha çok onlara ambargo uygulayan ülkelere bağlılar, bu durumda ben değil siz Çerkesliğin tüm değerlerini bilenler şöyle oturup iyicene bir düşünmeli.

Türkiye Çerkeslerine ait tespitlere gelince, bunlar doğrudur ve sizlerin göremediğiniz, bulunduğunuz ülkelerde haklarınız oldu mu? Yaşadığınız yerlerde güçlü örgütlenmelerinizle siyasette aktif olup kültürünüzü ve kimliğinizi ayakta tutacak değerlerinizi yaşatma talepleriniz oldu mu ve taleplerinizi vermeyen sistemlere karşı güçlü isteminizi belirleyecek bir davranışınız oldu mu? İşte bunlar olmadı mı ne anavatanınız kalır ne de dönüş için izlenen politikalar tutar.

Nerdeyse 150 yıl olmuş Türkiye’desiniz bırakalım öncesini cumhuriyetin kuruluşunda bile onca katkınız olmuş ama bir kibrit çöpü bile almamışsınız hak olarak, tamam diyelim şartlar elvermedi olmadı. Peki şimdi oluyor mu?

Türkiye’de kalalım demişsiniz sanki kalmayıp da gidebiliyor musunuz? Hayır gidemiyorsunuz. O halde kaldığınız yerde demokratik haklarınızı alıp, anavatanınıza güçlü olması için yollar açsanız ya.

Sitedeki üyeleri baz alarak koca bir halkı tabi ki duyarsızlıkla suçlayamayız ama dünya genelinde bir halkı baz alıp bulunduğu konum itibariyle kendi haklarına ya da topraklarına ne kadar duyarlı veya duyarsız olduğunu gözlemleyebiliriz.

Bana bir tane herhangi bir dünya ülkesi tarafından resmen tanınan Adige, Abhaz cumhuriyeti ya da daha geniş bir kavram olan Çerkes Cumhuriyeti gösterebilir misiniz?

Sizleri sömürmüş yurtlarından etmiş birilerinin sizlere verdiği özerk cumhuriyeti lütuftan mı sayıyorsunuz? Kimin malini kime veriyorlar ya da aldıklarından ne kadarını veriyorlar? Verirken neleri alıyorlar? Düşündünüz mu hiç?

Bana söyler misiniz; Adige veya Abhazya özerk cumhuriyeti olan bir vatandaşın taşıdığı pasaport ve bu pasaportun etkin olduğu yerler neresidir? Bunları gerçekten de bilmiyorum siz biliyorsanız aydınlatır mısınız?

Bazı arkadaşların yeri misafir odası diyerek ben ve benim durumumdakileri kastetmişsiniz, yıllardır size misafirsiniz dendiği için bakın ne hale geldiniz. Eğer sizde kendinizi misafir psikolojisine sokmayıp, biz burada yaşayacağız misafirde olsak haklarımız vardır demiş olsaydınız, bu gün diğer bolümde neden anadilimizde konuşamıyoruz diye birileri sormazdı sanırım ve bu soruya yanıtlar aranmaz çözümler üstüne düşünülmezdi.

Yoksa siz, misafir gelenlere de başınıza gelenleri mi uygulamak istiyorsunuz? Benim sizin gibi, ben misafirim deyip değerlerimden ödün verme gibi bir lüksüm yoktur, kusura bakmayın hiç.

Ayrıca ister beğenin, ister beğenmeyin site yönetimi beni kovmadığı sürece buradayım ve değer verdiğim büyükler bana sus deyinceye kadar buradayım.

Ha o büyüklerin kimi düşüncelerine de katılmıyorum her ne kadarda kutsal görsem bu kutsallıkları iyi niyetlen çabaladıklarına olan inancım ve emekleridir.

Beni karşımdakinin karşısında eğen, büken tek şey bilgi olur ve bilginin karşısında da bükülmekten yerlerde sürünmekten de gocunmam. Cahil kalmaktansa kırılmayı tercih ederim. Kaldı ki, dünyada kırılmamış ne bir insan ne de bir halk vardır. İnsan kırılmadan, birleşmenin tadını bilemiyor.

Bu kadar kendinden uzaklaşmış halklar ve insanlar dünyada yaşarken benim kırılmamın sözü olmaz bile. Bizler sizler gibi kimsenin emir kulu değil, bizler; bizler gibi yüreği insan sevgisiyle çarpan her kardeşimizle yoldaşız…

Çerkes gençleri bilir demişsiniz o halde bildiklerinizi uygulayanda dünyanın her yanından insanlar görsünler bu bildiklerinizi. Biliyoruz deyip de uyumakla olmuyor bu işler, atı alan Üsküdar’ı geçerken, köprü olanların beli kırılırken, bir yere varılmaz, devleri sırtında taşıyanların devleri kendilerinin yaratıp, yarattıklarına da hamallık ettiklerini bilmedikleri halde, biliyorum diyerek uykuya düşmekle kimse bir arpa boyu ilerleyemez.

Sizden daha zayıfken, sizden daha güçlü bir konuma gelen halkları araştırarak işe başlayabilirsiniz, şayet yol haritası istiyorsanız, sizin içinizde yaşarken, sizden haklarını alanlara bir bakın birde içinde yaşadıklarınızdan haklarınızı alamayan kendinize bir bakın.

Bende tıpkı sizin gibi lafa değil icraata baktığım için buydun icraatlarınızı görelim diyorum.

Yok hala sizin icraatlarınızı görelim diyorsanız yukarda dediğim gibi sağınızda, solunuzda yaşayan halklara bakın, çok uzağa gidemiyorsanız, yakınınızdaki tam bağımsız devletlere bakın derim…

Ha onların yaptığı gibi biz yapamayız diyorsanız bilin ki siyaset çıkarlar üstüne yapılır ve çıkarlar için politikacılar her kılığa girer, çünkü söz konusu olan çıkar gerçek bir politikacı için halkının ve ülkesinin çıkarıdır. Çıkarlarınızı koruduğunuz oranda varsınız .

Onurlu ya da onursuz güç hangi şekliyle gelirse gelsin yaşamak için tek koşuldur.

Doğa zayıfı eleyen yasasını hiçbir zaman yürürlükten kaldırmamıştır…

Kalbin varsa vücudun yaşar, kalbin varsa ve çalışmıyorsa vücudun bir işe yaramaz, kalbiniz vatanlarınız ise ve sizlerde vücutsanız, o halde kalbin dünyanın neresinde olursanız olun kanı bedenin her hücresine ulaştırdığı gibi size ulaştırmasını sağlayacak, tıkanmış damarları açın derim. Bunu açmanızın yolu da nerede olursanız olun önceliğinizin kalbinizi çalışacak durumda tutacak politikalarınızın sağlamlığı olması gerekir.

Kalbin kanı en çok pompaladığı yerin beyin olduğunu düşünürsek, alt tabakadaki insanlardan değil de kanı beyne yani bu halkın beyni olabilecek tüm vücuda direktifler verecek insanlara ulaştırmanız gerekir ki, uygulanan politikalar bir işe yarasın.

Buna en iyi örnek Almanya’da yaşayıp, üniversitede eğitimci olup, ilk görevi kendi olmayanı savunmak olan arkadaşımızı, kalbin pompaladığı kanlan beslemek gerekir. İlk görevin kendi olanı savunmak olduğunu anlayıp kendi için bir şeyler yapmasını sağlamaktır. Hemen bu konumunu değerlendirip faydalı eylemlerin başlatıcılarından biri olsun. Yine ajanslarda habercilik yapmış bir arkadaşımız ve İsviçre’de yaşamış bir arkadaşımızın kurduğu Uzunyayla hayallerinin yerine, anavatan hayallerinin geçmesiyle birçok şey yavaş yavaş da olsa gelişir. Bu kadar aristokrat bir halkın kendi ülkesinde ne kadar aristokrat barındırdığını düşünürsek durumun vahameti ortaya çıkmaktadır.

Düşüncem; Adige ve Abhazların; Adige, Abhaz cumhuriyetlerinin bayraklarına olan sevgilerinin, misafir olarak kaldıkları ülkelerin bayraklarına olan sevgilerinin çok çok önünde olması gerekir.

Tüm bunları, yani gördüklerimi size diyorum diye kırıcı oluyorsam, kimse benden gördüklerimi demememi istemesin, ben gördüklerimi demeye devam edeceğim…

Sayın C.C yönetimi.

Sayın Shalaxhue’nin, yazmış olduğu anadilinizdeki yazısını, herkesin anlayabileceği bir dile çevirmeniz mümkün müdür, yazılanları buradaki bir çok Çerkes olup da kendi dilini bilmeyen ve de diğer halklardan arkadaşlarımızın da, bu konuyu takip ettikleri ihtimalini göz önüne aldığımızda. anlamamız mümkün olmadığı için, Türkçe’ye çevrilmesi teklifinde bulunuyor. Gerekenin yapılmasını arz ediyorum.

Saygılarımla.


CircassianCanada Notu: Sayın a-e, katılımcılarımızın farklı dilde yazdıklarını çevirme işini ancak yazıyı yollayan katılımcının izniyle yapabiliriz. Saygılarımızla.

 

 

Uzunyaylalı Gubse
04.12.2005

Haceş odasında gördüğümüz bu kişilerin bir kaç ay önce yazıları haftanın yorumuna kadar taşınmış, kendilerine yöneltilen eleştirilerden dolayı koruma altına alınmıştı. Ortaya koydukları görüşlerinden dolayı kendilerini değil de kendilerini anlamayanları anlayamadıklarını söylenmişti.

Haddim olmadan bunu hatırlatmış olmamdan dolayı özür diliyorum.

Fakat telafi ettiniz.

Saygılar thamade, duruma yerinde ve dozunda müdahale ettiğiniz için.

 

 

Şıblekho
04.12.2005

Merhabalar,

Sayın a-e, öncelikle bir konuyu arz edeyim. Önyargılarım hiç bir zaman olmadı. Sadece realitelerin önyargı addedilmesinden her zaman şikayetçi oldum. Şahsi olarak siz ve diğer arkadaşlar ile bir sıkıntı noktam yok. Sıkıntının ne olduğu belli.

Sayın a-e konuya dahil olduğum noktanın bir önemi var mı? Yazdıklarınızın fasit bir dairede kalmasını tercih mi edersiniz? Bu sitede yazı yazanlar mahdut (*) sayıda iken izleyenler binlerle ifade ediliyor. Başlangıçta size yapılan eleştirileri bende yadırgamıştım. Belli noktadan sonra müdahil olmak en azından izleyici olarak hakkım diye düşünüyorum. Rahatsız mı oldunuz? Bir thamademin hak etmediği bir şekilde ve tamamen Çerkes tavrı dışında eleştiri sınırlarını aşan bir şekilde itham edilmesi karşısında sadece yazı yazabilmenin üzüntüsünü taşıyorum. Sevgili thamademin huzuruna çıkıp konuyu karşılıklı istişare (**) etmeyi çok arzulardım. Bunu da size karşı olan bir tutum olarak değerlendirmeyin. Bunu anlayamazsınız.

Sayın a-e, toplumsal hayatı düzenleyen kuralları birbirine karıştırmayın. Yasalar bunlardan yaptırım gücü olan ve otorite tarafından tesis edilmiş olanı. Biz ise xabzeden söz ettik. Sizin eleştirdiğim tavrınız yasalarca sadece eleştiri sayılır. Çok zorlarsanız kişilik hakları bağlamında dava edilirsiniz. a-e şahsiyeti de bu şekliyle bir şey ifade etmeyeceği için sonuç çıkmaz.

Töremiz anlamında yaptığınızı bilgi düzeyinde bile algıladığınızı düşünmüyorsunuz. Sayın Şhalaxho yazısında anladığım kadarıyla thamadesi olmayanın töresi olmaz diyor. Siz hiçbir ön koşul olmadan thamade sayacağımız bir büyük şahsiyeti nelerle itham ettiniz? Daha da önemlisi bunu yasa falan deyip hala demagoji yapıyorsunuz. Daha da önemlisi sayın Hatam yıllardır verdiği emekle töresel thamadeliğin ötesinde fikirsel thamade olarak halkımızın kalbinde yer almıştır. Sayın Hatam’ı eleştirenler bile bu noktada Sezar’ın hakkını Sezar’a Hatam’ın hakkını da Hatam’a verirler. BİZLERİ DAHA DA HASSAS KILACAK NOKTA BİR BÜYÜĞÜMÜZÜ BİZDEN OLMAYAN BİRİLERİNİN ELEŞTİRMESİDİR. BUNDA ISRARCI OLMAK SİZCE NASIL DEĞERLENDİRİLMELİ SAYIN A-E?

Beni Türkiye Cumhuriyeti’nin bağlayıcı yasalarıyla işim yok. Zira benim önceliklerim ile şimdilik çatışmıyorlar. Onlara saygı duymuyorum diye bir ifadem yok. Saygı duymasam da bunu deklere etmem. Bu konu sizi hiç ama hiç ilgilendirmez.

Adigey Anayasası’nı okudum ama sapla samanı sizin gibi karıştırmadım. Adigey Republikası’nda Adigey demez Adigey yurttaşları diye ırka değil toprağa aidiyetlik anlamı yükler. Konuyu buralara taşımanız suçluluk telaşından olsa gerek. Anayasa Abhazya falan bunlara gerek yok.

Sayın a-e, reel politik kavramını ve sosyolojik ve de demografik gerçekleri göz ardı ederek ezen ve ezilen halklar mücadelesi söylemi tipik bir akademisyen tavrıdır. Ölenler üzerine senaryoyu sıcak ortamlardan değerlendirmek çok kolaydır. Bizlerin çözümlenmemiş sorunlarını biz çözeriz. Bunun size bağı ya da bağımlılığı yok. Bir şey daha; sizin işiniz çok kolay. Duruma göre Ermeni ya da Kürt tercihi yapabileceğinizi ifade ediyorsunuz. Faraziye üzerine konuşmak istemem. Tercihiniz beni ilgilendirmez. Benim ilgilendiğim ‘’Maf’’ kelimesini yazmakla bir kaç Çerkes’i tanımakla bir bütün hakkında fikir yürütmeye hatta haddi aşarak bir thamadeye açıkça saldırıda bulunmanızdır.

Ben bu sitede hatırlıyorum; bir thamadenin isteğini yerine getirmeyeceğini söyleyen son sözü thamadeye bıraktı. THAMADENİN İSTEĞİ DOĞRULTUSUNDA SİTEYİ TERK ETTİ.

AYNI THAMADEYE DE SİZİN ÜSLUBUNUZLA YAKLAŞMASINI ENGELLEYEN ŞEY SİZDE OLMAYAN ŞEYDİR.

Anavatanla ilgili maddelerde neyi savunursanız savunun Çerkes kamuoyunu yeterince takip etmiyorsunuz. Adigey’in feshi konusunda dışarıdan müdahalenin fayda değil zarar vereceğini ifade eden Adigey devlet yöneticileri ve Adigey aydınlarıdır. Adigey başbakanının Türkiye’de verdiği demeci okuyun. Abhazya’ya ambargoda son söz Rusya’nındır. Mevcut durumun mimarı da Rusya’dır. Abhazya’yı bu şekliyle var edende Rusya desteğidir. Abhazya için başka bir eksende söz konusu olamaz. Bunlara rağmen ne yapalım? Buyurun bir gemiye beraber binelim ambargoyu delmeye uğraşalım.

Akıllara şu soru geliyor; Kafkasya sizin yazdıklarınızdan sonra umutsuz vaka. Türkiye’ye dair tespitleriniz önce sanki Kafkasya’ya dönüşü çağrıştıracak gibi gözükse de onların öncesinde anavatanı ve Kafkasya’yı anlatan maddeleriniz akla geldiğinde Türkiye sıkıntılı ama Kafkasya daha sıkıntılı imanız akla geliyor.

O halde yapılabilecek olan nedir? DAHA ÇOK DEMOKRASİ MÜCADELESİ. BUNA BİR İTİRAZIM YOK. ETNİSİTEYİ ÖNCELLEYEREK YAPILACAK DEMOKRASİ MÜCADELESİ İLKELDİR.

Zaten Türkiye’de bir mücadele var. Bu mücadele neyin üzerinde inşa edildi biliniyor. Ortadoğu Kürtlüğü Türkiye ile sınırlı değil. Big game var ortada. Bu denklemde Çerkeslerin yeri yok. Etkilenmezler demiyorum ama ulusal olarak sizlerin örgütte örgüt ifadelerinin kıymeti yok.

HALKLARIN KARDEŞLİĞİ ANLAMINDA ETNİSİTEYİ ÖNE ÇIKARAN YAKLAŞIMLAR EMPERYALİZMİN İLERİ KARAKOLU VAZİFESİ YAPARLAR.

Sayın a-e, eğer bir hak alacaksak yada böyle bir talepte bulunacaksak; farz edelim unutmuştuk, hatırlattınız teşekkür ederiz. Sağ olun. Bırakın ne isteyeceğimize biz karar verelim.

Yukarıda yazdığım gibi anavatana gidemiyorsunuz o zaman Türkiye’de mücadeleye katılın yaklaşımı size yakışmasa da Şark kurnazlığıdır. Bizlerin varlığını korumasına dair mücadele Türkiye ile sınırlı değil sayın a-e.

Siz diasporayı Türkiye’den ibaret sanıyorsunuz, iyi düşünün.

Özerk bölgeleri lütuf saymıyoruz. Bunların mevcut yönetimle de alakası yok. Sosyalizmin miraslarından biri. Sayın a-e, demokrasiyi sizin kadar düşünecek halimiz yok.

BEN ŞAHSEN RUSYA TAM DEMOKRASİYE GEÇER DİYE KORKUYORUM. ZİRA DEMOĞRAFYA SORUNUMUZ BİZİ BİR GÜNDE KAFKASYA’DA YOK EDEBİLİR. İŞ PARMAK HESABINA GEDİĞİNDE ADİGEY YARIN KAZAK TAHAKKÜMÜNE GİRER. TÜRKİYE’DE DAHA FAZLA DEMOKRASİ DEYİP ANAVATANIM SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA OLMAZ DEMEK DİLEMMASINI (***) ŞİMDİLİK YAŞAMAK İSTEMİYORUM.

Ne yapılabileceğini de bizler düşüneceğiz. İlginize yinede teşekkürler.

Adigey pasaportunu ben Türkiye ile kıyaslarım. Türkiye’de kimin pasaportu var aynı şekilde yada diğer beğenmediğiniz kurumlar kimde var. Kürt enstitüsü Fransa’da değil mi? Adigey pasaportu yanında Rusya Federasyonu pasaportu nerde geçerliyse o kadar o da geçerli.

Sayın a-e bir konuda espri yaptınız gibime geldi. Devlet ve millet sayıları dünyada paralellik arz ediyor mu? Doğrudur özerk bölge yetmez ama sayıları da çok. Yani, ne yapalım, ne arzu edersiniz?
Kafkasya’da ne yapalım yani?

Bizim yaşadığımız coğrafyada misafir olarak görüldüğümüzü sizden duydum. Tam aksine en has Türk ilan edildik. Türklük gibi bir payeyi ret etmeyin dendi bize. Sizin yeriniz Kafkasya, siz burada misafirsiniz denmedi bize. Keşke siz misafirsiniz denseydi bize.

Sizin misafirliğiniz ve konumunuz hakkında önceki yazımın sansürlenen bölümünü C.C’den isteyin konumunuzu daha iyi anlarsınız.

Sayın a-e, duygu sömürüsü yapmayın. Bizlerin hiç bir halkla peşinen düşmanlığımız yok. Sizde buna dahilsiniz ama Çerkesce bir sözde olduğu gibi sizin olmayan av sahasında gezinmeyin. O xewaşha sahipsiz değil dedik, o kadar.

Sayın a-e benim ya da Çerkes gençliğinin icraatlarını sizin görmeniz için önce Çerkes bakışı sahibi olmanız lazım. Sayın Hatam herkesi kapsayan halk hareketi diye bir ifade buyurdular, bu size yeter. Kaç Çerkes cemiyetine Çerkes gençlik toplantısına katıldınız ki ne yapılıp yapılmadığını biliyorsunuz.

Kalp ve beyine dair anatomik bilgilere teşekkür ederim ama ne yazık ki Çerkesler için bir şey ifade etmiyor. ÇÜNKÜ BEYİNLE ALAKALI DEDİĞİNİZ BÜTÜN DÜŞÜNSEL EYLEMLER BİZDE KALPTEN TÜRETİLMİŞ İFADELERLE ANLAMLANIR.GUPŞISE GİBİ.

Evet anavatan kalbimiz. O halde beyinsel faaliyetlerde oraya bağlı.

Örnekleme bazında dahi olsa Uzunyayla’yı cümlelerinize katmanız üzüntü vericidir. Uzunyayla coğrafyası itibarı ile değil ORDA YAŞAYAN KABARDEY KARDEŞLERİMİZ BÜYÜKLERİMİZ İÇİN BİZDE ÖNEM KAZANIR. SELAM OLSUN ONLARA YÜREKTEN SELAM.


(*) Mahdut: Sınırlı, belirli oranda, belli sayıda. (CC)
(**) İstişare: Danışma, düşünce alışverişinde bulunma. (CC)
(***) Dilemma: Çelişki. (CC)

 

 

Şıblekho
04.12.2005

Merhabalar,

Bu konu başlığı altında yazan arkadaşlarının konunun netleşmesi açısından bazı yanıtlar rica edeceğim. Yanıtlarlarsa sevinirim.

Bazı arkadaşlar halkın duyarsız tutumundan bahsediyor. Doğru olabilir ya da tamamen doğru kabul edelim. Halkın bu durumu salt halktan niye kaynaklansın? Arkadaşların ifade ettikler fikirler yetersiz olamaz mı?

’’Türkleşmeden Çerkes kalan ve başka milletlerin milliyetçisi olmayan tüm Çerkeslere saygı ve sevgilerimi yolluyorum.’’ Bu ifade sayın Elif’e ait. Kendisi bu ifadelere göre nasıl bir konumda?

Yahudi yapılanmasını bazı arkadaşlar ısrarla vurguluyorlar. Bunu da dönmeyişe kılıf yapıyorlar. Yahudiler vatanlarına dönmek için 2000 yıl uğraştılar. Üstelik Filistin’de ne bir alt yapıları vardı ne de önemli demoğrafyaları. Onların sahip oldukları ekonomik güce biz ne zaman ulaşırız ya da ulaşabiliriz?

- Tarihte Kafkasya
- Günümüzde Kafkasya
- Diaspora
- Anavatan ile diaspora ilişkileri nasıl olmalı?
- Nasıl örgütlenmeli?
- Mücadele yöntemlerimiz ve araçlarımız
- Çevremizdeki ülkelerle ve örgütlerle ilişkilerimiz, gibi konulara açıklık getirecek bir manifesto hazırlanmalı ve aynı düşünceyi paylasan insanlarla harekete geçilmeli, ayrı örgütlenilmeli.

Sayın Talebe, bu ifadeler sizin dönüş düşüncesinin gelişimi hakkında yeterli araştırma yapmadığınız izlenimini uyandırıyor. Bende aynen soruyorum yukarıda ifade ettiğiniz konular hakkında görüşlerinizi bize yazar mısınız?

Sayın Azmi Berberoğlu beyefendi size de bir ricam var. Ayhabılar ne zamandan beri Ayhabıların yanında eleştiriyi aşan tarzda muhatap alınır oldu. Ben sizin sayın Necdet Hatam’la ya da sayın Kopsirgen Orhan işle olacak tartışmalarınızda sadece izleyici olurum ama sayın Kopsirgen’e ya da sayın Hatam’a haddi aşan tutumlar takınıldığında ilk tepkiyi de sayın Ayhab’ım sizden beklerim. Abhaz töresi demokrasi kurbanı mı oldu sayın Berberoğlu?

’’Muhacire aşta kellesi sunulmuş, ne diyeceğini bilememiş’’tutumunuzdan bir şey anlayamadık sayın Berberoğlu. Ben Abhaz töresinde thamade ve Ayhabı ayrımını bilirim. Siz, bizim Ayhabımız mısınız yoksa thamademiz mi? Sizi Ayhab’ım gibi görmek isterim, affınıza sığınarak arz ederim.

Bilgilerinize...

 

 

Elif
04.12.2005

Selamlar,

Herkese tek tek cevap vermeyeceğim. Buna hiç gerek yok. Tek cevap yeterli hepinize çünkü zihniyet aynı. Ha bu arada dönüş başlıklı konunun şimdilerde işe yaradığını görüyorum, küsüp, kızıp giden üyelerin tekrar dönüş yaptıklarını görüp de sevinmemek ne mümkün. Yeni nickleriniz hayırlı olsun (!)

Siz muhalifler, şimdiye dek yaptığınız her şey doğruydu, olması gerekendi. Siz hatasız insanlar sayesinde bizler(yıllar öncesinden başlayan asimilasyon ve entegrasyon mağdurları olarak) hak ettiğimiz yerdeyiz.

Buyurun Talebe'yi sindirin, a-e'yi kovun benden de şüphe etmeye devam edin. Çerkesliğimi çarpıp, bölün istediğiniz değeri verin. İnanın umurumda bile değil!

Hiçbir zaman kişisel sancılarım olmadı. Benim sancım kaybolan bir halkın bireyi olmamak için. Yanlışlarda hiçbir katkısı olmayan mağdurlardan biri olarak bir şeyler yapabilmek ve doğruyu bulabilmek. Şimdiye dek yapılan hataların telafisi oldu hep umudum.

Ancak, anladım ki bu halk asla toparlanmaz ve hiçbir mücadele içine giremez. Bu gerçeği anlamış durumdayım. Çok üzülerek diyorum ki, buyurun yolunuzda ilerleyin.

Sitede hararet son safha da. Rahatsızlığınızın bu kadar bariz görüntülenmesinden çok mutluyum.

Sizlerin kişisel rahatsızlıklarınızı eleştirirken savunmaya geçiyordunuz! Şimdi dönün ve bakın şu halinize.

Hararetlendiğiniz durum ne yazık ki, sizin kişilerden duyduğunuz rahatsızlığa bağlı her zamanki gibi çelişkilerle dolusunuz ve kendi çelişiklerinizle boğuşuyorsunuz.

Bugün thamade diyerek arkasına geçtiğiniz insan kısa bir süre önce sizlerin eleştirilerine maruz kalmıştı ve bugün kabalık yapıldığını düşündüğünüz insana a-e'nin hiç bir kabalığı olmadı.

Siz içsel egolarınızı tatmin etmeye çalışırken gözden kaçacağını düşündüğünüz. Hatalarınızı sanırım thamadeliği hak etmiş ve bilgi düzeyi algılama yetisi gayet iyi olan sayın Hatam fark edecektir.

Talebe'nin, a-e'nin ve benim sayın Hatam'a saygısızlığımız söz konusu bile değil ve özür dilenecek bir durum yok. Boşu boşuna özür beklemeyin.

Özür dilemesi gereken sizlersiniz. Neden mi? Thamade kavramının içini tamamen boşalttığınız için ve sizin doğrularınıza hitap ettiği ölçüde thamadelere saygı duyacağınızı çok net biçimde gösterdiğiniz için. Buyurun özrü gerektiren hatalarınız için sizler özür dileyin.

Muhalif grup şiddetli derecede gergin. Sakinleşmenizi hiç istemiyorum. Mümkünse biraz daha sinirlenin. Ki, biz de baştan bu yana gördüğümüz gerçeklerde netleşelim.

Kendi kendinize sayın Necdet Hatam adına yorumlar yapmanız olayı nereye getirmek istediğinizi anlamamız için yeterli. Ne kadar çabalarsanız çabalayın; aklı olan görür şu yaptıklarınızın etik olmadığını ve sizlerin yanlışları umarım benim doğrularına inandığım insanlar tarafından kabul görmez. Zamanım olmadığı için burada kesmek zorundayım.

Bu arada Talebe'yi hala destekliyorum. a-e'nin yazılarında bizi ilgilendiren gerçekler olduğunu düşünüyorum. Son olarak a-e'ye yapılan yanlışlar için özür diliyorum. Bende ev sahibi olarak a-e'nin misafirliğinden hoşnudum ve kalmasını istiyorum...

Sağlıklı günler.

 

 

Necdet Hatam
04.12.2005

Sevgili a-e,

Sağlıklı tartışabilmek için asgari bir bilgi düzeyinin gerekliliği, sevgili Talebe zorunlu olmadığını söylese de yadsınabilir mi? Yeni başlayan birine Cebir'i anlatmak için x ve y’den başlayabilirsiniz. Ancak x ve y’yi anlatıldığı gibi, bilimin anladığı gibi anlamak istemeyip, kendisi öyle istediği için, istediği anlamı verenlerle Cebir'in daha üst düzey kuramları nasıl tartışılabilir. Peki, daha önce defalarca yazılmış, tartışılmış halen tartışılan, bilinmesi gerekli olan, biliniyor olan konularda hep yeniden aydınlatılmayı beklemek ciddiyetle, muhataba saygı ile bağdaşır mı? Ben daha önce de yazmıştım hakaret ve saygı konularında biraz farklı düşündüğümü. Örneğin “anavatanda yaşayanların bedel ödemediğini söylenmesi, kendime karşı kullanılan hakaret sözcüğünden daha çok yaralar beni. Anavatandakilerin izlemedikleri sitelerde, anlamayacakları dilde, Kuzey Kafkasya politikalarını tartışmanın onları hiçe saymak anlamına geldiğini düşünürüm…

Sevgili a-e üzülerek söyleyeyim ki, sorduğunuz sorular, Çerkeslerin neden anavatana dönmeleri gerektiği konusunu hiç anlamadığınızı gösteriyor. Bunu anlamak, anlamak istemeyenler, eskiden anlarken bugün anlamaz olanlar mebzul (*) yığınla… Ancak cumhuriyetlerin statüsünü sorduğunuz soruda Abhazya ile Adıghéy’i aynı kefeye koymanız anlaşılacak gibi değil… Halbuki bu sayfadaki daha ilk yazımda, eleştiri de yöntem konusuna dikkat çekmiş şunları söylemiştim:

“Belirli bir düşünce eleştirilecekse eleştiriye temel olması gereken, çıkış noktası yapılması gereken şey o düşünce savunucularının söylemleri, yazıları olmalı. Eleştiriyi yapan kişinin eleştirdiği kişilerin söylediklerini, yazdıklarını, yaptıklarını değil de, kendi ürettiği söylemleri temel olarak almasının, nesnellikle, doğrulukla, gerçekçilikle… Bağdaştırılabileceğini sanmıyorum.

Çıkarımlar, sanıya, öznel görüşe değil, mutlaka bilgiye, bilgi, belgeye dayanmalı, gerektiğinde de bilgi kaynakları gösterilebilmelidir.

Karşılaştırmalar benzer konularda, aynı ölçü birimleri ile ve bilinen anlamları ile yapılmalıdır. Kullanılan terimler, bilimsel anlamları ile kullanılmalıdır. Örneğin ağırlık ölçü birimi olarak grama tüm dünyanın verdiği anlamın verilmesi nasıl bir zorunluluk ise, asimilasyon, anadili kullanma özgürlüğü, etnisite, ulus vb terimler de bilimin anlayıp anlattığı gibi algılanmalı kendimize özgü anlamlar verilmemelidir..

Sorunun çözümü konusunda sorumluluk duyuluyorsa, benimsenmeyen görüşler, sadece eleştirilmekle kalınmamalı, çözüm önerileri de sunulmalıdır.

Sosyolojik olayların kişilere, kişilerin dünya görüşlerine göre, algılama düzeylerine göre, farklı algılanabileceği hep göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin “nerede olursan ol, ne yaparsan yap, nasıl sahip olursan ol, ama mutlaka paralı ol“ gibi bir yaklaşımı dünya görüşü olarak seçmiş birine, anadilin güzelliği, korunması geliştirilmesi gerektiğinin anlatılamayacağının bilincinde olunmalıdır ya da dini inancının gereklerini terine getirmeyi yaşamın amacı olarak seçmiş (günlük yaşamında, dinin gereklerine de bir pay ayırma gibi dindarlık değil demek istediğim) birine, ulusal-kültürel değerleri koruyup geliştirmenin önemi, bunun için özveride bulunmanın gerekliliğinin anlatılamayacağı bilinmelidir, gibi daha sayılabilecek bir çok şey.”

Bu söylenenler doğrultusunda, daha önce yazdıklarımda yanıtları bulunabilecek olmakla birlikte bence bana yöneltmeniz gereken, “Dönüş Nedir?, Niçin Dönüş?, Nasıl Bir Dönüş? Kimlerle Dönüş?” gibi sorular olmalıydı. Zaten sorularınız, Dönüş’ün ne olduğu, anavatana niçin dönmememiz gerektiği bilinerek soruluyorsa, “Dönüş’ün olmayabileceğini” sezdirecek yanıtlar alınması umudu ile bağlanan, tuzak sorular olarak da değerlendirilebilir. Özetle sevgili a-e bilerek ya da bilmeyerek Şıblekhue’nin yerinde tespiti ile “… açık ya da örtülü şekilde diasporayı anavatandan koparmak ona karşı duygularımızı tamamen Türkiye içi yapılanmalara yönlendirmek.” çabasını gösterenlere katkıda bulunuyorsunuz.

- Bize göre Dönüş, Adıghe-Abaza halkları için “ulusal idea” dır.
- Günümüzde, Anavatan ile Diaspora birbirine muhtaçtır. Anavatan evlatlarına hasret, Anavatanın yaşam suyundan yoksun diaspora öksüzdür.
- Halkımız için düşlediğimiz tüm güzel şeylere kavuşmamız, ancak Anavatana Dönüş ile mümkün olabilecektir.
- Çok sayıda ülkeye dağıtılmış, yok olmanın eşiğine gelmiş halkımızın büyük çoğunluğunu oluşturan diaspora için, anavatana dönüş ulusal kültürel değerleri yaşatabilmenin, halk olarak varlığını sürdürebilmenin tek yoludur. Anadilin okunup yazıldığı, parlamentolarında kendilerine kontenjan ayrılan ülkelerde yaşayanlar dahil diaspora Adığelerinin yok oluş hızı bunun, en belirgin göstergesidir. Döneminde devlet yönetimine hakim olmuş Çerkes Memluklarının akıbeti ise diaspora Adığelerinin varlıklarını koruyamayacaklarının kesin kanıtıdır.
- Diaspora Adığelerinin Anavatana Dönüşü’nün sağlanması, tarihsel topraklarında sürekli olarak baş kakıncı yapılan anavatan kesimi için onurlu ulusal yaşamı geliştirme çabalarına en büyük katkıyı sağlayacaktır.
- Bize göre bu yaklaşım, halkımızın. ulusal-kültürel değerler için mücadele verdiğini söyleyen bilinçli her bireyinin benimsemesi gereken bir paradigmadır.
- Ancak Anavatana Dönüş’ün, çok sıradan ikinci bir boyutunun daha olduğunu, görmek, bilmek ve önemsemek durumundayız: Diasporada ki insanlarımızın, diğer halklardan herhangi biri gibi Rusya Federasyonu ve Federasyon üyesi cumhuriyetlerimizde, daha rahat yaşayacaklarına, daha mutlu olacaklarına inanmaları, iş adamlarımızın da Rusya Federasyonu’nda daha kazançlı işler kurabileceklerini görebilmeleri, bu amaçlarla dönüşü gerçekleştirmeleridir. Ayrıca, yıllardır başta ABD olmak üzere birçok gelişmiş ülkenin başvurduğu yeni vatandaş kazanma yöntemlerinin, dramatik bir düzeyde nüfusa ihtiyacı olan Rusya Federasyonu için de gündeme gelmesi hiç de uzak bir olasılık değildir. Bu öngörüye uyumlu politika geliştirmek de bizim sorumluluğumuzdadır.
- Anavatana anavatan olduğu için dönülmelidir.
- Anavatana, bu güne kadar anavatanın bekçiliğin yapmış kardeşlerine kaderini paylaşmak için dönülmelidir.
- Anavatana, halkı ile birlikte üretme, ürettiğini halkına da sunma mutluluğunu yaşamak için dönülmelidir.
- Dahası halkıyla birlikte çekilecek sıkıntıda da bir mutluluk yaşanabileceği bilinci ile dönülmelidir… gibi.

Dönüş, böyle anlaşıldığında, yanıtları, Diasporada kalacakların kesinlikle yok olacağı, ancak anavatan kesiminin varlığını sürdürebileceği, geliştirebileceği gerçeğini değiştirmeyeceği için sorularınızı şu aşama ve ortamda anlamsız buluyorum. “Diasporayı anavatandan koparmak” için sorulmuş olabileceği düşüncesini de kendimden uzaklaştıramıyorum.

Şimdi izninizle, ben de size eğer samimiyetle yanıtlarsanız, dönüş konusunda samimi olanları diğerlerinden ayırmamızı sağlayacak birkaç soru sorayım.
- Altmışlı yıllarda, bir kısım diaspora Ermeni’si, sosyalist oldukları, sistemi çok beğendikleri için mi dönmüştü Sovyetler Birliği’nde yer alan Ermenistan cumhuriyetine.
- Ermeni diasporası Ermenistan’ın yer aldığı Sovyetler Birliği’ndeki sistemi eleştirerek Ermenistan’a dönebilir miydi?
- Ermenilere soykırım uygulandığı tezini kabul ettirmeyi, öncelikli görev sayan bir Ermeni’ye Türkiye Cumhuriyet’i vatandaşlık verir mi? Seyahatlerini engellemez mi?
- Türkiye’nin bir bölümünü, Ermenistan kabul eden ve bu toprakların bağımsız olması ya da Ermenistan’a bağlanması için çalışan Ermenilere, Türkiye Cumhuriyeti oturma izni, vatandaşlık verir mi?
- Türkiye cumhuriyeti cumhurbaşkanına, başbakanına katil diyenlere Türkiye Cumhuriyeti, oturma izni, vatandaşlık verir mi?
- Birlikte örgüt kuracakların, aynı amacı paylaşıyor olması gerekmez mi?
- Amacı anavatana dönüş olan örgüt önermesine karşın, Dönüş gibi bir derdi olmayanlarla aynı çatı altında olunması gerektiğini ileri sürenlere, “bu ne biçim örgütçülük, bu ne biçim dönüşçülük” deme hakkımız doğmaz mı?
- Günümüzde Talebe’nin önerdiği tipte güçlü örgüt, güçlü finans kaynağı demek değil mi? Güçlü bir derneğin finanse etmediği güçlü örgüt kurulabilir mi? Devletler kendi amaçları için kullanamayacakları örgütleri finanse eder mi?
- Önerilir önerilmez toplumun bütünü ile sahiplendiği, çözüm önerisi biliyor musunuz?
-Bir görüşün doğruluğu yada yanlışlığı, sizce destek verenlerin sayısı ile mi orantılı?
-Rusya Federasyonu karşı çıkmasa bile, bilinen nüfus oranı ile Adıgheler, benim hayalini bile kurmadığım Kuzey Kafkasya Federasyonu’na üyeliği ne gibi demokratik bir yöntemle sağlayabilecekler.
- Sadece tek bir siyasal örgütü olan halk biliyor musunuz?
- Dönüşü kendi politikaları olarak seçen yönetimlerimizi, yapabilecekleri konusunda denemeden, diasporada hayali örgüt kurmanın anlamı var mı?
- Çerkeslerin ulusal sorunun tartışıldığı bir Kürt ya da Ermeni sitesi biliyor musunuz?
- Çerkes ulusal sorununa bakış açıları örtüşmediği için kendi aralarında tartışan, küsüşen, hakaret eden Ermeniler, Kürtler tanıyor musunuz?...

Daha epeyce soru eklenebileceğini görmüşsünüzdür. Ama zaten çok uzun bir yazı oldu…Ara vermekte yarar var…

Görüşlerimi paylaşan, paylaşmayan tüm arkadaşlara çağrım, lütfen tartışmaları kişilikler üzerine kurmayalım. Daha önce de belirttim. Günümüze kadar hiçbir halkın yapamadığını halkımızdan beklemeyelim, tek dernek çatısı altında toplanabileceği beklentisine girmeyelim. Sorunlara çözüm önerisi getirelim. Getirilen çözüm önerisinin sadece olmazlığını söyleyerek puan toplamaya çalışmayalım. Kendi önerimizi getirelim. Öneriler içerisinde yakın geçmişte olduğu gibi günümüzde de, en gerçekçi olanını seçebileceği konusunda halkımıza güvenelim.
Ben benim anladığım dönüşü özetle de olsa anlatabildiğimi sanıyorum. Ayrı görüşte olanlar da -ki başka arkadaşlar da rica etmişlerdi- kendi bakış açılarını ortaya koyarlarsa, tartışmayı sürdürür, samimi isek çala, çala bir hava da tuttururuz..

İnanın hepinizi seviyorum. Tarzıma katılmayan Talebe, sizi de…

Kalın Sağlıcakla… Necdet

Bugünkü gazetelerde kendime yakın bulduğum iki görüş çıktı. Onları da paylaşayım istedim sizinle… İlki Çerkes ulusal politikasını “ezeli ebedi Rus-Çerkes düşmanlığı” üzerine temellendirmek isteyenler için:

Etyen Mahçupyan 2005 12 04 Zaman Gazetesi.

Türkiye medyasının görmediği veya görmek istemediği bir haber geçen hafta bütün yurtdışı yayınların parçası oldu: Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan verdiği demeçte şöyle demişti: “Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin önüne Kopenhag Kriterleri dışında bir engel çıkarması kabul edilemez.” Avustralya’daki Türkçe yayın programında dinlediğimiz bu önemli haber Ermenilerin içinde bulunduğu büyük zihni değişimi ortaya koymakta.
En milliyetçi kesim olan Taşnaklar bile, geçmişi donduran yaklaşımların geleceği rehin aldığını artık fark ediyor.

Kısacası Türk resmi tezini savunanların bir sürprize hazır olmaları lazım: Ermeniler ‘soykırım’ kelimesini bir kenara koyarak tarihsel olayın kendisine bakan ve yaşananları devlet/yurttaş ilişkisi içinde çözümleyen bir bakışa kaymaktalar. Bu durum ‘soykırım olmadı’ repliğini tekrarlayarak ve hukukun ardına gizlenerek tarih ‘üretme’ kolaycılığına pek izin vermeyecek. Türkiye toplumu bundan sonra vicdanıyla çok daha baş başa kalırken, tarihe mesafe alabilen bir kimlik geliştirme şansını da yakalayacak
İkincisi de anavatanımızı, cumhuriyetlerimizi, halkımızın bugüne kadar ki üretimlerini rastlantı gören küçümseyenlere :

Hürriyet 2005 12 04 Murat Bardakçı

Bülent Ecevit’in Hint şairi Tagore’dan yaptığı tercümede ‘Lambaya, aydınlığı için teşekkür et ama karanlıkta durarak ışığı tutan eli unutma’ diye çok güzel bir cümle geçer…

Bilmem siz de beğendiniz mi…

(*) Mebzul: Bolca, Çokça. (CC)

 

 

Talebe
05.12.2005

Selamlar,

"Gece Yarısı Sohbetleri"me devam edeyim. :-)

Orhan ağabey, "yerinde ve dozunda müdahalen" için teşekkür ederim. Güvenim bir kat daha arttı. En yakın zamanda sizinle ilişkiye geçeceğimi belirtmek istiyorum.

Necdet ağabey, "olgun" yazın için sana da teşekkür etmek istiyorum.

Beni Necdet ağabeye hakaret etmekle itham edenlere ise yazımı tekrar okumalarını salık veririm. Evet; eleştiriyle, hakaret arasındaki sınır kimi zamanlar çok incelir, kimi zaman ise okuyanın istediği biçimde anlaması nedeniyle ve "bilgilenmesiyle" orantılı birbirine karışır. Ancak benim yazımda Necdet ağabeye bir hakaret yoktur.

Necdet ağabeyi eleştirdim evet ama bu o kadar kötü bir şey mi? Onun her söylediğini kabul etmek zorunda mıyım? 70'li yılların dergilerini açın okuyun. Necdet ağabey ve o dönemin "Dönüşçü"leri büyüklerimizin her söylediklerini kabul etmişler mi? Eğer kabul etselerdi Dönüş düşüncesi doğar mıydı? Peki o dönem bunu yapanların içinde olduğunu bildiğim Necdet ağabey xabzelerimizi, thamadeliği bilmiyor mu?

Elif arkadaşın yaptığı uyarı doğru: Thamadeliğe yanlış misyonlar yükleniliyor. Onlar peygamber değiller ki, her söyledikleri doğru olsun! Hem hangi thamademizin söylediklerine kulak verelim? Kimdir thamade? Böyle bir thamadelik kurumumuz yok ki!

Artı, thamadelerimizin bugün geçmişte oldukları konumda olmaları, aynı rolü oynayabilmeleri mümkün değil ki. Aslında beni bu konuda eleştirenlerin kendi yaşamlarına, çevrelerine, hatta kendi kendilerine bakmaları bile bunun mümkün olmadığını görmelerine yeter.

Dahası uzak ve yakın geçmişimizde halkımıza ihanet eden "thamadelerimiz" yok mu?

İsterseniz bu konuda sayın Batıray Özbek'ten yeterince kaynak bulabilirsiniz.

Çerkesler genlerine kodlanmış değerleriyle bir çırpıda thamadelerinin etrafında toplanır, diyen arkadaşlar: Peki niye thamadelerimizin etrafında toplanıp anavatana dönmüyoruz? Nerede o genlerimize kodlanmış değerler? Bunların ciddi olarak söylenmiş olabileceğine inanmıyorum ama inandığım bir şey varsa o da, bu tartışmaların da gösterdiği gibi, kimi xabzelerimizle birlikte thamadenin rolü üzerinde de kafa yormamız gerektiği...

Konuya döneyim:

Dönüşçüler ulusal sorunumuza; asimilasyona çözümler ararken bir doğruyu buldular: İnsanlarımızın bilinçaltlarındaki, yüreklerindeki anavatana dönüş özlemini yani sorunumuzun çözümünü bilince dönüştürdüler, bunun düşünsel altyapısını hazırladılar. Yaptıkları fedakarlıkları, gösterdikleri çabaları kimsenin inkar etmesi mümkün değildir.

Ancak, Dönüş düşüncesi artık yeni bir aşamaya girmeli, hatta bunda geç bile kalındı.

Sayın Cihan Candemir, seçilmesi sonrasında yaptığı konuşmada "Federasyonumuz bu anlamda toplumumuzun siyasi kuruluşudur" diyor (Bu arada kimsenin 'ne o, Cihan ağabey devlet mi kurmak istiyor' dememesine sevindim! :-)). Belki bilerek söylüyor, belki de bilmeyerek. Belki de olması gereken budur, demek istiyor. Hatta çalışmaların içerisinde olan biri olarak içgüdüleri ona bunu söyletiyor olabilir. Spekülasyon yapmak istemiyorum ama doğrusu da budur: Federasyon siyasileşmelidir, dönüş siyasileşmelidir.

Bu, öncelikle dönüş düşüncesinin tek bir ağız, tek bir yürek olması demektir. Daha önceki bir yazımda, bırakın insanlarımızı; dönüş düşüncesine inanan insanlarımız arasında bile bir çok konuda birbirinden çok farklı, hatta birbirine tezat şeylerin söylendiğini belirtmiştim. Bakın Muhittin ağabey açış konuşmasında neler söylüyor:
- "Biz Çerkesler, Kuzey Kafkasya kökenli TC vatandaşlarıyız."
- "Çerkesler (...) Kafkasya'da yaşayan halklarla birlikte (...) Kafkas kültürünü yaratan..."
- "Çerkesler sürgün ve soykırıma uğramışlardır"
- "Tarihi haklarımız uluslararası kuruluşlara gitme yoluyla aranacaktır"
- "Yoksa azınlık olma peşinde değiliz"
- "Rus-Çeçen savaşlarıyla büyük bir nüfus kaybına uğradığımız gibi..."
- "Milyonlarca insanın adını taşıyan ADİGEY Cumhuriyeti’nin yeniden Krasnodar'a bağlanması istemini de kesinlikle kabul etmiyoruz..."

Veya Cihan ağabey "Çeçen Kardeşlerimiz" diyor.

Şimdi tüm bunları bu sitede, hatta kimi dernek yöneticilerinin çeşitli vesilelerle yazdıkları yazılarla karsılaştırın. Sizin kafanız karışmıyor mu? Benim ki karışıyor.

Çeçenler kardeşimiz mi, değil mi?

Adigey Cumhuriyeti’nin Krasnodar'a bağlanmasını kesinlikle istememek, Adigey Cumhuriyeti’mizin işlerine karışmak değil mi?

Rus-Çeçen savaşlarıyla büyük bir nüfus kaybına niye uğramış olalım? Çeçenler Çerkes değil ki? Biz Adige Abhaz Birliğini hedeflemiyor muyuz? Hani diğer cumhuriyetlerin nüfus sorunu yoktu?

Biz azınlık mıyız, değil miyiz? "Azınlık olma peşinde değiliz" ne anlama geliyor?

Tarihi haklarımızı almak için uluslararası kuruluşlara nasıl gideceğiz? Rusya veya Türkiye bu ise bozulursa ya bu başvurular Rusya ile veya Türkiye ile ilişkilerimizi zedelerse?

Çeçenler Ruslarla mı savaşıyor, yoksa Rusya Federasyonuyla mı?

Çerkesler Kafkasya'da yaşayan diğer halklarla birlikte mi yaratmışlar Kafkas kültürünü?

Nedir bu Kafkas kültürü? Hani "biz Adige-Abhaz"lar ile diğer halklar arasında öyle abartılacak bir kültürel bağ yoktu?

Tüm bu sorular sadece bir konuşmadan, yetkili bir büyüğümüzün konuşmasından çıkan sorular? Şimdi sizin kafanız nasıl karışmıyor ben anlamıyorum?

İşte önce bunları aşabilecek bir çalışma içerisine girilmeli. Kıyısında, kösesinde dolaşmadan gerçekler ortaya koyulabilmeli ve bu gerçeklerin gerektirtici tavırlar geliştirilebilmeli.

Dünyada kurulan veya bozulup yeniden kurulan ilişkiler ve dengeler yorumlanabilmeli. Bizim yerimizin neresi olduğu...

Biz "etliye-sütlüye" karışmasak bile çıkarları gereği bize karışacak olanlar var. Yoksa niye geldi bu Alanlar, Sarmatlar, Moğollar, Ruslar, Bizanslılar veya Ruslar, Osmanlılılar ve İranlılar Kafkasya'ya? Bugün Kafkasya niye çatışma potansiyeli taşıyan bölgeler arasında gösteriliyor? Kimlerin bölgemizde ve anavatanımızda çıkarları veya çıkar çatışmaları var? Bizim pozisyonumuz ne olmalı? Dostlarımız?

