Yeldar Barış Kalkan
Değerli Arkadaşlar,
Bilindiği gibi, Çerkes gericiliği Kuzeybatı Kafkasya’da feodalizmin
oluşup güç kazandığı, İslamiyet’in halk arasında yaygınlaştığı ve
sömürgeci saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde ortaya çıkmış, var
olduğu günden bu yana işbirlikçi karakteriyle halkı yok oluşa iten temel
etken olmuştur. En temel niteliği işbirlikçi oluşudur, Çerkes gericiliği
demokrasi karşıtıdır, çağdaş ve insani değerlerden nasibini alamamış,
asimilasyon ve kimliksizliğe gönüllü adım atarak, halkın bugünkü
durumuna gelmesine neden olmuştur. Çok net biçimde ifade edilmelidir ki,
Çerkes gericiliği, Çerkes halkının yok olması demektir...
Çerkes diasporasında verilen ulusal mücadele zıt kutupların yan yana
olduğu bir mücadeledir. Gericiler, ajan, işbirlikçi ve provokatörler ile
demokrat Çerkesler bir arada bulunabilmekte, bu da, mücadeleyi sekteye
uğratmaktadır. Gelişen iç dinamikler toplumsal bilincin kasıtlı olarak
bulandırılması nedeniyle sonuç alınamayan çabalar haline
getirilebilmekte ve ulusal mücadelenin önü kesilmek istenmektedir.
İç dinamiklerin geliştiği, örgütlenme eğilimleri ve iletişim
olanaklarının arttığı günümüzde, Çerkes halkının da özellikle internet
ortamında, bu zıt kutupların yan yana olmadığı bir mail grubuna ihtiyacı
vardır. Bu nedenle yıllar öncesinde kurulmuş olan Zekoşnığ mail grubu 95
üyesiyle varlığını sürdürmekte ve her geçen gün biraz daha
güçlenmektedir. Zekoşnığ mail grubu; 68 Kuşağı Çerkes aydınları
tarafından bir ulusal strateji olarak belirlenmiş Dönüşçü Düşünce'yi
temel siyaset olarak benimsemiştir.
Zekoşnığ mail grubu; gerici-işbirlikçi görüşlerden arınmış, Dönüşçü,
demokrat, ilerici ve sosyalist Çerkes dostları bir araya getirmeyi ve bu
sayede bir tartışma ortamı yaratarak ulusal mücadelenin önünü açmayı,
siyasal, ulusal, toplumsal ve bireysel gelişmeyi sağlamayı kendisine
misyon olarak belirlemiştir. Eğer siz de, yukarıda açıklanan ilkelere
bağlı yurtsever bir Çerkes iseniz, “zıt kutuplar bir arada olamaz”
anlayışını benimsiyorsanız, ulusal mücadeleyi zafere kadar sürdürmek
taraftarıysanız ve internet üzerinden iletişim kurarak çeşitli projelere
imza atmak istiyorsanız, Zekoşnığ mail grubuna davetlisiniz. Gelin,
gücümüze güç katalım. Internet üzerinden ilerici dayanışmayı sağlayalım
ve bu dayanışmayı güçlendirelim. Barışçıl bir dönüş anlayışıyla,
diasporadaki ulusal-demokratik kazanımları yadsımadan ve bu kazanımlar
için de mücadele ederek, yolunu vatan yolu olarak belirlemiş Çerkesler
bir arada olalım...
Çağrımız sizedir! (Üyelik için
zekosnig-subscribe@yahoogroups.com adresine boş bir mail
atmanız yeterlidir.)
Mehmet
19.07.2006
Kullandığınız kelimelere dikkat edin. Madem bir oluşum içerisindesiniz,
bu oluşumu başkalarını rencide etmeden oluşturun. Kendi dünyevi ve
uhrevi düşüncelerinizi istediğiniz gibi yaşayın ama başkalarının dünyevi
ve uhrevi düşüncelerine de saygılı olun.
Bunu yaptığınız taktirde yolunuz açık olsun.
Gönen-Abzegh
19.07.2006
Bu forum altında yayınlanan ve provakativ içerik taşıyan yazının forum
kurallarıyla ne ilgisi var ki? İnsanların hassasiyeti düşünülmeden bu
yazıyı yayınlama cüreti nasıl gösteriliyor?
Misafir
19.07.2006
Sayın Yeldar,
Gericilikten kastınız insanların inancıysa, evet bizim inancımız var.
Hangi dine mensup olursak olalım Allah'a inanıyoruz, gericilikten
kastınız sizin ve sizin gibilerin gözünde hiçbir şey ifade etmeyen
xhabzemiz ise onu da asla bırakmayacağız, öğrendiğimiz ve bildiğimiz
kadar uygulamaya devam edeceğiz.
Gericilikten kastınız yaşadığımız ülkeye bağlılığımızsa bize kucak açan
Türkiye'ye bağlı kalmaya devam edeceğiz, ta ki anayurdumuz Kuzey
Kafkasya'ya dönene kadar. Amacınız bunlar değil de maşası olduğunuz
dünyada esamesi bile okunmayan komünizm ya da ona benzer ideolojilerse,
boşuna uğraşmayınız derim.
Yeter Adige halkının sizin gibi sol ya da sağ görüş altında gençlerimizi
zehirlemeye çalışanlardan çektikleri. Bizim gençlerimizin sadece tek
ideolojileri vardır, o da ADİGELİK'tir.
Gönen-Abzegh
19.07.2006
Sayın Denetim Kurulu Üyeleri,
Bu forum başlığı altındaki provakativ unsurlar taşıyan talihsiz yazının
kaldırması gerektiğini, böyle bir yazının insanlar üzerinde infial
oluşturacağını ve siteye olan hüsn-ü zannın (sempati) kırılacağını
belirtmek isterim.
M. Emin Yaşar
19.07.2006
Merhaba Yeldar Yoldaş,
İnsanlık tarihi öyle garipliklerle doludur ki, hangisine elini atsan
tutulacak yanı yok. İnsanoğlu bir dönem eliyle Tanrı'yı sembolize eden
putlar yaptı sonra önünde Tanrı diye eğildi. Sonra gelişti bilgilendi
artık eskisi gibi putlar yapmıyor, şimdileri fikirler tanımlar üretiyor,
sonra işte bu kurtuluşumuz, özgürlüğün yolu diyor. Diğerleri cahil,
anlamsız ve gerici gibi kendi tanımlamaları ile diğerlerinin yaşama
şansının olmadığı kararına varıyor. Bilgi bu noktada mağlup oluyor,
bilmeden veya bilerek bilgisini sıfır noktasına indiriyor.
Gericilik, teslimiyetçilik, vatan hainliği. Bu tanımlamaları kullanarak
da anlatmak ve anlamak adına ne kadar insan varsa "yukarıda sayılan
tanımlamaların içine dahil olmak istemiyorsan bize katılmalısın diye
bilinç altı ve üstü her tarafına baskı yapıyor. ''Özgürlük savaşçıları''
kulağa çok hoş geliyor, onur verici ama neye karşı yel değirmenleri?
Sınırlama ve sınıflandırmalar karşısında olduğunuz emperyalizmin yegane
silahına alet oldunuz ve bir elde ateş ettiniz karşı tarafa. Bu kurşunla
biri ölmedi ama birileri yaralandı. Sözüm ona gerici (Allah'a inanan),
Faşist, işbirlikçi, vatan haini birileri, sizin tanımlarınızla
yaralandı. Kazandığınız sadece düşman, kaybettiğiniz potansiyel
dinleyici kitlesi.
Bence tarzınız konusunda bir çok tepki mektubu alacaksınız, muhtemelen
tartışmalar sertleşecek ve denetleme heyeti yayınlamayacak. Ve özlem
duyduğumuz vatana giden yollar biraz daha daralacak. Diyalog
ihtimallerinden kendi aramızda dahi biri kopacak. Emperyalizm tarihi ve
savunduğunuz sosyalizm ideoloji ve teori ve pratik tarihini iyi analiz
edin. Pratikte iflas etmiş ideolojinin yeni emperyalizm versiyonları
dahi dinleyici bulamıyor neden biliyor musun sevgili dostum, insanlık
tarihinde komünizm lehine veya aleyhine dünya üzerinde ölen insan sayısı
100 milyonun üstünde yani aynı argümanlarla yiten yaşamların üzerine
yeniden aynı binayı dikme vaadi vermek bilmem ne derece akıl karıdır.
Önce siz bir dönün. Aileniz, kardeşiniz, babanız, ananız bir dönsün,
siyasi örgütlenmenizi önce eylemlerinizle pekiştirerek kitlelere
ulaşmaya çalışın.
Dediğim gibi sınıflar, dinler bil cümle bölünmeler emperyalizmin
piyonlarıdır. Emperyalizm diyalog istemez, uzlaşma istemez, düşünce
istemez, hoşgörü istemez, kendinden daha iyi düşünen insan istemez ve en
nihayetinde geldiği yere mücadele etmeden gelenleri hiç sevmez. Bir
şeyleri elde etmek için istemek yerine yok et ve al taktiği uygular.
