Konu hakkında yazan katılımcılarımız: 
(Alfabetik sıra ile)

A.pşaşe, Abreg Julat, Alemdar Alemcioğlu, Analizatör, Bırine, Bırine, Boris Godunov, Cemil, Erdem Akkan, Fatma Özdemir, Fuat Aydemir, Gönen-Abzegh, Gumyiller, Hajkasım Erdoğan, K. Dokuz, Kara Yusuf, Keç Süleyman Yavuz, Lezgi Ömer, Lhashako Şahin, Lişe, M. Emin Yaşar, Mahmut Bag, Mehmet, Mehmet Arı, Mehmet Mamır, Meshpev, Misafir, Muharrem Erdem, Mustafa Değirmencioğlu, Nago Kerim Ay, Nefiset, Shemghur, Şeref Kahrıman, Talabe, Tamer, Tanbek Kuray, Tremko.
                     
CircassianCanada Notu: Aşağıda yayınlanan metinler Denetim Kurulu Üyelerimizce denetlenip yayına verilmiştir.
                     


Yeldar Barış Kalkan

Değerli Arkadaşlar,

Bilindiği gibi, Çerkes gericiliği Kuzeybatı Kafkasya’da feodalizmin oluşup güç kazandığı, İslamiyet’in halk arasında yaygınlaştığı ve sömürgeci saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde ortaya çıkmış, var olduğu günden bu yana işbirlikçi karakteriyle halkı yok oluşa iten temel etken olmuştur. En temel niteliği işbirlikçi oluşudur, Çerkes gericiliği demokrasi karşıtıdır, çağdaş ve insani değerlerden nasibini alamamış, asimilasyon ve kimliksizliğe gönüllü adım atarak, halkın bugünkü durumuna gelmesine neden olmuştur. Çok net biçimde ifade edilmelidir ki, Çerkes gericiliği, Çerkes halkının yok olması demektir...

Çerkes diasporasında verilen ulusal mücadele zıt kutupların yan yana olduğu bir mücadeledir. Gericiler, ajan, işbirlikçi ve provokatörler ile demokrat Çerkesler bir arada bulunabilmekte, bu da, mücadeleyi sekteye uğratmaktadır. Gelişen iç dinamikler toplumsal bilincin kasıtlı olarak bulandırılması nedeniyle sonuç alınamayan çabalar haline getirilebilmekte ve ulusal mücadelenin önü kesilmek istenmektedir.

İç dinamiklerin geliştiği, örgütlenme eğilimleri ve iletişim olanaklarının arttığı günümüzde, Çerkes halkının da özellikle internet ortamında, bu zıt kutupların yan yana olmadığı bir mail grubuna ihtiyacı vardır. Bu nedenle yıllar öncesinde kurulmuş olan Zekoşnığ mail grubu 95 üyesiyle varlığını sürdürmekte ve her geçen gün biraz daha güçlenmektedir. Zekoşnığ mail grubu; 68 Kuşağı Çerkes aydınları tarafından bir ulusal strateji olarak belirlenmiş Dönüşçü Düşünce'yi temel siyaset olarak benimsemiştir.

Zekoşnığ mail grubu; gerici-işbirlikçi görüşlerden arınmış, Dönüşçü, demokrat, ilerici ve sosyalist Çerkes dostları bir araya getirmeyi ve bu sayede bir tartışma ortamı yaratarak ulusal mücadelenin önünü açmayı, siyasal, ulusal, toplumsal ve bireysel gelişmeyi sağlamayı kendisine misyon olarak belirlemiştir. Eğer siz de, yukarıda açıklanan ilkelere bağlı yurtsever bir Çerkes iseniz, “zıt kutuplar bir arada olamaz” anlayışını benimsiyorsanız, ulusal mücadeleyi zafere kadar sürdürmek taraftarıysanız ve internet üzerinden iletişim kurarak çeşitli projelere imza atmak istiyorsanız, Zekoşnığ mail grubuna davetlisiniz. Gelin, gücümüze güç katalım. Internet üzerinden ilerici dayanışmayı sağlayalım ve bu dayanışmayı güçlendirelim. Barışçıl bir dönüş anlayışıyla, diasporadaki ulusal-demokratik kazanımları yadsımadan ve bu kazanımlar için de mücadele ederek, yolunu vatan yolu olarak belirlemiş Çerkesler bir arada olalım...

Çağrımız sizedir! (Üyelik için zekosnig-subscribe@yahoogroups.com  adresine boş bir mail atmanız yeterlidir.)

 

Mehmet
19.07.2006

Kullandığınız kelimelere dikkat edin. Madem bir oluşum içerisindesiniz, bu oluşumu başkalarını rencide etmeden oluşturun. Kendi dünyevi ve uhrevi düşüncelerinizi istediğiniz gibi yaşayın ama başkalarının dünyevi ve uhrevi düşüncelerine de saygılı olun.

Bunu yaptığınız taktirde yolunuz açık olsun.

 

Gönen-Abzegh
19.07.2006

Bu forum altında yayınlanan ve provakativ içerik taşıyan yazının forum kurallarıyla ne ilgisi var ki? İnsanların hassasiyeti düşünülmeden bu yazıyı yayınlama cüreti nasıl gösteriliyor
?

 

Misafir
19.07.2006

Sayın Yeldar,

Gericilikten kastınız insanların inancıysa, evet bizim inancımız var. Hangi dine mensup olursak olalım Allah'a inanıyoruz, gericilikten kastınız sizin ve sizin gibilerin gözünde hiçbir şey ifade etmeyen xhabzemiz ise onu da asla bırakmayacağız, öğrendiğimiz ve bildiğimiz kadar uygulamaya devam edeceğiz.

Gericilikten kastınız yaşadığımız ülkeye bağlılığımızsa bize kucak açan Türkiye'ye bağlı kalmaya devam edeceğiz, ta ki anayurdumuz Kuzey Kafkasya'ya dönene kadar. Amacınız bunlar değil de maşası olduğunuz dünyada esamesi bile okunmayan komünizm ya da ona benzer ideolojilerse, boşuna uğraşmayınız derim.

Yeter Adige halkının sizin gibi sol ya da sağ görüş altında gençlerimizi zehirlemeye çalışanlardan çektikleri. Bizim gençlerimizin sadece tek ideolojileri vardır, o da ADİGELİK'tir.

 

Gönen-Abzegh
19.07.2006

Sayın Denetim Kurulu Üyeleri,

Bu forum başlığı altındaki provakativ unsurlar taşıyan talihsiz yazının kaldırması gerektiğini, böyle bir yazının insanlar üzerinde infial oluşturacağını ve siteye olan hüsn-ü zannın (sempati) kırılacağını belirtmek isterim.

 

M. Emin Yaşar
19.07.2006

Merhaba Yeldar Yoldaş,

İnsanlık tarihi öyle garipliklerle doludur ki, hangisine elini atsan tutulacak yanı yok. İnsanoğlu bir dönem eliyle Tanrı'yı sembolize eden putlar yaptı sonra önünde Tanrı diye eğildi. Sonra gelişti bilgilendi artık eskisi gibi putlar yapmıyor, şimdileri fikirler tanımlar üretiyor, sonra işte bu kurtuluşumuz, özgürlüğün yolu diyor. Diğerleri cahil, anlamsız ve gerici gibi kendi tanımlamaları ile diğerlerinin yaşama şansının olmadığı kararına varıyor. Bilgi bu noktada mağlup oluyor, bilmeden veya bilerek bilgisini sıfır noktasına indiriyor.

Gericilik, teslimiyetçilik, vatan hainliği. Bu tanımlamaları kullanarak da anlatmak ve anlamak adına ne kadar insan varsa "yukarıda sayılan tanımlamaların içine dahil olmak istemiyorsan bize katılmalısın diye bilinç altı ve üstü her tarafına baskı yapıyor. ''Özgürlük savaşçıları'' kulağa çok hoş geliyor, onur verici ama neye karşı yel değirmenleri?

Sınırlama ve sınıflandırmalar karşısında olduğunuz emperyalizmin yegane silahına alet oldunuz ve bir elde ateş ettiniz karşı tarafa. Bu kurşunla biri ölmedi ama birileri yaralandı. Sözüm ona gerici (Allah'a inanan), Faşist, işbirlikçi, vatan haini birileri, sizin tanımlarınızla yaralandı. Kazandığınız sadece düşman, kaybettiğiniz potansiyel dinleyici kitlesi.

Bence tarzınız konusunda bir çok tepki mektubu alacaksınız, muhtemelen tartışmalar sertleşecek ve denetleme heyeti yayınlamayacak. Ve özlem duyduğumuz vatana giden yollar biraz daha daralacak. Diyalog ihtimallerinden kendi aramızda dahi biri kopacak. Emperyalizm tarihi ve savunduğunuz sosyalizm ideoloji ve teori ve pratik tarihini iyi analiz edin. Pratikte iflas etmiş ideolojinin yeni emperyalizm versiyonları dahi dinleyici bulamıyor neden biliyor musun sevgili dostum, insanlık tarihinde komünizm lehine veya aleyhine dünya üzerinde ölen insan sayısı 100 milyonun üstünde yani aynı argümanlarla yiten yaşamların üzerine yeniden aynı binayı dikme vaadi vermek bilmem ne derece akıl karıdır.

Önce siz bir dönün. Aileniz, kardeşiniz, babanız, ananız bir dönsün, siyasi örgütlenmenizi önce eylemlerinizle pekiştirerek kitlelere ulaşmaya çalışın.

Dediğim gibi sınıflar, dinler bil cümle bölünmeler emperyalizmin piyonlarıdır. Emperyalizm diyalog istemez, uzlaşma istemez, düşünce istemez, hoşgörü istemez, kendinden daha iyi düşünen insan istemez ve en nihayetinde geldiği yere mücadele etmeden gelenleri hiç sevmez. Bir şeyleri elde etmek için istemek yerine yok et ve al taktiği uygular. Oysa çok karmaşık ta görünse insan çok yalındır, bir merhabayla başlar, hatır sorma ile gelişir, hoşçakalla sonuçlanır. Ağrısızdır, sancısızdır, ekmeğini, daraltılarını paylaşırsın zenginleşir. Ama hayat bir gün mutlaka biter, nasıl bittiğini anlamazsın, son nefesini verirken kalbini kırdığın insanların hiç biri olmayacaktır yanında, o sınıfların içinde ne kadar kaliteli insanlar var oysa. Onları koyduğun tavırla uzaklaştırdın kendinden. Biz her zaman merhabalara açık, ayrılıklarla hoş değildir bizim aramız. Umarım düşüncelerin doğrulara giden yolu bulmana yardımcı olur.

Sağlıcakla kal.

 

Keç Süleyman Yavuz
19.07.2006

CircassianCanada formları, Adige xhabze kuralları içerisinde, her türlü görüş,düşünce ve eleştirilere açıktır. Hele hele, yazı yazan kişi, kurum, yapı,  kimlik belirtiyor ve savunduğu fikrin arkasında duruyorsa. Bize yakışan tavırda yayınlamaktır.

En başta Kuban arkadaşım ve bizler inanılmaz eleştiriler aldık kimlikleri meçhullerce, hala çağrımıza yanıt vermemektedirler ve bunları yine bizler yayınladık. Kardeşlerimizin evliliklerine kadar girildi hala daha girilmekte ve biz yayınlamaktayız.

Bizlerin kimseye verecek hesabı yoktur, korkacağımız herhangi bir görüş ya da platform yoktur. CC xhabze kuralları içinde, söylediğinin arkasında durabilen samimi herkese açıktır.

Son söz; grubun adı belli, sanı maili belli, neden orası değil de burası?

Şu ana kadar yazdıklarım; Denetim Kurulu Üyesi ve bu başlığı yayına koyan Süleyman Yavuz’un, yani benim öz eleştirimdir.

Şimdi Keç Süleyman Yavuz olarak: Biz bir avuçlar için her türlü radikal söylem, tavır, at gözlüğü takmaktır, sabit fikirdir. Her coğrafyamızda köylü kültüründen kurtulamamış, ekonomik olarak herhangi bir yapılanmasından bahsedemeyeceğimiz halkımızın, söylemlerinde, pratiği yansıtamamaları ve pratik ile çelişmeleri çok kötü sonuçlar vermekte ve bizler kendi kendine zarar vermektedir.

Bizim her şeyden önce xhabzemizin gereği hoşgörüyedir ihtiyacımız, karşılıklı saygıya ve iletişimedir ihtiyacımız. Kişisel egolar insanı Cehennem'e götürür.

Aslolan pratiktir. Pratikte CircassianCanada sitesinin yaptıkları yapacaklarının teminatıdır, yeter ki her türlü düşünce ve görüşe tahammül kültürü gelişsin.

Geçen yıl bir okul, bu yıl Kefken Anıt Mezarlık Projesi ve daha gelecekleri. O kadar kendinize güveniyorsanız buyurun Kefken projesine; maddi, manevi görelim güçlerinizi ama biz sadece yazarız, çizeriz diyorsanız, bizde üşenmeyiz yayınlarız, sizce bir işe yarayacaksa bunlar.

Sonuçta yapanlar utandı ve çekildi. Haklı olan bizlerdik, yanlış bir proje geliştirmedik ve halkımızın onuru için Kefken'deyiz. Aynası yaptığı iştir kişinin, lafa bakılmaz. Daha ne diyeyim? Bunca yazı çizi sizce bir şeyi halledecekse yazın çizin, kavgalar edin ama sorunları çözümlemeyin onlar orta yerde dursunlar.

Haşa ne biçim söz diyorsanız, pratiğinizi koyun görelim, bizlerde sizlere katılalım, bizim için ne kıbleniz önemlidir ne de bayrağınız aslolan bu halk adına üretiyorsanız biz yanınızdayız. Üretmiyorsanız sizleri CircassianCanada katılımcılarının projesi Kefken'e bekliyoruz...

Notumdur sayın Yeldar'a ''Şu an için buna gerek yok. Ancak şunu belirtmeliyim ki, biz gericilerle tartışmaktan bıkmış, usanmış olan insanlarız ve bu nedenle onların olmadığı bir platform istiyoruz'' demişsiniz ikinci yazınızda, ben bu yazıdan bu notu aldım. İkinci yazınızı da yayına uygun görmedim, yayınlamadım. Neden mi? Bizim böyle bir derdimiz yokta ondan... Siz kendinize başka platform arayın...

Sevgi ve saygılarımla.


 

Shemghur
19.07.2006

Sayın Yeldar Barış Kalkan,

Yazınızda yer verdiğiniz hususların sizin için kıymetli olduğu apaçık ortada ve insanları bu fikirleri paylaşmaya davet ediyorsunuz ve dahi kendinizi ilerici bir sosyalist olarak tanıtıyorsunuz.

Ancak ilerici ve yenilikçi bir sosyalist olarak sadece aynı kanaatte olan arkadaşları davet ediyorsunuz, unutmayın ki zıt kutuplar birbirilerini çekecek, aynı kutuplar ise uzaklaşmak isteyecektir. Yenilikçilik yeni ve farklı fikirlere açık olmak ve değerlendirmek demektir ve insanlarda infial uyandıracak şekilde sert ifadeler kullanarak bir nevi tahrik oluşturmak ise söz ettiğiniz gaye ile taban tabana zıttır.

Amaca ulaşmak için yanlış bir yol seçtiğinizi belirtmek isterim. Hedefinizi insanlara daha açık anlatmanız ve onlarında fikirlerine saygı göstermenizin Adige olmanızın gereği olduğunu düşünüyorum...

Saygılarımla.

 

Gönen-Abzegh
20.07.2006

Kefken projesine destek verilmedi ya da başka türlü etkinliklere maddi-manevi destek verilmedi diye, insanların hassas olduğu konuların üzerinden silindirle geçip (ya da buna müsaade edilerek) bir tür cezalandırma çabasına girmek, bu site yapıcılarının kanaati ise; bunun Çerkeslikle ve hoşgörüyle arasındaki bağlantıyı kurma vazifesi de onlara ait bulunmaktadır.

Gerçi bir tahammül kültüründen söz edilmiş ama şu belirtilmemiş: Tahammül kültürü sınırsız değildir, tahammül edilmez baskılardan kurtulmak için topraklarını terk etmiş bir millet olarak tahammülün bir sınırı olduğunu iyi bildiğimiz kanaatindeyim. Çerkes olup dini hassasiyeti olan hiç kimse bu forumda (ilk yazı) yazılan şeyleri kabul etmez, buna rağmen kabul edilmesi gerektiği tahammül kültürü diye dikte edilmeye çalışılıyorsa şu bilinecek ki; tahammül kültürünün sınırlarını zorlamak dini hassasiyeti olan insanların Çerkes nüfusu içindeki yoğunluğunu görmezlikten gelmektir. Bu realite ortadayken bu keskin tavır sadece savunucularını, çağrısı yapılan sitedeki 96 kişilik üye sayısı oranında minimize edip, yalnızlaştırır (örnek bile var).

Burada adı belli, kendi belli, e-maili belli, yaptığı maddi-manevi destek ortada diye herkes her istediğini söyleyebilecekse ve bunun adı demokrasi ise demokrasinin başkasının yaşam hakkına (hassasiyetlerine-değerlerine) müdahale etmeden yaşayabilme olduğunun da ayrıca bilinmesi gerekir.

Bu arada formu açan bu ayrıcalıklı kişilerin ürettiğiniz projelere ne kadar maddi-manevi destek verdiklerini de yazarsanız bizde bundan sonra vereceğimiz destekler ile elde edeceğimiz yazın ayrıcalıklarının, insanların hassasiyetlerini ne kadar pervasızca zorlayacağını göstermiş oluruz.

Herkes, herkesin (her türlü düşünceye sahip) değerlerine saygı göstererek ve forum yapıcılarının bu ortamı tesis edecek hassasiyet içinde oldukları sürece bu platform devam şansı bulacaktır ama buna rağmen belli düşünce ya da ideolojileri doğrudan ya da dolaylı savunup tahammül sınırları adı altında dayatma gerçekleşecekse, bu formu açan ve samimi düşüncelerini beyan ettiği gerekçesiyle sempati duyulan kişiler gibi, düşüncelerin açıkça duyurulması gerekmektedir.

Bekliyoruz...

 

Keç Süleyman Yavuz
20.07.2006

''Burada adı belli, kendi belli, e-maili belli, (...) ne kadar pervasızca zorlayacağını göstermiş oluruz.'' demişsiniz.

Bu mail grubuyla, ne bizlerin ne Kefken projemizin, ne maddi ne manevi ilgi ve alakası yoktur. Sizin bu yazınızı ve diğerlerini nasıl yayınlıyorsam onların duyurusunu da yayınladım. İlla hesap sormak istiyorsanız çok açık ifade etmem gerekecek anlaşılan ''Burada adı belli, kendi belli, e-maili belli'' ile kastedilen, duyuru yapan gruba ait mail adresi kastedilmiştir. Neden onların maillerine yazılmıyor da buralarda çalı diplerinden ateş ediliyor anlamış değilim.

Yazın ne yazmak istiyorsanız. Söz konusu grubun e-mailine, sorun ne soracaksanız Yeldar'a... Bize ne, biz nickle gelseydi o duyuruyu yayınlamazdık. İsim belli, grup belli, e-mail belli. Yazın onlara yazabildiğiniz kadar. Bizim Kefken çağrımız herkesedir. Lütfen daha sağduyulu olalım.

Sevgi ve selamlarımla...

 

Gönen-Abzegh
20.07.2006

Biz provakativ unsurlar taşıyan o yazıya ve o yazıyı yazanlara cevap yazarak sonu gelmez tartışmalara girmek istemiyoruz. Çünkü, inanıyoruz ki bu yazı Çerkeslik ve hoşgörü ile açıklanamaz olsa olsa aykırı tavrın çığırtkanlığından nemalanıp kendini soyutlamaya çalışan ama bunu, nüfusunun çoğu Müslüman olan Çerkeslerden-Çerkeslikten soyutlanmak olduğunu anlamayan, eriyik zihniyetin bir ürünü olarak görüyoruz.

Asıl mevzua dönersek; forumlarda dile getirilen her konunun, özünde Çerkesliği ilgilendirmesi gerekirken "kişilik haklarına saldırı, ayrımcılık, bölücülük, her türlü inanca saygı sınırının ihlal edilmesi v.s" gibi unsurların dikkate alınmadan sunulması siz Denetim Kurulu'nun meşruiyetini tartışmalı hale getiriyor.

ALINTI (FORUM KURALLARINDAN): CircassianCanada, özellikle "forum sayfasında" Çerkes kimliğine yakışır söz ve düşüncelerin yer alacağına olan inancı nedeni ile "Nick" kullanarak yazan katılımcıları hoşgörü ile kabul etmiştir. Ne yazık ki zaman zaman anlık duygular yüzünden istenilmeyen ifadeler kullanıldığında, gelen yazıyı yayına koymamaktadır. Sonuçta ne kadar zıt bir düşünceye sahip olunursa olunsun asıl olanın Çerkesliğe yakışır bir davranışı sergilemek olduğuna inanmaktadır.

Yukarıdaki paragraftan ve sizin anlatmak istediğiniz şeylerden yola çıkarak şöyle bir kanıya varıyoruz; eğer bir kişi nick kullanarak istenmeyen şeyler yazarsa cezalandırılacak ama ismini kullanırsa yayınlanacak ama bu defa da eleştiriler o şahsa yöneltilecek böylelikle kişi ismini kullanarak (pek tabi uydurma bir isim kullanarak) her türlü hakareti yapabilecek bunun sonunda da "asıl olanın Çerkesliğe yakışır bir davranışı sergilemek olduğuna inanmaktadır" denilecek.

Eğer forumun amacı bir fikrin etraflıca tartışılması ise bunu yaparken ortak payda ya zarar verecek her türlü aşırılığın, kimden gelirse gelsin, önüne geçilmelidir. O zaman forumda her konu açanın altına e-maili de yazılmalı yazan insanlar mail yoluyla kanaatlerini sadece forumu açana belirtmeli ama bunun bir forum olduğu zannıyla hareket edilip histerik bir tavır içinde elmayla armut birbirine karıştırılmalı. İnsanlar isimleriyle de, kullandıkları nickler adı altında da hata yapabilirler. İsmini kullanarak pervasızca, saygısızca ifadeler kullanan birine sırf saldırılacak adresi (ismi) belli diye bu özgürlüğün verilmesi Çerkeslik adına ne tür katkı sağlamaktadır. Kime faydası olacaktır sağladığı tek şey kutuplaşma olur buyurun onu da Çerkesliğe hizmetler adı altında projelerinizin altın ekleyin.

Bir de hiç bir projeye katılmayan ama sadece yazan insanlara bir serzeniş var ve madem katılmıyorsunuz bizde böle yazıları yayınlarız gibi bir ifade, bir şey yapmadan oturduğunuz yerden yazmak kolay asıl elleri görelim gibi bir sonuç, biz de demişiz ki; bu formu açan kişiler projelere katıldıkları için mi insanların hassas olduğu konularda hakaret içeren yazıları hem de tarafınızdan sempati ile karşılanarak yayınlanıyor ama sebebini öğrendik meğerse, sırf isimlerini dobraca yazdıkları içinmiş...



Çurmıt
Yeldar Barış Kalkan
21.07.2006

Bir daha bu tür yazılar yazmamam için beni canımdan bezdirmeye çalışan arkadaşların döktürdüğü yazıları dehşet içerisinde okudum. Fuat Aydemir ve Süleyman Yavuz gibi kişilerin uyguladığı bir taraflı moderasyon da söz konusu olduğu için cevap vermeyi düşünmüyorum.

80 yıllık koskoca bir Sovyet sosyalizmi tecrübesi, Kuzey Kafkasya'da Sovyet sosyalizminden kalan ulusal-demokratik kazanımlar ve devlet yapıları, 1970'lerde bir ulusal strateji haline getirilen ve 142 yıldır Çerkes halkının özlemi olan anayurt Kafkasya'ya dönüş düşüncesi ile Türkiye'de devrimci dinamiğin temel itici gücü durumundaki Kürt Ulusal Hareketi zaten size gerekli cevabı veriyor. Sizler, internetin gericiliğin propaganda mekanı haline getirilmiş olmasını kullanıyorsunuz.

CC yönetimi kendi sitesini neden gericilik yuvası haline getirmeye çalışıyor anlayamadım ancak şunu net söyleyebilirim ki sizin borunuz ancak internette öter. İnternette edindiğiniz sanal dostluklar sizin burnunuzu biraz kaldırmış. Herkesin bir yaşantısı, akrabaları, eşi dostu ve kendine göre bir çevresi vardır. Bunları fazla kurcalamayalım derim. Mirc üslubuyla yazan cahil cühela tayfasının devri çoktan geçmiştir. Burada kalanlar, işte onlar, son kalanlardır. Son olarak, bütün Çerkes varlığım üzerine and içiyorum ki, benim hayatım Çerkes gericiliği ile mücadele halinde geçecek.

Saygı ve sevgilerimle…

 

Mehmet Arı
21.07.2006

Güzel kardeşim görüyorsun ya biz cahiliz gericiyiz. Senin gibi 'ilerici'de (ne demekse artık) değiliz. Kürt Ulusal Hareketi senin neyine yetmiyor, gelmişsin biz Çerkeslerin arasında kendini yoruyorsun. Bizden sana fayda gelmez. Zaten bizim burnumuzda kalkmış, borumuz da zaten ancak internette ötüyor. Daha ne uğraşıyorsun.

MAMIR/NATUHAC MEHMET ARI Cahalthable'li

 

Fuat Aydemir
21.07.2006

Merhaba Yeldar Kardeş,

Öncelikle şu ana dek Denetleme Kurulu'nda ismim geçmesinden başka bir işlevim olmamıştır. Defalarca yazı atmama karşın CC yetkililerine isleyiş hakkında herhangi bir yanıt da alamadım. Ayrıca ben ilke olarak kişilik özüne hakaret ve küfür olmayan her türlü düşüncenin yazılması gerektiğine inanan bir kişi olarak sansüre karşıyım. Bu anlamda öncelikle bu yanlış anlayışı gidermek istiyorum ve işlevsiz olan Denetleme Kurulu'ndan ismimin çıkartılmasını istiyorum. Zaten Denetleme Kurulu'nun da inisiyatif ve sansür anlayışı ile benimkiler artık uyuşmuyor.

Yazınıza gelince; yazdıklarınızdan ziyade sayın Süleyman beyin engellediklerini merak ediyorum. Sayın Süleyman Yavuz bey; CC sizin tekelinizde olan bir yer değil, sahiplenme duygunuz çok takdir edici ancak denetleme yetkisini tek başına elinize almış gibi bir hava estiriyorsunuz. Neyse yazınıza cevap vereceğim Yeldar, tabii sansürden geçerse yayınlanır umarım.

Saygı ve sevgiler.

 

Cemil
21.07.2006

Sayın Yeldar Barış Kalkan,

Şayet sizce bir mahsuru yok ve mümkün ise yazınızda değinmiş olduğunuz; Çerkes gericiliği, işbirlikçiliği ve ulusal mücadele konularına biraz daha etraflıca değinebilir misiniz? Sizce Çerkes gericiliği, işbirlikçiliği, ulusal mücadele nedir?

Saygılarımla.

 

Mahmut Bağ
22.07.2006

Merhabalar,

Sayın Yeldar Kalkan'ın kullanmış olduğu kavramların içeriklerinin herkes tarafından bilindiğini kabul ederek kaleme aldığı yazısında, kimliğini hiç saklamadan görüşlerini net bir şekilde ortaya koyduğu görülmektedir.

Yazıda bahsedilen Çerkes gericiliği ve işbirlikçiliğinden benim anladığım Çerkesleri İngiliz ve Osmanlı çıkarları doğrultusunda çıkmaz bir savaşa sürükleyen ve savaş sonrasında da bu güçlerin çıkarları doğrultusunda dinimizi de kullanarak bizleri vatanımızdan koparan ve yok oluşa sürükleyen Osmanlı ve İngiliz işbirlikçileridir.

Tarihteki bu işbirlikçi ve gericilerin uzantıları günümüzde de yaşam koşullarımızın değişmesinin doğal bir sonucu olarak değerlerimizde de meydana gelen değişimlerin hepsini olumsuz olarak görebilmekte ve Adigelerin varlığını yüzyıllar öncesinin koşullarının yaratmış olduğu davranış biçimlerini sürdürmek olarak görebilmektedirler. Bu formda yazılan bazı yazılarda da görüldüğü gibi bu kişiler farklı fikirlere hoşgörü gösterememekte ve hatta onları maneviyatlarına saldırmakla suçlayarak susturmaya çalışmaktadırlar.

Umarım bu yaklaşımlarının ilkellik, farklı fikirlere sahip olmanın çok doğal, insan olmanın bir gereği olduğunu anlarlar ve hatalarını düzeltirler.

Çerkeslerin diasporadaki varlık mücadelelerine bir göz attığımızda bu mücadeleye, hizmetinde bulundukları, yaşadıkları ülkenin ya da kendi şahsi çıkarlarının penceresinden bakan benliğini yitirmiş Çerkeslerin, bu mücadelede samimiyetle çalışanların çalışmalarını nasıl sekteye uğrattıklarına tanık oluruz. Bu gerçek sayın Kalkan'ın yazısında dile getirdiği, gerici-işbirlikçi güçlerden arındırılmış, tartışmaya açık kişilerin, güçlerin bir araya gelerek Çerkeslerin varlık mücadelesine katkıda bulunmaları isteğinin, sağlıklı çalışmalar yapabilme açısından ne kadar gerekli olduğunu göstermektedir.

Başarı dileklerimle.

 

Gönen-Abzegh
22.07.2006

Talihsiz yazı (genel olarak) iyi tetkik edilirse orada iki ayrı sınıftan söz edildiği çok açık ortaya konmuştur. Alıntı, "Zekoşnığ mail grubu; gerici-işbirlikçi görüşlerden arınmış, Dönüşçü, demokrat, ilerici ve sosyalist Çerkes dostları bir araya getirmeyi ve bu sayede bir tartışma ortamı yaratarak ulusal mücadelenin önünü açmayı, siyasal, ulusal, toplumsal ve bireysel gelişmeyi sağlamayı kendisine misyon olarak belirlemiştir."

Şimdi bu ifade içinde İslamiyet'i benimsemiş Çerkesler arasından (çünkü İslamiyet'in halk arasında yaygınlaştığı dönemden söz ediliyor mutlaka dindar destlikçileri olmalı) çıkmış gerici bir grubun dışında İslamiyet'i benimsediği halde bu gerici gruba dahil olmayan insanlardan söz ediliyor mu? Bu ayrım net bir şekilde ifade edilip, birilerini yaralamadan-ötekileştirmeden dile getirilemez miydi ve yukarıda ki alıntıda sosyalist Çerkes dostları yanında İslam'ı duyarlılığı olan (yani işbirlikçi Çerkesler dışında) Çerkeslerde Çerkeslik adına birçok şey yapma hanesine sayılamaz mıydı? (Kimsenin bu haneye yazılma gibi bir derdi yok sadece tespit açısından.)

Elbette sayılamazdı; çünkü orada işbirlikçi gerici Çerkes yapılanmasından söz eden talihsiz yazı, bu ayrımı yapmayarak herkesi aynı kefeye koyuyor ve sonuçta sosyalist-ideolojik kimliğe (Kürt örneğini ağlayarak geçiyoruz) bürünüp Çerkeslik adına tek yetkili tavrın bu düşünceyi benimsemiş insanlarca temsil edilebileceği gibi bir kanaate varıp üstelik alkış da alıyor.

Son yazının son paragrafının son cümlelerine sanki sosyalist Çerkes dostları ifadesinin eklenmesi unutulmuş gibi geldi bana bu eksiklik paragrafın yapısını bozduğu için hatırlatayım dedim. :)

Bu arada ıskalanan bir realite tüm ihtişamıyla ortada onu tekrar tekrar yazmamalıyım ve hiç bir Çerkes'in, tüm toplumların uğrayabileceği dezenformasyon sürecinde Çerkeslerinde tüm değerlerinin değişeceğini, adetlerinin kökten bozulacağını, her şeyin unutulacağını istediğini zannetmiyorum bununla birlikte hala geleneksel kıyafetleriyle dolaşabileceğini, atların çektiği bir araçla uzaya gideceğini zanneden Çerkesler olabilir ama biz ona da hayır demeyiz Çerkes fıkraları bölümünde yayınlanması için teklifte bulunuruz.

Yok olmadığını düşünen Çerkeslerle gelecekle, ilgi dilimizin döndürebildiği güzellikleri (sadece görebildiklerimiz) fısıldamak, karşılıklı fikir teatisinde bulunmak isterdik ama bu sitede miadımız dolmak üzere. Sürgün her zaman ve daima.

.

Mehmet
22.07.2006

Sayın Mehmet, yazınız yayına uygun bulunmamıştır.

Denetim Kurulu

 

Gönen-Abzegh
22.07.2006

Bakınız insanları ya da fikirleri ayıran şeyin bu tür yazıların yayınlanması olduğunu anlatmaya çalıştık ama nafile. Tüm çabamız, bu tür yazıların kutuplaşmalara neden olacağını, siz her ne kadar tahammül kültüründen söz etseniz de, bireysel hakaret içermediği tezini işleseniz de insanları yaralayacağını, bu bireyin sonuçta tüm çözüm yollarını sosyalist Çerkes dostları diye bir gruba mal ederek nasıl bir ayrımcılığa gittiğini, ideolojinin ön plana çıkarılarak Çerkesliğe ne verileceğini ve bu tür yazılara izin vererek denetim kurulunun sorumluluk altında kalacağını belirtmek idi. Akabinde farklı kişilerin yazıyı eleştirmesi duyulan bir rahatsızlığı göstermiyor mu?

Bu insanlara bu yazıları yazmak zorunda bırakan süreci Denetim Kurulu olarak daha mantıklı değerlendiremez miydiniz, ki o yazının devamı olan bazı yazıların yayınlanmadığı belirtilmiş, her halde içinde insanları daha aşağılayıcı şeyler olduğu için bu öngörülmüştür.

Kısaca bizim talebimiz Denetim Kurulu'ndan; insanlar burada her türlü şeyi açıklayabilirler ama başkalarının değerlerine saldırmadan, bunu insanların insafına bırakmak ya da bireysel hakaret yok (toplu hakaret maruz görülebilir mi) diye tahammül kültürüyle dayatmaya çalışmak, benim bu siteden beklentilerimi örseliyor bu konuda bizde sizden anlayış bekliyoruz her şeye rağmen talihsiz yazıyı bireysel özgürlüğü ifade şeklinde yorumlayan anlayışlar devam edecekse, sonuçta ortaya çıkan tablonun altına, Çerkes etkinliklerine mühim bir katkı sağlamıştır diye, not düşülmesini tavsiye ediyorum...

 

Çurmıt Yeldar Barış Kalkan
22.07.2006

Merhaba,

Feodalizmin oluşup güçlendiği, İslamiyet'in halk arasında yaygınlaştığı ve sömürgeci saldırıların yoğunlaştığı dönemde Çerkes gericiliğinin de oluşarak halkı yok oluşa iten temel etken olması gerçeği kısa bir analizdi. Ve anlaşılacağı gibi kimsenin inancına saldırı da içermiyordu. Bazı arkadaşlar saldırıya geçtiler, elbette bir daha bu tür yazılar yazmamam için. Ama diyorum ya, benim hayatım Çerkes gericiliği ile mücadele halinde geçecek.

Mahmut Bağ ağabeyin yazdıklarına aynen imzamı atıyorum. Fuat Aydemir'i sorumlusu olmadığı bir konuda itham altında bıraktığım için de özür diliyorum. Zekoşnığ mail grubuna yapılan başvurular kabul edilmiştir. Sanırım gruba davet mesajı amacına ulaşmış oldu. Bu nedenle olaylara at gözlükleriyle bakan insanların çok yoğun olduğu bu ortamda gereksiz polemiğe girmeden, tartışmadan sevgi ve saygıyla çekiliyorum. Mahmut ağabey, grubumuza bekleriz.

Saygılarımla.

 

Keç Süleyman Yavuz
22.07.2006

Değerli kardeşim Yeldar;

Sizleri vesile ile tanımaktan çok mutlu oldum. Sevginin, saygının, xhabzenin güzellikleri yaşandı ''keblağ'' davetine, katılımınızla. Tüm katılımcılar huzurunda; senin gibi bir kardeşimle tanışmaktan mutlu olduğumu deklere etmek isterim.

Sevgilerimle.

 

Erdem Akkan
23.07.2006

Sayın Erdem Akkan, yazınız yayına uygun görülmemiştir.

Denetim Kurulu

 

Fuat Aydemir
23.07.2006

Merhaba,

Öncelikle Yeldar arkadaşın yazısına değinmek istiyorum. Çerkes ulusal sorunun çözümü konusunda demokrat anlayışın hakimiyetine inancım ve gericiliğin (Çerkes'i, Kürt'ü, Türk'ü ayni) her türlüsünün bu çözüme köstek teşkil ettiğine katılmaktayım.

Ancak Türkiye'de yaşayan Kuzey Kafkasyalılar örgütlülük bazında çok aşamalara ihtiyaç duymaktadır. Dernekçilik dışında henüz örgütlü bir yapıya sahip olmayan insanlarımızı demokrat olan, olmayan diye ayırmış olabilmek bile bir başarıdır bir anlamda. :) Yeldar arkadaş başarmış anladığım kadarıyla.

Üniversite yıllarım geldi aklıma. Türkiye devrimci, demokrat kesimin bir huyu vardı. Kendini toplumdan soyutlamak gibi. Kantinlerde kendini devrimci demokratlık görüşü tekeline aldığına inanan gruplar bir köşede saz çalıp, türküler söyleyip yoğun tartışmalara girerlerdi. Diğer tüm öğrenciler onlara göre ya lümpen ya da burjuva çocuklarıydı. Öğrenci sorunları yerine işçi sınıfına önderlik ederlerdi nedense. Hiçbir zaman görüşlerini anlatmak, ifade etmek yöntemini benimsemez, empoze etmek, edemediklerini dışlamak yöntemini seçerlerdi. Kendi görüşünü benimsediklerine inandıkları insanlarla bir arada olup "Türkiye feodal mi? kapitalist mi? Şehirden mi kuşatsak? Köylerden mi? Enver Hoca mı? Mao mu? Tartışmaların sonunda birbirlerine girerlerdi. Oysa kurtaracakları insanlar onların tabiriyle "eğitimsiz, gerici, anti-demokrat, dinci kesimdi.

