Konu hakkında yazan katılımcılarımız:
(Alfabetik sıra ile)

Aslanko, J.Aka, Janberk Baykan, Mamish, Murat Cancan, Muratt, Musost, Oktay Ekşi, Orhan Nugay, Stepia Çort, Tsey Volkan


Hatice Ünal

Yüreğimde korkular, kaygılar. Yüzümü ne tarafa çevirsem içime ürpertiler geliyor. Bir puzzle gibi izlemekte gündemi, her yerine konulan parça, tufana bir adım daha yaklaşıldığını gösteriyor. Sessizliğin sesinde usulca yaklaşan rap raplar var ama bu kez bu geliş çok tehlikeli. Bu kez farklı gibi her şey. Bu kez parçalar fazla hareketli. Bu kez, bu kez.... Lütfen biri bana 'olmayacak' desin!


Hatice Ünal
14.09.2005

Ne deliyim ne körüm
Ne sağırım ne sayrı Mutluyum kısacası
Ve hiçbir şey istediğim yok
Senden felek
Ama yine de
Ucuz olsun ekmek
Ve pahalı olsun insan hayatı
RESUL HAMZATOV

Kim bir insan hayatının gerçek bedelini ödeyebilir acaba? İnsanlar ucuz ve pahalı diye ikiye mi ayrılır ya da?

Saygıyla.


J. Aka
15.09.2005

Hatice hanım,

Hassasiyetinizi taktirle karşılıyorum ve "olmaz" diyorum. Birçok devirlerde böyle çalkantılı dönemler yaşanmıştır.Yeni dengelerin kurulmakta olduğu bir dönemden geçiyoruz. Nasıl "fırtınadan önceki sessizlik" dönemleri olursa, bir de "fırtınadan sonraki sessizlik" dönemleri olur. Şu an fırtınanın tam ortasındayız. Ben inanıyorum ki, kısa bir süre sonra fırtınadan sonraki sessizlik donemi başlayacak. Rahat olun.

Bu arada ben de hoş geldiniz diyorum.

İyi günler.


Hatice Ünal
15.09.2005

Çok teşekkürler Sayın Aka.

Umarım ve dilerim dediğiniz gibidir her şey.

Saygılarımla.


Musost
15.09.2005

Sayın Arkadaşlar,

Bence de bir geçiş dönemi yaşanıyor. Sancı olacak. Bazen çok şiddetli ama umarım ağrıyan yerler "acaba bıçak atarlar mı" diye gizlenmez, umarım hastalıklar iyi tespit edilir, umarım yanlış tedavi olmaz. Bakalım görelim.

Esen Kalın.


Murat Cancan
15.09.2005

Selam Herkese

Güneş inat etmiş bir kere doğmamak için doğmayacak işte…

İlahi bir güç, hayatında değer verdiğin her kavramın içi boşaltılmıştır sanki. Yaşadığın kente de, o kentte yaşayan dostlarının da, yakınlarının da yabancılaştığını düşünürsün. Hiçbir şey gözetmeden, hiçbir şey beklemeden açtığın, hançerlenmiş yüreğinin kabuk tutmuş yarası da, o yürekte duyduğun sızı da önemsizdir o an senin için...

Güneş bu elbette doğacak
Başka suların
Başka kuşların
Kanına karışacak
Sadece zamanını bekliyor…

Hayatımı tam da sorgulama zamanı diye düşünür, bilmem kaçıncı kez ruhunla giriştiğin savaşa hazırlanırsın önce. Ama anında vazgeçersin. Çünkü bir daha böyle bir savaşa girecek ne gücün vardır, ne de o savaşta arkanı yaslayacağın yüreğine ve beynine güvenin...

Dünya var oldukça sürecek
Bir Masalın kahramanlarıyız biz.
Birbirimizin farkındayız
Ve bu farkındalık Can yakıyor...

”Neyse ya boş ver” dersin.
“Boş ver”irsin...

Kırarsın kalemi, buruşturursun kağıdı, koca bir yudum alırsın kadehindeki zehirden, yaslanırsın arkana ve gülümsersin...


Saygılar


Hatice Ünal
15.09.2005

Aynı gemi de fil de vardı, karınca da. Ve fil karıncayı ezmedi...


Murat Cancan
15.09.2005

Selam,

Fil, karıncayı ezmekten korkardı, Allah korkusu vardı
.

Şimdi karıncalar filleri eziyor.

Saygılar.


Hatice Ünal
15.09.2005

Merhaba;

Acaba karıncalarımız mı farklı diye düşündüm. Hani termitler de karıncanın bir türüdür ya. :)

Saygılarımla.


Murat Cancan
16.09.2005

Selamlar

Karıncalarda insan gibi değil mi içinde her türlüsü var. Termiti, kanatlısı, leş yiyeni. Masumu, belki de en az olanı...

Saygılar.


Muratt
16.09.2005

Sayın katılımcılar,

İsmini zikretmeye niçin çekiniyorsunuz felaketin. Boyutunun büyüklüğünden mi? Vereceğiniz ismin, sorunu tanımlamakta kifayetsiz kalacağınızdan mı? ''Birileri Bizi Gözetlediği'' için mi yoksa? Lütfen kaş göz işareti yapmayı bırakın da "açık açık" söyleyin.

Saygılar...


Murat Cancan
16.09.2005

Selamlar,

Zaten bunlar tufan değil mi? Irak'taki Amerikan tufanı, Güney Asya'daki Tsunami tufanı, Amerika'daki Katrina tufanı, Marmara'daki 17 Ağustos tufanı, Başka hangi tufanı arıyorsunuz?

Saygılar,


Hatice Ünal
16.09.2005

Sayın Muratt;

Yazınızı okuduktan sonra uzun süre gülmekten yazamadım. Allah’ta sizi güldürsün. Niye kaş göz işareti yapalım ki? BBG demeniz ne kadar ilginç. Bu konuda ben şöyle düşünüyorum şahsen: Izlemeye değecek kadar önemli miyim? Tufan konusunda sayın Yaşar zaten yazmış.

Saygılarımla.


Muratt
16.09.2005

Sayın Hatice Ünal,

Amacım sizi ya da başkalarını güldürmek değildi. Ancak yazım yüzünüzde tebessüme yol açtıysa, bundan memnun olurum. Duanıza da, Esra Hanım'ın duasına katıldığım gibi amin diyorum. Allah cümlemizi güldürsün. Sizin "tufan" olarak yorumladığınız gelişmeler, diğer katılımcılar ile aynı konu başlıklarının çağrışımını yaptı bende de.

Fakat sayın M.Emin Bey'in ve bazı katılımcıların sıraladığı tufanların ve hareket alanlarının, bu sayfanın açıldığı yazınızda ve yazınızı takip eden birkaç görüşte açıkça telaffuz edilmemesi yüzünden "kaş göz oynatma" teşbihini yaptım. Ayrıca aktarılan konu başlıklarından sadece "milliyetçilik akımlarının yükselişini" bile tartışsak sanırım günlerce klavyenin başından kalkamayız.