Oysa çok karmaşık ta görünse insan çok yalındır, bir merhabayla başlar,
hatır sorma ile gelişir, hoşçakalla sonuçlanır. Ağrısızdır, sancısızdır,
ekmeğini, daraltılarını paylaşırsın zenginleşir. Ama hayat bir gün
mutlaka biter, nasıl bittiğini anlamazsın, son nefesini verirken kalbini
kırdığın insanların hiç biri olmayacaktır yanında, o sınıfların içinde
ne kadar kaliteli insanlar var oysa. Onları koyduğun tavırla
uzaklaştırdın kendinden. Biz her zaman merhabalara açık, ayrılıklarla
hoş değildir bizim aramız. Umarım düşüncelerin doğrulara giden yolu
bulmana yardımcı olur.
Sağlıcakla kal.
Keç Süleyman Yavuz
19.07.2006
CircassianCanada formları, Adige xhabze kuralları içerisinde, her türlü
görüş,düşünce ve eleştirilere açıktır. Hele hele, yazı yazan kişi,
kurum, yapı, kimlik belirtiyor ve savunduğu fikrin arkasında
duruyorsa. Bize yakışan tavırda yayınlamaktır.
En başta Kuban arkadaşım ve bizler inanılmaz eleştiriler aldık
kimlikleri meçhullerce, hala çağrımıza yanıt vermemektedirler ve bunları
yine bizler yayınladık. Kardeşlerimizin evliliklerine kadar girildi hala
daha girilmekte ve biz yayınlamaktayız.
Bizlerin kimseye verecek hesabı yoktur, korkacağımız herhangi bir görüş
ya da platform yoktur. CC xhabze kuralları içinde, söylediğinin
arkasında durabilen samimi herkese açıktır.
Son söz; grubun adı belli, sanı maili belli, neden orası değil de
burası?
Şu ana kadar yazdıklarım; Denetim Kurulu Üyesi ve bu başlığı yayına
koyan Süleyman Yavuz’un, yani benim öz eleştirimdir.
Şimdi Keç Süleyman Yavuz olarak: Biz bir avuçlar için her türlü radikal
söylem, tavır, at gözlüğü takmaktır, sabit fikirdir. Her coğrafyamızda
köylü kültüründen kurtulamamış, ekonomik olarak herhangi bir
yapılanmasından bahsedemeyeceğimiz halkımızın, söylemlerinde, pratiği
yansıtamamaları ve pratik ile çelişmeleri çok kötü sonuçlar vermekte ve
bizler kendi kendine zarar vermektedir.
Bizim her şeyden önce xhabzemizin gereği hoşgörüyedir ihtiyacımız,
karşılıklı saygıya ve iletişimedir ihtiyacımız. Kişisel egolar insanı
Cehennem'e götürür.
Aslolan pratiktir. Pratikte CircassianCanada sitesinin yaptıkları
yapacaklarının teminatıdır, yeter ki her türlü düşünce ve görüşe
tahammül kültürü gelişsin.
Geçen yıl bir okul, bu yıl Kefken Anıt Mezarlık Projesi ve daha
gelecekleri. O kadar kendinize güveniyorsanız buyurun Kefken projesine;
maddi, manevi görelim güçlerinizi ama biz sadece yazarız, çizeriz
diyorsanız, bizde üşenmeyiz yayınlarız, sizce bir işe yarayacaksa
bunlar.
Sonuçta yapanlar utandı ve çekildi. Haklı olan bizlerdik, yanlış bir
proje geliştirmedik ve halkımızın onuru için Kefken'deyiz. Aynası
yaptığı iştir kişinin, lafa bakılmaz. Daha ne diyeyim? Bunca yazı çizi
sizce bir şeyi halledecekse yazın çizin, kavgalar edin ama sorunları
çözümlemeyin onlar orta yerde dursunlar.
Haşa ne biçim söz diyorsanız, pratiğinizi koyun görelim, bizlerde
sizlere katılalım, bizim için ne kıbleniz önemlidir ne de bayrağınız
aslolan bu halk adına üretiyorsanız biz yanınızdayız. Üretmiyorsanız
sizleri CircassianCanada katılımcılarının projesi Kefken'e bekliyoruz...
Notumdur sayın Yeldar'a ''Şu an için buna gerek yok. Ancak şunu
belirtmeliyim ki, biz gericilerle tartışmaktan bıkmış, usanmış olan
insanlarız ve bu nedenle onların olmadığı bir platform istiyoruz''
demişsiniz ikinci yazınızda, ben bu yazıdan bu notu aldım. İkinci
yazınızı da yayına uygun görmedim, yayınlamadım. Neden mi? Bizim böyle
bir derdimiz yokta ondan... Siz kendinize başka platform arayın...
Sevgi ve saygılarımla.
Shemghur
19.07.2006
Sayın Yeldar Barış Kalkan,
Yazınızda yer verdiğiniz hususların sizin için kıymetli olduğu apaçık
ortada ve insanları bu fikirleri paylaşmaya davet ediyorsunuz ve dahi
kendinizi ilerici bir sosyalist olarak tanıtıyorsunuz.
Ancak ilerici ve yenilikçi bir sosyalist olarak sadece aynı kanaatte
olan arkadaşları davet ediyorsunuz, unutmayın ki zıt kutuplar
birbirilerini çekecek, aynı kutuplar ise uzaklaşmak isteyecektir.
Yenilikçilik yeni ve farklı fikirlere açık olmak ve değerlendirmek
demektir ve insanlarda infial uyandıracak şekilde sert ifadeler
kullanarak bir nevi tahrik oluşturmak ise söz ettiğiniz gaye ile taban
tabana zıttır.
Amaca ulaşmak için yanlış bir yol seçtiğinizi belirtmek isterim.
Hedefinizi insanlara daha açık anlatmanız ve onlarında fikirlerine saygı
göstermenizin Adige olmanızın gereği olduğunu düşünüyorum...
Saygılarımla.
Gönen-Abzegh
20.07.2006
Kefken projesine destek verilmedi ya da başka türlü etkinliklere
maddi-manevi destek verilmedi diye, insanların hassas olduğu konuların
üzerinden silindirle geçip (ya da buna müsaade edilerek) bir tür
cezalandırma çabasına girmek, bu site yapıcılarının kanaati ise; bunun
Çerkeslikle ve hoşgörüyle arasındaki bağlantıyı kurma vazifesi de onlara
ait bulunmaktadır.
Gerçi bir tahammül kültüründen söz edilmiş ama şu belirtilmemiş:
Tahammül kültürü sınırsız değildir, tahammül edilmez baskılardan
kurtulmak için topraklarını terk etmiş bir millet olarak tahammülün bir
sınırı olduğunu iyi bildiğimiz kanaatindeyim. Çerkes olup dini
hassasiyeti olan hiç kimse bu forumda (ilk yazı) yazılan şeyleri kabul
etmez, buna rağmen kabul edilmesi gerektiği tahammül kültürü diye dikte
edilmeye çalışılıyorsa şu bilinecek ki; tahammül kültürünün sınırlarını
zorlamak dini hassasiyeti olan insanların Çerkes nüfusu içindeki
yoğunluğunu görmezlikten gelmektir. Bu realite ortadayken bu keskin
tavır sadece savunucularını, çağrısı yapılan sitedeki 96 kişilik üye
sayısı oranında minimize edip, yalnızlaştırır (örnek bile var).
Burada adı belli, kendi belli, e-maili belli, yaptığı maddi-manevi
destek ortada diye herkes her istediğini söyleyebilecekse ve bunun adı
demokrasi ise demokrasinin başkasının yaşam hakkına
(hassasiyetlerine-değerlerine) müdahale etmeden yaşayabilme olduğunun da
ayrıca bilinmesi gerekir.
Bu arada formu açan bu ayrıcalıklı kişilerin ürettiğiniz projelere ne
kadar maddi-manevi destek verdiklerini de yazarsanız bizde bundan sonra
vereceğimiz destekler ile elde edeceğimiz yazın ayrıcalıklarının,
insanların hassasiyetlerini ne kadar pervasızca zorlayacağını göstermiş
oluruz.
Herkes, herkesin (her türlü düşünceye sahip) değerlerine saygı
göstererek ve forum yapıcılarının bu ortamı tesis edecek hassasiyet
içinde oldukları sürece bu platform devam şansı bulacaktır ama buna
rağmen belli düşünce ya da ideolojileri doğrudan ya da dolaylı savunup
tahammül sınırları adı altında dayatma gerçekleşecekse, bu formu açan ve
samimi düşüncelerini beyan ettiği gerekçesiyle sempati duyulan kişiler
gibi, düşüncelerin açıkça duyurulması gerekmektedir.
Bekliyoruz...
Keç Süleyman Yavuz
20.07.2006
''Burada adı belli, kendi belli, e-maili belli, (...) ne kadar
pervasızca zorlayacağını göstermiş oluruz.'' demişsiniz.