Yani halk aynı halk. Yeldar kardeş, iyi bir sosyalist, demokrat olabilmeyi önce kendinde başlatmalı degil mi? Sonra başkalarına anlatabilsin.

Demokrat olmadan sosyalist anlayışı taşımak imkansız. Özüne aykırı. Demokrat olmak; yani her türden görüşe karşı sabırla saygı duyabilmek, yanlışları sabırla düzeltmeye çalışmak. Sorunları ortaya koyarken o sorunun bir parçası olduğunu kabul etmek. Yoksa demokratlık insanları kendi görüşünü benimsemiyor diye dışlamak, hakaret etmek değil. 1.000 sosyalist Çerkes bir araya geldiğinizde 2 milyon "gerici-anti-demokrat-demokratligi bilmeyen :) -Adigeliği siyaset sanan-din somurucu-aşırı milliyetçi-dönmeyişçi-burjuva-lümpen vs.vs" kesimi kurtarmayı mı hedefliyorsunuz? Yoksa biz 1.000 kişi kurtulalım derdinde misiniz?

Sizin tabirinizle; o borusu internette öten kesim öttürüyor da siz nerden öttüreceksiniz? Heyecan güzel bir şey, kötü niyet taşımadığınıza da eminim. Ancak toplumumuzu tanımadığına inanıyorum.

Çok insan kaybedildi benzer yöntemlerle. Despotluk bir çok güzel insanı aldı oturdu. Merdivenleri basamaklamadan çıkmaya kalkan çok genç harcandı. Sorunun çözümü aynı görüşü paylaşan insanların bir araya gelip "Ne kadar demokrat" olduklarını birbirlerine ispatlamak değil, görüşlerini her kesimden insanla sabır ve saygıyla paylaşabilmektir.

Saygı ve sevgiler.

 

Bırine
23.07.2006

Merhabalar,

Sayın Yeldar'ın yazısında form katılımcılarına veya kendi perspektifinde bakmayanlara bakışı! Köşe yazarlarımızdan bir büyüğümüzün, bir yorumun da, bana bir tabirini hatırlattı. "Üst perdeden bakmak." Aynen öyle.

Sayın Aydemir'de çok güzel dile getirdi. Kendilerine teşekkür ediyorum.

Saygılar.

 

Fatma Özdemir
23.07.2006

Her şeyden önce sitenizi yeni gördüm çok sevindim. Bence insanlar demokratik ortamlarda tartışmalı ve sorunlara çözüm getirmeli ama görüyorum ki burada da demokrasi kuralları kişiye göre işliyor. İnşallah daha kapsamlı bir demokrasi oluşturulursa insanlar düşüncelerini daha rahat ifade edebilmeli.

Ayrıca hepimiz değil miyiz ki ana vatana geri dönmek isteyen ve bu uğurda mücadele etmeye hazır olan bence bu uğurda mücadele etmek varken sağcı, solcu, ilerici ve gerici gibi terimlerle insanların önüne set çekiliyor. Oysa birlik ve beraberlik için mücadele etmek için zaten bir avuç olan bu insanları ve de gençleri bölmek, ayırmak ne derece doğru bunu da tartışmak gerekir diye düşünüyorum.

Saygılarımla.

 

Meshpev
23.07.2006

Selamlar,

"Üst perdeden bakmak" tabiri haklı ama bu yeterince içimi rahatlatmadı. Ben buna ''kanatlı siyaset'' demek istiyorum mahsuru yoksa ve bunun mahsuru yok da demek istiyorum. Çünkü Yeldar beyin ''ağzını açıp gözünü yumma'' olarak nitelendirilebilecek yazısında çok daha köşeli ifadeler var.

''Kanatlı siyasetin'' Türkiye'deki en güzel örneği olan bazı partilerin, halkından ve halkının gerçeklerinden kopuk, ısmarlama özenti sofistike olmaya çalışan tarzı yıllardır ne kendilerine ne de halklarına bir faydası olmuştur. Şimdide bizde başgösteren bu ''kurtarıcılar'' gözü kara sloganlar atan, bir yumruğu havada bir gençlik peşindeler.

Hani bizde gericiyiz ya veya yoz ve eğitilmesi gereken kuru bir kalabalığız ya, artık radikal İslamcısı da kurtarır bizi, sosyalisti de kurtarır, emperyalisti de kurtarır, (!) aklına esen ve bir mail grubu olan herkes yapabilir bunu (!).

Sevgili arkadaşım, Çerkesler adına karar verip Çerkeslerin değerlerine saldırma hakkını kim veriyor size? Zekoşnığ veya ze''boş''nığ adında bir
e-mail grubu kurmuş olmak size bu hakkı veriyor mu? Ayrıca işbirlikçi dendikten sonra yıllardır kanlı dişlerini vatanımızın sırtına geçirmiş bazı görüşleri de dikkate almak gerekir, işbirlikçi olarak adlandırılması gerekenler tartışılır, haklısınız deriz, değilsiniz deriz. Ama işbirliği edilemeyecek derecede dünya düzeni içindeki eğreti yeri bile kalmamış sosyalizm masalını daha hemen hemen hiçbir siyasi deneyimi olmayan kitle olamayan bizlere önermeniz akıl alır gibi değil.

Üstelik siz öyle bir tavır takınıyorsunuz ki ''benden olmayan benim gibi düşünmeyen Çerkes değildir ya da şu ana kadar olmuşsa da bundan sonra olmayacak'' gibi bir şey anlıyorum ben.

Peki siz nasıl bir kitle olacaksınız? Kusura bakmayın sizin pembe bulutlar cumhuriyeti kurulursa benim Çerkes olup olmamak için tek güveneceğim şey beni yaratandır. Ne kadar yaşarsam o kadar Çerkes'im ya da en basit örneği ciğerlerim ne kadar süre içinde nefes alıp verirse o kadar süre Çerkes olacağım kimseden tescil veya el almak gibi bir niyetim yok.

Siz ilerici ilerici takılın. Hani biz gerici avam yığınlarıyız ya e dedim farz et kahvehanedeyim karşıdan 'okey'e dönen (avamız ya en iyi örneklemeyi yaşam alanlarımızdan veririm diye düşündüm) arkadaş böyle bir laf etti ne derdim acaba. Yahu arkadaş, işine bak'' derdim (ona derdim). Ama bu iddiaları bir forum sayfasında ilerici olduğunu iddia eden kimselerden duyunca insan nasıl düşüneceğini şaşırıyor.

Ayrıca Osmanlı ve İngiltere ile işbirliği yapıp canciğer (!) Ruslarla savaşanları nasıl tanımladığınıza dikkat edin lütfen. Osmanlı ve İngiltere diye bir ülke yokken başlayan varolma mücadelesini bugünlere kadar taşıyan bir halkın onurlu savaşına ''işbirlikçilik'' diye bir tanımlama getirmek kimsenin haddine değil. Onların içinde Müslüman'da vardı Hıristiyan'da vardı Paganist'te vardı. Biz burada bol keseden atıyoruz ama onlar her dönem vatanları ve şerefleri için savaştılar.

Bu mücadeleden istifade etmek isteyen güçlerin yakınlaşmasını mücadelenin bekası için kabul etmiş olmak işbirlikçilik değildir. ''Siyasettir.'' Zamanında Kırım'a karşı Ruslarla yakınlaşanlarınki de aynı şekilde tanımlanabilir. Tmutarakanla yakınlaşanları da, bu bir varolma savaşıysa varolmanın gerektirdiği şey yapılır ama tepeden inme kızıl masallarla dünyanın yapamadığını hali hazırda bağımsız bir devleti bile olmayan bizler hiç yapamayız.

Değerli bir büyüğümüzün dediği gibi ''Çerkeslerin düşmanı yoktur, çıkarları vardır''. Dünya düzenini toplumsal değerleri yok sayan bir düzeni dünya düzeni içinde varolmaya çalışan Çerkeslere önermenizi anlayamıyorum.

Demek ki ben gericiyim, benden size fayda yok. Ne dersiniz bir ''yoldaş'' kaybetmiş sayıyor musunuz? Kaybedilmiş her birey kitle olabilmek için şart değil mi? Ancak sizin ''zıt kutuplar bir arada olamaz'' kuralınız var. Madem zıt kutuplar bir arada olamaz neden Çerkeslik içinde böyle bir eleme ve parçalama gereği duyuyorsunuz madem Çerkeslik önem teşkil eden bir başlık değil neden çalışma alanınızı bu kimlik üzerinden yapıyorsunuz ya da Çerkeslik önemli diyorsanız birebir zıt olan sizin siyasi kulvarınızı neden bu platformda kurdunuz? Çünkü Çerkeslik gerici veya ilerici, bahsettiğiniz sistemle başlı başına zıt kutuptur. E hani zıt kutuplar bir arada duramaz kuralı.

Yüzlerce çelişki içeren yazınız kafamı karıştırdı, gerici ve cahil bir hemşehriniz olarak ışığınızdan faydalanmak istemediğimi belirtmek isterim. (Çok umurunuzda olmasa da.) Pembe Bulutlar Cumhuriyeti'nde devrim yaptıktan sonra Kızıl Ufuklar Cumhuriyeti'ne geçersiniz umarım tıpkı Küba devrimini gerçekleştirdikten sonra Bolivya'ya geçen Che Guevera gibi.

Yazınızı ilk okumaya başladığımda sol elim havada Agi segedala klara Lanstranya lans parenfiya Lettu gerida presenfiya Kommandante Che Guevera marşını söyleyerek kafeden çıkacağımı düşünmüştüm ama dikkat mi veremedim kafede counter strike oynayanların gürültüsünden mi kafamı toplayamadım anlamadım. E biz avam tabakası olarak kafelerde çet (bilenlerin tabiriyle chat) yapan bir sınıfız ve kurtarıcılarımızı bekliyoruz.

Bu da olmadıysa yenilerini bekleyeceğiz artık. Şimdi sıradaki kim? Radikal Çerkesler mi yoksa beyaz Çerkesler mi? ''Gupşıseyi psatle,zıptlehi thıs...''

Hakedene saygılarımla.

 

Gönen-Abzegh
24.07.2006

Yazının teknik analizlerine girerek, töhmet altında bırakılan insanların durumunu tespit etmenin bir faydası olmadığını, yandaş olan insanların bir refleks hareketiyle kutuplaşması sonucu, beklenenin gerçekleştiğini acı bir şekilde görüyoruz. En başta uyardığımız halde bu kutuplaşmayı, formu düzenleme görevini ihmal eden denetim kurulunun izanına bırakıyoruz.

Yazıda söz edilen ve yazı sahibine ait olmadığı çok belli bazı fikirlerin Çerkes gericiliği ile irtibatlandırılmasının (feodalizm ve Rus istilası olamayacağına göre Müslüman Osmanlı'nın işbirlikçisi olsa olsa Müslüman ama gerici olan Çerkeslerdir) ve alkışlar altında Çerkes sorunları içinde en önemli sorun ilan edilmesinin mahcup şaşkınlığı içendeyiz. Çünkü milletimizin sorunlarını başka yerlerde arayan sorularımızın tek ve basit cevabı varmış, İŞBİRLİKÇİ ÇERKES GERİCİLİĞİ. (hem de güncelliğini koruyor.)

Bununla birlikte yazı sahibine ait olmayan ve asıl tartışılması gerektiğine inandığım mesele ortada yatıyor vaziyette. ALINTI: Bilindiği gibi, Çerkes gericiliği Kuzeybatı Kafkasya’da feodalizmin oluşup güç kazandığı, İslamiyet’in halk arasında yaygınlaştığı ve sömürgeci saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde ortaya çıkmış, var olduğu günden bu yana işbirlikçi karakteriyle halkı yok oluşa iten temel etken olmuştur. Fakat bu yazı bazı gerçeklerin bilindiği farz edildiği için kaleme alındığını başka bir arkadaş dile getirdi ve başka forumlarda da belirtildiği üzere asıl sorunun şu olduğu tespit edilmiş; Çerkesler savaş sonucunda bir seçim yapmak zorunda kalmışlardır ya Rusların istediği ve her zaman kontrol altında tutabilecekleri çok yakın bir coğrafyaya yerleştirilmek ya da Osmanlıların ülkesine göçe razı olmak. (Elbette sürgün.)

Çerkesler Osmanlı'ya göçü tercih etmişlerdir. Fakat bunun yanlış bir karar olduğu düşünüldüğü için bu göçün gerçekleşmesinde Osmanlılar ve onlarla ortak bir payda da buluşan bazı Çerkesler (gerici-işbirlikçi Çerkesler) bu yanlış kararın asıl aktörüdür. Bu ortak paydanın İslamiyet olduğu ortada iken gerici-işbirlikçi Çerkeslerin bu grubun içinde çıkması muhtemel görülüyor. Eğer bu gruba dahil edilmeyeceklerse İslamiyet'in yayılması ile işbirlikçi-gerici Çerkeslerin varlığı arasında bir illiyet (sebep-sonuç) bağı olmamalı ya da denmeli ki, bir grup Çerkes stratejik bazı çıkarlarla diplomatik yollardan Osmanlı ile işbirliği içine girmiş, kendileri Müslüman olmadıkları halde ve insanların dini duygularını sömürerek göçün sebebi olmuşlardır.

Oysa ki, gerici hareketin asıl üyeleri, yönlendirdiği topluluktan ayrı zihni arka plana sahip olamaz, olsa da böle bir ajanlık faaliyetinin adı da gericilik olarak belirtilemez (zaten yazılarda bu ayrım hiç belirtilmemiş) ve sonuçta Osmanlı Müslüman olmayan bu gerici-işbirlikçi Çerkesleri devlet çekirdeğindeki en stratejik yerlere yerleştirerek kendi ayağına kurşun sıkmayacak kadar dış-politikaya hakim bir devlettir. Tabi ki biz bunun kastedilmediğini biliyoruz gerici kelimesinin hem yapısı itibariyle (bir kesimin Müslümanları itham altında bırakma şekli) hem sunuluşu itibariyle İslamiyet'i benimsemiş Müslüman Çerkesler arasında karar merci konumunda olan ve genel Çerkeslerin kanaatini yansıtan bir grup olduğu su götürmez bir gerçek olarak ortada.

İslamiyet içinde gericilik diye bir sınıf-kavram olmadığına göre asıl kastedilen Müslüman olan kanaat önderlerinin (idari yapılanmadan çok savaş şartlarına göre biçimlenmiş thamade kurumu) olduğu ama tüm Çerkesler arasında göçe karşı ciddi hiçbir ayaklanmanın (istilaya karşı ayaklanma ile karıştırılmamalı)olmamasında, Osmanlı'ya göçün, çok geniş Çerkes nüfusu tarafından benimsenip, dindaşlık etkisi altında gerçekleştiği gözlerden kaçmıyor. Kısaca Osmanlı din adamlarıyla buraya gelmiş, aynı dini paylaşmanın Rus zulmü altında yaşamaktan daha mantıklı olduğunu Çerkeslere inandırılmış, bunu da kendi stratejilerine uygun olarak kullanmışlardır.

Büyük pişmanlık oluşturduğuna inandığımız Osmanlı2ya gidilmeyip Rusların gösterdikleri yerlere yerleşme olgusu, bu tartışmanın nirengi noktasıdır. Eğer uzun mesafeli göç yaşanmasaydı ve Rusların gösterdikleri yerlere gidilseydi (kısa mesafeli göç) bu kadar insan ölmeyecek ve Çerkesler fırsatını buldukları bir zaman da eski günlerine dönebilecekti ya da daha az kayıpla uygun zemin oluşturulacaktı gibi bir varsayım.

Öncelikle bu bir varsayım ve keşke olgusundan hareket ediyor, varsayımlar çok değişkenli olduğu için her ihtimal kendi içinde birbirinden farklı bir çok sonucu barındırabilir bu varsayımın sağlıklı değerlendirilmesi bir tarafa, kişi hayatında keşke unsurunun yıkıcı etkileri, toplum hayatı içinde geçerliliğini koruyor. Maalesef ki, tarihi keşkeler değil realiteler yazmakta. Hayal gemisine atlayıp elimizdeki bilgiler ışığında o günün kan, barut kokan karanlık dehlizlerine dalıyoruz.

Öncelikle göç (sürgün) meselesi açıklanmalı; göçün benlik duvarını yıkan yakıcı etkisinin mesafeyle bir ilgisi var mı? Kendinizin belirlediği yaşama alanından bir gün zorla çok yakın bir yere göçe zorlansanız ya da çok uzak bir yere göçe zorlansanız hissedeceğiniz acı mesafe oranında azalır mıydı artar mıydı? Yoksa ruhlardaki acının asıl sebebi belirlediğiniz yaşam alanlarından zorla sürülmenin ruhlarda oluşturduğu sürgünün şok dalgaları mı?

Basit bir örnekle; kendi memleketinde mahpus yatan bir kişinin ruhu ne kadar özgürse, benliğine pranga takılmış bir Çerkes'in iki adım ötede bunu hissetmemesi düşünülemez. Sırf kokusunu duymak bize yeter diye özlemlerini gelmeyecek bahara erteleyen bir millet olabilseydik sorun olmazdı. Ama ne yapılabilir ki konjektür müsait olduğunda kendi özgürlüğü için diğer Çerkes boyları ile çatışan bu milleti bir adım ötede ki prangalı yaşama kimse zorlayamazdı.

Rus-Çerkes savaşlarına bakıldığında savaşın uzun yıllara yayılması ve hemen neticelenmemesinin sebeplerinden Çerkeslerin civanmertliği, bölgenin coğrafi (dağlık) olarak gerilla savaşına müsait olması gibi etkenler ön plana çıkmakta. Oysa ki, Rusların Çerkesleri sürmek istediği alan kontrol altında tutabilecekleri ve gerekirse soykırıma varacak vahşeti gözlerini kırpmadan yapabilecekleri düz bir alanı kapsıyordu. Rusların vahşilikte sırtlanları geçişi ile ilgi, komünist ideolojiyi yerleştirebilmek için Türki Cumhuriyetleri de kapsayan 20 milyon insanın son yy’daki katledilişini tarih kafamıza çakıyor ve bugün anılan cumhuriyetlerdeki insanların yoğun dönüştürme-asimile programları sonucu Türklüklerini bile unuttuklarını, geniş hinterlantlarına rağmen kukla yönetimlerle pasivize edilip dünya konjektöründe hiçbir söze sahip olamayacak ülkelere dönüştürüldüklerini acıyla izliyoruz. Bu dönüştürme hareketine Çerkesler içinde bir kaynak ayırabilecek Rusya , gerektiğinde etnik soykırıma, karşılaştığı direnç ve politikaları doğrultusunda rahatlıkla girebilecekti.

Milletimiz rahat bırakılmayacak tahrikler sonucu da savaşa zorlanacak ve elverişsiz coğrafya da yıkım, soykırım boyutlarına varacaktı, emellerine ulaşmak için sayısal olarak tehlike arz etmeyecek seviyeye inene kadar bu soykırım bilinçli ve tüm dünyanın bugün dahi görülen duyarsızlığı altında gerçekleşecekti. Bu hazin gerçeği yaşayan insanlarımız, meseleyi mantık süzgecinden geçirerek değerlendirmiş ve tarihi bir karar alarak altına kanla atılmış bir imza bırakmışlardır. YILLAR SONRA GELECEK, ÇERKES GERÇEĞİNİ DÜNYA MEDENİYETİNE HAYKIRACAK THAMADE YÜREKLİ ÇERKES DELİKANLILARININ BU İMZANIN ÜZERİNE MÜHÜRLERİNİ BASACAĞI UMUDUNU GELECEĞE HAVALE EDİYORUZ.

Osmanlı'ya gelirsek; o gün itibariyle tüm dünyanın İslam coğrafyasının hamisi olarak gördüğü halifeliğin hala Osmanlı'da olduğu bir devlet karşımıza çıkıyor. Osmanlı milli bir devlet olmaktan ziyade ümmet anlayışı yerleşmiş bir devlettir ve kendisini dünyadaki tüm Müslümanlar üzerinde hilafetin merkezi olarak ilan etmiştir ve dünyada bunu kabul etmiştir. Dolayısıyla Osmanlı'nın dış politika adına yaptığı hamleler İslam devletinin gerektirdiği anlayış içinde cereyan etmiştir. Osmanlı'nın Çerkesler üzerinde güttüğü politika milli bir politika değil, çıkarları da milli çıkarlar değildir. Çerkeslerin Müslüman olması, civanmert, vefa hissiyle dolu oluşları Osmanlıyı yani dünya üzerinde hakim olan tek İslam ülkesini, sınırları içindeki stratejik noktalara Çerkesleri yerleştirerek bugün dahi süregelen bir misyonu onlara yükletmiştir.

Bugün Çerkeslerin devletle bu kadar barışık olmasının zihni arka planında hala bu misyonun etkisi vardır. Osmanlı ile Çerkeslerin yaptığı bu zımni anlaşmanın altında İslamiyet yatmaktadır. Eğer sosyalist Çerkes dostları o günün şartlarında yaşıyor olsalardı muhtemelen onları İran sınırına yerleştireceklerdi.

Kısaca, Halifeliği elinde bulunduran ve çoğunluk İslam ülkelerinin hilafetini kabul ettiği Osmanlı Devleti, yine kendisi gibi Müslüman olan Çerkesleri İslam Devleti'nin ve Hilafetin Bekası için stratejik noktalara yerleştirmiştir.

Bu meseleyi o gününün devlet anlayışı ile anlamaya çalışırsak Çerkeslerin ve Osmanlının nasıl bir ruh haliyle hareket ettiğini daha mantıklı çözebiliriz kanaatindeyim. Görüleceği üzere ne Osmanlı milli çıkarları için Çerkesleri kullanmıştır ne de milletim Rusların zulmünden kaçarken başka bir milletin hegomanyasını kabul etmek zorunda kalmıştır. Dediğimiz gibi meseleler bugünün şartlarıyla değerlendirildiğinde yanlış anlamalara mahal vermektedir.

Şimdi başa dönersek talihsiz yazının ilk paragrafında kısa analiz adı altında, yukarıda belirtilen gerçeğin yattığını, Osmanlı'ya göçün bir talihsizlik olarak yorumlandığını ve göçte Osmanlı çıkarlarına, gerici-işbirlikçi adı altında samimi inanan insanların ayrımını yapmayarak gerici kimliğiyle tüm inançlı Çerkeslerin, dahil edildiğini, Osmanlının stratejik yerlere yerleştirme çabasının entelijans faaliyetleri ile değil (gerici-işbirlikçi Çerkesler eliyle değil) dinine ve vefasına güvenildiği için Çerkeslere verilişinin ıskalandığını, dehşet içinde görüyoruz. Şunu da görüyoruz ki, gerici Çerkes yapılanmasına yaşam alanı sunan Müslüman Çerkes Topluluğu geneli itibariyle o günün şartlarına bağlı olarak Osmanlıya göçü meşru gördüğünden topluca bu hakarete maruz kalmaktadırlar.

Tüm bunlara rağmen inançlara saldırı yoksa ya tarih bilinmiyor ya da alıntıların bile dikkatli okunmadığı orta da. Kim bilir belki de neyin-neden yazıldığı dahi bilinmiyordur. Slogan kokan ifadelere, koskoca bir Çerkes realitesi kurban edilmemeli. Bugün ne Osmanlı Devleti ortada ne de yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde o devlet anlayışı ve bugün ne o günkü Çerkesler ortada ne de o günkü Çerkeslerin düşünce yapısı. Eskilerin yerine inşa edilenler ve doğup yaşayanlar bambaşka söylemlerle dünya arenasında boy gösteriyor. Tarih boyunca akmak için hep bir mezra bulmuş Çerkes realitesi tarihin bu son dönemecinde dünya medeniyetine kendini ifade edebilmek için nasıl bir rol seçecek merakla bekliyoruz.

Dualarla, ruhlarımıza diktiğimiz abidenin, sürgünün asıl kahramanları için, sonsuza kadar ayakta kalması ümidiyle.



Metin Çelik
25.07.2006

Sayın Gönen-Abzegh,

Çerkeslerin (Adigelerin) içinde azımsanamayacak sayıda gerici olduğu malumdur. Gericilik İslam'la birlikte Adige toplumunu etkilemiştir. Hala da etkilemektedir. Sadece Rus-Kafkas savaşları değil her alanda etkilemiştir ve etkilemektedir.

Günümüzde İslamiyet adına düğünlerini haremlik, selamlık olarak yapan Çerkes grupları vardır. Genç kızları türban denen başörtüsünün içine sokan anlayış vardır. Adım adım Çerkes geleneklerini yok edip İslam'i kuralları insanlara empoze etmektedirler.

İşte bunun için sayın Yeldar'a katılıyorum. El etek öpme bizde yoktu. Büyüklere sadece thamade diye seslenilirdi. İslamiyet'ten sonra el öpme çıktı. Şimdi bir büyükle karşılaşıldığında el öpmedin mi ayıp sayılıyor. Bunları iyi değerlendirmek lazım.

Müslüman Çerkesler diye bir isimlendirme yapmışsınız. Doğrudur. İşte bu Müslüman Çerkesler (kandırılarak Müslümanlaştırılmış Çerkesler) sizin de dediğiniz gibi Osmanlı tarafından stratejilerine uygun olarak kullanılmışlardır. Gericiler günümüzde de stratejik olarak kullanılmaktadır. Müslüman Çerkes deyip, Ruslara hala savaş açmada bir basamak olarak kullanılıyorsunuz. En basit örneği. Türkiye Müslüman, Çerkesler Müslüman, Ruslar düşman. Bu hep böyle empoze edildi, Osmanlıdan bu güne kadar.

Peki şimdi durum nedir. Türkiye, Rusya'yla ticari, sosyal her türlü anlaşmaya koşar adım imza atarken, Müslüman Çerkeslere (!) Ruslar sizin ebedi düşmanınız demesini nasıl değerlendiriyorsunuz.

Hala İslam adı altında kullanıldığınızın ne zaman farkına varacaksınız? Beni bir Çerkes'in dini ilgilendirmiyor. Dinsizliği de ilgilendirmiyor. Düşmanını dostunu hangi kritere göre değerlendiriyor ona bakmak lazım. Müslüman Çerkesler (!) hep şunu es geçtiler. Ruslar zulüm etti dediler. Tamam ettiler ama en azından dürüst düşmandılar. Dediler ki; sizinle savaşacağız, savaştılar da.

Peki din kardeşleriniz (!) Osmanlı ne yaptı? Yine sizin belirttiğinize göre stratejilerine göre sizi tepe tepe kulandılar. Hadi ondan da geçtik. Karadeniz sahilinde on binlerce din kardeşini (!) niye hastalıklarından telef olmasını seyretti.

Ben Rusya'nın yanındayım. Çünkü onlar dürüst düşmanlardı. Sırf dindaşım (!) diye beni arkadan vuran, kendi stratejisi için milyonlarca insanı yurdundan eden, açlık, susuzluk ve hastalıktan telef eden Osmanlılar da sizin din kardeşiniz olarak devam etsin. İşte gericilik budur.

İslamiyet'le birlikte Çerkes nüfusu içindeki gericilikte artmıştır. Müslüman Çerkes topluluğu (!). İşte gericilik budur. Son merhalede Müslümanlık hep önde. Bu sebeple dualarla ruhlarınıza diktiğiniz abideler sürgünden kaçan kahramanları (!) ayakta tutmaya yetmedi. Çünkü o kahraman diye bahsettiğiniz kahramanlar, dini araç olarak kullanıp, halkını Osmanlı'ya satan bunun karşılığında da paşa rütbesi alan birkaç kişiydi.

Aynen günümüzde din, iman diyerek şirketler kuran ve insanların alın teriyle biriktirdiklerini hortumlayanlar gibi.

Sayın Gönen, Çerkes toplumu Müslüman bir toplum değildir. En azından sizin dediğiniz gibi değildir. Ama korkmayın sizin dediğiniz gibi olmaya hızla gidiyor. Biz demokrat ve laik Çerkeslerde tarihin tekerrür etmemesi için çabalıyoruz.

Gericilikle mücadele her Çerkes'in asli görevidir.

Saygılarımla.

 

Gumyiller
25.07.2006

Sayın Gönen-Abzegh, imrenerek savunduğunuz Osmanlı halifeliğin acaba bu zımni anlaşma içinde annesiz-babasız kalan 9-10 yaşlarındaki kız çocuklarını. Halifenin harem odalarını doldurmakta var mıydı? Halife ve İslamiyet adı altında yaşanan olayları savunuyor olmanız çok garip.



Nefiset
25.07.2006

Merhabalar,

Ben de Yeldar beye katılıyorum. Gericilik Çerkes toplumunun en büyük sorunudur. Sürgünden beri gericilik gün be gün artmış bu da dilimizden xhabzemizden hızla kopmamıza neden olmuştur.

Daha üzerinden belki ay bile geçmedi. Bu sayfalarda Kefken projesiyle ilgili gerici ve İslamcılar nasıl ortalığı velveleye vermişti. Amaçlarına ulaştılar ve sonra hepsi sanki ışınlanmış gibi yok oldular. Zararları kime oldu? Bu siteye mi? Tüm samimiyetimle hayır diyorum. Tüm zararı Çerkes toplumuna oldu. O kadar gerici bir bakış açıları vardı ki mezar taşlarını ve Çerkes motiflerini Hıristiyan yaptılar. Yeldar bey yerden göğe haklı. Bu gericiler aramızda oldukça Çerkes mücadelesini sekteye uğrayacaktır. Zaten uğruyor da.

Çerkes'im diyen herkesin gericilikle ve yobazlıkla etkili mücadele vermesi gerek.

Sevgiler, saygılar.


 

Gönen-Abzegh
25.07.2006

İkinci talihsiz yazıya verilecek cevaplar, birinci talihsiz yazı da kısa geçiştirirmiş ama altında büyük bir gerçeği barındırması hasebiyle, aynı zihni arka planın ürünü olduğundan aynı muameleye tabi tutulacak.

Şunu belirtmeliyiz ki, egomuzu tatmin etmek için Çerkeslik adı altında bir mücadeleye tutuşmuş değiliz. Lakin Çerkesliğin, minik–fanatik bir grubun heyecanlarına kurban edilerek açıklanamayacağını umumi Çerkeslere anlatma kaygısındayız.

ALINTI: ”Gericiler günümüzde de stratejik olarak kullanılmaktadır. Müslüman Çerkes deyip, Ruslara hala savaş açmada bir basamak olarak kullanılıyorsunuz. En basit örneği. Türkiye Müslüman, Çerkesler Müslüman, Ruslar düşman.” Bu alıntıda anlatılmak istenen zannedersem Çeçen direnişi, tarihe büyük bir aymazlık olarak geçecek bu değil tabi. Asıl mesele, meselenin ne kadar yanlış yorumlanıp nasıl hedef saptırıldığı. Çerkeslerle birlikte birçok millet Çeçen direnişine sempati beslemekte bu sempatinin dini ve milli kodları mevcut, milli unsurlarında problem yokken dini unsurları dikkat çekici. Çeçen direnişi zaman zaman dini motifler sergilediği için zannedilmekte ki ülkemizdeki her inançlı Çerkes meseleye o zaviyeden bakmakta, dini motifler içerse bile Çeçen direnişin milli olma özelliği daha ağır basmakta ve her inançlı Çerkes direnişin şeklinde kullanılan motifleri kabul etmek zorunda değil.

Mesela ben kabul etmiyorum ama dini bilgilerde eksiklik dini meselelerdeki nüans farklılıklarını anlayıp-algılayamayan bu anlayış için herkesi aynı kefeye koyma gibi basiretsizlik gösterebilmekte ve Çeçen direnişine sempati duyan her inançlı Çerkes'i fiili-maddi destek vererek gizli bir komitecilik faaliyetinin unsuru olarak görülebilmekte. Bu ayrımı yapabilmekle demokratlığın aynı kefede buluşamaması ise acıların en katmerlisi olsa gerek. Türkiye, Rusya'yla ticari sosyal her türlü anlaşmaya koşar adım imza atarken, Müslüman Çerkeslere (!) Ruslar sizin ebedi düşmanınız demesini nasıl değerlendiriyorsunuz. Hala İslam adı altında kullanıldığınızın ne zaman farkına varacaksınız. Talisiz ikinci yazının ikinci alıntısında talihsizliğin sınır tanımazlığını ispatlamak için yazılanlara bizde şunları yazıyoruz: TR=Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi sözcüsü olmadığımızı, Kafkas politikaları konusunda her açılımı kabul etmek zorunda bulunmadığımızı ifade ederek, buna zannedildiği gibi gönüllü balıklama atlayan anlayışın inaçlı Çerkeslere maledilemeyeceğini belirtmek isteriz. Çerkesler milli dürtülerini hiçbir devletten icazet almadan özgürce düşünür ve ifade edebilirler. Buna rağmen bu ayrımda anlaşılamıyorsa tüm bu yazıların fıkralar bölümünde yayınlanmasını öneriyoruz. Müslüman Çerkesler diye bir isimlendirme yapmışsınız. doğrudur. İşte bu Müslüman Çerkesler (kandırılarak Müslümanlaştırılmış Çerkesler) sizin de dediğiniz gibi Osmanlı tarafından stratejilerine uygun olarak kullanılmışlardır. Talihsiz ikinci yazının üçüncü alıntısında bu anlayışın ana fikrini de vermesi açısından ayrıca bir hususiyeti var şöyle ki; bizim bu yazışmaların en başında yaptığımız uyarı sonucu inançlı tüm Çerkesleri töhmet altında kaldığını buna müsaade edilmemesi içinde bu yazının kaldırılması gerektiği tarafımızdan belirtilmiş lakin bireysel özgürlük bağlamında kişisel hakaret içermediği gerekçesiyle üstelik alkışlar altında yazı devam şansı bulunmuştur.

Bu şu açıdan önem arz ediyor gerçekten bizim dediğimiz gibi insanlar töhmet altında bırakılıyor muydu ve çok kısa bir tespitle geçiştirilmiş o yazıda bu anlam saklımıydı? Öncelikle bu alıntının artık tespitimizi haklı çıkardığına dair en ufak bir şüphenin kalmadığının bu alıntı tescillemiştir. Atalarımızın Müslümanlığına kandırılmış Müslümanlık demek, bu tarihi kararlarına saygısızlık göstermek, başkalarının topraklarına sığınıp sürgünden buyana memelerinden beslendiğimiz Anadolu'ya vefasızlığın daniskasının yapıp Çerkeslerin vefa özeliğini tartışmalı hale (bu bağlamda Osmanlıyı da Türkiye Cumhuriyeti'ni de) getirmek, stratejik yerlere yerleştirilmemizi tepe tepe kullanılmak görüp kendimize ait olmayan topraklarda, sanki bize aitmiş gibi, niçin sahil şeridi boyunca yerleştirilmedik (tarzında) diye feveran etmek, tarih 1864 Osmanlı çoktan çöküşe geçmiştir bundan çok kısa bir zaman sonra Sarıkamış'ta Osmanlı bir gecede 70.000 askerini şehit verecek yokluğun sefaletin (asgari birlik olmasına rağmen) hangi boyutta olduğu tarih tokatlarıyla öğretirken, askerine giydirecek çuhası olmayan bir devletin hava destekli sağlık yardımlarını Çerkeslerden esirgendiğini söyleyip, demokrat kalmak ve en affedilmezi. İslamiyet'i benimsemiş ama bugün onu savunacak durumda olmayıp vefat etmiş (ihtimal şehit olmuş) atalarımızın Müslümanlığına dil uzatmak onlara kandırılmış Müslüman demek akabinde bu anlayışın bu kandırılmışlığı bugün de devam ettiğini söylemek bunu söylemek içinde şu ifadeleri kullanmak: ALINTI: “İslamiyet'le birlikte Çerkes nüfus içinde gericilikte artmıştır. Ve Müslüman Çerkes topluluğu işte gericilik budur son merhalede Müslümanlık hep önde” alıntıda da belirtildiği üzere çoğu zaman korkakça ifadelerle perdelenmeye çalışılan ama bu sefer cerahati ağzından kusup Çerkezliği bir grup azınlığın tekelinde zannederek demokratlığı ve laikliği de örselemekle umumi vicdanı kanatmak ve bunun gibi yazılacak bir çok gerçeğin yargılamasını umumun izanına bırakmak.

''Sayın Gönen, Çerkes toplumu Müslüman bir toplum değildir. En azından sizin dediğiniz gibi değildir. Ama korkmayın sizin dediğiniz gibi olmaya hızla o noktaya gidiyor.'' Son alıntı; ''biz Çerkesler için İslamiyet'in herhangi bir tarikatına ya da kuruluşuna üyelerdir, diye tabir kullanmadık hatta Çerkeslerin hangi mezhebe ait olduklarını dahi belirtmedik (mezhep-tarikat kavramları karıştırılmaz umarım) sadece genel olarak İslamiyet'i benimsediklerini söyledik bu arada Çerkeslerin hala genelinin Müslümanlığına dair tartışmaları gereksiz buluyoruz.

Son bir tespit; öyle bir hava estiriliyor ki sanki Osmanlı Ruslara şöyle demiş; bizim Çerkesleri stratejik yerlere yerleştirmek gibi bir derdimiz var. Siz yukardan bir sıkıştırma yapında bizde aşağıdan alalım arkadaşları, meseleye bir el atarsanız memnun kalacağız. Sanki göçün sebebi Osmanlı'ymış gibi Rus despotizmine nerdeyse hayranlık duyulacak hatta duyulmuş bile eğer Rus istilamı olmasaydı muhtemelen Osmanlı ne yaparsa yapsın göç gerçekleşmeyecekti bazı ideolojilere sempati duyuluyor diye zülm-ü Rus zihniyetini alkışlamamız bekleniyor. Bunu açıklamak içinde hiçbir ifade bulamıyoruz…

Son olarak en başa dönersek adı geçen yazılarda şahsi değil ama daha kötü genel bir karalama aşağılama olduğu ortaya çıkmış oldu insanlar sürgün gerçeği altında duyarlılığı olan bir kesim insana saldırarak kendilerini soyutlamaya çalışıyorlar ama soyutlanmaya çalıştıkları kesim nasıl tarihte geneli oluşturuyorsa bugün dahi aynı gerçek varlığı koruyor. Hayatında iki gün aç kalmamış insanların Çerkeslerin sefaleti iliklerine kadar hissedip bu kararı verirken Rus sultası altında yaşamaktansa ölmeyi tercih edişlerini anlamalarını beklemiyoruz Rus zulmü altında yaşamayı onurlarına yedirselerdi. Biz bugün başımız dik dolaşamazdık (hatta varlığımız bile tartışılırdı) ama bugün bunu ihtimal dahilinde görenler ÇERKESLİĞİN ne olduğunu bir kere daha sorgulasın. Ve tarihi olaylar yaşanan dönemin her türlü psikolojik-sosyolojik açılımlarıyla değerlendirilir. O gün yaşayan insanlarla aranızda değerler noktasında ciddi kırılmalar olmuşsa, meseleleri değerlendirirken ideolojilerinizden sıyrılıp gerçeğe ulaşamayabilirsiniz.