Bu yüzden çerçeveyi belirlemek bana daha sağlıklı geliyor. BBG görüşünüze maalesef katılamıyorum. Insanların izlenme sebebi, öncelikle izlenilmeyi kabul etmeleri, daha sonra diğer insanlarla girdikleri ilişkilerdir bence. Düşünceleri, sözleri ve davranışları. Önemli olmaları değil.

Saygılar.
 

Hatice Ünal
17.09.2005

Sayın Muratt,

Çerçeve zaten belirli değil mi? Olayın baş kahramanlarının şu aşamada Türkiye ve Kafkasya olması zaten bu çerçeveyi belirlemiyor mu? Tufandan söz etmemin nedeni, özellikle son günlerde yoğunlaşan Türkiye’nin hemen her ilinde yaşanan, halkın küçükte olsa sokaklarda birbirine saldırmaya başlamasıdır. Bunların tahrikler sonucu olduğunu biliyoruz. Ama bazen çok küçük olaylar, büyük olayları tetikler. Birinci Dünya Savaşı, sadece bir Sırp’ın Francois Ferdinand'i öldürmesiyle başladı. Buna benzer bir çok tarihi olaydan söz etmek mümkün. Tarih, eğer gerekli ders alınmadıysa tekrar eder. BBG konusunda 'aynı' fikirdeymişiz demek ki. :)

Saygılarımla.
 

Muratt
17.09.2005

Sayın Hatice Ünal,

Çerçeveden kastım, sizin Türkiye'nin hemen her ilinde göründüğünü ifade ettiğiniz olaylar ve nedenleri. Daha doğrusu hadiselerin cereyan ettiği "yerlerin ve özellikle zamanlamaların" biliçli olarak ayarlanması. Türk siyasetinde "Süleyman Demirel tarzı" (*) olarak bilinen yöntemle sayfayı açmanızdan dolayı, katılımcıların konu alanının kapsamı konusunda kafalarında soru işaretleri oluşması olası bir durum bence. (Bazı görüşlere baktığınızda bunu görebilirsiniz.

Aralarında ilişki olmasına rağmen) Birinci Dünya Savaşı'nın çıkışında, Ferdinand'ın öldürülmesi "tetikleyici" olma işlevinden çok "bahane" işlevini gördü bence. Çünkü saflar belli olduğunda, savaş ortamı yaratmak için dahice bir plana gerek yoktur. Konuya bu açıdan bakınca ülkemde yaşanan gelişmeleri "tufan"dan çok "Balkanlar"dan 'getirilen' ve tüm yurdu etkisi altına alan soğuk hava dalgası" olarak yorumluyorum.

Soğuk hava dalgası yurdu yakında terk edecek. Ancak yeni basınç sistemleri ve buna bağlı yağışlar kapıda. (*) "Süleyman Demirel Yöntemi": Konu ile ilgili kavramları telaffuz etmeden, açıklamadan soruya cevap verme (-ye çalışma) yöntemi. (Muratt)

Saygılar...
 

Hatice Ünal
17.09.2005

Sayın Muratt;

Sayın Demirel'in tarzı konusunda benden daha başarılı olduğunuz kesin. :) Ülke(m)nizde olabileceğini söylediğiniz gelişmeler benim kaygı duyma nedenimdir zaten. Konulardaki bağlantı noktalarından hareketle cevaplarda değişkenleşmiştir, sizin de fark ettiğiniz gibi. Ama konu bütününde hepsini kapsamaktadır. Türkiye’mizin sürüklenmek istediği kaosu en az sizin kadar bizde üzüntüyle izliyoruz.

Bir kelimeye hep karşı çıktım, çıkacağım. Ülkem dediğiniz yer 'benim de' ülkemdir .Eleştirebilirim, sorgulayabilirim. Ama karalamam. Konuya 'tufan' başlığı koyma nedenim de budur zaten. Hepimiz aynı gemideyiz. Gemi batarsa hepimiz batarız. Bunu görebilen gönül gözlerine selam olsun!

Saygılarımla.
 

Orhan Nugay
17.09.2005

Merhaba Arkadaşlar,

Bireylerin olduğu gibi ülkelerin de zaman zaman, dönem dönem sıkıntıları olur/olacaktır. Dibe vuruşlar bazen yenilenmenin, silkinmenin ve kalkınmanın motoru olabilir. Bu ve benzeri ortamlar, bireyin ve toplumun görmezden geldiği, üstüne gitmekte ihmalkar davrandığı problemlerin halledilmesi için fırsat olarak da düşünülebilir. Nitekim gelişmelerin tarihsel arka planına baktığımız zaman, çağa uygun kararların alınarak, süratle yaşama geçirildiği; her şeyin yeniden tanzim edilebildiği ortamları yarattığı gibi, yenileşmenin ve gelişmenin itici gücüne de kaynak oluşturduğu görülecektir.

Dolayısıyla eldeki soruna nasıl bakıp, hangi sonuçlar çıkardığınıza bağlı, elde edeceğiniz sonuçta. Öte yandan, insanoğlunun yaşadığı deneyimler ona sorunlardan ve belirsizliklerden korkmak yerine, üstüne gitmeyi öğretmiştir. Çünkü sorunlarına, yalnız ve yalnız, uygar ilişkiler içerisinde çözüm bulabileceğine inanmaktadır, artık. Ciddi problemlerini çözerken artık, en az çözüm kadar, nasıl bir yöntem izleyeceği de önemli ve dikkat çekici olacaktır. Muhatabını dinlemek, ondan çözüme yardımcı olmasını istemek, saygı duymak ve birlikte sonuç almaya çaba sarf etmek, çağımızın en saygıdeğer davranış biçimi olmak gerekir. "Tepeden bakma", sağdan soldan "devşirme paketlerdeki" çözümleri dayatma ve kerameti kendinden menkul orijinal olmayan ve eğreti duran yaklaşımların getirdiği sonuçlar, toplumu mutsuz ve geleceğinden kaygılı bir hale getirmiştir.

Elbette, sorunun sahiplerinin de bir takım yükümlülükleri ve sorumlulukları bulunmaktadır. Tutarlı, ciddi ve sonuçlarını çok iyi hesaplayabilen bir yaklaşım ve bilinçle hareket etmesi gerekir. En tehlikeli ve zor olan hadise, problemden etkilenenlerin, bizzat yaşayanların sürekli savunma psikolojisiyle hareket etmesidir. Çözümü engelleyen nedenlerden birisi de budur. Kitleleri duygu yüklü konuşmalarla hareketli kılabilirsiniz. Ancak, bir süre sonra kontrol etmek güçleşir ve çaktığınız küçük bir kıvılcımın sizi de yok ettiğini hayretle görürsünüz.

Değerli arkadaşlar,

Bildiğiniz üzere, işi ehline vermek sorunun yarısını çözmek demektir. Eski tabirle liyakat sahibi, cesur ve riski alabilen kimseler yetkili ve etkili değilse korkmakta haklısınız. Çünkü o zaman sorunlarınız, artarak çığ gibi üzerinize gelecek demektir. Olaylar bilimsel yol ve yöntemlerle ortaya konulmayacak ve öyle tartışılmayacak demektir. Onun yerine tamamen duygusal, akılcılıktan uzak bir şekilde ve üstelik toplumda bilinçli olarak oluşturulan yaygın ve yanlış genel kanıyla örtüşecek şekilde, sulandırarak içinden çıkılmaz hale getirilecektir.