Bu mail grubuyla, ne bizlerin ne Kefken projemizin, ne maddi ne manevi
ilgi ve alakası yoktur. Sizin bu yazınızı ve diğerlerini nasıl
yayınlıyorsam onların duyurusunu da yayınladım. İlla hesap sormak
istiyorsanız çok açık ifade etmem gerekecek anlaşılan ''Burada adı
belli, kendi belli, e-maili belli'' ile kastedilen, duyuru yapan gruba
ait mail adresi kastedilmiştir. Neden onların maillerine yazılmıyor da
buralarda çalı diplerinden ateş ediliyor anlamış değilim.
Yazın ne yazmak istiyorsanız. Söz konusu grubun e-mailine, sorun ne
soracaksanız Yeldar'a... Bize ne, biz nickle gelseydi o duyuruyu
yayınlamazdık. İsim belli, grup belli, e-mail belli. Yazın onlara
yazabildiğiniz kadar. Bizim Kefken çağrımız herkesedir. Lütfen daha
sağduyulu olalım.
Sevgi ve selamlarımla...
Gönen-Abzegh
20.07.2006
Biz provakativ unsurlar taşıyan o yazıya ve o yazıyı yazanlara cevap
yazarak sonu gelmez tartışmalara girmek istemiyoruz. Çünkü, inanıyoruz
ki bu yazı Çerkeslik ve hoşgörü ile açıklanamaz olsa olsa aykırı tavrın
çığırtkanlığından nemalanıp kendini soyutlamaya çalışan ama bunu,
nüfusunun çoğu Müslüman olan Çerkeslerden-Çerkeslikten soyutlanmak
olduğunu anlamayan, eriyik zihniyetin bir ürünü olarak görüyoruz.
Asıl mevzua dönersek; forumlarda dile getirilen her konunun, özünde
Çerkesliği ilgilendirmesi gerekirken "kişilik haklarına saldırı,
ayrımcılık, bölücülük, her türlü inanca saygı sınırının ihlal edilmesi
v.s" gibi unsurların dikkate alınmadan sunulması siz Denetim Kurulu'nun
meşruiyetini tartışmalı hale getiriyor.
ALINTI (FORUM KURALLARINDAN): CircassianCanada, özellikle "forum
sayfasında" Çerkes kimliğine yakışır söz ve düşüncelerin yer alacağına
olan inancı nedeni ile "Nick" kullanarak yazan katılımcıları hoşgörü ile
kabul etmiştir. Ne yazık ki zaman zaman anlık duygular yüzünden
istenilmeyen ifadeler kullanıldığında, gelen yazıyı yayına
koymamaktadır. Sonuçta ne kadar zıt bir düşünceye sahip olunursa olunsun
asıl olanın Çerkesliğe yakışır bir davranışı sergilemek olduğuna
inanmaktadır.
Yukarıdaki paragraftan ve sizin anlatmak istediğiniz şeylerden yola
çıkarak şöyle bir kanıya varıyoruz; eğer bir kişi nick kullanarak
istenmeyen şeyler yazarsa cezalandırılacak ama ismini kullanırsa
yayınlanacak ama bu defa da eleştiriler o şahsa yöneltilecek böylelikle
kişi ismini kullanarak (pek tabi uydurma bir isim kullanarak) her türlü
hakareti yapabilecek bunun sonunda da "asıl olanın Çerkesliğe yakışır
bir davranışı sergilemek olduğuna inanmaktadır" denilecek.
Eğer forumun amacı bir fikrin etraflıca tartışılması ise bunu yaparken
ortak payda ya zarar verecek her türlü aşırılığın, kimden gelirse
gelsin, önüne geçilmelidir. O zaman forumda her konu açanın altına
e-maili de yazılmalı yazan insanlar mail yoluyla kanaatlerini sadece
forumu açana belirtmeli ama bunun bir forum olduğu zannıyla hareket
edilip histerik bir tavır içinde elmayla armut birbirine karıştırılmalı.
İnsanlar isimleriyle de, kullandıkları nickler adı altında da hata
yapabilirler. İsmini kullanarak pervasızca, saygısızca ifadeler kullanan
birine sırf saldırılacak adresi (ismi) belli diye bu özgürlüğün
verilmesi Çerkeslik adına ne tür katkı sağlamaktadır. Kime faydası
olacaktır sağladığı tek şey kutuplaşma olur buyurun onu da Çerkesliğe
hizmetler adı altında projelerinizin altın ekleyin.
Bir de hiç bir projeye katılmayan ama sadece yazan insanlara bir
serzeniş var ve madem katılmıyorsunuz bizde böle yazıları yayınlarız
gibi bir ifade, bir şey yapmadan oturduğunuz yerden yazmak kolay asıl
elleri görelim gibi bir sonuç, biz de demişiz ki; bu formu açan kişiler
projelere katıldıkları için mi insanların hassas olduğu konularda
hakaret içeren yazıları hem de tarafınızdan sempati ile karşılanarak
yayınlanıyor ama sebebini öğrendik meğerse, sırf isimlerini dobraca
yazdıkları içinmiş...
Çurmıt Yeldar Barış
Kalkan
21.07.2006
Bir daha bu tür yazılar yazmamam için beni canımdan bezdirmeye çalışan
arkadaşların döktürdüğü yazıları dehşet içerisinde okudum. Fuat Aydemir
ve Süleyman Yavuz gibi kişilerin uyguladığı bir taraflı moderasyon da
söz konusu olduğu için cevap vermeyi düşünmüyorum.
80 yıllık koskoca bir Sovyet sosyalizmi tecrübesi, Kuzey Kafkasya'da
Sovyet sosyalizminden kalan ulusal-demokratik kazanımlar ve devlet
yapıları, 1970'lerde bir ulusal strateji haline getirilen ve 142 yıldır
Çerkes halkının özlemi olan anayurt Kafkasya'ya dönüş düşüncesi ile
Türkiye'de devrimci dinamiğin temel itici gücü durumundaki Kürt Ulusal
Hareketi zaten size gerekli cevabı veriyor. Sizler, internetin
gericiliğin propaganda mekanı haline getirilmiş olmasını
kullanıyorsunuz.
CC yönetimi kendi sitesini neden gericilik yuvası haline getirmeye
çalışıyor anlayamadım ancak şunu net söyleyebilirim ki sizin borunuz
ancak internette öter. İnternette edindiğiniz sanal dostluklar sizin
burnunuzu biraz kaldırmış. Herkesin bir yaşantısı, akrabaları, eşi dostu
ve kendine göre bir çevresi vardır. Bunları fazla kurcalamayalım derim.
Mirc üslubuyla yazan cahil cühela tayfasının devri çoktan geçmiştir.
Burada kalanlar, işte onlar, son kalanlardır. Son olarak, bütün Çerkes
varlığım üzerine and içiyorum ki, benim hayatım Çerkes gericiliği ile
mücadele halinde geçecek.
Saygı ve sevgilerimle…
Mehmet Arı
21.07.2006
Güzel kardeşim görüyorsun ya biz cahiliz gericiyiz. Senin gibi
'ilerici'de (ne demekse artık) değiliz. Kürt Ulusal Hareketi senin
neyine yetmiyor, gelmişsin biz Çerkeslerin arasında kendini yoruyorsun.
Bizden sana fayda gelmez. Zaten bizim burnumuzda kalkmış, borumuz da
zaten ancak internette ötüyor. Daha ne uğraşıyorsun.
MAMIR/NATUHAC MEHMET ARI Cahalthable'li
Fuat Aydemir
21.07.2006
Merhaba Yeldar Kardeş,
Öncelikle şu ana dek Denetleme Kurulu'nda ismim geçmesinden başka bir
işlevim olmamıştır. Defalarca yazı atmama karşın CC yetkililerine
isleyiş hakkında herhangi bir yanıt da alamadım. Ayrıca ben ilke olarak
kişilik özüne hakaret ve küfür olmayan her türlü düşüncenin yazılması
gerektiğine inanan bir kişi olarak sansüre karşıyım. Bu anlamda
öncelikle bu yanlış anlayışı gidermek istiyorum ve işlevsiz olan
Denetleme Kurulu'ndan ismimin çıkartılmasını istiyorum. Zaten Denetleme
Kurulu'nun da inisiyatif ve sansür anlayışı ile benimkiler artık
uyuşmuyor.
Yazınıza gelince; yazdıklarınızdan ziyade sayın Süleyman beyin
engellediklerini merak ediyorum. Sayın Süleyman Yavuz bey; CC sizin
tekelinizde olan bir yer değil, sahiplenme duygunuz çok takdir edici
ancak denetleme yetkisini tek başına elinize almış gibi bir hava
estiriyorsunuz. Neyse yazınıza cevap vereceğim Yeldar, tabii sansürden
geçerse yayınlanır umarım.
Saygı ve sevgiler.