Değerli Katılımcılar, kişisel hakaret içermedikçe fikirler tartışılsın istiyoruz ama bizleri oldukça zor durumda bırakıyorsunuz. Burası bir tartışma formu, lütfen zorunlu olmadıkça sansür uygulamak istemiyoruz, sınırlarımızı aşarak konuyu başka platformlara çekmeyelim.

 

Gönen-Abzegh
26.07.2006

Göç olayında Osmanlı'yı suçlayan anlayışa ve umum Çerkeslere; Osmanlı'nın göç esnasında ki duyarsızlığı (farz edilen) bir yönüyle kendi politikaları içinde haklı görülebilir. Kendi ırkından olmayan bir millete yaklaşımda hassas davranmamış olabilirler (sadece farz ediyoruz) hele bugün dünya konjektürüne bakıldığında bir avuç insanın şartları eşit olmayan bir savaşta yy’ın devasa organizasyonları altında, (BM gibi) duyarsızlıkta insan hafzalasını zorlayan muamelelere maruz kalışlarını yanında esamesi dahi okunmayabilir ama şunun cevaplanmasını istiyoruz; Kuzey Kafkasya işte tüm ihtişamı ile orada Çeçen sorunu tüm dehşetiyle devam etmekte. Bölgenin yapısal, idari, beşeri, sosyal, ekonomik tüm sorunlar olduğu gibi yatmakta ve bu olaylar bizim yaşadığımız bugünde devem ediyorken NİÇİN bir el uzatılmıyor? Yoksa uzatılan o elin koparılıp ağzımıza dikileceğinden mi korkuluyor burada insanlar rahat hayatlarını bırakıp Rus zulmünün ne boyutlarda olabileceğini, hayatlarını ortaya koyarak tekrar ispat edebilirler böylece yanlış bir karar sonucu meydana gelmiş göç telafide edilmiş de olur.

Dernek köşelerinde beli kırılana kadar oynayan insanlar arasında çok dolaştık. Dertli bir yüz görür müyüz diye. Bakışlarında göçün izlerini taşıyan nice insan aradık, belki hiç kaşeni olmamış, meydanlarda çizilmiş bir figürü de bulunmayan ama içindeki korun yalazı gözlerinden çıkan THAMADE YÜREKLİ DELİKANLILAR. Hayır efendiler hayır. Bizim kendi içinde bulunduğumuz duyarsızlık (dertsizlik) o kadar onulmaz ki, bu duyarsızlığımız görülmüyor da kendi ırkımızdan olmayan bir milletin suçu (ki suç değil) kendi suçumuzu da aşarak Çerkeslerin en büyük sorunuymuş gibi dikte edilmeye çalışılıyor. Kendi insafsızlığımız insaf sınırlarını aşmıyor da Osmanlı'nın insafsızlığından dem vuruluyor. Biz bugünün şartlarında dert çekmeyi bile başaracak duyarlılığa sahip olamazken mevcut problemlere reel hiçbir çare üretemezken Osmanlı'nın duyarsızlığından söz etmek en büyük insafsızlık olsa gerek. Asıl şöyle bir sonucu var ki, onu yazıp bitiriyoruz bir insan kendi ayıbının ağırlığı boynunu bükerken, başkalarının ayıbından (faraza) söz etmekten hicap duymalıdır, hele senin ayıbın onlarınkinin yanında dev gibi duruyorsa ve onların ayıbı geçmişte kalmış senin ayıbın katmerleşerek büyüyorsa.



Mahmut Bag
26.07.2006

Selamlar,

Varlık mücadelemizde çalışan herkesin art niyetsiz olduğunu kabul ettiğimizde, KIP Fuat arkadaşımızın dile getirmiş olduğu görüşlerine katılmamak mümkün değil. Fakat tarihte olduğu gibi, günümüzde de varlık mücadelemize hizmet ettiği yapılanmaların penceresinden bakan, bu mücadele içinde görünüp de, mücadeleyi baltalamaktan başka bir görevi ve amacı olmayan, kendi çıkarları için milletini, dinini kullanmaktan kaçınmayan insanların olduğu bir gerçektir.

Yine aynı şekilde dilimizi, çoğumuzu bizi yok sayan bir devleti bu eksiklerinden dolayı, eleştirecekleri yerde, o devletle barışıklıkla öğünebilenlerin ve hayata Şeyh, Hoca vs unvanlı kişilerin gösterdiği pencereden bakan ve bu bakış açısını halkımıza dayatmaya çalışan kişilerinde aramızda olduğu da bir gerçektir.

Bugüne kadar asimilasyonun önünü kesemedik, kendimize ve vatanımıza yeteri kadar sahip çıkmadıysak, örgütlenmelerimiz içerisinde bu yapıdaki insanların gereğinden fazla barınabilmiş, örgütlenmelerimizi yönlendirebilmiş. Çerkeslerin varlıklarına değil sadece yok oluşlarına katkı sağlayacak böyle kişiliklerin barınamadığı bir örgütlenme yoluna gitmek gerçek sorunlarımıza yoğunlaşabilmek, somut olarak bir şeyler yapabilmek açısından çok önemli ve gereklidir. Bu başka fikirlere, yaklaşımlara hoşgörüsüzlük değil, amaçları aynı olan insanların, bu amaçlarına ulaşmakta güç birliği yapmalarından başka bir şey değildir.

Fuat arkadaşımızın bahsettiği öğrencilik yıllarının herkesi dışlayan solcu öğrencileriyle hiçbir ortak noktası yoktur. Yeldar kardeşimiz, Çerkes halkının varolabilmesini vatanıyla bütünleşmesinde görmekte ve bu fikirde olanlarla güç birliği yaparak, çalışmalarını bu amacını gerçekleştirmeye yoğunlaştırmak istemektedir. Bu çok doğal isteğine hoşgörü gösterilememesinin altında, halkımızın içerisinde benliğini yitirenlerin çoğalmış olması, demokratik düşünmeyi yeteri kadar benimseyememiş insanların varlığı gerçeğinin yattığını düşünmekteyim.

Bu hoşgörüsüzlük yukarıda söz edilen solcu öğrencilerin tavırlarını hatırlatmaktadır. Başkalarının bize benimsettiği bakış açısıyla Çerkeslerin sorunlarına bir çözüm bulamayacağımız, yok oluşa sürükleneceğimiz tarihte tescil edilmiştir. Burada Rusya'nın Akdeniz'e inmesini engellemek isteyen Osmanlıların, Hindistan'ı sömürgeleştirmek isteyen İngilizlerin, Rusya'nın Kafkasya'ya yoğunlaşmasını sağlayarak vatanlarını bağımsızlığa kavuşturmak isteyen Polonyalıların, kendi amaçlarına ulaşmak için Çerkesleri nasıl kullandıklarını bir daha hatırlayın isterseniz.

- 1785 yılında Kafkas boylarının önde gelenleriyle bir toplantı yaparak onları Rusların Güney'e inmesine karşı ilk kez ayaklandırmak isteyen ve bunu da başaran Şeyh Mansur'un asıl adı Giovanni Battista Boeti olan bir Dominik papazı olması bir tesadüf müydü?

- Peki 1834 yılında Kafkasya'ya gelerek Çerkes beyleriyle bir toplantı yapan ve Dağıstanlılar önderlerini dinlemişler ve vatanlarını pek terk etmemişlerdir (o tarihlerde Çerkeslerden sayıca çok daha az olan Çeçenlerin ve Dağıstanlıların bu vatanlarını terk etmemişler, David Urquard gibi ajanlar tarafından bu meşru gösterildiği için vatanlarını terk etmişlerdir.

Sayın Gönen-Abzegh'in söylediği olmuş olsaydı asıl göçün İslamiyet'in daha fazla yerleştiği Çeçenistan ve Dağıstan'dan olması gerekmez miydi?

- Peki o dönemde Kafkasya'nın en kalabalık halkı Çerkesler gelişmeleri, bu güçlerin ve işbirlikçilerinin bakış açılarıyla değil de,kendi çıkarları açısından değerlendirmiş olsaydılar bugünkü konuma düşerler miydi? Başkalarının çıkarları doğrultusunda bizim üzerimizde planladıkları oyuna alet olmak mıdır politika? Yoksa kendini kullanmak isteyenlerin oyunlarını bozup mevcut koşullar çerçevesinde halkının çıkarlarına en uygun çözümleri üretmek midir?

Tarihten ders çıkarabilmemiz umuduyla!

 

Mahmut Bag
27.07.2006

Son göndermiş olduğum yazının son kısımları eksik çıkmıştır, aşağıda bu kısımların düzeltilmiş hali.

Selamlar,

- Peki 1834 yılında Kafkasya'ya gelerek Çerkes beyleriyle bir toplantı yapan ve onların tek yönetim altında birleşerek Ruslara karşı savaşmalarını talep eden, Çerkeslerin bayraklarını tasarlayan, bağımsızlıklarını ilan ettirip İngiltere'ye tanıttıran, Çerkesler arasında Davut Bey olarak bilinen İngiliz resmi ajanı David Urquart neyin peşindeydi? (Neue Solidarität, Dezember 1999)

- Polanyalı generaller bizi çok sevdikleri için mi bizimle birlikte Ruslara karşı savaştılar?

- Çerkeslerin önderi Muhammed Emin, Şeyh Şamil gibi 1859 yılında savaşın artık kaybedildiğini görerek halkını daha fazla kırdırmamak için Ruslarla barışın imzalanmasını ve vatanın terk edilmemesini istemişti. Çeçenler ve Dağıstanlılar önderlerini dinlemişler ve vatanlarını pek terk etmemişlerdir (o tarihlerde Çerkeslerden sayıca çok daha az olan Çeçenlerin ve Dağıstanlıların bu günkü durumları ortada). Fakat Çerkesler, insan güçlerinden Osmanlı topraklarında da yararlanmak isteyen Osmanlı ve İngilizlerin çalışmaları sonucunda vatanlarından kopartılarak bugünkü yok oluşa sürüklenmişlerdir.

Yani sayın Gönen-Abzegh'in söylediği gibi Müslümanlarla yaşamak için göçü meşru gördüklerinden dolayı vatanlarını terk etmemişler, David Urquard gibi ajanlar tarafından bu meşru gösterildiği için vatanlarını terk etmişlerdir. Sayın Gönen-Abzegh'in söylediği olmuş olsaydı asıl göçün İslamiyet'in daha fazla yerleştiği Çeçenistan ve Dağıstan'dan olması gerekmez miydi?

- Peki o dönemde Kafkasya'nın en kalabalık halkı Çerkesler gelişmeleri bu güçlerin ve işbirlikçilerinin bakış açılarıyla delilde kendi çıkarları açısından değerlendirmiş olsaydılar, bugünkü konuma düşerler miydi?

Başkalarının çıkarları doğrultusunda bizim üzerimizde planladıkları oyuna alet olmak mıdır politika? Yoksa kendini kullanmak isteyenlerin oyunlarını bozup, mevcut koşullar çerçevesinde halkının çıkarlarına en uygun çözümleri üretmek midir?

Tarihten ders çıkarabilmemiz umuduyla!


 

Fuat Aydemir
27.07.2006

Merhaba,

Tartışma ister istemez din boyutuna geliyor dogal olarak. Bugün İslami yönetim biçimi olarak hedefleyen güçler "Hangi milletten olursan ol ama İslam altında birleş" diyor. Sosyalist düşünceyle ortak yanları "Hangi milletten olursan ol" kısmı sadece. :) Kendi ulusal kimliğinle hangi dinden, inançtan olursan ol birlikte yaşama ilkesi.

Tarihi sayın Mahmut Bag çok güzel özetlemiş. Buna rağmen Osmanlı'nın bizlerin kaşına gözüne olan hayranlığından bizleri kabul ettiğini düşünmek ne kadar gerçekçi, bunu halk bence idrak etmiş durumda. Bir Osmanlı kafasıyla düşünürseniz "Çok akıllıca bir plandı ve tabi ki işe yaradı".

Osmanlı -Rus" savaşında ölen Çerkes gençlerimiz, sürgünde yaşamını yitiren binlerce insanımız eminim Osmanlı'ya şükran duaları okuyarak öldüler!


Bir şey ekleyerek bitirmek istiyorum. İslami bir Çerkes gibi yorumlayarak algıladığımızda daha güzel bir şekil çıkıyor karşımıza. Gerici unsurlardan arınmış, ibadeti kendisi için yapan, her türlü ibadet şekline saygı duyan, dayatılanı değil, mantığı ön plana alan bir anlayış.

Saygı ve sevgiler...



Mahmut Bag
27.07.2006

Sayın Gönen-Abzegh!

Genelde olayları ve tarihi kendi arzularınız doğrultusunda değerlendirerek kaleme aldığınız yazınızda "İslamiyet içinde gericilik diye bir sınıf-kavram olmadığına göre..." demektesiniz. Her ne kadar İslam dini kendi içerisinde gericiler vb gruplar, sınıflar ayırımını yapmasa da, günümüzde İslami çeşitli açılardan yorumlayan El-Kaida, Kaplancılar, Nurcular, Milli görüşçüler vb grupların, insanların olduğu bir gerçektir.

Bu gruptan insanlar için gericiler, yobazlar vb tabirlerin kullanılmasını haklı kılacak birçok örneklere günlük hayatımızda şahit olmaktayız. Elele yürüdükleri ya da Ramazan'da oruç tutmadıkları için turistlerin, öğrencilerin dövülmesi, öldürülmesi, Sivas katliamı ve daha nice örnekler.

Kendileri gibi düşünmeyenlerin, yaşamayanların canlarına dahi kıyabilecek kadar canileşmiş yobazlarla, annem gibi beş vakit namazını kılan, orucunu tutan, zekatını veren, hac görevini yerine getiren, başkalarının yaşam tarzlarına karşı hoşgörülü Müslümanların aynı kefeye konması büyük bir haksızlık ve yanlışlık olur.

Günümüzde her ne kadar bir takım yozlaşmalar meydana gelmiş olsa da, tarihimize baktığımızda Müslüman Çerkesler ve Abhazların İslam'ı kendi değerleriyle çok iyi kaynaştırdıklarını görmekteyiz. Bu yüzdendir ki Şeyh Şamil'in göndermiş olduğu naipleri Çerkesler arasında "xhabze" yerine Çeçenistan ve Dağıstan'da olduğu gibi şeriat kurallarını yerleştirme çalışmalarını canlarıyla ödemek zorunda kalmışlardır.

Çerkesler arasında ancak "xhabze"ye göre karar veren Muhammed Emin tutunabilmiştir. Çerkeslerin ve onlara şeriatı dayatan naiplerin Müslümanlığını aynı kefeye koymak haksızlık olmaz mı?

Bu örneklerde de görüldüğü gibi Müslümanlar arasında gericiler ve yobazlar tarihte de olmuştur, bugünde vardır. Kendi halindeki Müslümanlara kimsenin karşı olması söz konusu olamaz. Ancak başkalarının yaşam tarzlarına hoşgörü göstermeyen, onları ilk fırsatta ortadan kaldırmaya çalışan gerici, yobaz unsurlara hoşgörü gösterilmesi hiç kimseden beklenemez.

Kendilerine şeriatı dayatan naipleri ortadan kaldırarak, "xhabzelerine" göre yaşamlarını sürdüren Çerkeslerin torunları olarak, bizim bugün aynı dayatmalarda bulunan insanlara karşı mücadele etmek istememizden daha doğal bir şey var mı?

Bunu dile getiren Yeldar kardeşimize, atalarımızın Müslümanlığından dem vurarak saldırıda bulunanlar umarım bir daha düşünürler ve her fırsatta atalarının kemiklerini sızlatmaktan vazgeçerler.

Saygı ve sevgilerimle.

 

Gönen-Abzegh
27.07.2006

Son üç paragrafın dışındaki paragraflarda yazılan şeylere cevap vermeyi düşünmüyoruz. Anladık ki, ne kadar anlatırsak anlatalım bu anlayış sapla çöpü ayıramayacak kadar temyiz kudretinden yoksun. Hala tüm Müslümanları, Çerkesleri de geçtik, bir şeyhin arkasında mürit zanneden ya da bir görüşün fikirlerini umum Çerkeslere dayatmaya çalışan ki öyle olsa bile bu umum Çerkesleri bağlamaz. Zanneden anlayışa bir şeylere inandırmak mümkün olmadığı gibi kendileri bir görüşün savunucusu olan bu insanlar hangi gerekçeyle tüm fikirlerin orjini kendileriymiş gibi ortalıkta dolaşmakta onu da anlamak mümkün değil (biz Karl Marx biliyorduk).

Bu anlayış, kendi çıkarları için dini kullanmaktan çekinilmediğini iddia ederken kendi ideolojisi ile Çerkesliğin nasıl olup da kader birliği ettiğini açıklayamıyor. Ortak paydamız Çerkeslik deyip, dini duyarlılığı olan insanları dışlayarak Çerkesliğin ideolojilere nasıl boğdurulduğunu adeta kekeliyor. Tüm Çerkesler bir araya gelip xhabzenin yaşamasında en mantıklı çözüm belli bir ideolojiyi benimsemektir diye bir karar vermediklerine göre, kafasından bir çıkarsama yaparak böle bir sonuca ulaşmakla Çerkeslik adına tek karar merci kendini zannederek yetki gaspı yapabiliyor.

Dini duyarlılığı olan Çerkesleri betimlerken, din mi Çerkeslik mi sorusunu akıllarda sorup, son aşamada Müslümanlık hep önde diyebilen bu anlayış ideoloji mi Çerkeslik mi sorusu karşısında öz eleştiri yapmayıp histerik bir tavır içinde elbette başından sonuna kadar ideoloji diyerek ne olduğunu gösteriyor. Dini duyarlılığı olan tüm Çerkeslerin gerici-işbirlikçi Çerkesler diye töhmet altında bırakılmaması için, ne olduğu, kim olduğu belli olmayan bu grubun hassasiyetle ayıklanması gerekirken, herkesin aynı kefeye konmasının bizatihi dinden yani İslamiyet'in Çerkes adetleri üzerinde olumsuz etkilerinden kaynaklandığı dolayısıyla asıl meselenin, Osmanlı falan da değil, din ve bu dini benimseyen Çerkeslerce, Çerkes adet-gelenek ve göreneklerinin dini vecibelerle yontulması olduğu, ancak nüfusun geneli bu özelikte olan insanlardan teşekkül ettiği için de korkunun sırtından bir türlü inilip bunun ifade edilemediği deklare edilmiş.

Önceki yazılarımızda devletin resmi sözcüsü olmadığımızı Çerkesliği ya da Kuzey Kafkasya'yı ilgilendiren her politikayı benimsemediğimizi belirtmemize rağmen bu anlaşılmak istenmiyor. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti'nde görevli ya da Türkiye Cumhuriyeti kanunları-ticari kanunları çerçevesinde ticari-serbest hayatta varlık gösteren tüm Çerkesler kendi ve ailelerinin hayatlarını bu olanaklarla (ve dahi diğer her türlü olanaklarla) idame ettirirken kendilerine ait olmayan bu topraklarda yaşamanın bilinci-hassasiyeti içinde edeple hareket etmelerini anlamayıp üstelik bu meseleyi devletle barışıklıkla öğünebilmek olarak yorumlayarak bu ülkedeki bazı azınlıkların içinden çıkan gruplar gibi hareket etmemiz isteniyor. (Alkışlanan Kürt ulusal hareketi.) Bu vakur, edepli tavır, duruşuyla, hem bu gruplara benzemeyişini hem de gruplara benzetme anlayışını yıkarak ÇERKES'İN kim olduğunu ve farkını cümle aleme ilan etmektedir.

Şeyh görünümlü bir papazın Rusların Güney'e inmelerini engellemeye yönelik Kafkas boylarını dini kullanarak örgütlemesi ve bunda başarılı olması gibi bir gerçek var ama o gerçek barındırdığı ayrıntılarda farklı sonuçlara işaret etmekte. Şöyle ki; öncelikle vicdan sahibi kimse bu olayda da Osmanlı'nın parmağı vardır diyemez (talihsiz göçümüzün sebebini Ruslara değil de Osmanlı'ya bağlayan anlayış için belirtiyoruz).

Papazın bu örgütleme-kışkırtma çabası bir dış politika meselesidir. Savaşa karar veren Kafkas boyları bu kararı ülkelerinin işgal edilmesine karşı almışlardır. Rusların sıcak denizlere inme isteğini bu kışkırtmalar sonucu Çerkesler tarafında akıllarına sokmadığına göre meselenin sonucu değişmemiştir. Bugün Türkiye'nin doğusunda olası bir Kürt devleti için kaygılar mevcut ve bunu engellemek için resmi söylemleri birbirinden farklı ülkeler ortak çıkarlarda birleşebiliyor, Türkiye, Irak devlet anlayışını benimsemediği halde Irak'ın toprak bütünlüğünü Irak adına destekleyebiliyor, aynı amacı farklı devlet anlayışına sahip ülkeler çok rahatlıkla dile getirebildiği ortada. Papazın temsil ettiği anlayış ile Çerkesler, Rusların sıcak denizlere inmesinin engellenmesi noktasında ittifak etmişler, sırf dini motifler taşıyor diye Çerkesler bunu kabul etmemişler, zaten olması muhtemel bir olaya tedbir almaya çalışmışlar.

Muhtemelen bu Rus zulmü kapıya dayanmamış olsaydı ve kuvvetli ihtimal görülmeseydi Şeyhülislam gelip fetva yayınlasa, bu orantısız savaşa Çerkesler razı olmayacaktı. Zannedilmekte ki bu kandırma-kışkırtmanın sebebi dindir ya da dini benimsemiş insanlardır çünkü dini kisveye bürünmüş bir papaz tarafından Müslüman Çerkesler kandırılmıştır. Oysa ki bu papazın, Çerkesler Yahudi olsalardı haham kıyafetleriyle geleceği, komünist olsalardı elinde Das Capital kitabıyla turlayacağı, Budist olsalardı Nirvana'dan selam çakacağı gözlerden kaçmakta. Bu meselenin dini kisveyle bir alakasının olmadığı, reel bir dış politika meselesi olduğu, Çerkeslerin o gün duydukları endişelerin zaten zaman içinde vuku bulmasıyla olayın gerçekleştiği anlaşılmalı. Çerkesler uyuyan devi uyandırma pahasına birileri dini telkinde bulundu diye Ruslarla kazanamayacakları bir savaşa tutuşmazlardı bazı gerçekleri görebilmenin din-ideoloji v.s. gibi farklı bakış açılarında dahi çözüm için tek yolu vardır.

Sonuç olarak siz tarih içinde (bugünde dahil) değişik dinlerde ideolojilerde, yapılarda kurulmuş devletler arasında hiçbir dış politika zafiyeti göstermeyen bir devlet gösterebilirseniz memnun kalırız. Göçün asıl sebebinin Rus zulmü olduğunu çözemeyen anlayış, ortada hiçbir sebep yokken Müslüman Çerkeslerin Osmanlıya sırf İslam Devleti diye gitmeye can attığını zannetmekte. Göçün sebebi kimin daha dindar Çerkes boyu olduğu ile değil Rus zulmünün sıcak denizlere inmede hangi coğrafi yolu tercih ettiği ve buna uygun stratejileri nasıl ürettiğiyle alakalı. Kuzey Kafkasya haritası göz önüne alınırsa bazı gerçekleri görmemek için kör olmak gerektiği anlaşılır. Göçe muhatap olan Çerkes bölgeleri incelendiğinde, Rusların sıcak denizlere inmek için kullanabileceği en kestirme-mantıklı yol bu yol olduğu, Dağıstan ve Çeçen bölgelerinin daha Doğu'da kaldığı ve amaçlarına hizmet etmediği anlaşılacaktır. Sıcak denizlere inmek için Ruslar bahsi geçen sürgünü yaşatarak kendilerine bir koridor açma çabasında başarılı olmuşlar, belirtildiği üzere hem coğrafyanın düz olmasıyla kontrolün elverişli olabileceği, hem nüfusun azlığı ile soykırıma varabilecek etnik temizliğin rahat yapılabileceği varsayımı ile Çeçen-Dağıstan bölgesini bırakmamışlar, kontrol altında tutmuşlardır. Dolayısıyla Çeçenlerin orada kalmasında kendi tercihleri değil Rusların Çeçenleri kontrol altı almada ciddi bir tehdit olarak algılamamaları yatmakta yoksa nüfusun çoğunu göçe zorlayacak kadar askeri yeterliliğe sahip Rusya tehdit olarak algılasaydı çok daha az nüfusa sahip Çeçenleri öyle bir coğrafya da etnik temizliğe maruz bırakabilirdi.

Şunun da iyi anlaşılmasını istiyoruz. Çerkesler Osmanlı!ya Müslümanlarla yaşamak ya da bir din devletinde yaşamak gibi dürtülerle gelmediler. Zorunlu oldukları için geldiler nereye gideceklerdi, Karadeniz'in sularına mı? Bana bunu söyleyen arkadaşlar gidilebilecek bir ülke ismi versin? Gidilebilecek hiçbir yer yoktu. Diyorsanız ki, meseleyi daha buraya gelmeden biz yerimizde kalıp savaşarak çözmeliydik bizde deriz ki; Osmanlı Devleti'ni bile o devir itibariyle defalarca yenilgiye uğratmış askeri her türlü donanıma sahip dünyanın en güçlü devleti olma yolunda iddialı ve vahşilikte sınır tanımayan bu devletin gücünü görmemek sadece kavruk milliyetçilikle açıklanabilir. Bugün bu orantısız gücün kullanımını yakın coğrafyamızda görüyoruz işte. buna bakılarak dahi mesele anlaşılabilir.

Sürgün esnasındaki dramatik (kahredici olaylar) olaylar sadece Osmanlı sınırlarında yaşanmadı bu olaylar ana yurttan ayrılmadan yaşanmaya başlamıştı sizin düşündüğünüz kadar o insanlarda yollarda telef olmaktansa geri dönüp son Çerkes kalana kadar savaşmayı düşünmüşlerdi. Ama ölürken dahi bakışlardan akan donuk son damlada, hesabı ikinci raunda kalmış bu savaşın savaşçılarının, daha büyük bir destan yazmazı ümidiyle, stratejik-derin ve acı bir hesap yapılmıştır.(söylendiği gibi Osmanlı'ya şükran duası edilmemiştir.) Bugün o hesabı çözebilen insanların, mevcut yapı içinde yaşadıkları şartlarla yaka paça olup şartları kendi lehlerine çevirmesi gerekirken rahatsızlık nedir anlayabilmiş değilim. Osmanlı Çerkesleri tepe tepe kullanmış; gitmeye mecbur kaldığınız yer neresi olursa olsun size mi soracaklardı kalmanız gereken yerleri, efendiler lütuf buyurup bir yer seçerseniz sizi istediğiniz yerlere yerleştirelim mi diyeceklerdi. misafir konumundasınız, gösterilen yere değil de istediğiniz yere yerleştirilmek gibi Çerkes adetlerine hiç uymayan rahatsızlıklar-memnuniyetsizlikler içindesiniz. Kaldı ki Çerkesler yerleştirildikleri stratejik yerlerde bu yerleştirme amacına uygun bir meseleyle de karşılaşmamışlardır. Yani doğudan gelen bir saldırı Samsun- Hatay çizgisine dayanmamıştır ki, Çerkesler yerleştirilme amaçları doğrultusunda tepe tepe kullanılmış olsun ya da aynı şey İstanbul için de söylenebilir.

Çerkesler, Çerkes olmanın bir dürtüsüyle her zaman ön planda olmuşlardır. Memluk devletinde olan neyse Osmanlı'da da olan odur bugün dahi bu ön planda olma dürtüsü birilerinin hususi yetiştirmesi-kayırması altında değil Çerkes olmanın kuşatıcı etkisi altında cereyan etmektedir. Daha önce göç kararının yanlışlığını iddia eden arkadaşlara bir şey sormuştuk. Kuzey Kafkasya tüm ihtişamı ile orada tüm meseleler en az geçmişteki kadar güncel ve sıcak orantısız bir güç kabusunuz değilse niçin göç gerçekleşmiyor? Her halde vatan özlemi sizi burada tutacak ticari-maddi-manevi kaygılardan daha ön plandadır. Tarihi meseleleri o günün şartlarına göre değerlendirmeli derken Osmanlı açısından değil her açıdan bakış açısı sunulmuştur. O günkü Rus zulmünün ulaşabileceği boyutları anlamayan ve bir direniş oluşturabileceğini zanneden anlayış bugün aynı gücün neler yapabileceğini sınama özgürlüğüne sahip, mesele geçmişte olunca şahin kesilen bu anlayış aynı atmaca tavrı şimdi sergileme fırsatı varken sergilememesi doğrusu bizi çok şaşırtıyor.

Zaten biz atalarımızın yapmış olduğu tarihi hatadan dolayı tüm duyarsızlıklara sahip olduk, bu duyarsızlığımızın tek ve yek sebebi o hatadır, bizim ne suçumuz var ki biz sürgün çocuklarıyız. Ogün o sürgünle beynimizde ve ruhumuzda onulmaz yaralar açılmasaydı şimdi bizi kim tutabilirdi. Bizden tarihten ders almak ta beklenmemeli çünkü ne kadar ders alırsak alalım sürgünü bize reva gören anlayışın kara bulutları üzerimizden hiç çekilmeyecek. Son olarak, İslam'ı bir Çerkes gibi yorumlayıp, algılama sonucu ortaya çıkacak güzel tablonun nasıl olacağı konusu çok dikkat çekici. Bu konun etraflıca yazılarak, eğer başka forum kapsamında ise o forum altında açıklanmasını bekliyoruz...



Keç Süleyman Yavuz
28.07.2006

Sayın Gönen-Abzegh,

Sayın diyorum, çünkü nick'in arkasında bildiğim Gönen ve Abzegh var, bana ve bize ait. ''Son üç paragrafın dışındaki paragraflarda yazılan şeylere cevap vermeyi düşünmüyoruz anladık ki ne kadar anlatırsak''  diye başlıyorsunuz yazınıza. Sizler kimlersiniz ve derdiniz nedir? Hangi grupsunuz?

Meydanı boş buldunuz sanırım, demokratiklik adına, bu sizin en iyi becerdiğiniz iştir demokratları suiistimal adına. Düne kadar misyoner diye suçlanan ve saldırılan, şahsi ve dostsal gayretlerimizle çözümlediğimiz ve birlikte olduğumuz CC'de şimdilerde almışsınız sazı elinize çalıyorsunuz, eminim sizin ''pşıne'' ile işiniz yok, ''TEF'' ile, lütfen layık olduğunuz yerde çalın, TEF'inizi...Layık olduğunuz yerde duruş sergileyin.

Yazdığınızı ve söylediğinizi sanıyorsunuz; Demirel gibi. Çağrınız nedir sizin? Felsefeniz, duyurunuz? Neyi savunuyorsunuz? Söyleyin de bilelim. İnsanların manevi duygularıyla oynamaktan başka ne çözüm üretiyorsunuz?

Yeldar kardeşim bir sonuç sunuyor,sonuçta! ''Dönüş'' diyor. Peki bunca yazı çizi, siz ne diyorsunuz? Kocaman bir hiç! Allah aşkına siz ne diyorsunuz, anlayan beri gelsin.

Biri çıkıyor yerküreyi yönetiyor. Diğeri uhrevi diyor. Amma Yeldar kardeşim tek çözüm ''dönüş ''diyor. Anavatan diyor, Adığanır diyor, ailesinin geçmişinde dediği gibi, kavgalarındaki gibi.

Ya bir çözüm üretin ya da işinize bakın, bizi ve geleceği boş söylemlerle meşgul etmeyin. Burası gönül eğlencesi bir yer değil. Sizler gibilerine ihtiyaç yok. Herkes yoluna. Çözüm sunmadığınız sürece siz bizden değilsiniz. Bundan gayrı da olmayacaksınız, sunmadığınız sürece.

Yeldar kardeşim aslan gibi meseleyi koyuyor. Sizde koyun görelim! Nedir iletiniz? Şu ana kadar göremedik.Gayri ahlaki saldırıdan gayrı. Dini suiistimalden başka. Siz misiniz İslamiyet'in temsilcisi? Eğer sizseniz, siz kimsiniz? Sizlerden feyz mi alacağım?

Halkımızın sorununun çözümü nedir sizce? Koyunda göreyim, Allah aşkına İslam sizlerin tekelinde mi? En büyük savunucular sizler misiniz? Kıbleyi ne zaman öğrendiniz? Çözüm neymiş? Üretin, kimse aptal değil. Yoksa kesinlikle bilin ki burası size ait değil. Derdinizi nedir, anlatırsanız anlatın, dinlerim, eksiğimi gideririm. Bütünleşiriz birlikte.

Yeldar'la olduğu gibi. Geldi, tanıştık, söz verdi ve girmiyor ve girmeyecek, rica ettim. Siz kaynaklı değilsiniz girmeyişinin nedeni.

Dostça selamlar.

Not: Xhabze kuralları içinde Yeldar kardeşim gibi Webmail'ime yazında göreyim cevabınızı, sizi de kardeş kabulleneyim xhabze ilişkilerinde. Eğer Yeldar kadar kardeş ve dürüstseniz. Şu keblağ Webmail'im Keç'im... Artı notumdur; bu dönüşçü kardeşlerim buhar mı oldu? Dönüş yolunda Semeliyot mu (kohlate) düştü? Çinlilerin fıkrasındaki gibi, hangi otelde kalıyorlar?

Yazıklar olsun...


K. Dokuz
28.07.2006

Sayın Gönen-Abzegh,

Yazınızı ciddiyetle birkaç kez okudum. İnanın ne demek istediğinizi anlayamadım. Çünkü bu yazının Yeldar kardeşimize bir yanıt olduğunu zannetmiyorum. Olsa olsa bir tespit ama bu tespiti birinin kaleminden okumuştum, seninki biraz havada kalmış. Anlayacağın eksik olmuş. Bu tür yazılarla Çerkesliğe verecek hiç bir şeyiniz yoktur.

 

Abreg Julat
28.07.2006

Bu konuda ki diğer cevapları okumadım ama sayın Yeldar Barış Kalkan'a ama açık ve net söylüyorum ki, siz Çerkeslikle alakası olmayan birisiniz. En iyimser yaklaşımla, Çerkes kültürünü yorumlayabilir birikiminden yoksunsunuz. Çünkü hala dünyevi yaşamda Adige xhabzeden başka bir öğretiye ihtiyacınız olamayacağı gerçeğini kavrayamamışsınız.

 

Cemil
28.07.2006

Sayın Mahmut Bag,

1075 yılında Kafkas boylarının önde gelenleriyle bir toplantı yaparak onları Rusların Güney'e inmesine karşı ilk kez ayaklandırmak isteyen ve bunu da başaran Şeyh Mansur'un asıl adı Giovanni Battista Boeti olan bir Dominik papazi olması bir tesadüf müydü? Yazınızdan alıntı olan kısmı biraz açmanız ve Mansur'un kimliği konusunda bir kaynak vermeniz mümkün müdür
?



Fuat Aydemir
28.07.2006

Merhaba,

Sayın Gönen-Abzegh;

Yeldar beyin hangi yazısını hakaret olarak algıladınız anlamış değilim. Ya da İslam dinine hakaret olarak algıladığınız kısım nedir? Gerici-işbirlikçi-provakator Çerkeslere bayağı söylenmiş. Bunlardan biri misiniz ya da toplumumuzda bu tip insanlar olmadığına mı inanıyorsunuz? İlk çıktığında yazının provakator amaçlı yazıldığını ve yayınlamamamız gerektiğini belirtmiştiniz. Hoşumuza gitse de gitmese de herkesin bir düşüncesi var ve bunu genel ahlaki değerler çerçevesinde söyleme özgürlüğü mevcut.

Nikle yazım olayına karşı olduğumu defalarca belirttim. Ancak küfür ve kişiliğe saldırı içermeyen her türlü düşüncenin onunun açılması gerektiğine inanıyorum. Siz sizin fikirlerinize hatta inançlarınıza (ki bunda da ayrışıyoruz CC ilkeleriyle- zira din dahil her şeyin rahatça tartışılabilmesi gerekiyor bence. Ancak genel çoğunluğun isteğine saygı göstermek düşüncelerimi izah etmeme engel olmuyor) ters gelen her yazıya istediğiniz şekilde yanıtlar vermişsiniz.

Bu anlamda Süleyman beyin sinirle ve kızgınlıkla kaleme aldığına inandığım son eleştirisinde de katılmadığım noktalar mevcut. Yazılarınızda CC ilkelerini, çalışmalarını, çalışanlarını eleştirebilmelisiniz. İlkesiz, içeriksiz, çamur atma şeklinde olsa bile. Ancak cevap hakkına saygı göstermek şartıyla tabi ki.

Süleyman bey bu anlamda "gidin" demek yerine Yeldar arkadaş dahil herkesi bu forumda karşılaştırma düşüncesinde olmalıydı diyorum.

Çerkeslerin (genel çoğunluğunun) anladığı İslam'a gelince; sayın Mahmut Bag açıklamış ama özetle, İslam'ı inanç olarak seçmeyenler için katli vaciptir demeyen, kadın ile erkeği ayırmayan, inancını başkasına empoze etmeye çalışmayan, dini ibadetini kendisi için yerine getiren, getirmeyene şiddet uygulamaya kalkmayan, dini inanca değil insana saygı duyan bir anlayış.

Saygı ve sevgiler...

 

Talebe
28.07.2006

Selamlar,

Tartışmayı ilgiyle izliyorum. Sayın Gönen-Abzegh'i de... Yanlış şeyler de söylese, bir ucuyla bizim yanlışlarımıza da işaret ediyor. İyi de oluyor!

Bu forumlarda bir ara "RF'ye çok şey borçlu olduğumuz" vs. gibi garip şeyler de söylenmişti. Hem de kimi büyüklerimiz tarafından. Herhalde "tarihi Rus düşmanlığı"na karşı çıkmak bağlamında...

İnsanların kendi tezlerini desteklemek için kimi zaman bir kimyager ustalığıyla cımbızla alıntılar yapmaları, bir parçayı bütünden kopararak yanlış yorumlamaları yaygındır.