Yeterince zayıf olan toplumsal belleğimiz de bulanık hale gelecek ve toplum kendi bacağına ateş eder duruma getirilecektir. Ilave olarak da nasıl olsa konuyu tartıştık; o halde sorunu da çözdük, sayma yanlışlığımız cabası... sonuçları hiç değişmez; durumu ve o günü kurtarmak yıllardır uyguladığımız ve kanıksadığımız bir anlayış! Şark kurnazlığı yetmedi buna bir de "Tilki Kurnazlığı" ilave edildi.

O yüzden geldiğimiz nokta da belli…
İktisadi, siyasal, sosyal ve daha bir çok sorunu kamufle ederek yaşamak. Fakat sorunları öngörebilen birey ve toplumlar; çözümü önceden düşünür, seçenekler geliştirir, alternatifleri güncelleştirir ve planını adım adım uygular. Önüne gelmesi muhtemel konuyla ilgili olarak ipucu yakaladığı anda üstünü örtmez. Hazmetmek zorsa da çare bulmaya odaklanır.

Yönünü o noktaya çevirir ve derinlemesine konuyu ele alarak kısa, orta ve uzun vadede plan yapar ve alternatif projeler geliştirir. Bunu yaparken toplumun bilim insanlarından, sorunu bizzat yaşayanlardan ve konuyla amatör ya da profesyonelce ilgilenenlerden/kafa yoranlardan istifade eder. Çözüm önerilerini talep eder. Böylece saydam bir yönetimin, katılımcı ve hesap verebilen bir anlayışın egemen olduğu izlenimi vererek güven verir, katkı bekler, çözüme. O nedenle de yaşanan ya da ortaya çıkma olasılığı olan sorunlardan korkmaz.

Çünkü, hazırlıklıdır, halkıyla iç içedir. Perde arkasında pazarlıklar yapmaz. Halkına doğruları söyler. Aslında çoğumuzun aklından geçtiği halde yüksek sesle dile getirmek istemediğimiz durumu, ülkemizdeki hasta-tabip ilişkisine benzetecek olursak eğer, hasta gerçekten endişeli gözüküyor. Doktor da öyle aslında ama "görüntü" başka. Hastanın endişesi , kaygısı ve korkusu tedavi olmaktan ya da ciddi operasyon geçirmekten değil sanırım. Doktorun yeterli ve yetkin donanıma sahip olduğu konusundaki kuşkusudur. Sadece bu olsa... Daha da vahimi, bu konudaki endişe ve şüphelerini dile getiremediği için kendi kendine söylenmeye başlamış olmasıdır.

Dolayısıyla bu sıkıntı durumu, şuyu vukuundan beter hale getirmiştir. Saygıdeğer katılımcılar, Yukarıdaki örnekte görüleceği gibi iletişim kanalları tıkalı olunca ortaya sağlıksız bir "ilişki" çıkmakta ve dolayısıyla da güvensizlik egemen olmaktadır, ilişkilerde. Oysa, muayene öncesinde kağıt üstünde her şey mükemmel, gayet güzel. Taahhütler, propagandalar göz kamaştırıcı ve baş döndürücü... Çağımızın anlayışına uygun bir şekilde reklamı da çok iyi yapılmış… Fakat bunun formaliteden ibaret olduğunu iki tarafta bilmektedir.Ancak bu tiyatro oyunu neden oynanır, bir türlü izleyiciler anlayabilmiş değiller. Gerçekten psikolojik ve sosyolojik analizinin yapılması gerekiyor.

Yalnız hiç bir sorun çözümsüz kalmamıştır. Biz istesek de istemesek de… Su akıp yatağını bulacaktır. Insanlık ve toplumsal akıl, kendisi için doğrusunu en güzelini bulmuştur çare olarak, kendisine… Yaşayarak ve yaşatarak mutlu olmayı öğrendik, artık. Çünkü güzellikler kurtaracaktır, dünyayı ve insanlığı... Esen kalın.

CircassianCanada’nın Notu: Sayın Nugay, ellerinize sağlık. Bu güzel yazı için teşekkür ederiz. Saygılarımızla.



Janberk Baykan
17.09.2005

Merhabalar

Konuyla ilgili olarak öncelikle Çerkeslerle ilgili herhangi bir tehdit olduğunu sanmıyorum. Bu ülkede yaşamadığı halde uzaktan kumanda ile ortalığı telaşa verenlerin maksatlarını anlamış değilim (!) Sayın M. Emin Bey'in örneği daha da düşündürücü. Çerkes toplumu bu ülkede hiçbir zaman basit birer seyirci konumunda olmadı. Ben de gazetelere yansıyan başka bir olaydan bahsetmek istiyorum. Karısını sokak ortasında döven adama kimse müdahale etmemişti. Bahaneleri: "Karışmayın aile meselesi, karı koca arasına girilmez....vs" Sonuçta adam karısını herkesin gözleri önünde bıçaklayarak öldürdü.

Anlatmak istediğim, bizler bu ülkede pasif seyirciler değiliz, olmadık. Her vatandaşın sahip olduğu hak, sorumluluk, dert ve sevinçten sonuna kadar payımızı aldık, alıyoruz. Dolayısıyla konuları senin sorunun, benim sorunum diye ayırmak yanlış. 17 Eylül tarihli Vatan Gazetesi'nde Mine G. Kırıkkanat bazı saptamalarda bulunmus: "(…) Türkiye'deki Kürt aydınlar, Kürtlüğe üst kimlik isterken ezildik diyorlar. Ancak kendi aşiret sistemlerini, ağalık kölelik sistemlerini, kadın erkek eşitsizliğini, kanlı törelerini hiç sorgulamıyorlar."

Dolayısıyla bu ülkede yasamayan, dışarıdan birilerinin, kimi ülkelerin kışkırtmasıyla demokrasi nutukları atanların kime ve neye hizmet ettiğini az çok biliyoruz. Terör örgütleriyle Kürt toplumunu birbirinden ayırt edebilecek denli de akli selim sahibiyiz. Ülkenin içinde bulunduğu koşullar göz önüne alındığında da gerçek anlamda bir sağduyuya ve geniş bir perspektiften bakmaya ihtiyaç var.

Bizler bu ülkede yaşayıp, üretip, varlığımızı sürdürürken meydana gelen olaylara karşı fikir yürütmek, birlik ve beraberliği zedelememek kraldan daha kralcı olmak değildir. Ben burada oy veriyorum, vergi veriyorum, askerliğimi yaptım. Dolayısıyla yaşanan her olay beni de ilgilendirir. Kendini misafir sayanlar bir kenara çekilebilir. Kendinizi misafir saydığınız sürece bu ülkede Çerkeslik adına hiçbir somut adım atamazsınız. Kültürünü yaşatmayı istemek, dilini öğrenmek elbette bölücülük olamaz.