Cemil
21.07.2006
Sayın Yeldar Barış Kalkan,
Şayet sizce bir mahsuru yok ve mümkün ise yazınızda değinmiş olduğunuz;
Çerkes gericiliği, işbirlikçiliği ve ulusal mücadele konularına biraz
daha etraflıca değinebilir misiniz? Sizce Çerkes gericiliği,
işbirlikçiliği, ulusal mücadele nedir?
Saygılarımla.
Mahmut Bağ
22.07.2006
Merhabalar,
Sayın Yeldar Kalkan'ın kullanmış olduğu kavramların içeriklerinin herkes
tarafından bilindiğini kabul ederek kaleme aldığı yazısında, kimliğini
hiç saklamadan görüşlerini net bir şekilde ortaya koyduğu görülmektedir.
Yazıda bahsedilen Çerkes gericiliği ve işbirlikçiliğinden benim
anladığım Çerkesleri İngiliz ve Osmanlı çıkarları doğrultusunda çıkmaz
bir savaşa sürükleyen ve savaş sonrasında da bu güçlerin çıkarları
doğrultusunda dinimizi de kullanarak bizleri vatanımızdan koparan ve yok
oluşa sürükleyen Osmanlı ve İngiliz işbirlikçileridir.
Tarihteki bu işbirlikçi ve gericilerin uzantıları günümüzde de yaşam
koşullarımızın değişmesinin doğal bir sonucu olarak değerlerimizde de
meydana gelen değişimlerin hepsini olumsuz olarak görebilmekte ve
Adigelerin varlığını yüzyıllar öncesinin koşullarının yaratmış olduğu
davranış biçimlerini sürdürmek olarak görebilmektedirler. Bu formda
yazılan bazı yazılarda da görüldüğü gibi bu kişiler farklı fikirlere
hoşgörü gösterememekte ve hatta onları maneviyatlarına saldırmakla
suçlayarak susturmaya çalışmaktadırlar.
Umarım bu yaklaşımlarının ilkellik, farklı fikirlere sahip olmanın çok
doğal, insan olmanın bir gereği olduğunu anlarlar ve hatalarını
düzeltirler.
Çerkeslerin diasporadaki varlık mücadelelerine bir göz attığımızda bu
mücadeleye, hizmetinde bulundukları, yaşadıkları ülkenin ya da kendi
şahsi çıkarlarının penceresinden bakan benliğini yitirmiş Çerkeslerin,
bu mücadelede samimiyetle çalışanların çalışmalarını nasıl sekteye
uğrattıklarına tanık oluruz. Bu gerçek sayın Kalkan'ın yazısında dile
getirdiği, gerici-işbirlikçi güçlerden arındırılmış, tartışmaya açık
kişilerin, güçlerin bir araya gelerek Çerkeslerin varlık mücadelesine
katkıda bulunmaları isteğinin, sağlıklı çalışmalar yapabilme açısından
ne kadar gerekli olduğunu göstermektedir.
Başarı dileklerimle.
Gönen-Abzegh
22.07.2006
Talihsiz yazı (genel olarak) iyi tetkik edilirse orada iki ayrı sınıftan
söz edildiği çok açık ortaya konmuştur. Alıntı, "Zekoşnığ mail grubu;
gerici-işbirlikçi görüşlerden arınmış, Dönüşçü, demokrat, ilerici ve
sosyalist Çerkes dostları bir araya getirmeyi ve bu sayede bir tartışma
ortamı yaratarak ulusal mücadelenin önünü açmayı, siyasal, ulusal,
toplumsal ve bireysel gelişmeyi sağlamayı kendisine misyon olarak
belirlemiştir."
Şimdi bu ifade içinde İslamiyet'i benimsemiş Çerkesler arasından (çünkü
İslamiyet'in halk arasında yaygınlaştığı dönemden söz ediliyor mutlaka
dindar destlikçileri olmalı) çıkmış gerici bir grubun dışında
İslamiyet'i benimsediği halde bu gerici gruba dahil olmayan insanlardan
söz ediliyor mu? Bu ayrım net bir şekilde ifade edilip, birilerini
yaralamadan-ötekileştirmeden dile getirilemez miydi ve yukarıda ki
alıntıda sosyalist Çerkes dostları yanında İslam'ı duyarlılığı olan
(yani işbirlikçi Çerkesler dışında) Çerkeslerde Çerkeslik adına birçok
şey yapma hanesine sayılamaz mıydı? (Kimsenin bu haneye yazılma gibi bir
derdi yok sadece tespit açısından.)
Elbette sayılamazdı; çünkü orada işbirlikçi gerici Çerkes
yapılanmasından söz eden talihsiz yazı, bu ayrımı yapmayarak herkesi
aynı kefeye koyuyor ve sonuçta sosyalist-ideolojik kimliğe (Kürt
örneğini ağlayarak geçiyoruz) bürünüp Çerkeslik adına tek yetkili tavrın
bu düşünceyi benimsemiş insanlarca temsil edilebileceği gibi bir kanaate
varıp üstelik alkış da alıyor.
Son yazının son paragrafının son cümlelerine sanki sosyalist Çerkes
dostları ifadesinin eklenmesi unutulmuş gibi geldi bana bu eksiklik
paragrafın yapısını bozduğu için hatırlatayım dedim. :)
Bu arada ıskalanan bir realite tüm ihtişamıyla ortada onu tekrar tekrar
yazmamalıyım ve hiç bir Çerkes'in, tüm toplumların uğrayabileceği
dezenformasyon sürecinde Çerkeslerinde tüm değerlerinin değişeceğini,
adetlerinin kökten bozulacağını, her şeyin unutulacağını istediğini
zannetmiyorum bununla birlikte hala geleneksel kıyafetleriyle
dolaşabileceğini, atların çektiği bir araçla uzaya gideceğini zanneden
Çerkesler olabilir ama biz ona da hayır demeyiz Çerkes fıkraları
bölümünde yayınlanması için teklifte bulunuruz.
Yok olmadığını düşünen Çerkeslerle gelecekle, ilgi dilimizin
döndürebildiği güzellikleri (sadece görebildiklerimiz) fısıldamak,
karşılıklı fikir teatisinde bulunmak isterdik ama bu sitede miadımız
dolmak üzere. Sürgün her zaman ve daima.
.
Mehmet
22.07.2006
Sayın Mehmet, yazınız yayına uygun bulunmamıştır.
Denetim Kurulu
Gönen-Abzegh
22.07.2006
Bakınız insanları ya da fikirleri ayıran şeyin bu tür yazıların
yayınlanması olduğunu anlatmaya çalıştık ama nafile. Tüm çabamız, bu tür
yazıların kutuplaşmalara neden olacağını, siz her ne kadar tahammül
kültüründen söz etseniz de, bireysel hakaret içermediği tezini işleseniz
de insanları yaralayacağını, bu bireyin sonuçta tüm çözüm yollarını
sosyalist Çerkes dostları diye bir gruba mal ederek nasıl bir
ayrımcılığa gittiğini, ideolojinin ön plana çıkarılarak Çerkesliğe ne
verileceğini ve bu tür yazılara izin vererek denetim kurulunun
sorumluluk altında kalacağını belirtmek idi. Akabinde farklı kişilerin
yazıyı eleştirmesi duyulan bir rahatsızlığı göstermiyor mu?
Bu insanlara bu yazıları yazmak zorunda bırakan süreci Denetim Kurulu
olarak daha mantıklı değerlendiremez miydiniz, ki o yazının devamı olan
bazı yazıların yayınlanmadığı belirtilmiş, her halde içinde insanları
daha aşağılayıcı şeyler olduğu için bu öngörülmüştür.
Kısaca bizim talebimiz Denetim Kurulu'ndan; insanlar burada her türlü
şeyi açıklayabilirler ama başkalarının değerlerine saldırmadan, bunu
insanların insafına bırakmak ya da bireysel hakaret yok (toplu hakaret
maruz görülebilir mi) diye tahammül kültürüyle dayatmaya çalışmak, benim
bu siteden beklentilerimi örseliyor bu konuda bizde sizden anlayış
bekliyoruz her şeye rağmen talihsiz yazıyı bireysel özgürlüğü ifade
şeklinde yorumlayan anlayışlar devam edecekse, sonuçta ortaya çıkan
tablonun altına, Çerkes etkinliklerine mühim bir katkı sağlamıştır diye,
not düşülmesini tavsiye ediyorum...
Çurmıt Yeldar Barış
Kalkan
22.07.2006
Merhaba,
Feodalizmin oluşup güçlendiği, İslamiyet'in halk arasında yaygınlaştığı
ve sömürgeci saldırıların yoğunlaştığı dönemde Çerkes gericiliğinin de
oluşarak halkı yok oluşa iten temel etken olması gerçeği kısa bir
analizdi. Ve anlaşılacağı gibi kimsenin inancına saldırı da içermiyordu.
Bazı arkadaşlar saldırıya geçtiler, elbette bir daha bu tür yazılar
yazmamam için. Ama diyorum ya, benim hayatım Çerkes gericiliği ile
mücadele halinde geçecek.