Eğer bunlara sağlıklı cevaplar verilebilse daha hızlı gelişmez miyiz? Yanlışa düşme riski azalmaz mi?

Bunlar yapılabilse; bilsek dostumuzun-düşmanımızın kim olduğunu, varsak ulusal çıkarlarımızın farkına, günlerdir "sizin kurtuluşunuzu, sonsuza kadar varolmanızı canı gönülden istiyorum" diyen birine, sırf Ermeni olduğu için, böyle hakarete varan karşılıklar verilir miydi?

Siz hiç dünyanın bir yerinde kendisine destek olmaya gelenlere, ‘’bu bizim isimiz karışmayın’’, dendiğini duydunuz mu? İspanya’da, Yunanistan'da, Filistin’de mücadelerine destek olmaya gelenlere kapıların kapatıldığını?

Bunların "Türkiye içi yapılandırmalara yönlendirme" gibi algılanması ise ilginç. Evet özellikle 12 Eylül öncesi böyle yapılanmalar ve tartışmalar vardı. "Kalış"çılar vardı. Her biri bir örgüt mensubu veya sempatizanı. Devrim zaten sorunlarımızı çözecek, ayrı örgütlenmeye gerek yok diye düşünürlerdi...

İflas ettiler! Çünkü ulusal sorunun kimi özgünlüklerini göremediler.

İçerisinde yaşadığımız ülkelerin halklarıyla ortak kimi sorunlarımız var elbette ama bizim başka sorunlarımız da var. Kimi sorunlarımızın farklı olması yanında, kültür dokumuzda da farklılıklar var. Sorunlarımızın kimilerinin çözüm yolları da farklı. Bu anlamda ortak örgütlenmek doğru değildir. Bunu hiçbir zaman savunmadım. Ne yapacaksak kendi öz örgütlülüklerimizle yapmalıyız.

İttifaklar yapabiliriz, dayanışma içerisinde olabiliriz ama kendi örgütlülüğümüzle...

Ancak, belki bu tartışmaların da etkisiyle Dönüş diğer bir uca savrulmuş, kendi öz örgütlenmesiyle siyasallaşma yerine kültürel ve sosyal faaliyetlere yoğunlaşmıştır.

Benim söylemek istediğim herhalde dönüş ile kalış arasında, "orta bir yerlerde".

Siyasallaşalım demek hemen kılıç-kalkan kuşanalım anlamına da gelmiyor. Silaha sarılmak yerine, barışçıl ve demokratik yöntemlerle siyasi mücadele yürütmek mümkündür. Ki, bizim iktidar sorunumuz yoktur.

Kendi öz örgütlülüğümüzle ulusal, demokratik, sosyal ve kültürel haklarımız için barışçıl ve demokratik yöntemlerle mücadele etmeliyiz, istemeliyiz.

Hem Rusya'dan hem de Türkiye'den isteyeceklerimiz var. Soykırımdan geçirilmiş, Anavatanından koparılmış bir halkız. Bu haklarımızı dile getirirken Putin'e veya Erdogan'a küfretmemiz gerekmiyor. Uygar, barışçıl, demokratik yöntemlerle bu haklarımızı istememiz mümkündür. Alınacak her hak, asimilasyonun önüne öreceğimiz barikatta bir tuğla olacaktır. İnsanlarımızın silkinip bilinçlenmesine yarayacaktır. Anavatanı yakınlaştıracaktır...

Kalın sağlıcakla.

 

 

Tsey Volkan
05.12.2005

Sayın Katılımcılar,

Bu tartışmanıza ortadan girmek gibi bir saygısızlık yapmak istemem. Fakat tartışmalar arasında ismim üzerinden bir yanlış anlaşılmayı düzeltmek isterim:

Sayın Hatam’ın da tahmin ettiği gibi, Sayın a-e’nin yazısını okumadan önce yani sitede yayınlanmadan önce yazımı yazmıştım. Sadece Adigey’in fesh edilme tehlikesine dikkat çektim, feshedildi demedim -Adigey FESHEDİLMEDİ, FESHEDİLEMEZ- demeyen, tarihsel bir kazanımı teslim eden, bana göre ancak vatan haini olarak değerlendirilebilir! Kişilikleri gibi vatanlarını da çoktandır feshedenlerle isimlerimizin karıştırılmamasını önemle rica ederim.

“Öyle ya bu yanlışlığa "keşke öyle olsaydı diyecek hali yok ya..." diyerek,    -keşke öyle olsaydı- diyebilme ihtimalim(iz) varmış gibi yansıtma ise bu yapılan, çok büyük bir haksızlık yapılmış olur. Umarım yanlış okumuş, yanlış anlamışımdır. Adigey’in feshedilmemesi için Adigey’de yaşayan diğer halklar bile yan yana gelip örgütlenirken, Türkiye diasporasında bu konuda her bedeli göze alabilecek binlerce gencimiz hala mevcuttur, yenileri de yetişmektedir. Soyumu devam ettirecek tek oğlum bile Anavatanı için bu konuda kendine yakışanı yapmazsa, bizlere ancak onları evlatlıktan reddetmek düşer...

Sayın Hatam’ın yazısının başında “sayfa o denli kişiselleşti, gerçeklerden uzaklaştı ki “ yaklaşımına, başta öneren kişi olmak üzere her alanda sadık kalarak, rahatsızlık duyulan şeylerin tersi yapılmalı düşüncesindeyim. En azından benim ismim üzerinden, kendisiyle aynı yerde duran insanları -açık ya da üstü örtülü olarak, bilindik yöntemlerle destekleme tarzlarını- değiştirmelerini naçizane öneriyorum. Yaş itibariyle thamade konumunun bazı insanlarca kalkan olarak değerlendirilmesi ve thamadelik konumunun mistik ve dokunulmaz bir havaya girdirilmesi engellenmesi gerekirdi diye düşünmekteyim. Affınıza sığınarak, tüm yurtsever Çerkesleri, bunca acil ve büyük sorunumuz varken, oyuna gelmemeye, oyalayıcı, gereksiz, kırıcı tartışma ve polemiklerden uzak kalmaya çağırıyor ve bir önceki yazımı aynen aktarıyorum:

"Bazı zihniyetlerin fikir önderleri, herkesin de çok iyi bildiğin gibi, oldukça tecrübeli ve uzun zamandır çalışmalarında ‘taşeron’ kullanıyorlar. Taşeronlarını da genç, heyecanlı ve halkı için her türlü fedakarlığa hazır ‘gerçekten iyi niyetli’ insanlardan seçiyorlar. Bizler de, aslında iyi niyetli olmaları ve perde arkasındaki ‘tecrübeli’ ağabeylerine inanmaları dışında hiç bir suçu olmayan o pırıl pırıl gençlerle çatışmak zorunda bırakılıyoruz."... “Kafkasyalıları kendi içinde birbirine ve diğer halklardan Kafkasyalı dostlarını yabancılaştırarak-düşmanlaştırarak, güdümlü zihniyetlerin ekmeğine yağ sürmemeli...

Thamadelerimiz, fikir ve sanat insanımız; ADİGEY’in FESİH TEHLİKESİ, ABHAZYA’DA AMBARGO, ÇEÇENYA’DA SOYKIRIM ve DİASPORAnın DAĞINIKLIĞI/KARMAŞA HALİ gibi 4 ana sorunu, gerek reelde gerekse de internet sitelerin de gündem yapmaktadırlar. Bizleri gerçek sorunlarımızdan uzaklaştıran tali konularla meşgul etmedikleri/oyalamadıkları, bizleri birbirimize düşürmedikleri, bizlere polemiklerden uzak durma talimatlarıyla uyardıkları için, sayın Azmi Berberoğlu büyüğüm başta olmak üzere, bu sitede olmayan fakat haberdar olan diğer büyüklerimize teşekkürü bir borç biliriz. Bize yakışanı bize hatırlattıkları için...

“Doğru büyüğün olduğu yerde, yanlış genç yetişmez.”

Saygılarımızla
.

 

 

CC
05.12.2005

Değerli katılımcılarımız, sizden daha önce sık sık rica etmemize karşın hala, inanılmaz uzun metinler yazıyorsunuz. Forumlarımızda elbette metin uzunluğu sınırlaması yok. Ancak Türkçe karakterlerle yazılarınızı yazmadığınız için saatlerce yazınızı redakte etmeye uğraşıyoruz. Klavyenizde yapacağınız basit bir değişiklikle bize yardımcı omanızı rica ediyoruz.

Saygılarımızla.

Circassian Canada

 

 

Pşıçe
05.12.2005 

Sayın Volkan bey,

İfade buyurduğunuz konularda çokta farklı düşünenler olduğunu zannetmiyorum. Yadırgadığım tek yönünüz; gerçektende bir vizyon ortaya koyabilen birinin birilerini savunmak adına komplo teorileri ortaya koyma gayretidir. Karşınızda organize güçler olup olmaması bir şeyi değiştirmez. Thamadeliğin kurum olarak tartışılması ayrı, o kavramı hiç bir şekilde anlayamayacak olanların fikir yürütmeleri çok ayrı.

Bir an için thamadelik hakkında doğru düşündüğünüzü varsayalım. Doğru ya da yanlış yıpratılan kültürel bir değerdir. Sizde bir thamadenizi buradan açıkça kutsuyorsunuz. Hangi ölçüye göre? Öznel ölçütlerinizi beni niye bağlasın? Nihayette sizinle anlaşabilmemek için bir sorun icadına gerek yok. Ancak savunmaya çalıştıklarınızı Çerkeslik adına bir yere koyamazsınız. Örgütsel fikri örtüşmeniz olması onların Çerkeslik adına ahkam kesmelerine müsaade ediyorsa ardından neler gelebileceğini bende merak ediyorum.

Sizi yanınızdakilere göre değerlendirmekte istemiyorum. Buyurun bir Çerkes olarak sizi sonsuza kadar dinleyelim ama siz olun. Zoraki birilerini savunmanız size bir şey kazandırmaz.

Sayın Hatam savunulmaya ihtiyacı olabilecek bir şahsiyet değildir. Kendisi gereğini de yapar.

Sayın Volkan, Ermeni sorunu hakkında biz bugüne kadar bir şey düşünmedik. Site bu konuyu da Ermeni yanlısı tutumuyla sona erdirdi.

Kısaca Çerkeslik içermeyen konular yazımı engellendi ama Çerkeslik süslü konularla birtakım şeyler doğruymuşçasına gündeme getiriliyor.

Eğer komplo teorisi üreteceksek baş rolde de siz olursunuz.

Bu site, sizin sözünü ettiğiniz ağabey güdümlü gruplarında sevmediği bir sitedir. En son muhatapları da sayın a-e olur.

Komplo teorisi beklediğimiz özrün yanıtıysa buyurun siz karar verin.

Sayın CC, hepimiz ev sahibiysek lütfen thamadeleri baş köşeye oturtun. Ermenileri de misafir odasının baş köşesine.

Saygılar...

 

 

Tsey Volkan
05.12.2005

Sayın Pşıçe,

Çok samimi söylüyorum, 2 kez okudum ama bu yazıları bana niye yazdınız anlayamadım. Galiba ya benim algılayışım kıtlaştı ya da farkında olmadan bir şey yaptım.

Ben kimi savunmuşum, ne komplo teorisi, ne örgütü, vallaha anlamadım. Gerçekten ben ne yaptım, biri bana açıklasın. Sadece Adigey in feshi ile ilgili ismim geçtiği için, yanlış anlamayı düzelttim. Ek olarak da tartışmaya bodoslama girmek adına değil, sadece thamadelik konusunda abartılı ve herkesi olduğu yere çivileyen söylemler konusunda fikirlerimi sundum. Sizinle eşit haklarım olduğunu düşünmekle galiba hata yaptım. Tamam, siz yazın biz okuyalım, biraz farklı yazan olunca da tüm şablon kavramlar üzerinden ağzınıza geleni yazın, bağırın çağırın. Ne yapalım?

Sayın Pşıçe, galiba yanlış anladınız, sakin olun... Ben thamade gördüğüm bir büyüğümü kutsamadım. Her zamanki kavrayıcı yaklaşımlarından dolayı teşekkür ettim. Lütfen “benim thamadem senin thamadeni döver” aşamasına getirmeyelim konuyu. Bu sizi bu kadar rahatsız ettiyse, gerekirse site yetkilileri o bölümü çıkarıversin.

Allah aşkına ben kimseyi savunmadım ama savunacak olsam da ne sizden ne de bir başkasından icazet almam. Bir insanın başka bir halktan olması, Çerkeslik konusunda Çerkes olandan daha duyarsız olduğu anlamına da gelmez. Biz ne Çerkesler gördük, ama kol kırılır yen içinde kalır dedik...Bakın, beni hiç tanımadığınız halde, bir yada birkaç yazımı ölçü alıp; “Eğer komplo teorisi üreteceksek baş rolde de siz olursunuz” demişsiniz. Lütfen bu tür aksiyonlarla beni de izi de oyalamayın. Ne komplo teorisi yaptım onu da anlamadım ya!

Bence biraz sakinleşin, kızgınlığınızdan sıyrılın öyle yazın. Aksi taktirde siper arkasından ateş ederek , bir yere varamazsınız.

Galiba yaşınız daha çok genç. Size bir Çerkes olarak naçizane bir öneride bulunabilir miyim? Çerkesler her zaman diğer halklarla barışık yaşamıştır. Bence bir halkın adı üzerinden tartışma yürütmeyin. Bize yapılanı başkasına yapmayın. Herkesin eşit koşullarda yazdığı bir forum da, ev sahibi-misafir gibi traji-komik alanlar yaratmayın. Sanal alanda ayrıcalıklı koltuklar yaratmayınız... a-e nickli arkadaşı tanımam, etmem. Bazı gerçeklerimizle yüzleştiriyor olsa da ne topyekün savunurum, ne de tartıştığımda etnik yapısı üzerinden öteleme yaparım...

Bence, siz sizden farklı düşünenlere bu kadar kolay yaftalar asmayın. “Çerkeslik süslü konularla birtakım şeyler doğruymuşçasına gündeme getiriliyor” diyerek. Ben henüz hangi konu Çerkeslikle ilgili hangisi değil bir makine icat edildiğini duymadım ya da bir kurul mu var; bu ilgili bu değil diye ayıran ya da Çerkeslik süslü cümleler olduğu anlaşılınca düt düt diye alarm veren?

Beni niye bu işin içine kattınız bilmiyorum ama madem bana da çatarak sonlandıracaksınız, ne yapalım, kol kırılır yen içinde kalır. Olsun... Ama isterseniz burada keselim ya da beni hiç katmadan siz yolunuza devam edin. VALLAHİ ÇOK İŞİM VAR... Lütfen!

Sağlıcakla kalın.

 

 

Kopsirgen Orhan
06.12.2005

Değerli Kardeşim Talebe,

Benim sitede yazılı mailim aynen şöyle: Kopsirgen@hotmail.com.

İster inan ister inanma. Bu mail adresi kendiliğinden değişti. Ben bilgisayar işlerinden anlamam, bilen bir kaç kişiye sordum. Konu üzerinde çalıştılar ama bir sonuca ulaşamadılar ve akıl erdiremediler. İSTER İNAN, İSTER İNANMA

AZİZ KARDEŞİM,

Demek ki eski Çerkesliğimiz ve solaklıklımız devem ediyor. İster etsin, ister etmesin ben Kopsirgen Orhan olarak ortadayım. Doğru bildiğimi her zaman söyledim, yine de söylerim. Bundan sonra yeşerip bostan olacak halim yok...

Ben, dün; Kafkasyalılar için "ÖLMEK İSTEMİYORSANIZ, NESLİNİZİN DEVAMINI İSTİYORSANIZ; TEK KURTULUŞ ANAVATANA DÖNMEK’’ demiştim. Bu gün aynı şeyi söylüyorum…

Sevgideğer Kardeşim Talebe,

Benim yeni mail adresim şöyledir: Kopsirgengu@yahoo.com. Eğer Yazmak istersen, bu adrese yazacaksın.Yalınız görevin sadece bana yazmakla bitmiyor, kusura bakma ama sana bazı görevler vereceğim büyüğün olarak;

1) Yılmaz Berberoğlu’na (mailine yazı yazmıştım, mailime yaz diye) yazarsa herhalde ulaşamaz benim için bilgilendirme yap. Lütfen
2) Azmi Berberoğlu’na yaz ve yeni mail adresimi bildir. Bana cevap yazısını yeni adrese yazsın.
3) Özlem Özdemir adlı bir kişi hem bana yazdığı yazı ve hem de başkalarına yazdığı yazılarla dalga geçti.

Ben ona anne soyunu sormuyorum. Benim için sorulacak soruları lütfen sen sor. Seni ve tüm Kafkasyalıları sevgi ve saygıyla kucaklıyorum.

 

 

Talebe
06.12.2005

Selamlar,

Yine işten geldim, bir şeyler atıştırdım, önce diğer sitelere bir göz attım ve şimdi sitemizdeyim! (Bunları uzun zamandır yazmamıştım. :-))

Bugün okunacak yazı çoktu, artı Siblekho arkadaşın uyarısı üzerine kimi kaynaklara ve Yamçı’ya göz atmam gerekti. Sonra divana uzandım ve 70'li, 80'li yıllarda yasadıklarımızı hatırlamaya çalıştım. Dönüşün billurlaştığı dönemleri...

Doğru, sonraki yıllarda teorik ve pratik bilgi akışında bir aksaklık, eksiklikler var ama uzayda da yaşamıyorum!

Merak etmeyin sizden biriyim. a-e'ye hitaben söylenirken çoğunlukla "çoğul" hitap edildiği için biraz da üzerime alındığım eleştiriler pek de gerçekleri ifade etmiyor.

Thamadelik üzerine en az sizin kadar konuşma hakkim var. Hatta herkesin her şey üzerine konuşma hakkı var.

Mihri Belli "Rigas'ın Dediği" adlı eserinde Yunan iç savaşını değerlendirir, eleştirir; kimse de, hiçbir Yunan da kalkıp "sen bizim işimize karışma" demez.

Kemal Pir, Kürt değildir ama Kürt Hareketi’nin hem de önderlerinden biridir. Genlerdeki farklılıklar pek belirleyici olmamıştır.

Geçmişte bir Polonya birliği Ruslara karşı bizimle omuz omuza savaşmıştır. Kimse de onlara "bu bizim savaşımız" dememiş...

"Başkalarının"da sorunlarımız üzerine kafa yorması aslında olumlu bir gelişmedir.

Artı "başkalarından’’da öğreneceğimiz çok şey var. Hele hele dünyanın böylesine küçüldüğü çağımızda... Yoksa zamanında kimilerinin yaptığı gibi "gavur icadı" deyip, başkalarının bulup geliştirdiklerini ret mi edelim?

"Thamadeye durum arz edilir. Biz onların yazılarından ne anlamamız gerektiğini de biliriz. Ola ki; haddi aştık, siz rahat olun, biz gereğini her şekilde yaparız." tarzından ürktüm.

Kendimi Moğol Hanı’nın çadırında hissettim veya Başbuğ’un odasında!

"Thamadelerimiz"in de bu tarzdan rahatsız olduklarına, ilgili insanları hiç olmazsa ikili yazışmalarında uyardıklarına inanmak istiyorum...

Daha geri toplumsal ilişkilerin hakim, yaşamın daha basit örgütlülüklerle idame ettirilebilmesinin mümkün olduğu, sosyal kültürel birikimin ve yaşam deneyiminin çoğu soruna doğru çözümler üretmeye yeterli olduğu bir dönemin kurumunun bugüne olduğu gibi uyarlanmaya çalışılması sorunlarımızı daha da karmaşıklaştırmaktan başka bir ise yaramaz diye düşünüyorum. Xase gibi daha geniş katilimi mümkün kılan kurumlarımız, ‘’nasılı’’na cevap bulmak o kadar zor olmasa gerek. Thamadelik kurumundan daha yararlı olabilirler herhalde. Thamadelik yeniden gözden geçirilmeli...

Dünyanın böylesine küçüldüğü, gençlerimizin; çocuklarımızın bizim dışımızdaki toplumlarla ve insanlarla, kültürlerle böylesine sıkı fıkı olduğu günümüzde, yukarıda Psice arkadaşın tanımladığı şekilde bir thamadeliği anlamaları mümkün değildir ve bunun gereklerini yerine getirmesi... Hatta böylesi bir anlayışın kimilerinin daha bastan kültürümüz içinde kendilerini rahat hissetmemelerine yol açması...

Benden somut öneriler bekleyen arkadaşlar. Söylediklerimin çok da soyut olduğunu sanmıyorum.

Anavatana dönüşün ulusal sorunumuzun tek çözüm yolu olduğuna inandığımı söylüyorum. Anavatana dönüşün anavatanla güçlü bağların kurulmasıyla mümkün olduğuna,

Bu güçlü bağları kurabilecek güçlü bir diaspora örgütlenmesinin gerekli olduğuna,

Böylesi güçlü bir diaspora örgütlenmesinin, kafa karışıklıklarını ortadan kaldıracak; en aza indirgeyecek bir siyasi çalışmadan, siyasallaşmaktan geçtiğine, dönüşün siyasallaşması gerektiğine inandığımı söylüyorum.

Dönüşün önderliğini yapan büyüklerimizin, şimdiye kadar akademik-bilimsel araştırmalar düzeyinde dile getirilen, birbirinden kopuk çalışmaları derleyip toparlayıp siyasi bir perspektifle "Manifesto" hazırlamaları gerektiğini,

Böyle bir manifestonun en geniş kesimlerde tartışmaya açılması, hatta tek tek her insanımıza ulaşılmaya çalışılması, insanlarımızın görüş ve önerilerinin alınarak son seklinin verilmesi gerektiğini,

Bunun için insanlarımızın yaşadıkları yerlerde; dernek veya Vakıflarda toplantılar düzenlenebileceğini,

Ortaya çıkacak bu "Manifesto" çerçevesinde yeniden örgütlenmeye gidilmesi gerektiğini,

Bu oluşacak örgütlenmenin bir Demokratik Kitle Örgütleri olması gerektiğini; halkımızın siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel hakları için barışçıl ve demokratik yöntemlerle aktif mücadele etmesi gerektiğini,

Halkımızın çıkarlarına hizmet edecek bir "müttefikler" politikası izlemesi gerektiğini,

Kuzey Kafkasya halkları arasında Kardeşlik-Dayanışma-Birlik perspektifinden ayrılmaması gerektiğini,

Bunun sonucu veya aracı olabilecek bir Xase'nin toplantıya çağrılması gerektiğini,

Böylesi kurumlarımızın veya örgütlenmelerimizin kimlerden oluşabileceğinin, iç işleyişinin nasıl olacağının tartışmalarla bulunulabileceğini,

Kısa ve uzun vadede önümüzü daha iyi görmemize yarayacak bir yol haritası çıkartmaları gerektiğini,

Diasporada vakit kaybetmeden bir nüfus sayımının, demografik yapısının ortaya çıkarılmasının gerekli olduğunu,

Anavatanımızın ekonomik haritasının çıkarılması gerektiğini, gelişmeye acık sektörlerimizin hangileri olduğunun, bu sektörlere diasporadan nasıl kaynak aktarılabileceğinin belirlenmesi gerektiğini, diasporada gerekirse mahkemelere başvurulup Çerkesce isimlerimizin alınması gerektiğini, söylüyorum.

Öyle; biz bunları yaparsak, birileri bundan rahatsız olur, önümüzü tıkar kaygısına kapılmamalı, bu "sindirilmişliği" üzerimizden atmalıyız. Politika bir güçler oyunudur, çıkarlar üzerine yapılır. Ayağımızı yorganımıza göre uzatacağız elbette. Maceralara atılmayacağız. Bölgede barış ve huzurun çıkarlarımıza daha uygun olduğunu bileceğiz. Ancak haklarımızı ve çıkarlarımızı gözardı etmeksizin...

Kalın sağlıcakla

Not:
- Ermeni diasporası, örnek verildiği, hatta sorulduğu için değiniyorum. a-e arkadaş bir boyutunu anlattı. Diğer boyutu ise Ermeni soykırımının neredeyse tüm dünyada tanınması, hatta İsviçre’de bunu inkar etmenin suç kabul edilmesi öyle saman altından su yürüterek sağlanmamıştır. Bu başarı da binlerce diaspora Ermeni’sinin yıllarca bıkmadan usanmadan yolları aşındırması, ölmesi-öldürmesi unutulmasın.
- Sayın CC yöneticileri, sabrınızı ve tavrınızı takdir etmemek mümkün değil. Biraz da benim yüzümden gereksiz, haksız eleştirilerin muhatabı oldunuz. Kusura bakmayın...Yazma delisi olmadığımı, a-e gibi, eğer isterseniz başından beri izlediğim sitenizin yine sadece izleyicisi olarak kalabileceğimi bilmenizi isterim.

CircassianCanada Notu: Maf Talebe, CC sonuç olarak hepimizin sitesi. Prensiplerimiz doğrultusunda her yazı yayınlanıyor. Eleştiri almamızı da doğal karşılıyoruz. Mutlak bizim de hatalarımız oluyordur. Siz de bizim için son derece değerlisiniz. Zaman ayırıp düşüncelerinizi bizimle paylaşmanızın değerini biliyoruz. İzleyici olarak kalmanızın, toplumuza zarar vereceğine inanıyoruz. Değerli a-e için yazdığımız not, tümüyle zaman yitimiyle ilgiliydi. Forumlarımızdaki yazıların redakte edilmesindeki amaç okuyucuların ve katılımcıların metinleri sağlıklı okuması ve sağlıklı değerlendirmelerini amaçlıyor. Bu nedenle üşenmeden; her metni, gerek imla hatalarının düzeltiyor, gerek Türkçe harfler kullanamayan katılımcıların harflerini Türkçe’ye çeviriyoruz. Sizde takdir edersiniz ki, bu çok uzun metinlerde bizde zaman kaybına neden olmaktadır. Nitekim sayın a-e’nin son gönderdiği metin sizin şu anda gönderdiğiniz metnin neredeyse 10 katı uzunluktaydı. Bu edenle uzun metinler yazan katılımcılarımızdan, -en azından- Türkçe klavye kullanmalarını rica ediyoruz. Maxu Nıbjeghuxer

 

 

Tsey Volkan
06.12.2005

Merhaba Sayın Talebe,

"Yazılarınız beni yormadı, tam tersine bir çırpıda okuyuverdim. Hatta -anlamak ve iletişim kazalarını önlemek- merkezli yazınızı 2. kez zevkle okudum." Bu cümlemi bugün 2. yazışım. İlk olarak Sayın Ademey için uygun bulduğum bir cümleydi...

Sayın Talebe, bir fikir eğer yazıya dökülüp tarihe belge anlamında not edilemiyorsa, suya yazı yazmaktan öteye gitmiyor. Bu anlamda sitenin haricinde fikir ve önerilerinizi öğrenmek isterim. Hatta bu somut önerilerinizin yayınlanması gerektiğini düşünmekteyim. Site yetkilileri aracılığıyla sizinle irtibatlaşmak isterim.

Mail adresim sayın Semra Ademey, sayın Ediz HUN’da var.

Sayın site yetkilileri, -izleyici kalmayı- engellemek anlamındaki son yaklaşımınızdan dolayı sizi bir katılımcı olarak kutlarım. Sizler kamuya açık bir alan yarattığınız için, eleştirmemiz gereken yerde eleştirmemiz kadar, desteklememiz gereken yerlerde de görmezden gelmeyeceğiz. Çifte standartlı algılayışları ve iletişim kazalarını aşma noktasında attığınız adımları olumlu bulmaktayım.

Sevgilerimle, saygılarımla
.

 

 

Pşıçe
06.12.2005

Sayın Talebe

Mihri Belli ya da Kürtlere önderlik yapan Kürt olmayanlar ve de diğerleri...

Kırılma noktası burası. Kürt hareketinde hiç bir zaman kuyruk ya da emir eri olmaktan kurtulmamışlardır. Türk ve Kürt solunun ayrışması sürecini siz daha iyi bilirsiniz.

Thamade kavramı konusunda yeni yaklaşımlar beyan ederken siz hala 200 yıl önceki thamade kavramına atıfta bulunuyorsunuz. ÇAĞIMIZ DEĞERLERİ İLE YETİŞMİŞ VE BU ANLAMDA DONANIMLI THAMADE YOKMUŞ GİBİ İMADA BULUNUYORSUNUZ. RAHATSIZ OLMAYIN.

MEVCUT YAPILANMALARIMIZI ÇOK İYİ TAHLİL EDEBİLECEK ARKADAŞLAR BU KONUYU YÜZEYSEL GEÇİŞTİRİYORLAR. BU DA AYRI BİR KONU.

Sonuçta bırakın herkes bir tarzda bir şeyler yapsın.

Sayın a-e, sitenin sizi kovması gibi bir sözü düşünmeniz bile bizleri tanımadığınızı gösteriyor. Sayın CC bu konu sizlere havale.

Baki selamlar.

 

 

Elif
06.12.2005

Selamlar

Bu gün yüzümde mutlu bir gülümsemeyle aranızdayım. Geleceğimizle ilgili büyük bir umutsuzluğa düştüğüm şu günlerde; sizlerin bilincinde tekrar umutlanmanın sevinci bu!

Bu umudu Sayın Necdet Hatam’a, sayın Kopsirgen Orhan'a, sayın Tsey Volkan’a, Talebe’ye a-e’ye dün gece Hilal tv de izlediğim Çerkes kongresi sözcüsü soydaşımız Ali Biganey’e ve bizler için çabalayan herkese ve tabi en önemlisi site çalışanlarına borçluyum.

Hepinize teşekkür ediyorum. Çok içten saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

(Bu anı çok sevdiğim şair Ahmet Telli şiiriyle ölümsüzleştirmek istiyorum)

Tuzağa düşmüş bir ceylanın
bakışındaki hüzün değildir umut
Kınalı keklik gibi ürkek
bir kuş da değildir
Ne yalvar yakar olmuştur
zulmün pençesinde
ne de düşürmüştür
kırların ve türkülerin
onurunu yere
Baharda bir tomurcuk
gibi patlayan öfkedir umut
barajını yıkan bir ırmaktır
açılır serpilir
ve büyür kıyısında sevda
Emzirir aşkı
emzirir ve büyütür gül nakışlı sabırlardan
Ferhat'ın direncini
bin yılların sabır taşını çatlatırlar
açar bin yılların kapısını

Düşman dönük
bir mavzer gibidir umut
yaratır tetik ve parmak
en gürbüz çocuğunu tarihin

AHMET TELLİ

 

 

Talebe
06.12.2005

Selamlar,

Bugün izinliydim, bütün günüm sayın Siblekho'nun "tarihimizi herhalde yeterince araştırmamışsınız" uyarısı üzerine kimi kaynaklara bir daha göz atmakla geçti. Bir de durmadan bir şeyler atıştırmakla. :-)

Sayın Psice,

Herhalde verdiğim örnekler (Kürt, Yunan) önyargı duvarlarına çarpıyor. Aslında saflarımızda bizimle birlikte Ruslara karsı savaşan Polonyalılardan da bahsetmiştim ama istersen anavatanımızdan da örnekler bulabilirsin. Necdet ağabey Adigey'de bizimle birlikte cumhuriyetimizin varlığı için mücadele eden Rus veya Kazaklardan bahsetmişti.

Bir örneği de bakınız 1990'lı yıllarda Adige Bilimsel Araştırma Enstitüsü başkanı sayın Mequle Cebrail nasıl veriyor:

"Kıyıboyu Shapsugh; yukarıda sözünü ettiğim 'Özerkliği Olmayan Etnik Toplulukların Asamblesi'nde 2 üye ile temsil edilmektedir: Biri benim, biri de Avar asıllı bir Dağıstanlı olan (eşi Çeçen) Prof.Dr. Ibrakimbeyli Hacı Murat’tır. Bizim ve tüm K. Kafkasyalılar için canla başla çalışan tam bir yurtsever. 'Hacı Murat, zor durumdayız, ülkenizi elimizden almak istiyorlar' dediğimizde Moskova'dan atlayıp ilk uçakla soluğu Kıyıboyu Shapsugh'da alan yılmaz bir savaşçı"

"İşte bizim böylesine canla başla çalışacak dostlara ve gençlere gereksinimimiz var".

Uzatmaya aslında gerek yok. Anlaşılmayacak bir şey de... Her şeye ve her dosta ihtiyacımız var...

Önce, biraz uzun da olsalar eski dergilerden bir iki bölümü aktarmak istiyorum.

İlki, Kafdağı Dergisi’nin Nisan-Mayıs 1991 tarihli sayısından.Rahmetli Süleyman ağabeyin bir yazısı:

"...Gecen yıl Abhazya'da meydana gelen olaylar karşısında Kuzey Kafkasya'daki kardeş halkların gösterdiği dayanışma, Gürcistan üzerinde etkili olmuş, bir çok karar geri çekilmiştir. Daha sonra Kuzey Kafkasya’nın otokhton halklarının dayanışmasını pekiştirmek amacıyla, DAĞLI HALKLARI ASAMBLESİ kurulmuştur. Önümüzdeki günlerde bu örgüte çok iş düşeceğe benzemektedir. Kafkasya'da meydana gelen siyasi olaylara karşı, anavatanda ciddi çalışmalar başlarken, anavatan dışındakilerde maalesef bir ilgisizlik ve duyarsızlık gözlenmektedir. Abhazya ve Osetya'da insanlar şoven baskılarla öldürülürken, bizler kafamızı kuma sokmuş, olayları seyrediyoruz. Oturduğumuz zaman mangalda kül bırakmıyoruz ama iş anavatandaki kardeşlerimizin sorunlarına gelince herkes sus pus. Kuzey Kafkasya'da meydana gelen siyasal çatışmalara karşı mutlaka demokratik bir tepki geliştirilmelidir. Derneklerin öncülüğünde açılacak olan imza kampanyaları, gazete ilanları, bildiri yayınlama vb. gibi demokratik yollarla konu kamuoyuna aktarılmalıdır. Çar kolonyalizmine karşı yıllarca vatanlarını savunmaya çalışan insanların torunları, bu toprakları yürekleri, beyinleri ve elleriyle korumaya çalışıyorlar. Gelecek kuşaklara vatan diyebilecekleri bir toprak parçası bırakabilmek için kanlarını akıtan, canlarını veren bu insanlara karşı, anavatan dışında yaşayan bizler ULUSAL NAMUS BORCUMUZU ödemek zorundayız. Bu ödeme ekonomik alanda, kültürel alanda, DÖNÜŞ seklinde nüfusun çoğaltılması alanında olabilir. Bunların hiçbirisini yapamıyorsak, bir imza da atamayız mı? Tarihte vatanlarına sahip çıkamayan, antik bir halk olmak istemiyorsak, ULUSAL NAMUS BORCUMUZU ödemenin bir yolunu mutlaka bulmalıyız."

Diğeri yine Kafdağı Dergisi’nin Haziran-Temmuz 1991 tarihli sayısından. "Kafdağı" imzalı.

"(...) Sorunun çözümü tektir: Çerkes halkının, kendi ulusal bilinç ve özgür iradesi ile dünya ülkelerinin ve insanlığın politik destekleriyle yeniden kendi tarihsel topraklarında birleşip bütünleşerek kendi kaderinin kendi tayin eden bir ulus olma hak ve olanağına kavuşturulmasıdır.

(...) Muhaceret ülkelerinde ulusal varlığın, hiç değilse anayurda dönüş olanakları sağlanıncaya kadar korunabilmesinde bu ülkelerde, nispi de olsa, birtakım ulusal kültürel hakların tanınmasının büyük önemi etkisi olacaktır. Bu da her şeyden önce içinde yaşanılan ülkelerde ulusal-kültürel kimliğin kabul edilmesinden geçecektir. Bu sonuç ise, uluslararası ciddi bir dayanışma ve etkili bir politik mücadeleyle ancak sağlanabilir.

(...) Şu kadarını eklemek gerekir ki, içinde bulunduğumuz tüm olumsuzluklara karşın, merkezi bir yapının yönetiminde veya en azından eşgüdümünde yürütebileceğimiz anti-şovenist, anti- asimilasyonist onurlu bir demokratik ulusal mücadele, şimdiden bize evrensel ölçüde layık olabileceğimiz saygın bir yer kazandırmaya başlayabilecektir.

(...) İnsanlarımız, artık kendilerini bırakmış... Ulusal direncimiz, önemli ölçüde kırılmış...

Öyle anlaşılıyor ki, bütün sorularımızın en başında toprak bütünlüğümüze ve bir arada yaşama olanaklarımıza yöneltilen kolonyalist ve emperyalist eğilimli maddi ve politik baskılar bulunduğu gibi, bütün çözümlerimizin başında da bu son sorunun çözümü bulunmaktadır...

Bu denli kendini bırakmış, yabancılaşmış olmayan, daha duyarlı insanlarımızın çabaları da hem çok cılız ve hem de son derece ilişkisiz ve koordinesizdir. Her iyi niyetli çabayı saygı ve takdirle anıyoruz. Ancak artık içtenlikli ve iyi niyetli çabaların tek başına yeterli olmadığını, çok daha ciddi ve profesyonelce bir anlayış ve yaklaşımla örgütlenmek ve mücadele etmek mecburiyetinde olduğumuzu anlamalı ve kabul etmeliyiz."

Herhalde bu iki yazıdan şu sonuçları çıkarmak mümkün:

1) Profesyonelce örgütlenmek ve mücadele etmek zorundayız
2) Bütün sorunlarımızın başında kolonyalist ve emperyalist maddi ve politik baskılar gelmektedir
3) Ulusal direncimiz önemli ölçüde kırılmıştır.
4) Merkezi bir yapının yönetiminde veya en azından eşgüdümünde anti-şovenist ve anti-emperyalist onurlu bir ulusal demokratik mücadele yürütmeliyiz
5) Muhaceret ülkelerinde ulusal varlığımızın tanınması gerekmektedir.
6) Bunun için ciddi bir uluslararası dayanışma ve etkili bir politik mücadele verilmelidir
7) Çerkes halkı kendi tarihsel topraklarında birleşip bütünleşerek kendi kaderini kendi tayin eden bir ulus olmalıdır
8) Ulusal namus borcumuzu ekonomik alanda, kültürel alanda veya anayurdumuza dönerek ödemeliyiz.
9) Kuzey Kafkasya'da meydana gelen siyasal çatışmalara karşı mutlaka demokratik bir tepki geliştirilmelidir
10) Kuzey Kafkasya'daki halklar kardeştir ve dayanışma içerisinde olmalıdırlar. Bu dayanışma "düşmanı" da geriletir.

Sayın Siblekho,

Şimdi sorarım size, benim söylediklerimin bu "en yetkili" ağızların söylediklerinden farkı ne?

En yetkili ağızlarımız bunları söylerken bizim, hatta kimi dernek yöneticilerimizin bu kafa karışıklığının sebebi ne?

Necdet ağabey,

Ne öğrendiysem demeyeyim ama çok şeyi sizden öğrendim. Sizin talebenizim. Sizlerden öğrendiklerimle düştüm yollara. Hayaller kurdum...

Öyle "dostlar alışverişte görsün" diye işlerin orasından burasından tutan, işinden-eşinden-kariyerinden bir nebze olsun fedakarlık yapmaya yanaşmayacaklardan değilim.

Sözlerim kimi benzerliklerden yola çıkılarak oraya buraya çekilmesin lütfen. Ben samimiyim: düşündüklerimi, inandıklarımı söylüyorum ve hatta sizden öğrendiklerimi.

Bu yukarıda aktardıklarım yazıldı, çizildi, söylendi. Biz bunlara inandık. Bunlar gerçekleştirildi mi? Gerçekleştirilmediyse bunun nedeni ne? Yoksa bunların gerekli olmadığı yeni bir aşamada mıyız?

Ben böyle yeni bir aşamaya girmediğimize, derneklerimizin kendi deklere ettikleri çerçevede bir yol açmaları gerektiğine, yoksa bu halkın derneklerimizi aşacağına, yeni bir yol açacağına inandığımı söylüyorum...

Kalın sağlıcakla.

 

 

Özlem Özdemir
07.12.2005

Değerli Büyüğüm Sayın Kopsirgen Orhan'ın 06.1.2005 tarihli yazısına istinaden,

Saygı değer büyüğüm,

Talebe ye yazmış olduğunuz metinde ismimi gördüm ve kayıtsız kalmam mümkün değildi.

Öncelikle belirtmekte fayda görüyorum; işim gereği bir müddet bulunduğum ortamdan ayrılmak zorunda kaldım ve iş yoğunluğum nedeni ile gerekli zamanı ayıramamış olmam size olan cevabımın gecikme sebebidir.

Sizin metninizin öncesinde farklı isimler tarafından şahsınıza hakaret(!) ettiğim gibi bir dizi söylemi gördüğümde kendimi gülmekten alamadım.

Öncelikle bahsi geçen bu durum bu konu başlığı altında gerçekleşmediği gibi neden bu bölümde yargılanıyor anlamış da değilim.

Hiç şüpheniz ve şüpheleri olmasın ki, ben Nartok Özlem, kasti bir duygu ile siz ve sizin gibi değerli bulduğum büyüklerimle asla bu tarz hadsizlik içerisine girmeyeceğim gibi aynı düşünce sistemine sahip olmadığım büyüklerim ve hatta kendimden yaşça küçüklerle de bu şekil itibarıyla muhatap olmam.

Size hitaben belirttiklerim sadece sizi tekrar aramızda görmenin sevinci ve mutluluğudur. Ancak burada ciddi anlamda değerlendirilmesi gerekli bir durum gözden kaçmamakta. Neden bu yorum farklı algılatılmaya çalışılmıştır? Üzerinde durulması gereken budur.

Ben size yakıştırdığımız "THAMADE" kimliğiniz ve kişiliğiniz ile bu durumun analizini çok net bir şekilde yapacağınız ve bu yanlış anlaşılmanın düzeltilmesi ile ilgili olarak yolumuzu aydınlatarak açacağınız konusunda güveniyorum.

Herkesin bilmesi gereken ciddi bir durumu daha altını çizerek belirtiyorum.

Sayın büyüğüm ile aramda ki sorun her ne ise, sebebi ne olursa olsun beraberinde getireceği tüm somluluğu da üzerime alarak "ARAMIZDA HALLEDECEĞİMİZ" konusunda kimsenin endişesi olmasın.

Sadece Sayın Kopsirgen Orhan'ı değil, Sayın Necdet Hatam'ı ve tüm çalışmalarını genç nesil olarak kanımızın ve ömrümüzün yettiğince destekleyeceğiz.

Bu durumun birilerini rahatsız etmesi ile ilgilenmiyorum.

Hakkımda bilmeniz gereken ve burada olmamı gerektiren yegane sebep "ADİGE KİMLİĞİM"dir.

Irkçıyım, Şövenistim, Faşistim, dönüşü ve dönüşçüleri, dil ve tarih konusundaki tüm çalışmaları desteklediğim gibi yaşantımın hiç bir döneminde ADİGE KİMLİĞİNİ bir yabancı ile paylaşanları hoş görmeyip, kişisel yetersizliklerini toplumuna yamayanları kabul etmeyeceğim.

Bu açıklamalarımın ses getirmesinin tek sebebi ise sanırım, tüm öfke ve kini ile "bu cümleleri sarfedecek kimselerin yıpratma cümlelerini ağızlarından almış olmam"dır.

Sayın Kopsirgen Orhan,

Lütfen tüm sorularınızı siz yöneltin. Size duyulan ve beslenen tüm sevgi ve saygıyı paylaşarak bölmeyi düşünmüyorum. Hiç bir sorunuz cevapsız kalmayacaktır.

Saygılarımla.

 

 

a-e
07.12.2005

Yorumlu

Modayı, gündemi ve siteyi, günü gününe izlediğim için, geri kalmak istemem doğrusu nede olsa tamamıyla bir yarışma kültürüne doğru ışık hızıyla gitmekte bulunmaktayız.

Eh bu yarışma ruhu içindekilerle bir olmamak gerekir ama ben bir yorumlu yazayım yeter, hem bulmaca gibi de olmaz. İnsanların anlaması da güçleşmez. En azından adres belli olur kimlere ne için dendiği açıkça görülür.

Gereksiz ırkçılarla doludur her yanımız,umarım sonrasız bir hayatla çıkıp giderler, yuvaları olan karanlığın sonsuzluğundaki boşluğa...

Yaşamı güzelleştirmek, yaşamı anlamlı kılmak, yaşamı kurtarmak, yaşamı yenilemek içilen sudan yenilen ekmekten daha çok toprağı sevmekse, vatana bağlılıksa ve bu bir gereklilikse eğer, ırkçılıkla bir yere varacaklarını sanan düşünce sistemlerinin kölesi olanlar, her halktan insanların, kendilerince bu var oluşa katkılar sunabilecekleri gerçeğinden kaçmadan doğruları görmeli kendilerini içlerindeki ırkçılıktan arındırarak tanıyabilmeli, tanıtabilmeli ve insanın kılavuzunun insan olduğunu dürüstçe kabul etmeli.

Kılavuzu karga olanın yolu bulduğu görülmediği gibi kılavuzu ırkçılık olanında yolu bulduğunu ben görmüş değilim.

Sevginin olmadığı yerde akılda olmaz, kendinden başka kimseyi sevmeyenler de olmadığı gibi.

Bır şeyin dengesi bozulunca sendeler, sendeleyen şeyinde düzeni alt üst olur, alt üst olan şeyinde hasta olduğu bilinir, hasta olan şeyde sağlığa özlem duyar.

Baharı gelmiş gülleri katmerleşmiş bir bahçede, bülbüllerin şakımasından daha doğal ne olabilir ki?

Bazen şeyleri rasyonalize ederiz, yani hem kendimizi, hem de başkalarını yaptığımız şeyin gerçek nedeninden bir başka nedeni olduğuna inandırmaya çalışırız çünkü gerçek nedenden utanırız... Sigmond Freud

Kim bilir belki de en tutucu olanlardır en çok çözülenler...

Saygı hak edenin sevgide değerini bilenin olur...

 

 

Azmi Berberoğlu
07.12.2005

Değerli arkadaşlar,

Bir süredir yoğunluğum ve proje çalışmalarım nedeniyle zaman ayıramadım ve epey gelişmeler olmuş. Değişiklik var mı derseniz, ben fazla bir değişme göremedim.

Öncelikle belirtilmesi gereken önemli bir hususu sizlerle paylaşmalıyım, BİZ ÇERKES'lerin misafirlerimizi kovmamız ya da GİT kendi işine bak demek gibi bir TAVRIMIZ asla olamaz ve bu konuyu böylece basit bir söyleme indirgemeyi anlamamızda bir hayli zor olur. Lütfen tartışmaları ve eleştirel yaklaşımları böyle değerlendirmeyelim.

Burası bizim evimiz, normal insanların dışarıda giydikleri giysi'yi, ya da taktıkları maskeleri EV'de çıkarmaları çok olağan olduğu gibi, bunu talep etmekte aynı derecede olağan karşılanmalıdır. Ancak işi PİŞKİN'liğe vurup, olayı bir şekilde pas geçmeye çalışmaları kendi sorunlarıdır.

THAMADE olmak, bizim kültürümüzün bir parçasıdır, ancak THAMADEler yanlış yapmaz diye bir kuralda yoktur. Yalnız bazı kavramların anlatılmasının yetersiz kaldığı haller vardır. Sözgelimi, elinizi ateşte yakmamışsanız, ateş’in yakınca acı verdiğini, anlatıldığı kadar anlayabilirsiniz, fakat HİSSEDEMEZSİNİZ. Hissetmek çok farklıdır. ÇERKES bu farkı HİSSEDEN'dir.

Bazı eleştirilerin dozunun kaçtığı, THAMADE arkadaşlarıma hakaret edildiği şeklinde ifadelere rastladım. Hoş değil, ancak THAMADE kardeşlerim bu ve benzeri olaylarda SEVİYE'lerini koruyarak olayları rahatlıkla çözerler. Kısaca Avukata ihtiyaç duymazlar diyebilirim.

Sevgili Kopsirgen Orhan ağabeyim, e-mailinizi not ettim, size yazacağım.

Sayın SIBLEKO kardeşim, biz bir aileyiz ve hepimiz kişi ayırımı yapmaksızın birbirimizin yanında olmalıyız.

Redaksiyondaki kardeşlerimi yormamak adına sözlerimi bitiriyorum. Bu sitede yazan herkim olursa olsun(IRK-DİN) fark etmez, sever sayarız. Ancak yaklaşımlarındaki ya da söylemlerindeki yanlışlıkları ELEŞTİRMEK hakkımızdır. Bunu kişisel karşı olmak şeklinde algılamak iyi niyetli olmayan bir yaklaşımdır, şeklinde değerlendiririz.

Bu arada KAFKASYA'lıların gazetesi JINEPS bu ay yayına başladı, hepinize okumanızı ve abone olmanızı öneriyorum.

Saygılarımla.

 

 

Talebe
08.12.2005

Merhaba S. Subutay,

"En yetkili ağızların söylediklerini hepimiz biliyoruz" demişsiniz.

Daha önce de kimi arkadaşların bu "biz"li cevaplarını görmüş ama pek önemsememiştim. Cevap vermek zorunda değilsiniz ama gerçekten merak ediyorum: "Siz" kimsiniz? Bu "biz" ile kastettiğiniz Federasyon mu? Yoksa herhangi bir dernek mi? "Birleşik Kafkasya"cılar mı veya "kalış"cılar mı? Uzunyaylalılar mı? Adanalılar mı?

"Hepiniz" neyi biliyorsunuz? Birbirinden, hatta zaman zaman çok farklı şeyler söyleyen kimi arkadaşları da bu "hepimiz"e dahil edebilir miyiz? Eğer edemezsek siz kimin adına konuşuyorsunuz? Yok edersek, demek ki "hepiniz" bunları bilmiyorsunuz! Yoksa bu kafa karışıklığı olmazdı.

Tekrarına gerek var mi, diye soruyorsunuz. Var! Hem de binlerce kere tekrarlamaya gerek var. Çünkü bu yazılanlar-söylenenler hala bilinmiyor, "Siz"i bilmiyorum ama yalnızca bu sitede bile birçok arkadaşın bunları bilmediğini görmek mümkün. Onlar bilsin diye yazıyorum, bir daha hatırlatıyorum!

"Siz" bilenlere de soruyorum: Madem biliyorsunuz, neden bu bildiklerinizi pratiğe dönüştürmüyorsunuz? Söyleyin "hepimiz" bilelim:
- Profesyonelce örgütlendiniz mi, profesyonelce mücadele ediyor musunuz?
- Merkezi bir yapının yönetiminde veya en azından eşgüdümünde anti-şovenist, anti-emperyalist onurlu bir ulusal demokratik mücadele yürütüyor musunuz?
- Muhaceret ülkelerinde ulusal varlığımızın tanınması için neler yaptınız veya yapıyorsunuz?
- Kimlerle uluslararası dayanışma içerisindesiniz?
- Nasıl bir politik mücadele veriyorsunuz?
- Kuzey Kafkasya'da meydana gelen çatışmalara karşı nasıl bir demokratik tepki gösterdiniz, örgütlediniz veya örgütlüyorsunuz?
- Kuzey Kafkasya’daki halkların kardeşliği ve dayanışması için neler yaptınız; yapıyorsunuz?