Ancak ben her çöp kutusunun önünden geçerken endişe duyuyorsam bu durumu kültürü yaşatmak olarak niteleyemeyiz. Bu ülkede hiçbir zaman etnik ayrımcılık olmadı. Kürt, Çerkes, Laz cumhurbaşkanları, genelkurmay başkanları, başbakanlar, milletvekilleri çıktı, çıkacaktır. Olmayan şeyleri varmış gibi göstermek kimlerin işine geliyor ona bakmak gerekir. Bu ülkede Çerkeslerin ezildiği ya da dışlandığı tamamen hayal ürünüdür. Devletin ve toplumun her kesiminde saygı görüyor destekleniyoruz.

Yıllar önce yapılan Avrasya Feribotu örneği bunun somut göstergesidir. (Operasyon düzenlenmedi, kimse zarar görmedi, eylemciler birer birer cezaevinden kaçırıldı.) Bu ülkede ulus olma anlamında hala sorunlar yaşanıyorsa bunu aşırı Türk milliyetçileri gibi küçük gruplara ya da kültür olaylarına bağlamak hatalı olur. Türkiye'de sorun çıkması kimlerin işine geliyor? Kimler sömürgeciliğin kitabini yazmış, kimler benim ülkemde azınlık yok derken Türkiye'yi bin parçaya bölme gayretinde. Sorun ortada cevaplar da öyle...

Saygılarımla.
 

Hatice Ünal
17.09.2005

Sayın Baykan;

Ben her 6 ayda bir Türkiye'ye geliyorum. Orda evim var. Aslında çocukları bırakıp gerı oraya dönecektim ama yaşadığımız kent fazla garip, bırakamadım. Bu nedenle içinde yaşamadığı ülke için "uzaktan kumanda"larla telaş yaratanlardan değilim. O yazıyı yazdığımda bazı Türk gazetelerini okumuştum.

Eğer biraz gazete okuma alışkanlığınız varsa, bunları sizde okumuş olmalısınız. Yazılarda "iç savaş", bu kez "herkes silahlı" vs. gibi yorumları okuyupta telaşlanmamak acaba mümkün mü? Her yerde "ajan provokator" arayanların gerçekten "ajan" olduğundan şüphe etmeye başladim. Bir kaç ay içinde yine Türkiye de, Istanbul'da olacağım. Beklerim.

Saygıyla.
 

Janberk Baykan
17.09.2005

Sayın Ünal,

Çerkesler ile evlilik forumunda sizi destekleyen bir kaç kişiden biriydim. Bu forumda yazdıklarınızı desteklemediğimde aldığınız tavır da düşündürücü. Belki en çok sükunete ihtiyaç olan bir dönemde, Çerkesler'le ilgili olarak hiçbir fevri olay gerçekleşmemişken, vaveylanızı anlamsız buldum. Hepsi bu. Türkiye'de Çerkeslere, lazlara vs'ye yönelik bir tehdit bunca zaman olmamışken bu öngörüleriniz neye dayanıyor, merak ediyorum.

Karşılaştığınız her eleştiride "küstüm oynamıyorum" tavrınızla sizi başbaşa bırakıyor, saygılar sunuyorum.
 

Hatice Ünal
18.09.2005

Lütfen...

'Elinde uzaktan kumanda' deyiminin çok ağır olduğunu,eleştiri sınırını fazlasıyla aştığını kabul ediniz. Evlilik konusunda desteklemiş olmanız, yabancıyla evli olmam nedeniyle sizin de gözünüze ayrı bir gözlük takmanızı engellememiş. Göndermeniz başkalarınaysa bunu benim üzerimden yapmayınız ya da gözlük camlarınızı temizleyiniz. Küstüm demedim. Sadece gerçekten bıktım.

Bütün gün işi gücü birbirini sınıflandıran kişilerle tartışmak, olayı 'rutin'e sokmuş olmak bıktırıcı. Sayın Nugay'a sağlıklı değerlendirmeleri için bende çok teşekkür ediyorum. Çok içten gelen bir yazıyla başlattığım konu ne hale geldi. Bir tiyatro eseri (dram, komedi, trajikomik, trajedi her neyse) ortaya konmuş görünüyorsa inanın rolleri ben vermedim. Spontane bir sahneydi demek daha doğru olacak.

Saygılarımla
 

Aslankho
18.09.2005

erhabalar

Yaşadığımız gündeme ait fikirler çok ilginç. Birilerini yaşadığı yere nispetle halkının geleceği anlamında fikir beyan etmemeye çağırma ya da ettiği beyanları eleştirme nasıl mantıktır anlaşılamaz. Sayın Baykan, Hatice hanımın hassasiyetleri çok yerinde. Konuyu gündeme getirende o. Ddevri sabık yapıp ben sizi desteklemiştim, şöyle olmuştu şimdi böyle oldu bunlarda anlamsız ya da siz ne anlatmak istediniz belli değil. Türkiye'de Çerkeslere, Lazlara vs'ye yönelik bir tehdit bunca zaman olmamışken bu öngörüleriniz neye dayanıyor, merak ediyorum. Bu ifadeler size ait sayın Baykan. Bir savaş ortamının kimseyi kayırmayacağı muhakkak. Hele kitlesel kaos ortamında biz Çerkesiz taraf değiliz diyemezsiniz. Ilk bertaraf edilen olursunuz. Böyle bir kargaşada ya tarafsınız ya tarafsınız. Buna fikren karşı olsak da icraatta taraf olacağız. Güneydoğu’da sadece Türkler mi ölüyor sanıyorsunuz? Hatice hanım bireysel silahlanmanın tartışıldığı yanında kayıt altına alınmamış silah sayısının bilinmediği kitlelerin, cinnet geçirdiği bir ortama bakarak haklı olarak kaygılanıyor.

Burada bir otorite ve buna karşı direnen savaşan bir yapı var ve bu savaş bizim yaşadığımız topraklarda yayılma eğilimi gösteriyor. Sayın Baykan kendinizi zexeste mi zannediyorsunuz? Feribot olayını da iyi tahlil edememişsiniz. 1.Çeçen Savaşı’nda Türkiye her şeye göz yumarken; 2. savaşta Kafkasyalılara bile yardım toplama izni vermemiştir. Sebebi açık. Ceyhan-Tiflis boru hattına dair gelişmeler. Asıl önemlisi Türkiye’ye Güneydoğu’su hatırlatılmış, evin camdan yapılmışsa komşunun evini taşlama denmiştir...

Salt Çerkesleri tehdit eden bir durum şimdilik yok doğrudur, ancak yaygın bir kaos sürüklenildiğinde bu kaos milliyet sormaz. Sonrasında yükselecek aşırı görüşlerin ne getireceğini ise düşünmek istemiyorum. Kamu otoritesi duruma hakim. Ancak her türlü sıkıntı bize yansır. Bu anlamda da Hatice hanım haklıdır. Sayın Nugay, Konunun bir şekilde çözüleceği muhakkak. Ihtimallerin hepsi birbirinden korkunç. Yıllardır süren savaşta Kafkasyalılar çok sayıda kayıp verdiler. Bu çözümün şimdilik militer olduğu gözüküyor.