Mahmut Bağ ağabeyin yazdıklarına aynen imzamı atıyorum. Fuat Aydemir'i
sorumlusu olmadığı bir konuda itham altında bıraktığım için de özür
diliyorum. Zekoşnığ mail grubuna yapılan başvurular kabul edilmiştir.
Sanırım gruba davet mesajı amacına ulaşmış oldu. Bu nedenle olaylara at
gözlükleriyle bakan insanların çok yoğun olduğu bu ortamda gereksiz
polemiğe girmeden, tartışmadan sevgi ve saygıyla çekiliyorum. Mahmut
ağabey, grubumuza bekleriz.
Saygılarımla.
Keç Süleyman Yavuz
22.07.2006
Değerli kardeşim Yeldar;
Sizleri vesile ile tanımaktan çok mutlu oldum. Sevginin, saygının,
xhabzenin güzellikleri yaşandı ''keblağ'' davetine, katılımınızla. Tüm
katılımcılar huzurunda; senin gibi bir kardeşimle tanışmaktan mutlu
olduğumu deklere etmek isterim.
Sevgilerimle.
Erdem Akkan
23.07.2006
Sayın Erdem Akkan, yazınız yayına uygun görülmemiştir.
Denetim Kurulu
Fuat Aydemir
23.07.2006
Merhaba,
Öncelikle Yeldar arkadaşın yazısına değinmek istiyorum. Çerkes ulusal
sorunun çözümü konusunda demokrat anlayışın hakimiyetine inancım ve
gericiliğin (Çerkes'i, Kürt'ü, Türk'ü ayni) her türlüsünün bu çözüme
köstek teşkil ettiğine katılmaktayım.
Ancak Türkiye'de yaşayan Kuzey Kafkasyalılar örgütlülük bazında çok
aşamalara ihtiyaç duymaktadır. Dernekçilik dışında henüz örgütlü bir
yapıya sahip olmayan insanlarımızı demokrat olan, olmayan diye ayırmış
olabilmek bile bir başarıdır bir anlamda. :) Yeldar arkadaş başarmış
anladığım kadarıyla.
Üniversite yıllarım geldi aklıma. Türkiye devrimci, demokrat kesimin bir
huyu vardı. Kendini toplumdan soyutlamak gibi. Kantinlerde kendini
devrimci demokratlık görüşü tekeline aldığına inanan gruplar bir köşede
saz çalıp, türküler söyleyip yoğun tartışmalara girerlerdi. Diğer tüm
öğrenciler onlara göre ya lümpen ya da burjuva çocuklarıydı. Öğrenci
sorunları yerine işçi sınıfına önderlik ederlerdi nedense. Hiçbir zaman
görüşlerini anlatmak, ifade etmek yöntemini benimsemez, empoze etmek,
edemediklerini dışlamak yöntemini seçerlerdi. Kendi görüşünü
benimsediklerine inandıkları insanlarla bir arada olup "Türkiye feodal
mi? kapitalist mi? Şehirden mi kuşatsak? Köylerden mi? Enver Hoca mı?
Mao mu? Tartışmaların sonunda birbirlerine girerlerdi. Oysa
kurtaracakları insanlar onların tabiriyle "eğitimsiz, gerici,
anti-demokrat, dinci kesimdi.
Yani halk aynı halk. Yeldar kardeş, iyi bir sosyalist, demokrat
olabilmeyi önce kendinde başlatmalı degil mi? Sonra başkalarına
anlatabilsin.
Demokrat olmadan sosyalist anlayışı taşımak imkansız. Özüne aykırı.
Demokrat olmak; yani her türden görüşe karşı sabırla saygı duyabilmek,
yanlışları sabırla düzeltmeye çalışmak. Sorunları ortaya koyarken o
sorunun bir parçası olduğunu kabul etmek. Yoksa demokratlık insanları
kendi görüşünü benimsemiyor diye dışlamak, hakaret etmek değil. 1.000
sosyalist Çerkes bir araya geldiğinizde 2 milyon
"gerici-anti-demokrat-demokratligi bilmeyen :) -Adigeliği siyaset
sanan-din somurucu-aşırı milliyetçi-dönmeyişçi-burjuva-lümpen vs.vs"
kesimi kurtarmayı mı hedefliyorsunuz? Yoksa biz 1.000 kişi kurtulalım
derdinde misiniz?
Sizin tabirinizle; o borusu internette öten kesim öttürüyor da siz
nerden öttüreceksiniz? Heyecan güzel bir şey, kötü niyet taşımadığınıza
da eminim. Ancak toplumumuzu tanımadığına inanıyorum.
Çok insan kaybedildi benzer yöntemlerle. Despotluk bir çok güzel insanı
aldı oturdu. Merdivenleri basamaklamadan çıkmaya kalkan çok genç
harcandı. Sorunun çözümü aynı görüşü paylaşan insanların bir araya gelip
"Ne kadar demokrat" olduklarını birbirlerine ispatlamak değil,
görüşlerini her kesimden insanla sabır ve saygıyla paylaşabilmektir.
Saygı ve sevgiler.
Bırine
23.07.2006
Merhabalar,
Sayın Yeldar'ın yazısında form katılımcılarına veya kendi perspektifinde
bakmayanlara bakışı! Köşe yazarlarımızdan bir büyüğümüzün, bir yorumun
da, bana bir tabirini hatırlattı. "Üst perdeden bakmak." Aynen öyle.
Sayın Aydemir'de çok güzel dile getirdi. Kendilerine teşekkür ediyorum.
Saygılar.
Fatma Özdemir
23.07.2006
Her şeyden önce sitenizi yeni gördüm çok sevindim. Bence insanlar
demokratik ortamlarda tartışmalı ve sorunlara çözüm getirmeli ama
görüyorum ki burada da demokrasi kuralları kişiye göre işliyor. İnşallah
daha kapsamlı bir demokrasi oluşturulursa insanlar düşüncelerini daha
rahat ifade edebilmeli.
Ayrıca hepimiz değil miyiz ki ana vatana geri dönmek isteyen ve bu
uğurda mücadele etmeye hazır olan bence bu uğurda mücadele etmek varken
sağcı, solcu, ilerici ve gerici gibi terimlerle insanların önüne set
çekiliyor. Oysa birlik ve beraberlik için mücadele etmek için zaten bir
avuç olan bu insanları ve de gençleri bölmek, ayırmak ne derece doğru
bunu da tartışmak gerekir diye düşünüyorum.
Saygılarımla.
Meshpev
23.07.2006
Selamlar,
"Üst perdeden bakmak" tabiri haklı ama bu yeterince içimi rahatlatmadı.
Ben buna ''kanatlı siyaset'' demek istiyorum mahsuru yoksa ve bunun
mahsuru yok da demek istiyorum. Çünkü Yeldar beyin ''ağzını açıp gözünü
yumma'' olarak nitelendirilebilecek yazısında çok daha köşeli ifadeler
var.
''Kanatlı siyasetin'' Türkiye'deki en güzel örneği olan bazı partilerin,
halkından ve halkının gerçeklerinden kopuk, ısmarlama özenti sofistike
olmaya çalışan tarzı yıllardır ne kendilerine ne de halklarına bir
faydası olmuştur. Şimdide bizde başgösteren bu ''kurtarıcılar'' gözü
kara sloganlar atan, bir yumruğu havada bir gençlik peşindeler.
Hani bizde gericiyiz ya veya yoz ve eğitilmesi gereken kuru bir
kalabalığız ya, artık radikal İslamcısı da kurtarır bizi, sosyalisti de
kurtarır, emperyalisti de kurtarır, (!) aklına esen ve bir mail grubu
olan herkes yapabilir bunu (!).
Sevgili arkadaşım, Çerkesler adına karar verip Çerkeslerin değerlerine
saldırma hakkını kim veriyor size? Zekoşnığ veya ze''boş''nığ adında bir
e-mail grubu kurmuş olmak size bu hakkı veriyor mu? Ayrıca işbirlikçi
dendikten sonra yıllardır kanlı dişlerini vatanımızın sırtına geçirmiş
bazı görüşleri de dikkate almak gerekir, işbirlikçi olarak
adlandırılması gerekenler tartışılır, haklısınız deriz, değilsiniz
deriz. Ama işbirliği edilemeyecek derecede dünya düzeni içindeki eğreti
yeri bile kalmamış sosyalizm masalını daha hemen hemen hiçbir siyasi
deneyimi olmayan kitle olamayan bizlere önermeniz akıl alır gibi değil.
Üstelik siz öyle bir tavır takınıyorsunuz ki ''benden olmayan benim gibi
düşünmeyen Çerkes değildir ya da şu ana kadar olmuşsa da bundan sonra
olmayacak'' gibi bir şey anlıyorum ben.