Yazın da insanlar bilsin! Bilsin de en azından "hiç olmazsa şunlar şunlar yapılıyormuş" diyebilsinler, rahat etsinler ve ellerinden geldikleri kadarıyla onlar da bu çalışmalara destek olabilsinler.

Yok eksik olan veya yanlış olan şeyler varsa önerilerini yapsınlar!

"Bugüne kadar bu konuda söylenmemiş söz, ortaya konmamış fikir yok" diyorsunuz. Yani bilimin, siyasetin, felsefenin, yaşamın sonuna mı geldik? Dünya durdu mu? Yoksa fikirlerin, sözlerin nasıl sonuna gelmiş oluruz? Dünya durmuş olsa bile, durduğu ana kadar ki düşünceler henüz yeterince bilinmiyor ki! Pratikte öyle uzun boylu adımlar atılmamış ki! Yok atılmış ise yazın da biz de bilelim lütfen!
Saygılarımla


Selamlar Özlem,

Bugün iş çıkışı sinemaya gittim. Bilmem adını duydun mu: " Gökyüzünde Gibi" (Film orijinal olduğu için filmin adının çevirisi bana ait). Şu 2005 En İyi Yabancı Film Dalında Oskar'a aday gösterilen İsveç yapımı filme. Yönetmeni Kay Pollak herhalde.

Bir müzisyenin küçük bir kasabada koro kurmasını, kasaba halkının bu süreçte yaptığı iç hesaplaşmayı konu edinmiş. Bilmem ilginizi çeker mi?

Sonra eve geldim. Önce duş aldım. Ayakkabıları çıkardığımda eve yayılan kokudan ben bile rahatsız oldum doğrusu... Hem yeni bir ayakkabı hem de bir kaç çift çorap almanın zamanı geldi herhalde?

Sonra makarna pişirdim. Burgulu makarna. Üzerine sebze sosu. Bilmem makarnayı sever misiniz, ben her gün yesem bıkmam. Bu arada her yemek yaptığımda olduğu gibi mutfağı altüst ettim.

Sonra şu yazdıklarımı yazdım, yazıyorum.

Bu vesileyle size de bir merhaba demek, iyi bir pilav pişirmek için pirinç ile su oranı 2'ye 3 mü, yoksa 2'ye 4'müydü sormak istedim. En kısa zamanda cevap verirseniz sevinirim.

Saygılarımla


Selamlar Tsey Volkan,

En yakın zamanda sizinle ilişkiye girmeyi ben de isterim. Bu süre zarfında eğer yazdıklarımdan yararlanmak istediğiniz bir şey olursa bunu bana sormadan da yapabilirsiniz.

Ediz Hun'un mail adresini yazarsanız, beni 3000 küsur üye arasında Ediz'in mailini arama zahmetinden de kurtarmış olursunuz.

Şimdiden teşekkürler ve saygılar.

Kalın sağlıcakla.

 

 

Tsey Volkan
08.12.2005

Sayın Talebe,

JİNEPS Gazetesi, tartışma sayfalarında yer alan konu başlıkları çerçevesinde, yazarının da katılacağı aylık toplantılar aracılığıyla söyleşiler düzenlemeyi hedeflemektedir. Bunda amaç, ortak söylemi yakalamak merkezlidir.

Bu doğrultuda forumlarda verimli konularda tartışan insanlarımızı, kimi zaman sanalın handikaplarına kapılıp kişiselleşiyor olsa da söyleşilerde görmek hepimiz için daha iyi olacaktır. Hem yüz yüze görüşmenin getirdiği duyma, görme, dokunma gibi artılarla sosyal bir varlığın gereğini yerine getirerek, mimikleri olmayan bir sanal alemin bağımlılığından bir nebze kurtulmuş oluruz.

Tüm tartışan tarafların, en az internette olduğu kadar cesaretli olup, imkanları varsa yüz yüze görüşmeler yapmaları naçizane önerimdir.

Bundan 2 yıl önce iki arkadaş, yine bizim sitelerin birinde iki cümle yüzünden günlerce birbirine söylemediği söz kalmamıştı. Bir gün bir etkinlikte, onları yaşamın içinde tanıyanlar, küçük bir oyun oynayıp onları tanıştırdılar. Ne mi oldu...Şimdi bir platformda tanıştıkları günden itibaren birlikte mücadele veriyorlar. Onları ayırabilene aşkolsun...

Bir insan yeter ki ırkçı olmasın, birilerinin gönüllü piyonu olmasın, yeter ki halkına ihanet etmesin, yeterki dedikoduyu, spekülasyonu bir bilim dalı sanmasın, yeter ki bilgiye açık olsun. İşte o zaman iletişim kazaları imkansız oluyor. Tabi bir de, gözünün içine baka baka söylemeyi de dinlemeyi de bilsin...

Saygılarımla

NOT: Size kendi mailimi kurumumun network bağımlı maili olması nedeniyle veremediğim için üzgünüm. Bana www.jineps.com adresinde webmaster'ın mailinden arkadaşlar aracılığıyla ulaşabilmeniz kolay olur.

 

 

Necdet Hatam
08.12.2005

Değerli arkadaşlar,

Foruma yazmaya başlamazdan önce nick konusunu düşündüm. Düşünme nedenim sizlerin çoğundan daha yaşlı olmamın, deneyimli olmamın sizler üzerinde psikolojik bir etki bırakmasından, görüşleri rahat savunamayabileceğinizden korkumdu. Ancak bu kez de görüşlerimi savunmaktan korkuyormuşum gibi bir izlenim edinilmesinden korktum.

Sayfaların birinde adımla hitap edilmesinden üzülmeyeceğimi, sadece Necdet denebileceğini yazdığım halde genç arkadaşlar thamadeliği yakıştırdılar. Siz genç kardeşlerim bunu o kadar içtenlikle söylüyor yazıyorsunuz ki, “bana sadece Necdet deyin” demekle bu kurumu bu denli önemseyenlerinizi kırmaktan korkar oldum. Yineliyorum istediğiniz şekilde seslenebilirsiniz bana ama lütfen düşünce bazında birbirimizin ne dediğini anlamaya çalışalım, görüşleri, yaklaşıkları, kavramları, çözüm önerilerini tartışalım.

Sevgili Talebe,

Yazılarınızdan belli oluyordu pek yeni bir talebe olmadığınız. Ben de bunu ilk yazımda belirtmiştim.

Önce şu ‘’biz’’ meselesi. Benim bildiğim, bugün sizin anlattığınız bir örgütümüzün olmadığı, yakın zamanda da kurulamayacağı şu aşamada kurulmasına da gerek olmadığı.

Dolayısı ile “biz” bir örgütlülüğün ifadesi değil. Peki nedir derseniz. Bilincinde olduğum, bilinçaltı da denebilecek birkaç nedenden dolayı "biz" diyorum.

Nedenlerin biri benim, “ben” demek istemeyişimdir. Çünkü öyle demediğim halde hep "ben" demişim gibi sıkça eleştirilmişimdir. Bir de dersem "Allah korusun"...

İkincisi aramızda organik bağlar, örgütsel bağlar olmasa da görüşlerimi paylaşan insanların olduğunu bilmemdir. Ben dersem kendimi onlardan soyutladığım sanılır korkum.

Ancak en önemlisi savunduğum temel ilkelerin, yere zamana göre savunma biçimi değişse de tek başıma benim ilkelerim olmayışıdır. Bu denli doğru, bu denli yerinde temel ilkeleri nasıl yalnız kendiminmiş gibi sunabilirim. Ben sözünü ettiğim ilkelerin Sürgün'ün ilk günlerinden beri var olduğuna, Çerkes Teavün Cemiyeti döneminde billurlaştığına, bizim kuşakla yeniden hayat bulup yaygınlaştığına, dünyayı etkileyebildiğine inanıyorum. Dolayısı ile benden "ben" demeyi bekleme lütfen.

İsteyene, Adıghéy isteyene Kheberdéy Adıghece'sini gönderebilirim, dediğim ilkelerimizin sayıldığı ve benim kaleme aldığım son taslak şöyle başlıyor:

Halkların halk olarak ortaya çıktığı ilk günlerden beri, halkını seven, halkıyla gurur duyan, halkını yüceltmek, güzelleştirmek için çaba gösteren halkseverler hep olagelmiştir.

Lhepkhxer duınayım khızıtéhağe apere mafaxem şéğejağew, yılhepkhı feşıpkhe, aş rıguışxuere, lhepkhır yığelheghenım, yığedexenım felajere lhepkhıpse xekuıpsexer şıew khıreque.
Лъэпкъхэр дунаим къызытехьагъэ апэрэ мафэхэм щегъэжьагъэу илъэпкъы фэшъыпкъэ, ащ рыгушхорэ, лъэпкъыр игъэлъэгэным, игъэдэхэным фэлажьэрэ лъэпкъыпсэ хэкупсэхэр щы1эу къырэк1уэ.

Buna koşut olarak da halkına olan sevgisinden kaynaklı halkı için canlarını verenlerin az olmadığı da bir giz değil.

Aş daquewi, ya lhepkhı fırae lheğuınığem khıpkhırıççew, khızxeççığe lhepkhım yıpse fezğeılhığexer zeremımaççeri zımış'ere şıep.
Ащ дак1оуи, ялъэпкъы фыра1э лъэгъуныгъэм къыпкъырык1эу, къызыхэк1ыгъэ лъэпкъым ыпсэ фэзыгъэт1ылъыгъэхэр зэрэмымак1эри зымыш1эрэ щы1эп.

Onun için "ulusal sorunların çözümü çalışmalarını ben başlattım, biz başlattık" dememek gerekir hiç bir zaman

Arışı, "lhepkh uefığuexem yazeşşuexın khézğejağer serı, terı" p'uenew şıtep.
Арышъы, «лъэпкъ 1офыгъохэм я зэш1охын къезгъэжьагъэр сэры, тэры» п1о хъунэу щытэп.

Ancak değişikliklerin olduğu, halkın şansının döndüğü dönemler de oluyor.

Aw mexhuı lhexhan zebleççığue, lhepkh nasıp kheğezeğu.
Caş fede lhexhanxem, psewığe lhepkh wıneşueşşıxer, lhepkhım yığessağexer, lhepkh guılhıte ziexer, lhepkhım şış xetre zı ttsıfi nasıpışşüew kheplhıten plheççışt.
Ау мэхъу лъэхъан зэблэк1ыгъоэ, лъэпкъ насьп къэгъэзэгъу.
Джащ фэдэ лъэхъанхэм псэуыгъэ лъэпкъ унэшъош1ыхэр, лъэпкъым игъэсагъэхэр, лъэпкъ гулъытэ зи1эхэр, лъэпкъым щьщ хэтрэ зы ц1ыыи насыпыш1оу къэплъытэн плъэк1ыщт.

İşte şansın döndüğü bu dönemlerde, halk için yapılan çalışmaların getirisi de daha çok oluyor.

Nasıp kheğezeğuxem lhepkhım feblejırem khıpequeri nah nerılheğuı mexhu.
Насып къэгъэзэгъухэм лъэпкъым фэблэжьырэм къыпэк1уэри нэхь нэрылъэгъу мэхъу.

Ayrıca yetkililerine, güçlerine, bilgilerinin gerektirdiği çalışmayı halkı için yapmayanlar da var ve bunların eleştirilmesi, suçlaması gerekir. Tarih de suçlayacaktır onları.

Yet'ani, yaenatte, yakharıw, yaş'enığe yelhıtığew, guılhıtew yaem yelhıtığew lhepkhım falejın fayer fezımlejıxeri şıex, yıççi axer ğemısapxhex. Txıdemi yığekhuençeştıx axer.

Ет1ани, я1энат1э, якъарыу, ящ1эныгъэ елъытвгъэу, гулъытэу я1эм елъытыгъэу лъэпкъым фалэжьын фаер фэзымылэжьхэри щы1эх, ик1и ахэр гъэмысапхъэх. Tхыдэми игъэкъуанчэщтых ахэр.

Te zıtseççe şeç khıtétherep; tilhepkh zıratekhuıhağe apere mafem şéğejağew lhepkhıpse, xekuıpsexer zıfelejağe, zıççexhuepsığe, zılhıxhuığe zakhuer zı: Yıpxhah yıtekhuı yaşşığe yılhepkh zefişesıjınır, aş yıççınalhe yeğeğuetıjığenır arı.
Тэ зыцэк1э щэч къытетхьэрэп; тилъэпкъ зыратэкъухьагъэ апэрэ мафэм щегъэжьагъэу лъэпкъыпсэ хэкупсэхэр зьфэлэжьагъэ, зык1эхъопсыгъэ, зылъыхъугъэ закъор, зы: ипхъахь итэкъу аш1ыгъэ илъэлкъ ээфишэсыжыныр, ащ ич1ыналъэ егъэгъотыжьыныр ары.

Bizim hiç kuşku duymadığımız şey halkımızın sürüldüğü, dağıtıldığı ilk günlerden beri, özlediği, aradığı tek şey; perişan bir şekilde dağıtılan halkını toplamak, onu vatanına kavuşturmaktır...

Yine uzun bir metin olmasın diye açıklamaları kısa keseyim.

Yanlış bulduğunuza göre, Amerika örneğini anlatamamışım demek ki. Halbuki beni tanıyorsanız ve anavatanda yaşadığımı biliyorsanız Amerika’nın çekiciliği gibi bir çekicilikle insanları anavatanlarına çağırmadığımı anlamanız gerekirdi. Sevgili Talebe, bırakın tünelin artık aydınlık olduğu bu günleri; ışığın hiç görünmediği günlerde bile ben halkımın dönüşü anlamayacağı, destek vermeyeceği bir korkuya kapılmadım. Örnekte vurgulanmak istenen Amerika'nın kendi politikasına ters insanlara vatandaşlık vermediği gibi, Rusya Federasyonu’nun da vermeyeceğidir. Eskilerden olduğunuza göre bu konudaki ilkelerin yeni olmadığını da bilirsiniz.

Dönüş-yerleşme konularını da anlatamadım. Dönüş bir halkın tüm bireyleri için. Elbette Dönüşü ulusal kurtuluş mücadelesi olarak görenleri dışlamaz bu yaklaşım. Ama aynı şekilde ulusalcılar da salt evlenip yerleşenleri, işi için yerleşenleri, yani her hangi bir nedenle yarleşenleri dışlamamalı anlamına. Yani önce bir ulusalcılık sınavından geçecek sonra dönüş yapacaksınız denese idi bugün Maykop’ta olanların kaçı burada olurdu bilebilmek zor.

Eskileri iyi hatırlayıp şimdi söylediklerimi tam anlamamanda bütün kabahat benim değildir her halde. Her siyasal örgütün devlet kurmayı hedeflediğin söylediğimi nasıl düşünürsünüz? Ama. devleti olmayan halk örgütlerinin devlet kurmayı hedeflediklerini nasıl görmezden gelebiliriz. Bu tip örgütler devlet kurulmazdan önce güçleniyorlar ve devlet kurabilecek güce gelince de devlet yönetimini örgüt belirliyor. Bizde ister cumhuriyet deyin, ister devlet, ister belediye, ister muhtarlık ne derseniz deyin adımızı taşıyan yönetimler var. Bu yönetimler karşıya alınarak bir şey yapılamayacağı, hele diasporadan bu yönetimlerin etkilenemeyeceğini söylemek istemiştim.

Ben yazdıklarınızda iki somut şey gördüm;

Birincisi benden manifesto isteğinizdi. İsteyene gönderebileceğim yazımdan sonra istekte bulunmadınız.

İkincisi de çok açık değilse bile alıntı yaptığınız dergilerin yayınlandığı günler ile günümüz arasında bir şeylerin değişip değişmediği sorunuz.

Olumluya yönelik o kadar çok şey değişti ki... İyi bir talebe olarak bunları bilmeyişinize gerçekten hayret ettim. Demek ki, bir ara verdik öğretime...

Geçmiş, günümüz ve geleceği ile bütün dönüşü nasıl anlatabiliriz bu sayfalarda. Yine de arkası yarın diyelim gelecek yazıda gelişmelerden söz edelim...

Bu arada siz de Kafkas Halkları Federasyonu'nun sizin atfettiğiniz önemi ve gücü olsaydı bugün ayakta kalmaz mıydı sorusunu da siz bir düşünün…

Saygıyla..

 

 

Talebe
08.12.2005

Selamlar,

Diğer bir sayfada bir büyüğümüzün, "Kaf-Kur'dan günümüze izlenen politikaların yeniden değerlendirilmesi gerekir" çağrısını okuyunca sevindim. Zaten ben de bu siteye izleyici olmaktan çıkıp katılımcı olmaya karar verdiğimdeki ilk yazılarımda benzeri bir çağrıyı yapması gerektiği "çağrı”sı yapmıştım. Bunun zamanı geldi de geçiyor demiştim.

Önerim, süreci değerlendirmeye Kaf-Kur'dan değil çok daha gerilerden başlamalı ve günümüze kadar getirmeli. Bu değerlendirmelerin ışığında geleceğe yönelik politikalar belirlenmeli.

Büyüklerimiz bu işe el atsınlar. Bu tartışmaların kamuoyuna açık yapılması gerekmiyor. Elbette katılımcıların artması; bir Xase'nin toplanması daha iyidir ama buna büyüklerimiz karar versinler.

Daha fazla vakit kaybedilmemeli...

Kalın sağlıcakla.

 

 

Talebe
10.12.2005

Merhaba Necdet ağabey,

Tevazuu için teşekkürler. "Elif"e Elif, "a-e"ye a-e diye hitap edebilirim ama istesem de sana "Necdet ağabey"den başka bir şekilde hitap edemem. Düşüncelerini, söylemlerini seninle tartışabilmek bana yetiyor da artıyor bile...

Yazını ilgiyle ve dikkatle okuyorum. Her satırını anlamaya çalışıyorum. Devamını da sabırsızlıkla bekliyorum. Deklarasyona talebim olmuştu. 24.11.2005 tarihli yazımda, "2003 yılında da bir deklarasyon yayınlandığını Necdet ağabey söylemişti. Okumadım. Varlığından bile haberim yoktu. Ama okumayı çok isterim..." diye yazmıştım. Sanırım uzun yazılar arasında kaybolup gitti. Ama okumayı hala çok istiyorum.

Dönüşe inanan insanlarımızın, ağabeylerimizin, büyüklerimizin daha fazla vakit kaybetmeden ciddi bir "değerlendirme" sürecine girmeleri gerektiği inancımı hala koruyorum. Halkımızın yüreğinde, bilinçaltında hiçbir zaman kaybolmamış, 1970'lerde billurlaşmış, su veya bu şekilde 1990'lara ve bugünlere gelebilmiş "Dönüş" düşüncesinin objektif ve sübjektif nedenlerle yıpranma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu düşünüyorum. Ve bir düşünce veya inanış bir kez yıprandı mi onu bir kez daha ayağa kaldırmanın çok zor olduğunu. Bu birinci neden. Dönüş düşüncesinin daha sistematize edildiği 1970'lerden 1990'lara ve günümüze dünyada büyük değişiklikler oldu. Dönüş düşüncesinin bu değişikliklere, gelişmelere paralel kendini yenileyebildiğini, örgütlenebildiğini, ve bu örgütlülüğünü güçlendirebildiğini söyleyebilmenin mümkün olmadığına inanıyorum. Bu da ikinci neden.

İşte bu iki ana başlıkta toplanabilecek nedenlerle, Dönüş’ü A'dan Z'ye yeniden tartışmak ve yeniden örgütlemek gerektiğine inanıyorum. Tek tek Dönüşlerin olması elbette sevindirici ama yeterli değil. Potansiyelimizin daha büyük olduğuna inanıyorum. Daha yoğun ve sistematize dönüşleri örgütleyebilmemiz gerekiyor. Eğer Anavatanımız bugün için bunu kaldıramayacak durumdaysa, Anavatanımızı daha da güçlendirebilmek için neleri yapmamız gerektiğinin ortaya konulması gerektiğine. Ama tüm bunları dahi ancak ciddi bir örgütlenmeyle, idealist insanlarla, tutarlı bir önderlikle, planlı-programlı bir çalışmayla, iyi hazırlanmış bir "yol Haritasıyla" gerçekleştirebileceğimize inanıyorum. Anavatan merkez olacaktır. Atılan har adımdan önce bu adımın anavatana ne kazandırıp ne kaybettireceği binlerce kez düşünülecektir.

Ancak böylesi bir güçlü diaspora örgütlenmesinin halkımızın siyasi olarak bilinçlenmesine katkısı büyük olacaktır. Kazanımları diasporadaki asimilasyonu yavaşlatacaktır. Anavatanımıza da arkasında daha güçlü bir desteğin olduğunu hissettirecektir. Bu, anavatanımızın da güçlenmesi demektir. Anavatanımızın bizden umudunu kesmesi kendisinin de zayıflaması demektir... Kimseyle savaşmak, kavga etmek zorunda değiliz. Tam tersine bölgede hakim olacak barış ve huzur çıkarımızadır. Rusya Federasyonu ve Türkiye ile uyumlu ilişkiler lehimizedir ama bunun bile teminatı güçlü bir diasporadır. Bölgeyi karıştırmak isteyen güçlerin karşısına dikilebilecek örgütlü halkımızdır.

Kafkas Vakfı’nın sitesinde dün bir haber geçti. Rusya'daki Çeçenlere mal edilen patlamaların Rusya gizli servince gerçekleştirildiğini ispat eden veya iddia eden bir Rus görevli ve avukatı tutuklanmış. Yani susturulmuş! Eğer bölgemizde yaşanan gelişmeler daha doğru değerlendirilebilse, bunlar daha ciddi bir örgütlülüğümüzün ve önderliğimizin süzgecinden geçerek halkımıza ulaşabilse halklarımız arasındaki kardeşlik-dayanışma ve birlik zemininin bu kadar kolay zedelenemeyeceğine inanıyorum.

Bugün olması mümkün görülmeyen ama hem geçmişte hem de gelecekte mümkün olan; hatta gerekli olan birliğin dinamitlenmesinin önlenebileceğine... Nalçik’te yaşananlardan sonra ilk tepkilerin "Terörü lanetliyoruz" biçiminde olmasından ürkmüş, kendimi kimi olaylardan sonra benzeri başlıkları atan "Hürriyet" gazetesini okuyor gibi hissetmiştim. Bunun insanlarımızın ne kadar siyasi bilinçten uzak olduğunu ve Kuzey Kafkasya halkları arasındaki ilişkilerin ne kadar zedelendiğini gösterdiğini düşünüyorum. Bunun önüne gecikmeli diyorum...

Dönüş ve Dönüşçüler ciddi bir eleştiri ve özeleştiri sürecine girmeliler ve yeniden örgütlenme... Hiçbir şey olmamış gibi yola devam edemezler. Yoksa yıpranan "Güya Dönüşçüler" değil "Dönüş" düşüncesi olacaktır. Buna da kimsenin hakki yok herhalde? Sitede yazılan yazıların satır aralarında "biz 'dönüş' diyenleri çok gördük" tarzında çıkışların olması bu yıpranmanın başladığını gösteriyor. Bizler sözünün eri insanlar olmalıyız. Söylediğini yapan, yaptığını savunan! Yıllardır yapılmayan, yapılamayan bu hesaplaşmanın artık kapıya dayandığını düşünüyorum. Yeni Federasyon yönetiminin yapacağı en iyi işin bunu örgütlemek olduğunu…

Bu hesaplaşmanın sonucu ne olur bilemiyorum ama hiç olmazsa aynılar aynı ayrılar ayrı yerlerde toplanır. Dönüş homojen değildir ve sorunların başında da bu gelmektedir. Billurlaştığı dönemlerde bir Sovyetler Birliği vardır. Artı Türkiye'de yükselen bir Sol söylem ve pratik. Bu dönem gerek; dönmek isteyenlerin 'Sovyetler Birliğine', veya 'sosyalizme' muhalefet ederek dönemeyeceği kaygısıyla ve gerekse Türkiye'de yükselen bu Sol muhalefetin etkisiyle dönüşün "Jargonu" da "Sol" dur, en azından "Demokrat”tır.

Necdet ağabeyin bugün için söylediğini o güne uyarlarsak, Sovyetler Birliği’ne veya sosyalizme düşmanlık yaparak anavatana dönmek mümkün değildi. Bu nedenle sol söylemden etkilenmişti. Ancak halklarımızın özlemine tercüman oluşu ve öz örgütlülük iddiası daha geniş bir kesimi bünyesine toplamasına yaradı. Emekleme döneminde 12 Eylül 1980'le faaliyetleri sınırlandı. Derneklerin tekrar faaliyetlere geçmesiyle yeniden örgütlenme ve yaygınlaşma sürecine girdi. 12 Eylül'ün apolitilikleştirme politikasından nasibini aldı. Apolitik kesimlere hitap etti. Sosyal ve kültürel faaliyetlere ağırlık verdi. Apolitikleşmenin bir gün kendi kuyusunu kazacağını göremedi. Sonra Sovyetler Birliği çözüldü, sosyalizm geriledi ve daha önce nasıl Sovyetler Birliği’ne düşmanlık yaparak anavatana dönülemeyecektiyse, şimdi de Rusya Federasyonu’na düşmanlık yaparak dönülemeyeceği ikilemine düştü. Kendi içinde tutarlıdır bu görüş, bu yorum. Ancak açık değildir! Hepsinden önemlisi; özellikle "Kalış"ın alternatif olduğu dönemlerde bünyesine toplamış olduğu "güya dönüşçüler" veya "tatlı su dönüşçüleri”nce teslim alınmıştır.

Dönüş Hareketi bugün kamburludur, parçalıdır. İçerisinde sol düşünceden etkilenenler, sağcılar ve apolitikler vardır. Kariyeristler, 25 yıldır üniversitede, iş hayatında kariyer yapanlar, "emekliliğine 2 yıl kalanlar" vs. (Emekli olduktan sonra dönmeyi planlayan biri nasıl insanları dönmeye çağırabilir anlamış da değilim ya!...) vardır. "Dostlar alışverişte görsün" hesabı iş yapanlar vardır.

Yanlış anlaşılmasın, herkese ihtiyacımız var. Bunlar da içimizde olsun. Şu veya bu faaliyetlerine devam etsinler. Ancak bunlar yönetici olmamalı. Kurmaylık ayrı örgütlenmeli! "Güya Dönüşçüler"in hareketi teslim almasına izin verilmemeli. İlkeleri olmalı. Ne bileyim mesela: "Kurumlarımızın belli mevkilerinde yer alan insanlarımızın 2, 3 veya 5 yıl mı; görev süreleri dolduktan sonra yerlerini kendilerinden sonrakilere devredip anavatana dönmeleri gerektiği" gibi. Böylesi ilkeler niceliği sınırlar belki ama niteliği yükseltir.

Daha fazla uzatmayayım. Önce Necdet ağabeyin yazılarını okumak istiyorum. Sonra konuyu derinleştirmeye devam ederim, tabii sizlerin de katkısıyla... Sizin de katkılarınız olursa sevinirim sayın Özdemir hanım. Mesela Mevlana'dan bir beyit hiç de fena olmazdı...

Kalın sağlıcakla.

Bu arada anavatanımızı çok yakında koklayabilecek olmanın mutluluğu içerisinde olduğumu müjdeleyeyim.

 

 

Necdet Hatam
10.12.2005

Sevgili Talebe,

Şimdi daha somutlaşmaya başladı yazılarınız. “Dönüş Politikası” ya da herhangi bir politikanın tartışılması gerektiğine aklı başında kim karşı çıkabilir?

Olayları yakından takip ettiğinize göre yıllardır bu mücadelenin içinde olduğumu, dönemimizde “dönüş”ü benimsemiş, yaygınlaştırmış arkadaşları özeleştiri için, yeni gelişmeler ışığında yol haritası belirlemek için bir araya getiremediğimi de bilmen gerekir. Kendini yenileme, hatalarından arınma, yeni koşullara göre taktik geliştirme, soyutu, somutlaştırmanın nasılını belirleme çalışmaları için, özeleştiri için arkadaşları bir araya getiremediğimiz içindir ki; bir çok eleştiriyi genele ilgilenen herkesle paylaşma yolunu tuttum. Bilmem benim gibi federasyon çalışmalarını, yayınlarını temel alarak eleştiren oldu mu? Ancak yine de “dönüş” ile daha yeni tanışan arkadaşların ayrıntıya inecek bu tartışmalardan sıkılacağı korkum var.

Birbirimizi tam anlayamamamızın temelinde, kuşak anlayış farkı mı var acaba? Örneğin ben bildirinin varlığından söz edip “isteyene Adigey, isteyene Kabardey Adigece’sini gönderirim” iletimden sonra; ilgilenenlerin, birinden birini mail adreslerine göndermemi isteyeceklerini sandım. Siz "2003 yılında da bir deklarasyon yayınlandığını Necdet ağabey söylemişti. Okumadım. Varlığından bile haberim yoktu. Ama okumayı çok isterim..." i yeterli buldunuz. Ben de çok uzun bir metni, anadili ile okur yazarların az olduğu bir platforma taşımayı uygun bulmadım. Sözünü ettiğiniz cümleye, bildiriyi çok görmek istediğiniz anlamını vermekte hala çok zorlanıyorum.

Federasyonun yayımladığı “Biz Çerkesler” kitapçığına kitap oylumunda eleştirimiz oldu. Federasyon’dan çıt çıkmadı. Anakara’daki II. Gençlik Toplantısı ve Sonuç Bildirisi’ne olan eleştirimizin yayınlanması için üzerinden yıllar geçmesi gerekti. Yayınlandı ama yine çıt yok. Başka platformlarda daha değişik içerikte çok eleştirilerimiz oldu eski dava arkadaşlarımıza. Dergilere, platformlara yazdıklarımı daha yakından incelerseniz, kaygılarınızı paylaşan bir çok bölüm göreceğinizi sanıyorum.

Sitemizin (CircassianCanada) Araştırma Bölümü’nde yayımda duran eleştirinin giriş bölümü, bu konudaki kaygılarımı, son bölümü de hastalığa ilişkin tanımızı yeterince ortaya koyuyor sanırım. Ancak siz, lütfen tamamını yeniden okuyun.

“Kasım'ın ilk günlerinde Ankara'da idim. Kafkas Derneği Gençlik Toplantısı konuşuluyordu yöneticiler arasında. İstanbul'daki derneğimiz yöneticilerinin toplantıya katılma istekleri olduğundan söz ediliyordu.

Yöneticilerin sadece açılışa katılacakları; sonra gençlerin, sorunları kendilerinin tartışması olanağının sağlanacağı söyleniyordu. Aynı gerekçe ile olsa gerek, tartışılacak konunun pek uzağında olmadığımı bildikleri halde, toplantıya davet almadım. Normalde, toplantıya kalmam, Maykop'a dönüşümü ertelemem için ısrarlı olurlar diye düşünüyordum. Ne de olsa, Kaf-Der'in de üye olduğu DÇB'nin, başkan yardımcısı idim. Adigey Cumhuriyeti Anavatana Dönenler Vakfı başkan yardımcısı idim. "Anavatana Dönüş Olanaklarını" tartışacakların, bu görevlerimi önemsemeseler de, 1992'de anavatana dönmüş olmamı, on yıldır Maykop'ta yaşıyor olmamı önemsemelerini bekledim, yanıldım. Doğrusu garipsedim de...

Defalarca anavatanda bulunmuş, konuyu yıllar boyu defalarca tartışmış, anavatana dönüş yapıp sonra yeniden Türkiye'ye dönmüş büyüklerin, deneyimlerini gençlerle paylaşmak istemeyişine anlam veremedim. Ancak amaç; herhalde gerekeni yapmak değil "yaparmış gibi" görünmek idi. Öyle olunca da deneyimli büyüklerin toplantıya katılmaması doğaldı elbette ki... Benim gibi, üzerinde konuşulacak sorunu, kişisel düzeyde olsa da çözebilmiş olanların, anavatanda yaşıyor olanların ise toplantıda bulunmaları değil, bulunmamaları daha iyi olurdu.. En azından, yapılabilecekleri yapmıyor olmanın verdiği suçluluk duygusunun rahatsızlığını azaltırdı...

Evet sevgili gençler,

Toplantınızı gerçekleştirmiş, coşkulu konuşmalar, tartışmalar yapmış, halk adına büyük işler başarmış olmanın huzuru ile evlerinize, işlerinize dönmüş olmalısınız. Büyükleriniz de böylesine önemli bir toplantı için sizlere ortam hazırlamış olmanın, dönüş yolunda önemli gelişmelere vesile olmanın mutluluğunu yaşıyorlardır herhalde. Benim gibilerin eleştirileri de, müşkülpesent birilerin sevimsiz sözleri olarak değerlendirilebilirse, mutluluk da sürgit olur. Kendini kandırmaca da...

Ancak, ben sözlerimi anlayacak samimi gençlerin de var olduğunu biliyor, onların uzak olmayan bir gelecekte yollan üzerindeki engelleri ayıklayacaklarına inanıyorum. Çünkü ben de döneminde, anavatandaki akrabalarımız ile mektuplaşmaya karşı, anavatana -görmek için bile olsa- gidilmesine karşı, anavatandan gelmiş, kanımızdan olan insanların ağırlanmasına karşı, anadilimizle okuyup yazma öğrenmemize karşı, kısacası Çerkeş varlığımıza karşı "büyüklerimizin(!)" engellerini, sayısı çok az olan gerçek büyüklerimizin yol göstericiliğinde, aşabilmiş gençlerden biriydim. Ancak doğrusu, kimin kim olduğu netleşinceye kadar, günümüz samimi gençlerinin görevi daha zor. Değişen dünya koşulları ulusal-kültürel varlığımızı korumanın geliştirmenin tek yolunun Anavatana Dönüş olduğunu bütün çıplaklığı ile ortaya koyduğu, Anavatana Dönüş’ü güçleştirmek bir yana, çok kolaylaştırdığı halde neden mi göreviniz daha zor? Çünkü bizim gençliğimizde, bizleri engellemeye çalışan -kimileri günümüzde de taze güç desteklerle görevlerini sürdüren- "sayın büyük!erimiz(i)" açık oynuyorlardı.

Ulusal kültürel varlığımızı yaşatma, geliştirme çalışmalarımızı engelleyici tavırları netti. Yürüyüşümüze de umdukları kadar engel olamadılar. Ancak sizlerin "sayın büyükleri (!)" öyle mi ya? İşin en acı yönü, çok ince taktiklerle Dönüş'ü engellemeye çalışanların, azından dönüşü desteklemeyenlerin arasında, hem de en ön saflarda, geçmişte birlikte mücadele ettiğimiz eski dönüşçülerin de bulunması. Kim bilir; belki de bu engelleme çabalarının nedeni, anavatana dönenler, yerleşenler, mutlu olanlar çoğalırsa, kendi utançları da büyür korkusudur. Ancak hiç kuşku duyulmasın, günü gelecek bu eskilerin kimler olduğu daha açık konuşulur yazılır olacak. Son yıllardaki davranışlarının, daha önce söyledikleri, yazdıkları ve yaptıkları ile ne kadar çeliştiği ve çözümü nasıl geciktirdikleri de belgeleriyle ortaya konacaktır.

Aslında bunların kimler olduğunu bilmeniz, kimin kim olduğunu anlamanız için, önceki yayınlarımızı okumanız, günümüzdekilerle karşılaştırmanız yeterli sevgili gençler. Daha kestirme olanı ise, toplantınız öncesi ve sonrasında gerçekçi uyarıları yapmayan, toplantınızı başarılı sayan her ''eskiyi'', bu kategoriye koymanız. Neden mi? Bildirinizi birlikte değerlendirerek bunu daha iyi anlatabileceğimi umuyorum. Bildirinizin eleştirisine geçmeden önce küçük bir açıklama: Aslında bildiriyi okuduğum günden beri, sizleri üzmeden, az üzerek, yanlışlarınızı sizlere nasıl anlatabileceğimi düşündüm, durdum. Metni birkaç kez yeniden yazdım. Bu arada 1946'da doğmuş, Adigece alfabe hazırlayıp yaygınlaşmasına çalışmak dahil halkının her türlü sorunu ile ilgilenmiş bir yurtseverle Antsuekhue Hacıbeç ile tanıştım. Doğumunun155. yılında, örnek yurtseveri anma etkinlikleri çerçevesinde yayınlanan yazıları okudum, araştırma enstitümüzün gerçekleştirdiği bilimsel toplantıya katıldım. Çok da etkilendim. Bir ömür; bu kadar dolu, bu denli halk yararına da yaşanabilirmiş demek. Eleştirileri yalındı, dolaysızdı. En çok etkilendiğim yönlerinden biriydi bu. Döneminde, belki de eleştirilerinin çok acımasız, kendisinin çok kaba olduğu düşünüldü. Ancak doğrusu; benim, konumumuzun dolaylı anlatıma tahammülü kalmadığına olan inancımı pekiştirdi. Sonunda, sert, kaba olarak değerlendirilebilecek olmasına karşın, eleştirilerimin yalın, dolaysız olması gerektiği sonucuna vardım.” 

(…)

Setenay Nil Doğan’ın yazısını da iyi incelenirse hastalığı bütünü ile açıklayabilecek bilimsel başlayıp, öznel biten bir yazı olarak değerlendirdim. Evet yazının "Geleceğe Dair" alt başlığına kadar olan bölümü değerlerimizin diasporada yaşatılamayacağının kanıtlandığı bir bölüm olarak değerlendirilebilir.

Ancak Setenay hanım, değerlerimizin geliştirilerek yaşatılabilecek tek yerin anavatan ve sorunumuzun tek çözüm yolunun da "mümkün olan en kısa sürede en çok sayıda Çerkes'in anavatana sağlıklı dönüşünü sağlamak" olduğunu söyleyemez. Bu çözüm yolunu doğru bulmak bir yana varlığından bile habersiz görünür, çözüm olarak olmayacak duaya "amin" der, bizlerin de demesini ister. Sekiz maddede özetlediği yapılması gerekenleri Türkiye'deki Çerkes diasporası "kaçınılmaz değişimi'' biraz olsun kontrol altına alabilmek için yapmalıdır.

Sorum da şu; insanımız "kaçınılmaz değişimi" yani etnik kültürel değerlerimizin yok oluşunu "biraz olsun kontrol altına alabilmek için" önerilen çalışmaları yapar mı? Bizce yapmaz, yapmıyor ve kan kaybı da son derece yoğun bir şekilde sürüyor...

Paradigmamızın ne olması gerektiği, nelerin yapılabileceği konusu da bir daha ki buluşmaya.

Kalın sağlıcakla..

Tüm bunlara karşın, kendini sorumluluğunun bilincinde olanların, politikasını gazete sayfalarında site sayfalarında tartışarak belirlemedikleri konusunda, böyle yapılırsa bunun yanlış olacağı konusunda sanırım siz de bana hak verirsiniz.

Bugünlük de bu kadar…

Sevgiyle…

 

 

Semra Ademey
10.12.2005

Maf,

Sayın Talebe, konuya daha geniş olarak girmek istiyorum fakat hemen şu anda dile getirmek daha uygun diye sadece bir düşüncenize katılamayacağımı söylemek isterim. Emekliliğine son iki yılı kalmış bir kişinin emekli olduktan sonra gitmesini ben şahsen yadırgayamam sadece saygı duyarım. Neden mi? Kolay mı yıllarını vermiş, karşılığını almakta en doğal hakkı. Sadece dönüyorum diye bilinçsizce dağıtmak, haklarını, emeğini ziyan etmek yazık olur.

Maxu Nıbjoghuxer

 

 

Lheperuj
10.12.2005

Talebe arkadaşımıza sormak istiyorum. Benim 9 ve 12 yaşlarında iki çocuğum var, emekliliğime de 2,5 yıl. Ben yarın döneceğimi garanti ediyorum. Siz benim yaşayabileceğim kadar bir geliri garanti ediyor musunuz bana? Öyle uluorta söz söylemek kolay olsa da hayat zordur iki gözüm.

 

 

Talebe
11.12.2005

Necdet ağabey, yazını okudum. Birkaç kez daha okuyacağım. Tam olarak anlayıncaya kadar...

2003 Deklarasyonu’nu okumayı isterdim, diye geçiştirdim doğru ama Türkçe’ye çevrilsin deme cesaretini gösteremediğim için. Şimdi söyleyebilirim: Eğer tartışmalara ve herkese bir yararı olacaksa çevrilmesini de isterim, okumayı da. Bu aşamaya gelince adres de verebilirim.

Sayın Ademey'in uyardığı bölümü okuyunca çıkan anlamın saçmalığı beni de biraz şaşırttı. Kötü bir örnek, söyleyeceğim fazla bir şey yok. Böylesine kötü bir örnekle incittiğim arkadaşlar kusuruma bakmasın.

Yazıyı uzatmamak için başlıklara değinip geçmiştim. Bir de yayınlanan biçimi benim yazdığımdan farklı. Yayınlanan biçiminde birçok paragraf veya cümle içice geçmiş. Okumak ve anlamak zorlaşmış.

Bu cümleyi sarf ettiğim bölümde, Dönüş Hareketi’nin ve bunun belli mevkilerinde yer alan insanlarımızın kimi ilkelerinin olması gerektiğine değinmek istemiştim. Aslında bu da, benim eğer diaspora Çerkesleri olarak ciddi bir değerlendirme ve yeniden örgütlenme sürecine girebilirsek, "Nasıl Örgütlenmeli" ana başlığı altında tartışmak istediğim bir konuydu.

Bir hareketin başarıya ulaşabilmesi için o hareketin politikasının, örgütlenme biçiminin ve yöntemlerinin doğru olması gerekir. Ancak günümüzde bunlar yetmiyor.

Bu politikayı geniş kitlelere ulaştıracak, yorumlayacak, anlatacak; aktaracak unsurların da doğru seçilmesi gerekiyor.

Derneklerimizin "herkese açık" niteliğinin, çalışmalarında dernekleri neredeyse merkez üs gibi kullanan Dönüş Hareketi’nin önünde aslında bir handikap gibi durduğuna inanmamın nedeni budur.

Bir hareketin politikalarını yapan, onu örgütleyen ve başkalarına ulaştıran insanlar titizlikle seçilmelidirler.   

Bu insanlar o hareketin "vitrin"idirler. Herhangi bir insanın yaptığı veya söylediği o kadar önemli olmayabilir ama bir hareketin "vitrin"inde oturan insanların her yaptıkları, her söyledikleri önemlidir.

Bu insanlar, mimiklerine varıncaya kadar gözlem altına alınırlar. Kimi zaman davranışları, kimi zaman da sözleri örnektir "başkaları" için. Hatta kimi gençlerin "idol"ü olurlar böyle insanlar.

Onun için bir hareketin politikası belirlendikten, nasıl örgütleneceğine karar verildikten sonra belirlenen görevlere "en uygun insan" konusunda kafa yorulur.

Bu belirlenen insanların yakın veya uzun vadede ne getirip ne götüreceği görülebilmelidir. Herhangi bir niteliği bir görev için uygun olan insanın başka bir zaafı, "vitrin"deki konumu itibariyle, harekete zarar verebilir. Böylesi durumlarda mesela bu insanın olumlu yönlerinden başka yollarla yararlanılmaya çalışılır.

Elbette herkes hata yapabilir. İnsan seçiminde de yanlışlar olabilir. Ancak ilkeleri net, politikası net hareketlerde bunlar "en aza" indirgenebilir. Eğitim çalışmalarına ağırlık verilerek "kadro" yaratma süreci hızlandırılabilir.

Bunlara ek olarak örgütlenmenin yapısı başlığı altında insanların göreve gelmeleri ve görevden alınmaları net olarak belirlendiğinde, kimi zaafları nedeniyle zarar verdiklerine inanılan insanlar başka görevlere kaydırılarak, verebilecekleri zararlar önlenebilir...

Çevremizden bunun gerekliliğine bir çok örnek verilebilir.

Mesela Diyanet İşleri Başkalığı’na dinsiz birini getiremezsiniz. Ağzı ne kadar iyi laf yaparsa yapsın, hatta ne kadar zengin olursa olsun. Parasıyla, hatipliğiyle daha yararlı olabileceği bir görev verirseniz daha yararlı olur bu insan.

Veya bir Ahlak Dersi öğretmeni sınıfta bir kız öğrenciye sarkıntılık yaparsa mesela, o sınıfta ne ahlak öğretmenine ne de ahlaka bir güven kalır.

Özelde Dönüş Hareketi, genelde ise Çerkeslerin diaspora örgütlülükleri ne yazık ki böylesi konulara, örgütlenme sanatının inceliklerine yeterince kafa yormadı. Ciddi politikalar yapamadı; politikayı yapanlar, şu veya bu ölçüde, örgütlenmeyi yapamadı ve örgütsüz hiç bir iş olamayacağı için de yıllardır yerimizde sayıyoruz. Hatta asimilasyonun hızını, görevlerimizin önemini ve aciliyetini göz önüne aldığımızda geriliyoruz...

Şimdi verdiğim örneklere veya Necdet ağabeyin değindiği konuya dönelim. Yıllardır "Dönüş, Dönüş" diyen biri, bir ağabey, bir yönetici şimdi bunun yolları açılmışsa ve hatta anavatan acilen ihtiyaç duyarken dönmüyorsa, inandırıcılığını yitirir. Dönüşün inandırıcılığını zedeler...Hatta dönüş düşüncesine zarar verir.

Bu durumdaki kişi kendi eksik ve zaaflarıyla bir hareketi veya örgütlenmeyi teslim almış demektir. Dönüş, dönüş diyor ama ne dönüyor, ne de koltuğu bırakıyor (burada elbette örgütlenmenin de zaafı var).

Aslında bu kişi Dönüş’e inanmıyor. Samimi değil...

Peki bu insan, kendisi Dönüş’e inanmayan bu kişi nasıl insanları anavatana döndürebilmek için canla başla çalışsın? Çalışmaz ki!

Kendisinin bugün neden dönemeyeceğine bin bir dereden su getirerek gerekçeler bulan biri bir başkasının gerekçelerine nasıl ikna olmasın? Olacaktır. Hatta için için böyle "gerekçeleri" olan insanların varlığına sevinecektir. Ne de olsa "gerekçeleri" olan yalnız kendisi değildir!

Peki böylesi insanlar "görevli", "sorumlu" mevkilerde iseler, nasıl dönüş düşüncesine inandığı halde, vatansever olduğu halde dönmekte tereddüdü olan birine tereddütlerini asma yolunda yardımcı olabilsinler. Böylesi insanlara yol yordam gösterebilsinler? Bu mümkün mü?

Düşünün bir Necdet ağabey gibi, düşünceleriyle pratiğiyle dönüş düşüncesine örnek bir insanımızı aslında çok önemli bir toplantıya çağırmıyorlar bile. Neden? Çünkü insanların dönmesini istemiyorlar ki. Söyleyeceklerinden korkuyorlar. Dönmenin mümkün ve gerekli olduğunun bilinmesinden.

Çıkmışlar "vitrin"e  inmiyorlar, "modanız geçti" diyorsun, "benim modam geçmez" diyor. "Yahu en akıllı sen misin" diyorsun, "ya ne zannettin" diyor.

Yöneticilik sanki onun kanında, sanki "genlerine kodlanmış" (Bu "genlere kodlanma" kavramını kim buldu bilmiyorum ama hoşuma gitti dogrusu :-)

İşin bir boyutu bu (yanlış örnekle bir cümlede geçiştirdiğim aslında böyle, hatta biraz daha geniş bir konuydu. Kırdığım arkadaşlardan tekrar özür dilerim).

Diğer boyutu ise aslında bu sonucun nedeni "politikasızlık" ve "örgütsüzlüktür. Ancak bu politikasızlığın ve örgütsüzlüğün sonuçları yukarı da sadece bir yanına değindiğim ama aslında çok daha büyük olumsuzluklar olmakta. Necdet ağabeyin bunu neden anlamadığını da ben anlamıyorum?

Kalın sağlıcakla.

 

 

Necdet Hatam
11.12.2005

Değerli Arkadaşlar,

Yılardır doğruluğuna inandığım savunduğum bir görüş var. Sizlerin, Ademey ve Lheperışü'ün tepkileriniz ne kadar haklı olduğumuz kanıtı. Dönüşün ilk günlerinden beri dönüşün "Dönüşçü; valizi hazır kişidir" gibi algılanması, bu algılamanın yaygınlaştırılmasına her platformda karşı çıktım. Bana göre dönüşün en büyük düşmanı bu bakış açısı bu algılama. Bizlerle birlikte dönüşü savunmuş arkadaşlarımızı, anavatana dönüş yapmadıkları dahası, yeniden diasporaya dönenleri de bu davranışlarından dolayı eleştirmediğimi bir çok platformda yazdım, anlattım. Arkadaşlarımızın eleştirileri, yeni koşullara göre dönüş programı yapmadıkları, yapanlara katkıda bulunmadıkları, dönüşü gündemden düşürdükleri için hak ettiklerine inanıyorum. Dönüşün temel ilkelerinden bazıları şunlardır:

1) Diasporada kalan er ya da geç yok olacaktır.
2) Var olabilmek ancak anavatanda mümkündür.
3) Dönüşün Adige ve Abaza halkları anavatan kesimi için de yaşamsal önemi vardır.
4) Anavatan kesimi için yaşamsal önemi olan dönüş, ulusal kültürel değerlerini ancak anavatanı öz suyu ile yaşatabilecek olan diaspora için de yaşamsaldır.
5) Hedef mümkün olan en kısa sürede mümkün olan en çok sayıda insanın anavatan sağlıklı yerleşmesini sağlamak olmalıdır.

Yani hiçbir gerçek; dönüşçü emekliliğine iki yıl kalan birinin emekliliğinden vazgeçip, dönüş yapmasını beklemez. Dönüş yaptığında geçimini temin edemeyecek birine hemen dönüş yapmasını önermez. Yaşama koşullarını sağlayamadığı için geri dönüş yapanları suçlamaz. Aksi kendisi ile çelişkili olur. Çünkü ana hedef sağlıklı dönüştür. Ancak; gerçek dönüşçü, dönüşçüyüm diyen herkesin dönüşe katkıda bulunmasını bekler. Yine gerçek dönüşçü, anavatan için emekliliğinden vazgeçemeyenlerin, işsiz kalmayı göze alamayanların, aylığının diyelim yüzde beşini anavatandaki çalışmalara katkı olsun diye gönderemeyenlerin; anavatanı demokratlaştırma, bağımsızlaştırma, birleştirmeyi amaçlamış gibi tartışmalarının mantığını anlayamaz, gülünç bulur.