Bu halde de sizin akıl ve mantık göstergeleriniz sadece tetiklere uzanan parmakları ifade eder. Sosyolojik ve psikolojik analizlerinizde herhalde kaos sonrası bir işe yarar diye düşünüyorum. Zira insanların tehlikede gördüğü değerler bilimle akılla sosyoloji ile açıklanamaz. Karşı taraf içinde öyle. Bir takım istemler virüs gibidir. Ben bağımsız olacağım diyen biri hedefini açıkça ortaya koymuştur. Bu kesin inançlı bir tavırdır. Yapacağınız tek şey sineye çekmek ya da savaşmaktır... Çerkeslere ise böyle bir durumda hiç bir şey sorulmaz.

Saygılarımla...
 

Janberk Baykan
18.09.2005

Sayın Hatice Ünal;

Burada her şey yolunda merak etmeyin. Bu ülkedeki insanlar (küçük bir kısım dışında) terörist-sade vatandaş ayrımını yapabilecek kapasitededir. Okumuş olduğunuz üçüncü sınıf bulvar gazetelerini ciddiye almamanızı öneririm. Dediğim gibi hangi verilere dayanarak savaş, askeri darbe (üstü kapalı), tufan saptamalarında bulunuyorsunuz.

Sayın Aslankho; "Hele kitlesel kaos ortamında biz Çerkes'iz taraf değiliz diyemezsiniz. İlk bertaraf edilen olursunuz. Böyle bir kargaşada ya tarafsınız ya tarafsınız. Buna fikren karşı olsak da icraatta taraf olacağız. Güneydoğu’da sadece Türkler mi ölüyor sanıyorsunuz?" demişsiniz. Yazımı daha dikkatli okumanızı öneririm. Benzeri şeyleri bende belirtmiştim.

Avrasya feribotu'yla ilgili emin olun sizden daha fazla bilgi sahibiyim. Fikirlerime katılmıyorsanız, "katılmıyorum" dersiniz, "bilmiyorsun" değil. Bir de şu kullanılma meselesine değinmek istiyorum. En küçük bir olayda Çerkesler kullanılıyor paranoyası yapılıyor, tarihten de bolca örnek veriliyor. Karşılıklı çıkarların söz konusu olduğu nedense görmezden geliniyor. Belirtmek istediğim başka bir konu; son zamanlarda artan aşırı milliyetçi akımlardır. Avrupa ülkeleri kendi memleketlerinde izin vermediği pek çok düşünceyi AB'ye girmenin bedeli olarak Türkiye'ye dayatıyor. Örneğin aşırı Türk milliyetçiliği her daim hoş görülmemiştir. Ben de hoş görmüyorum.

Ancak bugünlerde aşırı Kürt milliyetçisi olmak adeta aydın olmanın önkoşulu imiş gibi bir dayatma içindeyiz. Aksi bir şey söylenirse yobaz olunuyor, demokrasi nerede deniliyor. Çerkes milliyetçiliği yapmak entelektüel kaygılarmış gibi sunuluyor. Sonra da Çerkes olmayanlarla evleneler adeta toplumdan aforoz ediliyor. Ben her türlü milliyetçiliğin toplumlara yarar yerine zarar getirdiğini söylüyorum. Uluslaşma sürecini baltaladığını düşünüyorum.

Ben misafirim diyen misafir kalsın ancak belirtmeden geçemeyeceğim; 150 yıllık misafirlik olmaz. Burada yaşıyoruz, oy kullanıyoruz vs. Kaygılanmak normal, hepimizin kaygıları var. Fakat sağduyulu olmakta fayda var. Olmayan şeyleri varmış gibi göstermek, senaryolar yazmak olsa olsa ortalığı karıştırmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürer, onlara hizmet eder.

Saygılarımla.
 

Hatice Ünal
18.09.2005

Arkadaşlarımız CHP’nin, TBMM Başkanlığı’na başvurarak ‘Türkiye’nin, bir süreden beri çok tehlikeli bir çatışma ortamına sürüklenmekte olduğu’ gerekçesiyle ‘Olağanüstü toplantı’ isteğinde bulunmaya karar verdiğini bildiriyorlar. Muhalefet lideri Deniz Baykal bu konuyla ilgili kararlarını basına açıklarken, ‘Türkiye’nin yaşamakta olduğu olayları CHP olarak derin bir kaygıyla izlediklerini’ söylemiş. Karşımıza ‘yeni’ ve ‘ayrılıkçı’ bir terör dalgasının çıkmakta olduğuna işaret etmiş, TBMM’nin bu duruma acilen çözüm aramasını istemiş.... Velakin AKP’nin TBMM Meclis Grup Başkanvekili Salih Kapusuz, inanılmaz bir umursamazlıkla ‘TBMM’nin yeni yasama dönemi çalışmalarına çok az zaman kaldığını’ belirterek, ‘olağanüstü toplantıyı gerekli görmediğini’ söylemiş. Toplantı için karar alınsa bile ‘AKP Parti Grubu’nun böyle toplantıya katılmayabileceğini’ ifade etmiş. Çünkü görevlerinin başında imişler... Ve çünkü olağanüstü bir durum varmış gibi görüntü yaratmak çok sakıncalıymış. Oysa kimse ‘siz görevinizin başında değilsiniz’ demiyor. Sayın Kapusuz’un göz ardı ettiği ‘görev başında uyuyup uyumadıkları’ kuşkusundan duyulan endişedir.

Madem ‘Türkiye’de endişe verici yahut olağanüstü önlemler gerektiren bir durum yoktur’, o halde yarın öbür gün ‘Terörle Mücadele’ amaçlı yasa tasarısı TBMM’ye geldiği zaman Sayın Kapusuz ne diyecektir? ‘Bunlar gerekli’ demek için kürsüye çıkma görevi çok muhtemelen kendisine düşecek olan Kapusuz’a soruyoruz yoksa: ‘Bu önlemlere lüzum yok’ mu diyecektir? Biz öyle demeyeceğini, tam tersine hükümetin getireceği hükümleri savunacağını garanti ederiz.

Kaldı ki, Sayın Kapusuz, ortada acil bir durum yoksa ‘Neden çok sıkı önlemler getirdiklerini’ açıklamakta zorlanacaktır. Sayın Başbakan’a bakıyoruz, o da ziyadesiyle gamsız görünüyor. Oysa Sayın Başbakan, nikáh töreninden sünnet düğününe yurdun bir orasına bir burasına koşup dururken terör olayları yüzünden hayatını kaybedenlerin cenaze törenleri kitlesel intikam sesleriyle yankılanıyor. Doğrusu bu gamsız, bu umursamaz tavırlar, ‘Acaba olayların daha da yaygınlaşıp başedilmez hale gelmesinden sonra uygulamayı düşündükleri bir senaryo mu var?’ diye düşünmeye zorluyor bizi...

Bu düşünce, 25 yıl önceki askeri müdahaleyi gerçekleştirenlerin ağızlarından duyduğumuz, ‘Bir aşamadan sonra, müdahalenin gerçekleşmesi için kamuoyunun olgunlaşmasını bekledik’ şeklindeki itiraf yüzünden aklımıza geliyor da olabilir. Keza bu düşünce tamamen yersiz de sayılabilir. Ama bir gerçek var ki, Türkiye bu vurdumduymazlığın bedelini ağır şekilde ödeyebileceği günlere doğru sürüklenmektedir.