Peki siz nasıl bir kitle olacaksınız? Kusura bakmayın sizin pembe
bulutlar cumhuriyeti kurulursa benim Çerkes olup olmamak için tek
güveneceğim şey beni yaratandır. Ne kadar yaşarsam o kadar Çerkes'im ya
da en basit örneği ciğerlerim ne kadar süre içinde nefes alıp verirse o
kadar süre Çerkes olacağım kimseden tescil veya el almak gibi bir
niyetim yok.
Siz ilerici ilerici takılın. Hani biz gerici avam yığınlarıyız ya e
dedim farz et kahvehanedeyim karşıdan 'okey'e dönen (avamız ya en iyi
örneklemeyi yaşam alanlarımızdan veririm diye düşündüm) arkadaş böyle
bir laf etti ne derdim acaba. Yahu arkadaş, işine bak'' derdim (ona
derdim). Ama bu iddiaları bir forum sayfasında ilerici olduğunu iddia
eden kimselerden duyunca insan nasıl düşüneceğini şaşırıyor.
Ayrıca Osmanlı ve İngiltere ile işbirliği yapıp canciğer (!) Ruslarla
savaşanları nasıl tanımladığınıza dikkat edin lütfen. Osmanlı ve
İngiltere diye bir ülke yokken başlayan varolma mücadelesini bugünlere
kadar taşıyan bir halkın onurlu savaşına ''işbirlikçilik'' diye bir
tanımlama getirmek kimsenin haddine değil. Onların içinde Müslüman'da
vardı Hıristiyan'da vardı Paganist'te vardı. Biz burada bol keseden
atıyoruz ama onlar her dönem vatanları ve şerefleri için savaştılar.
Bu mücadeleden istifade etmek isteyen güçlerin yakınlaşmasını
mücadelenin bekası için kabul etmiş olmak işbirlikçilik değildir.
''Siyasettir.'' Zamanında Kırım'a karşı Ruslarla yakınlaşanlarınki de
aynı şekilde tanımlanabilir. Tmutarakanla yakınlaşanları da, bu bir
varolma savaşıysa varolmanın gerektirdiği şey yapılır ama tepeden inme
kızıl masallarla dünyanın yapamadığını hali hazırda bağımsız bir devleti
bile olmayan bizler hiç yapamayız.
Değerli bir büyüğümüzün dediği gibi ''Çerkeslerin düşmanı yoktur,
çıkarları vardır''. Dünya düzenini toplumsal değerleri yok sayan bir
düzeni dünya düzeni içinde varolmaya çalışan Çerkeslere önermenizi
anlayamıyorum.
Demek ki ben gericiyim, benden size fayda yok. Ne dersiniz bir
''yoldaş'' kaybetmiş sayıyor musunuz? Kaybedilmiş her birey kitle
olabilmek için şart değil mi? Ancak sizin ''zıt kutuplar bir arada
olamaz'' kuralınız var. Madem zıt kutuplar bir arada olamaz neden
Çerkeslik içinde böyle bir eleme ve parçalama gereği duyuyorsunuz madem
Çerkeslik önem teşkil eden bir başlık değil neden çalışma alanınızı bu
kimlik üzerinden yapıyorsunuz ya da Çerkeslik önemli diyorsanız birebir
zıt olan sizin siyasi kulvarınızı neden bu platformda kurdunuz? Çünkü
Çerkeslik gerici veya ilerici, bahsettiğiniz sistemle başlı başına zıt
kutuptur. E hani zıt kutuplar bir arada duramaz kuralı.
Yüzlerce çelişki içeren yazınız kafamı karıştırdı, gerici ve cahil bir
hemşehriniz olarak ışığınızdan faydalanmak istemediğimi belirtmek
isterim. (Çok umurunuzda olmasa da.) Pembe Bulutlar Cumhuriyeti'nde
devrim yaptıktan sonra Kızıl Ufuklar Cumhuriyeti'ne geçersiniz umarım
tıpkı Küba devrimini gerçekleştirdikten sonra Bolivya'ya geçen Che
Guevera gibi.
Yazınızı ilk okumaya başladığımda sol elim havada Agi segedala klara
Lanstranya lans parenfiya Lettu gerida presenfiya Kommandante Che
Guevera marşını söyleyerek kafeden çıkacağımı düşünmüştüm ama dikkat mi
veremedim kafede counter strike oynayanların gürültüsünden mi kafamı
toplayamadım anlamadım. E biz avam tabakası olarak kafelerde çet
(bilenlerin tabiriyle chat) yapan bir sınıfız ve kurtarıcılarımızı
bekliyoruz.
Bu da olmadıysa yenilerini bekleyeceğiz artık. Şimdi sıradaki kim?
Radikal Çerkesler mi yoksa beyaz Çerkesler mi? ''Gupşıseyi
psatle,zıptlehi thıs...''
Hakedene saygılarımla.
Gönen-Abzegh
24.07.2006
Yazının teknik analizlerine girerek, töhmet altında bırakılan insanların
durumunu tespit etmenin bir faydası olmadığını, yandaş olan insanların
bir refleks hareketiyle kutuplaşması sonucu, beklenenin gerçekleştiğini
acı bir şekilde görüyoruz. En başta uyardığımız halde bu kutuplaşmayı,
formu düzenleme görevini ihmal eden denetim kurulunun izanına
bırakıyoruz.
Yazıda söz edilen ve yazı sahibine ait olmadığı çok belli bazı
fikirlerin Çerkes gericiliği ile irtibatlandırılmasının (feodalizm ve
Rus istilası olamayacağına göre Müslüman Osmanlı'nın işbirlikçisi olsa
olsa Müslüman ama gerici olan Çerkeslerdir) ve alkışlar altında Çerkes
sorunları içinde en önemli sorun ilan edilmesinin mahcup şaşkınlığı
içendeyiz. Çünkü milletimizin sorunlarını başka yerlerde arayan
sorularımızın tek ve basit cevabı varmış, İŞBİRLİKÇİ ÇERKES GERİCİLİĞİ.
(hem de güncelliğini koruyor.)
Bununla birlikte yazı sahibine ait olmayan ve asıl tartışılması
gerektiğine inandığım mesele ortada yatıyor vaziyette. ALINTI: Bilindiği
gibi, Çerkes gericiliği Kuzeybatı Kafkasya’da feodalizmin oluşup güç
kazandığı, İslamiyet’in halk arasında yaygınlaştığı ve sömürgeci
saldırıların yoğunlaştığı bir dönemde ortaya çıkmış, var olduğu günden
bu yana işbirlikçi karakteriyle halkı yok oluşa iten temel etken
olmuştur. Fakat bu yazı bazı gerçeklerin bilindiği farz edildiği için
kaleme alındığını başka bir arkadaş dile getirdi ve başka forumlarda da
belirtildiği üzere asıl sorunun şu olduğu tespit edilmiş; Çerkesler
savaş sonucunda bir seçim yapmak zorunda kalmışlardır ya Rusların
istediği ve her zaman kontrol altında tutabilecekleri çok yakın bir
coğrafyaya yerleştirilmek ya da Osmanlıların ülkesine göçe razı olmak.
(Elbette sürgün.)
Çerkesler Osmanlı'ya göçü tercih etmişlerdir. Fakat bunun yanlış bir
karar olduğu düşünüldüğü için bu göçün gerçekleşmesinde Osmanlılar ve
onlarla ortak bir payda da buluşan bazı Çerkesler (gerici-işbirlikçi
Çerkesler) bu yanlış kararın asıl aktörüdür. Bu ortak paydanın İslamiyet
olduğu ortada iken gerici-işbirlikçi Çerkeslerin bu grubun içinde
çıkması muhtemel görülüyor. Eğer bu gruba dahil edilmeyeceklerse
İslamiyet'in yayılması ile işbirlikçi-gerici Çerkeslerin varlığı
arasında bir illiyet (sebep-sonuç) bağı olmamalı ya da denmeli ki, bir
grup Çerkes stratejik bazı çıkarlarla diplomatik yollardan Osmanlı ile
işbirliği içine girmiş, kendileri Müslüman olmadıkları halde ve
insanların dini duygularını sömürerek göçün sebebi olmuşlardır.
Oysa ki, gerici hareketin asıl üyeleri, yönlendirdiği topluluktan ayrı
zihni arka plana sahip olamaz, olsa da böle bir ajanlık faaliyetinin adı
da gericilik olarak belirtilemez (zaten yazılarda bu ayrım hiç
belirtilmemiş) ve sonuçta Osmanlı Müslüman olmayan bu gerici-işbirlikçi
Çerkesleri devlet çekirdeğindeki en stratejik yerlere yerleştirerek
kendi ayağına kurşun sıkmayacak kadar dış-politikaya hakim bir
devlettir. Tabi ki biz bunun kastedilmediğini biliyoruz gerici
kelimesinin hem yapısı itibariyle (bir kesimin Müslümanları itham
altında bırakma şekli) hem sunuluşu itibariyle İslamiyet'i benimsemiş
Müslüman Çerkesler arasında karar merci konumunda olan ve genel
Çerkeslerin kanaatini yansıtan bir grup olduğu su götürmez bir gerçek
olarak ortada.