Bizim sorunumuz tartışılırken de ne yazık ki buna sık sık başvuruluyor? Soykırıma uğramamızın ve sürgün edilmemizin sorumluluğunu Osmanlı'ya, İngilizlere ve Polonyalılara yüklemek, hele hele soykırım ve sürgünü reddetmek ve bunların yerine "göç" vb. kavramları ikame etmek tarih çarpıtıcılığıdır.

Sayın Gönen şu noktada haklıdır: Sürgünümüzden ve soykırımdan birinci derecede Çarlık Rusya'sı (gerçi sayın Gönen de kendi siyasi formasyonuna uygun olarak Çarlık Rusya'sı yerine "Rus" kavramını tercih ediyor ya, şimdilik bu o kadar önemli değil), sonra biz kendimiz ve ancak daha sonra diğer güçler sorumludur. Ve bunların sorumluluğu talidir!

Dindarlıkla gericiliğin birbirine karıştırılmaması gerektiği uyarısında da haklıdır. Ve hele 26 Temmuz 2006 tarihli saat 12:01 çıkışlı yazısında dile getirdiği "...Derneklerde beli kırılıncaya kadar oynayanların, hic de sürgün çocuklarına benzemedikleri..." tespitinde de haklıdır! Bu söylem bizi rahatsız etse de... Çarlık Rusya'sı sıcak denizlere ulaşmak için yolu üzerindeki anavatanımızı işgal etmek istemiş, atalarımız da buna direnmiş; vatanlarını, namuslarını korumaya çalışmışlardır. Bunun neresi yanlış? Yanlış olan bizim bu savaşta birlik beraberliğimizi sağlayamamış olmamız, önderliğimizi ve örgütlenmemizi yaratamayışımız, süreçlere ve güçler dengesine uygun taktikler; bağımsız bir siyasi çizgi geliştiremeyip, başka güçlerin oyununa gelmemizdir.

Yine yanlış olan Çarlık Rusya'sının yaptıklarını Rus insanının kanında, genlerinde veya bilmem hangi dokusunda arayıp tarihi Rus düşmanlığı yapmaktır. Keza bu bakış açısı Lenin'in Rusya'sının tanıdığı haklar ve özgürlüklerle neden bizi yok olmanın eşiğinden döndürdüğünü (kimi yanlışları burada tartışmıyorum) açıklayamaz. Ama Lenin'in Rusya'sını bugünün Rusya Federasyonu ile karıştırıp, toz pembe görüntü çizmek de herhalde aynı şekilde yanlış olacaktır. Bu nedenle kimi dönüşçülerin tarihte yaşananları, haksızlıkları, bunların insanlarımızın zihinlerindeki, kolektif bilinçlerindeki izleri görmezden gelip politika yapmaları da doğru değildir. Bu politikaların halkımızda bir yankı bulmamasının, insanlarımızın söylenenlere şüpheyle bakmasının bir nedeni de budur. Hele hele Çeçenistan'da yaşananlardan sonra...

Sosyalizmden dem vuranların, sosyalizmde Halkların Kendi Kaderini Kendisinin Tayin etmesi hakkının tartışılmaz olduğunu bilmeleri gerekir. Ve yine "Polonya Sorunu" tartışılırken Lenin'in "Polonya halkında Çarlık Rusya'sının baskı ve zulmüne ve Ruslara olan tepki öylesine büyük ki, ayrılma hakkını tanımamız gerekir" deyişini... Bunu derken kolektif bilincin önemine yaptığı vurguyu... İnsan zihni ile toplumsal zihin aynı değildir. İnsan zihninin unuttuğu veya koruyamadığı çok şeyi kolektif zihin muhafaza eder. Bu kolektif zihnin çoğu zaman reflekslerle dile getirdiği gerekçeler bilimsel değildir ve hatta yanlıştır; ama altında uzun yılların birikimi, önyargıları yatar. Ve öyle bir çırpıda yok olmazlar. Einstein'ın deyişiyle: "Bir önyargıyı parçalamak, bir atomu parçalamaktan daha zordur".

Bugün siz mesela Vietnam'daki ABD veya Yahudilerdeki Alman hassasiyetini görmezden gelebilir misiniz? Filistinlilerdeki veya Arap dünyasındaki İsrail ve ABD düşmanlığını, bunu hesaba katmayan politikaların veya politikacıların tarih sahnesinden silindiklerini... Yine "gerici" kavramını özellikle ulusal platformlarda daha dikkatli kullanmak lazım. Tüm dindarları gericiymiş gibi göstermek yanlıştır.

Evet, "şapka istemezzük!" deyip sokaklara dökülenleri, bilimin-teknolojinin getirilerini "gavur icadı" diye reddedenleri, bugün hala hukukta el-ayak kesmeyi veya taşlayıp, kırbaçlamayı savunanları "ilerici" diye niteleyecek halimiz yok. Keza din veya dinlerin değişime kapalılıkları, yenilenme zorlukları, egemen güçlerce kullanılmaları görülmeli. Ama hepsinden önemlisi bugün gericiliğin siyasi-ekonomik oluşuma denk düşmesidir.

Bugün gelişmenin, barışın, dostluğun önündeki engel, dünya gericiliğinin merkezi emperyalizmdir. "Gericiler" dendiğinde; anlaşılması ve anlatılması gereken bu emperyalist güçler ve onların işbirlikçileri olmalıdır. Yoksa bu kavramın öyle geniş kullanımı yanlış anlamalara ve ulusal cephede bölünmelere yol açar. Ki, doğru da değildir. İster dini, ister politik motivasyonla olsun, mesela bugün yozlaşmaya karşı çıkmak gericilik olarak adlandırılamaz. Veya bir ulusal mücadele, emperyalizmden kopuş anlamına geldiği müddetçe, isterse dini motifler taşısın; veya önderliği dini bir örgütlenme olsun gerici olmaz. Ama bugün dünya gericiliğinin, emperyalizmin merkezi olan ABD'nin ve Nato'nun dümen suyunda akmak, onun çıkarlarına bilinçli ve bilinçsiz hizmet etmek, sen istersen "ben ulusal mücadele veriyorum" (Kürt ulusal hareketinin Irak savaşında ABD'ye destek vermesi ve böylece bölge halklarının, zenginliklerinin uzunca bir süre emperyalizmin denetimine geçmesi tavrı mesela) de, gericiliktir.

Bu anlamda bugün Rusya Federasyonunu güçten düşürmek ve hatta parçalamak isteyen bu güçlerin piyonu olmak gericiliktir. Yine anavatanımızın da olduğu bölgede aynı politikanın gereği olarak halkları birbirine düşmanlaştırmak, çatışmalara-savaşlara neden olmak, kışkırtmak emperyalizme hizmet edeceği için gericiliktir. Dini veya etnik öğeleri ve motifleri kullanarak, halkımızı bölmek; ulusal mücadelemize sekte vurmak gericiliktir.

Ulusal kurtuluşumuz anlamına gelen "Dönüş" hareketine zarar verecek her davranış gericiliktir. Bunlar ister "sosyalist", ister dini kimlik altında yapılsın! Dönüş Hareketi'nin yeşerebileceği topraklar barışa ve huzura muhtaçtır. Ama soykırımımıza ve sürgünümüze neden olanların sorumluluklarını yerine getirmelerine ve bu tarihsel haksızlığın telefi edilmesine de...

Bunları gözardı etmek yokoluşa karşı mücadelemizi gerileteceği için gericiliktir. Ve bu gericilikle mücadele etmek elbetteki hepimizin görevidir...

Kalın sağlıcakla.


Mehmet Mamır
28.07.2006

İlginç durumlar ortaya çıkmaya başladı.

Giovanni Battista Boeti adında bir Dominik papazı.

Çok ilginç!

Acaba içimizde halen Dominik Papazları var mı ya da papazlığa soyunmuş molla?

Çözüm dönüş!

Evet çözüm dönüş ama çok ilginçtir ki sadece çözümün adı var. Bir türlü içi doldurulmuyor. Sadece ağızlarda pelesenk. Mesela Kafkasya'daki soydaşlarımızın fikrini soran yok. Zira dönüş diyenler (buna bende dahil) bazı şeyleri hep kendi açımızdan (diaspora tarafından) düşünüyoruz.

Mesela (diyelim ki diasporada 2 milyon Adige'yiz) dönüş hareketi %10 başarı ile yapıldı. Bu 200.000 kişi demektir. Ve 200.000 kişi ile Kafkasya'da birçok taş yerinden oynar. Peki Kafkasya'daki kardeşlerimiz buna razı olurlar mı ve dönüş fikrine ne kadar hazırlar? Yoksa çat kapı "biz geldik" mi diyeceğiz?

Bu soruların cevabini verebilecek var mı?

Bu, dönüş konusunda önümüze çıkacak sorulardan sadece biri. İçi boş çözümlere ihtiyacımız yok. Ama görüyoruz ki, kimilerimizde, Çerkeslik dışında her türlü dolgu malzemesi mevcut. Sağ olsunlar örnek almamız gereken hareketleri (!) bize söylüyorlar. Emriniz olur.

Bir başka örnek: Geçenlerde bir iş adamımız tüm evrakları tamam olmasına rağmen anavatana girişine izin verilmedi. Bu olayın perde arkası iyi incelenmeli. Acaba bu olayın arkasında kimler var? Buradan çok ilginç sonuçlar çıkacağına eminim.

Bir başka ilginç bir durum ise, "her türlü düşünceye açığız ve her türlü düşünceye yer vereceğiz" söyleminin pekte havada kaldığı.

Demek ki, anti-izimlere karşı pekte demokratik değiliz.

Demek ki, demokrasimiz sadece "Dar Alanda Kısa Paslar" yaptığımız kişilereymiş.

Sadece işimize geldiğinde demokratiklikten dem vuruyormuşuz, işimize gelmediğinde bazılarını kolaylıkla aforoz edebiliyormuşuz. Bunun sebebini açıklayabilecek biri var mı içimizde?

Bir başka ilginçlik ise enstrümanlarda, biri Boru çalıyor biri Tef. Bazılarına Boru, bazılarına da Tef hoş gelmekte. Biri Kürt ulusal hareketi diyor, diğeri Osmanlı. Al birini vur ötekine. Hangisini kendimize örnek alacağız?

Açıklayabilecek olan var mı? Burada şimdi gerçekten çok ilginç sonuçlar çıkmaya başladı.

Bakalım daha neler çıkacak? Merakla bekliyoruz.

Selamlarımla.



Cemil
28.07.2006

Sayın Talebe merhaba,

Şayet sitede yazılarınıza devam ederseniz, müsaadenizle çeşitli zaman ve konularda bilgi ve düşüncelerinizden istifade etmek amacıyla size baş vurabilir miyim?

Örneğin: Ulusal kurtuluşumuz anlamına gelen "Dönüş" hareketine zarar verecek davranışlar nelerdir?

Sayın Talebe, ben kendi adıma sizin halkımıza gerçekten çok ama, çok faydalı olabilecek bir hemsehrimiz olduğunuzu düşündüğümü bilmenizi isterim.

Saygılarımla.



Keç Süleyman Yavuz
29.07.2006

Doğru konuda iletişim; söylem ve tarzı ne denli yanlış olursa olsun, bu başlıkta görüldüğü gibi toparlıyor söylemleri. Sonuç ortada kişilikli yazılar ve yorumlar.

İşte budur aslolan.

Aradaki boş söylemlerin nasıl havaya uçtuğu gerçeği, ağır ağır hissettiriyor kendini. Sadece ''vay anasını ne demek ulen'' demek hiçbir anlam ifade etmiyor. İsyanımda bunadır.

Bir soru geldi arada, son otuz yıla dair. Bu çok önemli ve sürekli sorulması gereken sorudur. Okuyun lütfen soruyu. ''Evet çözüm dönüş ama çok ilginçtir ki sadece çözümün adı var. Bir türlü içi doldurulmuyor.''

Tam otuz yıldır bu sorunun cevabını bende arıyorum, bugün dahil. Sovyet sosyalizmi varken söylemi kolaydı, eylemi zordu, şimdi eylemi kolay, söylemde tık yok. Ajitasyondan gayrı. İşte böyle sorarlar adama, yıkımlara, acılara, sebep alt yapısız söylemin hesabını. Nasıl verilecek bu hesap? Çifte vatandaşlık olgusunun saklandığı, sumen altı edildiği zamanlarda neredeydi bu söylemciler? Neden kimseler duymadı? Tüm kurumlarımız ihanet ve hıyanet içinde miydi? Gidenler sanırım, kaç gece kabusla yataklarından fırladılar. Bu muydu diye (!) yalnızlıklarından, bırakılışlarından.

Zor soru bu, cevaplaması sorudan zor. Nasıl olacak bu dönüş. İşte zurnanın, zurt dediği nokta. Belki de o denli zor değil, bu da zurnanın zart dediği nokta. Tek kural var; o da her fırsatta vatanınızı ziyaret, oradakilerle kuracağınız iletişimler ve ekonomik bireysel tespitler. Eğer hiç gitmediyseniz, görmediyseniz lütfen fikir üretmeyin. Gidin dağına taşına, kurduna kuşuna demeden, gezin görün kavramaya çalışın. En doğru teori en doğru pratik içinde gelişir saptamasını lütfen unutmayın.

Ahkam kestiğiniz bilgisayarınıza ödediğiniz ücrete, çok rahat gidip gelirsiniz. Görmek bilmektir, duymak saplanmaktır. Hemen siz sormadan ben söyleyeyim. ''Ne işin var burada, o kadar çok biliyorsan'' derseniz, eğer. Yıllarım günü kurtarma kavgası ile geçti. İlk başımı kaldırdığımda, ilk işim vatanımla ve insanımla ekonomik ilişki kurmak oldu ve bu çok yakın tarihe tekabül etmekte. Çok doğru tutarlı ilişkiler içerisinde devam etmekteyim bu duruma. Yerküre ufaldı, Kafkasya şurası, hele hele internet size, burnunuzdan yakın. Yoksa oradan iletişiminiz, gitmiyorsanız gezmeye dahi ben sizlere ne anlatayım? Siz nasıl kendinizi rahat hissediyorsunuz. Kim ne anlatırsa boştur oralarda olmadığı sürece. En doğru teori,en doğru pratik içinde gelişir. En doğru pratik en doğru teoriyi geliştirir. (Tupamarolar) Bireysel derdim değil kimse.

Aslolan mensubu olduğum halkımdır. Halkımın sorunudur, yani benim sorunumdur birey olarak, halkıma dair. Çözüm yeri diaspora değil oradadır, ne denli müdahil olunacağı oradan geçer.

Sevgi ve selamlarımla.


Gönen-Abzegh
29.07.2006

Yazın ifadelerde örneklendirme-örnek verme ne kadar mantıklıysa bizim içinde meselenin daha iyi anlaşılması adına verilen örnekler, bilimsen (kimya alanında) ispatlar için değil meselenin daha iyi kavranması içindir. Bunula birlikte örneklerin meseleyi izah etmede yetersiz olduğunu düşünüyorsanız, örneklerin üzerini kapatıverirsiniz. Ama diyorsanız ki meselenin bizatihi kendisi yanlıştır “yanlış şeylerde söylese” şeklinde kılçık atmakla değil doğrusunu izah etmekle meseleyi çözersiniz.

Tarihi Rus düşmanlığı olayını da şöyle düzeltelim. Dış politika konusunda, Kafkas sorunuyla alakalı olarak (konumuzla ilgili olduğu için) çelik yumruğunun altında öğütülmeyi bekleyen konular manzumesi diye düzeltme yapalım ve dahi, Çarlık Rusya'sı-sovyet Rusya'sı gibi yönetimsel ve her türlü değişik yapılanmayı ve dış politikadaki farklı uygulamaları belirtirken, havadaki çelik yumruğun bazen kafamıza inecek bir çekiç bazen balyoz oluşu gibi farklılıkları iyi belirtelim ve dahi şunun için iyi belirtelim ki, milletimizi zulme-sürgüne mecbur bırakan bu Rus vahşeti kısa bir zaman sonra sosyalist Rus devletine dönüşecek dünyanın tüm halkları için mutluluğunun reçetesini sunarken (reçetenin üzerindeki kezzabı ilacı okumak istemeyenler örneği kapatsın) dönüştürme-asimile programlarını uygulama aşamasında katlettiği milyonlarca insanın kanını kadehlerce içecektir.

Bu anlamda Lenin'in uyguladığı çekiç politikası ile Çarlık Rusya'sının ya da Rusya Federasyonu'nun uyguladığı balyoz politikası arasında sıklet farkı var ki, vardır bu sadece Lenin'le açıklanamayacak sosyalist Rus dış politikasının daha masum olduğu gerçeğini değiştirir mi, asla. Dolayısıyla kardeş kardeşi hem döver hem sever hem katleder anlayışını benimsemiş sosyalist Rusya'ya bizim bakış açımızda artık değişmelidir. Bu değişime ayak uydurabilen anlayışın 80 yıllık koskoca bir Sovyet sosyalizmi tecrübesinin karşısında saygıdan dizlerinin bağı çözülürken, aşırı iştahtan dolayı kafaya diktiği ilacın (reçetede yazılı olan ilaç) şişesini de yutup, ilacın hafıza kaybına sebep olması gibi bir yan etkisinin bulunduğunu, bize ispatlamıştır. Çarlık Rusya ile Sovyet Rusya arasındaki dış politika farklılıklarının sosyalist rusya lehine daha da vahşice uygulandığı halde ideolojik sebeplerden dolayı sosyalist Rusya'ya sempati duyulmuş ama bu sempatinin sürgün gerçeğine indirdiği balta darbeleri altında unutulmaması (hafıza kaybı sonucu) gereken bir gerçek can vermiştir.

Daha önce sorduğumuz sorulara cevaplar verilmediği gibi verilen bazı cevaplarda da gösterilen çareler hiçbir çözüme matuf değil, dolayısıyla bu mesele derinlemesine ele alınmamalı sadece başlıklar şeklinde geliştirilmeli. Dinin, Çerkes gibi yorumlandığına şahit olduk. Bu arada şunu belirtelim kadınla erkeğin eşit olduğunu bir beyefendinin söylemesi bayanlar tarafından takdirle karşılanmalı. Ülkemizde bu gelenek çok yaygın değildir ama meseleyi bilenler, karşısında oynayacak bir bayan bulamayan bir beyin içinde düşeceği hal ile zaten elde-avuçta kalmış bir avuç Çerkes adetinin, kadın erkek eşitliğini ortadan kaldırarak, dinin değiştirici etkisi altında köküne dinamit yerleştireceğini anlamaktalar. Dolayısıyla, dini Çerkes gibi yorumlama, geçmişten buyana bir türlü hesaplaşama sonucu halledilememiş ve ortaya çıkardığı zaaflarla yaşayan ve yukarda nasıl olması gerektiği yanlış-eksik tespit edilmiş yöntemlerle açıklanamaz. Dinin Çerkes gibi yorumlandığı yanlışı ile birlikte, Çerkeslik deyince belli folklorik özellikleri anlayan, içinde hissettiği her boşluğun adetlerle doldurulacağını uman, sosyal hayata tutunma çabasında her başarısızlığın hem kişiliği hem Çerkesliği yerden yere vurduğunu anlamayan, tüm sorunların adetleri yaşayarak çözüleceğini ya da ana yurda gidildiğinde meselenin biteceğini zanneden, hatta Kafdağı'nın ardındaki ülkeye gitme özlemiyle yapılması gereken şeylerin heyecanını bu özleme kurban eden ve yapılabilecek şeyleri erteleyen, Çerkes isem şu an Çerkes'im göç ülkesine gittiğimde sihirli bir değnek başıma değmeyecek gerçeği söyleyemeyen, sürgünün kodlarını çözemeyen, dolayısıyla sürgün sonrası reel stratejiler üretemeyen, meseleyi dünya konjektöründe değerlendiremeyen, değerlendirse de politika üretebilecek yetkiye sahip olmayan bu anlayış elbette olanı nasıl göremiyorsa, dini dahi görmek istediği gibi görmekte. Bu anlayış, çizmiş olduğu kalıpların dışında bir insan tipini kabul etmeyerek, insana göre elbise değil elbiseye göre insan modelini benimseyip elbiseyi insana oldurmak için dikiş-nakış yerine insanın kolunu bacağını kısaltmaya-uzatmaya çalışarak meseleyi çözmeye çalışırken Çerkeslerin din retoriğini hayatlarına tatbik etmede, bu yöntemi reva görmekte. Adetlerin içine dini sokuşturmaya çalışırken de budadığı gerçekleri görememekte. Sivil örgütlenmelerin tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de dindar kişilerce uygulanan yasal bir yol olduğu gerçeği ve din deyince akla El-Kaide, Cemalettin Kaplan gibi oluşumlar dışında hiçbir şey gelmeyen düşüncelerle bu meselenin ehil kişilerce derinlemesine tahlil edilemeyeceği, tartışmalara kurban gideceği, düşünüldüğünden burada kesiyoruz.


Mahmut Bağ
29.07.2006

Selamlar!

Sayın Cemil, Şeyh Mansur'un kimliğine dair yazıyı "Neue Solidarität Sonderdruck Dezember 1999" adlı Almanca dergideki "David Urquharts Heiliger Krieg" adlı makaleden aldım. Derginin bu sayısı üzerinden daha başka kaynaklara da ulaşılabilir.

Sayın Mehmet, vatana dönüşte yaşanabilecek sorunlara değinerek bunların zorluklarını dile getirmekte. Dönüsün gerçekleşmesinde sorunların bu yazıda aktarılandan çok çok daha fazla olacağını ve bunları aşmak zorunda olduğumuzu bilmeliyiz.

"Wer kämpft, kann verlieren; Wer nicht kämpft, hat schon verloren - Mücadele eden kaybedebilir; Mücadele etmeyen kaybetmiştir."
B. Brecht'in burada dile getirdiği gibi mücadele etmekten başka bir çaremiz olmadığını düşünüyorum.

Sayın Talebe; İngiliz, Osmanlı ve Polanyalıların Çerkesler arasındaki faaliyetlerini anlatırken demek istediğim, "bizi bunlar sürdürdüler değildir": İfade etmek istediğim Çerkesler arasında herkesin kendi çıkarlarını korumak için faaliyette bulunduğuydu ve bizimde bunların üzerimizde oynadıkları oyunları boşa çıkaracak politikalar geliştiremediğimizdi.

Tabii ki savaş bittikten sonrada Osmanlı ve İngilizlerin oyunları devam etmiş ve bu oyunları bozacak politikaları geliştiremememizi vatanımızı kaybetmekle ödemiş olduk. Sizinde bahsettiğiniz bugünde oynanan oyunları bozacak politikaları geliştirebilmek umuduyla.

Kalın sağlıcakla.




Meshpev
29.07.2006

Kendi tarihimizi nasıl basite indirgediğimizi ve çeşitli evreleri olan mücadele tarihimizi kendi kendimize nasıl hafife aldığımızı hayretler içinde izliyorum.

Bu mücadelenin din eksenli olduğu ve Çerkeslerin sadece kullanıldıkları için savaştığı ve göç ettirildiği iddiası ne şekilde tanımlanabilir bilmiyorum. İşbirlikçilikten bahseden insanların, bir zamanlar Rus şovenizmini bertaraf edememiş sosyalist rejiminin, bir zamanlar katlettikleri Çerkeslere onları neden katlettiklerini anlatan tarih kitaplarında veya eğitim müfredatında geçenleri birebir burada aktarması ile ilgili yorumsuz kalmak daha sağlıklı olacaktır.

Ancak, yorumsuz kalınamayacak çok şey var. Kendi tarihini magazinselleştiren bir toplum ne kadar varlığını sürdürebilir? Öyle ki, yazan insanın bile tamamen bir iddia olduğunu belirterek aktardığı bilgilerin veya rivayetlerin, pek bilinmediği düşünülerek birebir kesin tarihi veri olarak verilmesine ne demeli?

J. F. Baddeley’in İmam Mansur’un maceraperest bir Dominik papazı olan Battista Boetti olduğu hatta Kafkasya’ya çıkmadan önce heyecan olsun diye Kürt isyanına önayak olmaya çalıştığı v.s gibi iddialarını yazan insan bile birer ‘’iddia’’ olduğunu belirtirken ‘’haklı çıkalım da nasıl olursa olsun’’ huyumuzdan vazgeçemeyip tarihimize kesin veri olarak yamamak bize ne kazandırır onu anlamıyorum. Tarihe magazin penceresinden bakmak klasik huyumuzdur zaten Atlantis Uygarlığı Çerkes'miş, Tuareglerde Çerkes'miş, Anaç Dil Abazaca'ymış, Hz. İbrahim’de bizdenmiş v.s v.s

Dökülen kanların muhasebesini tutup, onlardan övünç kaynağı çıkarmaya her zaman karşıyımdır ama en azından o insanların mücadelelerinin bu derece basite indirgenip, kullanılma, işbirlikçilik v.s gibi tanımlamalar yapılmasını talihsizlik olarak nitelendiriyorum. Saygıyı hak eden bu mücadeleyi, savundukları fikirlerin babası olarak nitelendirilen Karl Marks bile dünyaya örnek olarak gösterirken bizim kendi tarihimizi çürütmeye çalışmamızı anlayamıyorum.

Ayrıca Çerkeslerin Çeçenler ve Dağıstanlılara oranla çok daha kalabalık olduğu Şamil’in halkını kırdırmamak için teslim olduğu İslamiyet'in Çeçenler ve Dağıstanlılar arasında daha yaygın olmasına rağmen pek göç vermedikleri iddiası var.

1) Şamil’in her şeyin sonunun geldiğini anlayınca naibi M. Emin’e haber göndererek Çerkesler arasına gitmenin nasıl bir fikir olduğunu sorduğu ve M. Emin’in bunun iyi bir fikir olmadığı cevabıyla artık Şamil’den bağımsız kalacağının, yani benden sana fayda yok dedikten sonra 1859'da teslim olduğunu hatırlatırım.

2) Bir süre sonra M. Eminin’de sonu görerek teslim olduktan sonra oluşturulan halk meclisini hatırlatırım. Bu meclisin toplanmasında David Uruquart’ın ve diğerlerinin çalışmalarının da etkili olması inkar edilemez fakat Çerkeslerin mücadelesi Rusya’nın rakipleri olan İngiltere ve Osmanlı’nın dikkatini çekmişse bu mücadele zaten varken istifade edilmek istediğinin ispatıdır. Bu bir siyasettir Rusya Çerkesya'yı keşfederken Altınordu'nun hizmetindeydi ama iyi bir siyasetle tüm bölgenin hakimi olmuşsa bu siyasetinin ve çıkarlarını iyi gözetmesinin sonucudur. Dolayısıyla Çerkeslerin çıkarları itibariyle Osmanlı ve İngiltere'nin yardımını kabul etmesi işbirliği değil ‘’siyasettir’’ devlet diplomasisi ile delikanlılık raconu ayrı şeylerdir, Çerkes önderleri ‘’hayır biz kendi kılıçlarımızdan başkasına güvenmiyoruz, kendi meselemizi kendimiz çözeriz’’ mi diyeceklerdi? Bir umut şanslarını denemişler mücadelelerine farklı bir ivme kazandırmak istemişlerdir. Bunun dışında sırf işbirliği yapmış olalım diye işbirliği yapılmış değildir.

3) Kbaada, Hodz’u hatırlatırım öleceklerini bile bile savaş alanına giren teslim olanları bile katledilen binlerce kişinin hepsi Müslüman mıydı?

4) Ruslar tarafından serbest bırakılır bırakılmaz Osmanlı Padişahı'na giden Şeyh Şamil’in sırf kendi halkını kırdırmamak için teslim olduğu ve kullanılanların Çerkesler olduğu teorisinin bu İstanbul ziyareti ile kıyaslandığında son durum nedir? Evet Şeyh Şamil’in İstanbul'a saraya gitmesinin hiçbir sakıncası yoktur. Sonuçta aynı dine inanan bir padişahın, yardımları bazen de kendilerine karşı hataları olan ülkesine gitmiş. Bunda bence sorun yok ama komplo teoricilerimiz bu duruma ne der onu merak ediyorum, Lawrence birdi iki mi oldu? Şeyh Şamil için bile İngiliz ajanı dendiği oldu. Bu iddiaları hatırlatırım.

5) Hac ibadetinden sonra onca mücadele ettiği vatanına dönmeyen Şamil’in bu tavrını komplo teoricileri nasıl değerlendirir? Bana sorarsanız; özgürlüğü için savaştığı bir ülkenin esaret altındaki halini görmek istememek ama teoricilerimiz ne düşünür bilemem.

Sayın çok çağdaş, çok demokratik Çerkesler; kimse, kimsenin fikrine müdahale etme hakkına sahip değil çağdaş, yobaz, demokrat veya ateist, bizi bir arada tutan kavram Çerkeşlikse bunun etrafında toplanmak ve toplumsal yapılanmaya faydası olacak siyasi birliği buna göre güncellemek gerekirken biz tam tersini yapmaya çalışıyoruz. Bazı kavramlar ortaya atıp Çerkesliği bunlara göre şekillendirmek istiyoruz. Bunun hengamesi ile bölünmüş olmak bir yandan, tepkisel olarak apolitize olmak bir yandan, türlü türlü zararını çekiyoruz. Siz tarihten bir kök, bir temel silsilesini devralmış emanetçilersiniz adı olan bir halkınız ve binlerce yıllık bir kültür bakiyeniz var.

Siz bir kavram veya rejim tanımı yapıp buna göre Çerkesliği şekillendirmek isterseniz, sonuç hüsran ve parçalanmışlık olur.  Ancak ana parametre olarak kendi değerlerinizi koyup, alt başlıklar olarak dünya düzeninde var olan ve diğer toplumlarda sonucu müspet olan sosyal yapılanmaları sistemli bir şekilde tatbik ederseniz ve kendi değerlerinizi göz ardı etmeden bunları sosyal hayatınız ve siyasi yapınıza güncellemelerle entegre ederseniz, kazanan siz ve biz oluruz. Aksi takdirde tüm gelişmemiş toplumlarda olduğu gibi ‘’aşı tutmaz’’, tıpkı antibiyotik aşısı öncesi alerjiye karşı analiz yapıldığı gibi önce kendinizi tartmalı size dayatılmış şeyleri değil size faydalı olacak olanları özümsemelisiniz. Yoksa ‘’herkeste var bizde yok’’ sığlığıyla sırtlanılan hiçbir düşüncenin rejimin bize faydası olmaz.

Yahudilerin toplumsallaşmasını örnek alırsak bize iyi bir ders olacaktır. E şimdi bizde mi arz-ı mevduda inanalım Filistin'de toprak satın alıp çoğalalım diye birebir kopya almak, sosyalizm radikal İslam veya radikal dincilik, demokrasi v.s gibi kavramların hangisine inanıyorsanız inanın farklı olmayacaktır. Hazmetmeden, kendi değerlerine göre şekillendirip güncellemeden aldığınız, özümsediğiniz kesinlikle hüsran ve fiyasko yığınından başka bir şey olmaz... Örneğin dizel yakıtla çalışan bir arabaya süper benzin koymak gibi bir durum. Sizin sisteminiz neyi kaldır, yapınız neyi kaldırır? Toplumsal değer bakiyeniz ne derece etkin, ne derece hayati? Bunları göz önünde bulundurmadan, tepeden inme paketleme sistemlerle ‘’bir de buna bakalım’’ acemiliğine düşmek; hesaplanmamış bir çok sorunu -hatta felaketi- yanında getirir.

Peki nedir bu dolaylı olarak dayatılan kavramlar?

Laiklik, çağdaşlık, terörizm, liberalizm, demokrasi, ırkçılık, hümanizm v.s.

Bunlar gelişmiş toplumlarda geniş bir uygulama alanı bulabilir. Halkın eğitim seviyesi, refah düzeyine paralel olarak bahsi geçen kavramların amaçladığı insani şartlara ayarlanabilir. Tüm bu kavramlar insanlar tarafından, insanlar için oluşturulmuştur. Kimine göre terörizm diye nitelendirilen şey başkasına göre direniştir. Bu kavramları meydana getiren şeyler toplumların ihtiyaçlarıdır. Hiç kimse önce kavramı kelime, olarak ortaya koyup, içini fikirler sistematiğiyle doldurmaz. Dünya üzerinde refah düzeyi yüksek toplumlarda demokrasi, rönesans, sanayi devrimi, v.s gibi gelişmelerle oluşmuş kronolojik şekillenme ve sistemleşme görülürken. Bizde direkt ‘’Batılılaşma’’ gibi eziklik ve kompleksle bezenmiş bir noktadan yola çıkılmış olmasının getirdiği acemilik ve eline yüzüne bulaştırma durumu var.

Bu ve benzeri fikir sistemleri genelde içi başkaları tarafından doldurulmuş, tanımının çerçeveleri dünya düzeninde hakim olan güçler tarafından çizilmiş oluyor. Ve gelişmemiş toplumlarda bu kavramların uygulayıcıları veya dayatıcıları infaz memuru psikolojisiyle halkın durumunu değerlerini refah düzeyini eğitim düzeyini göze almaksızın dayattıkça dayatıyorlar, insanların yüzyıllardır geçirdiği veya geçiremediği sosyal gelişme zerre kadar göz önüne alınmadan bir robotun beynine parametreler yükler gibi bu kavramlar zerk edilmeye çalışılıyor.

Bu kavramlar ortaya koyanların adıyla değil de, güç sahibi kişiler, rejimler ve ülkelerin istekleri ve çıkarları doğrultusunda şekil alıyor. Gücü elinde bulunduran bu çevreler istedikleri dünya düzeninin infaz memurlarına bu şekilde bir şablon veriyorlar. Genel dünya düzeninde güncellenmesi sadece güçlü olanlar tarafından mümkün olan ve güçlü olanların şekillendirebildiği tabulaşan eleştirilmezleşen insanı değerlerin en üst noktası olarak empoze edilen bu kavramlar karşısında aksi fikir ve yaşantı tarzı ‘’kötü, gerici, habis, gayri insani’’ oldukları imajı ile bilinçaltlarına çizilerek tercih hakkını, sistemli bir şekilde oluşturulan veya güç odaklarının çıkarları doğrultusunda şekillendirilen ‘’kabul gören’’ şartlardan yana kullanmak zorunda bırakılmış toplumlar oluşturuluyor. Direkt değil de; oluşturulan şartlar ve kabul gören kavramlarla toplumun hiçbir düzenini, örfünü, adetini, tarihini, kimliğini göz önüne almaksızın sorun teşkil etmeyecek ve sistemin bir parçası olabilecek bireyler yetiştiriliyor. Tıpkı büyük sistem sosyalizmin (!) 70 sene boyunca Votka'yı sisteminin hayat suyu yapıp, insanların beynini uyuşturması gibi, tenekeyi ısıtıp çıkan boyasını Votka yerine içmeyi içine sindirebilecek kadar beyni uyuşan Kızılordu askerleri o yüzden 5-7 sene boyunca askerlik yaptırılabildi.

Biz yok olmadıysak, Votka yüzündendir, diyen Çerkesler her yönden inanılmaz bir baskı altındayken sabah kahvaltılarında bile Votka içebilecek kadar serbest ve istekli olabilecek gibi neden içkiye ve amaçsız bir hayata teşvik edilmişlerdi? Alman ordularının önüne sadece set olmak üzere yem olarak atılan binlerce köylü sosyalizm çarkını kanlarıyla döndüren birer piyon olmak yerine yobaz veya gerici ya da çok ilerici ve çağdaş olsalardı ne fark edecekti? Hiç… Onlar ölü ya da sağ sisteme lazım olabilecek bireylerdi lazım oldukları yer Alman tanklarının önü olduğu için oraya atıldılar. Sağ olanları votka içen iyi birer yoldaş oldular. (Olması gerektiği gibi.)

ALINTI: Beni bir Çerkes'in dini ilgilendirmiyor. Dinsizliği de ilgilendirmiyor. Düşmanını dostunu hangi kritere göre değerlendiriyor ona bakmak lazım’’. Düşman, düşman arama, dış düşman, iç düşman, geçmişteki düşman, gelecekteki düşman.

Şovenizm veya baskıcı rejimlerin kronik huyudur bu. Kitleleri bir arada tutmak ve onları çıkarları doğrultusunda yönlendirmek isteyen rejimlerin topluma bir korku, paranoya yayıp bu tehlikelere karşı kendisini ve kendisinin değerlerini garantör kılması devam ede gelmiş dünya düzeninin bir parçasıdır. En basit örneği ABD’nin yönlendirmeleriyle 1950'lerden başlayan ve yer yer komik bir hal alan Türkiye’deki komünizmle mücadele, hatta ben çocukluğumdan hatırlıyorum ‘’bugün Sovyetler savaş kararı almış, ilk başta da bizim Kayseri'yi vuracakmış, burası çok önemliymiş onlar için çünkü Türkiye’nin tam ortası’’ gibi direkt devlet tarafından yönlendirilen asparagas söylentilerle komünizmle mücadele ediliyordu.

Halka bırakılan komünist intibası yer yer hakaret edileceğinde ‘’komünist’’ denebilecek kadar menfiydi. Komünizm rejiminde yaşayan insanlarda kendilerini dünyanın en refah en ileri toplumu olarak biliyordu hatta öyle ki Türkiye’deki insanları insan yiyen ilkel insanlar olarak bilenleri vardı. (Canlı örneğine şahit oldum birebir dinledim.) Yukarıda da; minyatür olmaktan öteye gidemeyecek, Çerkesler arasında oluşturulması düşünülen çağdaş (!) fikir ve icraat sistemi de, savunucularının amaçları doğrultusunda benzeri bir şekilde gündeme getiriliyor.

Düşman, gerici v.s gibi tanımlamalar bilinçaltlarında kıyas ettirildikten sonra, önerilen sistem veya fikriyatın müspet noktaları destansı bir şekilde anlatılarak dost ve düşman ayrıştırmasından rakamsal üstünlük kurmuş vaziyette çıkılmak isteniyor. Ama mutlaka bir düşman olmalı düşman olmazsa yandaş olmaz. Düşman….