 

Oktay Ekşi
13.9.2005

Sayın CC Yetkilileri,

Sayın Baykan kaynak istedikleri için tek bir örnek veriyorum. Sakıncası yoksa. Hürriyet’i bilemem ama sayın Ekşi tartışması güç bir yazardır. Veya bugün sayın İlter Türkmen 'in yazılarını öneriyorum sayın Baykan'a.

Geçen hafta içinde yine Milliyet vs gibi gazetelerde yayınlanan yazılar gibi örnekleri çoğaltmak mümkün tabii. Şimdiden yeni Genel Kurmay Başkanı olacak Paşaya mektup yazan siteleri vs de katmıyorum bile. Başka da bir şey yazmak istemiyorum.

Saygıyla.
 

Mamish
19.09.2005

Tufan geldi.

Hissettiğiniz ise Avrupa’nın " yeniden " yükselen değeri olan neo-faşizm'in, ırkçılığın , dinci(?)liğin normal ve realite olduğu yeni dünyaya. Çerkeslerin yeri neresi acaba bu karmaşada derseniz; malum, Türkiye, Iran ve Rusya 3'lüsü politika üstü bir heyet atayıp, bölgeyi silahsızlandırmayı kabul etmez ise ....nicedir halimiz.

Orta Asya ve Kafkasya’dır bu gelecek olan savaşın muhtemel coğrafyası. :) Acı da olsa gerçek şudur ki Türk ya da Rus ya da Pers fark etmez, hepsi birbiri ile barış içinde yaşamadıkça, Çerkesler (Kafkasya’da) kurban edileceklerdir. İnanmayan Çeçenlere sorsun.

Üzülerek...
 

Muratt
19.09.2005

Sayın Hatice Ünal,

"Çerçeve" ile karşılıklı görüşlerin aktarılması sonrası katılımcıların konuyu daha somut bir zemine oturttuğu eminim sizin de gözünüzden kaçmamıştır. Sanırım artık dikkat çektiğim noktanın yersiz olmadığını görmüşsünüzdür. Yazımda "Türkiye Cumhuriyeti" için kullandığım "ülkem" kelimesine niçin takıldığınızı anlamadım doğrusu. Ben ülkem derken sadece kendime ait bir ülkeden bahsetmiyorum. Tapusunu arka cebimde taşımadığım bu ülkenin vatandaşlarının hepsi bu sahiplenmeyi dile getirebilir, "getirmelidir". Bu sayfada tartıştığımız olayların yaşandığı coğrafya, benden bağımsız bir yer değil, nüfus cüzdanını taşıdığım bir memleket. "Ülkemde"
 

Muratt
19.09.2005

Sayın Hatice Ünal,

"Çerçeve" ile karşılıklı görüşlerin aktarılması sonrası katılımcıların konuyu daha somut bir zemine oturttuğu eminim sizin de gözünüzden kaçmamıştır. Sanırım artık dikkat çektiğim noktanın yersiz olmadığını görmüşsünüzdür. Yazımda "Türkiye Cumhuriyeti" için kullandığım "ülkem" kelimesine niçin takıldığınızı anlamadım doğrusu.

Ben ülkem derken sadece kendime ait bir ülkeden bahsetmiyorum. Tapusunu arka cebimde taşımadığım bu ülkenin vatandaşlarının hepsi bu sahiplenmeyi dile getirebilir, "getirmelidir". Sarf ettiğim cümleler sadece kendimle alakalı bir ifade biçimidir, size yapılan bir gönderme değil.

 "Ülkemizde" yaşanan gelişmeleri görmek ve artan tansiyonu hissetmek için "gönül" gözüne ihtiyaç yok. Çünkü hayatın her alanında bu olayların yankıları karşınıza çıkıyor. Cumartesi akşamı, birkaç arkadaşla Başkent Derbisi'ni (A.Gücü-G.Birliği) izlemek için 19 Mayıs Stadı'ndaydık. Maç öncesi hep birlikte söylenen İstiklal Marşı'ndan sonra, PKK terör örgütü aleyhine atılan sloganların çeşitlilik kazanmasından, cümlelerdeki küfür dozajının artmasından ve tezahüratın süresinin uzun olmasından, mevcut tansiyonun giderek arttığını, "arttırıldığını" görüyorsunuz bir çift görmek isteyen gözle.

Hassasiyetinizi aktarırken referans olarak sunduğunuz basın organları ve kalemleri ile ilgili ben sizinle aynı "güvenilirlik" katsayınısına sahip değilim. Ana muhalefet partisinin bu konudaki girişimlerinde "samimiyet" taşıdıklarına da hiç inanmıyorum. İktidardakilerle ilgili bildik ifadeleri tekrarlamaya gerek bile görmüyorum. Yaşanan politik kısır döngü içinde kilit rol sokaktaki "vatandaşa" düşüyor. Yıllardır aynı oyunu izleyen seyirci artık finali merak etmiyor, yağmurun ne zaman dineceğine dair tahmin yürütüyor. Bu yüzden gelişmeleri sizin gibi "tufana" benzetemiyorum. Evet Sayın Kırca sokağın havası bu. İstanbul'a gelince siz de görürsünüz "umarım".

Söz şimdi merkezde.

Saygılar...
 

Hatice Ünal
19.09.2005

Sayın Muratt,

Size göre onca yıldır bizzat tanıdığımız gazeteciler 'sağlıklı kaynak' değil. İktidar ve muhalefet hiç değil. Bakın açık oldukça konular daha sağlıklı oturuyor yerine diyorsunuz madem, ki haklısınız bunda. Siz de kaynağınızı açıklar mısınız acaba, emin olmamız için?

Saygılarımla
 

Tsey Volkan
20.09.2005

Merhaba,

Aşağıda ki yazının uzunluğu, uzunca zamandır yapılan birbirini yorucu uzun tartışmalardır: BİZDE Kİ AH VAH ETMELER TÜKENİŞİN ÖRGÜTLENMESİ AŞAMASI MI? Siyaset yapıcılarının tarihlerinde hiç rastlanılmayan yoğunlukta ilişki çeşitliliğini de arkasına alıp,-tükenmenin de örgütlendiği- derinlerde izler bırakabilecek bir donemden geçiyoruz. Bu dönemde coğrafyamızda yaşanan mücadeleler, bir hak aramayı değil, uzlaşma masalarında dikkate alınmayı amaçlayan içerikle sınırlıdır.

Çerkeslik zemininde kayganlığın hızla devam ediyor olması, inanç yitimi, ani savrulma, kolay saf değiştirme hali; niyetlerin ve mücadele tarzının bütünüyle masaya yatırılmasını gerektirmektedir. Temel teorik tezlerden, sıradan davranış normlarına kadar uzanan geniş bir doku testi; dunu anlatan nostaljik sohbetlerin ve vurguların da yetmediğinin ayırdına varılabilmesinin de onunu açabilecektir. Bugün egemen kültürün en başarılı olduğu alanlardan biri de beyinleri fethetmektir. Yıllarca değerlerimizde ve davranışlarımızda tahribata yol açan birikim, varlığını sorunlardan beslenme üzerine kuran kişilikleri oldukça yaygınlaştırmıştır. Hiçbir çıkar gözetmeksizin bir arada yaşamak, mücadele etmek kimi insanlar için sorundur. Sürekli sürtüşme zemini aranabilmekte, hatta kulislerle diğerleri üzerinde hegomanya kurmaya çalışılmaktadır.