Aylığının belirli bir kesimi ile anavatana katkıda bulunmayanların, hayatlarının her günü, bir başka alanda bedel ödeyerek, gerektiğinde tüm yaşamını bağışlayarak anavatan bekçiliği yapanlara tahammül edemez.

Ancak iki şeyin altını çizmek istiyorum.

1) Bu söylediklerim siz iki kardeşimin özeline değildir.
2) Sevgili Talebe’de öyle sanıyorum ki, emeklilik konusunu sizler için gündeme getirmemiştir.

Talebe'nin, kendisi gibi bu konuda biraz eskilerin anlayacağı bir gönderme yaptığını, ayrıca bu yapıda olanların dönüş hareketinin kurmayları olamayacaklarını, dönüşü planlayamayacaklarını vurgulamak istemiştir. Sanırım bu konuda, sizler de Talebe'ye hak verirsiniz değil mi?

Sevgiyle...

 

 

Lheperuj
11.12.2005

Doğrusu bu tartışmaya katılmaya niyetim yoktu. Fakat renkli paketler halinde süsleyip, püsleyerek sarıp sarmalayarak sağa sola fırlattığınız taşlar nihayetinde yine taştır ve birilerinin camını kırar. Her şey hayata çarpar sonunda. Dönmüş olan fakat 7-8 yıldır hala pasaport alamamış olanlar var. Dönmüş olan fakat yıllardır bir iş bulamadığı/kuramadığı için buradan ailenin gönderdiği ile geçinenler var. Dönmüş olan fakat Mafya müsaade etmediği için başka şehirlere gidip yerleşenler var. Dönmüş olan fakat...

Neyse.

Görüldüğü gibi sırça köşkte oturanlar başka camlara taş atarken dikkat etmelidirler. Buradakiler oraya yüklenmesin diyoruz sürekli ama oradakiler de eleştiri de biraz daha insaflı davranmalılar bence. O nedenle sürekli birilerini suçlayıp mahkum etmeden, doğal seyrini doğal bir şekilde nasıl hızlandırabileceğimizi düşünsek daha iyi olur bence. Sürekli birileri ''en kahraman Rıdvan'' olmak zorunda değil. Bütün bunlara rağmen dönüş bizim halkımızı kurtaracak yegane çözümdür.

Dönebilen döner, dönemeyen dönebilecek olanlara yardım eder, teşvik eder. Bu konu burada tartışılamayacak kadar hassas bir konudur şahsi fikrimce.

Saygıyla.

 

 

Talebe
11.12.2005

Bazı arkadaşlar acaba kimi konuları bu, böylesi platformlarda tartışmak doğru mu türünden, kaygılarını dile getiriyorlar. İyi niyetli olduklarından şüphem yok. Bu yöndeki kaygısını bugün dile getiren arkadaş da iyi niyetli. "Dönüş bizim halkımızı kurtaracak yegane çözümdür" diye düşündüğü için olsa gerek, dönenlerin karşılaştıkları kimi sorunların böyle "uluorta" tartışılmasının, dönüş hareketine zarar verebileceğini düşünmüş olmalı. Ancak, kimsenin böyle bir kaygıya kapılmasına gerek yok diye düşünüyorum. Bu ve benzeri konular zaten her yerde şu veya bu biçimde konuşuluyor. Hatta çok daha olumsuz olanları, yalan yanlış bir çok şey konuşuluyor.

Açıkça konuşamayanlar da düşünüyor... Bu konular böyle açıkça konuşulduğunda ne olacak? Merak etmeyin dünyanın sonu gelmeyecek. Eğer bu anlatılanlar doğru değilse birileri çıkıp, "doğru değil bunlar arkadaş" deyip doğrusunu anlatacak. Yok eğer doğruysa ve eğer ilgili insanlar bunları şimdiye kadar göremedilerse, görecek ve çözülmeleri yönünde adımlar atacaklardır. Bunun neresi kötü? Ne gerçeklerden kaçmak mümkündür, ne de bunun bize bir yararı var. Tam tersi, her şeyimizi her insanimizin görebileceği açıklıkla gözler önüne serme zamanı geldi de geçiyor bile. Bir çözüm bulabilmek için önce sorunu görebilmek gerekiyor. Öyle kıyısında köşesinden değil tam "on iki"den vurmak... Bu yapılamadığında, her hangi bir sorunu çözmek için bir araya geliyoruz. Bu sorunun çözümünün, tüm sorunlarımızı da çözebileceğini sanıyoruz. Çalışıyoruz çabalıyoruz ama fazla bir ilerleme kaydedemiyoruz. Kimi ürünler çıkıyor belki ortaya ama asıl sorun bütün çıplaklığıyla hala ilk günkü gibi duruyor ortada. Nerede hata yaptık diyor, yeniden bir çaba içerisine giriyoruz ama sonuçta değişen yine bir şey yok. Bu kısır döngü kimilerimizin yorulmasına, umutsuzluğa kapılmasına yol açıyor. Bunu değiştirmeliyiz! Bir tartışma platformu yaratmalıyız.

Bütün araç ve yöntemlerle her insanimizin bu tartışmaya katılmasını sağlamalıyız. Düşüncelerini, önerilerini almalıyız. Bunların ışığında, yolumuzu çizmeliyiz. Gerekirse gazetelere yazmalı, sokaklara çıkmalıyız. Duvarlara yazılama yapmalı, pankart asmalı. Kuslamalar, pullamalar... Mümkün olan her yöntemle ta ki; "sağır sultanlarımız" duyuncaya kadar anlatmalıyız derdimizi. Görev dağılımı yapmalı, sorumluluklar almalıyız. Herkesin yapabileceği bir şey var aslında ama yazık ki, bunları örgütleyecek, bu çalışmaları bir güç haline dönüştürecek önderliğimiz yok. Diğer bir sayfada bir başka arkadaş "yeter artık, birilerinin arkasından yürüyelim" diyor ama öne çıkıp "arkamdan gelin" diyebilen yok; bu güç yok! Kimi zaman soruluyor: Niye hala kimse şu kadar veya bu kadar bağış bile yapmıyor, maddi katkı da bile bulunmuyor diye? Hatta imkanı olanlarımız bile yapmıyormuş...Arap’, Kürt’ü, Ermeni’si, yerlisi bunu yapabiliyor da biz neden yapamıyoruz, diye. Bizim bu gücümüz yok mu? Biz bu kadar "kötü" bir halk mıyız? Değiliz elbette, bu gücümüz de var! Ancak bağış veya yardım toplayanlar bilirler. Kafalarda eğer "acaba doğru yere mi yardımda bulunuyorum", "acaba yerine ulaşacak mı" gibi sorular varsa, yardım veya bağış toplamak mümkün değildir. Vermez insanlar...

Herhangi bir kurumun veya örgütün en çok ve en az bağış topladığı dönemleri karşılaştırın. En çok iş yapılan, en çok güven verilen dönemlerde toplanılan bağışlar da aynı oranda yüksek olur. Evet bağışı insanlar toplar ama bağış o insanin temsil ettiği kuruma, derneğe veya örgüte verilir. Belirleyici olan kurumların yaptıkları işler, verebildikleri güvendir. Ortada böylesi somut işler olmalı, başarılar ve bunlar insanlara anlatılabilmeli. İşte o zaman yardımlar da artar! Ne yapmalı, 'nasıl yapmalı'yla birlikte "nereden başlamalı" sorusunu sormalıyız.

Bana sorarsanız; şimdiye kadar yapılanlardan da dersler çıkararak "sıfırdan". Neler yapmalı, nereden başlamalı gibi sorular sorulurken kimi hedeflerin konulması, kimi niteliklere vurgu yapılması hiçbir insanımızı ürkütmemeli. Kendimizden, kendi kişisel gerçekliğimizden; kaygılarımızdan, korkularımızdan veya olanaklarımızdan yola çıkarak çalışmaların sınırlarını çizemeyiz. Ben bunu yapamam öyleyse bu yapılmasın diyemeyiz. Bir halkın, hareketin çıkarlarını kişisel gururumuza kurban edemeyiz. Objektif olarak; dışarıdan veya yukarıdan soruna bakabilmeliyiz. Böylesi bir objektiflikle yapılması gerekenleri belirleyebilmeliyiz. Bu belirlendikten sonra, yapılması gerekenler bunlar ve/ama ben bu kadarını yapabilirim, diyebilmeliyiz. Böyle olunca hem bir gelişmenin, hem de gelişecek böylesi bir hareketin bizi kişi olarak da daha da geliştirmesinin önünü tıkamamış oluruz.

Kalın sağlıcakla.

 

 

Şhalaxhue
12.12.2005

Merhaba sevgili Talebe,

Diğer bir sayfada bir başka arkadaş "yeter artık, birilerinin arkasından yürüyelim" diyor ama öne çıkıp "arkamdan gelin" diyebilen yok; bu güç yok! Bu cümleler yüksek fikirlerinizi ihtiva eden gayet müstefit (*) olunabilineceğini düşündüğüm yazınızdan. Siz zâtâli hazretleri nasıl düşünüsünüz bilemiyorum ancak "Adıghabze Txen" konu başlığına atıfta bulunduğunuzu düşünüyorum. Bu tespitinize de acizane reddiyemi lütfen makuldür buyurun. Arkamdan gelin deme mantığı bizlerin geleneksel seciyesine uyan bir tespit değil. Aksine her katılımcı adedince alfabe mevcut. Karşılıklı teatilerle en münasip olanı bulmaya çalışıyoruz. Bu konuda sizi haklı kılacak olan başından beri ısrarla altını çizdiğiniz teşkilatlanma ve ittihat meselesidir. Orada katkıda bulunanlar bugüne kadar muhaberat eksikliği nedeniyle yıllar önce vuku bulması gerekenler bugün tezahür ediyor. Sizlerin iddiasının aksine alfabe tanzimi konusunda Türkiye temamına teşmil çalışmaların olduğu bu konuya dair izahatnamelerin yayınlandığı malumunuzdur. Sonuçta bizler bir ittihat ve tekamul (**) sonucuna vasıl olacağız. Aynı tezahürlerin bu konu başlığı altındada vaki olmasını diler saygılar sunarım.

(*) Yaralanma. (CC)
(**) Olgunluk, olgunlaşma, gelişim,gelişme (CC)

 

 

a-e
12.12.2005

Selamlar

Benim bir önerim var belki de bu yapılmış bir şeydir. Acaba Türkiye’de herhangi bir Tv kanalında çalışan bir Çerkes yok mu? Varsa bu ve bu gibi Çerkeslerin küçük bir katkısıyla dünyanın her bölgesine gidip tanıtım amaçlı belgeseller yapan bir program Çerkes ülkelerine gidip oraları tüm gerçekleriyle herkese gösteremez mi? Böyle bir programı bence tüm Türkiye’deki Çerkesler ve diğer halklardan insanlar izler. Ayrıca video görüntüleri sitede de verilmelidir varsa en azından dönmek isteyenlerin yurtlarını tanımalarına imkanlar sağlanmalı. Çerkes yurtlarının canlı görüntülerine ve varsa bu yurtlar hakkında tanıtım videolarına nerden, nasıl ulaşabilirim?

Saygılar.


CircassianCanada Notu: Sayın a-e, daha önce müzikleri dinleyebileceğiniz ve bilgisayarınıza yükleyebileceğiniz bir sayfamız vardı. Ancak server şirkleriyle yapılan anlaşmalarda belli bir boyutta hizmet verebiliyorsunuz. Bunun dışına taştığınızda yıllık ödediğiniz ücretin neredeyse iki katına çıkan ücret ödememiz gerekiyor. Aynı sorun video yayınları için de geçerli. Bizim ne yazık ki, bu tür dosyaları yayınlanacak denli ekonomik gücümüz yok. Bu nedenle bu hizmetleri veremiyoruz.

Saygılarımızla.

 

 

Talebe
12.12.2005

Merhaba Sayın Shalaxhue,

Ne dediğinizi tam anlayamadığım için bir yorum yapamayacağım. Ama şu "simyacı" titizliğiyle, bir cümlenin iki kelimesini, hem de tırnak içerisine alarak kendisinden önceki ifade tarzına uygun olması kaygısıyla yazdığım iki kelimeyi baz alıp bana geleneklerimizi hatırlattığınız için teşekkür ederim. Daha önce de bana " falan feşmakan" anlatmamam gerektiği uyarısı yapmıştınız. Naçizane!... Abregeyapşaşe'nin hoşcakalın yazısına ilk olumlu tepkiyi -gitmemesi gerektiği anlamında- göstermenize hem sevindim hem de şaşırdım. Sevindim çünkü Abregeyapşaşe'nin hem de bu nedenle ayrılmasını istemiyorum. Ve bu tavrınız sevindirici. Şaşırdım çünkü (Eğer bu takma ad, Shalaxhue ile yazanlar aynı kişi ise) Abregeyapşaşe'nin kırılmasına, üzülmesine neden olanların başında geliyorsunuz. "Bir Çerkes’in Çerkes Olmayanlarla Yaptığı Evlilik" başlıklı sayfada yazılanlara tekrar göz atın isterseniz. Özellikle "Shalaxhue" imzalı yazılara. Şu Birleşik Arap Emirliklerinden verdiğiniz örneğe. Hani bir yabancı ile evlenen bir Arap kızının vatandaşlıktan çıkarıldığı örneğine. Bunu herhalde yabancılarla evlenen kızlarımızı daha çok sevelim diye vermemiştiniz. Ve ya şu "Adigaghe bayrağını yükselten" diyerek selamladığınız Hatko Vural’ın 27.10 tarihli yazısına. Hatko Vural'a herhalde Abregeyapşaşe'ye anlayışla yaklaştığı için destek vermemiştiniz? Hem de öncesinde bu bayan arkadaşımızın "ben Çerkes"im çığlıklarını hiçe sayarak... Arzu hanıma "siz de bir nevi günah çıkarıyorsunuz" demeyi de ihmal etmemiştiniz!

Soruyorum gerçekten: Siz o sayfada yazan "Shalaxhue" ile ayni kişi misiniz? Cevabınız evet ise, sizi nasıl ciddiye alıp da cevap vereyim? Zaten ne desem, siz yine geleneklerimizden, thamadelerimizden bu tavrınızı da haklı çıkaracak örnekler bulabilirsiniz. Bana çaresiz sizi dinlemek düşüyor...

Kalın sağlıcakla.

 

 

Özlem Özdemir
12.12.2005

Sevgili Talebe,

Seni kırmak olmazdı... Tahir efendi bana kelp demiş iİltifatı bu sözde zahirdir. Malikî benim mezhebim zira İtikadımca kelp Tahir’dir. (Ziya'dan)

Sevgilerimle.

Not: Yukarıda kullanılan Ziya kelimesi, aydınlık anlamında kullanılmıştır. Nefi'ye ait bu dizelerin farklı yorumlanmasını önlemek adına.

 

 

Talebe
12.12.2005

Sevgili Özlem,

Daha önce de "...kervan yürüyor, yürüyecek" diyerek bana üstü örtülü bir laf demiştin. Şimdi de "kelp" diyorsun. Aynı anlama geliyor... Böyle mısraları ortaya atıp, daha sonra "sen niye üzerine alınıyorsun" demenin kapısını açık bırakıyorsun. Başkasını kastetmiş olsan bile bu tarzını onaylamam mümkün değil. Daha önce kendi tarzımda bu tavırlarına tepkimi göstermiştim. Ama herhalde anlamadın. O gelenek göreneklerimizi de çok iyi bilen büyüklerimizin tepkisiz kalmasından yola çıkarak bu sitede yerimin olmadığını düşünmeye başladım. Sana/size yürüdüğünüz yolda başarılar diliyorum. Ben "Yaşasın Anavatan", "Yaşasın Dönüş", "Yaşasın Birleşik Örgütlü Diaspora" şiarını haykırmaya devam edeceğim.

Kalın sağlıcakla.

Şiar: Ülkü, Düstur (CC)

 

 

Şhalaxhue
12.12.2005

Merhaba sayın Talebe,

Öncelikle Şhalaxhue benim aile adım. Adım da kimliğim de sitede bilinmesi gerekenlerce malum. Bunun dışında sitede yazanların bir çoğu ile de çeşitli vesilelerle tanışıklığım iletişimim mevcut. Sizin gibi bir şeyleri gizleme ihtiyacımda yok ya da gizlenme ihtiyacında değilim. Gerçi böyle esrarengiz oluyorsunuz, size de yakışıyor. Sakın üzerinize alınmayın ama buna biraz kharabğağe derler bizde. Tabi biz sizin çok önemli mevkilerde ve çok değerli örgütsel eylemlerde bulunup bulunmadığınızı bilemediğimiz için yanılıyor da olabiliriz. Varsa yanılgılarımızı düzeltmek lütfunda bulunursanız sevinirim.

Sizin taktik strateji ve de fonksiyonel örgütlenme üzerine epeyce önemli gayretleriniz gözdende kaçmıyor. Buyurduğunuz gibi ardımdan gelin demenizi bekliyoruz. Bu güç sizde var. Sanalda bu başarıyı gösterdiğinize göre ortaya çıkıp zatı şahaneleri sizin kimliğini öğrenirsek daha da ileri adımların atılacağı tartışılmaz bir gerçekliktir. Evlilik konusundaki görüşlerimden önce müsaadenizle farklı konularda bir kaç acizane görüşümü de arz edeyim. Mesela dil konusu. Açıkça kişinin kullandığı dilin ait olduğa kültüre hizmet ettiğine inanırım. Ana dilim dışındaki özellikle sizin gibi duru Türkçe ile yazanların görüşlerini bilgi düzeyinde irdelerim. Daha ötesi yok. Onun için bana ait bir dille söylenmeyen görüşler öncelikle beyanda bulunan şahsiyetle tarafımdan ilişkilendirilir. Arkası da malum. Bu anlamda gizil kişiliğinizi yazılarınızdan tanımasak da fikirlerinizde hala tekrar ötesi bir şey bulamadığımı arz ederim.

Evlilik konusunda silinen yazılarımı hatırlamadığınız anlaşılıyor. Önemi de yok. Açıkça yazayım; yabancı evliliklere karşıyım. Bunda da gerçekleşen evlilikler bazında bir fikir beyan etmedim. Verdiğim örnek yalansa buyurun ispat edin. Anlatmak istediğim sosyolojik gerekçeleri dikkate almadan bu konunun tartışılması anlamsızdır. Evlenmiş, barklanmış aramızda namus şeref ve haysiyet bağı kurulmuş kimselere de laf etmeyi hiç bir şekilde de mazur görmem. Alınan birileri yazıma yanıt vermemişlerse bugün bunu sizin gündeme getirmenizi de hava puslu diye yorumlarım.

Sayın Talebe ‘’ben Çerkes’im’’ çığlıklarını hiç bir zaman önemsemedim. Önemsemem de. Düşüncelerim o kadar net ki, çığlığın ardından neler geldiğine o kadar aşina olduk ki... Teşkilatlanma anlamında ya da ilmi siyaset bazında benden olmayan insanlara şartlı ya da şartsız güvenmemi gerektirecek bir sebep göremiyorum. Bunlar benden olmayan uzantılardır. Farklı görüşlere mensup Çerkeslerle her şeyi paylaşırım, onlarla Çerkeslik gibi yeterli bir paydam var.

Kürt, Ermeni ya da başkaları ile sosyal ilişkiler ötesi hiç bir ortak noktam olamaz. Bunu yaklaşım olarak savunanların tutumları da neye göre değerlendirilecektir sorusunda da kriter bellidir. Siz rahatınıza bakın.

Seviyorum bu atasözlerini ne yapayım, benim onlar işte bana ait. Size Türkçe’sini yazayım; ‘’kuytu köşe yiğitliğinden’’ söz eder atasözüm. Atalarım seni ne zamandan görmüş sayın Talebe. Aksilik işte. Evet sayın Talebe fikirleriniz çok yerinde; buyurun ardından geleceğim ama önce bir cemalini olmasa da aile adını bağışla bizlere lütfet. Korkmayın primitif yaklaşımlarla werkh, pşı, wuneut diye yaklaşımda bulunmayacağım. Evet sende o güç var. Yaptığın planı artık eyleme dök, pratiğinin de iyi olacağına eminim. Sayın Talebe thamadelerimizin geleneksel olarak sizin gibilere verdiği önem, sizi zafer sarhoşluğuna sürüklemiş. Galiba bu kadarı da size yetecek gibi görünüyor.

Artık somut işler zamanı sayın Talebe Sayın Talebe, adınızı çok gizli konumunuzdan dolayı açıklayamazsanız, birine icazet verin o da kabulümüz. Sayın Şenvar’ı burada saygıyla selamlıyorum. Sayın Şenvar yüksek tecrübelerinizden istifade ettik. Dernek ve örgütlenme üzerine bizlere lütfettiğiniz fikirler arasında nick al sonra uzaktan örgütü kurarsın diye bir şey yoktu. Hayret öğreneceğiz hep beraber. Size başarılar sayın Talebe ama bizleri eylem bazında fazla bekletmeyin.

 

 

a-e
12.12.2005

Selamlar Sayın Talebe,

Size bir önerim var. Ben böyle bir karar almayı düşünüyorum, bilmem siz ne dersiniz? Biz bu konu başlığına yazmaktan vazgeçelim. Özlem hanımda mısralarıyla her gün öncülük etsin burada onu dizeleriyle asla anlamayacak olan insanlara yol göstermeye. Hiç bir büyüğün mısralarıyla insanlara hakaretler yağdıran hanımefendiyi uyarmıyor olması onun haklı olduğunu düşündürüyor. Haklı olan hanımefendinin dediği gibi yolunda yürür. Belki de ilk defa ortak bir noktada buluşulabilecek bir konu Özlem’in mısralarına kurban gitti. Size başarılar özlem hanım Bende yaşasın halkların kardeşliği şiarını haykırmaya devam edeceğim.

Saygılar.

 

 

Elif
12.12.2005

Selamlar Talebe,

Öncelikle yazılarından büyük zevk alarak okuduğumu ve takip ettiğimi bilmeni isterim. Bak sana ne diyeceğim! BİLİNÇLE VE EMEKLE Çerkes halkı için mücadele verenlere. Muhalif oldukları halde. Saygılı görünmek adına dişlerini sıkarak aba altından sopa gösteren şahsiyetlere bakıp ta, Çerkesliği sadece Çerkesle evlenmenin mantığında arayan boş düşünceler ile yolumuz çok zor ve uzun görünüyor. Sakın yılma!

Hepimize kolay gelsin.

SEVGİYLE.

 

 

Baykaldı H.
12.12.2005

Sayın Talebe,

Sayın Şhalaxo’ya yazdığınız yazının bir kısmını da ben üzerime alıyorum. Çünkü bir Çerkes kızının evlilik yaparken dikkat etmesi gereken en önemli konu; bana göre yabancı evlilik yapmamasıdır. Eğer Çerkesliğimizi ön planda tutarak uğraş veriyorsak, saatlerce ekranın karşısında bu konularda kafa yoruyorsak, çok seçici olmak zorundayız. Biz günlerce asimile olmamızdan dem vururken, sürekli dilimizi kültürümüzü kaybettiğimizden yakınırken, elbette bu konudaki hassaslığımızı vurgulamamız gerekecek.

Benim Sayın Abrek hanımla bir husumetim yok. Kendini de tanımam. Ki, kendisi dil bilmese de bizim saf Çerkes kızımız. Yaptığı yabancı evlilikte de yargılayamam, onun kendi tercihidir. Bu bizim Uzunyayla’da daha katıdır. 4 kız kardeşimden biri bir Türk’le evli. Eniştemizin çok iyi bir insan olmasına rağmen sülale tarafından yabancı evlilik benimsenmedi ve dışlandı. Sadece görebildiği biz kardeşlerimiz var. Aynen Abrek hanım gibi içinde müthiş bir Çerkeslik duygusu var ama yapabileceği pek fazla bir şey yok. Karşı taraftan zaten anne babası dahil kimseyle görüşmüyoruz, istesek de olmuyor. Çünkü konuşmalar doyurucu değil, ortak hiçbir özelliğimiz yok. Çocukları ise ne oradan ne buradan. Ya Çerkes olacaksın her şeyinle ya da bırakacaksın bu davayı, aksi takdirde sayın Abregeyapşaşe’ye olanlar gibi sürekli eleştiri alır, kimileri tarafından dışlanırsınız. Bu kültür çatışması her zaman olacaktır, tabi tamamen yok olmadan. Benim asıl vurguladığım, eleştirim genellemedir. Abregeyapşaşe hanımı bir kenara bırakarak soruyorum; acaba siz yabancı evliliğe karşı değil misiniz?

Saygılar.

 

 

Elif
12.12.2005

Selamlar Özlem,

CC'nin sansürüne takılıyor yazılarım. O yüzden sana, senin üslubunla cevap veremiyorum. Saygısızlığına devam etmeye niyetliysen şairleri, paşaları alet etme buna direk kendi yorumlarını alalım. Varsa tabi (!)

 

 

CC
12.12.2005

Maf Şhalaxhue,

Yurtdışından gelen yazılar saat farkı nedeniyle daha önce girmektedir. Aynı sorunu sayın Z. Besleney beyde de yaşadık. Bizim katılımcılarımız arasında bir ayrımımız yoktur. Hepinize aynı sevgi ve saygıyı duyuyoruz. Bu nedenle kimseye ayrıcalıklı davranamayız.

Maxu Nıbjeghuxer
CircassianCanada

 

 

Şhalaxhue
12.12.2005

Merhabalar,

Yeni bir imtihana hep beraber hoş bulduk. Adige kızıyla hayat arkadaşlığı kurmak, ona layık olmak, sonu ölüm gibi bir olağan üstü olayla bitecek bir yola çıkmak yürek ister yürek. Kendisine dünyayı hayran bırakmış Fransızca’ya "Çerkes kızı asaleti gibi" diye bir deyimi hediye etmiş Adige kızının gönlünü almak ona evet dedirttirebilmek ise ayrı bir maharet ister. Gelecek neslini bir Adige kızına teslim edebilmek ise feraset konusudur.

Sevmek, aşk gibi konular gündemiyle de olsa Çerkes kızını bir şekilde; hem cinsleriyle kıyaslayanları, o kızlarımızın asil duygularına havale ediyorum. Hele hele maddiyat gibi bir gerekçe ile kıyas yapanları toplumsal vicdanımıza havale ederim. Bir önemli konu sakın ola kimse efendim Çerkes kızları şimdilerde şöyle böyle falan, feşmekan örneklemelerini gündeme getirmesin. Bunlar bile kızlarımızı bu tartışmaya taraf yapamaz. Eğer kızlarımız istisna ya da değil bir eleştiriye muhatap kılınacaksa onların sosyo-kültürel ihtiyaçlarına cevap veremeyen bu anlamda özgün bir görünüm arz etmeyen gençlerimiz ilk öz eleştiri yapanlar olmalıdır. Bu iş böyle, Adige kızına layık olabilmek gerçekten çok ama çok zor. Bu zorluğa kılıf bulanlara da hayırlı işler dilerim. Onlarında gösterdikleri performans önemlidir. Yani Eros'un oku falan doğruysa; bunu toplumsal duyarlılıklarını kaybetmediklerini ispat ederlerse, bir parça mazur görebilirim. Kötü emsal, misal olmaz. İstisnalarda kaide değildir. Çerkes kızı dillere destandır. Biz bunun idrakinde değilsek hiç bir şeyinde önemi yok. Çerkes olmayanlarla evlilik yapanlara da özel bir eleştiriyi şu ana kadar düşünmedim. Onlarında sadece yörüngelerine bakarız. Şahsi seçimleri de kendilerini bağlar. Ancak Çerkes kızını da basit bahanelerle bir tercih kıyasında asla görmedim görmemde. Bahane aşk meşk falanda olsa...

Sayın Talebe sözünü ettiği konu başlığındaki görüşlerim bunlar. Aynı konu başlığındaki bütün yazılarımdaki görüşlerimde bir değişiklik yok.

 

 

Talebe
13.12.2005

Selamlar, S. Shalaxhue,

Yukarıda aktardığınız yazıyı 18 Ekim tarihinde yazmışsınız. Hemen başlarda... Sonra başka katılımcılar görüşlerini belirtmişler. Siz de devam etmişsiniz görüşlerinizi açmaya... BAE'den örneği aktarmışsınız. Yabancılarla evlenenlerin (kızların) bu ülkede vatandaşlıktan çıkarıldığını söylemişsiniz. Niye vermiştiniz bu örneği?

Sayın Hatko Vural’ın 27 Ekim tarihli yazısını tekrar okuyun. Herkes okusun! Bu yazıyı "Adigaghe bayrağını ‘’yükselttiği’’ için "kutsamışsınız". Sayın Abreg Julat, 2 Kasım tarihli yazısında "asimile olmaya bu kadar meraklıysanız ne işiniz var bu sitede?" diye sormuş. Abregeyapsase, "ben tasvip ediyorum demedim ki, sadece artık insanları gücendirmeyin dedim" diye cevaplamış. Sesiniz çıkmamış. Niye çıksın ki? Abregeyapsase'nin olgun bir insana yakışan tavrını selamlıyorum. İzleyicileri, sizin buraya sadece bir kısmını aktardığınız yazılarınızla ve sizi de vicdanınızla baş başa bırakıyorum.

Not: Bırakın artık bu "Kimlik, Nüfus Cüzdanı, Pasaport..." gibi soruları. Tartışalım, anlaşalım, bir toplantı yapar tanışırız demişim. Ötesi demagoji! Sayın Kaya Şenvar'a atıfta bulunduğunuz için değiniyorum. Sorun bakalım kendisine: Eğer insanlar, onun bir yabancıyla evlenen teyzesinin oğluna sizin gibi tavır almış olsalardı, o insan bugün aramızda, sevdiğimiz; saydığımız bir çalışanımız olur muydu? Şimdi kimse "kişiselleşiyor" vs. gibi uyarıda da bulunmasın lütfen. Şimdiye kadar neredeydiniz?

Sayın Baykaldı H., Sorunuzu söyle cevaplayayım. "Dönüş", "Kalış" tartışmalarının yoğun olduğu dönemlerde iki arada bir derede kalırdım. Bu yabancılarla ilişkiler- evlilikler her iki tarafla da anlaşamadığım bir konuydu. "Kalış"cı arkadaşlar asimilasyon sorununu gözardı ediyor, küçümsüyorlardı. Halkımızın asimilasyona karşı, önlem mahiyetindeki tepkilerini, reflekslerini anlamıyor; hatta "milliyetçi", "kafatasçı" gibi suçlamalar getiriyorlardı. "Dönüş"çü arkadaşlar da kimi geleneklerimizi, güzelliklerimizi olduğundan fazla abartıyor (benzeri çıkışlara zaman zaman bu sitede de rastlamak mümkün), dünyanın küçüldüğünü; halkların ve kültürlerin özellikle Türkiye gibi birden çok ulusun, ulusal azınlığın içice yaşadığı ülkelerde birbirine yakınlaştığını göremiyor, koruma içgüdüsüyle gereğinden fazla içine kapanıyorlardı. Eğer asimilasyon varsa, eğer bir azınlık milliyet olarak yaşıyorsak yabancılarla evlilik de olacaktır. Bunun altında da öyle mutlaka maddi vs. nedenler yatmıyor ama yabancılarla evlilikler de asimilasyonu hızlandırıyor. Asimilasyona karşı bugünden yarına hemen alınabilecek önlerden biri de mümkün olduğu kadar bu evlilikleri önleyebilmek, en aza indirmeye çalışmaktır. Bunu yaparken ama ne kendi güzelliklerimizi abartmalı ne de "yabancıları" yerin dibine sokmalıyız. Her halkın güzel insanları var ve iç içe yaşadığımız bu güzel insanlar şu veya bu gencimizin veya kızımızın kalbini çalabilirler. Asimilasyonu hızlandırdığı için "yabancılar"la evliliği kategorik düzeyde reddederken, böyle evlilikler yapan insanlarımızı dışlamamalı, onların güzelliklerini görebilmeli ve katılmak isteyen herkese, bize ve çalışmalarımıza saygılı oldukları ölçüde kurumlarımızı, örgütlerimizi açmalıyız.

Saygılarımla

 

 

Talebe
13.12.2005

Selamlar a-e,

Siteye bir daha yazmamayı aslında çoktandır düşünüyorum ama bunun kime bir yararı olacak bilemiyorum. Karar veremiyorum... Neyse... İnceldiği yerden kopsun diyor, bekliyorum. Tekrar "buradayım" demene sevindim.

Sevgiler, saygılar.

 

 

Abregeyapşaşe
13.12.2005

Merhabalar Sayın Talebe,

Aslında sana güzel kardeşim hitabıyla başlayacaktım fakat bir gaf yapmamak adına(benden küçük ya da büyük olup olmadığını bilmediğimden) genel hitap şekli ile başladım. Benim adıma daha önceki söylemlerden rahatsızlık duyduğunu farkedince yazmadan edemedim. Şöyle yazdıklarına ve geçmiş yazılara baktığımda evet biz Çerkes kızlarını incitebilecek yazılar gördüm ve bazı arkadaşların mail adreslerine gereken cevabı verdim.

Daha sonra yine bir yazıda Abreg Julat özür diledi ve bende kabul ettim. Onun haricinde bana şahsıma değil de genel konuşulurken bir bayan olmamız hasebiyle alınacağımız sözler olmuştur ama bu konuda herkes konuştu bazı şeyler vardır yaşayarak öğreniriz o nedenle yaşamadan afaki konuşmalarımızda sağlıksız olur. Belki bende bir Çerkes evliliği yapmış olsam şimdi burda efendim asla dışarıya gitmezdim on kalbim olsa birini bir yabancıya vermezdim gibi konuşmalar yapıyor olacaktım belki de kısacası herkes yaşadığı kadarını bilir konuşur ve düşünür.

İnsanların fikirleri değişkendir dünkü düşüncelerimiz bugün bize saçma gelebilir ya da kişisine duruma hale göre her an değişim gösterebilir. Sizin hiç tasvip etmeyeceğiniz bir davranışı en sevdiğiniz en yakınınız biri yaptığında dışardaki daha az tanıdığınız birine göre ona daha toleranslı davranabilirsiniz. Neticede kim ne derse desin insanları olduğu gibi kabul etmekte fayda var yoksa her söylediklerini takip eder sen dün böyle diyordun ama bugün farklı konuştun diye takip edersek biz yorulur biteriz. Bana o zaman bazı arkadaşlarım bak biz bunları yazıyoruz ama sen bizim canımızsın alınma bunları anlatmamız gençlerimize yol göstermemiz bunu yaparken de örneklememiz gerekiyor dediler bende o zaman istediğinizi yazın demiştim. Sonradan doz kaçırılan yerlerde de lütfen artık insanları incitmeyin dediğim oldu. Şimdi ben benim için düşüncelerinden dolayı sana yürekten teşekkürlerimi sevgi saygılarımı sunarken üzülmemeni rica ediyorum.

Hoşçakal.

 

 

Kaya Şenvar
13.12.2005

Talebe’ye,

1) Hatırlanırsa eğer, NICK'le yazanlara cevap vermeyeceğim demiştim.
2) Fakat Şhalaxue'ya yazdığınız ve sorduğunuz birkaç soruda ismim geçiyor, dolayısıyla öncelikle ne demek istediğinizi anlamadığımı belirtirim.
3) Bahse konu ettiğiniz teyzemin oğlu hangisi anlamadım? Benim bir çok teyzem var. Hangisinin oğlu?
4) Tahmin ettiğim kişi ise; o kişinin memleketimde aktif olarak dernek faaliyetleri sürmektedir ve Şhalaxue ile yakın görüşmektedir. Ayrıca eğer bahsettiğiniz kişi o ise, hanımı da Çerkes'tir. (İsim vermiyorum.)
5) Şhalaxue arkadaşımla ben sık sık görüşüyorum. Kendisi benim memleketimde 4 yıl gibi bir süre öğretmenlik yaptı. Orada çok güzel ve seviyeli ilişkiler ve dostluklar kurdu ve dernek dahil birçok kişiyle de gücünün ölçüsünde çalıştı. Bahsettiğiniz teyzemin oğluyla da çok yakın arkadaştır.
6) Sonuç olarak hedefinizi anlamadım?
7) Özel mail adresinizi verin ya da telefon numaranızı bilsem sizi ararım, orada görüşürüz.
8) Asimilasyon mücadelesiyle ne şekilde ve hangi meşakkatle mücadele ettiğimi beni tanıyanlar bilirler. Size de anlatırım gerekirse ama gerçek isminizi ve kimliğinizi açıklarsanız.
9) Kimliğinizi açıklamazsanız, son olarak deklere ediyorum "Hiç muhatabım değilsiniz". Bir daha da bana ve benim tarafıma Nick'li yazdığınız yazılarda ithafta bulunmayınız.

Selamlar...

 

 

Bülent Atçı
13.12.2005

Sayın Talebe'nin teşhisi doğrudur, yabancı evlilikler olacaktır. Ancak bunun bize zarar verdiği gerçeği de unutulmamalıdır. Bunun asgari de olası yönüne bakılmalı bence. Zarar vermezse şu an Abregkızı neden küstü? Çünkü fiili olarak yabancı evlilik yapanlar konunun muhatabı oluveriyor, yani kişiselleşiyor. Ben bir yazımda bahsetmiştim; Abregkızı yine de olgunluk göstermiştir. Tebrik ederim. Bekar olan bay, bayan arkadaşlar iş sizlere düşüyor. Olmuşa yapılacak bir şey yok.

Saygılar

 

 

Guğoj Sami
13.12.2005

Sayın Kaya Şenvar,

Si Nibjeğu Lhape,

Senin K. Kafkasya ve Adigeliğe yaptığın hizmetleri camiamız çok iyi bilmektedir. Adigelik nezaketi gereği yaptığın çalışmaları bu sayfadan açıklayamayacağını biliyorum. Senin emek ve çalışmaların halkımız nedzinde değerini bulmuş ve bulacaktır da. Lütfen kimliğini açıklamadan Nick'li yazı yazıp ortalığı bulandırmaya ve forumu konusundan saptıranlara cevap verip prim yaptırma. İyi ki varsın sigoş ve bizler için gereklisin.

Saygı ve sevgilerimle

 

 

CC
13.12.2005

Maf Şenvar,

Siz bizim son derece değer verdiğimiz bir hemşehrimizsiniz. Bizi her platformda onere ettiğinizi de biliyor bundan büyük mutluluk duyuyoruz. Bize destek olduğunuz ve anlayış gösterdiğiniz için çok teşekkür ediyoruz.

Maxu Nıbjeghuxer
CircassianCanada

 

 

Kaya Şenvar
13.12.2005

Sayın CC,

Nick konusunda aylardır söylediklerim şimdi tek tek karşımıza sorun olarak çıkıyor... Her neyse polemik konusu yapıp sizi üzmek değil amacım. Fakat Talebe ve diğer kim olduğu belli olmayan kişilerle muhatap olmayı istemesem de konu içerisine çekiliyorum. Anlayış gösterebiliyorsam ne ala... Neyse demek istediğinizi anladım. Biraz sinirlenmiştim galiba... Sizde kusuruma bakmayın...

Selamlar, iyi çalışmalar.

 

 

Bülent Atçı
13.12.2005

Değerli katılımcılar,

Formun konu başlığından epey uzaklaştık sanırım. Şu nick meselesi fazla uzamasın. Zaten sürekli yazan nick sahiplerini yeteri kadar kanıksadık. Süreklilik adına olanlar kabulümüzdür. Artık Kayacığım sende uzatma, asıl konu güme gitmesin. İKİ KUTUPLU DÜNYADA DÖNÜŞÇÜ OLMAK VE GÜNÜMÜZ DÜNYASI DA DÖNÜŞÇÜLÜK Arkadaşlar yıllarca evet biz ‘’dönüş’’ dedik, durduk. Şimdi birileri hala diyor buyurun ütopya falan. Hiç düşündünüz mü iki kutuplu dünyada dönüşçü olmanın ne kadar zor olduğunu? Bir tarafta ABD bütün dünyada anti Sovyet propagandası yapıyor, yeşil kuşak projesini dantel gibi örüyorken, milyon dolarları harcarken siz kalkıp 100’lerce aileyi ikna edip anavatana götüreceksiniz. Biraz insaf. Adamı bir gecede ABD’ye bırakmadan hallederler hiç şüpheniz olmasın. Bunu kendi hemşerilerimize bile yaptırabilirler kendi operasyonel güçlerini kullanmadan. Diasporada çözüm vardır diyen kesimde ABD’nin işini kolaylaştırmıştır. En azından dönüşü güdükleştirerek. Şimdi asimilasyon mu entegrasyon mu gibi laflar dönüyor ya; entegre olamayan bizler ne olacağız? Bunlar demagojidir. Artık korkmayın. Tek kutuplu global dünyada inkara yer yok. O cesur insanlar o zaman imkanları ölçüsünde dönüşü dillendirdiler. Bu günü onlara borçluyuz gelecek daha iyi ve daha fazlada konuşulacak. Dönüş adına konuşulsun. Aklın yolu birdir. Yeter ki, bizler birbirimizi rakip görmeyelim. Kalış diyenlerinde, dönüşü teşvik etmeleri, kendileri içinde gerekli olduğuna inansınlar.

Saygılar

 

 

Talebe
13.12.2005

Selamlar,

Parantezi kapatıp (!) kaldığım yerden devam edeyim. Sayın CC yöneticilerine de Forum sayfasını kapatmayı akıllarına bile getirmemelerini önerim. Forum gibi oluşumlar, taa antik çağdan beri en sıradan insanların bile katılım hazzına varabildikleri yegane platformlar olmuşlardır. Kendilerini yönetenlere, kendileri hakkında karar verenlere "biz de varız", "biz böyle düşünüyoruz" diyebildikleri platformlar. Konularına hakim insanlar, konumlarının; sorumluluklarının sınırlarının, gerçek yaşamdan ve gerçek kimliklerden soyutlanmış yaşamlarının ötesine böylesi platformlarda geçebilmişlerdir.

Böylesi platformlarda; insanların düşüncelerini, inandıklarını dile getirmelerinin önünde tüzükler, kurallar, yasalar vs. anlamında sınırlamalar yoktur. Agoralar, arenalar, mitingler, gösteriler ve forumlar insanların "var olduklarını" hissettikleri ve hissettirdikleri platformlardır.

İnsanlık tarihine, büyük hareketliklerin yaşandığı ülkelere bakın. Heyecanın doruğa çıktığı, sorunların yakıcı bir boyut kazandığı; halkın her kesimini sarıp sarmaladığı dönemlerde sokakta, çarşıda-pazarda, işyerlerinde, meydanlarda ve hatta köy kahvelerinde böylesi forumların oluştuğunu görürüz. İradi veya kendiliğinden...

12 Eylül'den önce de birçok üniversite bir forumdan diğerine koşardı. Hatta bu forumlar iradi olarak örgütlenirdi. Sağcısı, solcusu hepsi bunu yapardı. Bu forumlarda bir yandan verilmek istenen mesajlar dolaysız bir şekilde başkalarına ulaştırılır ama diğer yandan "başkalarının" duyguları, düşünceleri öğrenilir ve bu yeni verilerin ışığında izlenen politikalar yeniden gözden geçirilir veya düzeltilir, geliştirilirdi.

Elbette forumların hepsinde istenilen düzeyin tutturulması mümkün değildir. Ancak zaman içerisinde, bazen "divan"ın; yani düzenleyicilerin, bazen de katılımcıların birbirlerini uyarmalarıyla bir düzey yakalanır. Ben katılımcıların birbirlerini uyarmalarını daha uygun buluyorum. Ki, zaten bizim gelenek göreneklerimize uyanı da bu değil mi? Siz köyünüzde-kasabanızda her anlaşmazlıkta veya tartışmanızda bir büyüğünüze gidip ne yapmanız, ne söylemeniz gerektiğini mi soruyorsunuz? Yoksa "haynape" vb. uyarılarla yanlışı düzeltmeye mi? Büyüklere ancak kendimiz bir sorunu çözemediğimizde başvururuz/ başvurmalıyız. Bu forumda da yapılması gereken bu olmalı diye düşünüyorum.

Eğer üslupta, tarzda, yöntemde yanlış yaptığını düşündüğümüz bir arkadaş olursa söylediklerinin, genel olarak düşüncelerinin kendimizinkiyle paralel olup olmadığına bakmaksızın uyarabilmeliyiz. Bir özdenetim mekanizması kurabilmeliyiz. Forumu yaşatabilmeliyiz... Bir yazımda değinmiştim. Forum benzeri karakteri olan "Xase" kurumumuzu canlandırmak gerekir diye düşünüyorum. Bugün şu veya bu politik çizgiye yakın, sorunumuza şu veya bu şekilde çözüm getirmek isteyen kişiler, gruplar var. Bunların hemen hepsi de derneklerini, vakıflarını, klüplerini kurmuşlar. Bunlara kendinizi feshedin demek mümkün değil ve bu kurumlarımızın kimi ön yargıları veya farklılıkları aşıp bir çatı altında toplanmaları da mümkün görünmüyor.

Dönüşçü arkadaşlara düşen görev, bulundukları her alanda bir yandan dönüş düşüncesine inanan insanların bir araya gelmelerini sağlamak; dönüş düşüncesini örgütlemek ama diğer yandan da en geniş kesimlerin; dönüşçü olsun olmasın herkesin katılımının sağlanabileceği "xase"leri canlandırmak olmalıdır. Dönüş örgütlenmelidir, hem de ayrı örgütlenmelidir. Çünkü Dönüş’ün öncelikleri, görevleri bu görüşte olmayanların önceliklerinden, görevlerinden bir çok noktada farklıdır. Anavatana dönmek isteyenle istemeyenin öncelikleri nasıl aynı olabilir? Dönüşçü kendini anavatanın ihtiyaçlarına göre şekillendirir, "kalış"çı kaldığı yerin...

Anavatana turlar düzenlensin vs. deniyor. Dönüşçü olmayan bunu örgütlemez ki? Kendi gitmeyeceği bir yere başkalarının gitmesini ister mi? Anavatan hakkında olumsuz propaganda yapılmasının önüne geçer mi? Kaynakları, yatırımları anavatana yönlendirir mi? Anavatanda vatandaşlık haklarımızın olduğunu insanlarımıza duyurur mu? Dönüşçünün kurduğu halk dansları ekibinin oynadığı oyunlar, bu oyunlarla halkımıza verdiği mesajlar bile farklıdır. Bizim oyunlarımızda elbette estetik kaygılar da olacaktır ama her sahnelenen gösterimiz anavatanı insanlarımıza biraz daha yakınlaştırmayı, anavatan özlemini derinleştirmeyi hedefleyecektir. Onların yapacakları tüm çalışmalar ise asimilasyonun biraz daha yavaşlatılması, asimilasyonun daha "acısız" olması merkezlidir.

Derneklerimizin, vakıflarımızın veya klüplerimizin gerçekleri görmelerini beklemeye gerek yok. Biz örgütlenelim. İnsanlarımızı ikna eder bir derneğin veya vakfın yönetimini ele geçirebilirsek ne ala ama bu kendi gruplarımızı kurmamızın, kendi örgütlenmemizi yaratmamızın önünde bir engel olmamalı. Çalışmalarımızın diğer bir boyutu, diasporada halkımızın en geniş birliğini yaratma eksenli olmalıdır. Gerek kurumlarımıza ve gerekse doğrudan halkımıza çağrılarak yaparak kendi öz örgütlülüklerimiz olan "Xase"lerimizi canlandırmalıyız. "Uzunyayla Xase"den "Samsun Xase"ye, "Reyhanlı Xase"den "Bandırma Xase"ye ve giderek "Türkiye Xase", Suriye, Ürdün Xase örgütlenmelerini yaratmayı hedeflemeliyiz.

Bu mümkündür!

Kalın sağlıcakla.

 

 

Şhalaxhue
13.12.2005

Bu konuda da kendim açısından nokta koymak istiyorum. Sayın Talebe merhaba. Son yazdıklarında çok farklılaşacağımız konular yok. Benim dönüşçü ya da kalışçı olduğuma dair bir şeyleri merak ediyorsanız Adığabze yazma konu başlığına bakınız orda ne düşündüğümü anlayacaksınız. Evlilik konusunda yazdıklarımı sizde okuyun. Aldığım tepkilere de bir daha bakınız. Artık kimliğinizin de önemi yok. Yeterince ipucu da verdiniz. Önemsemiyorum artık. Sanal ortamda beni yanlış anladıysanız, suç bendedir. Acizane verdiğim dil kurslarında annesi Çerkes olanlara da artık eşit davranacağım. Onlara daha fazla önem veriyormuşum diğer gençler sitem ettiler. Sayın Talebe olur böyle şeyler. Halklar zaten kardeştir. Malumu haykırmanın anlamı yok.

Sayın Bülent Atçı beyefendi sizi de izlemeye devam edeceğim. Bizleri daha fazla bilgilendirirseniz sevinirim.

Saygılarımla…

 

 

Esra Demiröz
13.12.2005

Merhaba,

Form başlığı altında değerli ve saygıya değer büyüğüm Kaya Şenvar'ın adı farklı bir şeklide lanse ediliyordu ve konuya müdahil olmak istedim. Kuzey Kafkasyalı kişiliği ile örnek aldığım sevgili büyüğümün rencide edilmesine razı olmayacağım gibi "Adyghaghe schachafe"yi dava edinmiş kimselerde benimle aynı düşünce ve doğrultuda hareket edeceklerdir. Adyghaghe kimliğimin oturmasında ciddi önem ve yere sahip olan büyüklerim Sayın Kaya Şenvar ve Shalohxo' nun sahiplendikleri davalarının peşinden takipçi olacağıma her pahasına Adyghelik onurumu ve şerefimi koruyacağıma, Adyghe Bayrağını yücelteceğime tüm varlığımla söz veriyorum. Baj Kaya, Shalohxo Ragıp; Diaspora kaderimin bir yerlerinde yolumun sizlere ulaşmasının onurunu yaşıyorum. Nedzinizde, Yönü anavatana dönük olan tüm vatan sevdalılarının, yolları ve bahtları açık olsun...

Selametle...

 

 

Kaya Şenvar
13.12.2005

Sayın Talebe, Sayın Şhalaxue, Sayın Bülent Atçı ,

Takıntı halindeki "NICK" konusunu uzattığım ya da konuyu başka yerlere çektiğimi ya da saptırdığımı tarafıma ilettiniz. Peki herkesten özür diliyorum... Takıntı halindeki Nick konusu benim için önemli. Değilse isimlerini birçok nedenden dolayı açıklamayan kişileri de daha fazla zorlayamam... (Ama Nick'lilere benden cevap yok.)