Peki neden bir düşmanımız olması gerekiyor? Rusların düşman olmadıklarını, ‘’sırf sözlerini tutmak için’’ Kafkasya dağlarını kana boğan ‘’dürüst’’ savaşçılar olduklarını varsayalım. Ve düşman değillerdi (!) Osmanlı çıkarları söz konusu olunca bizi sürgün ettirdi diyelim. Buraya kadar hafızamızı ve tarihimizi bir çırpıda sıfırladık, peki şimdi bize neden bir düşman lazım? Ve neden bir Çerkes'in düşmanı, diğerine dost olabiliyor. Veya dostu düşman, durum bu kadar kötüyse ve bizi bir arada tutan kavram (Çerkes olmak) tercihlerimizi yaparken bu derece önemsizleştiyse.
Herhangi bir dost veya düşman yüzünden ondan vazgeçebileceksek Çerkes olmanın anlamı ne?

Kısacası Çerkeslik mutasyon geçirmiş bir ucubeye döndürülmek isteniyor ‘’ilerici yobazlık’’ denilebilecek bir tutumla yaşadığımız ülkede yaşanan sorunların minyatürleri bize yansıtılmaya çalışılıyor. İslamiyet’e cebren suç bulunabiliyor ‘’türban denen örtü’’ diyerek insanların uhrevi inançlarına kılıf biçme ve basitçe eleştirip fişleme çağdaşlığın ve çağdaşlık için mücadelenin gereği zannediliyor.

Bunları bırakıp akıl, mantık ve dünya düzenine uygun bir şekilde toplumsallaşmak gerekiyor. Bunu birbirimizin dostu veya düşmanı üzerinden değil de, birbirimizi düşünerek yapalım. Siyasallaşmaysa; bize en uygununu toplumsal uzlaşıyla sağlamak gerekir. Yoksa dayatılan hiçbir fikir bütünü sağlıklı sonuç vermeyecektir.

Saygılarımla.

 

Mahmut Bag
01.08.2006

Selamlar,

Sayın Cemil,

Şeyh Mensur hakkındaki bilgilere " Neue Solidarität Sonderdruck Dezember 1999" adlı dergide ulaşabilirsiniz. Burada ek kaynaklarda verilmiştir.

Sayın Talebe, yazımda söylemek istediğim söz konusu güçlerin vatanımızdan sürülmemizin sorumlusu oldukları değil, bu güçlerin kendi çıkarları peşinden koştukları ve bizim bunların oyunlarını bozamadığımızdı.

Sayın Meshpev'in olayları istediği gibi algılayarak, hoşuna gitmeyen noktaları görmezden gelerek, Votka, padişah, Şamil vs konularındaki duygularını, tarihi gerçeklikler olarak sunduğu yazısına söylenebilecek fazla bir şey yok.

Bu forumun konusu Yeldar kardeşimizin varlık mücadelemizdeki sorunlarımıza somut çözümler üretebilmek amacıyla, bu mücadelenin önünde engel olarak gördüğü gerici-işbirlikçi unsurlardan arındırılmış yapılanmalara davetiydi.

Bende tarihten, gönümüzden, örgütlenmelerimizin yapılarından verdiğim örneklerle görüşlerini paylaştığımı ifade ettim. Fakat başından beri konunun başka noktalara çekilmek istendiğini ve konu hakkında birçoğumuzun net olarak hiçbir şeyin söylenmediğini ifade edebilirim. Bir yere varmak istiyorsak buradaki konumuz "dönüşçü yapılanma" hakkındaki görüşlerimizi gerekçeleriyle, konuyu dağıtmadan net bir şekilde ortaya koymamız gerekmektedir. Böylece kimlerin ne istediği somut olarak ortaya konmuş ve aynı amaçları olan kişilerin, kösteklerinden kurtularak amaçları doğrultusunda güç birliği yaprak verimli bir şekilde çalışmalarının önü acilmiş olur.

Sağlıcakla.


 

Lışe
01.08.2006

Yani öyle bir çağrı yapmışsınız ki, sanki siyasi parti kuruyorsunuz...

Şu sitedeki insanlar ne için buraları ziyaret ediyor, sizin çağrınız ne amaç güdüyor anlaşılır gibi değil... Buralar siyaset yapılacak mekanlar değil bence. Herkesin kendi dünya görüşü farklı olacak. Bizim Çerkes olmamız ortak noktamız. Her dünya görüşüne sahip insanımızı birleştirecek çok güçlü gelenek göreneğimiz var. Anavatana giderken sadece kendiniz gibi dünya görüşü olanları mı götürmeyi düşünüyorsunuz? Hakiki bir Çerkes'le ben her şeyimi paylaşabileceğime inanıyorum dünya görüşü ne olursa olsun. Yeter ki, bizim kültürümüzle yoğrulmuş olsun...

 

Gönen-Abzegh
01.08.2006

Tüm Çerkesler hepsi aynı olmadığı için her meseleye de aynı zaviyeden bakamazlar dolayısıyla Çerkesler içinde değişik dine-ideolojiye-vs. farklılıklara mensup insanlar mevcuttur. Yeri gelmişken dost-düşman ya da ille de bir düşman olmalı mı sorusuna da değinelim. Mesele sadece kelimelerin anlamında saklı dost-düşman yerine siz menfaat-menfaat uyuşmazlığı gibi kelimeleri ikame ederseniz gri-flu tablo biraz daha netleşir.

Çeçen-Rus çatışmasında menfaatlerin çatışması gibi menfaatlerin çatıştığı yerde düşmanlık, çatışmadığı yerde en asgari dostluk ortaya çıkıyor. İlle de bir düşman olmalı mı? Sorusunun yerine hep menfaatler örtüşür mü? Sorusunu sorarsak mesele daha iyi anlaşılacaktır. Bu soruya elbette menfaatler örtüşmüyor ya da her zaman örtüşmüyor diye cevap verilebilir. Kendi zaviyemizden bakarsak tüm Çerkeslerin ana yurda dönmesi ve tam bağımsızlık altında bunun gerçekleşmesi ile Rusya'nın bunu menfaatleri açısından tehdit algılayıp-algılamaması arasında menfaatler arası örtüşme önemli. Geçmişte bir menfaat uyuşmazlığı yüzünden topraklarımızdan ayrılmak zorunda kaldık Rusların sıcak denizlere inme çabası ile bizim topraklarımızı terk etmek istemeyişimiz hep bir menfaat çatışmasının sonucunda gerçekleşmiştir. Bugünün şartlarında dahi menfaat örtüşmesi mümkün değildir. Menfaatlerinizi dayatmak için ciddi sorunları göze almanız gerekmekte. Şimdi hem böle bir amacınız varken ille de düşmanımız olmalı mı diye sorarsanız sizin ille de menfaatlerinizin olması gerçeği tartışmalı hale gelir. Sizin anayurda dönme isteğiniz devam ettiği sürece Rusya ile menfaatleriniz çatışacaktır. Rusya istediğiniz tüm şartları kendi aleyhine menfaatlerini geri çekerek kabul ederse sizinde düşmanlık duymanıza gerek kalmaz.

Bugün Filistin de olan sadece iki milletin menfaat-menfaat uyuşmazlığı çerçevesinde değerlendirilse de orantısızlığın insanlar üzerinde oluşturduğu travma o kadar basit açıklanamaz. İnsan için kaybettiği şey ne kadar büyükse acısı da o kadar derin oluyor ve insanlar-toplumlar, masa başında yapılan menfaat hesaplarının yeri geldiğinde üzerinin çizilebilmesi gibi içlerindeki acıları silip-çizip atamıyorlar. Bu arada bizim kaybettiğimiz şeylere karşı bu duyarsızlığımızı nereye sığdırmalı onu da umuma havale ediyoruz. Milletimiz kimsenin topraklarında gözü olmamış ne sıcak denizlere inmek istemişler ne de Osmanlı'ya yerleşmek ama gün gelmiş Rusların menfaatlerine karşı her milletin göstereceği asgari menfaatler için savaşmak zorunda kalmışlar bugün dahi bu savaş değişik boyutlarda devam etmekte Rusya süreç içindeki misyonunu hiç unutmadı rejimler değişse de menfaatleri hep aleyhimize gelişti ve gelişe gelişe bugüne kadar geldi peki bizim sadece topraklarımızı savunmak olan, kaybettiğimizde de geri almak olması gereken ya da buna yönelik çabalardan müteşekkil misyonumuza, ne oldu?(öle bir misyonumuz hiç olmadı ama varolan misyonumuzu da yazıp can sıkmayalım) Bundan kastımız tankla tüfekle mücadele değil ya da gidip toprak satın almak da değil ama M. Akif'in bir mısrasında dediği kadar “ağlayamassın bari gülmekten utan” bile olmayan duyarsızlığımızla, karşımızdakini düşman algılamasak ne olacak menfaat hesabı gütsek ne çıkacak.

Onların yaşamının başladığı yerde senin can damarlarına ot tıkanıyor şimdi ister düşman olarak algılama istersen menfaatlerimizin örtüşmediği millet de. Gerici işbirlikçi diyerek geçmişi ve dahi bugüne sıkılan kurşunların hedefi belli olmadığı için geçmişte ve dahi bugün de yaşamış-yaşayan bir çok insanı yaraladığı, ideolojik kimlik tespitinden sonra zıt kutupların Çerkeslik mücadelesi yapamayacağı, gerici-işbirlikçi sınıf ile ideolojik kimlik arasında hiçbir sınıfa yaşam hakkı tanımayarak aradaki sınıfları kendi bünyesine de dahil etmediği için gerici–işbirlikçi sınıfa ittiği defalarca yazılmış gelen tepkiler de rahatsızlığı ortaya koymuş. Bununla birlikte denetim kurulu uyarılmış ayrılıkları kaşıyarak bir yere varılamayacağı belirtilmiş tüm ısrarlara rağmen mesele kişisel özgürlükler bağlamında alkışlar altında devam ettirilmiştir. En sonunda denmiştir ki farklılıkları kaşıyarak bütünlüğün zedelenmesi rağmen bunlara izin verildiğinden bu olayı etkinlikler hanenize katınız. Doğal olarak düşünülmüş tüm Çerkes sorunları içinde daha büyük olduğuna inandığımız sorunlar yanında işbirlikçi-gerici Çerkes yapılanması diye bir sorun tarihi süreçte göz önünde bulundurulduğunda, nasıl oluyor da en büyük sorun olabiliyor ve bu sorunu teşkil eden kişiler kim, amaçları ne?

Daha sonraki yazılarda ortaya çıkıyor ve deniyor ki; İngiliz Osmanlı ve bu yolda dinin kullanılmasıyla işbirlikçi-gerici Çerkes yapılanması ortaya çıkmış v.s. Bu tartışmalar hep 0smanlı-din-sürgün üçleminde yorumlayan kişilerin düşünce yapısına göre değişmiştir. Dinden nefret edenler Osmanlı'dan da nefret etmiş, hatta sürgünü Osmanlı'ya dayandırma aymazlığına dahi düşmüşlerdir. (Osmanlı'dan başka gidilebilecek bir ülke ismi sormuştuk fakat hiç cevap gelmedi. Çünkü cevap şudur; 1917-1864=53 yaklaşık ½ yy sonra Çarlık Rusya'sı yıkılacak yerine pırıl pırıl yeni açılımlara sahip tüm dünyaya halkların kardeşliğini haykıran yeni bir devlet kurulacaktır ve bu devlet misyonunu halklara zorla içirecektir öyle içerecektir ki içenler bir daha geri dönüş olmamak üzere benliklerini kaybetmektedirler. İçmek istemeyenler ise milyonlarca insanın kan nehirlerinde boğulup-ölüp gidecektir ama ama ne olurdu biraz daha dişimizi sıksak ya da oralarda kalmanın, en azından bu tarihe kadar Rusların gösterdiği yerlerde kalmanın, yolunu bulabilseydik ah bir yolunu bulabilseydik 80 yıllık sosyalist tecrübenin uzaktan seyircisi değil bizatihi yaşayanı-yaşatanı olsaydık, sosyalist Rusya devrilse de biz onu sonsuza kadar temsil etseydik ama ne yaparsın ki, kader devreye girecektir ve Çerkesleri bu tablodan çıkaracaktır oysa 50 yıllık bir sapma neleri değiştirecekti ama olmadı işte artık halkların kardeş kardeş olduğu bu tabloda Çerkesler yoktur kader niçin Çerkesleri bu tablodan koparmıştır bundan sonra sorulabilecek her soruyu ve cevabı meraklılarına bırakıyoruz). Bu saikle ya da başka nedenle de Çerkeslerin sürgün esnasında Rusların gösterdiği kontrol edilebilecekleri bir yere sürülmekle Osmanlı'ya göçe zorlanmak arasında kaldıkları belirtilmiş din adamlarının telkinleriyle Rusların gösterdikleri yerlere değil de Osmanlı'ya göçün gerçekleştiği iddia edilmiş (bu mesele burada dile getirilmese de Osmanlının entelijans faaliyetlerine ve Çerkesler içinde bunun işbirlikçi uzantılarına işaret etmesi açısından dile getirildi) ve sürgün sırasında yaşanan dramatik olayların sebebi Osmanlıya yıkılmıştır (iddialara göre Osmanlı Çerkeslerin askeri gücünden istifade etmek için göçü kabul etmiştir. Bu kadar insanın telef olmasına sebep olarak da bindiği dalı bıçkıyla kesmiştir) akabinde papaz olayı ortaya çıkmıştır (papaz o gün karıştırmıştır bugünde karıştırıyor) papazın dini sembolleri kullanarak Çerkesleri kandırdığı iddia edilmiştir. Bizde bu meselenin dinden ziyade dış politika açısından değerlendirilebileceği dış politika gerçeğinin ortaya çıkmasında Çerkes çıkarlarının dini meselelerden daha öncelikli olduğunu anlatmaya çalışmıştık v.s. En nihayetinde ortaya babacan tavrın çıkmasıyla mesele anlaşılmış ki, dost ve düşman yüzünden Çerkeslik üst kimliğinden vazgeçilemez. Yazının başında belirttiğimiz gibi insanlar hepsi aynı olmadığından göre farklılıklar kaçınılmazdır ama tüm farklılıklara rağmen üst kimlikte birleşmenin kuralları var. insanları ötekileştirerek bir üst kimlikte buluşmak mümkün değil nasıl ki zamanında sadece Çerkes olmak milletimizi bir araya getirememiş bugün dahi belli dengeler gözetilmeden Çerkes üst kimliğinde buluşmak kolay olamaz. Burada görünen her ne kadar dost-düşman algılamasından kaynaklanan fark olsa da asıl mesele değişik görüş, inanış, ideolojiye sahip insanların mevcudiyeti ve tabi insanları birbirinden vazgeçiren sebep yazılan şu sebeplerdir yoksa dost-düşman üzerinden yapılan tartışma bunun zahiri sebebini oluşturuyor. O zaman denmeli ki, müşterek amaçlarda buluşmanın tek yolu farklılığı olduğu belirtilen bu gruplar arasında farklılığı oluşturan unsurlar üzerinde çok hassas durulmalı-gerekli duyarlılık gösterilmeli. Yani her görüşten Çerkes'in üzerinde hassasiyetle durması gereken gerçek, başkalarının düşünce hayatına müdahale sayılacak söylemlerden uzak durmasıdır ve kendini Çerkesliğin tek temsilcisi olarak görmemesidir. Bununla birlikte bu sınırların ihlal edilmesi durumunda tepki göstermek en doğal bir insanı tavırdır meseleyi değerlendirmekle görevli kişiler devreye girmez ise babacan tavırlar meseleye el atacaktır.

 

Mahmut Bag
01.08.2006

Sayın Gönen-Abzegh,

Osmanlı suçsuz diyerek bilime sırtınızı dönerek, bir yere varamayacağınız muhakkak. Bu mantıkla en fazla konuyla alakalı ve alakasız duygularınızı düzensiz bir şekilde başkalarının empoze ettiği perspektiften yansıtabilir, hös görüsüzlük kısır döngüsünde dönüp durursunuz. Buna devam ettiğiniz sürece de doğal olarak, enerjilerini amaçlarına ulaşma doğrultusunda en verimli şekilde kullanmak isteyen akılcı insanlar tarafından kaale alınmazsınız. Aklın yolu birdir. Akılcı düşünemiyorsak uzlaşmamız ve bugünkü konumumuza en uygun çözümü bularak bu çözüme ulaşmadaki politikaları üretmemiz mümkün değildir. Bağımsızlık, düşman vb kavramları kullanırken bugün teknoloji yaratamayan sözde bağımsız devletlerin ne kadar bağımsız olduklarını ve bizimde ne kadar bilimsel yapıt, ne kadar teknoloji üretebildiğimize bakarak ne kadar bağımsız olabileceğimizi bir düşünün isterseniz.

Bu sözde bağımsız devletlerde yaşayan insanların özgürlüklerinin sınırlarına ve yasam standartlarına bir göz atmanız, yuvarlama tabirleri bir tarafa bırakarak ne istediğinizi netleştirmenizde size yardımcı olacaktır.

Koşulu akılcı düşünebilmek. Bugünkü koşulları çerçevesinde Çerkeslerin varlıklarını sürdürebilmek için yapmaları gereken nedir diye düşündüğümde; vatanlarında yoğunlaşarak benliklerini ve kültürlerini hiçbir sınırlamaya tabi kalmadan, özgürce kullanarak diğer halklarla birlikte, demokrasinin, özgürlüklerin, barisin ve hoşgörünün sınırlarını genişleterek yaşamaktan başka akılcı bir alternatif bulamıyorum.

Başkalarının yalnız ulusal benliklerine değil kişisel benliklerine de hoşgörü göstermemiz gerektiğini unutmamamız gerekir. Burada bir çocuk Rusça'yı sadece ikinci bir dil olarak okuyarak üniversiteye kadar gelebilir. İsterse üniversitede Adige dili, edebiyatı, tarihi vb okuyabilir ve edindiği meslekle çeşitli devlet kurumlarında çalışabilir. Halen burada üniversite öncesi okullarda Rusça konuşmakta zorlanan öğrencilerin sayısı çoktur.

Çerkeslerin benliklerini korumakta bu kadar özgür oldukları ve koruyabildikleri başka bir yer yoktur. Fakat bu özgürlüklerimizin dahi içini doldurmakta zorlanıyoruz. İsterseniz Türkiye'deki haklarınızın neler olduğunu ve nasıl bir eğitim aldığınızı, eğitim kurumlarındaki özgürlüklerinizi bir daha hatırlayın. Geçtiğiniz eğitim kurumlarının benliklerinizin ve akılcı, özgür düşünme kabiliyetinizin gelişmesine ne kadar katkıda bulunduklarını, hayata dair bilgilerinizi ne kadar arttırdıklarını, size nasıl bir mesleki beceri kazandırdıklarını, başkalarının haklarına saygı göstererek yaşamayı ne kadar benimsetebildiklerini bir düşünün isterseniz!

Sağlıcakla


 

Talebe
01.08.2006

Selamlar Cemil,

Biraz utandım doğrusu!

Utandım çünkü ben aslında fazla bir şey bilmem. Ki, bu nedenle kendime "Talebe" takma adını uygun gördüm ve biraz teorik-pratik birikimimin olduğu "politika" ve "örgütlenme" konuları dışında, yine bu nedenle, fazla bir şey yazmıyorum.

Neyse...

Aslında bu sayfada yazılan hemen her şey konuyla direk alakalı. Elbette herkes kendi birikimi ve politik formasyonuyla dile getiriyor düşüncelerini ama hala konu dışına çıkıldığını sanmıyorum. Dönüş'ün önündeki engeller neler olabilir veya hangi davranışlar Dönüş Hareketi'ne zarar verebilir? Bu soruyu cevaplamadan önce herhalde Dönüş'ün bizim için ne anlam ifade ettiğini netleştirmek gerekiyor.

Özellikle sayın Hatam'ın kuşağı bu konuyu yeterince tartıştı sanırım: Bir anavatanımız var ve anavatanda yaşayan insanlarımız. Ama çoğunluğumuz onlarca ülkeye dağılmış durumdayız. Ve bu ülkelerde asimile oluyoruz. Anavatanda yaşayan insanlarımızın sayısı az, kurumlarımız zayıf...

Diasporada ise içerisinde yaşadığımız ülkelerin insafına (!) kalmış halimiz.

Kısaca, yokluyoruz! Ötesi yok. Dönüş; ''işte, bu yok oluşu nasıl durdurabiliriz'' arayışları içerisinde ortaya atılmış bir düşünce. Yok oluş nasıl durdurulabilir? Bunun tek yolu uluslaşmaktır. Yaşadığımız çağda uluslaşamayan, ulusal kurumlarını oluşturamayan bir halkın, hele hele bir başka ulusun sınırları içerisinde, verilen kimi hak kırıntılarıyla varlığını devam ettirme şansı yoktur. Hatta bir azınlık olarak uluslararası sözleşmelerle tanınan tüm haklara sahip olsa dahi, önünde sonunda yok olmaya mahkumdur. Burada birinin suçlu veya güçlü olması gerekmiyor.

Ekonomik, politik yaşam, insanin insan olarak gündelik yaşamında girmek zorunda olduğu ilişkiler, çarklar hakim ulusun lehine isler. Yalnızca insani ihtiyaçlar bile ne kadar hak verilmiş olursa olsun bir gün seni "ulusal çember"in dışına çıkmaya zorlar. Bu nedenle ben tüm kültürel sosyal faaliyetleri gerekli ama yetersiz görüyorum. Ve eğer bu faaliyetler içerisinde insanlarımıza yanlış mesajlar veriliyorsa, içerik olarak uluslaşmaya hizmet etmiyorsa zararlı buluyorum. İnsanlarımızı oyaladığı, bilinçlerini bulandırdığı icin.

Bir sürü faaliyet içerisine girip, bu faaliyetlerde gerekli mesajları vermeden insanlarımızda bir ulus veya vatan bilincinin ortaya çıkmasını beklemek saflıktır. İnsan bilinci çevresinin ve pratik faaliyetlerinin sonucu oluşur. Başka bir deyişle ne verirsen, onu alırsın.

Öyleyse öncelikli görevimiz, uluslaşmak ve ulusal kurumlarımızı oluşturmak olmalı. Peki nasıl uluslaşabiliriz? Eğer Ulus, "...tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliği..." ise, bunun anavatandan başka bir yerde gerçekleşmesi mümkün mü? Ve eğer ulus olamazsak yok olacak isek geri dönmekten başka bir yol var mı?

Dönüş, 140 yıllık ayrılığa son vermek, anavatan ile diasporayı birleştirmektir. Ve uluslaşmamızın ilk adımı olacaktır. Kurtuluşun ilk adımı... Dönüş, "Çerkes kökenli Arap" veya "Çerkes kökenli Türk" vb. çemberini kırmak, yalnızca Çerkes olmaktır. Ama dönüş zor ve uzun bir yürüyüştür. Bunun öyle bir anda gerçekleşmesi mümkün değil. Ancak dönüş isteğinin, düşüncesinin yaygınlaşması kalbi uluslaşmak için çarpan insanlarımızın çoğalması demektir. Dönüş'ün bu misyonunu görmemek, anlamamak herhalde ona verilecek en büyük zarar olacaktır.

Dönüş "uluslaşmamızın stratejik yolu"dur. Bu anlamıyla siyasi bir harekettir. Ve bu nedenle dernekleri, dernekçi kafa yapısını aşmak zorundadır. Örgütlenmesi ve kurmaylığı olmalıdır. Süreç içerisinde tüm kurumlarımızı bünyesinde toplamayı, birlik-beraberliği yaratmayı hedeflemelidir.

Bir örnek vermek gerekirse: Derneklerimizin Dönüş Komisyonları değil, Dönüş Hareketi'nin dernekleri olmalıdır. Ancak bu siyasallaşma gerçekleşirse, bu perspektifle örgütlenilirse dağınıklık aşılabilir, mücadelede bir süreklilik kazanılabilir diye düşünüyorum. Ve süreklilik bir hareketin başarıya ulaşabilmesinin "olmazsa olmaz"ıdır. İşte bu önderliğin ve örgütlenmesin yol göstericiliğinde, plan ve programlamasında üçerli beşerli, onarlı, yirmişerli dönüşlerle anavatan ile diaspora arasındaki bağlar güçlendirilecek, güven arttırılacak, birbirine yabancılaşma en asgariye indirilecek, güç olunacaktır.

Dönüş Hareketi bölge ülkelerinin çıkarına değildir. Böyle bir hareketten Türkiye'sinden Rusya Federasyonu'na, Gürcistan'ına kadar bir çok ülke rahatsız olur. Bölgede dengeler zorlanır. ABD veya AB gibi ülkeler de Dönüş Hareketi'ni desteklemezler. Onlar için önemli olan bölgedeki çıkarlarıdır. Barış isterlerse barışı özendirir, savaş gerekiyorsa savaşı kışkırtırlar. Bu nedenle Dönüş Hareketi'nin başından itibaren bu ülkelerin dolaylı ve dolaysız kontrolünden çıkması, bağımsız olması gerekir.

Siyasi ilişkiler kurulmalı ama ulusal çıkarlarımızdan, bağımsız-ulusal çizgimizden asla taviz verilmemeli. Bağımsız-özgür bir anavatan özlemini, sevdasını kimse varlığının bilincinde olan bir Çerkes'in yüreğinden söküp atamaz. İste sayın Bagaps, "Abhazya bağımsız bir devlettir ve öyle kalacaktır. Burası bizim atalarımızın toprağıdır" diyor. Gerçekten yalnızca kendi çıkarımız için olacaksa ve gerekirse savaşırız da. Ama dönüşün gelişebilmesi, güçlenebilmesi bölgede barışı ve huzuru gerekli kılıyor.

Siyasi hedeflerimizden, çıkarlarımızdan tavizler vermemeli ama kışkırtıcı tavırlardan, çatışmalardan veya savaşlardan kaçınmalıyız. Biz beğensek de beğenmesek de veya yetersiz de olsalar anavatanımızda yine bizim insanlarımızca oluşturulmuş kurumlar, yapılar var. Öncelikle bunları güçlendirmeliyiz. Bölgenin demokratik, barışçı, insan haklarına saygılı örgüt ve kurumlarıyla ilişkilerimizi geliştirmeliyiz. Aksi davranışlar Dönüş Hareketi'ne zarar verir...

 

Gönen-Abzegh
03.08.2006

Olayları tarihi süreç içinde ele almanın dayanılmaz-inanılmaz faydaları var. Birilerinin size dayatmaya çalıştığı tarihin yanlış olabileceği, tarihle ilgili klişeleşmiş söylemlerin dışında farklı yorumlara doğru yelken açtıkça bazen duyulan heyecanlara kürekler yetişmiyor. Zihni arka plana ilişkin her zorlama değişik şekilde yansımakta hatta bilime arkamızı dönüp uygun adın uzaklaştığımız dahi söylenmekte. Her söylemini bilimle el ele, kol kola, göz göze, diz dize sunan (bilme arkasını dönmez tavır)bu anlayış yanında bizim, anlayışın dayattığı tarihin dar, karanlık koridorlarında el yordamıyla bazı gerçekleri-tespitleri ortaya koymamız rahatsızlık vermiş olmalı. Tıpkı din konusunda yapılması gereken şeyler söylenirken imha edilen çam ormanları gibi tarih konusunda da resmi söylemin dışındaki tarihsel olayları geniş pencereden yorumlama karşısında imha ekibi rahatsız olmuş durumda. Nasıl olunmasın ki taraftarlarının ağzında pelesenk olmuş ifadeler ile Osmanlı''ya duyulan nefretin bazı bilinmeyen yönleri ifşa edildikçe Osmanlı hakkında diğer iddialara da insanın şüphe ile bakası geliyor.

Sürgün, tüm acılarıyla birlikte bazı gizli kalmış noktalarıyla da hala gönderdiği artçı şok dalgalarıyla bilinç dünyamızı sarsmakta. Babacan tavır bir tespitte bulunmuş dost-düşman ülkeler üzerinden vazgeçebilme ihtimalinin start aldığı noktada Çerkeslik sorgulanmaya başlamalı. Oysa ki bu vazgeçebilme ihtimalinin kaynağı ülkeler değil bizatihi düşüncelerdi bu düşünceye uygun ülkeler üzerinden yapılan mücadele bize insanlar-fikirler-düşünceler-inançlar arasında farklılığı işaret etmekteydi. İnsanların olağanüstü dönemlerde Çerkeslik üst kimliği-şemsiyesi altında Çerkesleri birleştirme çabaları takdirle karşılanmalı ama tarihte bunun sergilenememiş olması ve bugün dahi şemsiyenin altındaki insanların sırılsıklam halleri bu işin zorluğunu göstermekte. Bunları şunun için yazıyoruz şemsiyenin işlev görebilmesi için ortak bir tarih bilinci olmak zorunda ve insanlar Çerkes tarihine baktığında meseleyi bir bütün olarak algılayabilmeli ve Çerkes tarihi sürgüne kadar gelip dayanmamalı, sürgün sonrası uygulanabilir reel politikalar ile Çerkeslik bilincinin canlı kalabilmesi için devamlı kan pompalanmalıdır. Çerkes tarihi sürgünle birlikte kesilmiş ya da bu tarihten sonra Çerkesler yeryüzünden silinmiş ve dahi bu tarihten sonra Çerkes realitesi geleceğe yönelik atacağı tüm adımları unutmuş izlenimi vermemelidir. Önemli olan madem gelecek ve gelecekte Çerkes realitesi, o zaman Çerkesler dahil oldukları ülkenin geleceğe yönelik attığı adımlarla aynı yönde aynı ritimde aynı ahenkle adımlarını atarken ve böylece sürgün sonrası Çerkes realitesine hizmet edecek en uygun pozisyonların yakalanması için azami gayreti canla başla göstermesi gerekirken bu doku uyuşmazlığı, ritim bozukluğu nereden kaynaklanıyor ve tarihi arka plan da yatan gerçek nedir?

Yukarıda yazıldığı üzere Osmanlı'dan nefret edilmesinin tek nedeni Osmanlı'nın kendi çıkarları için Çerkesleri kullanması (stratejik yerlere yerleştirme) bu yönde Ruslarla işbirliğine girmesi ve sürgün esnasında dramatik sahnelere seyirci kalması gibi iddialardır. Daha öncede yazıldığı üzere bazıları için nefretin katmerleşerek büyümesinin altında daha derin sonuçları olduğuna ve Çerkesliğin bilinç dünyasını tamamen değiştireceğine inanılan ama umum Çerkeslerin kanaatleri ortadayken bunun pek dile getirilmediği-çekinildiği bunun yerine yukarıdaki iddialar üzerinden Osmanlı2ya nefretin körüklendiği bunda da başarılı olunduğu bir gerçektir. Şöyle ki bizim daha önce yazdığımız ve basit bir hesaba dayanan gerçek şudur, ortalama 50 yıllık bir sapmanın Çerkes realitesi üzerinde oluşturduğu kelebek etkisi (filmini de tavsiye ediyoruz) o kadar büyük bir gerçektir ki sürgün gerçeğini dahi bu gerçek yanında Çerkeslik bilinci üzerindeki etkileri yönüyle küçük kalmaktadır. sürgün tarihi (1864) ile Bolşevik ihtilali (1917) arasında tarih ise çok kısa ama doğurduğu sonuçlar çok büyüktür.

Ortalama 50 yıllık bir sapma Çerkeslerin inanç, benlik ve düşünce dünyasında büyük bir kırılmanın dönüm noktasıdır. Bu sapmanın en önemli aktörü ise Osmanlı'dır. Osmanlı, Rusların Çerkeslere gösterdikleri yerlere yerleştirilme ile Osmanlı'ya sürülmeleri arasında bırakıldıkları seçimde, faaliyetleri sonucu Osmanlı'ya göçü tercih etmelerinde etkili olmuştur. Böylece 80 yıllık sosyalist Rusya tecrübesi karşında yanıp-tutuşan anlayış, bunun uzaktan seyircisi değil bizatihi yaşayanı-yaşatanı olma sevdasından, kaderin bir cilvesiyle feragat etmek zorunda kalacaktır. Ortalama 50 yıl sonra olacakları kimse bilmediğine-hesaplamadığına göre (Osmanlı dahi) bu ince hesabı alıcısına göre tesadüflere, gerçeği görmek isteyenler için ise kaderin takdir hükümlerine göre işlem tesis ettiği gerekçesiyle umuma havale ediyoruz.

Sonuç ise, her takdirin kabul edeceği üzere Çerkeslerin, halkların kardeş kardeş şarkı söylediği o coğrafyadan kopması ve bu tablonun dışında bırakılması olmuştur. 80 yıllık sosyalist Rus tecrübesi karşısında dizlerinin bağı çözülen tavrın ise kaybı pek çoktur. Uzaktan uzağa, içten içe yanan bu ateş, ortalama 50 yıl daha sabır edilebilinse, üstelik Çerkesler yerlerinden de sürülmeden bu gerçekleşeceği için halkların kardeşliği zincirinde bir halka olabilmeyi ummuştur hep. Bu tarihi buluşmanın önündeki tek engel ise bu süreci dahi planlamamış olan zavallı Osmanlı'dır (zahiri planda). İstasyonda tren bekleyen Çerkesleri almış ve istasyona daha sonra giren ve vagonlarında öğütme makineleri bulunan kızıl-Rus trenine bir şey kalmamıştır. Artık trene uzaktan mendil sallamaktan başka yapılacak bir şey yoktur geriye bu tarihi manevranın, safları nasıl tayin (hiç kimseye bırakmadan) ettiği ve Çerkes realitesinin izlemesi gereken pusula için yollara bıraktığı ekmek kırıntıları kalacaktır. Umulur ki, kuşlardan önce birileri onları bulacak. Şu an Kuzey Kafkasya'da yaşayan Çerkeslerin Çerkesliklerini nasıl doya doya yaşadıklarına dair özlem dolu örnekler verilmiş ve dahi sosyalist Rusya döneminde göçün gerçekleşmemesi durumunda Çerkeslik adına yaşanacak nice güzelliklere de bu yolla göndermeler yapılmıştır. Biz bunun için aşağıda bir kaynaktan alıntı yapıyoruz, yorumu umuma havale ediyoruz ve konuyu burada bitiriyoruz. (Kolonizasyon politikasına minik bir örnek.) ALINTI: 1 “Kuzey Kafkasya'nın Çarlık Rusya tarafından işgalinin 1864 yılından itibaren başlayan sürgün-soykırım-etnik temizlik ve kolonizasyon politikası, yüzyıldan az bir süre içinde Moskova'nın üç farklı devlete (Çarlık Rusya'sı, SSCB, Rusya Federasyonu) başkent olmasına rağmen hiç kesilmeden devam etmiş, bölgenin özellikle kültürel, siyasi ve etnik yönden yavaş yavaş Ruslaştırma politikası günümüze kadar devam etmiştir. Bu nedenle SSCB döneminde Kuzey Kafkasya dışındaki bölgelerde Çarlık Rusya'sını hatırlatan yer atları Sovyetleştirilirken Kuzey Kafkasya'da Çarlık Rusya'sını tarihini ve bölgenin Rusya tarafından işgalini hatırlatan adlara dokunulmamış, bilakis işgali hatırlatan adların takılması SSCB döneminde de sürdürülerek Ruslaştırma politikasına devam edilmiştir. Örneğin; Kuzebatı Kafkasya'da bugün birçok yerleşim yerinin adının hala 19.yy'da ortalarında bölgeyi ele geçiren Çar II Aleksander’in (1855-1881) komutanları Lazerev, Golovin, Zass, Geyman, adlarını taşımaktadır. Kafkas-Rus savaşında yer alan Rus alaylarının adları olan Mingrelski, Apşeronski, Navagiski, Erivanski'de eski yerleşim yerlerine yeni ad olmuştur. Kuzey Kafkasya'da Müslüman Shapsughları katleden ve topraklarından zorla çıkaran II. Aleksenderin adı eski Shapsugh topraklarında Krasno-Aleksandrovski (tarihi adı: Lığotkh) halen kasaba adı olarak kullanılmaktadır. Soçi kenti yakınlarındaki Shapsugh bölgesinde tarihi yer adlarının kökü köy adlarına varıncaya kadar SSCB döneminde kazınmıştır. Örneğin Thağepş köyünün adı ilk önce Kirov daha sonra Boji Vodi olmuştur.”

ALINTI:2 Buna devam ettiğiniz sürece de doğal olarak, enerjilerini amaçlarına ulaşma doğrultusunda en verimli şekilde kullanmak isteyen akılcı insanlar tarafından kale alınmazsınız. Şimdi biz bu yazıyı üzerimize almıyoruz çünkü bu sitede forum açma zahmetine katlanmış ve hiçbir cevap alamamış kişilerin de kale alınmadıklarını, bu mantığa göre öğrenmiş oluyoruz dolayısıyla bu yazının bu bağlamdaki kişileri de ilgilendirdiğini düşündüğümüzden bu mantığı-anlayışı da umumun izanına havale ediyoruz.

 

Tanbek Kuray
05.08.2006

Sayın Y.B.Kalkan`ın dikkatine,

Çağrınızda belirttiğiniz adrese iki defa mail atmama rağmen ulaşamadım. Bana ulaşırsanız çok sevinirim. seozeres1@yahoo.de



Cemil
0.08.2006

Merhaba Talebe,

Nasılsın? Kusuruma bakma Talebe, biliyorum geciktim. Ne yazında değindiğin konular ne de senin fikirlerini önemsemediğimden değildir, düşüncelerini sorduğum konularda yazamamam. Dalgınım Talebe çok dalgınım. Bedenen fersah fersah uzaklarda da olsam, yüreğimi de aklımı da, fikrimi de salmışım Kefken'e. Kardeş yolu gözlüyorum, sevgili talebe. Kardeş yolu gözlüyorum.

Benim kardeşlerimin imkanları olsa gelmezler mi diyorum. Duymamışlardır, vardır başlarında bir hal, olmasa gelmezler mi? Gelir benim kardeşlerim gelir. Yollarını gözleyen atalarını da, kardeşlerini de bekletmez el ele, kol kola nerdeyse çıkar gelirler.

Kusuruma bakma Talebe. Mach,s gut bis zum nächsten mal.

 

Mustafa Değirmencioğlu
12.08.2006

Hoş olmayan şartlar içinde verilen yaşam mücadelesi, insanın tüm enerjisini gündelik hayatın pratik ve maddi ihtiyaçlarını tatmin etme yolunda heba olur. İnsan, dünya yaşamı demokrasi insanca yaşamak isteklerini hatta dini felsefi düşünceye yer ve zaman ayıramaz ve bundan dolayı dünyevi manevi hayatı karmaşıklaştırıyor.