Bireysel kurtuluşu düşünenlerin her şeyi rekabete, gösterişe, kişisel çıkarlara dayalıdır Kişilerin kavramları algılayış biçimleri bile bu kurgudan büyük oranda nasibini almaktadır. Kişisel ihtiyaçlarını ve tercihlerini nesnel bir gerçeklik gibi dayatıp, Çerkeslerin ihtiyacı gibi sunumlara çokça rastlanmaktadır. Tamamen kişiselleşmiş dirençle, çalışmaları kendi tercihlerine, niyet ve amaçlarına göre eğip-büken, tıkayan kişi, sonuçta işleyişin kimyasını bozabilecektir.

Egemen özneleri en memnun edecek kavramlar;- edilgenlik ve örgütsüzlük- olmuştur. Bu yaşam tarzı; kendi kültürünü, jargonunu ve korunma reflekslerini de geliştirmiştir. Bu özneler tavırsızlığı, muhalifsizliği değil, sonuç almayacak tepkileri/karşı duruşları tercih eder. Çünkü bu, aynı zamanda insanların direnme eğilimlerini yorar, umudu küçültür ve ehlileşme zeminini besler. Senaryoda ki rolünü hazırlayıcıları bile şaşırtacak hızda çok çabuk kapma durumu, umutları, özlemleri kimi rantlara tahvil etmek üzere istismar potansiyeline sahiptir. Kimi bulandırıcı çabalar, dedikodu ve spekülasyonlar, sahte umutlar istismarın beslendiği zemindir.

Değerlerimizin ‘bizden’ zeminlerde tüketilmesi artık dayanma sınırına gelmiş, bunları kanıksamayanlar her dönem kara propagandanın hedefi olmuştur. Fakat kişi, Çerkesliğinin saygınlık çıtasını kendi düşüren bir konumda olursa, bunun sonuçları dışsal olan saldırganlardan çok daha kalıcı olabilmektedir. Buna en somut örnek; başta Kafkasya (Çeçenya, Abhazya, 1864 işgali v.b.) olmak üzere, Filistin, Irak v.b. toprakların işgalini; mevcut piyasa mekanizmalarının ihtiyacı gereği oluşan küresel işgali yok sayıp, taraftar toplamak adına dinsel v.b. gerekçelere yaslayan indirgemeci yaklaşımdır. İşgalcilerin ekmeğine yağ sürecek düzeyde yapılan bu manipülasyonu işgalciler de gerçek gerekçelerini saklamak ve kendi kitlesini arkasına alabilmek için “dinimize saldırı var” şeklinde yapmaktadır...

Kafkasya da veya çevremizde ki işgallerin nedenlerini mevcut piyasa mekanizmalarından ve uluslar arası ekonomik krizlerden (petrol) bağımsızmış gibi inançsal gerekçelere bağlamak yanıltıcı olabilir. Bu kadar duyarsız ve birbirini boğazlayan bir toplum olmamızın nedenlerinden biride bu yanlış hedefli bakışlar olabilir mi? Üstelik bunca ırk, boy, sülale gibi suni ayrımlarla uğraşırken birde, çok dinliliğin uyum içinde yaşadığı anavatanda –uyum- zedelenmemeli. Gerçi Kafkasyalılar kimi zaman ehemmiyet verse de, genel olarak ne cihat çağrılarına ne de misyonerlere bel bağlamaz, kendi çıkış yolunu kendi dinamikleriyle ve kendi evlatlarının önderliğinde bulacaktır... Bir doğrunun söylenmesinden ziyade hangi niyetle söylendiği çok daha önemlidir-...

Kafkasya’nın geriye kalan en güzel uyumu olan farklı dinlerin barış içinde yaşamasını tersine çevirecek yanıltıcı-oyalayıcı -spekülatif siyasal rantçı söylemler, her nedense kendi katkısını yok sayarak, Çerkesliğin arkasında ah vah etmekle bitiyor... Toplumlarda varolan örgütlü tahribatın oluşturduğu en ciddi kayıp, kimliğini en başta anne ve babalarından öğrenen o güzel isimli gençlerin almış olduğu düşünsel uyuşturucudur. Gençlik, önyargılarla kendi kimliğini özgürce edinme kaygılarından özenle uzaklaştırılmış, egemen kültüre adaptasyon hali adeta dikiş tutmaz bir hal almıştır. Bir kişi, bir şeyin ne olduğunu öğrenmeden önce onunla ilgili önyargılarla beslenmişse, değerlerini koruma yeteneği ve sürece objektif bakışı sakatlanmış demektir. Bana müttefikini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim...

Tarihsel duruşları gereği doğal müttefikler ya da organik bağları olan yapılanmalar tükenişe yaklaştıkça daha da saldırganlaşmaktadır. Bir yapı, bir sistem düşmeye görsün; kendisi irtifa kaybettikçe, sıradanlıklar bile yüksek görünmeye başlar. Her değeri karikatürize etmek, ciddiyetsizce evriltmek, kulisler yapmak en bilindik yöntemlerdir. Düşünsel teslimiyet hailini seçme durumu, geciktirilemeyecek denli ciddidir. Fakat ortaya koyulacak teorik ve pratik ürünler bu türden pespayeliklere verilebilecek en güzel yanıttır. Değerlerimizin ayak üstü tartışmalara kurban edilmesine izin vermemek, kimliğimizin en bükülmez yani olabilmelidir. Çünkü, Halklarımız asli olanı tali olanla ikame etmek isteyenlerden, değerleri sulandırmayı marifet/üretkenlik zannedenlerden çok çekti.

Tüm kuşatmalara karşı kestirme çözümler aramak alışkanlığı, artık günü bile kurtarmaya yetmemektedir. Bu, ayrışmalara yoğunlaşmayı da hızlandırır. Birbirlerini kolayca tanımlamalarla, yaftalarla oluşan bir iletişim dili, kariyerizmi, statükoyu ve organikleşmeyi pekiştirir. Uyum, bütünlük ve kolektif duruş sürecin panzehiri olabilecektir. Dün pek çok fedakarlığı yerine getiren insanlar bugün omuzlarındaki nasırlardan rağmen, yüzündeki tebessümü eksiltmeden, üzerine alınan sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirmelidir.

Yozlaşmanın aşamadığı, yaşamda kararlılığın ve politikada isabetin tuğlalarıyla örülen bir yaşamdır. Gün, sistem içi manipülasyonların labirentlerinde kaybolanların değil, birlikteliklerinde kararlı olanların günüdür.. Bu süreçte, mevcut yapıların kendi sınırlarını aşamayan aktiviteleriyle belirleyici olunamaz. Demiri tersine bükmek için, somut çözümleri hep beraber geliştiren bir yönelime ihtiyaç vardır. Birden çok insanla çözülmesi gereken sorunlar, paylaşım, iş düzeni ve dolayısıyla bir örgütlülük gerektirir. İlişkilerde kalıcılık, yaşamımıza ekilen yozlaşmanın boşa çıkarılabilmesiyle ve demokratik normların sürekli geliştirilerek yaşama geçirilebilmesiyle mümkündür.