Konu başlığına dönersek; bu konuda çok yazıldı, çok yorum yapıldı, çok da pratikte yapılması gerekenler konuşuldu ve tartışıldı diye düşünüyorum.

Anavatana gitmek isteyenler için; kapılar ardına kadar açık.. İşinizi, ortamınızı, ailenizin geleceği ve oraya uyumu için gerekli alt yapıyı hazırladıysanız ve de en önemlisi gerçekten gitmek düşünceniz varsa; buyurun vatan yerinde duruyor. Bu son yazdığım cümleye; ''evliler için hanımlarını da ikna ettilerse ya da dönüşü kendileri gibi savunan bayanlarla evlendilerse''yi ekliyorum. (En önemli sorunlardan birisi çünkü.)

Bu söylediklerimi kendime de söylüyorum tabi ki.. Boş boş konuşmanın, sanal dünyada vatanı kurtarmanın, klavyenin başında dönüşü gerçekleştirmenin çok bir anlamı yok. İlla da dönün diyende yok ya da ben demiyorum. Yönünüzü vatana dönmenizde önemli bir adımdır. Oraya ne kadar, ne gibi katkılarım olur diye düşünmek ve pratiğe dökmekte bir iş... Dahası oraya giden öğrenci, emekçi, yatırımcı vs. için destekte verilebilir. Ayrıca orada bir öğrenci okutulabilir ya da çok başarılı, bizi biz yapan değerleri yaşatan, bu kültürün yaşaması için emek sarfeden kültür adamlarımızı destekleyebilirsiniz. Örneğin; bildiğim kadarıyla birkaç kişiden bahsedeyim. Ğuc'e Zamudin'i, yaptığı otantik Çerkes müzik aletlerinden ve bu diğer Adige kültürüyle ilgili yapmış olduğu eserlerinden dolayı destekleyebiliriz. Örneğin; Lopaş'e Nurbiy, Arkeolog araştırmacı, bilim adamı. Bu kişiye daha geniş ve somut çalışma yapabilmesi için destek verebiliriz. Örneğin; Islamey direktörü, Nalmes direktörü ve grupları, Adige Tiyatro sanatçıları, Adige yazarları ve yazdığı ama mali durumlardan dolayı basamadıkları kitapları bastırmak ve dağıtımında destek olmak gibi çalışmalara katkıda bulunabiliriz. Örneğin; Başarılı, zeki ve duyarlı öğrencileri yurt dışında okutarak kariyer yapmalarını sağlayıp, kendimizi dünyada daha iyi tanıtmalarını sağlayabiliriz.

İşte bu örneklerden yola çıkılabilir ve inanın sizlere bir çok örnek verebilirim. Sadece anlatmak istediğimi, net anlatmak adına bunları şimdilik belirttim. Benden bu kadar. Herkese yolunda ve çalışmalarında başarılar diliyorum. Yönünüz, yüreğiniz, düşünceleriniz, pratikte çalışmalarınız hep vatana doğru olsun...

Selamlar.

 

 

Metin Çelik
13.12.2005

Merhabalar,

Ben yıllardır internet sitelerini takip ederim. Gerek forumlarda gerek sitenin genelinde tarafsızlığı yakalamış tek site olarak görüyorum CC’yi. Solcusu, sağcısı, ateisti, Hıristiyan'ı Müslüman'ı, Türk’ü, Kürt’ü, Ermeni’si herkes yazabiliyor.

Şimdi bunu niye yazdım? Bu başlıkta Ermeni bir kardeşimizin yazdığı çok önemli sorular vardı. Bu sorulara yanıt vermek yerine Ermeniliği sorgulanmaya başlandı. Bence bu ne Çerkes’e yakışır ne de çağı yakalamış insana. Bir Ermeni’nin Çerkes sorununa ilgi göstermesine tepki gösterenleri; yıllardır bir Çerkes sitesinde resmen haber yazan, yorum yazan (…)’in Türk olduğunu herkes biliyor.

Ben yıllardır internette dolaşırım bir gün olsun bu şahsın Türk olarak nasıl yazı yazdığı sorgulanmadı. Bence doğru da yapıldı. Türk olması bizimle ilgili bir şeyler yapmasına engel değil ki. Ancak Ermeni yazıca olmaz deyip Türk yazıca amenna demek çağ dışılıktır. İlkesizliktir. İşin daha da kötüsü Türk yazar çoğu yazısında Kafkasya’yı negatif gösteren, oradaki olayları Türk gözüyle değerlendiren bir yazar. İnce politika bunlar. Altını eşelerseniz, -ne kadarda inkar edilse de- din kardeşliği çıkar.

Bu Ermeni arkadaş Müslüman olsaydı bu tepkileri çoğu göstermezdi. (…)’in Müslüman olduğu için kimsenin sesi çıkmıyor.

Asıl konuya dönersek. Ermeni arkadaşın sorduğu sorulardan kendimce en önemlisini yeniden soruyorum. Ben Ermeni olmadığıma göre konu dağılmaz zannedersem.

Sitenin de Turizm Bölümü’nde gördüğümüz nüfus sayılarında değişim var mıdır? Sizinde dile getirmiş olduğunuz gibi Abhazya tüm Abhazları vatandaşı sayan yasayı çıkarmasına rağmen dönüşler olmuş mudur? Bu nüfus oranlarını etkilemiş midir? Okuduğum sitelerde verilen bilgilere göre; 2003 yılına ait olan bir yazıda Adige Cumhuriyeti'ne beklenen büyük göçlerin tersine göç etmiş Çerkeslerin sayısının 500’ü geçmediği, Kosova’dan 174, Türkiye’den 135, Suriye’den 120, Ürdün’den 35, İsrail’den 3; toplam 467 kişinin anavatana dönüş yaptığını görmekteyiz. Acaba günümüz itibariyle bu durum nasıldır? Bunun hakkında bilgileriniz varsa lütfen bize aktarır misiniz?

Saygılarımla

 

 

Şhalaxhue
13.12.2005

Sayın Şenvar aile adımı nickten sayıyorsanız, hemen değiştiriyorum. Nick konusunda da size tamamen katılıyorum arz ederim

Bende sorunun cevabını merak ediyorum sayın Çelik? Ancak ben bu soruyu sayın a-e sormadan önce de merak ediyordum. Sorunun yanıtı verecek olanlar bizler mi Ermeniler mi? Bu sitede sayın a-e yerine Türk yazsa da sorgulanmayacağına garantiniz var mı? Bu soruda sorgulamayı yapanlara. Sonra sorgulama yapılamaz mı?

Nedir yani?

 

 

Semra Ademey
13.12.2005

Maf değerli katılımcılar,

Bu sayfayı dürüst olmak gerekir ise üzüntü verdiği için çok takip etmek istemedim. Şimdi okuyorum ama lütfen beni yanlış anlamayın; bir şeyleri anlamakta sıkıntı yaşıyorum. Sonuçta bizim için sadece 2 seçenek yok mu? Ya döneceğiz ya da entegre, asimilasyon adına ne dersek işte ondan olacağız. Var mı üçüncü bir yolu? Bence yok. O zaman yüreğimizin sesini dinleyip ona göre düşüneceğiz. Kalana da gidene de saygı duymak zorundayız. Peki gitmeyi düşünürsem neden bana engel olunsun? Ben gelirken gitmek ister misin diye sordular mı? Anavatana gitmek isteyen beyler özellikle sizlerin yüreği yolu açaçak. Eşleriniz gitmiyor mu bırakın, onları bırakın ve gidin. Nitekim öyle yapanlarda oldu. Sizde ne ilk olursunuz ne de son. Sizin yanınızda olamayan eşinizi sizde olmak istediği yerde bırakın ve gidin. Dedelerimizde çok şeyler bıraktı. Yollarda canlarını bıraktı. Kimi eşini, kimi çocuğunu bıraktı. Sıkıntıyı göze alın. Dedelerimizin hiçbiri de geldiği yerde servete konup lüks hayat yaşamadı. Bekara karı boşamak kolay diyecek bir çoğu ama işin özü bu.

Maxu Nıbjoghuxer

 

 

Şhalaxhue
13.12.2005

Merhaba

Sayın Kaya Şenvar beyden kısa bir SMS aldım. Sayın Talebe ile sanal ortam handikapları nedeniyle anlaşamadığımızı bu konunun tarafımla ilgili olan kısmında artık yazmamam gerektiği ricası ile biten mesaj gereği bu konuyu ebediyete kadar kapatıyorum. Sayın Talebe ile olan diyaloglarımızdan üzülenlere de biz işte böyleyiz, diyorum. Sayın Talebe konu bence kapanmıştır. Size başarılar dilerim. Sayın Şenvar ricalarınız bundan sonrada emir telakki edilecektir.

Saygılarımla

 

 

Semra Ademey
13.12.2005

Maf Sayın Şhalaxhue,

Üzüldüm diyen bendim ama ben diyaloglara değil de istediğim gibi bir anlamı çıkaramadığıma üzüldüm. Aslında satır başı yapınca anlatmak istenen de sağlanamamış oldu. Sonuçta 2 seçenek var, ikisi de bizim için. Siz bu konudan bir sonuç alabildiniz mi? Yani ne, nasıl yapılır ya da yapılamaz ben anlamış değilim. Demek istediğim buydu. Yoksa burada yazanları kastetmedim. Her kişi inandığını söyler. Garip bir çıkmaza girdim ve üzülüyorum. Umarım demek istediğimi bu defa anlatabildim.

Saygılarımla.

Maxu Nıbjoghuxer.

 

 

Demircan Muharrem
14.12.2005

Bir büyüğümüzün sözüdür “diğer milletler sonuca ulaşmak için Çerkesler tartışmak için tartışır” aslında bütün mesele bu. Bizde sonuca ulaşmak içi tartışmayı öğrensek çok problemi çözeriz. Geri dönüş tüm Çerkes kalmak isteyenlerin ideali olmalı. Ait olduğumuz yer orası. Çölde kardelen yetişmez. Diasporada kaldıkça Çerkesler de yok olmaya mahkumdur. Bunun tartışılacak bir tarafı yok. Son zamanlarda dedem Çerkes'miş diyen çok insana rastlıyorum. Diasporada sonumuz budur. Birde şunu hatırlatmak istiyorum. Yazı yazanların hepsini Çerkes iyi niyetli zannetmeyin. Kafa karıştırmaya çalışan insanlarda var maalesef.

Saygılar.

 

 

Kaya Şenvar
14.12.2005

Sevgili Şhalaxue ve Esra Demiröz kardeşlerim,

Şahsıma ithaf ettiğiniz duygularınızdan ve saygınızdan dolayı çok teşekkür ediyorum. Çok büyük işler yapmış biri gibi beni yücelttiniz, herhangi bir Çerkes'im ben, kimseden farkımda yok. Yine de güzel övgüleriniz için sağolun, varolun. Uzun yıllar birlikte bir çok şey, paylaştık ve çalıştık, dolayısıyla birbirimizi tanıdığımız için; açık, net ve samimi olduk birbirimize. Her neyse; bu konu başlığındaki yorumlarda ve tartışmalarda her şey söylendi bence. Çözümler ortaya kondu,yol gösterildi. Varsa kendine güvenen, dönüşe inanan ve kararlılığını gösterebilen buyurun meydana... Diğer Talebe nick'li arkadaşıma da; bazen anlaşılmasa da, yorumları ve çözüm önerileri için teşekkürler ediyorum. Herkese

Selamlar...

 

 

Talebe
14.12.2005

Selamlar,

Hop hop sayın Şenvar, öyle hemen çekip gitmek yok! :-) Bu ise inanan "bir avuç insanımızı" da hemen öyle anavatana götürürseniz diaspora daha sonra ne yapsın? Dönüş planlı-programlı, örgütlü olmalı. Tek tek gidişlere başlamadan, bunu hızlandırmadan önce yapmamız gereken daha çok iş var. Sadece bu sitede bile gerebildiğimiz kadarıyla dönüş’ü "tek Çözüm" olarak gören yeterince, en azından başlamaya yetecek kadar, insanımız var. Sayın Atçı, Çelik, Demiröz, Demircan...

Önce bir "Diaspora Dönüşçüleri Tanışma ve Örgütlenme" toplantısı düzenlemek gerekir diye düşünüyorum. Ankara, İstanbul veya Uzunyayla... Bir derneğimizde böyle bir toplantıyı örgütlemek mümkündür. Yer sorunu çözüldükten sonra tüm Türkiye'ye çağrı yapılmalı: Dönüşe inanan, kendisi dönsün dönmesin; dönüşün örgütlenmesi gerektiğine inanan ve bu çizgide çalışmaya hazır herkese, dincisiyle-dinsiziyle, sağcısıyla-solcusuyla, işçisiyle-işsiziyle tüm Çerkeslere...

Mümkün olan en geniş katilimin sağlanabileceği bir gün seçilmeli. Bu toplantıda sorunlarımız ve görevlerimiz tartışılmalı ve mutlaka bir sonuca varılmalı. Bu nedenle toplantıya katılacak insanlarımız hazırlıklı olmalı. Nereye, niçin geldiğini, ne söylemek istediğini ve kendisinin ne yapabileceğini bilmeli ve ardından bir görev dağılımı yapılmalı. Herkes konumuna, yaşına, isine uygun bir görev üstlenebilmeli. Şimdiye kadar ki birçok yapılanmadan farklı olarak bizde mümkünse pasif izleyici olmamalı. Herkesin yapabileceği bir şey vardır.

Örgütlenmemizin ilkelerinden, perspektifimiz ve politikalarımıza kadar her şeyde netleşmek bir hedef olmakla birlikte Çerkes ve Dönüşçü olmayı birlikte hareket etmek veya en azından birlik içinde kalmak için yeterli görebilmeliyiz. Asgari müşterekimizdir bu... Bu perspektif çalışmasının yanında ve buna paralel hemen bugün katılımcıların sayısı ve gücümüz oranında yapabileceklerimiz de var. Bir nüfus sayımı mesela ve buna bağlı olarak diasporanın demografik yapısını ortaya çıkarmak. Yasal engelleri vs. konuşmaya gerek yok. Bunun yöntemleri bulunur. Artı bu bizim meşru hakkımızdır ve gereklidir. Başta! Kafkasya'daki bugünkü durumumuz da net olarak gözler önüne serilebilmeli. Ekonomik haritası çıkarılmalı. Hangi sektörde hangi meslekten insanlara ihtiyaç olduğu belirlenmeli.

Dönecek insanlarımızı nelerin beklediği, ne tür haklarının olduğu, hangi zorluklarla karsılaşabilecekleri, hangi kurumların dönecek insanlarımıza ne türden yardımda bulunabilecekleri, yaşam düzeyi vs. açıklığa kavuşturulmalı. "Sınırlar açıldı, gelin anavatanınızı görün" demekle olmaz. Bizler iradi turlar düzenlemeliyiz anavatana. Fena mı olur şimdi 3 otobüs "günübirlik" Maykop'a gitsek, Selame'mizi yesek, anavatanımıza merhaba desek, insanlarımızı kucaklasak... Artı ben aidat sistemine geçilmesi gerektiğine inanıyorum. Herkes belirlenecek bir oranda aidatı bu isten sorumlu olacak birime düzenli olarak ödemeli. Bunun da yasal engelleri vs. konuşulmasın. Yolu bulunur... Eğer katılımcılar da düşüncelerini acarlarsa daha bir sürü güzel önerinin yapılacağından eminim. Atalım adımları artık. Eğer bunların yapılması gerekir deniyorsa çıksın birileri, gönüllü olarak ve üstlensin bu toplantıyı örgütleme işini...

Not: Sayın Ademey, "Gerekirse bırakın eşinizi, dönün vatanınıza" diyen sesinizi, yüreğinizi saygıyla ve coşkuyla selamlıyorum. CC katılımcıları Adana Toplantısını düzenleyen arkadaşlar. Sanırım sayın Mecit Tav sormuştu soruyu: Toplanalım da gündemimiz ne olsun diye? Birinci gündem maddesinin "dönüş" olmasını öneriyorum... Necdet ağabey, belki şimdilik hala bir "hayal" ama eğer somut adımlar atar bir ilerleme kaydedebilirsek, sizi en önümüzde görebilmek düşüncesi beni şimdiden heyecanlandırıyor. :-)

Kalın sağlıcakla.

 

 

Şhalaxhue
14.12.2005

Sayın Ademey Semra

Size atfen bir şey yazmayı düşünmedim. Sizi ve fikirlerini anlıyorum. Aynen de katılıyorum. Bilgilerinize.

 

 

Bülent Atçı
14.12.2005

Sayın Talebe,

Sizi ilgi ile izliyorum, devam ediniz. Dönüş konusuna epey bir ivme kazandırdınız, sağolun. Örgütlenme konusuna gelirsek; hali hazırda bilmem bilyor musunuz bizim KAF-FEDin bir dönüş komisyonu var ve çalışıyor. Ona destek olunsa şimdilik yeterli değil midir? Kaya'nın da bir yere gideceği yok merak etme.

Wuzınsheke

 

 

Talebe
14.12.2005

Selamlar,

Belki aynı sorunları sizlerde yaşıyor, duyuyorsunuz. Şu işten çıkarılmalar vs... Benim de başımda bu aralar öyle bir dert var. Pazartesi’den beri "zorunlu olarak" senelik iznimi kullanıyorum. Aslında fena da olmadı. Böylece kimi projelerimi hayata geçirme fırsatı buldum/bulacağım. İlk sırada Soçi-Maykop-Nalçik üçgenine bir gezi planlıyorum. "Yabancı" bir arkadaşla birlikte. Bizi en az bizim kadar sevdiğine inandığım, bildiğim bir arkadaşla...

Sevgili Bülent, Kaf-Fed'in "Dönüş Komisyonu" neler yapıyor tam olarak biliyorum dersem yalan olur. Tüm bildiklerim, yakınlardan izlediklerim, kimi dostlardan duyduklarımla sınırlı. Yapılanları, planları eğer burada aktarırsanız düşüncelerimi daha net dile getiririm. "Dönüş Komisyonu"na veya yaptıklarına değil benim Kaf-Fed'in ilk ortaya çıkışından günümüze yaptıklarına, örgütlenme biçimine, ilkelerine yönelik eleştirilerim var. Dolayısıyla "Dönüş Komisyonu" da bundan nasibini alıyor.

Bu eleştirilerimin bir kısmını sıralayayım: (Bazıları tekrar olacak belki ama sabır göstermenizi rica ediyorum.) - Gerek derneklerimiz ve gerekse onların bir "Üst Örgütlenmesi" olarak ortaya çıkan Kaf-Fed günün ihtiyaçlarına cevap verebilen örgütlenmeler değiller. Sosyal kültürel faaliyetlerle zaman geçirildiği, asimilasyonu yavaşlatıcı çalışmaların merkeze konulduğu dönemde bu yapılar yeterli olabilirlerdi. Gelenek-göreneklerin yaşatılması, sosyal-kültürel faaliyetler eksenli çalışmalar için dernekler "yeterliydi". Anavatan, anavatana dönüş gibi şeyleri konuşmak; gerek dünyadaki politik dengeler ve gerekse insanlarımızın politik düzeyi anlamında pek mümkün değildi. Ancak dünya değişti! Politik dengeler değişti. Anavatanda çok şey değişti. Anavatanda devletleşmek, bağımsız olmak artık bir hayal değil. Bunun hangi evrelerden geçeceğini bugünden noktası virgülüne söyleyebilmek mümkün değil elbette ama bu artık eskisinden daha çok mümkün.

İnsanlarımızın bilinçlenme düzeylerinde de değişme-gelişme var. Son yıllarda ortaya çıkan örgütlenmelere; Kafkas Vakfı, Birleşik Kafkasya vb. örgütlenmelere bakın. Hepsi aslında öncelikle politik kimlikleriyle öne çıkan örgütlenmeler. Tersi de olamazdı. Anavatanımızda, Kafkasya'da yaşananlar politik olaylar. Bunlara amatör yöntemlerle, sosyal-kültürel düzeyde açıklamalar getiremezsiniz. Gelişmelere uygun politikleşmeyi gerçekleştirmek zorundasınız. İnsanlar, savaştan; bağımsızlıktan; Dönüş’ten bahsederken, anavatanımız ve tüm Kafkasya dünyanın ilgi odağı olmuşken, bizim dışımızda hemen herkes bu konuda konuşur-yazarken, dünyanın birçok ülkesinde, AB'de komisyonlar, komiteler kurulur, ardı ardına konferanslar düzenlenirken siz bu düzeyde kalamazsınız. Kalırsanız ihtiyaçlara cevap veremez olursunuz, ilgi odağı olmaktan çıkarsınız.

Düşünün bir, Kafkasya'da yaşanan bir olayda Kaf-Fed'den hemen bir açıklama veya reaksiyon görebiliyor musunuz? Ne yapıyor insanlar, bilgi alabilmek için; bir şeyler yapabilmek için hemen diğer kurumlara yöneliyor. Bu kurumlardan alınan yanıtlar yanlış da olsalar daha "doyurucu". Son Nalçik olayları bir örnek. Olaylar yatıştıktan, herkes söyleyeceğini söyledikten sonra yapılan o açıklama neydi öyle. " Bilimsel Tarafsızlık" kaygılarıyla gerçekleri kuru kuru, yaşananları tarafsız bir gözle aktarmak mı olmalıydı yapılması gereken? Artı büyüklerimizin sabırla, emekle geliştirip bugüne getirdikleri bir dönüş düşüncesi var artık. Dönüş öyle teori, tez falan değil gerçekliği tartışılmayacak bir doğrudur artık.

İşte bu değişimler-gelişimler çerçevesinde kendisi de niteliksel bir dönüşüm göstermeli, hatta bu dönüşümün öncüsü olmalıydı, olmadı. Bunu yapmamakta da hala direniyor. - Bu politikleşmeyle at başı gitmesi gereken, örgütlenmede ve çalışma yönteminde profesyonelleşmeyi gerçekleştiremiyor. Derneklerimiz hala birçok insanlarımızın boş zamanlarındaki bir uğrak yerleri. Bunun değişeceği, kadrolaşmanın gerçekleşeceği yönünde bir umut da göremiyorum. - Dönüş öyle bir komisyonun ilgileneceği iş değil. Ulusal sorunumuzun çözüm yoludur. Derneklerimiz ve federasyon dönüşü merkezine koyarak örgütlenmelidir. Dönüş bir komisyonun işi değil, örgütlenmenin kendisi olmalı; dönüşün alt komisyonları olmalıdır. - Peki dönüş düşüncesine inanmayan veya dönmeyecek insanlarımız ne olacak? Bunu sağlayacak, halkımızın her kesimini kucaklayacak bir başka örgütlenme bu ikinci aşamada gündeme gelmelidir. Bu da gereklidir. Dünyanın her yerinde de böylesi örgütlenmeler, kısa veya uzun vadeli birlikler, platformlar oluşturuluyor. Güç ve eylem birlikleri yapılıyor. Bakın şöyle bir dünyaya. Her ülkede böylesi ittifaklar, birlikler vardır ama kısa vadeli ama uzun vadeli... Işte Irak'taki Şii İttifakı. 17 Örgüt bir araya gelmiş. Filistin Kurtuluş Örgütü veya onlar ittifakı. Avrupa'daki birçok sivil toplum örgütleri, sendikalar...

Gerekli olduğu zamanda "birlikten güç doğduğunu" bizim dışımızda herkes biliyor ve derneklerimizin olsun, federasyonumuzun olsun bu konuda yeterince çaba göstermediğini düşünüyorum. Yine de her şeyi bastan reddeder konumda olmak istemiyorum. Zaten bugün en duyarlı insanların şu veya bu nedenle gidip geldikleri derneklerimizde veya vakıflarımızda bulacağız birlikte çalışacağımız insanları. Derneklerimizi bu yönde zorlamaya devam etmeliyiz ama onlara da mahkum olmamalı, gerekirse ayrı örgütlenmemiz gerektiğini aklımızın bir kenarında tutmalı, bu yönde gruplar oluşturmaya çalışmalıyız. Sonsuza kadar bekleyemeyiz! Kalın sağlıcakla

Not: Eğer Kaf-Fed'in somut çalışmalarından daha ayrıntılı bahsederseniz sevinirim.

 

 

Abregeyapşaşe
14.12.2005

Merhabalar,

Çok acele etmeyin rica ederim CC'den sonra dönüş toplantısı projem vardı. Söyleyecektim birileri fikrimi çalmış anlaşılan:))) Ama bu sene yaza bir iki arkadaşla prova yapmayı düşünüyoruz katılmak isteyen olursa eğer gerçekleştirebilirsek umarım gerçek olur.

Saygılar sevgiler.

 

 

Semra Ademey
14.12.2005

Maf Lhabe, Şhalaxhue, o kadar mutlu oldum ki şu anda anlatamam. Çok teşekkür ediyorum. Sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum. Bu sayfada yazan, düşüncesine katıldığım veya katılmadığım, başta çok sevgili sayın a-e bey olmak üzere hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum. (Sayın a-e bey'in Çerkes olmadığını bildiğimiz için özellikle ismini verdim. Düşüncelerinden dolayı değil, beni yanlış anlamamasını dilerim.) Çok değerli büyüğümüz Orhan Kopsirgen bey'in Adana'daki toplantıya gelecek olması konu ile ilgili sağlıklı bilgiler almamız açısından son derece faydalı olur diye düşünüyorum. Tüm kalbimle sayfada yazan her kişi ile Adana'da görüşebilmeyi diliyorum. Özellikle sayın Talebe sizi de görmekten çok mutlu olurum.

Maxu nıbjoghuxer.

 

 

Necdet Hatam
14.12.2005

Ne güzel. Bende gidebilsem de "Dönüş"ü anlatsam acaba nasıl olur diyordum...

Sevgiyle.

 

 

Semra Ademey
14.12.2005

Maf,

Çok değerli büyüğüm Sayın Necdet Hatam, sizin Adana'daki varlığınız, düşüncelerin yerine oturabilmesi acısından, bizim için tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük bir anlam ifade edecektir. Saygılarımı sunarım. Değerli katılımcılar, sonuçta Anayurda dönüş hayA-Taıyanlar var ve bu bizim üzerinde hassasiyet ile durmamız gereken bir konu. Hepimiz biliyoruz ki yaşadığımız ülkeler başta olmak üzere kırıp dökmek istediğimiz hiçbir yer yok. Bizler yurdun ne olduğunu bilen insanlarız. 150 yıl önce terk edilen anayurda halen özlem duyanlarız. Bizler yüreğinin sesini dinleyenleriz. Bizi dönüş fikrine katılanda katılmayanda bu şekilde bilmek zorunda.

Maxu Nıbjoghuxer

 

 

Semra Ademey
14.12.2005

Maf,

Sayın Talebe, derneklerin veya kuruluşların içi mi boş, o zaman hep beraber dolduralım. :)) Sayın Demirel'in müthiş bir lafı vardı, herkes bilir. "Benzin vardı da biz mi içtik" diye. Onun gibi derneklere gittik de, projeler sundukta "sizin ne işiniz mi var" dediler. :)) Şaka bir yana bireysel olarak üstesinden gelinemeyecek ve hiçbir ülkeye zarar vermeden, ciddi kurumlarca yürütülmesi gereken bir organizasyon. Her şeyden önce bunun mantığını anlatmak yeterince sıkıntılar verecektir. Bırakın başka insanları ailelerimize dahi anlatmakta zorlanacağız. Fakat eskiden ne yapıldı ve nerelerde yanlış yapıldı, asıl olması gerekenler nelerdi onların üzerinde durmalıyız. Şahsen bu güne kadar yapılan hiçbir şeyi olumlu veya olumsuz sorgulayamam. Fakat hataları görerek aynı yanlışlar üzerine inşa edilmeye çalışılan düşünceleri de sorgulama hakkına sahip hissederim kendimi. Haksız mıyım?

Maxu Nıbjoghuxer

 

 

Psıne (Ergun Yıldız)
15.12.2005

Dönüş... Bu fikrin tarihi, Kafkasya'nın sürgün tarihi kadar eskidir. Kafkasya'dan sürgün edilen bir kısım Çerkes'in yeniden Kafkasya'ya dönmek istemeleri ile başlayan bu hareket, 1900'lerın başlangıcında Çerkes Teavün Cemiyeti'nin dönüşe yönelik yoğun faaliyetleri ile paralel gelişen ve Kafkasya'da kalan diğer yarımız ile bütünleşilmesi, ülkemize ve geleceğimize yeniden sahip çıkılması yönündeki net tavır ile bir ortak hedef haline gelmeye başlamıştır. Çerkes halkının yaşadığı her ülkede taraftar bulan bu fikir o günden bu güne bütün dönemlerin "belirleyici tavır"ı olmuştur. Daha çok, kültürel faaliyetler çerçevesinde varlık gösteren dernek çevrelerinde örgütlenen dönüş fikri, her dönem olduğu gibi karşıtlarını da yaratmış, Çerkes halkının geleceğine dair ortaya konulan politikaların ve önermelerin de asli belirleyici unsuru olmuştur.

Diasporada yok oluşa karşı bir tavır, asimilasyona karşı bir direniş, anayurdunda kendi kaderini tayin hakkına sahip çıkma anlamına gelen dönüş düşüncesi, 1970'lerden 1980'li yılların ortalarına kadar süregelen dönemde her ne kadar organize bir hareket olarak güç kazanmaya çalışmışsa da, dağınık dernek yapılanmaları içerisinde örgütlenen dönüş taraftarı gruplar merkezi disiplin ve otoriteden bağımsız yapıları nedeni ile ortak karar alma mekanizmaları oluşturamadıkları gibi pratik ve uygulanabilirliği olan bir dönüş projesini de hayata geçirememişlerdir.

Dönüşün siyasal ifadesi en basit tarifi ile kendi vatanına, kültürüne, tarihine ve geleceğine sahip çıkan bir halk, bir ulus olunabilmesi talebinden başka bir şey değildir. Bu talep 2 ana başlık altında tanımlanabilir:

1) Anayurtta kendi kaderini tayin hakkına sahip bir halk olmak, Kafkasya toprakları üzerinde Kafkasya halklarının ve kültürünün asli unsur olarak varlığını sürdürebilmesi amacına hizmet etmek.
2)Bulunduğumuz ülkelerde kültürel anlamda yok oluşa karşı çıkmak, bu karşı çıkışın bir ifadesi olarak ta diaspora ve anayurt kültürünün birbirinden beslenmesini sağlayarak asimilasyona karşı güç ve direnç kazandırmak.

Dönüş fikrinin temel çıkış noktaları olan asimilasyon olgusu ve gelecek endişesi, önceki dönemlerde olduğu gibi bu gün de hala geçerli olan, doğruluğu tartışılamayacak kadar net sosyolojik tesbitlerdir. Halkımızın geleceğini tehdit eden bu sorunların ortadan kalkabilmesi için uygulamaya konulması gereken olmazsa olmaz yegane çözümdür dönüş. *** Fakat asıl sorun bu tespitin yapılmasından sonra başlamaktadır.

1980'li yılların sonlarında dünyada ve Kafkasya'da değişen koşullar çerçevesinde anayurt diaspora ilişkileri sıklaşmış, diasporadan anayurt'a gidenlerin sayısı artmış, kişisel olarak dönüş düşüncesini uygulamaya koyan bireyler çoğalmıştır. Ilk dönemde büyük bir heyecan ile hayata geçirilmeye çalışılan bu fikrin, öyle çok kolay bir şekilde uygulama alanı bulamayacağı zaman içerisinde yaşanan pratikten anlaşılmıştır. Anayurt'a dönen insanların büyük bir kısmı oradaki yaşam tarzına uyum sağlamakta başarısız olmuşlardır. Sosyal kültürel ve ekonomik anlamda farklı bir hayata ayak uydurmakta zorlandıkları gibi bu hareketin başarı kazanarak kitleselleşmesini istemeyen harici güçlerden kaynaklanan pek çok sıkıntı ile de yüz yüze gelmişlerdir. (Yaşanan güvenlik sorunları, bürokratik işlemlerde yaşanan pürüzler vb.)

O dönemlerde geçerli olan eski Sovyet mantığının kırılamamış olması; bu insanların üstlendikleri misyonun tam olarak ne anlama geldiğinin toplumda yeterince anlaşılmasını engellediği gibi, bir yandan da salt ticari amaçlarla bölgeye akın eden bir grup maceraperest insanın yarattıkları olumsuz imaj ilk başlarda karşılıklı yaşanan heyecanı sona erdirmiştir. Dönüşün her iki tarafta da hak ettiği şekilde anlaşılmasına ve öneminin kavranmasına engel olan bu gelişmeler sonucu hayatın gerçeklerine çarpan dönüş hareketi, aynı zamanda her iki tarafta yürütülen olumsuz ve moral bozucu bir karşı propaganda ile duraksama sürecine girmiş ilk yıllardaki heyecanını yitirmiştir. Dönüş hareketinin bu kadar çabuk ve böylesine kolay durdurulabilmesinin pek çok nedenleri vardır elbette.

Bu nedenlerin başında;

a)
Yukarıda da söylediğimiz gibi, merkezi bir disiplin ve bağlayıcı karar alma mekanizmalarından yoksun olarak örgütlenen dönüş hareketinin, aynı zamanda izlenecek yol ve yöntem konusunda tam bir hedef gösterememiş olması gelmektedir.
b) Dönüşün nasıl ve ne şekilde olacağı, bir başka deyişle kitlesel dönüşün mü yoksa bireysel dönüşün mü hedeflendiği net olarak ortaya konulamamıştır.
c) Dönüş hareketinin ana çıkış noktası diasporada asimilasyonu önlemek, anayurtta ise kendi kaderine ve toprağına sahip bir halk olmak olduğuna göre, bu hedeflere ulaşmakta izlenecek yol ve yöntem nasıl olmalıdır, dönüşçüler burada ve orada hangi rotayı izlemelidir sorusunun kesin cevabı verilememiştir.
d) Dönüş hareketi bizim dışımızda Rusya ve Türkiye'yi de yakından ilgilendirdiğine göre, bu ülkelerle hangi düzeyde ilişki kurulacağı ve ne tür taleplerle muhatap olunacağı henüz net olarak bilinmemektedir.
e) Dönüş hareketinin doğru ve kesin çözüm olduğu fikri tabanda kabul ediliyor olmakla birlikte örgütlülüğü tam olarak oluşturulamamış, geçmişte ortaya çıkan yapı da dağılmıştır.
f) Hedefleri ve yöntemleri henüz netleşmemiş olan bu hareketin, ekonomik kaynakları da yaratılamamış ve her iki tarafta da yönetim organizasyonu tam olarak oluşturulamamıştır. Dönüş düşüncesinin, kendisini doğuran neden konusunda yeni bir tanımlamaya, yeni bir tarife ihtiyacı yoktur. Çünkü, halkımızın geleceğine yönelik ortaya atılan fikirler ve geliştirilen projeksiyonlar arasında, bu gün hala doğruluğunu ve geçerliliğini koruyan yegane çözüm dönüş düşüncesidir.

Fakat ne yazık ki doğruluğu bu kadar kesin olan dönüş hareketinin, "nasıl" sorusunu yeniden sorması gerekmektedir. Bu projenin hayata geçirilememe nedenlerinin tespit edilmesi ve bu yönde çalışması gereken dağılmış kadroların toparlanarak hedeflerin yeniden tarif edilmesi gerekmektedir. Artık anayurt koşulları daha iyi bilindiğine göre, anayurttaki sosyal siyasal ekonomik durum daha iyi bilindiğine göre, bilgi ve deneyimlerinden istifade edilebilecek öncü grup anayurtta olduğuna göre, tüm bu bilgiler bir araya getirilerek dönüşün nasıl olması gerektiği yeniden tarif edilmelidir.

Rusya'nın bizim için ne olduğu,
Türkiye'nin bizim için ne olduğu,
Bu ülkelerle ilişkilerimizin nasıl, ne şekilde ve hangi düzeyde hangi taleplerle olacağı,
Anayurtta çıkartılan dönüş yasalarından nasıl istifade edileceği, (ben bunları yazdığımda o yasalar henüz iptal edilmemişti)
Kurulan dönüş komiteleri ile nasıl ilişki kurulacağı,
Dönmek isteyen insanlara ne şekilde ekonomik ve sosyal destek sağlanabileceği,
Dönen insanların hukuki sorunlarının, oradaki ve buradaki haklarının nasıl takip edilip çözümlenebileceği, uyum sorunlarının nasıl ortadan kaldırılabileceği, Bölgede mevcut politik durum hakkında nasıl bir duruş sergilenebileceği, Bulunduğumuz ülkede ve anayurtta olumsuz propagandalara neden olan koşullar ve kişiler hakkında nasıl bir tutum takınılması gerektiği...

Bütün bu konular, gelinen noktada yeniden ele alınarak tartışılmalıdır. En önemlisi ise diasporanın kendi organizasyonu ile gönderdiği insanların arkasında durduğunu, desteklediğini, sahip çıktığını ve gerektiğinde o insanlara hesap sorabileceğini de gösterebilecek bir yapı oluşturulmalıdır.

Dönüş fikrine inanan ve savunan insanların, dönen insanların anayurt insanı ile ilişkilerinde dikkat etmeleri gereken hususlar çok net şekilde tespit edilerek, bu konulara gerekli hassasiyetin gösterilmesi sağlanmalıdır. Dönüşün anayurtta siyasal bir hareket olarak algılanmasına engel olunmalı, bu hareketin ana amacının parçalanmış milletimizin diasporadaki kültürel varlığını anayurt ile birleştirme çabası olarak anlatılmalıdır. Dönüşün sistem ile değil toplum ile ilgilendiğini, anayurtta yaşayan insanların geleceği hakkında rota tayin etmek gibi bir amacı olmadığını anlatmalı; asıl ilgi alanımızın anayurdumuzun demografik, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunlarına katkı sağlamak olduğu konusunda insanlar ve yönetimler ikna edilmelidir.

Dönüşçülerin ana faaliyet alanlarından birisi de politik ve dinsel argümanlardan bağımsız bir şekilde, yurt millet ve gelecek bilincini yerleştirmek olmalıdır. Dönüşün bir başka önemli misyonu ise anayurt kültürünün diasporaya, diaspora kültürünün anayurtta ulaşmasını sağlayacak faaliyetler olmalı, her iki tarafta yaşayan insanlar birbirinin yaşantısı hakkında doğru bilgilendirilmelidir. (Besmele ile içki içiyorlar, din nedir bilmiyorlar, hepsi Ruslaşmışlar vs. gibi oradan buraya pompalanan demoralize edici bilgiler engellenmeli, aynı şekilde buradan oraya giden insanların da o toplumun değer yargıları üzerine ahkam kesmemeleri gerektiği iyice anlatılmalıdır.) Hem anayurtta hem diasporada bilgi akışına yönelik bir yayın çıkartılmalı, bu iki parçanın birbiri hakkında en doğru ve en sağlıklı bilgiye ulaşması sağlandığı gibi aynı zamanda ortak tarihsel bilgilerle donanmaları için çaba sarfedilmelidir.

Kafkasya gerçeği en doğru şekilde insanlarımıza anlatılmalı, daha sonra büyük hayal kırıklıkları yaşamak yerine, bu günden koşullar hakkında bilgilenmeleri temin edilmelidir. Dönüşün bir yurt bilinci ve geleceğine sahip çıkma hareketi olduğunu anlamaları sağlanmalıdır. Pek çok insanı hareketten alıkoyan başarısız olma veya tutunamama durumunda geri dönmek zorunda kalabilecekleri gerçeği en net şekilde ortaya konulmalı, bu konuda hiç kimsenin hiç kimseyi yargılama hakkı olmadığı ve başarısız olunması durumunda geri çekilmenin normal karşılanması gerektiği fikri toplumda yerleştirilmelidir. Dönüşün kısa sürede kitleselleşemeyeceği göz önünde bulundurularak, buradaki varlığımızın kültürel anlamda güçlendirilmesi için gerekli çalışmalar yapılmalı yaşadığımız ülkedeki demokratik haklarımız için mücadele edilmelidir. Bütün bu faaliyetleri yeniden organize edebilecek bir hareketin doğru hedeflere doğru yöntemlerle yürümesi durumunda ,dönüşün yeniden toplumun gündeminde hak ettiği yeri alacağından en küçük bir şüphe yoktur. Halkımızın anayurttaki ve diasporadaki varlığının devamı bu hareketin başarısı ile doğrudan ilişkilidir. Bu gerçeğin tüm çıplaklığı ile anlatılması ve toplumun gündemine sokulması yurt ve millet bilinci olan her bireyin öncelikli görevidir.

Saygılarımla.

 

 

Talebe
15.12.2005

Selamlar,

Sayın Ademey,

Biraz şakayla karışık olarak dile getirdiğiniz "Derneklerimize gittik de, somut projeler sunduk da 'sizin ne işiniz var mı' dediler" cümlenize biraz takıldım. Bir daha tekrarlayayım: ilkesel düzeyde ne derneklerimize ne de federasyona karşıyım. Ancak bunların bugünkü karakterleriyle veya işleyişleriyle "yaraya merhem olamayacaklarına" inanıyorum. Bir başka sayfada sayın Musa Cangir ve sayın Erkan Batır imzalı, 23. 11. 2005 tarihinde yazılmış bir yazı var. Kimi siyasi tespitlerine katılmıyorum ama bu sayfadaki konumuzu ilgilendiren kısımları hayli "ilginç".

- "İletişim ve karşılıklı enformasyon akışındaki tıkanıklıklardan" bahsediyorlar mesela.

- "Kayseri Kafkas Derneği de dahil olmak üzere pek çok derneğin öncelikle Kaf-Der ve sonrasında Federasyonlaşma sürecinde, Federasyon ya da Kaf-Der genel kuruluna taşınan delege ya da Yönetim Kurulu üyelerinin belirlenmesi/seçilmesi konularında bilgisi yoktur" diyorlar.

- "Hatır ilişkileri çerçevesinde yürüyen bir mekanizmadan..."dan ve "...aynı kadroların anti-demokratik girişimleriyle derneklerden uzaklaşan yetkin/dinamik/demokrat kadroların eksilmesi"nden bahsediyorlar.

- "...sorunun Kayseri Kafkas Derneği’ne özgü..." olmadığını söylüyorlar. - "

Binlerce Adige-Abhaz'ın yaşadığı kentlerde kurulu derneklerin '100'ün altındaki sayıyla 'lütfen' toplandıklarına", bunun "kitle örgütü olamamamız ve demokrasi zaafından kaynaklandığı"na vurgu yapıyorlar. - "Karar alma mekanizmalarımızın demokratikleşmesinin fiilen imkansız olduğuna inanıyoruz" diyorlar. - "Kurumsal bakışın yerleşik olmadığı..." cümlesiyle başlayan ve takip eden paragraflarda daha bir çok şey söylüyorlar ve sonunda "Kaf-Fed'in yetkili kurullarının hiç birinde yer almayacak"larını ilan ediyorlar.

Daha sonra ne yaptılar veya şimdi ne yapıyorlar bilmiyorum ama bu yazıyı bir okuyun lütfen, hatta herkes okusun. (Aslında kafamı kurcalayan o kadar çok şey var ki! Böyle bir yazı yazılıyor, aslında eleştiriler çok ağır ama kimseden "çıt" yok. Bunlar doğru mu yanlış mı? Bu yazıyı yazanlar da gerisini getirmiyor? Niye? Sorunları çözdüler mi? Tabiri caiz'se, kulakları mı çekildi?) Sonra sorayım size: Bu yanlışlıklar düzeldi mi ki "artık dernekler yaraya merhem olabilirler" diyebileyim? Düzelmediyse bu kadar insanin beceremediğini ben nasıl becereyim? Daha önce yaptığım bir yanlışı niye bir daha yapayım? Yok eğer yeni yönetime bir şans verelim, bekleyelim diyorsanız bekleyelim veya bekleyin! Ben bu sorunların yapısal olduğuna, radikal önlemler alınmadıkça, yeni oluşumlara gidilmedikle çözülemeyeceğine inanıyorum. En fazla yeni bir yönetim gelecek ama eski yapının kendilerine sağlayacağı olanakları bu kez kendi düşüncelerini hayata geçirmek için kullanacaklardır. Eskinin olanaklarından bu defa kendileri yararlanmaya çalışacaklardır.

Ancak, siz aksi düşüncedeyseniz buna da saygım var. Bu zaten şimdilik yazdığım/yazacağım son yazı. Hem kimi işlerim nedeniyle bir süre burada yokum, hem de en son, hatta kendisini telefonla arayıp kim olduğumu açıkladığım arkadaşın bir başka sayfada dile getirilen, ayrım yapmaksızın, takma adla katılımın bir sonucu olduğunu tekrar etmesi beni yaralıyor. Töhmet altında kalıyorum. Belki Çerkes olarak değil ama insan olarak destek olabileceğim, yardım edebileceğim onlarca halk, binlerce insan var. Hem onlar bana "Nüfus Cüzdanımı"da sormuyorlar. Halkımı seviyorum, anavatanımı seviyorum ama bir süredir düşünüyordum. Bu şartlar altında devam etmem mümkün değil. Tekrar burada olduğumda ne yapacağıma döndükten sonra karar vereceğim. Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyor, en samimi duygularla kucaklıyorum.

Kalın sağlıcakla.

 

 

Tuncay
15.12.2005

Henüz yeni ivme kazanmıştı dönüş konusu. Nereye gidiyorsunuz talebe? Rahatsız oluyorsanız kimliğinizi açıklayın. Siz yoksanız da sayın Atçı sizi aratmaz.

Saygılar

 

 

Bülent Atçı
15.12.2005

Sayın Talebe, KAF-FED'in elbette eleştirilebilecek yönleri vardır. Saygı duyarım. Tespit edilen eksikliklerin giderilmesinde; ne kadar çaba ve katılımcı iseniz, eleştirileriniz de o kadar samimi algılanır. Ancak bazıları gibi sadece kenarda eleştirmek olmaz. Mevcut olanı daha faal duruma getirmek için çalışmalıyız derim. Dönüş konusu için geçtiğimiz dönem çalışmaları hakkında Şamil JANE'den ve Federasyon Merkezi'nden bilgi alabilirsiniz.

Sayın PSINE sizi tebrik ediyorum yazınızdan dolayı.

Wuzınsheke

 

 

Talebe
15.12.2005

Selamlar,

Bu akşam treniyle yola çıkmam gerekiyor ama birkaç saatim daha var. Gitmeden bir iki satır daha karalayayım dedim.

Sevgili Tuncay,

Bulunmaz Bursa kumaşı değilim, biliyorum. Bu hareket benden önce de vardı, benden sonra da var olacak; bundan da kuşkum yok. Evet her şey biraz daha netleşiyor, netleşecek de... Ama şu kimliğime kafanızı takmanızı hala anlamış değilim. Veya siz dünyaya yalnızca kendi bildiğiniz ilişkiler çerçevesinde bakıyorsunuz gibime geliyor. Bulundukları yerler, girdikleri ilişkiler, sahip oldukları sorumluluklar nedeniyle öyle rahatlıkla ortalıkta dolaşamayacak insanların olduğunu bilin. Şartlar uygun olduğunda alnıma nüfus cüzdanımı yapıştırıp köy köy, kasaba kasaba da dolaşırım merak etmeyin.

Elimi taşın altına koymama kaygım yok. Elim, hatta tüm gövdem zaten yıllardır taşın altında... Benim konumumda olan başka insanlar da var, daha da çıkacaktır. Yapmayın etmeyin, bırakın kimlikleri düşüncelere bakın, onları tartışın. Hatta yalnız kendi inanlarımızın söylediklerini değil! Zaten biz politik arenada daha çok yeniyiz. Öyle uzun boylu bir deneyimimiz ve bunun ürünü literatürümüz yok. Ama yine de tam umutlarımı yitirirken, Sayın Psıne'nin yazısı beni kurtardı. İşte size imzalı bir yazı. Sayın Ergun Yıldız’dan. Her satırını tartışın bu insanımızın yazdıklarının. Benim somut şeyler söylemediğimden, kendimi tekrar ettiğimden vs. dem vuruluyordu. İşte sayın Ergun Yıldız da aynı şeyleri söylüyor: "Dönüş Hareketinin bu kadar çabuk ve bu kadar kolay durdurulabilmesinin pek çok nedeni vardır elbette. Bunların başında: a- (...) merkezi bir disiplin ve bağlayıcı karar alma mekanizmalarından yoksun olarak örgütlenen dönüş hareketinin, aynı zamanda izlenecek yol ve yöntem konusunda tam bir hedef gösterememiş olması gelmektedir. b- Dönüşün nasıl ve ne şekilde olacağı...net bir şekilde ortaya konulmamıştır. c- (...) izlenecek yol ve yöntem nasıl olmalıdır sorusunun...cevabı net bir şekilde verilmemiştir. d- Dönüş Hareketi bizim dışımızda Rusya ve Türkiye'yi de ilgilendirdiğine göre, bu ülkelerle hangi düzeylerde ilişki kurulacağı ve ne tür taleplerle muhatap olunacağı henüz net olarak bilinmemektedir. e- Dönüş Hareketinin...örgütlülüğü tam olarak oluşturulamamış, geçmişte ortaya çıkan yapı da dağılmıştır. f- Hedefleri ve yöntemleri henüz netleşmemiş bu hareketin ekonomik kaynakları da yaratılamamış ve her iki tarafta da yönetim organizasyonu tam olarak oluşturulamamıştır. ...doğruluğu bu kadar kesin olan dönüş hareketinin, "nasıl" sorusunu yeniden sorması gerekmektedir. Bu projenin hayata geçirilememe nedenlerinin tespit edilmesi ve bu yönde çalışması gereken kadroların toplanarak hedeflerin yeniden tarif edilmesi gerekmektedir. (...)".

Yazının tamamını, her satırını tekrar tekrar okuyun. Günlerdir, dilim döndüğünce anlatmaya çalıştıklarım bunlar değil mi? "Necdet Ağabey, yap çağrını: Yalnız dönüşçülere..." ile başladığım, bu platformda ve her yerde tartışmaya açılması gerektiğini söylediğim şeyler bunlar değil mi? Artık bunların da önemi yok... İşte size imzalı bir yazı. Artık oraya buraya da kaçamazsınız. Günlerdir bende sorguladığınız o samimiyeti, açıklığı şimdi siz gösterin ve tartışın...