İslamiyet içinde gericilik diye bir sınıf-kavram olmadığına göre asıl
kastedilen Müslüman olan kanaat önderlerinin (idari yapılanmadan çok
savaş şartlarına göre biçimlenmiş thamade kurumu) olduğu ama tüm
Çerkesler arasında göçe karşı ciddi hiçbir ayaklanmanın (istilaya karşı
ayaklanma ile karıştırılmamalı)olmamasında, Osmanlı'ya göçün, çok geniş
Çerkes nüfusu tarafından benimsenip, dindaşlık etkisi altında
gerçekleştiği gözlerden kaçmıyor. Kısaca Osmanlı din adamlarıyla buraya
gelmiş, aynı dini paylaşmanın Rus zulmü altında yaşamaktan daha mantıklı
olduğunu Çerkeslere inandırılmış, bunu da kendi stratejilerine uygun
olarak kullanmışlardır.
Büyük pişmanlık oluşturduğuna inandığımız Osmanlı2ya gidilmeyip Rusların
gösterdikleri yerlere yerleşme olgusu, bu tartışmanın nirengi
noktasıdır. Eğer uzun mesafeli göç yaşanmasaydı ve Rusların
gösterdikleri yerlere gidilseydi (kısa mesafeli göç) bu kadar insan
ölmeyecek ve Çerkesler fırsatını buldukları bir zaman da eski günlerine
dönebilecekti ya da daha az kayıpla uygun zemin oluşturulacaktı gibi bir
varsayım.
Öncelikle bu bir varsayım ve keşke olgusundan hareket ediyor,
varsayımlar çok değişkenli olduğu için her ihtimal kendi içinde
birbirinden farklı bir çok sonucu barındırabilir bu varsayımın sağlıklı
değerlendirilmesi bir tarafa, kişi hayatında keşke unsurunun yıkıcı
etkileri, toplum hayatı içinde geçerliliğini koruyor. Maalesef ki,
tarihi keşkeler değil realiteler yazmakta. Hayal gemisine atlayıp
elimizdeki bilgiler ışığında o günün kan, barut kokan karanlık
dehlizlerine dalıyoruz.
Öncelikle göç (sürgün) meselesi açıklanmalı; göçün benlik duvarını yıkan
yakıcı etkisinin mesafeyle bir ilgisi var mı? Kendinizin belirlediği
yaşama alanından bir gün zorla çok yakın bir yere göçe zorlansanız ya da
çok uzak bir yere göçe zorlansanız hissedeceğiniz acı mesafe oranında
azalır mıydı artar mıydı? Yoksa ruhlardaki acının asıl sebebi
belirlediğiniz yaşam alanlarından zorla sürülmenin ruhlarda oluşturduğu
sürgünün şok dalgaları mı?
Basit bir örnekle; kendi memleketinde mahpus yatan bir kişinin ruhu ne
kadar özgürse, benliğine pranga takılmış bir Çerkes'in iki adım ötede
bunu hissetmemesi düşünülemez. Sırf kokusunu duymak bize yeter diye
özlemlerini gelmeyecek bahara erteleyen bir millet olabilseydik sorun
olmazdı. Ama ne yapılabilir ki konjektür müsait olduğunda kendi
özgürlüğü için diğer Çerkes boyları ile çatışan bu milleti bir adım
ötede ki prangalı yaşama kimse zorlayamazdı.
Rus-Çerkes savaşlarına bakıldığında savaşın uzun yıllara yayılması ve
hemen neticelenmemesinin sebeplerinden Çerkeslerin civanmertliği,
bölgenin coğrafi (dağlık) olarak gerilla savaşına müsait olması gibi
etkenler ön plana çıkmakta. Oysa ki, Rusların Çerkesleri sürmek istediği
alan kontrol altında tutabilecekleri ve gerekirse soykırıma varacak
vahşeti gözlerini kırpmadan yapabilecekleri düz bir alanı kapsıyordu.
Rusların vahşilikte sırtlanları geçişi ile ilgi, komünist ideolojiyi
yerleştirebilmek için Türki Cumhuriyetleri de kapsayan 20 milyon insanın
son yy’daki katledilişini tarih kafamıza çakıyor ve bugün anılan
cumhuriyetlerdeki insanların yoğun dönüştürme-asimile programları sonucu
Türklüklerini bile unuttuklarını, geniş hinterlantlarına rağmen kukla
yönetimlerle pasivize edilip dünya konjektöründe hiçbir söze sahip
olamayacak ülkelere dönüştürüldüklerini acıyla izliyoruz. Bu dönüştürme
hareketine Çerkesler içinde bir kaynak ayırabilecek Rusya , gerektiğinde
etnik soykırıma, karşılaştığı direnç ve politikaları doğrultusunda
rahatlıkla girebilecekti.
Milletimiz rahat bırakılmayacak tahrikler sonucu da savaşa zorlanacak ve
elverişsiz coğrafya da yıkım, soykırım boyutlarına varacaktı, emellerine
ulaşmak için sayısal olarak tehlike arz etmeyecek seviyeye inene kadar
bu soykırım bilinçli ve tüm dünyanın bugün dahi görülen duyarsızlığı
altında gerçekleşecekti. Bu hazin gerçeği yaşayan insanlarımız, meseleyi
mantık süzgecinden geçirerek değerlendirmiş ve tarihi bir karar alarak
altına kanla atılmış bir imza bırakmışlardır. YILLAR SONRA GELECEK,
ÇERKES GERÇEĞİNİ DÜNYA MEDENİYETİNE HAYKIRACAK THAMADE YÜREKLİ ÇERKES
DELİKANLILARININ BU İMZANIN ÜZERİNE MÜHÜRLERİNİ BASACAĞI UMUDUNU
GELECEĞE HAVALE EDİYORUZ.
Osmanlı'ya gelirsek; o gün itibariyle tüm dünyanın İslam coğrafyasının
hamisi olarak gördüğü halifeliğin hala Osmanlı'da olduğu bir devlet
karşımıza çıkıyor. Osmanlı milli bir devlet olmaktan ziyade ümmet
anlayışı yerleşmiş bir devlettir ve kendisini dünyadaki tüm Müslümanlar
üzerinde hilafetin merkezi olarak ilan etmiştir ve dünyada bunu kabul
etmiştir. Dolayısıyla Osmanlı'nın dış politika adına yaptığı hamleler
İslam devletinin gerektirdiği anlayış içinde cereyan etmiştir.
Osmanlı'nın Çerkesler üzerinde güttüğü politika milli bir politika
değil, çıkarları da milli çıkarlar değildir. Çerkeslerin Müslüman
olması, civanmert, vefa hissiyle dolu oluşları Osmanlıyı yani dünya
üzerinde hakim olan tek İslam ülkesini, sınırları içindeki stratejik
noktalara Çerkesleri yerleştirerek bugün dahi süregelen bir misyonu
onlara yükletmiştir.
Bugün Çerkeslerin devletle bu kadar barışık olmasının zihni arka
planında hala bu misyonun etkisi vardır. Osmanlı ile Çerkeslerin yaptığı
bu zımni anlaşmanın altında İslamiyet yatmaktadır. Eğer sosyalist Çerkes
dostları o günün şartlarında yaşıyor olsalardı muhtemelen onları İran
sınırına yerleştireceklerdi.
Kısaca, Halifeliği elinde bulunduran ve çoğunluk İslam ülkelerinin
hilafetini kabul ettiği Osmanlı Devleti, yine kendisi gibi Müslüman olan
Çerkesleri İslam Devleti'nin ve Hilafetin Bekası için stratejik
noktalara yerleştirmiştir.
Bu meseleyi o gününün devlet anlayışı ile anlamaya çalışırsak
Çerkeslerin ve Osmanlının nasıl bir ruh haliyle hareket ettiğini daha
mantıklı çözebiliriz kanaatindeyim. Görüleceği üzere ne Osmanlı milli
çıkarları için Çerkesleri kullanmıştır ne de milletim Rusların zulmünden
kaçarken başka bir milletin hegomanyasını kabul etmek zorunda kalmıştır.
Dediğimiz gibi meseleler bugünün şartlarıyla değerlendirildiğinde yanlış
anlamalara mahal vermektedir.
Şimdi başa dönersek talihsiz yazının ilk paragrafında kısa analiz adı
altında, yukarıda belirtilen gerçeğin yattığını, Osmanlı'ya göçün bir
talihsizlik olarak yorumlandığını ve göçte Osmanlı çıkarlarına,
gerici-işbirlikçi adı altında samimi inanan insanların ayrımını
yapmayarak gerici kimliğiyle tüm inançlı Çerkeslerin, dahil edildiğini,
Osmanlının stratejik yerlere yerleştirme çabasının entelijans
faaliyetleri ile değil (gerici-işbirlikçi Çerkesler eliyle değil) dinine
ve vefasına güvenildiği için Çerkeslere verilişinin ıskalandığını,
dehşet içinde görüyoruz. Şunu da görüyoruz ki, gerici Çerkes
yapılanmasına yaşam alanı sunan Müslüman Çerkes Topluluğu geneli
itibariyle o günün şartlarına bağlı olarak Osmanlıya göçü meşru
gördüğünden topluca bu hakarete maruz kalmaktadırlar.