Yaşam ve yaşamı algılayış kalitesini an be an yükseltmek, pratiğin çıtasını yükseltmekle eşdeğerdir. Ama -insanin savaşımı önce kendi içindeki sisteme ait alışkanlıklara karşı başlar-. Bu süreçte, ehlileşme zemininden yapılan çağrılar artık yanıtsız bırakılmalı, tükenişi örgütleyen öznelerin değerlerimizi sömürme çabaları açığa çıkarılmalı ve dünü-bugünü doğru okuyan ve aktaran ortak bir duruş süreç de acilen yer almalıdır.

Bu ne emperyalizmin dönemsel taktikleriyle ne de siyasal tarihimizde yer alan yapılarda yaşanan çözülmeyle temel atılacak bir hareketlilik halidir. “Taşıma yorumlara” ihtiyaç duyulmamalıdır. Her durumda “ezberin” yaratıcılık öldürücü niteliğinden kendimizi olabildiğince korumalı, şabloncu olmayan süreçler yaratılmalıdır. Grup veya kişisel çıkarların tetiklediği rekabet duygusuyla, potansiyel çözümlere uzak durmak, özgürleşme de birlik yolunda önemli bir fırsatın yadsınması/ıskalanması demektir. Ilkeli bir birliğin; tarihsel bir görev ve tarihi bir fırsat olduğunu, ilerleyen zamanın ve bu coğrafyada gelişecek olayların bu durumu daha anlaşılır hale getireceğini bilmekteyiz.

Bir coğrafya da yozlaşmanın silinip, süpürülüp atılması; birlikteliklerin kararlılığına ve dayanışmasına bağlıdır. Kendi içimizde ve yaşadığımız coğrafyada gelişen iç savaşlara ve düşünsel kuşatmalara rağmen; etnik veya dinsel gibi inanç merkezli kışkırtmalarla değil, bütünlüklü-birleştirici bir demokratikleşme açılımıyla ve somut/inandırıcı adımlarla süreçte belirleyicilik pekala mümkündür. 'Birlik olan sürü için kurt korkulacak şey değildir '... AMA NEREDE BİRLİK? Yolumuz açık olsun... Yazarı ANONİM olsun.
 

Stepia Çort
20.09.2005

Barış ise emeliniz,
Size biz yer veririz Kuban'da ise fikriniz,
Arkan üste alırız.
Oyyy çal borum çal
Biz Laba için vuruştuk
Senin dağlarında
Kafkas Şöhretimiz yayılacak...
 

Muratt
21.09.2005

Sayın Hatice Ünal,

Medya konusunda, özellikle Türk medyasının işleyişi konusunda, yeterli bilgiye daha önemlisi tecrübeye sahip olduğumu düşünüyorum: 4 yıl eğitimini almış, parasız-paralı sektörde çalışmış, hala ekmeğini bu işten kazanan bir iletişimci olarak. Sizin sağlıklı kaynak olarak sunduğunuz zat-ı muhteremleri biz yanlarında çalışarak, sistemin çarklarında tanıdık; siz "bizzat" köşe yazılarından.

Medya patronlarının ve kalemşörlerinin çıkar ilişkilerini görmek için ne gönül gözüne ne de başka bir yetiye sahip olmanız gerekmez. Sisteme dahil olmanız da zaruri değildir ama sisteme girerseniz kokuları daha pis, görüntüleri daha bayağı bulursunuz. 80 darbesinin sunumunu yapacağımız bir ödev için "tartışılmaz isimlerin" kapısını çalmıştık. İşkembesi büyük otoriteler, bizimle konuş(a)mamıştı bu önemsiz mevzuda. "Onca yıl" sonra geçmişleriyle yüzleşmek pek işlerine gelmemişti. Zamanında sokaklarda demokrasi narası atanlar, yasadışı gösteriler yapanlar, hatta illegal örgütlerde sistemle savaş verenler, şimdi sistemle barışık keyif sürerek basının köşe başlarını tuttular. Politikanın iç dinamiklerini bildiğinize kuşkum yok.

O halde "köşk" hesaplarının yüksek sesle dillendirilmeye başlandığı bir dönemde, hem iktidarın hem de muhalefetin attıkları ya da atmadıkları adımı, devlet yapısını oluşturan diğer aktörleri yanlarına çekme girişimlerini, karşılıklı "hamle" olarak yorumlamam sizi niçin şaşırtıyor. Ayrıca "ülkemizde" siyasal kurumlar güvenilirlik sıralamasında son sıralarda yer alır.(Politikanın nabzının attığı mekana çok yakın bir yerde,trafikte ilerlerken bir minibüsün önünde büyük karakterlerle "550=0" yazdığını görmüştüm.) Merak ettiğiniz kaynaklarıma gelince; gördüklerim, duyduklarım ve "yaşadıklarım" olarak sıralayabilirim. "Birebir" ilişkilerle sağlanan kaynaklarıma, istediğiniz zaman "doğrudan" ulaşabilirsiniz. İsim veremem, anlarsınız ya: "Meslek sırrı."

Saygılar...

 

Hatice Ünal
21.09.2005

Bağışlayınız o zaman Sayın Muratt,

Açık ismini dahi yazmaya çekinen birisinin kaynaklarındansa; altına imza konmuş yazılara inanmayı yeğleyeceğim.

Saygıyla.
 

Muratt
21.09.2005

Sayın Hatice Ünal,

Siz uyumaya devam edin; ben de, benim gibi "isimsiz" insanların ortaya çıkardığı ve yaşadığı gerçeklere inanmaya.

Saygılar.

İmza: Bir dost.
 

Hatice Unal
21.09.2005

Bu konu bir hayli uzadı, farkındayım. Önerileriniz için teşekkürler. Duayen olarak şunu söyleyeyim, o meslek çevresi, tanıdığı en kalabalık olan meslektir. Ama dostu olmaz. Hele imza: Bir dost hiç olmaz. :)

Saygıyla.
 

Muratt
21.09.2005

1) Duayen mi?
2) "O meslekte" dostunuz olmazsa, postunuz olur.
3) "İmza: Bir dost" ifadesi "asla" dostluk belirtisini göstermek için kullanılmaz.
 

Hatice Ünal
21.09.2005

1) Gazetecilik mesleği için evet duayen.
2) Çıkar ilişkileri dostluk değildir.Gazetecinin de dostluk kavramı normal dostluk kavramını içerir.
3) Aynı şeyi niye vurguladığınızı anlamadım.
4) Bu konu benim açımdan kapanmıştır.
5) Hatice Ünal takıntınızın gerçek nedeni nedir?

Saygıyla...
 

Muratt
21.09.2005

Tüm değerlendirmelere verilecek yanıtım var ama kendisini dev aynasında görerek yazıları okuyan duayenlere söyleyecek sözüm yok. "Takılacak" vaktim de...