Sevgili Bülent Atçı,

Samimiyetin ölçüsünün içerisine girmekten, çalışmaktan geçtiğine inanmıyorum. Öyle olsaydı, kimsenin içerisine girmediği, herhangi bir organında çalışmadığı hiçbir şey hakkında konuşmaması gerekirdi. Bu mümkün mü? Buna sen bile uyabilir misin? Yani sen sadece içerisinde çalıştığın kurumlar üzerine mi konuşma hakkını görüyorsun kendinde? Sanmam!... Derneklerimizin ve Federasyonun, birçok olumsuzluklarına karşın, ki bu olumsuzlukların bazılarının yapısal olmaları ve çok zor değişebilecekleri bir yana, var olmaları gerektiğine inanıyorum. Ama dönüş hareketinin, sayın Ergun Yıldız’ın da vurguladığı gibi, "Merkezi bir disiplin ve bağlayıcı karar alma mekanizması”nın olması gerektiğine inanıyorum. Bir demokratik kitle örgütü bile olamamış derneklerimizle bu mümkün değildir. Bunu yapabilecek dernek de dernek olmaz. Yapılması gereken her düzeyde olduğu gibi derneklerde de bu sorunu gündeme getirmek, tartışma platformları yaratmak olmalı. Sonucun olumlu olacağına inancım sonsuz...

Saygılarımla.

 

 

Bülent Atçı
16.12.2005

Sayın Talebe, içinde yaşadığımız topluma illaki benzeşeceğiz bunun en bariz örneği örgütsel yapımızın da demokratik kitle örgütü olamayışımızdan anlaşılabilir. Türkiye'nin 80 küsur yılda demokratikleşme surecine benzemiyor mu? Sayın Talebe, yapısal değişiklikler inanmış insanların gayretleri ile mutlaka olacaktır. Bahsettiğiniz deklarasyon da bunların bir başlangıçıdır. Dönüşün durdurulduğunu nereden çıkartınız anlamış değilim. Aksine dönüşün çok daha zor koşullarda dillendirildiği zamana bakarsanız umut verici bir durum var. Şahsen ben dönüş konusunda hiç bir zaman umutsuzluğa kapılmadım. Psıne, yakın tarihimizde yapılan dönüşün üzerine analiz yapmış saptamaları gerçekleri yansıtıyor. Katılmamak mümkün değil sizin yol haritası manifesto dediğiniz şeylerin kılavuzu olacak niteliktedir. Kendilerini tebrik ediyorum.

Wuzınsheke.

 

 

Necdet Hatam
16.12.2005

Değerli arkadaşlar,

Dönüşe ilişkin konuşur yazarken Türkiyelilik çemberini, sonra da kendi çemberinizi bir kırabilseniz; dönüş adına günümüzün çok daha umut var olacağını göreceksiniz. Dönüş politikamızın anavatanda nasıl karşılanacağını bilemediğimiz günlerden, dönüşün devlet politikası olduğu günlere geldik. Değerlendirmeler Türkiye için gerçekçi olabilir. Ancak sorunlarını tartıştığınız anavatanın, dönüş konusundaki adımlarını görmezden gelmeniz çok şaşırtıcı. Hem de defalarca yazıldığı halde... Dönüş yolunda yitirdiğimiz önder, bu yaz ki son görüşmemizde hiç bir zaman olmadığından çok daha umutluydu…

Saygılar...

 

 

Tle-Ta-
20.12.2005

Herkese Merhaba,

İlgiyle izlediğim belki de tek sayfaydı burası ama Talebe gittikten sonra sanki herkesin üzerine bir ölü toprağı serpilmiş gibi... Aslında sayın Ergun Yıldız’ın yazısı konuyu çözüm rotasına sokmuştu. Kimseden bir ses çıkmadı. Sayın Yıldız, sizin yaklaşımınızla, sayın Hatam’ın yaklaşımları biraz farklı. Belki de sadece ayrıntılarda, ama bence bazı farklar var. Size üç sorum olacak. Yanıtlarsanız sevinirim:

1) Yazınızda "...Dönüş Hareketinin 'nasıl' sorusunu yeniden sorması gerekmektedir" diyorsunuz, yanılmıyorsam. Peki ben bu soruyu size yöneltsem, yanıtınız ne olurdu acaba?
2) "Merkezi bir disiplin ve bağlayıcı karar alma mekanizmalarından yoksun olarak örgütlenen Dönüş Hareketi" derken, bu mekanizmaların olması gerektiğini mi söylüyorsunuz? Eğer yanıtınız 'evet'se, ana hatlarıyla nasıl bir örgütlenme olmalıydı?
3) Dönüş Hareketi kadrolarının toparlanması gerekir, demişsiniz. Bu kadrolar dağılmış durumda mı? Kimi bilinen isimleri hala "orada, burada" görüyoruz, duyuyoruz. Bunlar arasında belli bir örgütlülük yok mu? Artık farklı şeyler mi söylüyorlar? Bu farklar nelerdir? Tekrar bir araya gelme çabası var mı?

Yanıtlarınız için şimdiden teşekkürler,

Saygılarımla.

 

 

Bülent Atçı
20.12.2005

Değerli katılımcılar,

Dönüş tarihinin en rahat hareket bulabileceği zamanını yaşadığına inanıyorum. Dönüş, karşıt görüşlerinin en yumuşak olduğu dönem olarak günümüzde karşıt görüşler bile dönüşe daha ılımlı daha teşvik edici olmasa da engelleyicide olmaması nedeni ile dönüşçülerden oluşan bir örgütlenme biçimine gerek yok gibime geliyor. Yalnız dönüşçülerinde şöyle bir zafiyeti varmış gibime geliyor. Kopukluk gibi birbirleri ile daha sıkı ilişkiler içerisinde olunulması gerekli inancıdayım. Merkezi otorite ve bağlayıcı karar alma sorunu da bundan kaynaklanıyor sanırım.

Wuzınsheke

 

 

Necdet Hatam
20.12.2005

Sayın Lh-Ta,

Evet sayın Yıldız ile olaya yaklaşımımızda biraz farklılık olabilir. Sizden rica etsem yaklaşımlarımız ya da olayı nasıl anladığımız, detaydaki farkları sizin anladığınız gibi yazabilir misiniz? Çünkü, neyi ne kadar anlatabildiğimi gerçekten merak ediyorum. Yardımlarınızla konuyu daha somutlaştırabileceğimizi umuyorum.

Saygıyla...

 

 

Lh-Ta
20.12.2005

Merhaba sayın Hatam,

Sorunuzu cevaplamak o kadar zor ki... Bu sitedeki kimi yazılarınızı tekrar okudum. Aslında bu sorunuzu cevaplamak, daha doğrusu daha net cevaplayabilmek için sayın Yıldız’ın cevaplarını görmem gerekirdi ama yine de söyleyebileceğim bir iki şey var. Yanlış anlaşılmama dileğiyle; daha doğrusu "yanlış anlaşılır miyim acaba" kaygısına düşmeme umuduyla...

* Her şeyden önce "kendini ifade tarzı" farklı. Sayın Yıldız’ın bu konuda -bu sayfada- bir tek yazısı var ama anlaşılması daha kolay.

* Sizin "güya Dönüşçülere" yönelik eleştirilerinizi tam olarak anlamak mümkün değil. Dönüşçü gibi görünüyorlar, hatta kimilerinin yönetici olma konumları var ama bu konuda pek de samimi değiller diyorsunuz mesela. Kimi ipuçları veriyorsunuz ama arıyorum bulamıyorum. Ardından, "yeni yönetime bir şans vermek gerekir" deyince (Federasyon) iş, daha da içinden çıkılmaz hale geliyor. Dışarıdan bakınca sanki herkes dönüşçü ama pek samimi olunmadığını da hissediyor insan. Yazılarınız bu netliği sağlamaya yetmiyor. Halbuki sayın Yıldız çok net söylüyor: "Dönüş projesinin hayata geçirilememe nedenlerinin tespit edilmesi ve... dağılmış kadroların toparlanarak hedeflerin yeniden tarif edilmesi gerekmektedir."

* Siz anavatandaki gelişmelere çok fazla vurgu yapıyorsunuz. Dönüşün anavatanda bir devlet politikası olduğunu, bugün her zamankinden daha umutlu olmamız gerektiğini söylüyorsunuz mesela. Bunu böyle dile getirince "diaspora"nın sorunları ister istemez silikleşiyor. Bu konuda yapılan eleştiriler anlamsızlaşıyor. Sayın Yıldız daha açık dile getiriyor: "...her iki tarafta da yönetim organizasyonu tam olarak oluşturulamamıştır." Bugün kısmi bir dağınıklığın veya kopukluğun yaşanıyor olması, en azından dönüşün istenilen düzeyde ve anavatandaki gelişmelere paralel gelişememesine bakınca sanki sayın Yıldız’ın tespiti daha doğruya yakın gibime geliyor.

* Siz ‘dönüş’ün nasıl olması gerektiğine kendi açınızdan bir cevap verebiliyorsunuz ama sayın Yıldız: "...Dönüşün nasıl ve ne şekilde olacağı... net olarak ortaya konulamamıştır" , "...izlenecek yol ve yöntem konusunda tam bir hedef gösterememiştir..."diyor. * Siz, " ...bana göre diaspora Abazalarının sorunu o denli çözülmüştür ki, Abaza dernekleri bile artık zorunlu değildir... ya da derneklerin tek görevi, birincil görevi irtibat bürosu gibi çalışmak olmalıdır. Çünkü Abhazya Cumhuriyeti, diasporasının Abhazya'ya dönüşünü devlet politikası olarak benimsemiştir..." diyorsunuz ama sayın Yıldız: "...gerektiğinde o insanlara (dönenleri kastediyor elbette) hesap sorabileceğini de gösterebilecek bir yapı oluşturulmalıdır." diyor.

* Sizin yazılarınızı okuyunca gerek Rusya'ya ve gerekse anavatana yönelik herhangi bir şey söylemeye korkuyor insan inanın. Lütfen yanlış anlamayın beni ama bu konuyu o kadar vurguluyorsunuz ki, insan kafasına takılan bir soruyu sormaktan bile çekiniyor. Halbuki sayın Yıldız bu konuda biraz daha esnek gibi görünüyor. "Rusya’nın bizim için ne olduğu, Türkiye'nin bizim için ne olduğu; bu ülkelerle ilişkilerimizin nasıl, ne şekilde ve hangi düzeyde hangi taleplerle olacağı, bölgede mevcut politik durum hakkında nasıl bir duruş sergileneceği, bütün bu konular gelinen noktada yeniden ele alınarak tartışılmalıdır." diyor mesela. O böyle deyince kafasında soru işaretleri olan insanlar en azından tartışmak için daha bir cesaretleniyor.

Ben tartışmanın gerekli olduğunu düşündüğüm için, en azından hala kimi tereddütlerim olduğu için, bilmiyorum yalnız ben miyim bu durumda olan, sayın Yıldız’ın yaklaşımı daha "sempatik" geliyor bana. Sonra siz anavatanımızdaki insanlarımızın, büyüklerimizin bizim davranışlarımıza, yaptıklarımıza yönelik kaygılarının olabileceğini, bu nedenle yaptıklarımızda ve söylediklerimizde çok dikkatli olmamız gerektiğini o kadar öne çıkarıyorsunuz ki, "ya anavatan da biraz bizi anlasın, anlamaya çalışsın" diyesi geliyor insanın. "Gelişmeleri izleyin ve açılan yolda yürüyün" şeklinde karikatürize edilebilecek bu yaklaşım kimi tereddütleri aşmama/aşmamıza yetmiyor.

Sayın Yıldız, bizim o kadar da kötü niyetli olmadığımız konusunda anavatandaki büyüklerimize de bir şeyler anlatmak gerektiğini söylüyor. Kimi tereddütlerin karşılıklı aşılması gerektiğini... Uzatmayayım, ilk anda görebildiklerimi böyle özetleyebilirim ama aslında sayın Yıldız’ın cevabını beklemem gerekirdi diye de düşünüyorum hala... Kimi ayrıntılar netleştikten sonra, bugün yapmış olduğum karsılaştırmalarda hata yapma hakkımın saklı olması dileğiyle...

Saygılarımla

 

 

Psıne (Ergün Yıldız)
20.12.2005

Sayın Lh-Ta,

Öncelikle belirtmek isterim ki, o mesajı buraya koymamak için epeyi bir zaman direndim. O mesajı, içeriğinde kısmen işaret edilen sorunların dönüş ile ilgili olan ya da öyle olduğunu beyan eden insanlar arasında tartışılması ve bir durum değerlendirmesi yapılması ümidi ile 2 yıla yakın zamadır oradan oraya gönderiyorum. Yazı aynı yazı, sorunlar aynı sorunlar. Ne yazık ki kimse cevap vermedi, tartışmak istemedi, tartışılmasına gerek görmedi.

*** Sayın Necdet Hatam ile aramızda büyük bir yaklaşım farklılığı olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Sayın Hatam diyor ki: "Arkadaşlarımızın eleştirileri, yeni koşullara göre dönüş programı yapmadıkları, yapanlara katkıda bulunmadıkları, dönüşü gündemden düşürdükleri için hak ettiklerine inanıyorum." Ben de bundan farklı bir şey yazmış değilim. Yeni koşullara göre değerlendirme yapalım, eski şartlar artık geçerli değil diyoruz. Önceki hamle başarısız oldu nedenlerini tartışalım diyoruz. Kendi koşullarımıza göre yeniden bir organizasyon,yeniden bir planlama yapalım diyoruz. Bireysel çabalar olmaktan çıkartıp öncü grubun tecrübelerinden de istifade ederek ortak, organize bir hareket haline getirelim diyoruz. Eğer bunun aksi bir yaklaşım varsa aynı düşünmüyoruz demektir, o zaman oturur farklı yaklaşımlarımız üzerine tartışırız yenibaştan. Fakat hiçbir farklı yaklaşım; dönüşün halkımızın diaspora da ve anayurtta varlığını devam ettirmesi için atılması gereken zorunlu bir adım olduğu gerçeğini değiştirmez.

*** Şu iki konuda artık tartışmanın bir manası yok.
a) Kafkasya bizimdir, halkımızın orada güçlü bir şekilde var olması, ayakta kalması amacı bizim öncelikli sorumluluğumuzdur.
b) Anayurda dönüşün gerçekleştirilmesi ise bu sorumluluğun gereğidir.

Bunlar cemiyetin geneli için geçerli doğrulardır, asıl sıkıntı bu tespitin yapılmasından sonraki aşamaların hayata geçirilememesinden kaynaklanmaktadır. Böyle bir sorumluluğunuz olduğunu tespit etmişseniz, gereğini yerine getirmelisiniz. Yerine getiremiyorsanız en azından bunun nedenlerini doğru şekilde tanımlamalısınız. Bizler tam da bu noktadayız şu anda. Sayın Hatam ile farklı gibi görünen yaklaşım buradan ortaya çıkıyor bana göre, o diyor ki "bu sorumluluğun tespiti yıllar önce yapıldı, artık gereğini yapmak zamanıdır" Ben ise, bu beklentinin gerçekleşmediğini, yani gereğinin yapılamadığını görüyorum ve bunun nedenlerine dikkat çekmeye çalışıyorum.

Eminim sayın Hatam'da bunu bir zaman kaybı ve samimiyetsizlik olarak algılıyor genel manada. Sayın Hatam da harekete geçilmesi gerektiğine dair beklentisini "Türkiyelilik çemberini kırmak" biçiminde bir ifade ile işaret etti zaten. Haklıdır muhtemelen. Yıllar geçiyor fakat dönüş konusunda net somut sonuçlar yok elimizde. Dönen, orada bin bir fedakarlıkla tutunan insanlar diasporadan bir hareket bekliyorlar, sabırsızlanıyor, belki de öfkeleniyorlar. Oysa bizler hala meselenin kıyısından köşesinden dolanıp duruyor, bir türlü harekete geçemiyoruz. İşte benim önceki mesajım bu durumun tespitinden, nedenlerinin tahlilinden ibaretti. Bu sorunları yok saymakla, yok olmaz. Gerçekler olduğu gibi kabul edilerek tartışılmak ve çözülmek istenir, harekete geçilirse bir sonuca ulaşılır. Aksi halde aynı çember etrafında sonu gelmeyen turlarımıza devam ederiz.

Gelelim sizin sorularınıza. Öncelikle şunu belirtmek isterim ben bu konuda kişisel bir tespit yaptım, kimse adına söz söylüyor değilim, cevaplarım da bu manada şahsi kanaatlerimdir sadece.

1) Yazınızda "...Dönüş Hareketinin 'nasıl' sorusunu yeniden sorması gerekmektedir" diyorsunuz, yanılmıyorsam. Peki ben bu soruyu size yöneltsem, yanıtınız ne olurdu acaba? Bu sorunuzun cevabı uzun uzun yer alıyor zaten mesajın içerisinde. Aşağıdaki bölümleri tekrar okumanızı rica ediyorum.

En önemlisi ise diasporanın kendi organizasyonu ile gönderdiği insanların arkasında durduğunu, desteklediğini, sahip çıktığını ve gerektiğinde o insanlara hesap sorabileceğini de gösterebilecek bir yapı oluşturulmalıdır. Dönüş fikrine inanan ve savunan insanların, dönen insanların anayurt insanı ile ilişkilerinde dikkat etmeleri gereken hususlar çok net şekilde tespit edilerek, bu konulara gerekli hassasiyetin gösterilmesi sağlanmalıdır. Dönüşün anayurtta siyasal bir hareket olarak algılanmasına engel olunmalı, bu hareketin ana amacının parçalanmış milletimizin diasporadaki kültürel varlığını anayurt ile birleştirme çabası olarak anlatılmalıdır. Dönüşün sistem ile değil toplum ile ilgilendiğini, anayurtta yaşayan insanların geleceği hakkında rota tayin etmek gibi bir amacı olmadığını anlatmalı; asıl ilgi alanımızın anayurdumuzun demografik, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunlarına katkı sağlamak olduğu konusunda insanlar ve yönetimler ikna edilmelidir.

Dönüşçülerin ana faaliyet alanlarından birisi de politik ve dinsel argümanlardan bağımsız bir şekilde, yurt millet ve gelecek bilincini yerleştirmek olmalıdır. Dönüşün bir başka önemli misyonu ise anayurt kültürünün diasporaya, diaspora kültürünün anayurtta ulaşmasını sağlayacak faaliyetler olmalı, her iki tarafta yaşayan insanlar birbirinin yaşantısı hakkında doğru bilgilendirilmelidir. (Besmele ile içki içiyorlar, din nedir bilmiyorlar, hepsi Ruslaşmışlar vs. gibi oradan buraya pompalanan demoralize edici bilgiler engellenmeli, aynı şekilde buradan oraya giden insanların da o toplumun değer yargıları üzerine ahkam kesmemeleri gerektiği iyice anlatılmalıdır.) Hem anayurtta hem diasporada bilgi akışına yönelik bir yayın çıkartılmalı, bu iki parçanın birbiri hakkında en doğru ve en sağlıklı bilgiye ulaşması sağlandığı gibi aynı zamanda ortak tarihsel bilgilerle donanmaları için çaba sarfedilmelidir. Kafkasya gerçeği en doğru şekilde insanlarımıza anlatılmalı, daha sonra büyük hayal kırıklıkları yaşamak yerine, bu günden koşullar hakkında bilgilenmeleri temin edilmelidir. Dönüşün bir yurt bilinci ve geleceğine sahip çıkma hareketi olduğunu anlamaları sağlanmalıdır. Pek çok insanı hareketten alıkoyan başarısız olma veya tutunamama durumunda geri dönmek zorunda kalabilecekleri gerçeği en net şekilde ortaya konulmalı, bu konuda hiç kimsenin hiç kimseyi yargılama hakkı olmadığı ve başarısız olunması durumunda geri çekilmenin normal karşılanması gerektiği fikri toplumda yerleştirilmelidir. Genel manası ile yukarıdaki niteliklere sahip bir hareket "Nasıl" sorusunun cevabıdır.

2) "Merkezi bir disiplin ve bağlayıcı karar alma mekanizmalarından yoksun olarak örgütlenen Dönüş Hareketi" derken, kastettiğim şey şudur : Derneklerde kendiliğinden bir araya gelen fakat hiçbir zaman dernek yönetimlerinden gerekli desteği görmeyen,hatta sorun kaynağı olarak algılanan insanların yönetimlere bağlı komiteler komisyonlar şeklinde örgütlenmeleri desteklenmeleri sağlanmalıdır. Bunun bir üst kurumu olarak Federasyon ve DÇB bünyesinde Rusya ve Türkiye cephelerinde dönüş hareketinin genel sorunları ile ilgilenen bir dönüş komitesi olmalıdır. Sosyal ve hukuki meseleleri takip edebilecek bir hukuk komitesi olmalıdır. Dönecek insanları oradaki koşullar, amaç, hedef, topluma uyum konularında bilgilendirecek bir eğitim ve propaganda komitesi olmalıdır. Bütün bu ortak yapının desteğini arkasına alarak giden kişi orada yalnız olmadığını hissetmeli, oraya gitmekle görevinin bitmediğinin bilincinde olmalıdır. Bu yolla giden kişinin burada ve orada sorunlarına her türlü yardımcı olunmalı fakat o kişi de arkasında duran ve kendisine cemiyet adına destek sağlayanlara karşı bir sorumluluk taşımalıdır. Yani tamamen başına buyruk hareket etmemeli,edememelidir. Bunlar tabii ilk adımda yapılabilecek basit şeyler. Böylesi bir yapının gerekliliğinde uzlaşılırsa nasıl olacağı ayrıca tartışılır zaten.

3) Dönüş Hareketi kadrolarının toparlanması gerekir, demişsiniz. Bu kadrolar dağılmış durumda mı? Kimi bilinen isimleri hala "orada, burada" görüyoruz, duyuyoruz. Bunlar arasında belli bir örgütlülük yok mu? Artık farklı şeyler mi söylüyorlar? Bu farklar nelerdir? Tekrar bir araya gelme çabası var mı? Burada söylemek istediğim tam olarak şudur : Önceki dönemde Kafkasya’ya yönelik bazı tespitler yanlış yapıldı, dolayısıyla dönen insanların büyük kısmı başarısız oldu. Hedef doğrudur, çıkış noktası doğrudur, fakat hareket başarısızdır. Ve başarısızlığa uğrayan veya tespitlerinde hatalar olduğunu gören pek çok insan bu gün bir kenara çekilmiş durumdadır. Bu mağlubiyet psikolojisi artık ortadan kalkmalıdır bence. Herkes bu doğru olarak konulan hedefe ulaşılmasında nasıl katkı sağlayabileceğini yeniden gözden geçirmelidir. Dönemeyebilir insan, koşulları elvermeyebilir, dönmüş ama tutunamamış olabilir, taşa mı tutacaksınız adamı? Fakat bu insanlar yenilmişlik psikolojisini alt ederlerse yeniden harekete katılır dönebileceklere bir şekilde el verir,destek olur,dönebileceklerin en fazla sayıya ulaşabilmesi için çalışırlar. Bu konuda bir organizasyon oluşmasına bir güç oluşmasına katkı sağlarlar.

Aslolan anayurduna karşı vefa duygusunu ve samimiyetini yitirmemek değil midir?

Saygılarımla.

 

 

Lh-Ta
21.12.2005

Sayın Yıldız,

Yanıtınız için teşekkürler. Kimi sorularım cevaplandı, kimi sorunları ise yanıtınızdan sonra daha iyi anlayabiliyorum. Ancak yeni bazı sorular oluştu kafamda. Bunları yazıya dökmeden önce yazınızı bir kez daha okumak istiyorum. Tekrar görüşmek dileğiyle.

Saygılarımla

Not: Eğer bu konuyu burada tartışmak sakıncalıdır diyorsanız, yazmak zorunda olmadığınızı, bunu yanlış anlamayacağımı bilmenizi isterim.

 

 

Kaya Şenvar
21.12.2005

Sayın Ergün Yıldız'ın, Sayın Tlhepserk'o'nun, Sayın Necdet Hatam'ın, yazılarını dikkatlice okudum ve anladığım kadarıyla bende kimseyi eleştirmeden, dönüş konusunda küçük bir tahlil yapmak istedim. Yıllarca dönüş konusunda; teori ve pratik için çok şeyler söylendi, yapıldı, çalışıldı vs… Kimilerinde başarılı olundu, kimilerinde de başarısız...

Dönüş için, sizlerinde yazdığı DÇB ve KAF-FED'in çözüme yönelmesi ve bu konuda dönüş için Rusya ve Türkiye'den kolaylıkların sağlanması çalışmaları, komisyonlar ve komitelerin kurulması vs. Bunlar hepsi güzel ve maalesef şu anda teori olarak gündemde… Bu teorinin pratiğe ve hemen günümüze uygulanması da zaman alacağa benzer. Dolayısıyla dönüş hareketinin ivme ve hız kazanması anlamında Federasyon ve DÇB'nin yapacaklarını ya da belki de yapamayacaklarını beklemekten ziyade; dönmeyi düşünen samimi insanların artık düşünmeyi bırakıp alt yapılarını nasıl oluşturacaklarını ve pratiğe geçirmek için somut adımlarını atmaları gerekmektedir.

Nedir bu somut adımlar?

1) İdealist ve kararlı olmak: Yönünüzü çevirip , döneceğiniz vatanınız için orada geçim ve idame şartlarını net şekilde ortaya koymaktır. Mali anlamda küçük de olsa bir birikiminiz yoksa, orada bir işle uğraşmak için yetkin olduğunuz bir zanaat veya meslek vs. yoksa, ilk 1 yıl içerisinde hiçbir şekilde iş yapamayacağınızı ve Rusça bilmeden de ekonomik anlamda iş yapamayacağınızı bilmeli ve bunu kabullenerek gitmelisiniz.

2) Evliyseniz, en başta eşiniz ve ailenizin sizin gibi düşünmesi şart. Sadece düşünmek değil, inanması da lazım. Değilse orada yaşam size hüsranlarla ve sıkıntılarla dolu olacaktır. Bununla birlikte ailenizin, eşinizin, çocuklarınızın uyum sorunu ve dil sorunları nedeniyle bir sürü sahneler yaşanacak ama bir süre sonra her şey rayına da oturacaktır. Işte o süreyi atlatmak önemlidir.

3) Oturma izni ve akabinde vatandaşlık hakkı için, bir hayli yol kat etmeniz gerekecektir. Eskisi gibi oturma izni başvurusu dahil işlemler artık kolay değil ve meşakkatlidir. Ancak bunu bir problem olarak görürseniz, her şeye sorun penceresinden görmeye de başlarsınız. Dolayısıyla, orada idame, uyum, oturma izni, dil öğrenimi (özellikle Rusça), komşuluk ilişkileri (oralı insanlarla), iş kurma ve yürütme, mali konulardaki yatırım ve gelecekteki ekonomik yön tayini, okuyan çocuklarınız varsa onların gelecekte iş ve hayatını idamesi ile ilgili düşünceleriniz ve de en son söyleyeceğim; oralı olmayı istemek düşünceniz çok önemlidir ve idealinize yön verir ivme kazandırır. Mentalite farklılığı, yaşam standardı, hayata hangi pencereden baktığınız, gelecekle ilgili var olma derdinizin olması ve beklentileriniz bunların hepsini bir arada ve samimi düşünen ve size el uzatan kişi ve kuruluşlarla irtibat kurmakta fayda vardır. Değilse orada her şey için bir kulp takılabilir.

Size bir örnek vermek isterim; bu yıl KAF-FED Maykop'a 3 öğrenci okumak üzere burs sağladı. Yani her yıl Kabardey Balkar Cumhuriyeti ve Adigey Cumhuriyeti için; 10'ar kişilik kontenjan KAF-FED’e veriliyor. Bu kontenjandan Maykop için 3 kişi Türkiye'den talip çıktı. Bu 3 öğrenciden 2 kişisinin aileleriyle temas kurdum. Daha doğrusu 1 tanesinin babası çok yakın arkadaşımdı ve bana bu konuda danışınca haberim olmuştu. Diğeri de dolaylı tanıdığım çıktı. Tabi hemen bu öğrenciler için bir şeyler yapmak gerektiğini düşündüm ve daha önceden geçmiş yıllarda yaşanan polemikler ve sorunlar tekrar yaşanmasın diye; kendi bildiğim ve pratikte yaşadığım kadarıyla bilgilerimi ve önerilerimi bu çocuklara (gençlere) aktardım ve her şeyi açık açık anlattım. Özellikle o samimi arkadaşımın oğluna kendisiyle birebir temas kurduğum ve Ankara'da oturduğu için direkt görüşme ve anlatma imkanım oldu. Bu delikanlıya söylediklerimi aynen aktarıyorum. Kesinlikle oraya okumaya gitme mantığının sonucu ve okulu bitirme sonrası; "…ORALI OLMAK, ORADA ÜRETMEK VE YAŞAMAK OLMALI…" dedim.. Orada vatanım diye her şey senin istediğin gibi olmayacak ya da olmayabilir. Dolayısıyla yurtta kalma, yemek problemleri, tanışma ve uyum, dil öğrenimi aşamasındaki sıkıntılar gibi problemlerden direkt olarak bahsettim. Bir genç için olağan üstü özgür ve güzel bir ortam. Dolayısıyla oradaki tüm hareketlerinin takip edileceğini ve yorum yapılacağını, okuldaki başarısından tutunda, yaşam biçimi ve ahlakı için sürekli kontrol mekanizması olacağını anlatmaya çalıştım. En son babasının da eski ve samimi bir dönüşçü olması sebebiyle, "…Orada yürekli ve iyi bir Adige delikanlısı ol ve eskiden gidip de geri dönenlere orada kalmayı başararak ve uyum sağlayarak örnek ol ve hatta bunu ispat et..." dedim. Şimdi bu anlattığım örnekten ne demek istediğimi anladığınızı tahmin ediyorum. Şimdilik bu kadar… Yönünüz, yüreğiniz, düşünceleriniz ve samimi adımlarınız vatan için olsun…

Kalınız sağlıcakla…

 

 

Psıne (Ergün Yıldız)
22.12.2005

Sayın Lh-Ta,

Bir şeyleri aramızda tartışalım, fikrimizi ortaya koyalım diyoruz; fakat öte yandan da mesele uzadıkça bu konuda "ahkam kesen adam" durumuna düşmekten endişe ederim. Çünkü sizin mesajınızda sözünü ettiğiniz "sokaktaki insan" benim. Yani dönüş fikrine inanan, gelecekteki varlığımızın bu fikrin gerçekleşebilmesi ile direkt ilişkili olduğunu düşünen, bu cemiyetin bir ferdi olarak söylüyorum söylediklerimi. Her hangi bir kesiminin veya kurumun fikirlerini size yansıtıyor ya da birileri adına söz sarf ediyor değilim, onlar adına konuşmak da üstüme vazife değil. Sorduğunuz bu sorulara resmi manada muhatapları isterlerse cevap verirler.

*** Ben, önceki mesajlarımda olduğu gibi yine üzerine basa basa belirtmek isterim ki, söylediklerim sadece kendi şahsi kanaatlerimdir.

*** Diyorsunuz ki: Sokaktaki insan nasıl düşünüyor? Yönetim kademesindeki büyüklerimiz hangi kaygıları dile getiriyorlar? Anavatanımızın, diasporadan dönebilecek insanlarımızdan yana bir kaygısı var mı?

Yukarıdaki sorularınız konusunda şahsi düşüncelerim olduğuna bir kez daha vurgu yaparak kanaatlerimi yazayım: Bana göre sokaktaki insanlar, yani cemiyetimizin ezici çoğunluğu dönüş konusuna olumlu bakıyorlar. En azından benim edindiğim izlenim bu yönde. Fakat bu olumlama, sadece genel manada bir sempati ve destek biçiminde yansıyor. Yani temelinde bir bilinç, bir kararlılık yok. Bu mesele hala cemiyet tarafından geleceğimizi doğrudan ilgilendiren bir dava olarak algılanamıyor. Hal böyle olunca, hareket geleceğe yönelik bir planlama ve organizasyonu olan, uzun soluklu bir mücadele haline gelemiyor. En küçük sorunda, en küçük karşı propagandada vazgeçilebilecek öylesine bir ciddiyetsiz örgütlenme olarak kalıyor.

Yönetim kademesindeki büyüklerimizin sıkıntılarını ve özel konuşmalarına yansıyan kaygılarını ben bilemiyorum, bilsem bile kalkıp burada yazmam ayıp olur, zaten kimse de gelip bana dert yanmış değil bu konuda. Ben yine bu cemiyetin bir bireyi olarak gözlemlerimden edindiğim kanaati yazayım size: Cemiyetimiz içerisinde bazı kesimlerin, bazı insanların davranışları bizi temsilen toplum önüne çıkan insanlarımızı zor duruma düşürüyor, sıkıntıya sokuyor zaman zaman. Bizler, her ne kadar şimdi olduğu gibi bilgisayarımızın başında, dernekte, kahvede veya arkadaş grubumuzda çok rahat aklımıza geleni ağzımıza geleni söylüyor olsak da bu meseleler resmi bir hüviyete büründüğünde, bizim davranışlarımızın faturası adımıza temsil yetkisi kullanan insanların önüne konuyor. O nedenle her birey bu konularda sorumlu davranmak durumundadır şahsi fikrimce.

Anavatanın diasporadan dönenler için bir kaygısı korkusu, bir endişesi olduğunu düşünmüyorum şahsen. Karşınızdakiler Afrika’da bir kabile değil, en nihayetinde yüzde 90 üzerinde yüksek eğitimli nüfusa ve komünizmden gelen katı kurumsal disipline sahip bir devlet. Her ne kadar bizim alıştığımıza benzemese de bir düşünme, algılama hayatı yorumlama ve yaşama biçimleri var. Şimdi kalkıp onların arasına gider, sonrada onları yargılamaya kalkarsak bu normal midir sizce? Biz içerisine gittiğimiz topluma uyum sağlamak yerine, o toplumu kendi inançlarımız yargılarımız yönünde dönüştürmeye kalkarsak; üstelik bunu radikal tavırlarla yapmak istersek bu normal midir? Üstelik bizim ısrarla dayattığımız inanç, itikat, politika -veya her ne ise- bunu alıp bir başkaları kendi çıkarları için kullanıyorlarsa ve biz, bize kucak açan o topluma bilerek veya bilmeyerek zarar verir pozisyona gelmişsek bu normal midir?

İşte bu tür uyumsuzluklar ortaya çıkmadığı sürece, onları yargılayıp; onlara nizam, intizam vermeye kalkışmadığımız sürece, yaşam biçimlerini, sosyal yapılarını politik istikrarlarını değiştirecek, tehdit edecek risk kaynakları haline gelmediğimiz sürece anavatanın bizden rahatsız olacağını düşünmüyorum. Bizlerden rahatsız olsalar dönüş yasalarını çıkartırlar mıydı ? Bizlerden rahatsız olsalar dönün diye sürekli çağrıda bulunurlar mıydı ? Bizlerden rahatsız olsalar orada yerleşenlere izin verirler miydi?

Rusya meselesi ile ilgili sorularınıza bir cevap olacaksa o konuda şöyle düşünüyorum. Rusya, -Yeltsin döneminde- bizim tarihsel bir sürgün yaşadığımızı ve büyük kayıplara uğradığımızı yarım ağız ifade etti. Peki bizler tarihsel bir haksızlığa maruz kalmış, acı bir sürgün yaşamış bir halkın bireyleri gibi mi davranıyoruz, o günden bu güne bir bakın. Tarihsel bir sürgün yaşamış halkın ilk talebi ne olur sizce ? Kendi topraklarında yeniden bir araya gelmek ve o topraklara döktüğü canların anısına o topraklarda yok olmadığını gösterecek güçlü, modern kendi ayakları üzerinde durabilen bir toplum yaratmak değil midir görev? Peki biz ne yapıyoruz bu konuda? Dönüşü gerçekleşebilir kılmak yerine, insanlarımızı birer, üçer, beşer, onar oraya transfer etmek yerine; bunu da yapamıyorsak oradaki idarelerimizi cemiyetlerimizi toplumsal yapımızı istikrarlı ve güçlü kılmaya çalışmak yerine inançlarımızı, politikalarımızı transfer etmeye çalışıyoruz.

Rusya bizim dönüşümüzü kendisi için hayati bir mesele gibi ele almaz, bizim üzüleceğimiz sorunlara bizden fazla üzülmez de. O nedenle Rusya’nın gündemine sokacağımız bir meseleyi önce ciddi şekilde kendi gündemimize almamız gerekir. Ilk dönüş hamlesinin başarısız olmasının nedeni tek başına anavatan veya diasporadır demeyelim. Bu başarısızlık; anavatanın güçsüz, diasporanın da örgütsüz ve hazırlıksız olmasından kaynaklandı bence. Daha sonraları ise bu nedenlerin başına samimiyetsizlik geldi oturdu. Anavatanda Dönüş Vakfı var, burada da Dönüş Komisyonu var. Oradaki vakıf, buradaki komisyondan (dolayısıyla federasyondan) güç alırsa bir iş yapabilir. Buradaki komisyon da temsil ettiği insanlardan güç alırsa oradaki vakıfa güç verebilir. Işte bu noktada mesele yine bireylere gelip dayanıyor. Eğer cemiyetin bireyleri konuyu bir "yeniden millet olma", "anayurduna sahip çıkma" meselesi gibi algılarlarsa bu kurumlara güç verirler, sorunu sahiplenirler. (Gördüğünüz gibi tam bir kısır döngü içerisindeyiz.) Eğer bireylerimiz toplumun çoğunluğunu oluşturan sayıda bu konuyu sahiplenmiyor, hala bir bilinç ile sorunu ele alıp bir irade gösteremiyorlarsa bunun nedenlerini er ya da geç birileri tartışılmak üzere cemiyetin önüne getirecektir. Benim böylesi bir iddiam yok. Sadece gözlem yapıyor gördüklerimi de yazıyorum.

Saygılarımla.

 

 

Lh-Ta
21.12.2005

Merhaba Sayın Yıldız,

Konuyu biraz daha açmak anlamında sormak istediğim bir iki şey daha var. Anavatanımızın, Diasporadan dönebilecek insanlarımızdan yana bir kaygısı var mı? ''Sokaktaki insan" nasıl düşünüyor Yönetim kademesindeki büyüklerimiz hangi kaygıları dile getiriyorlar? (Kimi geziler yapan insanlarımız dergilerde çıkan yazılarında çok sıcak yaklaşımlar sergilendiğini söylüyorlar. Ama ben kimi tartışmalardan, sanki, özellikle yönetim kademesindeki büyüklerimizin, kimi sıkıntılarının olduğu izlenimi edindim. Yanılıyor muyum?)

- Çerkeslerin Anavatanlarına dönüşleri konusuna RF nasıl bakıyor?
- Bugün dönenler tamamıyla "apolitik" insanlar olsalar veya RF hakkında olumsuz hiçbir şey düşünmeseler dahi, daha kitlesel dönüşlerle Kuzey Kafkasya'nın nüfus yapısının değişmesi, RF tarafınca bir "tehdit" olarak algılanabilinir mi?
- Bildiğim kadarıyla Yeltsin'in 1991 yılında halkımıza yapılan tarihi haksızlıktan (Soykırım ve sürgün) dolayı bir özür dileme olayı var. Bunun boyutu tam olarak nedir?
- Ilk dönüş hamlesinin başarısız olmasının veya yeterince gelişmemesinin nedeni, ağırlıklı olarak, Anavatanın mı yoksa Diasporanın mı buna yeterince hazırlıklı olmamasından kaynaklanıyor?
- Anavatanda bir "Dönüş Vakfı" var. Derneklerde de (en azından Ankara'da olduğunu sayın Atçı söylemişti) Dönüş Komisyonları var. Sizin söylediğiniz komite veya komisyonlar bu var olanlardan farklı bir şey mi? Dönüş Komitesinin veya Komisyonunun Hukuk, Eğitim, Propaganda Komitelerinin olması, eğer derneklerimizde veya Federasyonda da benzer birimler varsa, mümkün mü?
- "Dernek yönetimlerinden gerekli desteği görmeyen, hatta sorun kaynağı olarak" algılanan insanların, hem de "örgüt içinde örgüt"e benzer bir yapılanmaları dernekler tarafından nasıl desteklenebilir?
- Siz tartışma talebinize bile bir yanıt alamadığınızı söylüyorsunuz. Peki, bugün atılacak ilk adım ne olmalı?

Saygılarımla.

 

 

Lh-Ta
22.12.2005

Sayın Yıldız,

Bu defa sizi "sorguya çekiliyormuşsunuz" hissine kapılmaktan kurtarmaya çalışayım. :-) Aslında sorularımı size yöneltmemin sebebi hem sizin de söylediğiniz gibi "sokaktaki insan" olmanız hem de uzun zamandır izlediğim bu sitede kendi düşündüklerime, hissettiklerime yakın düşünceleri veya hisseleri sizde yakalamış olmam.

Birçok açıdan sayın Hatam’ın söylediklerinin de kafama yattığını söyleyeyim bu arada (zaten aranızdaki fark da o kadar büyük değil). Aldığım yanıtlar, kimi yeni soruları da beraberinde getirmekle birlikte, beni tatmin ediyor. Bu nedenle iletişimi devam ettirirseniz sevinirim. Söylediklerinizin sadece sizi bağladığını anladım. (Benim yazdıklarım ise çoğunlukla benim, Talebe'nin ve Çerkes olmayan bir bayan arkadaşın ortak görüşü. Aynı çatı altında yaşadığımız için çok şeyi önce kendi aramızda tartışıyor, sonra yazıya döküyoruz. Talebe'yle aramızdaki en önemli fark herhalde onun kendini önce "insan" sonra "Çerkes" olarak tanımlaması; benim ise "hem Çerkes hem insan" demem.) Bunları şunun için açıklamak istedim: Talebe'nin şimdiye kadar yazdığı çoğu şeye katılıyorum ve bunları tekrar etmek istemiyorum... "Çoğunluk dönüş konusuna olumlu bakıyor, sempati duyuyor ama bir bilinç ve kararlılık yok", "...hareket geleceğe yönelik bir planlama ve organizasyonu olan uzun soluklu bir mücadele haline gelemiyor... Ciddiyetsiz bir örgütlenme olarak kalıyor." diyorsunuz. Katılıyorum. Hatta zaman zaman Konsey'in veya Vakıf’ın yazılarını okuduğumda, hemen herkesin "yüzünü anavatana döndüğünü" görüyorum. Ancak somut adımlar atılamıyor, gecikiliyor. Bilinç ve kararlılığın oluşması, uzun soluklu bir mücadele ve planlama ancak ciddi bir örgütlenmenin yapabileceği bir iş.

Aslında bunun, bu işlerle uğraşan herkes tarafından bilinmesi gerekir ve ben bunu kimi düzeylerdeki insanlarımızda göremeyince sanki gizli bir "tasfiyecilik" yapılıyor kuşkusuna kapılıyorum. Daha da kötüsü, durumun gittikçe daha genç nesillerce de kanıksanır hale gelmesi. "Anavatan, dönüş" düşünceleriyle kurumlarımıza gelen insanlarımızın bu kararlı olmayan yapılarımızda eriyip gitmeleri. Yani şu kısır döngü... Aslında ciddi bir örgütlemenin adımlarını atmanın tam zamanıdır diye düşünüyorum. Çünkü her ne kadar ilk hamleyi yapanlar; şu veya bu biçimde geri çekilmek zorunda kalmışlarsa da, bu psikoloji henüz toplumumuza öyle büyük oranda yansımamış; tam tersine dönüş düşünsel olarak toplumca benimsenmiş.

Ortaya çıkacak bir dönüş örgütlenmesinin hızla geniş bir kesimi bünyesine toplayabileceğine inanıyorum. Beklemek zaman yitimine, bugün dönüş düşüncesinden etkilenen kesimlerin kaybedilmesine, yıpranmaya ve oluşan kimi uygun koşulların yitirilmesine neden olabilir. Bilinç ve kararlılık öyle kendiliğinden oluşmaz. Bunun için teorik ve pratik öncülük edebilecek insanlar olmalı ve bunların uzun soluklu bir mücadeleyi taşıyabilecek bir örgütlenmesi. Siz de zaten bunun gerekli olduğunu söylüyorsunuz.

Ancak içinden çıkamadığım, daha doğrusu yanıtını bulamadığım sorular; nereden başlamalı, kimlerle başlamalı, nasıl başlamalı? Anavatana dönmekten bahsetmiyorum, bunu örgütlemeye nereden, nasıl, kimlerle başlanmalı? Sayın Şenvar bahsetmişti. Yanlış anlamadıysam Nalçik'te ve Maykop'ta üniversitede okumak için federasyona verilen 20 kişilik kontenjandan üçü doldurulabilmiş. Yine dün, hangi sayfadaydı şimdi hatırlamıyorum, bir arkadaş "Yahu bu kadar Çerkeslikten bahsediyorsunuz, peki ben niye şu anda dernekte yalnız oturuyorum" diyordu ama bunun yanında ardı ardına delegeler gidiyor, geliyor. Sanki iş, dönüşü örgütlemeye değil de, insanların anavatana üçer, beşer, onar transferine değil de Kafkasya ile iş, ticaret ilişkileri kurmaya dönüşmüş gibi. Öyle olunca öncelikler değişiyor, hitap edilen kitle, kurulan ilişkiler değişiyor, çalışma yöntemi değişiyor; hatta anavatanla bu türden ilişki kuramayacak insanlarımız ihmal ediliyor. Lobicilik -ki bunun, uygulamalardan yola çıkarsam eğer tam olarak da bilinmediğini söyleyebilirim-, parlamenterlerle veya bürokratlarla ilişkiler derken bir bürokratlaşma tehlikesi çıkıyor ortaya.

Uzatmayayım, Sayin Hatam "kendi çemberimizi, Türkiyelilik çemberini" kırmaktan söz etmişti. Doğru diyor. Ancak bu kendiliğinden olmaz. Anavatanın durumunu en iyi oradakiler bilir ama sizin de söylediğiniz gibi eğer buradaki kurumlarımız; federasyon olsun, derneklerimiz olsun, yetkin olmazlarsa sorumluluklarını yerine getirmezlerse ne Dönüş Vakfı bir işe yarar ne de dönüş gerçekleşir. Ben bu kurumlardaki, hepsinin değil ama çoğu, insanımızın derdinin dönüşü; en azından sizin veya sayın Hatam’ın çizdiği çerçevede örgütlemeye niyetli olduklarına da inanmıyorum. Samimi olarak dönüşe inanan insanlarımızın, gençlerimizin kurumlarımızı, yöneticilerimizi sorgulamaları gerekir. Hatta gerekirse bu "Dernek çemberi”ni kırıp, dönüşü örgütlemeleri...

Bilinç, kararlılık kendiliğinden oluşmaz. Gel deyince de insanlar gelmez. Bilinci oluşturacak, bunu en geniş kesimlere taşıyacak, "sokaktaki insan"a ulaşacak aydın insanlara, genç insanlara ihtiyaç var. Cemiyetimize dönüşün mümkün olabileceğini gösterecek, bunu pratiğe dökecek kararlı, atak, kaybedecek fazla bir şeyi olmayan öncü çıkısına... Bu insanların iş-ticaret dertleri olmaz. Yaşadıkları ülkelerin partileriyle veya örgütleriyle çıkar ilişkileri olmaz. Bu ülkelerle öyle koparılamaz bağları olmaz. Hem plan-program çıkarırlar, hem de yol haritası. Yeter ki, "kendi çemberimizi kıralım", bu genç-aydın insanları bulup, önlerini açalım. Bilmem yanlış mı düşünüyorum?

Saygılarımla.

 

 

Şebatnik
22.12.2005

Kim demiş Talebe gitmiş diye? Talebe yazıyor, işte son yazı onun. Tekrar hoş gelmişler.

 

 

Psıne (Ergün Yıldız)
22.12.2005

Sayın Lh-Ta,

Sanırım yavaş yavaş sözün bittiği yere geliyoruz. Şimdiye kadar sorunları sayıp döktük, eminim sorunların nedenleri konusunda herkesin kendince söyleyecekleri vardır. Işte şu aşamadan sonra, söyleneceklerin böyle uluorta söylenmemesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer ortada bir sorun olduğunu tespit etmiş isek, bu sorunun aşılması gerektiğinde hemfikir isek, geriye bu sorunları yaratan nedenleri konuşmak, nedenleri ortadan kaldırmaya çalışmak kalır.

Sözün bittiği yer dedim, çünkü: Resmiyette dönüş; derneklerimizin, onların üst kuruluşu olan federasyonumuzun, onun da üst kuruluşu olan Dünya Çerkes Birliği’nin önüne görev olarak koyduğu bir faaliyet konusudur. (Tıpkı ortak alfabe gibi, tıpkı ortak eğitim, ortak kültür faaliyetleri, ortak politika tespiti, ortak yayın kuruluşu tesisi gibi.) Aynı kurumlar dönüş hareketinin başarıya ulaştırılması meselesinde yetkili ve sorumludurlar. Yetkilidirler, çünkü DÇB bu konu ile ilgili bir dizi kararlar almıştır bu güne kadar. Sorumludurlar, çünkü bir üst kuruluşun aldığı kararları uygulamak bu kurumların görevidir. Yani şimdiye kadar tartıştığımız ve tartışmadığımız bütün sıkıntıların birinci dereceden muhatabı federasyon, dernekler ve DÇB'dir, şu anda dönüş konusunda birileri bu cemiyete resmen bir şeyler söyleyecekse söz onlardadır. Yukarıda da söylediğim gibi sorun masaya yatırılır, herkes söyleyeceğini söyler ve yapılacaklar konusunda yeniden el ele tutuşularak harekete geçilir. Yapıyormuş gibi yapmaktan vazgeçmek gerek, bir şeyler çözümlenebilecekse çözümlenir, çözümlenemeyecekse en azından kabullenilir ama her halükarda bu illüzyondan vazgeçmek durumundayız artık.

Ben hiçbir zaman yeniden toparlanmayı; ayrılık gibi, ayrı bir örgütlenme gibi düşünmedim, doğru da görmem. Sorun varsa düzeltmektir görev, terk edip gitmek değil. Zaten güçsüz olan derneklerimiz için bunu da bir bölünme meselesi haline getirmenin bir anlamı olamaz. Federasyonda dönüş komitesi var, üye derneklerde de bu komiteler oluşturulursa ve doğru dürüst çalışır, kısmen bağımsız iş yapar hale getirilirse, her şey yoluna girer bence. Kaldı ki, bu hareket uzun vadede devletlerle yönetimlerle muhatap olacaktır, dolayısıyla resmi manada bu halkın en azından çoğunluğu adına temsil yetkisine sahip olmalıdır. Sizce şu aşamada görevli yetkili kurumların ne söyleyeceklerini görmek gerekmez mi? Icap ediyorsa bir toplantıda konuyu tartışmalara açmalarını talep etmek, mevcut yapının niçin işlemediğini sorgulamak gerekmez mi? Bütün bunlar yapılamıyorsa, yapılmasına müsaade edilmiyorsa o zaman herkes hareket serbestisi kazanır. En azından o sizin söylediğiniz genç öncü grupların harekete geçirilmesinden başka çare kalmadığı net olarak tespit edilmiş olur.