Kapitalist sömürü sistemi, bu durumlarda sömürü işlevini sürdürür ve amacına ulaşır ve toplumların inançlarını yönlendirir. Gerçek dışı ve çıkarları yönünde belirleyici olur.Kapitalist sömürü sistemi toplumların demokrasi insanca yaşam standardı kendi isteği oranında sunulur açlık sınırında tutulan toplumlar demokrasi ve inanç konusunda kendilerini geliştiremeyince kapitalist sistem kendi geliştirdiği demokrasi inanç yazgısını oluşturup kader diye toplumlara sunarak bütün bu seçimlerini ilahi iradenin seçimi olarak hayatın içine yerleştirir.

 

Lhashako Şahin
13.08.2006

Yeldar'ın değindiği konular içinde katıldığım bir çok yer var ama katılmadığım noktalarda var. Genel fikrim şudur ki, en büyük toplumsal sorunumuz olan asimilasyonun ve dönüşün önündeki en büyük engel olan entegrasyondur entegrasyonun en önemli nedeni de dindir elhamdülillah. Hepimiz Allah'a inanıyoruz ama dinsel gericiliğin toplumuzda yarattığı tahribatı göremeyecek kadar kör olamazsınız diyorum.

Bu ülkede günah diye mızıkalar kırıldı. Sadece mevlitle düğün yapıldı çok Müslüman diye Oflu hocalara kızlar verildi, wuig oynarken el ele tutuşmalarına izin verilmedi. Kaşenlik namussuzluk gibi algılanmaya başlandı. Bununda tek nedeni dini xhabze gibi görmeye başlamaktı ama birisi dini konuda bir şey söylerse hemen öfkeleniyoruz. Hiç düşünmüyoruz nedense.

Görende bizi asırlardır Müslüman sanır. Bir çoğumuzun dedesi Türkiye'ye gelince Müslüman olmuştur. Bunu sanki hiç kimse bilmiyor.

Lütfen dinle xhabzeyi karıştırmayın.

Yeldar'a katılmadığım nokta; diğer siyasal düşüncelerden kendini ayırarak, bir ulusal hareket sağlanamaz diye düşünüyorum. Bende senin gibi bir sol görüşlüyüm ama ulusal bir hareket sağlanacaksa herkesin ortak katılımıyla sağlanacaktır.


 

Şeref Kahrıman
13.08.2006

Uzun zamandır itinayla takip ediyorum foruma yazılan yazıları. Yeldar arkadaşımızın yaklaşım tarzı aslında ‘’bir deli bir kuyuya bir taş atmış, kırk akıllı çıkartamamış’’ durumu gibi algılansa da aslında farkına varmadan çok önem bir noktaya dikkatleri çekiyor. Belki de farkında olmadan.

Bu önemli nokta komünist ya da sosyalist ideaya sahip Çerkeslerin bir arada olmalı değil tabi ki...

Asıl dikkat edilmesi gereken nokta; (altını kırmızı kalemle iki defa çizmekte fayda görüyorum) hangi kültüre ait olurlarsa olsunlar; günümüz dünyasında belli bir kültürel kimliğe sahip bütün insanların, tıpkı kendileri gibi aynı bütünün parçası olan diğerlerinden ayrışma çabası. Bu çaba kimi zaman haklı olmak, kimi zaman vatansever olmak, kimi zaman aydın olmak, kimi zaman dindar olmak gibi bir çok maskeyle perdelense de asıl dikkat edilmesi gereken konu sosyolojik bazda aslında bu olgudur.

İnsanların benimsemekte hiç tereddüt etmedikleri bu sosyal motif yalnızca biz Çerkeslerde değil, dünya üzerinde kültürel temelle birbirine bağlı olan bütün halklarda görülmektedir. Psikolojik savaşın yüzyılın mücadele biçimi olduğu çağımızda muhakkak ki, değişik yol yöntem ve metotlar izleyen belli güçler, bütünler parçalamak konusunda dışardan müdahalelerle tepki toplamaktansa grubun kendi içindeki enerjiyi kullanarak emel ve isteklerine ulaşma politikası izlemektedirler.

İsimleri büyük bir çoğunluğunuz tarafından bilinen resmi kurum, kuruluşlarla birlikte dünya üzerinde dünya siyasetini insanların ideolojilerini kontrol altında tutmak yönetmek ve yönlendirmek kaygıları güden adı ''vakıf'' ya da benzeri şekilde adlandırılan gerçekten güçlü oluşumlar kendi jurnallerini eğitirken şu anda ''tepkisel yaklaşım'' modelini bir kenara bırakmışlardır. (Tepkisel yaklaşım modeli; aynı düşünce, inanç, ırk ya da fikir birliği olan grup ya da sosyal oluşumların dışardan verilecek etkilerle belli bir toplumsal tepkime ya da hareket oluşturulması daha sonra ise bu oluşturulan hareket ya da tepkimenin faydaya çevrilmesini amaçlar ki, başlangıçta akla ve mantığa yatkın şekilde başlayan sosyal hareket daha sonra belli yöntemlerle kontrol altına alınarak yönetilir ve yönlendirilir.)

Şu anda bütün jurnallerine ''iç dinamikler kutuplaşması'' konusunda eğitim vermekte ve herhangi bir toplum ya da topluluğu kendi içerisinde barındırdığı hareketlilikle ayrıştırmayı amaçlayan bir model izlemektedirler.

Yazıyı çok fazla uzatarak sizleri sıkmak istemem. Son olarak konuyla ilgili bir hususa dikkat çekerek bitirmek istiyorum. 1999’dan beri dernekler, dernekçilik, toplumsal kaygı, toplumsal amaç, vb gibi konularla alakalı genel yaklaşım tarzımızı bizim gibi olmasa da başka doğrular etrafında bütünleşmiş ve gerek bir halk olsun gerek topluluk olsun güçlenmiş diğer sosyal grupların yaklaşım biçimleriyle karşılaştırınız. Ortaya çok ilginç neticeler çıkacağından ve şaşkınlık içerisinde kalacağınızdan emin olabilirsiniz. Artık ''Rodina'' ve benzerleri gibi tepkisel yaklaşım modellerinin rafa kalktığını ve Rodina’nın işlevsellik kazandırıcıları dışında da bizimle ilgili düşünce yürüten kurum kuruluş ve yapıların olduğunu göreceksiniz.

Kısacası güç her zaman bütünlükten bir arada olmaktan kaynaklanan ve korunmadan tutunda her anlamda hayatta kalmaya kadar kimi zaman etik kimi zaman etik olmayan bir kavramdır. Güçlü olmak ancak farklı paylara sahip olsak bile aynı paydada bir araya gelebilmekle mümkün olacaktır. Muhakkak ki, kültür durağan değildir.yaşar kendini geliştirir ve bu yaşam ve gelişim işlevinin dinamosu aynı kültürden olan kişilerin fikirsel ayrılıkları farklı düşünüş biçimleridir. Bu kültürün en önemli içsel dinamiğidir.

Tartışalım, farklı fikirlerimiz olsun ama bu dinamiğin bizi taşıdığı hedefe dikkat edelim. Kendi kendine başlasa da bu dinamiğin yönetiminin önemli olduğunu unutmayalım.

Tha sizleri mutlu kılsın.

 

Alemdar Alemcioğlu
13.08.2006

Arkadaşlar benim amacım Müslüman'ca yaşamak ve yaşatmaktır. Siz ne diyorsunuz ya. Ahiret diye bir şey vardır. Ebu Leheb mi oldunuz? Hepinizi İslam'a davet ediyorum. Evet ben rakı içerim ama Müslüman'ım.

Saygılar hakkedene.

 

K. Dokuz
14.08.2006

Sayın Alemcioğlu,

Hem Müslümansın, hem rakı içersin. Afiyet, şeker olsun, buna bir diyeceğim yok. Benim anlamadığım cümlenin sonunda; ''saygılar hak edene'' diyorsun. Ne demek istediğini pek anlayamadım, lütfen açıklar mısın? Saygıyı kimler hak eder, kimler etmez?

Saygılar, sevgiler dünyanın tüm insanlarına. Hoşçakalın.

 

Hajkasım Erdoğan
14.08.2006

Anadolu'da bir laf vardır, temsilde hata olmasın. "Kör, köre cırt parmağım gözüne" demiş. Sayın Yeldar Abhazya'da bir gecenin içinde.... 2.500.000. Abaza'yı ve 2.500.000 Hıristiyan Gürcü'yü yok eden zihniyet hangi zihniyetti ve başlarında dünyaca ünlü hangi sosyalist vardı?

Eğer bu kan emici yaratığın yaptıklarına yalan derseniz, ABHAZYA'DA bunları anlatan Abazalar yalan söylüyor demektir. Bizlerde onların yalancısıyız. Sizin dediklerinizin tek harfine katılmıyorum. Bence sağcı, solcu, ateist, kominist ne olursa olsun. ÇERKES ÇOK DEĞERLİDİR.

Senin siyasi görüşün beni hiç ilgilendirmiyor, eğer Çerkes'sen benim kardeşimsin. O zaman ben seninde, o 95 kişinin de yanındayım. Sadece Çerkes olduğunuz için.

 

Şeref Kahrıman
15.08.2006

Sayın Hajıkasım Erdoğan durumu aslında net biçimde özetledi. Paylar farklı olsa bile paydaları eşitlemek bu işte. Sosyalist, komünist, radikal İslamcı vb.ne olursa olsun bizi birbirimize bağlayan payda aynı kültürel temellerle dünyaya bakıyor olmamız.

Bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyorum. Bu tür ayrışımlar sadece güç kaybına yol açar. Ve dış etkenler tarafından bir çok topluluğa empoze edilmektedirler. Komplo teorisi gibi gelse de günümüz dünyasında ''propaganda''ya dayalı bir savaş var. Kullanılan yöntemlere kısaca yukarıdaki yazımda belirtmiştim.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tha sizleri mutlu kılsın.

 

Fuat Aydemir
15.08.2006

Merhaba,

Bu başlık altında gerçi bizlerin artık bir şey yazması fark etmiyor. Zira Yeldar arkadaş yanıtlamayacağını söyledi. Ancak sayın Hajkasım Erdoğan bey; maalesef Mevlanacılık yetmiyor bu davada. Yani Çerkes ol da ne olursan ol mantığıyla hareket edemezsiniz. Gerçi suya sabuna dokunmayan "Ben Çerkesliğimi kendimle, ailemle yaşayayım da o bana yeter" diyorsanız tabi ki felsefeniz doğrudur. Ama Çerkes kültürü yaşamalı, asimilasyona karşı mücadele edilmeli, dönüş ya da kalıp da kültürel hakların alınması vb. mücadele gerektiren eylemliliklerde siyasi bir şekillenme çizmek ya da sahip olmak zorundasınız.

İnsanlar düğüne çağrılmıyor ki "Çerkes olsun, yeter" mantığı güdülsün sadece. Bu anlamda Çerkes kültürüne en büyük sekteyi vuran iki kesim mevcuttur. Bunları da Türk-Çerkes diye kimliğe ayırmaya bile gerek yoktur.

Gericiler ve aşırı milliyetçiler; bana göre Wahabist bir Çerkes ya da kafatasçı bir Çerkes kültürel değerlerimizi korumamıza, yaşatmamıza engel teşkil eden tiplerdir ve Çerkes olmaları hiçbir şey ifade etmez. Tabi ki bir düğünde, bir toplantıda, gecelerde, gösterilerde sadece "Çerkes olmak" kriteri arayabilirsiniz de ulusal-kültürel mücadele de bakış açınızı belirlemek zorundasınız. Tabi ki, mücadele diye bir kaygınız var ise.

Saygı ve sevgiler.

 

Hajkasım Erdoğan
16.08.2006

Sayın Fuat Aydemir,

Ne yapalım yani? Çerkes olabilmemiz için ideolojilerden birine mi yaslanmak lazım. Sosyalist olunmadan Çerkes olunmuyor mu? Yanlış anlama benim epeyce siyasetle uğraşmışlığım var. Hangi siyasi görüş Çerkesleri bir araya getirmiş? Bana tek bir örnek verebilir misin?

Tek bir siyasetimiz vardır o da Çerkeslik. Farklı milletlerle beraber Çerkes gibi yaşamaya uğraşmaktansa, her türlü ideolojiyi benimseyen bir Çerkesle beraber Çerkesliği yaşamayı tercih ediyorum.

Bu benim tercihim.

Benim ve sülalemin Çerkesliği nasıl yaşadığını, Kiremitli'den, Sivas'tan...KIPların herhangi birinden sorup öğrenebilirsin. Sizin gözünüzde gerici, yobaz, faşist olabilirim ama yanılıyorsun, ben Çerkes'im, Çerkes gibi yaşarım ve çok mutluyum. Ben bu Çerkes toplumunun içine senede bir sefer bir aylığına eş dost ziyareti olsun diye girmiyorum, devamlı içindeyim.

Şu soruya cevap vermeni istiyorum. Bir gecenin içinde 2.500.000 Abaza'yı yok eden zihniyet, hangi zihniyetti, İslam mı Wahabi mi? ABHAZYA'yı Abaza kanına boyayan bu kan emici, hangi millettendi, kimdi ve hangi siyasete hizmet ediyordu? Tekrar ediyorum siyasi görüşü beni ilgilendirmiyor, Çerkes benim için çok değerlidir.

Sizin aradığınız tek tip Çerkes zor bulunur, bulduklarınızla yetiniyorsanız o da sizin tercihiniz.

Fuat bey, sana verebileceğim örnekler aklının almayacağı kadar çok, benim sülalemden, KIPlardan o kadar çok örnekler verebilirim ki, aklın durur. Siyasetin yüzünden Çerkesliği bir kenara bırak insan gibi yaşamaya hasret kalmış insanımız o kadar çok ki. Onun için diyorum ki, buraya siyaseti bulaştırmayalım. Şuraya toplanan üç beş kişiyi de bir birine düşürmeyelim.

 

Boris Godunov
16.08.2006

Reçete, olarak algılanması istenilen herhangi bir ''izm'' doğrudan doğruya bizim toplumsal elem ve hazlarımızdan doğmadıkça çare olacak demek yanlış olur. Bu kapsamda dönüş düşüncesi bizden doğan bir fikir olması hasebi ile doğrudur. Tabi ki bu fikri kabul edenler dönmeli, buralarda oyalanmamalı. Bir düşüncemde şudur sürgünün bize vermiş olduğu birlik duygusu, Abhazya savaşında, Kafkasya'da da kendini göstermişti, lakin Çeçen savaşından sonra durum neden değişti, Hıristiyanlara yardıma Wahabistlerde gelmişti, ne oldu da,değişti?  Bu durumlar, birlik ruhu olmamış fakat duygu olabilecek seviyeye yükselmişken.

İbretlik duruma bakınız, dünü ağız dolusu eleştirenler bu duygunun öldürülmeye çalışılmasına gık diyemiyorlar, diasporayı etkileri altına alan bu mihraklar kime ve neye çalışıyorlar? Onlar ''izm''leri yüceltirken bari birde dedelerinin mezarına s...larda içleri daha rahat eder. Açıkça uyarıyorum, Kafkasya'yı bölmek ayrıştırmak, yabancılaştırma siyaseti güdenler gütmek zorundalar. Çünkü ecelleri burada yatıyor, bu bölgeyi duygu birliği sağlayacak her şeyden mahrum etmek zorundalar ve öcüler icat etmek zorundalar, bir zamanlar onlar dedelerimize de haydut derlerdi de dünyayı buna inandırmak isterlerdi.

Şimdi o haydutların çocuklarını birbirine tınmaz hale getiriyorlar. O halde dünün çaresizliklerini ders olarak alırken dikkatli konuşmalıyız. Kim ne derse desin Kafkasyalıların anasını ağlatan Ruslardır, ağlatacak olanda bu böyle biline.

Şimdi ben Ruslar Wahabist diye Çeçenleri öcü mü görecem? Bari hacca da gitmeyelim veya Abhazlar, Osetler Hıristiyan diye kardeşlik borcumu çizeyim mi veya dedelerimiz şeriatçı idi deyip red mi edelim?

Üç kırık teori öğrenen meydana çıkıveriyor. Sosyalist mehdi kesiliyor, burası Çerkes meydanı ise yok öyle yağlı ballı şatafat. Dönülecekse dönelim, ölünecekse ölelim, oynanacaksa oynayalım, ağlanacaksa ağlayalım ama diyenler dediklerini yapsınlar.

Söz, Kafkasyalılarda bildiğim kadarı ile ağızdan çıkar, haydi görelim bekliyoruz. Selam duruyoruz.

 

Fuat Aydemir
16.08.2006

Merhaba,

Öncelikle Erdoğan kardeş, zaten senle beni kimse bölemez, benim vurgulamak istediğim olayı tam anlatamadığım izlenimi edindim.

Senin olaya aşırı iyi niyetle yaklaştığını biliyorum. Zira seni tanıdığım kadarıyla söylüyorum. Keşke olay bu kadar basit olabilseydi. Zaten bizim gelenek ve kültürel değerlerle yetişip de "Aşırı dinci ya da ırkçı" insanlarımızın çıkması beni şaşırtan. Anavatanda bizlerin en büyük tehlikesi tabi ki Rus faşizmidir. Türkiye'de de Türk faşizmi. ''Türk'ün Türk'ten başka dostu'' yok diyen zihniyet. ''Türkiye Türklerindir'' diyen zihniyet.

Faşizmi ve aşırı dinciliği (müslumanlik-hristiyanlik-yahudilik fark etmiyor) mücadele edinmiş insanlarla istesen de bir arada olamazsın. Bu kafaya gelmiş insanların Çerkesliği de kalmamıştır.

Onun dışında; ne görüşte olursa olsun, her insanımla bu mücadeleyi paylaşmak, omuz vermek yaptığım ve yapacağım şeydir. Yeldar arkadaşın çağrı şekline, keskinliğine ilk eleştiriyi de yazan benim. Doğrularını onayladığım gibi yanlışlarını da kendimce belirttim.

Sorun nettir. Bu sorunun çözümünde her görüşten insanlarımızla ortak paydayı bulmak gerekiyor.

Son olarak; yazı şeklim itibariyle şöyleyseniz, böyleyseniz diye vurgularım kesinlikle şahsına değildi. Ana düşünceye yönelik genel vurgulardı. Bu anlamda hata etti isem şahsından özur diliyorum.

Saygı ve Sevgiler.




Lezgi Ömer
16.08.2006

Sayın GODUNOV,

Mihrak araya araya helak oldunuz. Helak olmaya da devam edeceksiniz. Neden mi? Görünen köy kılavuz istemezde ondan.

Şu yazdıklarınıza bakın. Siz Çerkes olsanız ne olur olmasanız ne olur. Olmasanız daha iyi olur.

Asıl sözüm, denetimi yapan arkadaşımız FA’ya: Ben bu sitenin müdavimlerinden biriyim. Çok sert tartışmalara da katıldım. Fakat hiçbir zaman böyle terbiyesizce yazılmış yazılar olmadı burada. ’’Dedelerinin mezarına s...larda içleri daha rahat eder.’’ Bu ne büyük terbiyesizliktir. Bu ne büyük kendini bilmezliktir. Siz hangi hakla böyle bir cümleyi yazıyorsunuz sayın GODUNOV, sizde ne hakla bu cümleyi sayfaya asıyorsunuz sayın Fuat Aydemir?

Tüm dileğim bu yazıyı foruma astığınız için katılımcılardan özür dilersiniz… Hem siz Sayın GODUNOV hem siz Sayın Fuat Aydemir.

Tüm katılımcılara saygılarımla.

 

M. Emin Yaşar
16.08.2006

Dikkatimi çeken konu şu arkadaşlar: Kim bir oluşum bir üretim için bir şeyler yapmaya çalışsa kimseleri bulamıyor, cevap dahi alamıyor. Kim bir şeyler için standartların dışında bir şeyler yazsa, bam teline dokunsa, kalemler çekiliyor ve başlanıyor kavgaya. Dolayısıyla foruma katılanlar yüzleri geçiyor.

Nedendir anlamış değilim bu kavgaya duyduğumuz iştah. Neden hep enerjilerinizi detaylara verip israf ediyorsunuz? Neden arkadaşlar neden? Allah rızası için okuyun şu forumdaki tüm yazıları, anlatımlar dolaylı da olsa herkesin istediği aynı şeyler aşağı yukarı. Ama bizler anlatım ve anlama özürlüyüz. Neden birileri hep hesap sorma arzusu ister anlamış değilim.

Sevgili Lezgi Ömer, Budunov arkadaşımın yazdığı cümle yakışık almamış doğru ama nasıl bir tarz bu ya. Özür dile, tehditvari tavirlar! Adamın diğer yazdıklarında ana fikri yazısının onlarla ilgili yorum getir ve deki "Kardeşim kullandığın bu ifade yakışmadı lütfen değiştir, kendimi rahatsız hissettim."

Evet sevgili kardeşim Budunov, rahatsız edici bir şey bu bolümle ilgili benzetmede olsa duygularını daha düzgün ifade edebilirsin. Biz ne zaman dayanışırız, ne zaman birbirimizi anlarız, ne zaman bir halka içinde oluruz bilmem ama bildiğim bir şey var oraya gelene kadar " atı alan Üsküdar'ı geçer".

Saygılarımla.

 

Fuat Aydemir
16.08.2006

Merhaba,

Tum okurlardan denetim sırasında yaptığım hatadan ötürü çok özür diliyor ve bu görevimden ayrıldığımı duyurmak istiyorum. Art niyet yoktu, sadece gözden kaçan bir hata olduğunu belirtmek istiyorum.

Saygı ve sevgiler...

 

Lezgi Ömer
17.08.2006

Sayın Yaşar,

Normal bir insan, fikirlerini yazarken kullandığı üsluba dikkat eder. Eğer bu normal insan Çerkes ise o zaman bin kat daha fazla dikkat eder.

Burası herhangi bir yer değil. Bu sebeple buradayız. Burayı diğerlerinden ayıran bir seviyesi olduğu için buradayız. Sizin deyimizle ''adamın'' yazdıklarının ana fikri ''adamın'' üslubunda zaten apaçık ortada.

Gelelim benim tarzıma. Ne zamandan beri dilekte bulunmak tehdit olarak algılanıyor sayın Yaşar? Benim yazdığım aynen şu: ''Tüm dileğim bu yazıyı foruma astığınız için tüm katılımcılardan özür dilersiniz… Hem siz Sayın GODUNOV hem siz Sayın Fuat Aydemir.'' Bu cümlem yukarıda duruyor.

Fuat Aydemir bey, Çerkes'e yakışır tarzda özrünü diledi. Fakat istifası çözüm değil. Kendisinin bu topluma hizmetlerini görüyoruz. Sadece daha dikkatli olması lazım. Böylesine topluma malolmuş bir sitede daha dikkatli ve itinalı olmasını diliyorum.

 

A.pşaşe
17.08.2006

Maf Sayın Fuat Aydemir,

Nereye, diye sormak istiyorum şimdi gördüm yazınızı. Ben bir katılımcı olarak asla istemiyorum gitmenizi özellikle de böyle bir nedenden. Hatalar insanlar içindir hatayı kabul etmek de olgunluk belirtisi telafi, etmeye çalışmak dururken gitmek hayır! Ben bunu sizden özellikle rica ediyorum ki kalmalısınız burada. Hatayı hem yapıp hem de üste çıkmaya çalışan Çerkeslik adına da hiçbir getirisi olmayan faaliyetler söz konusu olduğunda hep mazeretler sıralayan bu haliyle kalkıp kritikler yapan insanları düşündüğümde binlerce defa hayır gidemezsiniz diyorum gidemezsiniz. Defalarca yazacağım hem de hiç usanıp bıkmadan siz buradayım deyinceye kadar.

Saygıyla selamlıyorum sizi...

 

Fuat Aydemir
17.08.2006

Merhaba,

Öncelikle isteseniz de gitmiyorum bir yere. :) Sadece Denetim Kurulu'ndan ayrılmak istiyorum. Sadece Fuat Aydemir olarak yazmak istiyorum. "Denetim" kavramıyla hiç barışık olamadım hayatım boyunca. Zaten diğer arkadaşlar gayet güzel bir şekilde yerine getiriyorlar görevlerini...

Saygı ve sevgiler...

 

Boris Godunov
17.08.2006

Sayın Lezgi, ben hatasızlık iddiasında değilim ki. Oldu, senin gül hatırına Çerkesliğe de veda edelim olur biter. Diğer katılımcılar ve sayın Aydemir'in affını rica ediyor, hatanın sahibi olarak yazınında zarif yürekleri incitmemesi için kaldırılmasını denetimden rica ediyorum.

 

Tremko
18.08.2006

Çerkeslerin içinde farklı siyasal oluşumların olması gayet normal ve olması gerekendir. Bütün Çerkeslerin aynı görüşten olmasını beklemek hayalden de öte. Her siyasi oluşum karşısındakine şüpheyle bakmakta sorun burada. Sosyalist, Müslüman'ın arkasında Wahabi'yi, İran'ı, Müslüman, sosyalistin arkasında Rus hayranlığını sempatisini ararken hata yapıyor. Kamplaşma daha anavatana dönme muhabbetleri yapılırken gündeme gelirse bu kimseye fayda sağlamaz. Aksine daha yola çıkmadan tekerlek kırılır.

Çerkeslerin sorunu, hala uluslaşma sorunu-ulusal sorundur. Ulusal mücadelelerde her ilerici toplumsal katmanın desteği ve dayanışmasına ihtiyaç vardır. Başlığı açan arkadaşın gerici derken kimleri kastettiği muğlak. İşçi, sosyalistler için ezilen ve devrimci yönü kuvvetli bir sınıftır.

Peki dindar bir Çerkes işçi nedir? Sosyalist saflara belki kazanamayacağın ama Çerkes ulusal mücadelesinde yan yana olacağın insandır.

Gericilik olarak algıladığım şey;

1) Dönüş fikrine tamamen karşı
2) Rus egemenliğine itaat etmekte kararlı olmaktır.

Bu görüş dışındaki tüm Çerkesler bana göre bir araya gelebilecek yapıdadır ve gelmelidir...

 

Muharrem Erdem
21.08.2006

Sayın Erdoğan,

Çerkes olarak dogmanız ve bunu unutmamış olmanız Çerkes olmaya elbette yeter. Ancak kendinizi ait hissettiğiniz topluluğun, nüfusunun büyük bölümü diasporaya dağıtılmış, anavatanların da kalanlarının ise, yaşadıkları toplumsal alt üst oluşlar sonucu halen bağımsız bir ve tek devlete sahip olamamış ve uluslaşamamış, diasporada yaşayanların ise hızlı bir asimilasyon süreci içinde eritildiğini görüyorsanız ve buna seyirci kalmak istemiyorsanız, bir şeyler yapmak zorundasınız! Çerkes olmak için herhangi bir ideolojiye de yaslanmak zorunda değilsiniz, fakat en azından diaspora da asimilasyonu durdurup, kimliğinizle yaşayabilmek ve de yeryüzünde Çerkesliğin kıyamete kadar yaşayabilmesi için, dönüş, uluslaşma ve bağımsız bir devlete sahip olma zorunluluğunuz varsa, bunları gerçekleştirmek için de bir stratejiye ihtiyacınız vardır.

Siyasetle yeterince uğraşmışlığım var, diyorsunuz. O halde stratejinin altının taktik, üstününse siyaset olduğunu biliyor olmalısınız. Bilerek siyasete bulaşmayalım diyorsanız, dönüş tezine karşı olduğunuz anlamı çıkar, ki dönüş önerenlerin siyasi kimliklerine yönelttiğiniz yapıcı olmayan eleştirilerden ve çok yazıp da, dönüş üzerine olumlu hiçbir şey yazmamanız bunu doğruluyor.

Eğer kurtuluşumuz için farklı önerileriniz varsa buyurun sizi samimiyetle değerlendirmeye şahsım adına ben hazırım. Unutmayalım, sürgün öncesinde de sürgünde de başımıza gelenlerin sorumlusu emperyal güçler siyasetten bağımsız hareket etmiyorlardı ve bu gün biz o siyasetlerin mağdurlarının torunları olarak bu durumdayız.

Kafkasya'da bir gecede 2.500.000 Gürcü'nün ayrıca 2.500.000 Abaza'nın bir gecede ortadan kaldırıldığını, sorumlularının sosyalistler olduğunu ima ediyorsunuz. Ben bir Abaza'yım, bu konuda Abazaların söylüyor olmalarından başka kaynaklarınız varsa yazın da bizde öğrenelim.

Ayrıca Yeldar arkadaşın vurguladığı gibi, olaylara at gözlüğü ile bakmaktan kurtulalım. İkinci paylaşım savaşında sosyalizmin düşmanı, Hitler faşizminin Avrupa'da hangi yöntemlerle kaç milyon insani öldürdüğünü bilmiyor musunuz? Savaşın sonuna dinlenmiş bir güç olarak müdahil olan ABD'nin Hiroşima ve Nagazaki´de savaştan sonra Vietnam'da neler yaptığı hiç aklınıza gelmiyor mu? Aynı Amerika'nın milli çıkarları için bu gün de dünyanın dört bir yanında kan içmeye devam ettiğini görmüyor musunuz?

Hatalarıyla, sevaplarıyla kapanmış bir dönemin, sorumlularını itham etmek bize bir şey kazandıracaksa hep beraber edelim. Aynı sosyalizmin, anavatanda yok oluşumuzu engellediğini bu gün orada sahip olduğumuz kazanımların da mimari olduğu gerçeğini görmezden gelmeyelim.

Herkes siyaset yapıyor sayın Erdoğan. Türkiye´de bizi asimile etmek için siyaset yapıyor. Çıkardığı Türkçe dışında dil konuşmak yasaktır yasalarıyla, vatandaş Türkçe konuş kampanyalarıyla, siyaset yapıyor. Çocuklarımız Nart destanlarından önce başka destanları öğrensin diye, Çerkes değil, Panturanist, Panislamist ideolojileri empoze ediyor. Çocuklarımız Çerkesliklerini öğrenmesinler, bağımsız Çerkesya yerine, Asya'daki esir (!) birlikte Kafkasya'nın da kurtulacağını düşünsünler, kendilerine yabancılaşsınlar diye. Bunu yaparken kendi köyünde Çerkesliğini kendi halinde yaşayana belki dokunmuyor. Ancak Çerkes uyanışı için öncülük etmeye çıkanı eziyor. Dernekler üzerinde baskı kuruyor.

Toplumu sindirmeye gücünün yetmediği yerde siyasetine şiddeti katmaktan çekinmiyor. Çerkeslerin birliği için çalışmalar yapan, bir toplantı çıkısı, 5 Kasım 1977'de üzerlerine silahla ateş açılanlar bizim gençlerimiz değil miydi? Orada Tsey Mahmut Özden şehit olmadı mı?

Bu gün ortaya konulmak istenen, Çerkeslerin yararına her projeye sağdan, soldan yapılan saldırılar neye hizmet ediyor sizce? Bu gün nispeten imkanların daha fazla lehimize olduğu bir dönemi yaşıyoruz. (İmkanların hangi mücadele ve bedeller sonucu lehimize açıldığı başka bir konu.)

Bu dönemde samimi olan herkes üzerine düşeni yapmalı diye düşünüyorum. Getirilen her öneri kim tarafından getirilirse getirilsin, değerlendirilmeli ve üzerinde yapıcı bir tarzla tartışılmalı. Atalarımızın bir rüyaları vardı: "Bizler milli savaşımızı kaybetsek de insanlığımızı kaybetmeyeceğiz. Bu gün anayurdumuzu boşaltıyoruz. Ama o kalbimizden asla çıkmayacak. Bir gün atımın üstünde ve kılıcım elimde yurduma geri döneceğim. Eğer dönmeden ölecek olursam bedenimden hiç değilse bir parçayı anayurduma getirin ve köyümün mezarlığına gömün." (Hacı Grandük Berzeg)

Bu hafta değerli bir büyüğümüz, şiir üzerine çok güzel bir yazı yazdı. Ellerine sağlık. Aynen katılıyorum. Şiir sayfalar dolusu yazının anlatamadığını birkaç satır ile anlatma gücüne sahip olabiliyor gerçekten. Anlatma külliyesi viran
tarih yazıcısına siyaset ve
bezirganlık ilminin erbabına ki,
at değil ateş hırsızlığıyla başlar senin hikayen ve
sayıklayan bir coğrafyada
sayrılıklar salgın umutlar yaralı hatıralardan
kan sızmaktadır kavminin
kendine olan zulmü itikat,
itimat ve itaat idi bundandı talan,
iskan ve hicran bundandır
kızların cariye silahşorların emir kulu oluşu
bundandır tarih denilen sarsağın
sana ayırdığı sayfalar eksik,
yanlış ve alfabesi unutulmuştur.
Anlatırlar ki,
muhacir olanın hicrandır ömrünün yarısı.
Canın yanıyor koca Nart,
çılgın tay bir rüyan olsun artık,
bir rüyan olsun

Not: Bu dizeler şair Ahmet Telli´nin Barbar ve Sehla isimli kitabındaki iki ayrı şiirinden düzenlenmiştir.

Bütün katılımcılara sevgi ve saygılarımla.

 

Fuat Aydemir
22.08.2006

Merhaba,

Öncelikle hoşgeldin Muharrem arkadaş.

Basit ve çok güzel bir şekilde ifade etmişsin doğruları. Sadece ekler yapmak istiyorum. Türkiye'nin ana siyasetiydi bizleri siyasetsiz kılmak ve bunu kendimizin gayretleriyle de kısmen başardı. Tek örgütlü yapı diyebileceğimiz derneklerimiz düne kadar ekip gösterileri-geceler-sergiler gibi kültürel faaliyetlerle sınırlandırılmıştı. Oysa bizlerin daha geniş, daha içerikli-amaçlı örgütlenmelere ihtiyacı var oysa.

Türkiye'nin demokratikleşmeye zorlanması sonucu elde edilen bir kısım haklar (dil öğretimi vb) ve kimliğimizi seslice dile getirmenin ardından az da olsa kıpırdanmalar başladı. Demokratik Çerkes Platformu gibi, Jineps gibi siyasi-hedef içeren yapılanmalar çıktı ortaya. Umarım daha da genişleyerek daha kitlesel ve ortak politik dizgilerde hareket edebilen birlikteliklere ulaşılabilir.

Saygı ve sevgiler.

 

Hajkasım Erdoğan
29.08.2006

Sayın Erdem,

O beş milyon insanın yok edilme şeklini, size ABHAZYA'DAKİ yaşlı Abazaların anlatımıyla anlatabilirim. Yazımda da belirttim. Yalansa onların yalancısıyım. Bu söylediğim söz için onlardan özür diliyorum, çünkü o insanlar yalan söylemez ve laf olsun diye de konuşmazlar.

Madem ki Abaza'sınız, biraz daha sıkı araştırma yaparsanız, Abazaların ağzından duyma şansınız var. Kimmiş o beş milyon insanı yok eden? Benden iyi biliyorsunuz onu. Evet o insanların bir birini kurşunladığı dönemleri çok acıda olsa yaşadım. Bunlar hep cehaletten geliyor ve bu cehalet hala devam ediyor. İnsanlarımız bir birini düğünlerde kurşunluyor, buna da cehalet diyorum. Herhalde yazımı iyi okumadınız, bir daha gözden geçirin, ben siyasi görüş umurumda değil, yeter ki Çerkes olsun diyorum.

Elbette siyaset olacak. Ama illaki şu veya bu görüş olacak diye bir şey olmaz. Çerkes olabilmek için sosyalist mi olmak lazım, ben bunu anlayamadım. Çerkeslik için neler yaptığımı merak ediyorsanız, çok şeyler yaptığıma inanıyorum. En basiti, siyasi görüşünden dolayı hiç kimseye sen Çerkes olamazsın demedim. Seninde siyasi görüşün beni ilgilendirmiyor ve Çerkesliğin benim için yeterlidir diyorum. Ama sizler beni ve benim gibi düşünenleri Çerkes olarak kabul etmeyiz diyorsanız, o da sizin bileceğiniz bir şey. Ne diyeyim, ona da itirazım yok. Yeter ki sizler çok başarılı olun, bizlerde gurur duyalım.

 

Muharrem Erdem
29.08.2006

Sayın Erdoğan,

Sizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum. Önce samimiyetle inanmanızı isterim ki, hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun Çerkeslere, sizin yaklaşımınız ne ise benim ki de odur. Yani sizin dediğiniz gibi bütün Çerkesler benim de kardeşimdir. Hiç kimse kimseyi, hele ki bir Çerkes diğer Çerkesleri kendisi gibi düşünmeye zorlama hakkına sahip değildir.

Siyasetin bizleri böldüğü konusunda haklısınız. Tabii ki Çerkesliği ikinci plana iten, Çerkes yaşam biçimini erozyona uğratan tüm diğer faktörler gibi, mevcut siyasetler de önemli birer faktördürler. Ben Çerkes gerekliğine demokrat bir bakışla yaklaşılması gerektiğine inanıyorum. Çünkü genel sorunlara deva olabileceğine inanılan alternatif sosyalist reçetelerden önce, demokratik tartışmalara ve ortak payda da buluşularak yaratılabilecek bir birliğe ihtiyacımız var ve Çerkeslerin yararına olacak olan siyaset hiç kuşkusuz, Çerkeslerin gerçekleştirmeyi başarabildikleri birliğin ürünü olacaktır. Bu nedenle hiç kimsenin olmadığı gibi sizinde önce sosyalist, sonra Çerkes olma zorunluluğunuzun olmadığını, düşündüğüme emin olmanızı isterim. İsterseniz kendi siyasi görüşünüzü yazın, bu görüş ne olursa olsun, benim size beslediğim kardeşlik duygularında hiçbir değişiklik olmaz inanın. En fazla bu görüşün doğruları ile yanlışlarını, bir üslup çerçevesinde bir birimizi rencide etmeden, aklımın erdiği kadarı ile tartışmak isterim sizinle. Onu da siz isterseniz yaparım. İstemezseniz o konuya da hiç girmem.

Araştırın derken de haklısınız. Diaspora da ezilmiş ,yok olmasına ramak kalmış bir topluma ait olduğumu ve sürekli araştırmak zorunda olduğumu biliyorum ve sanırım bu hepimiz için geçerli olmalıdır. Yazarken, tartışırken gerçeklerden ve bilimsel doğrulardan kopmamak hepimiz için bir zorunluluk olsa gerek. Yoksa ezilmişliğimizden kaynaklı duygusallığımızla söyleyebildiğimiz şeyler, gerçeklikle alakasız olabiliyor ve bunun yalancılıkla hiçbir alakası yok. İnanın ki, sosyalizm propagandası yapmak gibi ne bir derdim ne de kaygım var. Öyle olsa önceki yazımda, yeryüzünü de Hitler faşizminden Sovyetlerin kurtardığı vb. bir sürü şeyi yazabilirdim.