Bireysel olarak; dönüşün bizim milletimizi kurtaracak yegane çözüm olduğunu artık kimse tartışmamalıdır bence. Herkes bu doğrunun hayata geçebilmesi için ne katkı sağlayabiliyorsa onu ortaya koymalı, kimse kimseyi özel koşullarını bilmeden yargılamamalıdır. Adam gidemiyordur ama belki oraya gidebileceklere bir yardım, bir destek sağlayacak durumdadır. Adam gidemiyordur ama orada üç insanın ekmek yiyeceği bir iş kurabilecek durumdadır. Dün dönüşçü olan ama bu gün dönemeyenler de çıkıp bunun nedenlerini açıkça ortaya koymalı, vazgeçtilerse, vazgeçtiklerini beyan etmelidirler. İnsanlardan samimi olmalarını beklemek en doğal haktır. O nedenle toplarsınız cemiyetinizi, kardeşim dönüş işine ne katkın olabilir, döner misin, dönemeyeceksen dönebileceklere ne gibi bir fayda sağlayabilirsin, dersiniz. O insan da birilerinin kendisini yargılamayacağından emin olarak; ne olabileceğini, ne yapabileceğini net şekilde tespit eder, taahhüt eder. İşte o zaman toplumun bütünü meseleyi birlikte sahiplenir, kimisi gider, kimisi gidene ekonomik destek sağlar, kimisi gidenin buradaki sorunlarını çözmeye yardımcı olur. En büyük kazancımız ise bu illüzyonun ortadan kalkması olur. Gerçek durumumuzu görür koşullara göre sağlıklı bir değerlendirme yaparız, ulaşılabilir hedefler koyarız.

Saygılarımla.

 

 

Tıghujjqo
22.12.2005

Sayın Psıne

Dönüşün bir başka önemli misyonu ise anayurt kültürünün diasporaya, diaspora kültürünün anayurda ulaşmasını sağlayacak faaliyetler olmalı, her iki tarafta yaşayan insanlar birbirinin yaşantısı hakkında doğru bilgilendirilmelidir. (Besmele ile içki içiyorlar, din nedir bilmiyorlar, hepsi Ruslaşmışlar vs. gibi oradan buraya pompalanan demoralize edici bilgiler engellenmeli, aynı şekilde buradan oraya giden insanların da o toplumun değer yargıları üzerine ahkam kesmemeleri gerektiği iyice anlatılmalıdır.) Yukarıda yazdıklarınıza katılmakla beraber nasıl, diye sorsam sizi kırmış olur muyum?

Saygılar.

 

 

Lh-Ta
22.12.2005

Sayın Yıldız,

Hakikatten de sözün bittiği yere geldik. Bakalım dönüş sorunu; masaya yatırılıp, tartışılıp yeniden el ele tutulup harekete geçilecek mi? Evet, haklısınız; bu aşamada görevli, yetkili kurumların ne söyleyeceklerini görmek gerekir. Benim için konu kapanmıştır. Bu güzel sohbet için içtenlikle teşekkür ediyorum size.

Sayın Sebatnik,

Yanılıyorsun ama bunu kanıtlama olanağım yok. Onun için fazla bir şey söylemek istemiyorum.

Saygılarımla.

 

 

Psıne (Ergün Yıldız)
23.12.2005

Sayın Dığujko,

Bu konu benim en dertli olduğum konu, aslında sayfalarca yazabilirim size, fakat kısa kısa ipuçları vermeye çalışayım. Aradan geçen zaman içerisinde iki toplum arasında doğal olarak bir farklılaşma meydana geldi. Bugün o farklılığı minimize etmek ve birbirimize güç vererek parçalanmış kültürümüzü birleştirmek zorundayız. Anayurtta 80 yıldır gelişen dinamik bir kültür var, biz ise bir tarihte oradan getirdiğimizi olduğu şekli ile muhafaza edegelmişiz.

Şimdi bizim geleneksel kabile mantığımız ile onların sürece paralel gelişmiş toplum yapısının aynı olmasını bekleyebilir miyiz? Yaşayan tüm nesilleri komünizm içerisinde yetişmiş bir cemiyete "onlar din nedir bilmiyorlar, namaz kılmıyorlar, sofralarından içki eksik olmuyor, kadınlar çok serbest hareket ediyorlar vs. vs" diyerek yargılamaya kalkarsak yakışık alır mı? Gezip, dolaşıp geldikten sonra orası şöyle yoksul, böyle tehlikeli, evleri de küçücük, doğru dürüst iş, güç yok mafya var, vs vs dersek bu dürüstlükle, halkına sevgi ile bağdaşır mı? Farklı olduğumuz her konuda onları kendimize uydurmaya çalışırsak, gelip burada bire bin katarak her şeyi kötü gösterirsek bunda iyiniyet aranabilir mi? Kaldı ki, külliyen olumsuz olsa dahi orası bizim vatanımız, reddedip sırtımızı dönebilir miyiz?

Ben her yanlışa da gözümüzü kapatıp kabul edelim demiyorum ama bunlar zaman içerisinde kendiliğinden ortadan kalkacak sorunlardır. Bu tür farklılıkların nedenlerinin usulü ile cemiyete anlatılması başka şey, moral bozucu propaganda şeklinde yayılması başka şey. Bunlar insanların moralini bozmadı mı, gözlerini yıldırmadı mı, heyecanlarını sıfırlamadı mı?

Saygılarımla.

 

 

Tsey Volkan
23.12.2005

Merhaba,

Bu bölümde sorularıyla ve yanıt arayışlarıyla bizlere farklı yerlerden bakabilme olanağı sağlayan tüm katılımcılara çok teşekkür ederim. Bu örnek söyleşiden dolayı tüm içtenliğimle kutlarım. Bu tür iletişimleri görmek, halklarımıza olan güvenimizi, umudumuzu tazelemekte.

Sevgilerimle, saygılarımla.

 

 

Burcu Erdoğan
23.12.2005

Önemli olan anavatana dönmek değil, olduğun yerde anavatanını yaşatabilmek Afrika, Antarktika fark etmez. Çerkes her yerde Çerkes'dir. Yeter ki yüreği güçlü olsun. Değerlerini her yerde yaşatır.

 

 

Necdet Hatam
24.12.2005

Sayın Burcu Erdoğan,

Yıllardır anlatamadığımız şey bu işte. Size katılıyorum. Dünyanın herhangi bir yerinde anavatanı yaşatabilecek kadar yüreği güçlü olanların anavatana dönmesine gerçekten gerek yok. Bizim çağrımız bizler gibi yüreği güçsüzlere, Afrika'da, Antarktika'da anavatanını yaşatamayacak kadar güçsüz olanlara. Anavatanda olmaz, halkı ile birlikte olmazsa dilini yaşatamayacağını sananlara. Bir kültürün bir başına yaşatılamayacağı yanlış kanısına kapılanlara...

 

 

Tıghujjqo
24.12.2005

Sayın Psıne teşekkürler, Konuyu getirdiğiniz bağlam çok önemli. Bütün yazdıklarınıza katılıyorum. Bu kadar olur tekrar teşekkürler.

Teşekkürler.

 

 

Lh-Ta
25.12.2005

Sayın Yıldız,

Size soru sormak ve sizden cevap almak hoşuma gitti doğrusu. :-) Size iki sorum daha olacak. Bu sayfanın sunduğu olanaklar çerçevesinde cevaplarsanız sevinirim.

Birincisi, anavatana dönenlerin veya anavatanla ilgilenenlerin yaklaşımlarıyla ilgili. Sizin de bir biçimiyle eleştirdiğiniz bir yaklaşım. Özetlemek gerekirse: "Anavatana, oradaki insanlarımıza, onların yaşam biçimine yönelik dozu aşan eleştirilerin yapılması, hatta oradaki insanlarımızın buradan yargılanmaya kalkılması gibi bir durum var. Anavatana dönmek yerine, kendi politikalarımızı oraya taşıyoruz" demiştiniz. Yine aynı günlerde Kaf-Fed'in internette yayınladığı bir yazı var. Sayın İbrahim Yağan'ın Nalçik olaylarını değerlendirdiği yazı. Sayın Yağan "oraya giden insanlarımızın gezilmeye değer yörelerimizi gezip-gördüklerini, yiyip-içtiklerini ama gördükleri birçok olumsuzluğa gözlerini kapadıklarını, bunların olumlu-yapıcı bir tarzda eleştirilmesi gerektiğini" söylüyor.

Son birkaç gündür Konsey'in ve Vakıf’ın yayınlarına, yazılarına göz atıyorum. Onlar da anavatan ile kendi açılarından bir bağ kurmaya çalışıyorlar. Kendi çizdikleri çerçevede ama yapıyorlar bir şeyler işte. Heyetler gidip geliyor, konferanslar düzenleniyor, uluslararası ilişkiler kurulmaya çalışılıyor vs. Herhalde dönüş ile ilgili çalışmalara, RF ile ilişkilere "zarar" veren faaliyetler derken bunları -da- kastediyorsunuz. Yoksa yanılıyor muyum? Ancak, şimdi ortada söyle bir sorun var (Sayın Hatam’da bu haftaki köşe yazısında bu tür söylemlerin İsrail, Suriye ve Ürdün'den ziyade Türkiye'de gündemde olduğunu vurgulamış). Aslında biz Türkiye'de hakikaten çok "Türkiyelileşmiş"iz. Yani asimile olmuşuz. (Bu arada asimile olmayı dili veya kültürü unutma anlamında kullanmadığımı belirteyim. Bir insan bunları çok iyi bilerek de asimile olabilir. Kendi ulusuna hizmet etmeyerek, başka ulusların veya ülkelerin çıkarlarını kendi halkının veya ülkesinin çıkarlarından, bilerek veya bilmeyerek, daha önde tutarak...) Dolayısıyla ulusal bilinç daha çok "aydınların" arasında şu veya bu oranda tutunabilmiş.

Bunlarsa biraz başka bir açıdan "Türkiyelileşen", daha politize insanlar. Durum böyle olunca, anavatanımızla şu veya bu biçimde ilgilenen insanların bu faaliyetlerine inançlarının, düşüncelerinin yön vermesi doğal değil mi? Bu insanları anavatan veya ulusal sorunlar söz konusu olduğunda düşüncelerinden veya inançlarından soyundurabilmek mümkün mü? Değilse ve hele sayın Yağan'ın insanlarımızı anavatanla öyle yüzeysel değil daha ciddi ilgilenmeye çağırması söz konusu iken, olası kimi zararları engellemek veya en aza indirmek için, daha başka önlemlerin alınması gerekmez mi?

Anavatana Türkiyeli Çerkeslerin bu durumunu daha iyi anlatmak, Türkiye'de daha yoğun bir eğitim ve propaganda ağı kurmak ve hatta Konsey'i ve Vakıf gibi örgütlenmeleri bizimle daha sıkı işbirliğine zorlamak gibi...


İkincisi; dönüşün duraklamasında veya yavaşlamasında bu gibi faaliyetlerin veya olumsuz propagandanın etkisini biraz abartmıyor musunuz acaba? Öyle ya, çevremizde yıllardır haklarında olmadık yalanlar söylenen, karalamalar yapılan ama yine de yıkılamayan hatta sarsılamayan örgütlenmeler var. Bu, aslında gerçek sorunun tespiti anlamında önemli. Yani kendi kendime soruyorum, hiçbir olumsuz propaganda olmasaydı dahi dönüş yine de ivme kaybetmeyecek miydi? Sayın Atcı, Size de bir sorum var: Mümkünse, yine bu sitenin elverdiği sınırlar çerçevesinde, Federasyonun Dönüş Komisyonu'nun çalışmaları konusunda biraz bilgi vermeniz mümkün mü? Şimdiye kadar neler yapıldı mesela veya önümüzdeki dönemde neler yapılması planlanıyor? Bir başka sorum da herkese:

Sayın Hatam "Türkiyelilik Çemberini Kırmak"tan söz etti. Aslında bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum ve soruyorum: Siz ne anlıyorsunuz Türkiyeli olmaktan? Nasıl bir çemberdir bu çember ve nasıl kırılır? Sevgili a-e, Özellikle sizin bu konudaki deneyimleriniz nasıl oldu? Elbette durumlarımız epey farklı ama sizin de bir diasporanız vardı/var. Sizin insanlarınız da yaşadıkları ülkelerde şu veya bu "çemberin" içindeydiler veya kimisi hala içerisindeler. Sizin deneyimleriniz, karşılaştığınız zorluklar neler, bunları nasıl aştınız/aşıyorsunuz?

Herkese şimdiden teşekkürler ve saygılar.

 

 

Bülent Atçı
26.12.2005

Sayın Lepserko,

Dönüş Komisyonu'nun geçtiğimiz dönem çalışmaları hakkında en geniş bilgiyi ŞAMİL JANE'DEN alabilirsiniz. Size sevindirici bir haber; bu haftaki KAF-FED YK toplantısında Dönüş Komisyonu'muzun çalışması sonucu bir ilimizden, beş aile dönüş kararı aldıklarını ve içlerinden iki temsilci seçtiklerini, o temsilcilerin gözlemci olarak anavatana göndereceklerini, gözlem raporundan sonra beş aile kesin dönüş yapacaklarını bildiren bir dilekçe geldi. Bizde o iki temsilciyi finanse edeceğimizi memnuniyetle karar aldık. Değerli arkadaşlar kurumlarımızı daha aktif hale getirmek için talepte bulunmalıyız. Komitelerde görev almalıyız. Düşünce ve taleplerimizi yazılı olarak ilgili kurum veya komisyonlarımıza yazılı ileterek yardımcı olmalıyız. KAF-FED ve komisyonlar ile ilgili geniş bilgi KAF-FED web sitesinde en kısa zamanda yayınlanacaktır.

Wuzınsheke

 

 

Psıne (Ergün Yıldız)
26.12.2005

Sayın Lh-Ta,

Bilgisayarımda bir sorun nedeni ile oldukça gecikmeli bir cevap oldu, kusuruma bakmayın. Siz sordukça ben de cevaben şahsi görüşümü yazıyorum. Aslında bu konuda en doyurucu cevabı sayın HATAM'dan alabilirsiniz ama muhtemelen resmi sıfatı onu sınırlıyor olabilir. O nedenle siz yine benim kişisel kanaatlerimle idare edeceksiniz artık. :)

Siz de takdir edersiniz ki, eleştiri ile olumsuz propaganda arasındaki çizgi çok incedir. Benim kastettiğim şey; eleştiri olarak tanımlanamayacak, planlı programlı ve organize propagandadır. Şöyle bir düşünün; buradan anayurduna dönmesi beklenen bir büyük kitle varken ve bu cemiyet ilk kez ciddi şekilde dönüş konusunu gündemine almışken, karşı taraf dönüş için gücü oranında imkanlarını tahsis etmiş, parlamentolarında yasalar çıkartmışken, başlatılan karalama kampanyalarının altında, sorumsuzluk ve anlayışsızlık yoksa ne vardır?

Aralıksız Kafkasya aleyhine yayınlar yapmanın, aralıksız o toprakları cehennem gibi yansıtmanın, aralıksız oradaki huzursuzluk nedenlerini kaşımanın, çelişkileri derinleştirmenin iyi niyetli bir açıklaması olabilir mi? Halkınızın dönmesi beklenen ülkelerin yönetimlerine aralıksız küfretmenin, o iktidarları devireceğini kendi anlayışına uygun idareler kuracağını bağıra bağıra (üstelik hiçbir şey yapamayacağını bile bile) propaganda etmenin özel bir maksadı olabilir mi? Bana söyleyebilir misiniz, Kafkasya üzerine politika yapan, Kafkasya’da yaşayan birisinin buraya getirilmesi ve televizyon televizyon, dernek dernek gezdirilerek propaganda yaptırılması hangi iyi niyetle bağdaştırılabilir? Buradan Kafkasya'nın hangi sorunu çözülebilir? Acaba amaç Kafkasya'da partner arayanlara bir sunum yapmak mıydı dersiniz?

Bunun gibi yüzlercesini sayabiliriz sayın Lhepserıko. Yinede biz olaya iyimser gözle bakalım. Bütün bunları, bir kesim farklı düşünen aydınımızın, kendi örgütlülükleri vasıtasıyla mensubu oldukları halkın sorunlarına getirdikleri eleştiriler olarak alalım. Peki söyleyebilir misiniz; önünde tarihinin en kritik dönemeci olan, parçalarını bir araya getirme, yeniden millet olma şansını yakalamış bir halkın, tam da bu noktada iken umudunu şevkini heyecanını paramparça etmemek gerekmez mi? Böylesine hassas bir konuda sorumlu davranmak gerekmez mi? Cevabınız evet ise; bu sorumluluğu göstermeyenlerin iyi niyetlerinden şüphe etmek gerekmez mi ? Yok eğer iyi niyetli, fakat bu konuda hatalı olduklarını söylüyorsanız, böylesi bir hassasiyetin farkında olmayanların halka politika dikte etmeleri sizce doğru mudur? Sayın İbrahim Yağan kendi söyleyemediklerini buradan gidenlerin söylemesini istiyor olabilir.

Buradan on günlük turistik vize ile gezmeye gitmiş insanların orada devrim yapmalarını mı bekliyor acaba?

Bizim kurumlarımızın oradaki politikaya müdahil olmasını bekleyenler, diasporanın gücünü oralardaki yönetimlere karşı bir baskı unsuru olarak kullanmak isteyenlerdir. Bu yöntem her durumda bu ters teper ve hataların sonuçlarına da tüm cemiyet katlanır. Vatandaşlık yasalarının güçleştirilmesi gibi, dönüş yasalarının federal yasalarla çeliştiği öne sürülerek kaldırılması gibi, çifte vatandaşlık kanununun söz konusu bile edilmemesi gibi, vize, gümrük, pasaport işlemlerinde ve her türlü ticari faaliyetlerde işlerin güçleştirilmesi gibi... O nedenle bizim kurumlarımız buradan oraya politika dayatamazlar. Dayatmamalıdırlar.

Bizim kurumlarımızın, aydınlarımızın asli görevi bağlarımızı güçlendirmek, aramızdaki çelişkileri sorunları sıkıntıları minimize etmeye çalışmaktır. Mümkün olduğunca insanımızın dönebilmesine imkan hazırlamaktır bence. Konsey’in, Vakıf'ın heyetler gönderdiğinden bahsediyorsunuz. Hazır heyetlerini gönderirlerken federasyonun söylemesini istedikleri şeyleri kendileri orada dillendirsinler de bir görelim.

İkinci sorunuz için: Ben dönüşün olumsuz propaganda nedeni ile durduğunu, dibe vurduğunu söylemiyorum. Dönüş düşüncesinin başarısız olmasının pek çok farklı nedeni var tabii. Bunlardan birisi olan olumsuz propagandanın, dönüş düşüncesine inancı zedelediğini anavatana ilgiyi azalttığını, dönüşü kurtuluş olarak görenlerin sayısını azalttığını, geleceğini orada planlayan insanların umudunu kırdığını, Hazar'dan Karadeniz’e gibi imkansız düşlerin peşine taktığını söyledim. Olumsuz propaganda, sorunları aklıselim ile ele almayı önlüyor sayın Lhepserıko, arada güven oluşmasını önlüyor. El ele tutuşmasını, bir bütün olmasını beklediğiniz iki kesimin arasında güvensizlik oluşmasından daha büyük bir darbe de olamaz zaten. Bu konu başka yerlerde de tartışıldı. Dönüş dediğiniz şey politik ve stratejik açıdan Türkiye’nin aleyhinedir, Rusya'nın aleyhinedir, komşumuz olan diğer halkların aleyhinedir. Bu kadar muhalifi olan bir hareketin gerçekleşmemesi için bizim insanlarımızın ekstra çabasına gerek yok zaten. Güç ile gerçekleşmesi imkansız politikalar ile akıldışı önermeler ile başarıya ulaşmanın imkanı olmadığına göre, en azından olabilir imkanları tepmeyelim.

İnsanların inançları olur, insanların politik görüşleri olur, insanların farklı düşünceleri ve algılayış biçimleri olur. O insanlar ki, kendi anayurtlarında demografik bir tehdit, kültürel bir tehdit, politik bir tehdit ile karşı karşıya kalmadan yaşayabilecek güce sahiplerse; kısacası o toplumun geleceği risk altında değilse, bireylerinin mücadele için istedikleri sorunu öne alma hakları vardır. Bizim yok böyle bir lüksümüz. Eğer bu hakikat orta yerde dururken millet olma meselesinin önüne başka başka öncelikler konuluyorsa bu inanç olsun, bu politik görüş olsun, bu kişisel menfaat olsun, her ne olursa olsun yanlıştır bence. Şuna samimiyetle inanıyorum ben: Bir Çerkes'in Green Peace üyesi olma lüksü yoktur.

Saygılarımla.

 

 

Guğoj Sami
27.12.2005

Sayın E.Yıldız,

Dönüş ve K.Kafkasya ile ilgili yazılarınızı ilgiyle takip ediyorum. Sanırım bu konuda diğer katılımcılarda aynı ilgiyle yazılarınızı takip ediyorlardır. Anavatanla ilgili tespitleriniz mükemmel, dönüş ile ilgili görüşleriniz mükemmel. Aynen katılıyorum. Eşimin Abhazyalı olması ve akrabalık ilişkilerimden dolayı zaman zaman kısa aralıklarla da olsa gidip geliyorum. Bahsettiğiniz olumsuz propagandaları hem de orada yapanlar maalesef oluyor. Görüşlerinize her zaman ihtiyacımız var.

Başarılı çalışmalar.
Maf Nıbjeuğxer

 

 

Lh-Ta
27.12.2005

Merhaba Sayın Yıldız,

Yazdığım yazıyı ve sorduğum soruları gönderdikten sonra tekrar okuduğumda, içimden "inşallah anlamıştır" demiştim ama yanıt umduğumdan da güzel. Teşekkürler. Bir nokta var ki, biraz daha açarsanız sevinirim. "Dönüş dediğiniz şey politik ve stratejik açıdan Türkiye'nin aleyhinedir, Rusya’nın aleyhinedir, komşumuz olan diğer halkların aleyhinedir" demişsiniz. Bu konuyu biraz daha açar mısınız? Dönüş Hareketi, neden bu ülkelerin ve komşu halkların aleyhinedir? Kimdir bu halklar? Bir başka sorum; Konsey, dönüşe karşı mi? Niye karşı? Bir başka sorum da, sayın Hatam’ın "Türkiyelilik çemberini kırmak gerekir" sözünü siz nasıl anlıyorsunuz? Bir Çerkes’in Greeen Peace üyesi olma lüksü yoktur, deyişinizi bu çerçevede ele almak mümkün mü?

Sayın Bülent Atçı,

Dönüş Komisyonu’nun kendi bütçesi var mı? Dönecek ailelere ben de karınca kararınca destek olmak istesem bunu nereye ulaştırmam gerekir? Daha kitlesel dönüşlerin gerçekleşmesi umudu ve istemiyle,

Sevgiler, saygılar.

 

 

Bülent Atçı
27.12.2005

Sayın Lepserıko Tarık,

Öncelikle ilginize teşekkür ederim. Dönüş ile ilgili bütçe benim mali komisyonda olmam nedeni ile benimle ilgili olduğu için size cevap verebilirim. KAF-FED'in gelirlerinin bir kısmını Dönüş Komisyonu'na bir fon olarak ayrılması kararını aldık. Size ulaşabileceğim tel veya mail adresinizi verirseniz katılım konusunda yardımcı olurum.

Teşekkürler.

 

 

Psıne (Ergün Yıldız)
27.12.2005

Sayın Lh-Ta

Ben dönüşün ciddi manada bir hareket haline gelmesinin bir önceki mesajımda saydığım unsurlardan hiç birisinin menfaatine olmadığını düşünüyorum. Eğer dönüş hareketi bir başarı kazanır, anayurdumuzda asli belirleyici unsur haline gelirsek bu;

a) Rusya için kontrolü güçleşmiş bir ortak demektir en basit manası ile.
b) Türkiye için, o bölgede kendi kontrolünde oluşturmak istediği yapının tehlikeye girmesi yanı sıra bölgedeki Türki halkların da menfaatine olmayan bir oluşum demektir.
c) Anayurtta güçlü yönetimlerin varlığı diaspora da kalanların da güçlenmesini sağlar. Bu Türkiye için asimile edilmesi güçleşmiş etnik unsur demektir. Rusya için, bölge ile ilgilenen dış etkilere de açık tehdit unsuru demektir. Son aşamada; iyi organize olmuş böylesi bir örgütlenme, her iki ülke için ciddi manada uluslararası lobi ve baskı unsuru demektir. Hiç kimse uzun vadede başına dert olacak böylesi bir yapının oluşmasına bilerek katkı sağlamaz. En yumuşak ifade ile böyledir.

“Bir başka sorum; Konsey, dönüşe karşı mi? Niye karşı?“ diyorsunuz. “Niye karşı?” sorunuzdan dönüşün konseye karşı olduğunu düşündüğünüz sonucu çıkıyor zaten, dolayısıyla bana tekrar sormanızın bir anlamı kalmıyor. Fakat ben konseyin dönüşe taraf olduğunu, savunduğunu, bu yönde çalışmaları olduğunu hiç duymadım, hiç bir yerde okumadım, dolayısıyla ben de karşı olduklarını düşünüyorum. Öte yandan son dönemde konseyin de görüşlerinde bir yumuşama, değişme olması ihtimali uzak değil. Fakat yine de kendilerinin ne söylediklerine, ne yaptıklarına bakmak gerek, özellikle de son gelişmelerden sonra.

Benim şahsi fikrimce, konseyin politikalarına bakarak Türkiye’nin Kafkasya politikasını görebilirsiniz.

Sayın Hatam’ın “Türkiyelilik çemberini kırmak” sözünden şunu anlıyorum: İlelebet Türkiye'de yaşayıp Kafkasyalı gibi davranamazsınız. Bizler kendimizi gerçekten Adige gibi hissediyorsak önceliklerimizin en başına Kafkasya oturmalıdır, Kafkasya’nın sorunları oturmalıdır. Politikalarımız söylemlerimiz, eylemlerimiz örtüşmeli ve halkımızın gerçeğine uygun olmalıdır. En öz ifade ile iki aidiyetin arasında bocalayarak, gidip gelerek yıllarımızı kaybedemeyiz.

Ben sayın Hatam’ın sözlerinden bunu anlıyorum kısaca ifade edersem, bu mana da bütün söylediklerine de katılıyorum. Çemberi kırmak gerektiğinde herkes hemfikir zaten. Biz asıl çemberin kırılamama nedenlerine kafa yoralım, çemberin nasıl kırılacağı üzerine kafa yoralım.

Saygılarımla
.

 

 

Semra Ademey
28.12.2005

Maf,

Bu gün dünyanın neresinde olursa olsun azınlıkta olan bir halkın varlığını koruması mümkün değil. Nesilden nesile çözülecek ve sonunda kaybolacak. Bu gün babam Çerkes'miş diyen eğitimli insanlar var. Komik değil mi? Maalesef bunu diyen çözülmekle kalmamış un ufak olmuş demektir. Yine Çerkeslik ile ilgili iki laf ettiğinizde “aman canım Çerkeslik mi kalmış?” diyen var.

Şimdi bu soruyu sorana ne anlatılır. Çerkeslik evdeki şeker, un, tuz gibi bir şey onun için. Git de yenisini al deme şansı var mı? Şahsen ben tek kelime dahi konuşmaya değer görmem ve konuşmam. Bunlardan yola çıkarak ben bir Adige'yim ve neslimi devam ettirmek Adige kalmak istiyorum diyebilmek için tek yol var oda dönüş. Ben bir vatandaş olarak nasıl olur, ne şekilde olur, Türkiye, Rusya, Kuzey Kafkasya üçgeninde neler yapılabilir bilemem. İşin sorumluları o noktada gerekli olanları ben ve benim gibi düşünenler için zaten yapar. Benim için yani vatandaş için önemli olan şey aynı düşünceyi taşıyabilen diğer vatandaşlar ile yola çıkabilmektir. Ben anavatana giderim orada çok daha derin bir şekilde xabze beklediğim için değil, anavatanım olduğu için giderim. İşin özü bu.

Diasporada Çerkes olarak yaşadık ve çevre kültürlerden etkilendik tıpkı Kafkasya’nın da etkilendiği gibi. Ben bunları bilerek giderim. Diaspora Çerkesliğini Kafkasya da yaratmak için değil, Kafkasya’da ki şartlara uyarak, saygı duyarak yaşamak için giderim. Ben Kafkasya’ya giderim “törenlerde kadeh kaldırıyorlar “demek için değil, bende onlarla birlikte kadeh kaldırmak için giderim. Ben Kafkasya’ya giderim rahatça ekmek elden su gölden yaşamak için değil, emek vererek üretime katkıda bulunabilmek için giderim... Kısaca gelecekte Kafkasya’da da her şeyi kaybedebilirim. Dili, kültürü, aklınıza gelen her şeyi ama kaybetmeyeceğim ve sürekliliğini sağlayabileceğim bir şeyim olacak oda benim ırkıma ait bir vatanım. Eğer bu noktayı algılayabiliyorsam birçok şeyi zaten aşmışım demektir.

Maxu Nıbjoghuxer

 

 

a-e
28.12.2005

Selamlar Sayın Lhepserko,

Bana sorduğunuz sorulara cevap vermeyi düşünüyorum fakat diğer taraftan da son yazılanları konu başlığına uyan raya oturmuş olan tartışmaların verimliliğini konunun başka bir tarafa kayarak düşürmek istemiyorum. Bildiğiniz gibi Ermeni fobisi başta olmak üzere bir çok fobi ülkemizde henüz aşılmış değildir ve burada Ermenilerin ve Kürtlerin propagandalarını yapıyorum diye mimlenmek sonucunda hedef olmak düşüncesi beni ürkütmese de düşündürüyor. Yine bir kaç arkadaşımızın bilinçsiz söylemleriyle siteye zarar vermemek adına yeni gerilimlere mahal vermemek adına yazamıyorum. Yazmak istediğim bir çok konuda ve yavaş yavaş sitenize olan bağımlılığımı her gün dozajını düşürerek azaltmaya çalışıyorum ve sitenize olan bağımlılığımdan kurtulmaya ve halkınız dahil halklara karşı olan ilgimi kendimde tüketmeye çabaladığım bir dönemdeyim.

Sorularınızı cevaplamadığım için hoş görünüze sığınır beni anlayışla karşılamanızı umarım.

Saygılar.

 

 

Lh-Ta
29.12.2005

Selamlar,

Sayın Atcı, En kısa zamanda size ulaşacağım. Çalışmalarınızda başarılar. Sayın Ademey, o kadar yalın, o kadar sevecen yazıyorsunuz ki, sizi bu sayfada daha sık görmek yalnız beni değil tüm katılımcıları sevindirecektir herhalde. Dilinize sağlık! Sevgili a.e, Benim göremediğim bir noktayı gömüşsünüz. Aslında haklısınız. Süreç içerisinde kimi olumsuzlukları aşacağımızdan eminim. Aramızda olmana ve kalmana sevindiğimi bilmeni isterim...

Sayın Yıldız,

Sondan başlayayım: Türkiyelilik çemberi neden kırılamıyor? Uzatmamak için başlıklarla değinmek istiyorum. Akış içerisinde ayrıntılandırılabilir. Kırılamıyor çünkü: İdeolojik-politik net bir çizgimiz yok ya her kafadan bir ses çıkıyor ya da bir kafadan her yöne çekilebilecek sözler. Bu genel çizginin belirlenmesiyle bitmiyor iş. Bir de günlük gelişmelerin izlenip, bunların bizim açımızdan yorumlanmaları gerekir. Bu yapılmıyor. Bilgi akışı-çıkısı tek merkezden değil. Bunu yapacak organlarımız ya yok ya da güçsüz. Kendi özgücümüze güvenmiyoruz. Neyin ne olduğunu açık açık söylemiyoruz. Lafı eveleyip-geveliyoruz. Herkesi memnun etmeye çalışıyoruz. Sonuçta hiç birine de yaranamıyoruz. Doğrudan, cepheden tavır alamıyoruz...Gelecek tepkilerden çekiniyoruz. Halbuki bunu yaptığımızdaki kazancımız, tepkileri kat kat aşacak olumluluklar kazandıracak bize ama bunu göremiyoruz.

Sadece bu siteye bakın. Kafalar karmakarışık. Ne sağcısı doğru düzgün sağcı, ne solcusu doğru düzgün solcu (kimse üzerine alınmasın lütfen). Biri "Çerkes’im ama Türk’üm elhamdülilah" diyor. "Çerkes’im ama vatanım Türkiye", "Türkiye bize kucak açtı, ona minnet borcumuz var", "Türk değiliz ama azınlık da değiliz; bu ülkenin asli unsurlarındanız"... Hatta bizi temsil yetkisi olan büyüklerimiz bile benzeri çelişkili açıklamalar yapıyorlar. Bu yolla Türkiyelilik çemberini kırmak mümkün mü?

Bir büyüğümüz sormuştu:" Hani ulusal davamız için cezaevinde yatan bir insanımız var mı" diye. Biz hep böyle herkesle iyi geçinme derdine düşersek, tavırlarımıza hep bu kaygı yön verirse, haklarımız için açık mücadele içerisine girmez de demokrasi mücadelesi verenlerin bir adım gerisinde yürümeyi kendimize ilke edinirsek bizi niye cezaevine atsınlar? Delirmiş mi bunlar? Teorik netlik sağlanmadıkça, pratik adımlar atılmadıkça kırılmaz bu çember diye düşünüyorum. Öyle "O kitapta yazılmış, bu ansiklopedide ayrıntılar var, okuyun görün" dememeliyiz. Var mı dünyada yalnız kitabı anlatımlarla başarıya ulaşmış bir hareket? Niye yapıyor başkaları bu kadar gösteriyi, eylemi? Yasadışı olma, cezaevine girme sevdalısı mi bunlar? Bizi cezaevine atacaklarsa da söyleyebilmeliyiz doğrularımızı: Çerkes’iz. Türkiye'ye kendi isteğimizle gelmedik. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız ama Türk değiliz. Bir azınlık milliyetiz ve azınlık milliyet olarak uluslararası anlaşmalarla tanınan haklarımız var, bunları istiyorúz. Asimile olmayacağız! Dilimizi öğrenmek ve öğretmek istiyoruz. İsmimizi taşımak... Türkiye ne anavatanımızdır ne de ata vatanımız. Bizi yalnızca kendi çıkarları için Çarlık Rusya’sı ile pis bir anlaşma yaparak vatanımızdan çıkarmış, dört bir yana dağıtmış, en insani haklarımızı bile bizden esirgemiş, asimile etmiştir/etmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Türk, Kürt, Arap, Çerkes vs. halkların devleti değil; Türk ulusunun bir avuç egemeninin devletidir. Başka hiçbir ulusun kendi ulusal kimliğiyle yaşama veya devlette yer alma şansı yoktur. "Şu veya bu milletvekili, asker veya bürokrat da Çerkes veya Laz değil mi" diyerek yapılan aldatmacalara kanmayın. Bunların hiçbirinin kökenleriyle bağları kalmamıştır. Türkleşmiştir bunlar. Eğer özlerine sahip çıksaydılar, buralara gelemezlerdi zaten. Türkiye'nin hiçbir örgütlenmesinde, sağcı da olsalar solcu da, yer almamalıyız. Ne Green Peace'inde, ne Hayvanları Koruma Örgütü'nde. Kendi kurumlarımızı oluşturmalı, kendi önceliklerimizi kendimiz belirlemeliyiz. Birileriyle dostluk-ittifak kuracaksak, buna da kendimiz karar vereceğiz. İsterlerse bizi bu düşüncelerimizden dolayı cezaevine atsınlar. Direneceğiz, direnmeliyiz. İçimize kapanmalı, içimize sineni içimizden atmalıyız. Fazla içice geçmişiz içinde yaşadığımız toplumla, farkımız kalmamış neredeyse. Onları, onların bizi sevdiğinden daha çok sevmişiz. Onlar için onlardan daha çok ölmüşüz.

Ayrışmalıyız... Ölen ölür kalan sağlar bizimdir! Bunca yıldır burada yaşıyoruz, tırnakla et gibi olmuşuz vs. diyenlerimize de aldanmamalıyız. Onlar kendilerine vicdan muhasebesi yaptıracak kimse kalmasın istiyorlar. Isterlerse bize ilkel desinler, milliyetçi desinler. Ki, zaten ezilen ulusların milliyetçiliği mubahtır! Anavatanımız Kuzey Kafkasya’dadır. Anavatanımıza dil uzatanın dilini, el uzatanın elini engellemeliyiz. Bizi ilgilendiren her konuda duyarlılık göstermeliyiz ve mümkün olan her yöntemle var olduğumuzu, taraf olduğumuzu hissettirmeliyiz... Yok olmak üzereyiz. Bunu durdurabilmenin, geleceğimizi garanti altına alabilmemizin tek yolunun anavatana dönüşten geçtiğini anlatabilmeliyiz insanlara. Dönmeliler veya dönenlere yardımcı olmalılar. Ki, dönenler kalanların da geleceklerinin garantisi olacaklardır. Ya örgütlerimiz bunları açık açık söyleyebilmeli ya da bunları açık açık söyleyecek örgütleri yaratmalıyız. Türkiyelilik çemberini kırabilmenin bilmem başka yolu var mı?

Saygılarımla

Not: Aslında Dönüş Hareketinin çevre ülkelerin ve halkların lehine mi, aleyhine mi olduğu sorunu benim için daha önemliydi. Hatta sayın Hatam, sizin söylediğinizin tam tersini söylediği için bu konuyu daha da açmak istiyordum ama yazı çok uzamasın diye bunu gelecek sefere bırakıyorum. Sormak istediğim çok şey var bu konuda...

 

 

Psıne (Ergün Yıldız)
29.12.2005

Sayın Lhepserıko,

Mesajınızda belirttiğiniz görüşlerinize genel manada katılmakla birlikte bazılarını anlamada/yorumlamada nüans farklarımız olduğunu belirtmek isterim. Kısaca şunları söylemek isterim: Bize gereken ideolojik çizgi değildir sayın Lhepserıko, Bize gereken ULUSAL BİLİNÇ'tir. Eğer bir ulusun mensubu olma bilinci bizde oluşmuş, bu bilincin bize yüklediği sorumluluk hissi gelişmişse mücadelenin hedefi sapmaz, önceliği değişmez. Çünkü aidiyetimiz konusunda tereddütlerimiz yanılsamalarımız olmadığı sürece, politik /ideolojik anlamda hangi yönden gelirsek gelelim aynı noktaya çıkarız.

Solcu olalım, sağcı olalım, şeriatçı olalım ne olursak olalım, ulus olma mücadelesinin önüne bir başka öncelik koymadığımız sürece hedefimizi doğru tespit ederiz. Bu bölümü genişçe açmak istiyorum: Sözgelimi sol siyasetin halkların kardeşliği tanımı doğru ve güzel bir yaklaşımdır. Fakat kendi halkı yok olan bir kişi kalkıp bu politik tavır içerisinde başka halkların mücadelelerinin hamiliğine soyunamaz. Bu, kendi evi yanan adamın üç mahalle aşağıdaki yangına su yetiştirmesi gibi bir şeydir. Sözgelimi İslam inanışını politik yorumlarla hayata geçirmeye çalışan bir kişi ümmet mantığı ile hepimiz din kardeşiyiz, Tanrı katında eşitiz, farklılık takva iledir, İslam hakim olduğunda bu sorunlar çözülür vb. söylemlerle kendi kültürünün yok oluşuna çanak tutamaz.

Sözgelimi bizler bu vatanda hepimiz biriz, farklılığımızı ifade eder öne çıkartırsak bölünürüz, atalarımız birlikte mücadele ettiler, hepimiz kardeşiz, Türk hepimizin adıdır vb. safsatalarla kendi farklı kimliğinin yok oluşuna hizmet edemez. Ulusal bilinci ve aidiyet duygusu gelişmiş bireyler, bu safların hangisinde olurlarsa olsunlar, kendi kimliklerinin yok olduğu gerçeğini, kendi vatanlarının nüfus sorunu olduğu gerçeğini kendilerinin sürgün bir halkın bireyi olduğu gerçeğini ikinci plana atmazlar. Atamazlar. Sizin ifadenizle “ben Çerkes’im ama Türküm elhamdülillah” diyen kişinin sorunu ulusal bilinç eksikliğidir. Eğer cemiyetinizi oluşturan bireylerin kahir ekseriyeti bu tip bocalamalar içerisindeyse , ulusal bilinç oluşturmak sizin ele almanız gereken öncelikli sorunların başında olmalıdır. Eğer cemiyetiniz ulusal manada bir bilinç seviyesine ulaşmamışsa bu söylediğiniz tuhaf durumlar yaşanır, böylesi zaaflarınız olduğunu göre keskin çatışmalar yaratmak bir şey kazandırmaz, aksine daha fazla örselenmenize yol açar. “Doğrudan, cepheden tavır almak” diyorsunuz. “Teorik netlik sağlamak” diyorsunuz. Teorik anlamda net olmayı şöyle anlıyorum ben: Biz Çerkesiz. Üzerinde azınlık durumuna düştüğümüz bir vatana sahibiz. Sürülmüş ve günden güne yok olan, çoğunluğu başka ülkelerde sığıntı gibi yaşayan bir halka mensubuz. ...

Bu iki maddelik tanımlamanın sizi kapsadığını düşünüyorsanız, size yüklediği görevlerin de farkında olmalısınız. Nedir bu görevler ? Üzerinde azınlık durumuna düştüğümüz vatana sahip çıkmak, bu sorunun çözümüne katkı sağlamak. Sürülmüş bir halk olarak yaşadığınız topraklardan anayurdunuza geri dönmek, dönemiyorsanız dönebilecek insanlara, dönüşün hayata geçmesine katkı sağlamak, vatanınızda ayakta kalabilmek için üzerinize düşeni yapmaya çalışmak. Yok olan kültürünüze ve kimliğinize sahip çıkmak, bunun sorumluluğunu omuzlarında hissetmek. Kendisini yukarıdaki iki madde ile yapılan tarife ait hisseden ve bu aidiyetin getirdiği sorumlulukların farkında olan bireyleriniz çoğunlukta olduğunda doğrudan cephe alır, doğrudan mücadeleye girişirsiniz. Cemiyetinizde bu bilinç yokken kendi öz gücüne güvenerek doğrudan cephe almak, cephe açmak ancak örselenmenize yol açar. Kaldı ki, kültürel haklarınızı talep etmekten öte, doğrudan cephe açabileceğiniz bir mücadele alanınız da yoktur bu topraklar üzerinde.

“Biz Türk değiliz ama azınlık da değiliz” “Sistem bizi asimile etmeye çalışıyorsa da halk ile uzun yıllardır aynı kaderi paylaşıyoruz, bizim bu halk ile sorunumuz yok”, “Bizler mensubu olduğumuz kültürü yaşamak ve yaşatmak istiyoruz, bu bizim doğal hakkımızdır” Bu ifadeler doğru söylemlerdir bana göre. Bizler bu topraklara sizin de belirttiğiniz gibi pis bir işbirliği sonucu getirildik. Bu topraklara can döktük, kan döktük ve dolayısıyla da bu ülkeyi kuran unsurlardan birisiyiz. Bu tarif bizi diğerlerinden ayrı kılmaz, ayrılık anlamına gelmez veya burada kök salmamız gerektiği anlamına da gelmez. Sadece bize demokratik haklarımızı talep etmede güç verir, haklılık verir, bu haklar da varlığımızı biraz daha uzun sürdürebilmemizi sağlar . O nedenle bu haklarımızı mutlaka talep etmemiz ve geliştirmemiz gerekir, çünkü dönüş hareketinin tüm diasporayı Kafkasya’ya taşıyacağını düşünmek saflık olur. Dolayısıyla da buradaki haklarımızı talep etmek ve geliştirmek bizim için hayati önem taşır…

Ayrıca dönüş demek burada 150 yıllık tarihimizi ve haklarımızı silip atmak demek değildir. Fakat bizim çizgimiz şurada çok net olmalıdır. Hiçbir sorunumuz anayurdumuzun sorunundan öncelikli ve önemli olamaz. Biz kendimizi doğru tanımladığımız ve bu tanımlamanın üzerimize yüklediği sorumlulukların farkında olduğumuz sürece, sizin söylediğiniz şekilde kendi içine kapanmayı tüm mücadele alanlarından çekilmeyi gerektirecek bir durum yoktur. Bilinç ve aidiyetimiz konusundaki bocalamalarımızı çözdüğümüzde, zaten mücadelenin çizgisi her birey için kendiliğinden netleşecektir . Diasporada yok olduğumuz gerçeğini, anayurdumuzun nüfus sorunu olduğu gerçeğini, dolayısıyla bunun çözümü olarak dönüşün zorunlu olduğu gerçeğini tartışmaya bile gerek görmeyecektir hiç kimse. Bütün iş bireylerin yapabilecekleri oranda bu sorunların çözümüne katkı sağlamalarına kalacaktır.

Saygılarımla.

Not: Dönüşün kimin lehine, kimin aleyhine olduğu yaşanan ilk süreç ile kendini gösterdi zaten sayın Lhepserıko. Resmi hüviyeti olan insanların bu konuda "şunun lehine, şunun aleyhine" diyebileceğini sanmıyorum. Fakat dediğim gibi bu -lehine aleyhine- meselesi DÇB için yürütülen kampanyadan tutun, Kafkasya’ya din ağırlıklı yapılar örgütlemeye, bazı komşu halkların huzursuzluklarına ve bazı cumhuriyetler için özel yürütülen yıpratma kampanyalarına kadar uzar gider bu konu. Fakat burada tartışılabileceğini sanmıyorum.

 

 

Lh-Ta
30.12.2005

Sayın Yıldız,

İki nokta var; daha doğrusu biri biriyle ilintili iki cümle var yazınızda. "Eğer bir ulusun mensubu olma bilinci bizde oluşmuş, bu bilincin bize yüklediği sorumluluk hissi gelişmişse...", "Eğer cemiyetiniz ulusal manada bir bilinç seviyesine ulaşmamışsa..." diye vurguladığınız, ama tüm yazınıza hakim olan ifade. Aslında benim de söylemeye çalıştığım, ulus olma kriterlerini taşımadığımız. Henüz anavatandayken başlayan uluslaşma sürecimiz, sürgün ile kesintiye uğramış. Bunun sonucunda anavatanda kalanlarımız başka, diasporadakiler başka bir gelişim seyri izlemiş.

Evet bir ulusun mensubu olma bilinci bizde yok ama bu bilinç kendiliğinden oluşmaz ki! Hele hele biz eğer tam manasıyla bir ulusal topluluk değilsek? Tüm söylediklerim aslında bir ulusal bilinç yaratabilmek için neler yapılmalıya örnekler: Kendini tanımlama, farklı olduğunun farkına varma, çıkarlarını belirleme ve bu çerçevede harekete geçme... Bu süreç bir bilinçlenme süreci, insanlarımızın nereye ait olmaları gerektiğine, bunun farkına varmalarına yarayacak bir süreç. Doğrudan cephe açmaktan kastim böyle net olabilmek, evelemeden gevelemeden konuşmak. Dahası sizin söylediklerinizden, bu ulusal bilincin nasıl oluşturulacağına yönelik cevap bulamıyorum. "Önce bilinçlenme sonra mücadele" gibi bir anlam çıkıyor ki (yanılıyorsam düzeltirsiniz), ben insanların mücadele ederek, pratiğin içerisinde bilinçlenebileceklerine inanıyorum. Keza sosyal kültürel faaliyetlerle de bir ulusal bilincin yaratılmasının, ortak bir ruhsal şekillenmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Böyle bir yöntem şimdiye kadar ki, bütün öğrendiklerimle çelişiyor.

Öyle ya, ekonomik ilişkiler, politik ilişkileri, politik ilişkiler de sosyal ve kültürel ilişkileri belirler diyor felsefe. Eğer politik ilişkileri belirleyebilecek bir açılım getiremezsek bir çekim merkezi haline de gelemeyiz herhalde. Böyle kalırsa da insanlarımızda ne "aidiyet" duygusu gelişir ne de bir ulusal bilinç. Bu duygunun, bu bilincin olmadığı yerde de ne dönüş gerçekleşir ne de demokratik haklar için mücadele. Sosyal kültürel faaliyetler yıllardır yapılıyor ama bunlarla bir adım ileri gidilebiyor mu? Bilinçlenme sağlanıyor mu? Nerede hata yapıyoruz diye düşünmek yerine "insanlarımız duyarsız, sorunlarına sahip çıkmıyorlar" diyor, insanlarımızı suçluyoruz. Affedersiniz ama Anadolu’da bir deyiş var: "Ne yaptın ki avucuma, ne süreyim yüzüne" diye. Bizimki biraz buna benziyor. Ne verdik ki ne istiyoruz? Bir soruyla özetleyeyim isterseniz yazımı ve bitireyim: Türkiyelilik çemberinin de kırılması anlamına gelecek bu ulusal bilinçlenme veya "aidiyet" duygusunun gelişmesi sizce hangi teorik ve pratik süreçlerden geçilerek sağlanabilir? Ben bir önceki yazımda aslında buna yanıt aramaya çalışmıştım...

"Lehte-aleyhte" sorusunu, aslında DÇB ile ilgili tartışmanın olduğu sayfada yazılan bir cümle sonrasında sorabilme cesareti bulmuştum. Bu sorunun aslında çok önemli olduğundan eminim ama siz bunun yerinin burası olmadığını söylüyorsanız, saygı duyar konuyu da kapatırım. (Diğer sayfalara bakıyorsunuzdur eminim. Tartışmaların altında yatan aslında bu soru ve inanın bunu zaten herkes tartışıyor. Umarım sorumlu insanlarımız da tartışıyordur...)

 

 

Psıne (Ergün Yıldız)
31.12.2005

Sayın Lhepserıko,

Tartışmanın kendimizi tekrara dönüşmesini istemem, fakat bir kez daha ifade etmek istiyorum ki, önceki yazıda vurgu yaptığım “ulusal bilinç eksikliği” bizim sorunlarımızın temelinde yatan nedendir. Zaten siz de doğrudan cephe açmak ifadenizi açarken aynı sorunu tespit ediyorsunuz. Bu manada tarif ettiğiniz “doğrudan cephe açma”ya hiçbir itirazım olamayacağını ve tamamına katıldığımı da belirtmek isterim. Ben sorunu cephe büyütme, perspektif genişletme olarak almış, dolayısıyla da insanlarımızı başka mücadelelere kaptırma tehlikesine dikkat çekmek istemiştim. Ulusal bilinç eksikliğimiz konusunda anlaştığımıza göre bu kısmı geçiyorum.