Ancak tarihi kurcaladığımızda, ister istemez bazı gerçekliklere de temas etmek zorunda kalıyoruz. Abaza kıyımı konusunda da bu böyle. Bildiğiniz gibi Rus Kafkas savaşları kimine göre 150, kimine göre 400 yıl sürmüştür. Ruslara karşı Abazaların da savaştıkları ve bu savaşların, 1810'da Abhazya'nın, Rusya'nın egemenliğini tanımasına rağmen, bir kısım Abaza'nın bunu kabullenmemeleri üzerine savaşın 1864'e kadar sürdüğü; 1864'te sayıları 300.000 civarında olan Abhaz-Abaza'nın göç ettirildiği, yapılan araştırmalarla ortaya çıkmış durumda ve araştırmacıların büyük çoğunluğu, göç ettirilen Abhaz-Abaza sayısının, Kafkasya'da kalanlardan fazla olduğu konusunda hemfikir. Yani Kafkasya da kalan Abaza sayısı 300.000'in çok çok altındadır. Bu durumda büyük kıyımlardan 53 yıl sonra 1917'de iktidarı alan sosyalistlerin isteseler de 2.500.000 Abaza'yı Kafkasya'da bırakın katletmeyi, bir arada bulabilme şansları var mıdır? Siz karar verin.

Öte yandan 1921'den itibaren Gürcülerle eşit haklara sahip olmak isteyen Abhazya'nin tüm girişimlerinin, Gürcü asıllı Stalin ve yine KGB'nin Gürcü asıllı başkanı Beria tarafından engellendiğini de yine ayni kaynaklar yazıyorlar. Bu da kabullenmek zorunda olduğumuz başka bir gerçek. Hiç bir sosyalist yok Stalin böyle bir şey yapmamıştır diyemez. Fakat en yetkili iki Gürcü yöneticinin 2.500.000 Gürcü'yü katlettiğine de kimse kolay, kolay inanmaz.

Sayın Erdoğan ben tüm Çerkeslerin önyargılarından kurtularak bir birlik oluşturmak zorunda olduklarını ve bunun yolunun, karşılıklı diyalog ve anlayıştan geçtiğine inanıyorum. Bunun gerçekleşmesi başarının kendisidir ve olursa bu başarı hepimizin olacaktır. Ben sadece umutsuz değilim, çünkü inanıyorum ki, umutsuzluğun olduğu yerde umut başlar.

Çerkes toplumunun yok edilen değerlerinin birer, birer yeniden var edilmeye başlandığı günlerin arifesindeyiz ve Kefken Projesi bunun en güzel habercisi diye düşünürken, sizin de orada olduğunuzu öğrendim.

Kendi adıma teşekkürlerimle birlikte, tekrar saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Sağlıklı kalın.

 

Hajkasım Erdoğan
30.08.2006

Sayın Muharrem,

Ne güzel demişsiniz,ağzınıza sağlık sikoeş. Faşist Hitler ve buna benzer kan emiciler, heykelleri kendi toplumları tarafından yıkılarak yaptıkları, zulümlerle beraber tarihin kara sayfalarına gömüldüler, hatırlayan bile yok. Hakkettiklerini buldular.

Bizim için mühim olan birlik ve beraberliğimiz, birlik oldukça yaşayabiliriz, ben bunu derim.

Kefken meselesine gelince, siz bana teşekkür ediyorsunuz ama ben, kendimden utanıyorum. Neden bu kadar geç kaldık? O atalarımızı nasıl ve neden yalnız bıraktık, el arabaları dolusu içki şişesi (abartmıyorum emin olun) atalarımızın mezarı başında içilirken biz neredeydik? Bizler nasıl Çerkes'iz ki hala buralarda yazı yazabiliyoruz diye düşünüyorum. Yapmaya çalıştığımız şeyler zaten bizim vazifemiz, bunun için bir birimize teşekkür etmemize gerek yok. Hiçbir siyasi görüş beni toplumumdan ayrı tutamaz, buna gücü yetmez, çünkü kardeş kardeşten ayrı kalamaz.

Saygılar sunarım.

 

Nago Kerim Ay
03.09.2006

Yeldar'ı tebrik ederim. Hiç bir zaman söyleyeceklerine süslü kılıflar uydurmadan söyledi. Yine içimizdeki kanayan bir yarayı göstermiş. Eline ve yüreğine sağlık...

Gelelim cevaplardan bazılarına...

Yeldar o kadar güzel söylemiş ki, o konudan rahatsızlığı olan herkes tepkili yazılar yazmış. Çerkesliğinin unutup siyaset peşine düşen, kendi tarihini kültürünü unutup, başka kültürlere sığınan, başka tarihlere ait olan, vakıf vakıf, dernek dernek gezip herhangi bir çatıda tutunamayan en sonunda küçücük 1-2 çatı altına sıkışan, üretecek hiç bir şeyi olmayan ama üretenlere yıllardır köstek olanlar içimizdeki Çerkesleri söylemiş Yeldar.

Bütün bunları yapan insanlara o sözler az bile...

 

Gönen-Abzegh
04.09.2006

Yakın tarih Çerkes realitesini anlama adına bu kadar ayrı düşeceğimiz algılanabilseydi sefaletin değişik pozlarından ortak bir düşünce iklimine yol bulan, oradan da reel Çerkes sorunlarına sağlıklı çözümler üretebilen fikir platformu oluşturulabilirdi. Başka form başlığı altında dile getirilen ve Çerkes olduğu iddia edilen iki babayiğidin bu form başlığını ilgilendiren yönleri bulunması ve yakın tarih Çerkes realitesine ışık tutması açısından meseleye dikkat çekilmiştir. Soruna geçmeden önce şunun tespit edilmesi lazım bu babayiğitlerin çerkes olup olmaması aslında hiç önemli değil çünkü biz Çanakkale'ye çok yakın bir coğrafya da olduğumuz için kendi köyümüzden ve civar Çerkes köylerinden savaşa iştirak eden ve şehit olan insanlarımızın olduğunu biliyoruz.

Onun dışında mesele bu ülkenin savunulması ise bu yolda şehit olan nice Çerkes'i de herkes biliyor. Kısaca bu müşahhas tabloyu görmek için elimizde ki veriler sadece Çanakkale savaşıyla sınırlı olmayıp nerdeyse bu ülkenin son 150 yılda girdiği her savaşta görebileceğimiz bir realite olarak karşımızda. Peki o zaman yıllar sonra Çerkes olmasalar bile bu insanların şahsında yakın tarih Çerkes realitesi karşısında niçin şaşırıyoruz, sanki uzaydan gelmişler-uzayda meydana gelmiş olaylar muamelesi yapıyoruz, onlarla aramızda ki uçurumun mesafesini ölçecek bir ölçü birimi var mı?

Bu tanımama, anlamama, kabul etmeme, kopukluk ve en önemlisi de yakın tarihi anlayamama dolayısıyla uzak tarihe kollarını uzatarak kollarında derman da kalmayan yıkık dökük halin anlamı ne? Senin tarihin, birilerinin sana dayattığı gibi sürgünle kesildiği-sekteye uğratıldığı için ve bu tarih ve dahi bundan sonraki Çerkes tarihi tepe tepe kullanılmış-ümmetçi-devletçi-işbirlikçi Çerkesler tarafından temsil edildiğinden ve o resimde olmasa da ondan çok farklı olmayan o dönem Çerkes realitesi, Osmanlı tarafından kullanılmanın son halkasını teşkil ettiğinden elbette kendini o halde görmek beyin guddelerini zorluyor. Yapılan tespit çok doğru, o resimdeki insanların Çerkes olduğu iddia edilince dikkatleri çekiyor, çeneler kitleniyor oysa ki, bu ülkedeki Çerkes realitesinin izlerini takip ederseniz her daim cephenin en ön safında mücadele eden ve sefaleti iliklerine kadar yaşayan insanlar içinde Çerkesleri de bulursunuz. Bulursunuz fakat bulsanız bile o insanlarla- kendinizle buluşmanız istenmez tabloya baktığınızda kendinizi göremezsiniz, gördüğünüz tek şey bir türlü anlam veremediğiniz ölümüne müfrezeler şeklinde dalan bu insanların kendi ülkeleri için olmadığı halde içinde bulundukları şaşılacak haldir.

Sana dayatılan tarih demiştir ki; 1864 e kadar olan ama o tarihte ayyuka çıkmış bulunan Osmanlı'nın ve işbirlikçilerinin beşinci kol faaliyetleri ve intelijans ayak oyunlarıyla sen topraklarından söküldün, senin bu kullanıldıkça kullanılmanın değişik boyutlarını keşfeden onulmaz yapın, kullanılmanın en el-toz değmemiş yönlerini asıl sürgünden sonra gösterdi. Tuttun kendine ait olamayan bir devlet için yedi düvele meydan okudun, kendi milletin için parmağını kaldırmazken hep başka milletlerin bekası için at koşturdun bu ha Çanakkale olmuş ha Kurtuluş Savaşı senin bu kullanılma vasfın bugüne kadar devam edip gelmiştir. Onun için de senin kullanılma destanın olan 1864 ve sonrası tarih, Çerkes tarihi olamaz dolayısıyla da o dönemleri temsil eden Çerkesler, sana miras devir edebilecek kabiliyette değillerdir. Bundan dolayıdır ki senin yakın tarihe dair bildiğin ve bu yolda mücadele eden insanların sayısı bir elin parmağını geçmeyecek kadar azdır, çünkü onlar kullanılma yolunda zirveleşirken unutturulma noktasında da yerin dibine sokulmuşlardır. Bulmak içinde böyle fotoğrafların tesadüfen çıkması gerekmektedir işte. Birilerini tarihin karanlık sayfalarından çekip-çıkarma faaliyeti aslında sana ruh köklerine inme, yakın tarih Çerkes realitesiyle buluşma fırsatı sağladığından daha gün yüzüne çıkmadan, kullanılmanın akıl almaz boyutunu teşkil ettiği gerekçesiyle, kurşuna dizilecektir. Senin ideolojik geri dönüş projesinde yapman gereken; 1864 sonrası Çerkes realitesinin yaşadığı devletleşme-vatandaş olma sürecini ideolojik geri dönüş projesi için de en önemli sorun olarak görmen, bu devletleşme sürecine-oranına hizmet etmiş ne kadar olay varsa Çerkes tarihi dışına çıkarman, böylece es-kaza yakın tarihteki Çerkes ruh-karakter özelliklerinden kendine yol bulmaya çalışan, iz arayan Çerkes gençleri (bizim gibi) çıkarsa ideolojik geri dönüş projesi de (Lenin döneminde başlayıp 60-70'li yıllarda hız kazanan) sekteye uğrayabilir. Çerkeslerin devletleşme sürecini devamlı kullanılma olarak dayatan anlayış, senin örnekleri çok yakın tarihte bile görünen büyük meydanlarda dönme hasletini küçük meydanlara tutsak edecektir-etmiştir. Çerkes ruh-karakter özelliklerini yansıtan ve beşeri hayatın sinir uçlarına kadar ulaşacak serüvenin, bir türlü bunun psikolojik alt yapısıyla buluşmaz ve onun yerine gösterge niteliğinde olabilecek bazı adetleri adeta kurtuluşun reçetesi gibi gözüne sokarlar zaten anavatana dönüşün tarihi psikolojik alt yapısı da hazırken (Rus nefreti yerine Osmanlı nefretini ikame etmek aradan sosyalist SSCB ye şirin göndermeler yapıp Çarlık Rusya'sı ile arasındaki farkı kalın puntolarla belirtmek) yapman gerek tek şey küçük meydanlarda bel kütürdeten dönüş manevralarıdır, onu da hep beraber görüyoruz.

Kısaca Çerkes olduğu iddia edilen ama özünde bunun önemli olmayıp, yakın tarih Çerkes realitesinin pozisyonunun algılanması adına bize ip uçları veren bu ve benzeri olaylardan, günümüz reel Çerkes sorunlarının halline ve bize dayatılan ve kopukluk arz eden dolayısıyla da gelecek Çerkes realitesine sağlıklı kan pompalayan damarların tıkanmasına sebep olan yıkık dökük tarih anlayışı ve altında yatan ideoloji-ideolojik geri dönüş projesine kadar bir dizi gerçek kapımızın önünde. 1991 deki muazzam devrilişten sonra kılık değiştiren, halkların kardeşliği yerine uluslaşmayı ikame eden, kullanma-kullandırma damarını işleyerek-işleterek yaşayan Çerkes realitesinin beşeri hayata entegrasyonu sürecinde, akıllara bıraktığı şüphe tohumlarıyla geri dönüşte gerçekleşemediği için insanımızı en açık pozisyona düşürüp, enerjisini eriten, adet yapıcı özelliğini de tanımlayamaz halde bırakan anlayış karşısında, elbette Çerkeslik diye ağzına çalınan bir parmak balla ve sosyal-beşeri hayata kodlandırılmış yansıması bulunmayan Çerkeslik tanımlarıyla tatmin olmayan, küçük meydanlarda-fasit dairede dönüşü sorgulayan, tanımlayan, konumlandıran, anavatana dönmüş adı altında ideolojik geri dönüş projesinin de zamanında insanımıza nasıl dayatıldığını çok iyi öğrenen-bilen bir anlayış ile dikilmektedir. Bununla birlikte; Yakın tarih Çerkes realitesi karşısında o insanların torunu olarak gurur duymana bile müsaade etmezler tarihten bir tabloyu alıp yüreğine soksan, oradan bir yol bulup güncel sorunlara ışık tutmaya çalışsan, o tabloyu yüreğinle beraber söküp almaya çalışırlar. Çünkü o tabloda yazanlar, gerçek Çerkes realitesi için değil mevcut devletin bekası için destan yazmaktadırlar. Bu destan yazıcıları da olsa olsa kullanılmanın zirvelerinde dolaşan insanlardır. Şimdi etrafına bakarsan nelerden esirgendiğini, esirgendiğin şeylerin yerine zihnine tıkıştırılan şeylerle ne kadar da öngörüsüz olabileceğini anlarsın. Çok yakın tarihte bile büyük meydanlarda atan kalbin nasıl küçük meydanlara sıkıştığını-sıkıştırıldığını da ayrıca görürsün. Ve düğün-dernek bitip lambalar kapatıldığında her şeyi çok parlak gösteren zifiri karanlığın, Çerkeslerin-Çerkesliğinin üzerine kara ölüm bulutları şeklinde çöktüğünü hissedersin. Tüm bu bilme, anlama, görme ve hissetmeler içinde sana şirin gösterilen şeylerin ardındaki ideolojik tını kulaklara hiç yabancı gelmezken tüm kamufle çabaları eracifi ortadan kaldırmaya maalesef ki yetmiyor. Artık yetmeyecek de…


 

Muharrem Erdem
09.09.2006

Sayın Gönen-Abzegh,

"Yok olmadığını düşünen Çerkeslerle gelecekle ilgili dilimizin döndürebildiği güzellikleri (sadece görebildiklerimiz) fısıldamak, karşılıklı fikir tealitisinde bulunmak isterdik" konusunda samimi iseniz; bilmemelisiniz ki, bunun yolu bu başlık altında size yazılan cevapları görmezden gelmekten, size sorulan soruları yok saymaktan geçmez. Hele birde üzerine, tahterevalli oynatılan kelimelerle kaleme alınmış, anlaşılabilmesi neredeyse hiyeroglif uzmanlığı gerektiren yazılarla, bu tutumunuzda ısrarcı olmaya devam ederseniz, sanırım karşınızda o güzellikleri fısıldayabileceğiniz kimseyi bulamayacaksınız.

Bu başlık altında diğer arkadaşların size yeterince cevap verdiğine ve herkes tarafından bilinen gerçeklerin, tarafınızdan bilinmeme ihtimali olmadığına inanmamakla beraber, sizi burada yok saymanın Çerkes adetlerine uygun düşmeyeceğini düşündüğümden, mümkün olduğunca tekrardan kaçınarak bir şeyler yazacağım.

Osmanlı'nın, Kafkas savaşlarında ve sürgündeki sorumluluğunu kabullenmeme ısrarınız anlaşılır gibi değil. Zira bu konuda en azından internet ortamında yer bulmuş onlarca örnek-belge mevcut. Osmanlı devletinin Kafkasya ile ilk temas kurduğu 17.yy'dan itibaren, Kafkasya’dan, Osmanlı'ya ilk ferdi göçlerin başladığı, büyük göçten önce Osmanlı ordusunda görev almış yüzlerce subay ve bir kısmı vezirlik yapmış 300 paşanın olduğu, Osmanlı'nın, Kafkasya’yı hakimiyeti altına almak için bu insanlardan yararlandığı, inkar edilemez bir gerçek. Osmanlı'nın bu savaşlardaki tavrı da bir çok belgeyle ortada. Bunlardan sadece biri "18.yy'ın sonlarından itibaren Osmanlı devleti Rusya ile giriştiği savaşlara Kafkasyalıları da dahil etmek istiyor ve her defasında onları Ruslara karşı tahrik etmeye çalışıyordu.

Ancak Osmanlı devleti, Rusya ile savaş sona erip, barış anlaşmasını imzaladıktan sonra kenara çekiliyor ve Ruslar ile Kafkasyalıları karşı, karşıya bırakıyordu. 1787-1792, 1806-1812 ve 1827-1829 Osmanlı, Rus savaşlarında bilhassa Çerkesler de Ruslara karşı çarpışmalara katılarak Osmanlıları desteklemişlerdi." Gördüğünüz gibi Osmanlı din kardeşlerini bir değil, birkaç kez kafirin karşısında yalnız bırakabilmiş.

Aynı döneme ait bir başka gerçek ise: 1780'li yıllarda Çerkes Ferah Ali paşanın Anapa da göreve başlamasının hemen ardından, Kafkasya'da imamlar döneminin başladığıdır. 1785'te İmam Mansur ile başlayan bu süreç, 1859'da İmam Şamil’in Ruslara teslim olmasıyla sona erer.

Açıkça görüldüğü gibi yukarıdaki savaşların tarihi de imamlar dönemi kapsamındadır. 1850'ler de sürecin yenilgiye işaret eden belirtileri göründüğünde acaba Osmanlı hangi tedbirleri almakla meşguldür? "Osmanlı Devleti 9 Mayıs 1857'de tehcir kanunu çıkarmıştır." Yani İmam Şamil'in 1859'da Ruslara teslim olmasından iki yıl önce ve onun ardından; "1860 yılında İskan-i Muhacirin Komisyonu kuruldu. Bunda ekonomik ve politik çıkarlar gözetilmişti. Buradan anlaşılıyor ki, Çerkeslerin göçürülmesi Osmanlı devletince planlanmış, sonraları gelişen fiili durumdan çok daha önce programlanmış bir iştir." Bu alıntı Osmanlı'nın planlarını açıklamaya yeter sanırım.

Ancak Osmanlı'nın bu konuda ne kadar kararlı olduğunu görmek için birde şu alıntıya bakalım. "Musa Konduk ş söyle anlatır: Sadrazam ile görüştükten sonra Berzec Hüseyin paşanın yanına gittim. Wubıh Ali Pasa da (Hafiz paşanın kardeşi) oradaydi. Bu iki zat Çerkes muhacirlerin vaziyetini yakından takip ediyordu. Hüseyin paşa Osmanlı devletinin göçe hazırlıklı olmadığını, bu konuda Çerkesler için hiçbir şey hazırlanmadığını, bu muhacirlerden ilk büyük grubun durumunun ağıt yakılacak derecede perişan olduğunu belirterek, önemle rica ediyorum, tehcir meselesinde acele etmeyelim, demişti. Hüseyin Berzec paşa 1866'da idam edilmiştir."  Bu örnek kendisi ile işbirliğine yanaşmayanlara karşı Osmanlı'nın tutumunu ve niyetlerini açıklamaya yeter mi?

Sayın Gönen-Abzegh, Israrla üzerinde durduğunuz bir başka konu "gidilecek başka bir yer var mıydı". Olmuşa çare bulunmaz, biliriz fakat biz yine gerçeklerden sapmayalım. "Rus hükümeti adına General Fedol, Musa Konduk ile Gazi Muhammed e şu teklifi sunmuştu. Afganistan hududunda Çerkeslerden müteşekkil bir devlet kurmak, Osmanlı devletindeki tüm Çerkesleri oraya göçürmek, kurulacak devletin Rusya’ya bağlı kalması şartıyla bütün masraflarının Rusya tarafından ödeneceğini garanti etmek. Her ikisi de bu teklifi reddetmişti. Rusya bu proje ile Afganistan'ı işgal etmekte olan İngilizleri bertaraf etmeyi düşünüyordu." Rusya'nın çıkarına olan her durumun Osmanlı'nın aleyhine olduğu bu dönemde, bu teklife hayır denilerek kimin çıkarları gözetilmiştir sizce? Biz Çerkeslerin mi yoksa Osmanlı’nın mı? Ve yukarıdaki yazılarınızdan birinde: Başka bir katılımcının 'Osmanlı'ya göçülmeseydi kayıplarımız bu kadar ağır olmazdı' yorumuna keşkeli bir varsayımdan ibaret derken; kendi yaptığınız "Rusların gösterdiği yerlere yerleşilseydi, katliam soykırım boyutlarına ulaşırdı" yorumunuzun da, sadece bir varsayım olduğunun farkında mısınız acaba?

Bir diğer savınız, "(...) ama tüm Çerkesler arasında göçe karşı ciddi hiçbir ayaklanmanın olmamasında, Osmanlı'ya göçün, çok geniş Çerkes nüfusu tarafından benimsenip dindaşlık etkisi altında gerçekleştiği gözlerden kaçmıyor." (!) Sayın Gönen-Abzegh, şansızlığınızdan midir bilmem ama gerçekler inatla söylediklerinizin tersini yazıyor. "Geri dönmeye yeltenen muhacirlerin sayısı o kadar artmıştı ki, Osmanlı hükümeti tedbir almak ihtiyacı hissetmişti. 18 kanun-i esasinin 1789 tarihli emirname ile Çerkeslerin kaçmasına fırsat verecek her hareketin engellenmesi emredilmiş, bu hususta yabancı deniz nakliyat şirketlerine de gemileriyle tek bir Çerkeş dahi taşımamaları resmi yazıyla bildirilmiştir."

Ne demeli?

Osmanlı herhalde din kardeşlerine uyguladığı kadirşinas tavrını, geri dönecekler aracılığıyla Kafkasya’ya duyurmak istemedi! öyle mi? "Kaldı ki Çerkesler yerleştirildikleri stratejik yerlerde bu yerleştirmenin amacına uygun bir meseleyle de karsılaşmamıştır."

Sayın Gönen-Abzegh, siz öyle diyorsun diye öyle midir acaba? "Osmanlı'nın Avrupa topraklarında Çerkeslere, büyük yollar ve önemli dağ geçitleri boyunca köyler tahsis ettiler. Örneğin eski Sırbistan sınırı boyunca Kosova ovasında 23 Çerkes yerleşimi vardı. Bunlar sınır hattını korumak için Rusların Kazak Stanitsaları gibi askeri koloniler olarak kurulmuşlardı. Bununla birlikte Balkan halklarının özgürlük hareketleriyle mücadele için düzensiz birlikler bünyesinde Çerkes birlikleri de kurulmuştu. Bu faaliyetlerin doğrudan yöneticisi ve uygulayıcısı, kendisi de Çerkes olan ve Osmanlı hizmetinde bulunan Nusret Paşa idi."

Osmanlı parçalanırken Balkanlar da yaşanan savaşlarda Çerkesler ne yapıyorlardı dersiniz? Günün moda deyimiyle yan gelip yatıyorlar mıydı?

Cümle alemin duyduğu, Balkanlara yerleştirilen Çerkeslerin, Hıristiyanlara karşı (plage) yani, parasız jandarma olarak kullanıldıkları gerçeğini siz hiç mi duymadınız mı?

Bu yazı kapsamında son olarak; "Osmanlı'nın Çerkesler üzerinde güttüğü politika milli bir politika değil, çıkarları da milli çıkarlar değildir."

Sayın Gönen-Abzegh, bu kadarına da pes. Üzerimizde bir çıkar politikası uygulandığını utangaçça kabul ettikten sonra bunun milli olmadığını söylemek ne anlam ifade ediyor? Acılarımızın direk sorumlularının, bütün yaptıklarını milli değil de, ümmi çıkarları için yaptıklarını vurgulamak, vicdanınızda onları aklamaya yetiyor mu? Yoksa Osmanlı ve işbirlikçilerini, bütün gerçeklere rağmen, savunma ihtiyacını bu ümmi duygular nedeniyle mi hissediyorsunuz? Ümmi çıkarlar için uygulanan bu politikanın Çerkes toplumuna kaybettirdiklerini ümmi duygularla geri alabilir miyiz?

Gönen-Abzegh’in "yakın dönem Çerkes realitesi ve dönüş" üzerine yazdıklarını irdelemek üzere, gelecek yazıda buluşmak dileğiyle.

Tüm Katılımcılara Sevgi ve Saygılar.

Not: Alıntıların tamamı Kafkas Vakfi sitesindendir. Konuların geniş kapsamlı yazıları ve kaynakları orada mevcuttur.


 

Kara Yusuf
10.09.2006

Ben Kafkas savaşları döneminde Şeyh Şamil'in Kabardey'e yapmış olduğu son seferde Ruslara karşı ayaklanan ve başarısızlık üzerine Kabardey'i terk etmek zorunda kalan bir ailedenim.

Kafkasya'daki başarısızlıkların sonu o zamanlar Osmanlı'ya zorunlu ikametten geçermiş. Yalnız anlatılan kadarı ile Kabardey liderlerinin büyük kısmı zorunlu göçü daimi olmaktan ziyade geçici bir durum olarak değerlendiriyorlar ve payitahtın sivil paşalık rütbelerine itibar etmemişlerdi. Lakin anlaşıldığı kadarı ile örgütlü bir kolonizasyon zihniyetiyle karşı karşıya kaldıklarından lider ailelerin hemen hepsi yok oldu veya edildi. Bu durumla beraber Kabardey koloni bölgelerine Osmanlı teşkilatına alınan ikincil aileler ekonomik ve sosyal etkinlik sergilemeye başlamaları ile beraber bu bölgelerin sosyal yapılanmaları dejenere etme işini yürütmüşler, Kabardeylerin dış etkiye açılması işlemini içeriden yapmışlar ayrıca diğer kardeşleri üzerinde de oluşabilecek tarihi etkinliğin tezahür etmesini de önlerken de topluluğu örgütün etkin bir kolu haline getirmeyi başarmışlardır. Fakat Kabardey koloni bölgeleri yinede bu gidişata militarize manasında düşük bir katılım dergilemiştir. Bu durum Hatukuayların Doğu kolonilerinde de mevcuttur başka bir tabirle devleti aliyenin sözünü dinleyeceği şüpheli olanlardır bunlar.

Bu nedenledir ki sürgünler arasında Osmancı ve Rusçu olmayıp özgürlükçü grupları tahlil etmek istersek onlar zaten bugün bile asimilasyona en iyi dayanan bölgelerdir. Bütün diasporayı incelediğimizde de kültürel gerçekliğin hayat bulabileceği sahaları ta başından asosyal kapalı bölgeler haline dönüşmesi de, ekonomik şartların ve coğrafi şartların tüm zorluklarına dayanarak bu güne kadar gelebilmesindeki neden de bu olsa gerek fakat artık kutu kırıldı. Hayat şartları bu bölgeleri katışıklığın yaşandığı bölgelere itmiş vaziyette ve biz bu topluluklara kültürel ihtiyaçları verebilmekten uzağız, sorunu görenler ne gördüklerini dahi anlatamıyorlar, dönüş fikrinin çıkış noktaları ve bunu uygulayan insanların büyük bölümü de bahsettiğimiz bölgelerdendir. Bu nedenle orijinal altyapı da doğan son neslin içinden çıkan grupların etkinlik kazanabilmesi dil ve kültürel mücadelenin mihengi olacağı kanaatindeyim.

Saygılar sunarım.

 

Tamer
10.09.2006

Sayın site katılımcılarına,

Bu başlıktaki yazı ve geçmişteki benzer yazılar hakkında bir çağrı da bulunmak istiyorum: Herkesin dünya görüşü kendisine. Burada kişisel siyasi görüşlerini başkalarına kabul ettirebileceklerini sananlar yanılıyor. Bunu herkesin bildiğine eminim. Ama ısrarla deniyorlar ve diğer görüştekilere hakaret etmekten vazgeçilmiyor. Çağrılar yapıyor haklı oldukları iddiası bitmiyor. Başarıları kendi rakamları ile ortada kaç yılda kaç kişi olmayı başardınız? Ne yaptınız? Ürünleriniz nelerdir? (İdeolojisinin arkasına Çerkesliği ekleyen görüşlere soruyorum.)

Bütün siyasi görüşü ile Çerkeslik mücadelesi yapanlar, objektif değildir. Ön yargılıdır gerici-ilerici-ateist-sağcı-solcu-birisini rakip seçer bizlerin (Adigelikten) başka kaygısı olmayanların ortamını bozarlar.

Denetim ne yapsın? Bu tip çağrılara yazılara artık tepki de vermeyelim diyorum. Belki vazgeçerler, gelmeyecekleri kesin olsa da deneyelim diyorum.

Saygılarımla.



Muharrem Erdem
15.09.2006

Sayın Gönen-Abzegh,

Başka bir başlık altında tartışılan resim olayını neden bu başlık altına taşıdığınıza dair izahınız ilginç doğrusu; "başka for(u)m başlığı altında dile getirilen ve Çerkes olduğu iddia edilen iki babayiğidin bu for(u)m başlığını ilgilendiren yönleri bulunması ve yakın tarih Çerkes realitesine ışık tutması açısından meseleye dikkat çekilmiştir." yani bu başlık altında tartışılanlar sizin için önemlidir! Bu nedenle iki thamademizi ilgili başlığın altında değil, bu başlık altında (eğer becerebilirseniz) elimizden almaya kalkışmak, sizin için daha anlamlıdır.

İzahınıza ait gerekçeniz de, yazınızın sonuna bakılırsa; "tüm kamufle çabaları eracifi (yalani) ortadan kaldırmaya yetmiyor" olduğudur.

Yani size göre birileri tarihimizle ilgili yalanlar söylemekte ve bunu kamufle gayreti içerisindedir. Bunda yerden göğe kadar haklısınız. Gerçekten ortada Çerkes tarihini kamufle etmek, hatta bunun ötesinde bütün Çerkes tarihini ters yüz etme gayreti içerisinde olanlar var.

Tarihe bu günden bakarak istediği gibi yorumlama rahatlığına herkes sahiptir. Fakat yorumlarınızdaki iddiaları, ispat ile mükellef olduğunuzu unutmamak zorundasınız. Aksi halde mesnetsiz iddiaların, hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktır.

Tarihi aktörleri ve rolleriyle değerlendirirken, unutmamamız gereken gerçek; her dönemin, o dönemi yasayanlara görevler biçtiği ve insanların kendilerine biçilen görevleri yerine getirmek zorunda olduklarıdır.

Atalarımızın da geçmişte üzerlerine düseni tereddütsüz yerine getirdikleri, itiraz kabul etmez bir gerçektir. Günümüzden bakıp, tarihe öykünmekte, onu çarpıtma çabaları da gerçeklikleri değiştirmeye yetemez. Bizim bu günden geçmişe bakarak görebildiklerimizi, atalarımız geçmişten geleceğe bakarak görebilirler miydi? Hayır!

Çar orduları ile, güçler dengesi müthiş eşitsiz bir savaşa girdiler. Kendilerine vaat edilen yardımların neredeyse hiçbiri onlara ulaştırılmadı. Osmanlı ile girdikleri ilişki sonucu, Rus-Osmanlı anlaşmaları neticesinde Osmanlı topraklarına geldiler. (Osmanlı'nın trajedimizdeki sorumluluğunu bir önceki yazımızda açıklamaya çalışmıştık.) Şimdi, kısa bir konukluk veya veya yeni bir hayata başlamak için geldikleri Osmanlı topraklarında neleri göremediklerini ve göremediklerinin, bu günkü durumumuza etkilerini kısaca incelemeye çalışalım. Dönemin şartlarında parçalanmakta olan Osmanlı'yı savunmak için ellerinden geleni yaptılar. Fakat sürgün acılarının taptaze olduğu yıllarda, "1876'da yürürlüğe giren ve ilk Türk anayasası olan Kanun-i Esasiye göre; 'teba-i Osmaniye'nin, devletin lisan-i resmiyesi olan Türkçe'yi bilmeleri şarttır'" maddesi ile anadillerinden feragat etmeye başlamak zorunda kalacaklarını bilmiyorlardı.

1921'de yenilenen Teşkilat-i Esasiye, ardından 1924, 1961 ve 1982 anayasalarıyla, Türkçe bilmek şarttır, ''Türkçe tek dildir ve başka dil konuşmak yasaktır''ın ekleneceğini, gelecek nesillerinin bırakalım ana dillerinde konuşmayı, duyma imkanı bile bulamadan yaşamak zorunda kalacaklarını bilebilirler miydi?

Büyük umutlarla geldikleri Osmanlı devletinde, ulusal, kültürel varlıklarının devamı için gerçekleştirecekleri faaliyetlere uygun ortamı (serbestiyi) bulamayacaklarını, o serbestiye ancak 1908'de Meşrutiyet'in ilanı ile kavuşabileceklerini; Çerkes Teavün Cemiyeti'ni kurabileceklerini, bilebilirler miydi? 1910'ların sonunda, Osmanlı'nın, Anadolu'daki son toprak parçalarını savunmak için, cephelerde iç ve dış düşmanların üzerine "ölümüne müfrezeler halinde dalarlarken", Ankara'daki koltuklarında oturan dava arkadaşlarının, onları tasfiye planları hazırladıklarını; hain ilan edilip sürgünlerde yaşamak zorunda kalacaklarını, Kuvvai Seyyare'nin hazırladığı zaferi sahiplenen tasfiyecilerin, emperyalistlerle oturup Lozan anlaşmasını imzalayacaklarını, 24 Temmuz 1923'te imzaladıkları bu anlaşmada, Çerkeslerin azınlık statülerini tanımayacaklarını, Lozan anlaşmasından sadece 1,5 ay sonra Çerkes Teavün Cemiyeti'nin kapatılacağını bilebilirler miydi?

Tarihi gerçekleri yazan belgelerin yer aldığı, Osmanlı arşivlerinin demir kapılar ardına saklanacağını, Çerkes aydınlarına bu kapıların açılmayacağını bilebilirler miydi? 1920 ile 1940 yılları arasında yurt dışında basılan Çerkesce yayınların yurda sokulmasının yasaklanacağını, Çerkeslere ait yayınevlerinin ve dergilerin kapatılacağını bilebilirler miydi?

1961 anayasasıyla oluşan nispi demokratik ortamda, bir avuç inanmış torunlarının, Çerkesler de var deyip tekrar ortaya çıkarak, Çerkes varlığı için caba sarf etmeye başlayacaklarını, bu çabaların iki defa (yalnızca Çerkeslere yönelik olmamakla beraber) askeri darbelerle önünün kesileceğini, Çerkes aydınlarının sıkıyönetim mahkemelerinde süründürüleceğini, 1970'li yıllarda Çerkeslerin birliğine öncülük etmeye çıkan Çerkes gençlerinin, Ankara'nın göbeğinde kursun yağmurlarına tutulacaklarını, orada bir Çerkes gencinin öldürüleceğini, anavatana dönüş bayrağının yükseltilmesinin engellenmeye çalışılacağını, bu gün aynı amaçla olmasa bile, Çerkes kimliğini açıkça ifade edenlerin sakıncalı oldukları gerekçesiyle fişleneceklerini bilebilirler miydi?

Evrelerini ve uygulamalarını sıralamaya çalıştığımız "yakın tarih Çerkes realitesi" sonucu, Türkiye diasporasında Çerkes olduğu halde, bunun bilincinde bile olamadan yaşayan, on binlerce Çerkes insanının olacağını, bilebilirler miydi?

Bu gün yaratılmış imkanlar dahilinde, Çerkesliğini keşfetmek ya da yaşatmak için çeşitli ortamlarda bir araya gelmeye çalışan Çerkeslerin arasına girip, onlara "tarihlerinin yıkık dökük" olduğunu, "Çerkes isem su an Çerkes'im göç ülkesine gittiğimde başıma sihirli bir değnek değmeyecek" yalanını kanıksatmaya çalışacak, bir hiç olduklarını, hiçbir şeye yetecek güçleri olamayacağını kafalarında meşrulaştırabilmek için, her çareye bas vurabilen, ircafiler (yalancılar)  bulunabileceğini bilebilir miydiler?

Cevabımızı baştan vermiştik. Hayır!

Bugün, Çerkeslere ait en bilinen isim veya sıfatları rumuz olarak kullanıp, kafalarımızı bulandırmak, bizi köklerimizden koparıp, kuru yapraklar gibi istedikleri rüzgarın önünde yok oluşa sürüklemek isteyenler var içimizde. Bunu kendi çıkarlarına hizmet eden siyasetle yapmaya çalışıyorlar. Siyasetin yapılma araçlarının tümünü kullanıyorlar. Empoze etmek istediklerinin gerçek dışı ve gerçekler karşısında yaşama şansının olmadığı durumlarda, demagojiye sarılıyorlar.

Önce demagojinin ne olduğuna bakalım kısaca; "bir topluluğun duygularını okşayarak, onu kendine çekme ve bu vasıtayla kendi davasını yürütme yolu, halk avcılığı". Yazının başında belirttiğimiz gibi sayın Gönen-Abzegh'in, amacı tam da bu. Atalarımızın o günlerden göremedikleri gerçeklerin onların "kullanılma yolunda zirveleşirken unutturulma noktasında yerin dibine sokulmak" istendiklerini anlattığından; unutturulma sürecinde "böyle fotoğrafların tesadüfen çıkması gerekmektedir. İşte birilerini tarihin karanlık sayfalarından çekip-çıkarma faaliyeti aslında sana ruh köklerine inme, yakın tarih Çerkes realitesiyle buluşma fırsatı sağladığından daha gün yüzüne çıkmadan" Çerkeslerin değerleri üzerinden pirim yapmanın tadını almış olanlar tarafından, "kullanılmanın akıl almaz boyutunu (teshir) ettiği gerekçesiyle" onu sahiplerinden çok sahiplenme yoluyla "kurşuna dizilecektir".