Ben sizin sorunuza cevap vermeye çalışayım: Ulusal bilinç veya aidiyet nasıl sağlanır ? Öncelikle aidiyet ile ulusal bilinç aynı şeyler değildir benim anladığıma göre. Aidiyet kendisini bir halka / ulusa mensup hissetmek, ‘ben buraya mensubum’ diyebilmektir en basit tanımı ile. Adı üzerinde bir histir; önce aile, sonraki aşamada ise cemiyet bu duyguyu güçlendirir veya zayıf kılar. Bilinç ise bu duygudan temellenen bakış açısının; hayatı yorumlamasıdır. Yani somut koşulları göz önünde bulundurarak politika üretme, yol ve yöntem önerme, karşılaştığı sorunları tarif etme/ulusal çıkarları temelinde değerlendirme yeteneği kazanmaktır bilinç. Özet tarif isterseniz: Kişinin olayları kendi milletinin menfaatlerine göre değerlendirmesidir. Bu bilincin nasıl yaratılacağı ise bilinmeyen bir şey değildir. Kendi değerlerine sahip çıkarak, Kendi halkının sorunlarına çözüm arayarak, Kendi toplumsal bünyesi içerisindeki hastalıkları tedavi ederek, Hayatın gerçeklerini kendi halkının gözü ile görerek, Kendi ulusal çıkarlarının farkında olarak,

Yukarıda saydığım ve çok daha fazla uzatılabilecek olan üç dört maddenin nasıl anlaşılacağında düğümlenmektedir her şey. Bizim için asıl sorun burada başlamaktadır. “Kendi değerlerine sahip çıkmak”... Bu ifadeyi sizin şikayetçi olduğunuz “kültürel sosyal faaliyetler” şeklinde anlayabileceğimiz gibi, çok daha ileri bir adım olan “tamamlanamamış uluslaşma sürecinin devam ettirilmesi” şeklinde de anlayabiliriz. Eğer ilk tarifteki gibi anlıyorsanız ona uygun faaliyet içerisinde olursunuz. İkinci tarifteki gibi anlıyorsanız ona uygun. Yol ve yöntem konusunda yapabileceğiniz tek şey cemiyetinizin bireylerine ikinci seçenekteki bakış açısını kazandırmaya çalışmaktır. Bu da kendi kültürünü,kendi tarihini,kendi değerler bütününü tanıtarak olur,orada kendi halkının üzerinde yaşadığı bir vatan olduğunu fark ettirerek olur. O vatandan kopup bu topraklara savrulmuş oradaki bütünün bir parçası olduğunu kafasına işleyerek olur,oradaki bütün ile ilişki kurmasını sağlayarak,kendisini oradaki var olanda buldurarak olur. Eğer ağırlıklı kesim bu anlayışa kavuşur,olaylara bu perspektiften bakılmaya başlanırsa, zaten hepimizin şikayetçi olduğu umursamazlık kendiliğinden kalkacaktır ortadan. Ciddi manada varlığını sürdürme sorunu olan bir toplumun bireyleri kültürel sosyal faaliyetlerle bu sorunu çözemeyeceklerini kendiliğinden göreceklerdir. O zaman,yolumuzu uzatanlar, yürüyüşümüzü engelleyenler birer birer tasfiye edileceklerdir kendiliğinden. Sorunu doğru tarif ettiğimizde, çözümü de doğru tarif etmeye başlayacağız. *

'Önce bilinçlenme, sonra mücadele' 'Bilinç mücadelenin içerisinde oluşur' Burada da bir nüans farkı var sayın Lhepserıko, mücadelenin aldığı biçim bilinci oluşturursa bu gün şikayetçi olduğunuz durum çıkar ortaya. Bilinç mücadeleyi oluşturursa ancak doğru hedefe ulaşma şansınız vardır. Bilinç algılamadır,olayları yorumlamadır, sorunu ve çözümü doğru tarif etme yetisidir. O nedenle bilinç ile oluşmuş,yönünü bulmuş bir mücadele tercih edilir. Çok fazla teorik detaylara girmek istemiyorum aslında. Yaşam önümüzde duruyor,bize düşen ise onu doğru tarif etmektir sadece. Bu arada; Halkımızın daha güzel ve estetik deyimleri vardır sayın Lhepserıko, Zips uzefe psıhxuer um-ğauf|ey (suyunu içtiğin dereyi kirletme) der bir sözümüz. Beslendiğiniz kaynağı kurutmayın şeklinde anlamakta bir sakınca var mı?

Sayın Lhepserıko, Uzunca bir tartışma/yazışma yaptık. Bu yazışmalar daha da uzayabilir ve günlerce devam edebilir, çünkü tartışılacak, konuşulacak pek çok sorunumuz var. Fakat buradaki konu başlığının dışına taşmamak adına şimdilik daha fazla detaylandırmadan bitirmekte yarar görüyorum. Sizinle bu güzel diyalogu sürdürmekten hoşnut olduğumu belirterek teşekkür etmek isterim. DÇB, konusunda da elbette söylenecek şeyler var. Dönüşü kimlerin istemeyeceği, ne için istemeyeceği konusunda da. Fakat bu tür konuların istismara açık ve amacından saptırılmaya müsait olması nedeni ile pek fazla bir verim alınabileceğini sanmıyorum. Diğer bölümleri de izliyor, okuyorum elbette.

Saygılarımla.

 

 

Harun Hajukua
27.01.2006

Değerli büyüğüm Necdet Hatam,

Ben İsviçre’de yaşayan bir Adige genciyim. 2000’de gezi amaçlı Adige Cumhuriyeti’ne gelebilmiştim, ancak işim dolayısı ile bir buçuk hafta kalabildim ve tabi ki bu kısa sürede oradaki durumu net göremedim. Ancak, Krasnodar’dan Adigey Cumhuriyeti’nin sınırından giriş yaparken ‘’Welcome to Adigean Land’’ yazısını okuyunca inanılmaz duygulandım. Bu duygu kelimelerle tarif edilemez ama tarif etmeye çalışayım. Hiç abartmıyorum, fakat bu duyguyu taşımayanlar bunu anlayamaz. Boğazım tıkandı mutluluğun verdiği bir hazla gözlerim doldu. Sanki ölmüştüm ve Cennet’ten içeri giriyordum. Hemen tüm tanıdıklara İsviçre’deki ve Türkiye’deki Türk olsun Çerkes olsun cepten mesaj attım. ''Adigelerin vatanından tüm dostlara selamlar''.

Belki bu duyguyu çok hacı olmayı isteyip de yıllar sonra Arabistan’a giden hacılar yaşamış olabilir. Kafkasya’ya dönüşü savunanlara engel olanlara, onların önünü tıkamaya çalışanlara bir kaç sorum olacak. Kafkasya’ya ticaret yapmaya giden Türklere, Kürtlere niye kimse bir şey demiyor da bir Çerkes anavatanına dönmeyi arzuladığında ve bunu çevresindeki insanlarla paylaştığında bu yanlış bir düşünce olarak algılanıyor. Sen dönmek istemiyorsan ve bulunduğum yerde ben mücadelemi sürdürürüm diyorsan amenna ve saddakna. Sana kim engel oluyor ki? Neyi savunuyorsun? Sana Türkiye’de dernek açma, faaliyet gösterme, mücadele etme diyen yok ki! Niçin geri dönüş fikrini baltalamaya gayret ediyorsun? Amacın ne? Aynı Çerkes Almanya’ya, Amerika’ya iş amacıyla gidip yerleşiyor, oradan bir yabancıyla evleniyor, derken çoluk çocuğa karışıyor, o çocuklar büyüyor ve onlarda yabancılarla evlenip yok olup gidiyorlar ama kimsenin Amerika’ya, Almanya’ya ya da başka bir yere gidip yerleşip orayı mesken tutan Çerkes’e bir şey demiyor, sorgulamıyor.

Yani Çerkes Kafkasya’ya gitmesinde, nereye giderse gitsin! Bu düşünce Adige milletine yapılan ihanettir, eğer bilinçli yapılıyorsa. Yok eğer kulaktan dolma yapılıyorsa gaflet ve dalalettir! Bu nasıl bir mantıktır? Kimse, kimseyi silah zoruyla götürmüyor ki! Sen kal. Senin gibi düşünenlerde kalsın ve mücadeleniz saygı görsün. Tabi ki lobiye de ihtiyaç var. Lakin ‘’kimse Kafkasya’ya gitmesin’’ demek dediğim gibi; ya gaflettir ya da İHANETTİR! Çerkeslerin bir kısmının da olsa dönmesini sağlayacak çalışmalara da köstek olmayalım Allah aşkına. Lütfen.

Allah aşkına diyorum! Bütün Adigeler Türkiye’den başka bir ülkeye yerleşmeyecek diye bir kural mı var! Avrupa’ya, Amerika’ya gidenlerde yanlış yapıyorlar o zaman, öyle ya Türkiye’yi bırakıp nereye gidiyorsun? Peki Almanya’ya yerleşmiş ve artık biz Almanya’nın bir parçasıyız Türkiye’ye dönmeyeceğiz diyen 1 buçuk milyon Türk’te vatan haini mi? Kimse bana onlar geri dönecek demesin Çünkü şu andaki yeni jenerasyonun çoğu Türkçe dahi bilmiyor. Dönüş fikrini başka işleri yokmuş gibi baltalamaya çalışanlar binlerce Ermeni’nin, Kürt’ün Kuzey Kafkasya’ya akın ettiğini, yerleşmeye çalıştığını, hatta Adige Cumhuriyeti’nde bir Kürt köyünün şu anda Kürt diliyle eğitim yapmaya bile başladığını bilmiyor mu?

Kimse herkesi Nuh’un gemisi gibi bir gemiye tıkıp Kafkasya’ya götürelim dediği yok. Fakat cumhuriyetlerimizdeki nüfusu lehimize çevirmek bizim kutsal görevimiz olmalı, hatta bu konuda aklıma uç fikirler bile geliyor. Mesela Kafkasya’da evlenmeyi teşvik edici yardım mahiyetinde ve her çocuk yapan Adige ailelerine yardım ve teşvik amaçlı bir kereye mahsusta olsa belli miktarda ekonomik yardım yapılması gibi. Şimdi bana soranlar olacak; ‘’İsviçre’de rahatın yerinde tabi, konuşuyorsun’’ falan. Şunu söyleyeyim. Vatandan ayrı geçen her geçen günüm benim için sadece zindan. Burada çoğunuzun yaşamadığı dünya zevklerini tattım ya da söyle söyleyeyim; çoğu Çerkes’in tek gaye edindiği rahat ve lüksü gördüm. Fakat bunları amaç edinmenin ne kadar boş olduğunu da anladım. Atalarımın yurduna dönmek hayatımdaki tek gayem. Benim derdim; oraya geldiğimde nasıl faydalı olabilirim. Zira Kafkasya’da havayla yaşanmıyor. Küçükte olsa ticaret yapmak, bunun için sermayeyi toparlamak ve tabi ki doğru insanlarla diyalogda bulunmak. Sayın büyüğüm, siz kimseye hesap vermek zorunda değilsiniz. Şunu bilin ki; arkanızda fikirlerinizin samimiyetine ve mantıklılığına inanmış büyük bir gençlik kitlesi var ve bu kitle büyüyor. Ben kendi bölgemden 1000’den fazla genç getirebilirim. Fakat buna büyüklerimizin maddi destek olması gerekiyor. Artık nasıl dönülürü tartışalım.

Saygılarımla.

 

 

A.ypşaşe
28.01.2006

Maf sayın Harun,

Çok güzel duygularla içten anlatmışsınız anavatan ziyaretinizi, harika duygularınızı bize de aktarmanız paylaşmanız çok güzel. Dönüş fikrini baltalamaya çalışan ya da garipseyenler konusunda da yerden göğe kadar haklısınız. Sanırım bunun izahı ancak şöyle yapılabilir: Bir insan olarak düşünün tek bir birey onun hayattaki duruşu nerede, ne yapar, ne durumda yaşar ve bu yaşadıkları ona ne katkı sağlar? O ne katar bunlara. Alışverişi nasıldır, çevreyle yapısı kişiliği en önemlisi şartları nedir? Onun her şeyinde etkili olan hayatın, ona sunduğu ya da eksik bıraktığı şartları açarsak sosyal ve ekonomik şartlar sizin sözünü ettiğiniz garipseyen veya ‘’aman o nasıl fikir’’ diye dehşete kapılan, yani ürken korkan kısım o an bulunduğu konuma tırnaklarıyla zorlayarak gelmiştir.

Mekan değiştirdiğinde şu an sürdüğü tatlı hayatı yitireceğinden korkan ya da burası, orası fark eder mi diyecek kadar anavatanının olduğundan ve oraya dönmenin onun için çok da önemli olmadığı kısım ya da kesim diyelim. Aslında insanların alıştığı yerden kopması, çevresinden koparılması tabi ki zor hatta birçokları için mümkün olmayan, asla olmaz, denilen bir durum ve belirli bir yaşı geçmiş insanlar için bazen tasavvur dahi edilemeyecek şey. Ev değil, mahalle, semt değil, şehir değil, ülke değiştirmekten söz ediyoruz. Bu herkes için her şey için söz konusu insan hayatında. Bütün bu saydıklarımızı her şeyi göz önüne alarak bakarsak durum böyle. Ancak işte ''insan isterse diye'' bir cümle geliyor hemen aklımıza. İstemek, evet bir şeyin olmasını istemek lazım. İnanmak lazım. Bunu bütün kalbinle istemek diyebiliriz, artı inanmak. Başaracağına bakın gördünüz mü bunlarda çok basit kaldı hem de çok basit. Evet atalarımızın bin bir zahmetle, çileyle geldiği o yolları geri göze almak için hiç hesapsız, gözü kara, yürekten bağlı, yürek demişken çok cesur, çok yürekli ve aşık olmak lazım. Aşık memleketine vatanına, öz vatanına, anavatanına, insanına aşk duymak sevgi duymak lazım. Bizi bekleyenin sadece toprak değil, yürekler olduğunu görecek gönül gözü lazım. En önemlisi bu aşk ile harekete geçmek için; amiyane tabirle, mangal gibi yürek lazım. Dönüş sürecinde bu yürekliliği gösterenlere bunu vefa borcu bilenlere ne mutlu. Saygıyla eğiliyorum önlerinde.

Saygılarımla, hoşçakalın, yürekli kalın.

 

 

Hudij
12.02.2006

Ben şu anda Moskova’ya yakın bir bölgedeyim. 6 aydır burada gördüklerim yaşadıklarım dönüş hakkında bana yeterince bilgi verdi. Ayrıca bana kimse dönüş hakkında bir şeyler empoze etmeye kalkmasın. Benim gördüklerim bana yeterince bilgi verdi, Çeçen ve Asetinlerle tanıştım. Bunları kimseyi zan altında bırakmak için yazmadım. Arkadaşlarla sonuçta tanıştık duyduklarım ve gördüklerimden sonra ben bu arkadaşlara Çerkes olduğumu söyleyemedim. Yani Türkiye’deyken sanki buralarda yaşayanlar hayalimdeki gibi tam manasıyla asimle olmamış insanlarmış gibi geliyordu. İnanın bizden çok daha kötü durumdalar, ha Maykop ve diğer bölgeler nasıldır bilemem. Benim gördüğüm Ruslardan hiçte farkları kalmamış. Ben sandım ki tanışınca evlerine davet ederler, aileleriyle tanıştırırlar. Ben bunları bekledim ama olmadı.

Sonuçta benim güzel vatanım var. Ben bir şekilde buraya (Türkiye’ye) gelmişiz ve bu ülke için kan dökmüşüz. Bu benim için her şeyden önemlidir. Ayrıca Türkiye’de de kimse bu vatanı benden çok sevdiğini iddia etmesin, benim için birinci şart; olmazsa olmaz Müslümancım ve gereğine bakarım. Sonra kimliğim gelir öncelikle çocuklarımız ve torunlarımızdan çok insan olarak yaşamamızın hesabını vereceğimize inanıyorum.

Size duyduğum bir olayı da aktarayım: Arkadaşlardan yurdumuza merak edip gelmişler ve tavsiye edilen otele yerleşmişler, bir gün odalarına malum şahıslar ziyarete geliyorlar eşyalarını karıştırıyorlar, tabi konuşulan dil aynı olunca bizimkiler odaya giriyorlar siz de mi Çerkessiniz, dediklerinde, burada herkes Çerkes cevabı yanında tartaklamışlar. Ayrıca eşyalarından bir kısmını gasp etmişler. Bizim düşündüğümüz gibi kimse burada. Ooo kardeşlerimiz gelmiş hoş gelmişler, demiyor ya da onlar yanlış insanlara rastladılar Şu anda şantiyedeyim yazım için özür dilerim.

Zamanım kısıtlı hepinizi saygıyla selamlıyorum.

 

 

Hatice Ünal
14.02.2006

Maf! Sayın Hudij;

Sadece size değil, sizin gibi düşünüp, Kafkasya’yı dedelerinin bıraktığı halde bulacağını düşünen herkese sormak isterim; sizleri orada 'zamanın durduğuna' inandıran şey nedir? Kafkasya’nın tek bir özelliği vardır bizler için ve bu yeterli de olmalıdır: Orası VATAN'dır. Öyle olaylar yazmışsınız ki, sanki başka hiçbir ülkede olmaz bunlar. İnsanlar başka ülkelerde kaçırılmaz, başka ülkelerde mafya yoktur, insan öldürülmez, herkes kendi gelenekleriyle yaşar vs. O topraklarda insanlar bir terminolojiyle yetiştirildi, her şeyin devlete ait olduğu, kendisinin sadece bir üretici olduğu ve ne üretirse üretsin sahip olabileceğinin 70 Ruble maaş ve bir oda vs. den ibaret olduğu beynine nakşedilerek yetiştirildi. Sonra bir gecede 'biz artık demokratik rejimdeyiz, ne istersen sahip olabilirsin ama paran varsa' denildi bu insanlara. 50 Dolar’ı olan dönümlerce arazilere sahip oldu. Parası olmayansa her ne olursa olsun bulmaya çalıştı. Hiç pazarlarda görmediniz mi, kapısının tokmağına kadar sokup, ayakkabısının bağına kadar çözüp satanları? Ve sonra bunlarda yetmedi, uluslararası mafya daldı oralara, aynen Kolombiya gibi, Türkiye vs gibi.. Bizlerse Türkiye’den Kuzey’e bakıp bakıp iç çektik. Vatan şiirleri okuduk. Bulduğumuz kitapları elden ele gezdirdik. Baktık olmuyor, evlilikler yaptık, standartları koruduk ve gelenekleri de koruduğumuzu düşündük. Ürdün’dekiler de öyle, İsrail’dekiler vs.de. Ancak herkes bir araya geldiğinde ortaya kültür farklılıkları çıktı. Koruduğunu sananlarında koruyamadığı fark edildi. Bu kez gözler yine Kuzey’e çevrildi ki, 'temel kültür' bulunsun. Iyi de; zaman, niye sadece orası için 'durmuş' olsun ki?

 

 

Kafkas
14.02.2006

Sayın Hudij,

Nerde yaşamak istediğiniz sizin tercihiniz. ''Empoze etme düşüncesi'' ben öyle bir konunun işlendiğine hiç rastlamadım bunu nereden çıkardınız? Bizde anavatanımıza gittik, gezdik, gördük. Bahsettiğiniz olumsuzluklar Türkiye'de yaşanmıyor mu? İstanbul'da millet sokağa çıkmaya korkuyor. Bizler üç beş kişi değiliz bir milletiz. Sizin anlayamadığınız burası. Tabi ki her yerde olduğu gibi bizlerin arasından da olumsuz insanlar çıkacak. Anavatanımızı kötüleme eğiliminiz (Maykop'a gitmediğinizi de söylemenize rağmen) anlaşılır gibi değil.

Sayın Hatice Ünal,

Görüşlerinize katılıyorum. Daha önceleri yazdığınız yorumlarınızda okudum hepsi de harika. CC'de iki Hatice Ünal mı var?

 

 

Dzibe Osman
15.02.2006

Umarım sözümde durabilmişimdir.

Değerli hemşehrilerim,

Sizlere kısaca atayurdu ziyaret eden diğer hemşehrilerimizden farklı olarak gözlerimle gördüğüm ve çok hoşuma giden diğer bazı sosyal ve kentsel gerçeklerden de bahsetmek isterim. Ancak bu cümleleri kurarken Vatan, Millet Sakarya” edebiyatı da yapmadığımı ve yapmayacağımı da acizane belirtmek isterim.

Ben bu seyahatim boyunca, içerisinde 20 bin öğrencinin yaşadığı, yaklaşık nüfusu 130 bin ile 150 bin arasında olan Adigey Cumhuriyeti başkenti Mıyékhupe (mıyé=elma, meyve khuape=köşe, köşesi... Meyve köşesi) şehrinde 20.12.2005 ve 31.01.2006 tarihleri arasında kaldım. Maalesef sigara kullanan bir hemşehriniz olarak bu seyahatimi yapmadan önce, hayatımda bu kadar sigara içmekten utanç duyacağımı inanın hiç hesaplamamıştım. Niye derseniz; Mıyékhuape’de yaşayan Rus ve Adige kökenli vatandaşlar içerisinde sigara kullananlar, gerçekten 2. sınıf vatandaş muamelesi görüyorlar.

Aslında yerel yönetim tarafından alınmış herhangi bir cezai muamele yok bu konuda ya da ben rastlamadım. Ancak katıldığım her toplantı veya muhabbet ortamında sigara içmek için izin isteyen kişinin şahsımın olması beni ziyadesiyle rahatsız etti. Aile ortamı yaşayan yetişkinler kesinlikle evlerinin içinde sigara içmiyorlar, hele çocuklarının yanında asla. Sigara içmek isteyen bir vatandaş apartmanda yaşıyorsa nadiren merdiven boşluğunda, genelliklede apartmanın dışında sigara içiyor. İnanmayacaksınız ama evin içinde sigara içme alışkanlığı sergileyenler maalesef biz Türkiye diasporasından giden geri dönüşçü veya turistlerden başkası değil. Henüz bu medeni davranışı sergileyemeyen, üzerlerinde “Burada sigara içmenin cezası .... YTL’dir” diye boy-boy tabela ve afişlerin asıldığı Türkiye diasporasındaki halimizin yorumunu sizlere bırakıyorum.

Dolayısıyla bu konuda anavatanda yaşayan kardeşlerimiz şikayetçiler bilmenizi isterim...

Yollar, sokaklar ve caddelerin standardı belki de hayatınız boyunca hiç görmediğiniz türden. Kısaca bir sokağı tarif edecek olursam: (Yalnız altını çizmek istiyorum cadde değil sadece sokağı) Kaldırımların genişliği yolun hem sağında hem de solunda olmak üzere yaklaşık dört metre olup, her dört metrede birde yetişkin ağaçlar mevcuttur. Araçların gittiği asfalt yolun genişliği ise en az yedi-sekiz metre genişliğindedir. Dediğim gibi bu tarif ettiğim sokaktır haaa, cadde ile karıştırmayın... Sonra belki yine şaşıracaksınız ama öyle Türkiye’de alıştığımız türden yılan gibi yamuk-yumuk hiçbir sokak ve cadde görmedim. Hepsi sanki bir cetvelle çizilmiş gibi iki kilometre uzağı da görebilecek şekilde dümdüzdü. Herhalde bu da Mıyékhuape’nin Konya gibi düz ama Çukurova gibi verimli arazi yapısından kaynaklanmaktaydı. Toplu yerleşim alanlarındaki evler ve apartmanlar ise eski olmasına rağmen (tahmini 25-30 yıllık) yeni jenerasyon evler ve villalarda yok değil. Genelde dairelerin mimari yapısı uzaktan kumandalı bir kent planlaması gereği hep aynı, bir odalı evler, iki odalı ve üç odalı evler, mutfak-banyo-tuvalet standart. Tek katlı yer evlerinin çoğu bahçe içersinde yer almakta, dört bloklu her bloğu 32 dairelik her toplu yerleşim sitesinin ortasında o yerleşim birimine ait araç parkı ve çocuk parkı alanları standart olarak bulunmaktadır. Üç odası bulunan Türkiye standartlarında olmasa bile oturulabilir bir evin aylık kirası Kominalne denilen elektrik, sıcak-soğuk su, doğalgaz ücretleriyle bebarer 160 – 200 $ arasındadır. Satın almak istediğinizde ise yeri ve durumuna göre üç odalı bir ev fiyatı 30-40 bin dolarlardan başlamaktadır.

Bunun yanı sıra arsa fiyatı hariç 50 bin dolardan başlayan fiyatlarla muhteşem villa yapanlarda vardır, ben böylesi şatovari evleri de ilk defa Kafkasya'da gördüm.

Bir de geri dönüşçüler ve yerliler tarafından “daha 10 yıl öncesine kadar en güzel evi 10-15 bin dolara satın alabilirdin” cümlesini duyunca insan gerçekten kahroluyor. Evlerde ısınma sorunu iki şekilde çözülmektedir; biri şehir şebekesinden gelen sıcak su ile diğeri ise kat kaloriferi ya da kombisiyle. Şehrin belirli yerlerinde o yerleşim birimine bağlı alanlara doğalgaz ile ısıtılan sıcak suyu pompalayan istasyonlar bulunmaktadır. Bunları tuğladan örülmüş yüksek bacalarından hemen tanırsınız. Dolayısıyla evlerde soğuk suyun yanı sıra sıcak su da vardır ve hem de elinizi altında tutamayacağınız kadar sıcaklıktadır, bu sıcak su. Yalnız oraya yerleşmek isteyen aileler veya kişiler için bir önerim; yanlarında Türkiye’de alıştığımız taharet musluklu klozet götürmeleridir. Orada satılmıyor mu demeyin ben Mıyékhupe’de görmediysem de Krasnodar'da hani uçaktan indiğim Mıyékhupe'ye bir saat uzaklıktaki büyükşehirde satıldığını duydum ama pratik çözümlerde üretilemez değil bu konuda. Kısaca alıştığımız kültüre ait tuvalet sadece Türkiye’den oraya gidip yerleşmiş yatırımcı ruhlu hemşehrilerimizin işyerlerinde ve bir de şehir merkezindeki camide var. Bu arada Rusya Federasyonu istihbarat teşkilatı FSB’nin binasının tam karşısında açılmış Mc Donald’s türü bir restaurantta da bu hizmetin verildiğini belirtmek isterim. Kardeşim bu kadar da detay olur mu demeyin bana, çektiğimi bir ben bir Allah bilir. Hatta beni misafir eden Mıyékhuapeli arkadaşlardan biri, bazı geri dönüşçülerin bu tuvalet konusunu devlet sorunu haline getirip yerleşmekten vazgeçtiklerini bile söyledi. Siz siz olun bunun maliyeti montajı ile beraber 50 YTL'yi geçmez.

Ah her devlet sorunumuz bunun gibi olsa... Bunun yanı sıra evlerde biriken çöpler genelde günün akşam saatlerinde bölgenize gelen çöp arabalarıyla alınmakta. Çöp konteyneri diye bir uygulama yok yani. Hem niye olsun ki? Her çöp arabası geldiğinde plastik poşetlerde biriktirdikleri çöplerini kendi elleriyle çöp arabasına atan bir medeni halkınız varsa, niye yönetim olarak onları da aynı Türkiye’deki konteynerlerin etrafında oluşan çöp dağlarına mahkum edesiniz ki?

Hazır yerel yönetimden konu açılmışken kaldığım süre boyunca hemen hemen her geri dönüşçünün evinde bulunan uydu anteni vasıtasıyla Türk medyasını da takip ettim. Türkiye kar içerisinde boğulurken, 10 bine yakın köy yolu kapanmışken Mıyékhuape’de hiç de öyle aman aman bir kar yoktu. Ayrıca hiçbir köy yolu da kapalı değildi. Ne kar sıkıntısı, ne doğalgaz vananızı kısarım derdi (!). Hatta ve hatta hiçbir araç lastiklerinde zincir kullanmıyordu bile. Araçların büyük bir çoğunluğunu oluşturan bronz çağı döneminden kalma Jiguli marka (bizdeki Hacı Murat, Murat 124 –Serçe) araçları da zincir kullanmayan araçlar kervanına dahildir. Her taraf Jiguli kaynamıyor tabi ki. Hayatta hiç görmediğiniz marka ve modelde, sağdan direksiyonlu özel araçlarda azımsanmayacak düzeyde. Araç ithalinde Türkiye’de olduğu gibi Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) diye bir uygulama olmadığından istediğiniz markayı Krasnodar’daki bayisinden satın alabiliyorsunuz. Lada Vega marka Türkiye’de satılan otomobillerin sıfır kilometresi yani yepisyenisi 10 bin dolar, her şey dahil.

Şehrin tam ortasında şehir camisi olduğundan bahsetmiştim. Yine şaşıracaksınız bu camiyi yaptıranda Birleşik Arap Emirlikleri’nden bir Emir. Kendisinden Allah gani gani razı olsun. Mıyékhuape Camisi (Camiye yerel dilde Mescid denildiğini unutmayın...) modern mimarisi ile hemen dikkati çekmektedir. Orada kıldığım Cuma namazlarını inanın çok farklı bir huşu içerisinde geçirdim. İmam (Efendi) Cuma hutbesini Türkiye’de alıştığımız gibi 15 dakika içinde değil 1 saat içinde ancak bitirebiliyor. Diyeceksiniz ki, otururken ayaklarına kramp girmiyor mu? Hayır girmiyor, çünkü ayaklarımı uzatıp, sırtımı da duvar veya sütuna yaslayıp rahat rahat dinliyorum çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu herkes gibi. Ancak gerçek şu ki, hutbelerde söylenenleri çok az anlayabildim. Neden mi? Onu da izah edeyim. Çünkü imam efendi hutbeyi Rusça okuyord a ondan. Rusça konuştuğunun arkasından da Besleney lehçemizle olmak üzere Adigece çevirisini yapıyor. Kendisi ile tanışmamış olmama rağmen tahminen 30 yaşlarda ve Karaçay-Çerkessk’li ve Besleney olduğunu duydum. Sesi de, mahreci de maaşallah çok güzel. İmamın hutbeyi özellikle Besleney lehçemiz ile çevirisini yaparak sunması bir bakıma çok güzel, böylelikle belki de farkında olmadan Adige dilinin Batı lehçelerini kullanan Adigeyliler ile Doğu lehçelerini kullanan Karaçay-Çerkesskliler, Kabardey-Balkarlılar arasında bir köprü vazifesi de icra etmekte kendisi. Aslında hutbenin uzamasının başlıca nedeni de iki dilde okunmasından kaynaklanıyor. Bir diğer sebebi de bir işte çalışan cemaatin zaman konusunda ve işe yetişmeleri gerektiği konusunda imamı uyarmamasından kısa ve öz tutmasını istememelerinden kaynaklanıyor. Kaamet getirilip 2 rekat farz için safa durduğunuzda inanmayacaksınız ama kendinizi çok farklı bir coğrafyadaymış gibi hissediyorsunuz. Önümüzdeki safta Afrikalı siyahi renkli Müslüman kardeşlerimiz, bir tarafımızda inanışları gereği ayaklarını bizim ayaklarımıza bitişik tutan ve heybetli yapılarıyla ellerini yüreklerinin üstüne bağlayıp ta namaz kılan Çeçen kardeşlerimiz, bir tarafınızda gözlerinin çekikliğinden belli Orta Asyalı Müslüman kardeşlerimiz, diğer bir tarafta ise ellerini bağlamadan namaz kılan Müslüman kardeşlerimiz. Arap yarımadasından gelen Afrika kökenlilere göre daha açık tenli Arap öğrenciler, İsrail-Türkiye-Ürdün ve Suriye diasporasında gelen hemşehrilerimiz, yine ön saflarda takmış oldukları takkelerle kendilerini hemen belli eden Bosna Savaşı sonrası Yugoslavya diasporasından gelip te Mıyékhuape şehrine yakın bir köy olan Mafehable’ye yerleştirilmiş yaşlı thamade büyüklerimiz. Bu tasvir nereyi çağrıştırıyor size Allah aşkına? Namaz sonrası “Tham kabıli yéş’ “, “Allaham yéred” “Allah kabul etsin” temennilerinin birbirine sunulduğu seremoni. Kurban Bayramı’nda ise Cuma namazlarından farklı olarak Adigey Müftüsü Yémıc Nurbiy eşliğinde cami içerisinde Devlet Başkanı Hazret Şovmen’in vekil tayin ettiği parlamenterin, en üst rütbeli subayın, sivil toplum örgütü liderleri veya temsilcilerinin bayram kutlama dilekleri de okundu. İnanmayacaksınız Papaz efendilerde bu kutlamaya bizzat katıldılar. Kurban Bayramı öncesi yılbaşı kutlamaları ve şenlikleri de ilginçti. Yılbaşına bir hafta kala şehrin ve ticarethanelerin büyük bir kısmı süslenip püslendi. Bu yılbaşı kutlamaları da ne oluyor, yukarıdaki paragrafta anlattığın Cuma namazı izlenimlerinden sonra yakıştı mı diye sormayın bana. Sizler, Türkiye diasporası yaşayanları, çok mu yabancısınız yılbaşı kutlamalarına sanki. Hem nüfusunun %70’ni Rusların oluşturduğu bir Cumhuriyetten ne bekleyebilirsiniz. Allah’tan bu kutlamalar arasında öyle Taksim Meydanları’nda gördüğünüz türden zerre kadar bir taşkınlık olmadı, olmuyormuş da. Benim gördüğüm, yılbaşı kutlamalarının yapıldığı hafta içerisinde havai fişek fiyatlarının ucuz olmasından dolayı herkes alabildiğine bireysel havai fişek gösterisi yaptı. En güzeli ve şaşalısını da yerel yönetimin yaptığı oldu. Ayrıca bu hafta içersinde küçüklerin medeni cesaretlerini arttırmak amacıyla bazı yerlerde kurulan sahneler üzerinde onlara oyunlar oynatıldı, şarkılar söyletildi, ebeveynleri de sahne aşağısından onlara eşlik etti ve bunlar hiçbir resmi kuruluş tarafından değil tamamıyla bireysel çabalar gösteren eğitmenler tarafından gerçekleştirildi. Eğer böyle bir tarihte Mıyékuape’de bulunuyorsanız; hafta içinde kapı kapı dolaşarak sizlere Rusça tekerlemeler okuyup yeni yılınızı kutlayan Adige çocuklarına da harçlık vermeyi unutmayın. Tabii ki, sadece yılbaşında değil Ramazan ve Kurban Bayramları, Beraat, Regayip ve Kadir gecelerinde de uğradıkları taktirde harçlık vereceğinizi de hatırlatın lütfen. Bizim çocuklarımızın bilip te onların bilmediği daha birçok bayram var çünkü. İnsanların tek bayram olarak bildikleri yılbaşı kutlamaları öncesi tüm registirasyon işinizi mutlaka halledin. Zira benim pasaportumun işlemleri Kurban Bayramı tatili de araya girince 20 gün sürdü.

Pasaportsuz hiçbir yere adım atamıyorsunuz, aksi taktirde tatiliniz ya da günleriniz sadece yakın çevrenizde geçer. Aslında bende bir ara acaba dedim, olur ya; her ne kadar geçici ikametgah için Over denilen ofise başvurmadıysam da yeni yılın yüzü-suyu hürmetine al sana oturumda, vatandaşlıkta diyecekler diye düşünmedim değil. Öyle ya yoksa niye tutsunlar sadece bir gün içinde yapacakları registirasyon için pasaportu mu? Over diye anılan pasaport registirasyon işlemlerinin yapıldığı ofisin, Perşembe-Cuma günü registirasyon için çalışmadığını, Çarşamba öğleden sonra verilen bir pasaportun ancak Pazartesi günü geri alınabileceğini böylelikle öğrenmiş de oldum. Siz siz olun registirasyon öncesi pasaportunuzu daha Over ofise teslim etmeden bir GSM sim kartı alın 100 Rubleye, 500 Rublelikte kontür yüklettiniz mi size epey bir süre yeter sanırım. Yalnız şunu da unutmayın; Türkiye’den herhangi bir GSM hattı ile ister bu yeni aldığınız numaradan ister cep telefonunuzdan çıkartmadığınız Türkiye’de kullandığınız hatta ait numaradan sizi aradıklarında hem arayana hem de size para yazmaktadır. Dolayısıyla en uygun olanı yeni aldığınız Rus GSM numarasını Türkiye’den arayacakların sabit bir telefondan aramalarıdır. Türkiye’ye geri döndüğünüzde benim gibi şaşa kalmayın gelen Turkcell faturasına sonra. Yeni numaranızı da yeni GSM hattınızdan sms mesaj yöntemiyle Türkiye’deki sevdiklerinize bildirin, konuşmaktan daha hesaplı. Bazı ortamlarda merakım üzre şu soruyu sordum, yaşlısına ve gencine de: “Türkiye de ne kadar Çerkes var dersiniz” diye. İnanın hani bazımızın en az 2 milyon kişiyiz, bazımızın da olur mu ya, 8 milyondan az değiliz dediği Türkiye diasporası için tahminler 200 binden yukarı çıkmadı. Ne çelişki değil mi? İki milyon dediğimde gözleri yaşaran mı ararsın, şaka yapıyorsun diye gülen mi ya da şaşkınlıktan küçük dilini yutacak olanı mı... Özellikle bu sayıyı duyduklarında şaşıran küçük çocuklara “söyleyin bakalım şimdi, Adigey’den daha çok Adige’nin yaşadığı Türkiye topraklarımıdır anavatanımız, yoksa burası mı” diye tekrar sorduğumda; yok, hayır, ilk şaşkınlıklarını atmış vaziyette bu soruma verdikleri cevapta kesin ve kararlılık hakimdi: Burası !... Öyle ya adı üstünde değil mi zaten Adigey Adigelerin, Türkiye de Türklerin vatanı, doğru söze ne denir? Afferim. Adıgey’e yerleşecekler için; sakın eşya falan götürmeyin çünkü burdan oraya ev eşyası götürmek rezilliğin son perdesi. Dolayısıyla eşya götürme yollarına girmeden, direk size oradaki eşya fiyatlarına ilişkin aklımda kaldığı kadarıyla rakamlar sunacağım: Yatak Odası: 18.000 Ruble 632 $ 853,00 YTL
Oturma grubu: 15.000 Ruble 526 $ 710,00 YTL
TV,Ant, Receiver: 9.000 Ruble 315 $ 426,00 YTL
2 Katlı Ranza: 12.000 Ruble 421 $ 568,00 YTL
Çocuk çekmecesi 3.000 Ruble 105 $ 142,00 YTL
Buzdolabı: 15.000 Ruble 526 $ 710,00 YTL
Çamaşır Mak: 15.000 Ruble 526 $ 710,00 YTL
Fırın: 6.000 Ruble 210 $ 284,00 YTL
Mikrodalga fırın: 2.000 Ruble 75 $ 95,00 YTL
Ütü: 1.000 Ruble 38 $ 48,00 YTL
Mutfak eşyası: 10.000 Ruble 350 $ 475,00 YTL
Masası-sandalye: 6.000 Ruble 210 $ 284,00 YTL
TOPLAM: 112.000 Ruble 3.934 $ 5.305,00 YTL

Yukarıdaki listede bulunmayan giysi gibi malzemelerinizi tabi ki uçakla birlikte yanınızda götüreceksiniz. Halı, perde gibi diğer bazı malzemeleri yukarıdaki listeye fiyatlarını bilmediğimden dolayı dahil edemedim. Türk markalarıyla birlikte bu ihtiyaçlarınızı da Mıyékhuape’den karşılamanız mümkündür. Yalnız bizim kullandığımız çay demlikleri ve çay bardağı takımlarını hiç göremedim, duyurulur.

Listeye dahil edilemeyen ihtiyaçların fiyatları da hemen hemen Türkiye fiyatları kadar olsa gerek diye düşünüyorum. Uçakta her yolcu için 20 kg yük hakkı bulunmaktadır, 20 kg üzeri yük ise kg başına 2 $’dan hesaplanmaktadır. Ayrıca yok illa da ben bu kadar para harcayamam diyorsanız, evimin eşyasını götürmem gerek diyorsanız o zaman siz Mıyékhuape’de yaşayan ve işi bu olan Tırcı Ahmet ile görüşmeli ve sizin gibi 2-3 aile daha bulmalısınız. Bu arada eşyalar TIR'da, sizde güvertede, bir taraftan geleceğinize ilişkin planlar yapmayı bir taraftan da Karadeniz'in kara sularına bakıp bundan yıllar önce atalarınızın tam tersi istikamette yaptığı o amansız yolculuklara inat, siz de gemiyle anavatana gitmek istiyorsanız oda bir alternatif. Bunun için TIR'cı Ahmet ve Samsun’daki gemi acenteleriyle görüşmeli varsa RoRo (TIR götüren büyük gemi) sefer tarihlerini iyi öğrenmelisiniz.

Evet sevgili hemşehrilerim, Kafkasya seyahatime ilişkin bu bilgileri sizlerle unutmadan paylaşayım istedim. Umarım işinize yarar ve size bu gözlemlerim yeni ufuklar açar. Şimdi hemen şunu soracaksınız biliyorum. “Iyi güzelde biz oraya gittiğimizde ne iş yapacağız ne yiyeceğiz?'' En iyi bildiğiniz işi yapacaksınız ve rızkınızı yiyeceksiniz. Ancak illa da iş ortamından da bahset diyorsanız durum şu: Ticari hayat Rusya’nın her yerinde olduğu gibi Mıyékhuape’de de yavaş yavaş gelişmektedir. İnşaat Sektörü içerisinde yer alan tüm işler bu topraklarda da revaçtadır. Şehrin merkezinde Center (merkez) pazarı ve Çeremuşka mahallesinde de Çeremuşka pazarı bulunmaktadır. Pasaport Over Ofisi'de bu Çeremuşka Pazarı kenarındadır. Halk tüm periyodik ihtiyaçlarının %90’nını buralardan yapmaktadır. Temel gıda malzemeleri ucuz olmakla birlikte, çoğu gıda malzemesi ithaldir. Et bile bu pazarlarda açıkta kilosu 3-5 $’dan satılmaktadır. Ancak geri dönüşçüler genelde helal kesim et aradıklarından güvenilir kimselerin kestiklerini tercih etmektedirler. Gerçi et fiyatı ucuz ama hiç kasap görmedim orada ve etlerde öyle bizim alıştığımız türden biftek, antrikot, pirzola, dana rosto, kuzu gerdan, kuşbaşı diye satılmıyor, bu tür şeyleri ya bilmiyorlar ya da gerek mi duymuyorlar anlamadım. Giysi konusunda maşallah her şey var ve ucuzda. Bunun yanı sıra bizim ağız tadımıza hitap edecek bol sebze yemekleri yapan lokantalarda yok. İnsanımızın tüm ticari konulara yönelik sektörel bilgiyi bizzat yerinde tespit etmesinde fayda vardır görüşündeyim. Evet değerli hemşehrilerim işte sizlere sıcak anavatan havadisleri. Karar sizin. Önceden de söylediğim gibi bu yazıyı hazırlarken size “Vatan, millet Sakarya” edebiyatı yapmayacağımı belirtmiştim.

 

 

M. Özkan
15.02.2006

Merhaba Osman Bey,

Ellerinize sağlık. Altını çizerek okudum.

Teşekkürler.

 

 

Sigusipse
15.02.2006

Dzibe Osman,

Elinize, kolunuza, dilinize sağlık. Büyük keyifler alarak okudum. Nihayet bu şekilde canım Kafkasya'mdan haberlerde almak kısmet oldu. Yazıyı nasıl okuduğumu dahi anlayamadan sayfa sonuna geldim. Tekrar teşekkürler. Sayın CC sizden bir ricam olacak. Bu yazı arada kaybolmasın ve lütfen değerli katılımcılar okusun. O yüzden bir sakıncası yok ise ana sayfada bir link yapın. Bu yazı her kişi tarafından dikkatle okunsun.

Saygılarımla.

 

 

Dzibe Osman
15.02.2006

Kıymetli hemşehrilerim,

Seyahatime yönelik yazdıklarıma göstermiş olduğunuz ilgi ve teveccühünüz beni ziyadesi ile memnun etti. Ama şunu bilmenizi isterim ki, oraya en azından turist olarak gitmekte sizi ziyadesiyle memnun edecektir. Aslında bu yazıyı hazırladığım dosya anavatana geri dönüşü düşünen veya turist olarak gitmek isteyenlerin faydalanacağı prosedür adımlarını ve maliyetleri de içermektedir. Fakat forum sayfasına bu bilgileri copy-paste edebilme şansım maalesef yoktur.

Saygılarımla.

 

 

Guğoj Sami
15.02.2006

Değerli kardeşim Osman,

Mıyekuape'yi ve yaşantıyı o kadar güzel özetlemişsin ki, tebrikler sana. Ben de bildiğin gibi Kobli M.Abinle 1992'den beri gidip geliyorum, izinlerimi Kafkasya'da geçiriyorum. Anavatanını gidip gelip gereksiz eleştiren bir çok kişi gördüm.

Yıllardır anlattık anlamadılar, bay lümpenler. O yüzden bu yazın çok güzel oldu.

CC yöneticileri dikkate alıp baş sayfada bir kaç resim takviyesiyle yayınlarlarsa okuyanı çok olur ve bazı gereksiz konuşmaları da önler. Gereksiz eleştirilere şöyle diyorum "AYNAYA BAKAN KENDİNİ GÖRÜR".

Maf, sigoş lhape.

 

 

Dzibe Osman
16.02.2006

Teşekkür ederim Sami ağabey. Şunu bilmeni isterim ki, sene 1992'de seni gezdirip gösterdikleri anavatan topraklarında maalesef başka milletlerin çocukları aşık atıyor. O yerleri inan seni ve senle yaşadıklarını yadederek bana da gösterdiler. Ben artık dayanamadım Sami ağabey. Çocuklarıma da bana gösterdikleri gibi göstermesinler diye ailece gidiyoruz sevgili ağabeyim. Artık senelik izinlerinde ziyadesiyle görüşmek dileğiyle,

Saygılar ağabey.

 

 

Guğoj Sami
16.02.2006

Sevgili kardeşim, bu haberinle bir kez daha beni mutlu ettin. Yolunuz açık olsun, inşallah anavatanda görüşmek dileğiyle, ailene ve tanıdıklara selamlarımla...

J.W. 16.02.2006 Adige lhap'ew Dzibe Osman, Tham ghogu mafe wereghaj, wilheghuni, wızfayeri, wigu yilhıri khıbdereghaxhu. Yigho khassıme ga tixeku daxem tışıze'uç'ejın. Tham 'ome agir dıghaseçen be! Wopsaw!

 

 

Sigusipse
16.02.2006

Sayın Dzibe Osman,

Şansınız bol, yolunuz açık olsun. Ben bizzat gidecekmişim gibi sevinç duydum. Kıskanmadım desem de yalan olur. Allah yolunuzu her zaman açık etsin. O kadar mutlu oldum ki kelimeler bulmakta zorlanıyorum. Darısı bizim başımıza... Bu arada sevgili eşinize de bizzat teşekkürlerimi sunuyorum.

Saygılarımla.

 

 

A.ypşaşe
17.02.2006

Maf Sayın Dzibe Osman,

Buradaki herkes gibi bende anlattıklarınızla çok mutlu oldum. Bu güzel cesaretli yürek için ve bunu bizimle paylaştığınız için çok ama çok teşekkürler. Buradan da sevgi ve selamlarımızı iletin. Onlara söylemenizi istediğim bir şey daha var ki, (atlarımıza, kamalarımıza, kalpaklarımıza, o çok suçlandığımız evliliklerimize rağmen) onları oraları unutmadığımızı unutamadığımızı ve hala mızıka kokusuyla çarpan yüreklerimizin olduğunu ve eğer kabul ederlerse bir gün bizimde orada olmak istediğimizi söyleyin lütfen.

Saygılarımla hoşçakalın ''Ğogümaf''.

 

 

Azmi Berberoğlu
25.02.2006

Selamlar,

Bu konudaki tartışmanın, bu sütunlarda başlamasından bu yana neredeyse 20 ay geçmiş. Bu zaman diliminde yaşanan olaylara ve gelişmelere baktığımızda, ATAVATANA DÖNMENİN çok ciddi biçimde düşünülmesi gerekliliği konusunda büyük çoğunluğun pek bir tereddüdünün kalmadığını değerlendiriyorum. İstanbul’daki SINAGOG baskınından sonra, zamanın İsrail başbakanı Ariel ŞARON; Yahudiler için en emniyetli ve Yaşanılacak yer İSRAIL'dir demişti. Başarılı bir dönüş işleminin gerçekleşebilmesi için gerek ADİGEY'de gerekse ABHAZYA'da, DÖNÜŞÇÜLER için somut projeler üretilmesi zorunlu hale gelmiştir diye düşünüyorum. Son zamanlarda Anavatan ve Diaspora arasındaki iletişimsizlikten yakınmalar artmaya başladı, yapılacak başarılı DÖNÜŞ kampanyaları (sayılar SINIRLI tutulabilir)yeni dönüşçüleri Tetik’leyecektir. Kafkaslar üzerinde oynanan oyunlar ve gündeme alınan yeni senaryolar, Diasporada yaşayanlara konum ve stratejilerini yeniden gözden geçirmeleri gereğini dayatıyor diye düşünüyorum.

Saygılarımla
.

 

 

Beyaz Atlar [Abhaz]
26.02.2006

Tüm yazıları okumak gibi bir fırsatım olmadı, ancak genel tema "diaspora'ya dönmek için gereken şartlar oluşmadı" çerçevesinde... Herkes üzülüyor ve bir şeyler yapmak istiyor değil mi? "Değerli büyüklerim bu konuya bir el atın, şununla ilgilenin" falan filan... Burada yazılanları okudukça kendimi daha çok bir tiyatro sahnesinin ön koltuğun da oturur hissediyorum... Fikirlerimi ben de sizler gibi beyan etmek isterdim, ancak sizleri küçümsediğimden değil, yanlış yönlere temayül etmeniz endişesiyle vazgeçiyorum. Dileğim istediğiniz gibi yaşamanızdır.

 

 

Azmi Berberoğlu
02.03.2006

Sayın ABHAZ kardeşim,

Bana kalırsa siz; vardığınız yargıyı yeniden gözden geçirme şansına sahipsiniz, ricam en azından bu başlık altındaki yazıları okuyup, sonra yapacağınız değerlendirmeleri bizimle paylaşmanızdır.

Esen kalın
.

 

 

A-Ta
08.04.2006

İstediğin yerde yaşamak hakkın, kalmak isteyebilirsin hayırlı uğurlu olsun. Dönmek isteyenin orada nasıl yaşayacağı onun sorunu, seni niye üzüyor? İşte orası biraz düşündürüyor? Oraya gitme duygusu gitmese bile orayla bağını koparmaz ilişkiler çoğalır. Yoksa bundan mı korkuyorsun? Bu duyguyu taşıyanlara gölge etme yeter istediğin yerde yaşa sevgili kardeşim.

Bütün mesele dönmek veya dönmemek değil.