Bu güne kadar bütün değerlerimizi gasp ederken bizi hep yok sayanlar "o insanların torunları olarak gurur (duymamıza) bile müsaade etmezler. Tarihten bir tabloyu alıp yüreğine soksan, oradan bir yol bulup güncel sorunlara ışık tutmaya çalışsan, o tabloyu yüreğinle beraber söküp almaya çalışırlar." Alınan yalnızca bize ait tablo değildir, beraberinde yüreğimizi de almak isterler. Yüreğimizle birlikte kaybedeceğimiz ise atalarımıza hissettiğimiz duygular olacaktır kuskusuz. Değerlerimizi çala, çala bizi yok saya, saya yarattıkları, sizin bir tarihiniz de siz de yoksunuz, anlayışını dayatmaya devam ediyor. Çoğunluğumuza kabul ettirmeyi başarabildikleri, "gelecek Çerkes realitesine kan pompalayan damarların tıkanmasına sebep olan" "yıkık dökük tarih anlayışı"nı beyinlerimize daha derin kazımak, meşrulaştırmak için yapıyor tüm bunları.

Yazısının sonuna doğru açıyor niyetini, thamadelerimizin, sefalet koşullarında öz verileriyle ortaya çıkarttıkları ve bize ait olan bu tabloyu bizden koparmak için, "çünkü o tabloda yazanlar, gerçek Çerkes realitesi için değil, mevcut devletin bekası için destan yazmaktadırlar" diyerek, sonuca duygularımızı kamçılayarak, dolambaçlı yoldan ulaşmaya çalışıyor.

Düpedüz siyaset yapıyor. Hem de kendi çıkarları için kirleterek yapıyor. Eğer tepki verip bu oyunu bozamazsak, önce tarihsiz olduğumuza inandırılacağız. Ardından bizi, biz yapan bütün değerlerimiz gasp edilecek ve yok olusun zifiri karanlık dehlizlerine sürüklendiğimiz de vakit çok geç olacak.

Bu oyunu bozmanın biricik yolu, bize; diasporada haklarımızı alıp sahip çıkmamız, varlığımızı anavatanda sürdürmemiz gerektekini söyleyen, dönüş siyasetinin bayrağını yükseltmekten geçiyor!

Not: Sayın Gönen-Abzegh, "ideolojik geri dönüş" savı üzerine bu yazıda değerlendirme yapmak gereksiz oldu. Zira Necdet ağabey (Necdet Hatam) haftalık yazılarında iki haftadır bu konuyu işliyor. Benim de bu konuda söyleyebileceklerim onun söylediklerinden farklı değil.

Bütün katılımcılara sevgi ve saygılarımla.


Gönen-Abzegh
15.09.2006

Bizim Osmanlı'yı anlamamız ortak kader birliği neticesinde belki anlaşılabilir ama birilerinin sürgünün en büyük müsebbibi olan Rus'u, alkışlamaktan avuçlarının patlayışını anlamak, sadece ve sadece ideolojik beklentiler ve özlemlerle açıklanabilir . Bunun altında yatan ideolojik sempatinin kabul edilemez bir gerçeği insanlara kabul ettirmek için neler yaptığına, ideolojik geri dönüş projesinin insanımıza nasıl dayatıldığına, bunun için de ideolojik geri dönüşün psikolojik tarihi alt yapısının nasıl hazırlandığına elbette birilerinin dayattığı gibi değil gerçeğin gösterdiği gibi bakarız. Sürgünlerin 17.yy'da başladığı belirtilmekle birlikte Çerkeslerden önce kırımda göçlerin başladığı maalesef ıskalanmış. Coğrafi olarak Rus yayılmacı politikasını başlattığında bu politikanın uygulanacağı en yakın coğrafyayı kendine hedef belirlemesi, bu doğrultuda da Kırımla başlayan yıkım, göçe zorlama daha sonraları Kuzey Kafkasya'yı da içine alan bir hüviyet arz etmiştir.

O coğrafyadan ilk göçlerin gerçekleştiği o dönemde, Osmanlı'nın amacı bu insanları göçe teşvik edip orada nüfusunu yitirmek miydi acaba? Yoksa acı bir gerçeği ortadan kaldıracak hiçbir seçeneğin kalmaması mıydı? Kuzey Kafkasya'dan önce başlayan ve Kırım-Balkanlar bölgesinde meydana gelen bu olaylarda görülmesi gereken Osmanlı'nın yoğun göç politikası mıdır? Yoksa Rus'un kendine benzemeyen ve boyunduruğunu kabul etmeyen milletlere yaşam şansı bırakmaması karşısında o milletlerin bunu kabul etmeyip savaşması (Osmanlı-Rus savaşları) ve nihayetinde sürgün edilmesi midir? Mecburen Osmanlı'ya göçlerin tahlilini yapmak zorundayız çünkü bu mesele sadece Çerkeslerle alakalı olmayıp Boşnak, Bulgar, Arnavut, Arap, Gürcü, Tatar vs. bir çok milleti ilgilendiren dolayısıyla da açıklanması gereken bir realitedir.

Bugün Anadolu'da bu kadar farklı kimliklerde insanın bulunmasının sebebi Osmanlı'nın göç politikası değil Osmanlı'nın çöküşünün sosyolojik gerçeğidir. Osmanlı bu milletler için göçü teşvik etmemiş ama organik bir bağlılıktan dolayı göç silsilesini kabul etmek zorunda kalmıştır. Yoksa aklı başında olan her insan Osmanlı'nın mutlak sınırları için bu milletlerin yerinde kalarak Osmanlı'ya daha iyi hizmet edeceğini, savunmayı orada kurarak sınırları küçültmeden gerçekleştireceğini bilir. Bu kadar milletin içinde tek savaşçı ırk milletimiz olmadığına göre milletimizin sürgünü, iki tarafında mecburi kabul edişleriyle gerçekleşmiştir. Bu zorlanarak göçürmenin en müşahhas örneğini şuanda yaşayan herkes, 88 sonrası Bulgaristan'dan göç ve Kürt Peşmergelerin Saddam zulmünden Anadolu'ya kabul edilişleri ile görmüştür. Bu Peşmergelerden bazıları bugün mevcut devletin tehdit algılamaları içindedir ve sıkılan kurşunlarla verilen şehitler olmuştur. İşte Anadolu bu kadar hesapsızdır bunu da kimsenin görmesini beklemiyoruz. (Kendi milletine insafsızlık yapanlar başkalarına bunu elbette yapacaktır.) Günümüzde yaşanan bu göçler bile Osmanlı'dan devir alınan bir mirasın, ortak kader birliğinin ve sığınılacak tek ülkenin mevcut devlet olduğunun, bunun altında da tarihi bağların bulunduğunun en önemli kanıtıdır. Bu ülke insanını ve yakın-uzak tarih insanını ve insanımızı bilmeyen ve zihni kırılmadan dolayı bilme şansı da olmayanlar elbette meseleyi kullanma-kullandırma zaviyesinde değerlendiriyorlar ve neyin üstünde tepindiklerini anlamadan insafsızlığın en alasını yapıyorlar.

Gelelim Karlofça antlaşmasıyla başlayan ve devam eden Osmanlı-Rus ilişkilerine. Osmanlı'yı bilmeyen ve o dönem Osmanlı-Rus ilişkilerini sadece Kafkasya üzerinde yürümediğini görmeyen anlayış meseleye sadece tek boyuttan bakmaktadır. Tüm mesele Osmanlı ve Rus arasında cereyan eden iki büyük devletin mücadelesi İngiliz'in Fransız'ında bu olaya müdahil olması şeklinde değerlendirilir yoksa tek başına kırım sorunu ya da Çerkes meselesi olarak meseleyi algılamak bizi sadece fasit bir dairenin içine hapsedecektir. Prut savaşıyla başlayan 1735-1739, 1768-1774, (K. Kaynarca) 1787-1792, 1806-1812, 1828-1829, 1853-1856 Kırım savaşı ve Osmanlı çöküşünü de kanıtlayan bu savaşların tümü Balkanlar-Kırım üzerinde yapılmıştır, üstelikte hepsine yakını da kaybedilmiştir. Rus ise bu savaşları kazandıkça çemberi daraltmış, iki cephede savaşabilme kabiliyetini göstermiştir ama savaşlar Kafkasya üzerinden yürütülmemiştir. Dolayısıyla Osmanlı'nın balkanlarda gücü kırıldıktan sonra Rus Kafkasya üzerinde işgalci politikasına yoğunluk vermiştir ama Osmanlı'nın sadece Rusya ile de olmayan mücadelesinde Kafkas cephesini onarabilecek ciddi bir gücü yoktur. Çünkü Kavalalı isyanı, Balkanlardaki karışıklık Avusturya-Macaristan, Sırbistan'la mücadeleler ve İngiliz, Fransız ki, Fransızların Napolyon'la başlayan işgalleri, yeniçeri ayaklanmaları Osmanlı'yı bağımsız bir Kafkas politikası yürütemeyecek kadar yalnız ve çaresiz bırakmıştır (bu çaresizlik sadece Kafkasya ile ilgilide değildir) ama bu Osmanlı açısından bakıldığında sadece Kafkas sorunu değil var olma-yok olma sorunudur.

1828-1829 da yapılan savaşta Rus Edirne'yi ele geçirmiş ve Osmanlı mecburen Edirne antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır. Ayrıca o savaşta Rus Kars ve Erzurum'u dahi işgal etmiştir. Bu tarihler daha Çerkesler için büyük savaşın başladığı tarihler değildir (1864) ama Osmanlı için sınır çoktan Kafkasya'nın altına düşmüştür bile coğrafi bağlantının ne halde olduğu ise her soruyu cevaplamaktadır. Edirne antlaşmasıyla Kafkasya'nın Rus'a bırakıldığını da ayrıca belirtelim. Osmanlı bu yıkımı durdurmak işgale son vermek için Kafkas politikası konusunda hem yeterli değildir hem de politik manevra kabiliyeti yoktur. Balkanlarda hatta İstanbul yakınlarında boyun eğdiği güce Kafkaslarda baş kaldırarak kendi sonunu hızlandırmak istemeyen Osmanlı yinede gemilerle teknik yardımlarda bulunmayı ihmal etmemiştir.

Kısaca anlatılmak istenen şudur; Kafkas işgalini anlamak isteyen herkes Osmanlı ve Rus mücadelesini iyi anlamalı ama özellikle Osmanlı'nın çöküşe geçtiği o dönemdeki meselelerin içinde dengeleri gözetmelidir. Osmanlı-Rus savaşlarının büyük bir bölümü Balkanlar ve Kırım üzerinde cereyan ederken Osmanlı'nın Kafkasya'ya yardım etmemesi hem Rusların Balkanlardaki dini (Ortodoks) yollarla oluşan çıkarlarını görmemektir hem de Osmanlı'nın her cephe de savaşabileceği gibi yanlış bir kanaate dayanmaktadır. Çerkeslerin Osmanlı'yı desteklediği savaşlarda da Osmanlı yenilmiştir acaba hangi başarının ardından milletimizden destek esirgenmiştir. Dolayısıyla her yenilgi belli miktar küçülmeyi her küçülme başarı yolundaki yolları tıkamıştır.

Anlaşılan şudur ki; Osmanlı Kafkasya bölgesine doğrudan asker nakli ve yardımı yapamamaktadır bunun en önemli sebebi de savaşların balkanlar ve kırım üzerinde gerçekleşmesidir. Bununla birlikte bu tarihler Rusların Kafkas bölgesi için tehdit oluşturmaya başladığı tarihlerdir ki, Çerkeslerde bu savaşlara iştirak etmiştir ama nüfus bölgesi adına bunu yapmışlardır. Yoksa Osmanlı'nın uç beyi gibi hareket ettiklerini düşünmek pervasızca bir yaklaşımdır. Her zaman söylüyoruz milletimiz geçmişteki tüm Rus saldırıları karşısında en doğal ve insani tavrı sergilemişlerdir. Arada sırf bir din bağı var diye ne Osmanlı'nın ne de başka milletlerin güdümüne girmemişlerdir. Bunu anlamayan insanlar ya milletimizi tanımıyor ya da derin bir zihni kırılmadan dolayı insanımızın bu mücadelelerini Osmanlı'yla ilişkilendirmeden bir sonuca ulaşamıyorlar. (Tabi ki biz ideolojinin tarihi dolgu malzemesi olarak meseleyi nasıl çarpıttığını çok iyi biliyoruz.)

İmam Şamil ise Osmanlı'nın adamı değildir. Mücadelesini yaparken beslendiği kaynaklarla Osmanlı'nın birinci elden alakası yoktur ama bu şu açıdan önemlidir, kaynağı ne olursa olsun Kafkasya'da bir hareket Osmanlı işbirlikçiliği dışında da gelişebilmektedir ama bu talihsiz yorumlar sadece İmam Şamil ile ilgili değil Çar'ın istekleri karşısında boyun eğmeyip savaşa karar veren Çerkesler içinde yapılmıştır ve denmiştir ki; Çerkesler Osmanlı tarafından savaşa kışkırtılmışlardır. Hem göçe teşvik hem savaş kışkırtıcılığı doğrusu bunları anlamak aklı yok saymak kadar açıklanmaktan uzaktır. Yani insanımız bağımsızlık için mücadele etme adına ya Osmanlı'nın kışkırtıcılığına ihtiyaç duymaktadır ya da başka milletlerin desteğine. Tüm bu tarihi olaylar için de bizim milletimize ait olan ve sadece bağımsızlık için yapılmış bir savaş bulmak mümkün olamamaktadır. En önemli mücadelemiz olarak gösterilen 1864 biten savaşalar bile sözde Osmanlı'nın kışkırtmalarıyla vuku bulmuştur. Kısaca İmam Şamil ve naipleri Osmanlı'nın maaşlı adamları değildir kendi bölgeleri için savaşmışlar bağımsızlık için mücadele etmişlerdir. Bu savaşların dini boyutu da cihad olarak değil gazavat şeklinde açıklanabilir gazavat şeklindeki savaşların da Osmanlı cihad savaşlarıyla uzaktan yakından alakası yoktur. Sadece dini meselelerden dolayı bu hareketi Osmanlı'ya yamamak hem din retoriğini bilmemek hem de olayları belli bir anlayışa hizmet edecek şekilde yontmaktan kaynaklanıyor. (Tabi ki biz ideolojinin tarihi dolgu malzemesi olarak meseleyi nasıl çarpıttığını çok iyi biliyoruz.)

1780-1800 ve 1812-1815 tarihleri arasında 60 bin çerkes göçe zorlandı bunu yapanda elbette Rus'tu. Bu tarihler ise büyük sürgünün öncü şokları şeklindedir. Göç komisyonun kurulmasıyla Osmanlı'nın bunu planlaması arasındaki ilişkiye isterseniz savaşların bundan çok daha önceki tarihte başlaması ve kuşatılan yerlerdeki insanların göçe sürülmesi açısından bakalım. Yani Rus istila ettikçe sürgüne zorluyordu ve insanlar çaresizlik içinde vatanlarını terk ediyorlardı. 1780'den beri göçe zorlama göz önünde bulundurulursa 1860'da niçin komisyonun kurulduğu daha net anlaşılır. İmam Şamil öncesi tarih-İmam Şamil'in savaşı bıraktığı-teslim olduğu tarihe bakarsanız bu ve diğer direnişlerin neden yapıldığını, ne zaman başladığını, sonucunun ne olduğunu görürseniz bu sürgün meselesinin hafif yoğunlukta olduğunu lakin 1864'te savaşın kaybedilmesiyle şiddetlendiğini de müşahede edersiniz. Osmanlı'nın hiçbir zaman bu kadar göç beklemediği belirtiliyordu bu da mı yapılan ince hesapların yanlış bir sonucudur. Çünkü Rus barbarlığının bu kadar olacağını kimse tahmin edemezdi ve yine çok planladığı için mi Osmanlı hazırlıksız yakalanmıştır. Üstün savaş gücünden istifade etmeyi düşünürken bunu finanse edecek gücü olmayan Osmanlı'da, Çerkeslerin kaderi, mahalli idarelerin insafına bırakılmıştır. Osmanlı bu sürgün esnasında elinden geleni yapmış ama yeterli olamamıştır. Kaldı ki, komisyon önce İstanbul'da kurulmuştu (İstanbul-Şehremeneti) fakat zamanla bakıldı ki göç yoğunluğu bu komisyonun sınırlarını aşıyor o zaman kapsamı ve niteliği değiştirilmiştir.

Sizin söylediğiniz gibi Osmanlı bu göçü planlamışsa stratejik yerlere ne kadar insan yerleştirileceğini bunun içinde ne kadar insana ihtiyaç olduğunu hesaplayamamış mıdır ve Osmanlı ile Rus arasında sizin belirtmeye çalıştığınız bir ittifak varsa bunun niçin yazılı metinleri yok? 1860'da yapılan anlaşmada ise 40 bin kadar Müslüman Dağlı'nın güç durumda oldukları için Osmanlı'ya göç etmek istedikleri gerekçesiyle Abdülmecit'ten antlaşma koparılırmış Abdulmecit ve Osmanlı 40- bin dağlıya aşamalı olarak göç onayı verdiğini düşünürken, Rus'un daha sonra yapacağı etnik temizlik ve soykırım içeren sürgünler için meşruiyet zemini olarak kullanacağı bilememektedir. Ve Rus'un gönderilen nota da Çerkeslerin Osmanlıda sürekli kalmayacakları sadece hac vazifesini yapacakları yutturmacasına neden gerek duyulmuştur? Madem Osmanlı ile anlaşmışlardı ki anlaşmaları gerekir, niçin Rus, metinlerde bu tip kandırmaya yönelik yollara başvurmuştur? Osmanlı ile Rus arasında mutlaka gizli anlaşmalar olmak zorundadır ve bu göçler 1800'ün başlarına kadar gittiğine göre ve sadece de Çerkeslerle ilgili olmayıp Tatarları-Nogayları da vs kapsadığına göre tarihi yazılı kanıtları buharlaşıp uçmuş mudur? Tüm bunlarla birlikte, şuan Anadolu'da yaşayan farklı kimliklerden tüm etnik unsurların bu ve bunun gibi işbirlikçi faaliyetlerle Osmanlıya göçüne ilişkin çabalar gözden kaçmamalı, bunların arkasında ifşa edici yazılı belgeler olmalıdır. Bırakın yazılı belgeleri, bu göçe maruz kalmış etnik unsurlardan hiç birinde bu durumun rahatsızlığına ilişkin bir durum olmadığı gibi bunu destekler tarihi kanıtlar da yoktur. Yine Çerkeslerin Rus baskısıyla küçük sürgün diyebileceğimiz yerlere sürgününe ilişkin olarak denilmek isteniyor ki. Rus'un çıkarına olmayan her şey Osmanlı çıkarı için yorumlanacak fakat burada Osmanlının çıkarı olmadığına göre bu küçük sürgüne karşı olmak İngiliz'in çıkarına hizmet edecektir. Yani Rus'un çıkarına olmayan Osmanlı'nın çıkarınadır ama İngiliz'in çıkarına olan yine Osmanlı'nın çıkarınadır. İdeoloji güdümünde tarihi psikolojik alt yapı oluşturmak imkansıdır lakin asıl imkansız olan artık bu çarpıtılmış tarih anlayışı ile insanımızın beynini bulandırmak (en azından bundan sonra).

Burada yine şu tespiti yapalım görüldüğü gibi ortada yine milletimiz yoktur Rus-Osmanlı ve İngiliz vardır. Yani bizi ilgilendiren diğer meselelerde olduğu gibi milletimiz birilerinin çıkarları için hareket etmiştir. Milletimiz bir türlü diyememiştir ki; Rus zulmünde hegemonyasında yaşamaktansa ölümüne savaşırız ya da İngiliz'in Osmanlının çıkarları için değil sadece kendi bağımsızlığımız için kendi istediğimiz yerlerde yaşar ve gerekirse savaşır ve de ölürüz. (Bunu yaptıkları için boyun eğmeyip savaştıkları için yinede Rus'un sultasını kabul etmedikleri için ÇERKES GURURU sonsuza kadar yaşama şansı bulmuştur.) Yani burada ıskalanan şey milletimizi o kadar rencide etmektedir ki anlamak ağlamanın tek çaresi. Bunun vicdan sahibi her Çerkes tarafından cevaplanmasını istiyoruz. Bizim yaşadığımız yerlerde yaşama tutkusu özlemi gerekirse seve seve ölme aşkı birilerinin çıkarlarına alet olabilir mi? Bunun için savaşmaktan daha doğal tepki olabilir mi? Niçin bu en insani talepler yerine bizim tarihimiz birilerinin uşaklığı şeklinde anlatılmak isteniyor ve buna isyan etmek suç mu? Görüldüğü üzere bizim için en önemli olan son dönem Çerkes-Rus savaşları bile insafsız açıklamalarla İngiliz'in ve Osmanlı'nın çıkarları için cereyan etmiştir ve savaş kararıyla Rus'un gösterdiği yere göç edememenin derin acısını ve ortalama 50 yıl sonra gelecek sosyalizmle buluşmayı sekteye uğrattığından, ıskalanan ve daha sonra ideolojik geri dönüş projesine hizmet etmek için dolgu malzemesi olarak kullanılma adına yerini alacaktır. Son dönem savaşlarıyla ilgili ikinci tespit ise birincini aratmayacak kadar garipliklerle doludur. Yapılan tespitlerle milletimiz savaşa kışkırtıldığı iddia edilirken aynı zamanda göçe teşvik edilerek de akıl mefhumunu tümden devreden çıkaran açıklamalar yapılmaktadır. Hem savaş hem göç et. Hangisine inanalım? Elbette hiç birine çünkü hepsi yalan ve bir zihniyete hizmet etmekte. Olsa olsa önce savaş sonra göç et gibi bir mantık olur ama o da mukadder ve alternatifsiz bir sonuç olacağından meseleyi açıklayamaz. Milletimiz Rus'a baş kaldırıp savaşa tutuştuğunda Rus'un gösterdiği küçük sürgün bölgesi de alternatif olmaktan çıkmıştır çünkü büyük sürgün ve küçük sürgün arasındaki seçimde milletimiz savaşı seçerek küçük sürgünü de devre dışı bırakmıştır. Rus'un istediği de dağlılardan tamamen kurtulmaktır böylece büyük sürgünü arzulamaktadır ve akabinde yenilerek büyük sürgüne maruz kalmıştır. Bu aşamada önünde hiçbir alternatifin kalmaması karşısında Osmanlı'nın delicesine kendi ülkesine göçürme faaliyetleri son derece düşündürücü değil mi? Zaten hiçbir alternatifi kalmayan insanımızın hangi seçeneği kalmıştı ki, Osmanlı milletimizin kafasını çelme adına bu kadar yoğun propaganda faaliyetine girişsin? Kıyı boyunca yığılmış o kadar insanın gideceği tek yer Osmanlıyken söz de bu propaganda faaliyetleri çok komik olsa gerek. Eğer Rus'un amacı Afganistan sınırında bir Çerkes devleti kurmak idiyse sürgünün güzergahını Karadeniz kıyıları seçerek kendi ayağına mı kurşun sıkmıştır? Rus'un böle bir amacı varsa bile başına bela olan Dağlılardan kurtulmak için Osmanlı'ya sürgünü çok daha cazip görmüştür. Demek ki Osmanlı İngiliz adına Çerkesleri savaşa kışkırtarak İngiliz hesabına çalışmaktadır. Peki bu kışkırtma ile göç politikası ne zaman örtüşmeyi bırakıp Osmanlı lehine hizmet edecektir? Çünkü hem kışkırtma hem göçe teşvik aynı kefede buluşamayacağına göre bu saçmalığında Çerkes tarihinde yeri yoktur. İnanılması gereken tek bir gerçek vardır; bu savaşların hepsi milletimizin bağımsız yaşamaya alışmış ruhunda ifade bulmuştur ve beslendiği yer ise vatan özlemi, sevgisidir. Bunun içinde hiçbir milletin yönlendirmesine müsaade etmeyecek hüviyettedir. Yine denilmiş ki; Rus'un gösterdiği yerlere göçtüğümüzde uğrayacağımız kayıplar varsayımdan ibarettir.

Bundan ortalama 50 sonra gelecek sosyalist SSCB'nin kucağına düşmekte bu varsayım hangi öncülü, onu da cevaplayın bir zahmet? Birilerinin derdi Rus'un gösterdiği yerlere göç ederek milletimizin bekası falan değil 50 yıl sonra gelecek sosyalist ideolojinin kucağına düşmektir. Atalarımızın Rus'un istediği yere göç etmeyip savaş kararı vermesinin en muazzam ve dile getirilmeyen sonucu ise Çerkes'in kıyamete kadar sürecek bilinç ruh dünyasındaki değişmeyecek olgudur. Bunun ne kadar ürkütücü ve değiştirilemez bir olgu olduğunun kanıtı ise ideolojik geri dönüş projesinin milletimiz nezdinde buruşturulup çöpe atılmasıdır. Başka bir gerçek ise; bu birilerinin, hiçbir zaman Rus'un gösterdiği yere göçle, kavuşmayı umdukları sosyalizmi açıkça itiraf edememeleri onun yerine bu sonucu Osmanlı'ya yıkarak en azından bu yolda ideolojik geri dönüş projesine hizmet etme düşünceleridir. Sırf Çerkeslerin Rus'un istediği yere göçü sayesinde kavuşmayı umduğunuz sosyalizme hizmet etmediği için Osmanlıyı da işin içine katarak tarih yalancılığını, milletimizi de Osmanlının güdümü olmadan bağımsızlık çabalarını hiçe indiren bu tarihi budamanızı, hangi insaf ölçüleri açıklamaya yeter. tüm yanıp tutuşmanın altında da bu tarihi gerçek yatıyor. Yani Rus'un gösterdiği yerlere göç etme arzusu.aslında bunun itirafını duymak bundan daha da önemli. Yapılan tüm tarihi açıklamalar ve çarpıtmalar buna hizmet etmekte. Kısaca Çerkesler için en önemli olan yani akabinde vatanlarından sürülmekle neticelenen savaş maalesef milletimizin bağımsız iradesinden değil kullanılmanın değişik boyutlarından neşet etmektedir. Birilerine göre; Rusların gösterdiği yerlere gitmiş olsaydık ortalama 50 yıl sonra çok da güzel bir sürprizle karşılaşacaktık ama dikkatleri çekelim bunu hiçbir zaman dile getirmezler çünkü bilmektedirler ki insanımız ideolojiden nefret etmektedir. Bunu açıkça dile getirerek Çerkeslik davası güdemezler onun için Rus'u (sosyalist SSCB) sempatik göstermek adına önce dönemsel farklılıklardan söz edilecek (Çarlık Rusya'sı, SSCB, Rusya Federasyonu gibi ve aradan SSCB masumiyet timsali olarak çekilecektir) sonrada yerine Osmanlı nefreti ikame edilecektir. Tıpkı şimdi yapıldığı gibi.

Biz kimseyi bir şeye inandırmaya çalışmıyoruz ya da Osmanlı sempatisini yaymak gibi bir derdimiz yok. Biz kendimizi anlamak için yaptığımız araştırmalarda bir çok tutarsızlık karşısında altında yatan sebepleri araştırdık. Meselenin altında yatan ideolojik gerçeği gördükçe bunun tarihi olaylara nasıl yansıtıldığını ve yakın tarih ideolojik geri dönüş projesinde nasıl hizmet ettiğini anladık ve bu insanımıza dayatıldıkça insanımızın büyük meydanlarda dönme hasletinin küçük meydanlara tutsak edilişi karşısında isyanımız, hiçbir gücün karşısında eğilmemeyi kendine yöntem seçti. Gelelim Çerkeslerin yerleştirildikleri yerler meselesine biz orada sadece Anadolu'ya göç ettirilen Çerkeslerden yani bugün dünya da Çerkes nüfusun en kalabalık olduğu Çerkes realitesinden söz etmiştik maden balkanlara yerleştirilen Çerkesler dile getirilmiş ondandan söz edelim. Osmanlının Çerkesleri stratejik yerlere yerleştirmesi zannedersek birilerinin oldukça zoruna gitmektedir. Bu insanlar istemektedirler ki, Osmanlı çöküşün içinde kaç cephede savaşırsa savaşsın onlara istirahat için güney sahillerinde bir yer tahsis edilirse pek memnun kalacaklar. Oysa bu mümkün değildir ve milletimizin var olma mücadelesi Osmanlının var olma mücadelesiyle kader birliği etmiştir-örtüşmüştür ve milletimizin geri çekilme süreci Anadolu'ya kadar gelip dayanmıştır. Dayanıp da kaldığı yer ise milletimizin devleti olmak zorundadır. Çünkü milletimiz Yahudi özellikler taşımadı için hem bir devletin köşe başlarını tutup hem de kuyusunu kazamaz ve İngiliz'in parlamento binasının kapısında asılı olan İngiliz'in dostu yoktur, çıkarları vardır gibi İngiliz zihniyetini gösteren yol ve yöntemlerden arınmıştır. Lakin bu kader birliği içinde yok oluşu durdurmak için bir savunma refleksi oluşturulmak isteniyorsa elbette Çerkesler bu işin önünde olacaklardır bunun içinde milletimiz için ille de sınırın dibinde olması gerekmektedir yakın tarih Çerkes realitesine bakarsanız tehdit karşısında cehenneme dönüşmesi sınır dibinde olmakla alakalı olmayıp bizatihi Çerkes ruh-karakter özelliklerinden kaynaklanmaktadır.

Şunu da belirtelim balkanlardaki Çerkesler yine Rusların sayesinde ikinci bir göçe maruz kalmışlardır ama bunun belirtilmemesi hep Osmanlıya giydirme Rus'u güzel günler için saklama çabasının bir örneği olmalı. Çarpıtmalar o kadar ayyuka çıkmış ki Osmanlı Çerkeslere rüştünü ispat etmek için onları savaşın hiç olamadığı yerlere yerleştirmiş olmalıdır ama yerleştirmiş olsaydı bile birileri dilini her yere uzatacağını dilin çatallı oluşundan biliyoruz. Şu yorumları tamamen yansız olarak yorumculara bırakıyoruz; bizim yakın tarihimizde ki olaylar karşısında bile gösterdiğimiz kahramanlıklara birileri şüpheyle yaklaşmıyor mu? Bugün olsa aynı şeyi yapmalı mıyız diye sorup o gün yapılanlar yok sayılmış olmuyor mu? Sosyalist Kürt realitesinden (PKK) ve 80 yıllık sosyalist Rus tecrübesinden niçin övünçle söz ediliyor? Bu düşüncelerin Çerkeslikle ne alakasının olduğu açıklanabiliyor mu? Ruslarla yaptığımız bir çok mücadelede özellikle de bizim için en önemli olan 1864 kadar süren savaşların nedeni olarak Osmanlı kışkırtmalarını gösterilmiyor mu? Onu gösterdikleri için Rus'un gösterdiği küçük sürgün bölgesine Çerkeslerin itibar etmeyip savaşmalarını İngiliz ve Osmanlı'nın çıkarlarına hizmet etmek olarak yorumlamıyorlar mı ve burada aslında onların istedikleri yere göçmenin ortalama 50 yıl sonraki sosyalist düşünceyle buluşmak fırsatının tepilmiş olmasından dolayı kahredici bir hal içinde, ideolojik geri dönüş projesine dolgu malzemesi olarak kullanmaya çabalarken, ideolojiyi geri plana itip ve Rus düşmanlığı (sosyalist SSCB) yerine Osmanlı düşmanlığını ikame ederek kendini kamufle etmiyor mu? Hepsinden önemlisi de bu mücadelelerin hepsi Osmanlı'nın ve birilerinin kışkırtmaları olarak gösterilerek bizim nerede ne zaman kendi milletimiz için mücadele ettiğimiz sorusuna cevap verebiliyor mu? Böylece biz delik deşik edilmiş uzak-yakın tarihimizin neresinden tutalım? Neresini yüreğimize sokalım, oradan bir yol bulalım, neresinden beslenelim, büyüyelim?, neresinden gurur duyalım? Hepsi bir muamma olarak milletimizin bilinç duvarlarını zorlamıştır. Oysa ki Rus bize teklifi sunduğunda, milletimiz bağımsızlık için tıpkı şimdide olsa aynısı olacak olan duygularla ayağa kalkmış sebeplerin-maddenin açıklayamadığı yerde açıklayıcı olarak ortaya Çerkes ruhunu koyup altına mührünü basmayı da bu yüksek ruhun temsilcisi olan gelecek kuşaklara bırakmıştır. Çünkü bu kararla savaşa tutuşmuş yenilmiş ama Rus'un boyunduruğunu kabul etmemiştir ölümü kabul etmiş, belirsizliği kabul etmiş ama Rus sultasına boyun eğmemiştir o boyun eğmediği için bugün bizde eğilmeyen başımızla, bu kapanmayan yolda sonraki kuşaklara eğilmeyen bir baş bırakmak istiyorsak küçük meydanlarda değil büyük meydanlarda dönmeyi uzak-yakın tarihin icazeti altında formüle etmek zorundayız. O derneğe bu cümbüşe kafamızı sokarken, bunlar kafamıza sokulsaydı ne yapacağını bilecektik. Böylece arkadan gelenler sadece önde gidenlerin izine bakarak hizaya gelecek Çerkes'in tarih içinde ki yürüyüşü tam bir nizam, uyum, ahenk içinde varlığını sürdürecekti. Belirtilen diğer bir husus ise Çerkeslerin sürgünden hemen sonra geri dönme çabalarının Osmanlı tarafından engellenmesine ilişkin yazılanlardır. Burada yazılanlar ve yazılmayanlar ışığında bu realite birilerinin gerçeği değil husumet doğurucu amaçlarına hizmet edecek şekilde yansıtılmasını açıklayalım. Öncelikle Çerkeslerin geri dönmesini istemeyen ve bu yolda önlemler alan Rus'tur dolayısıyla Osmanlı'nın böle bir çabası varsa bile bir anlamı yoktur. Çerkesler sınır dışı edilse dahi Çerkesleri kabul edecek bir Rus anlayışı mevcut değildir.

Sürdüğü bir milleti geri kabul etmeyerek zulmünü tescilleyen yine Rus'tur. Bugün oraya gidip bağımsızlık talebinde bulunsak karşımıza dikilecek yine Rus'un olması gibi. Osmanlı'nın engellemeleri gibi gösterilen şeyle, sırf askeri gücünden dolayı topraklarına kabul ettiği Çerkes realitesini, baskı altında tutarak Osmanlı adına nasıl bir fayda sağlanacağı öngörülmektedir acaba? Çerkeslerin Osmanlı içinde, Osmanlı adına yaptıkları mücadelelere bakılırsa böyle bir dayatmaya, zorlamaya müsaade etmeyecek şekilde meselenin içselleştirildiğini görebilirsiniz. Bununla birlikte münferit olaylar o yoksulluk şartlarında doğal karşılanabilir ama kimse Çerkeslerin geri dönmek için çıkardığı ayaklanmalardan, devlete başkaldırmalardan söz edemez söz edemediği gibi Çerkeslerin devlet yapısında çekirdek unsur olmaları hiçbir yoruma yer vermeyecek şekilde sorunu çözmektedir. Birileri Çerkeslerin devletleşme sürecini, geri dönüş projesinde en büyük engel olarak gördükleri için Çerkeslerle Osmanlı'nın ya da mevcut devletin arasında bir çatışma olduğu intibaı bırakıp toplumsal inhiraf oluşturma çabalarıyla tıpkı diğer meselelerde olduğu gibi belli bir amaca hizmet etmektedirler.

Kısaca belirtildiği üzere milletimiz yaşanan topraklarda baskı ve zulme uğrasaydı, yapmak istediği şeyler engellenseydi ve bu kolektif bir bilince ulaşsaydı Çerkeslerin bugün mevcut devletlerle bu kadar barışık hatta azınlıklar içinde en barışık millet olma özelliği bu merhalede olamazdı. Osmanlı'nın ırkı ya da ümmet özelliklerinden kaynaklanan gerçeklerle günah çıkarmaya ihtiyacı olmadığı gibi vicdanını rahatlatmakta birilerinin talihsiz açıklamalarıyla değil miras olarak bıraktığı hinterlandın bugün dahi Osmanlı'ya bakışıyla ilgilidir. Bu bakışı görmek isteyenlere bu hinterlandın tüm köşelerinde dolaşmalarını ve kanaatleri öğrenmelerini tavsiye ediyoruz ve akabinde İngiliz'in-Rus'un-Fransız'ın (özellikle Rus'un) bir şekilde eli uzanmış yerlerde aynı kanaatler için dolaşılmasını tavsiye ediyoruz gerçeği sadece bunlar söylesin. Eriyik bir zihniyet uğruna Rus'un bir gün gelip bu kadar alkışlanacağı, karşısında saygıdan iki büklüm olunacağı bizim milletimizin kabul edebileceği bir gerçek olamaz. Bu açıklamayı da sözde ümmi çıkarlar için Osmanlı'nın milletimize kaybettirdikleri safsatasıyla milletimizi topraklarından söken-atan-etnik temizliğe maruz bırakan Rus'u görmeyip, Osmanlı'yı suçlayan anlayışa ithafen sunuyoruz.


Analizatör
16.03.2007

Sizler bir gurupsunuz, hiçbiriniz Çerkes değilsiniz.  Yazdıkça dağılmış, dağıldıkça yazmışsınız. Yazdıkça yazdığınız, dağıldıkça dağıldığınız gereksiz satırlar aslında çok basit.

Kısaca diyorsunuz ki; bizler Rusya ve Rus düşmanıyız. Sosyalizme zaten düşmandık. Sizin başınıza gelenle Osmanlı'nın bir ilgi ve alakası yoktur. Böylesi bir gavurun ülkesine dönüp ne yapacaksınız? Nereden çıktı bu zıkkım dönüş meselesi? Ne güzel idare ediyorduk.

Dedikleriniz bunlar ama diyemediklerinizi sizin yerinize ben dile getireyim.

Rusya ile bir problem olduğunda size Avrasya gemisi kaçırtıyor, otel bastırıyorduk, adam yolluyorduk Çeçenistan'a, daha bir yığın planı niye sıkıntıya sokuyorsunuz, oturun oturduğunuz yerde. Nereden çıkarıyorsunuz dönüş saçmalığını?

Yazdıklarınızın tümü bu kadar kısa aslında.

Sahi, sizler kimlersiniz?


Denetim Kurulu
24.04.2007

Sayın Yeldar Barış Kalkan'ın isteği üzerine konu başlığı kapatılmıştır.

Denetim Kurulu