Tüm bunlara rağmen inançlara saldırı yoksa ya tarih bilinmiyor ya da
alıntıların bile dikkatli okunmadığı orta da. Kim bilir belki de
neyin-neden yazıldığı dahi bilinmiyordur. Slogan kokan ifadelere,
koskoca bir Çerkes realitesi kurban edilmemeli. Bugün ne Osmanlı Devleti
ortada ne de yerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde o devlet anlayışı ve
bugün ne o günkü Çerkesler ortada ne de o günkü Çerkeslerin düşünce
yapısı. Eskilerin yerine inşa edilenler ve doğup yaşayanlar bambaşka
söylemlerle dünya arenasında boy gösteriyor. Tarih boyunca akmak için
hep bir mezra bulmuş Çerkes realitesi tarihin bu son dönemecinde dünya
medeniyetine kendini ifade edebilmek için nasıl bir rol seçecek merakla
bekliyoruz.
Dualarla, ruhlarımıza diktiğimiz abidenin, sürgünün asıl kahramanları
için, sonsuza kadar ayakta kalması ümidiyle.
Metin Çelik
25.07.2006
Sayın Gönen-Abzegh,
Çerkeslerin (Adigelerin) içinde azımsanamayacak sayıda gerici olduğu
malumdur. Gericilik İslam'la birlikte Adige toplumunu etkilemiştir. Hala
da etkilemektedir. Sadece Rus-Kafkas savaşları değil her alanda
etkilemiştir ve etkilemektedir.
Günümüzde İslamiyet adına düğünlerini haremlik, selamlık olarak yapan
Çerkes grupları vardır. Genç kızları türban denen başörtüsünün içine
sokan anlayış vardır. Adım adım Çerkes geleneklerini yok edip İslam'i
kuralları insanlara empoze etmektedirler.
İşte bunun için sayın Yeldar'a katılıyorum. El etek öpme bizde yoktu.
Büyüklere sadece thamade diye seslenilirdi. İslamiyet'ten sonra el öpme
çıktı. Şimdi bir büyükle karşılaşıldığında el öpmedin mi ayıp sayılıyor.
Bunları iyi değerlendirmek lazım.
Müslüman Çerkesler diye bir isimlendirme yapmışsınız. Doğrudur. İşte bu
Müslüman Çerkesler (kandırılarak Müslümanlaştırılmış Çerkesler) sizin de
dediğiniz gibi Osmanlı tarafından stratejilerine uygun olarak
kullanılmışlardır. Gericiler günümüzde de stratejik olarak
kullanılmaktadır. Müslüman Çerkes deyip, Ruslara hala savaş açmada bir
basamak olarak kullanılıyorsunuz. En basit örneği. Türkiye Müslüman,
Çerkesler Müslüman, Ruslar düşman. Bu hep böyle empoze edildi,
Osmanlıdan bu güne kadar.
Peki şimdi durum nedir. Türkiye, Rusya'yla ticari, sosyal her türlü
anlaşmaya koşar adım imza atarken, Müslüman Çerkeslere (!) Ruslar sizin
ebedi düşmanınız demesini nasıl değerlendiriyorsunuz.
Hala İslam adı altında kullanıldığınızın ne zaman farkına varacaksınız?
Beni bir Çerkes'in dini ilgilendirmiyor. Dinsizliği de ilgilendirmiyor.
Düşmanını dostunu hangi kritere göre değerlendiriyor ona bakmak lazım.
Müslüman Çerkesler (!) hep şunu es geçtiler. Ruslar zulüm etti dediler.
Tamam ettiler ama en azından dürüst düşmandılar. Dediler ki; sizinle
savaşacağız, savaştılar da.
Peki din kardeşleriniz (!) Osmanlı ne yaptı? Yine sizin belirttiğinize
göre stratejilerine göre sizi tepe tepe kulandılar. Hadi ondan da
geçtik. Karadeniz sahilinde on binlerce din kardeşini (!) niye
hastalıklarından telef olmasını seyretti.
Ben Rusya'nın yanındayım. Çünkü onlar dürüst düşmanlardı. Sırf dindaşım
(!) diye beni arkadan vuran, kendi stratejisi için milyonlarca insanı
yurdundan eden, açlık, susuzluk ve hastalıktan telef eden Osmanlılar da
sizin din kardeşiniz olarak devam etsin. İşte gericilik budur.
İslamiyet'le birlikte Çerkes nüfusu içindeki gericilikte artmıştır.
Müslüman Çerkes topluluğu (!). İşte gericilik budur. Son merhalede
Müslümanlık hep önde. Bu sebeple dualarla ruhlarınıza diktiğiniz
abideler sürgünden kaçan kahramanları (!) ayakta tutmaya yetmedi. Çünkü
o kahraman diye bahsettiğiniz kahramanlar, dini araç olarak kullanıp,
halkını Osmanlı'ya satan bunun karşılığında da paşa rütbesi alan birkaç
kişiydi.
Aynen günümüzde din, iman diyerek şirketler kuran ve insanların alın
teriyle biriktirdiklerini hortumlayanlar gibi.
Sayın Gönen, Çerkes toplumu Müslüman bir toplum değildir. En azından
sizin dediğiniz gibi değildir. Ama korkmayın sizin dediğiniz gibi olmaya
hızla gidiyor. Biz demokrat ve laik Çerkeslerde tarihin tekerrür
etmemesi için çabalıyoruz.
Gericilikle mücadele her Çerkes'in asli görevidir.
Saygılarımla.
Gumyiller
25.07.2006
Sayın Gönen-Abzegh, imrenerek savunduğunuz Osmanlı halifeliğin acaba bu
zımni anlaşma içinde annesiz-babasız kalan 9-10 yaşlarındaki kız
çocuklarını. Halifenin harem odalarını doldurmakta var mıydı? Halife ve
İslamiyet adı altında yaşanan olayları savunuyor olmanız çok garip.
Nefiset
25.07.2006
Merhabalar,
Ben de Yeldar beye katılıyorum. Gericilik Çerkes toplumunun en büyük
sorunudur. Sürgünden beri gericilik gün be gün artmış bu da dilimizden
xhabzemizden hızla kopmamıza neden olmuştur.
Daha üzerinden belki ay bile geçmedi. Bu sayfalarda Kefken projesiyle
ilgili gerici ve İslamcılar nasıl ortalığı velveleye vermişti.
Amaçlarına ulaştılar ve sonra hepsi sanki ışınlanmış gibi yok oldular.
Zararları kime oldu? Bu siteye mi? Tüm samimiyetimle hayır diyorum. Tüm
zararı Çerkes toplumuna oldu. O kadar gerici bir bakış açıları vardı ki
mezar taşlarını ve Çerkes motiflerini Hıristiyan yaptılar. Yeldar bey
yerden göğe haklı. Bu gericiler aramızda oldukça Çerkes mücadelesini
sekteye uğrayacaktır. Zaten uğruyor da.
Çerkes'im diyen herkesin gericilikle ve yobazlıkla etkili mücadele
vermesi gerek.
Sevgiler, saygılar.
Gönen-Abzegh
25.07.2006
İkinci talihsiz yazıya verilecek cevaplar, birinci talihsiz yazı da kısa
geçiştirirmiş ama altında büyük bir gerçeği barındırması hasebiyle, aynı
zihni arka planın ürünü olduğundan aynı muameleye tabi tutulacak.
Şunu belirtmeliyiz ki, egomuzu tatmin etmek için Çerkeslik adı altında
bir mücadeleye tutuşmuş değiliz. Lakin Çerkesliğin, minik–fanatik bir
grubun heyecanlarına kurban edilerek açıklanamayacağını umumi Çerkeslere
anlatma kaygısındayız.
ALINTI: ”Gericiler günümüzde de stratejik olarak kullanılmaktadır.
Müslüman Çerkes deyip, Ruslara hala savaş açmada bir basamak olarak
kullanılıyorsunuz. En basit örneği. Türkiye Müslüman, Çerkesler
Müslüman, Ruslar düşman.” Bu alıntıda anlatılmak istenen zannedersem
Çeçen direnişi, tarihe büyük bir aymazlık olarak geçecek bu değil tabi.
Asıl mesele, meselenin ne kadar yanlış yorumlanıp nasıl hedef
saptırıldığı. Çerkeslerle birlikte birçok millet Çeçen direnişine
sempati beslemekte bu sempatinin dini ve milli kodları mevcut, milli
unsurlarında problem yokken dini unsurları dikkat çekici. Çeçen direnişi
zaman zaman dini motifler sergilediği için zannedilmekte ki ülkemizdeki
her inançlı Çerkes meseleye o zaviyeden bakmakta, dini motifler içerse
bile Çeçen direnişin milli olma özelliği daha ağır basmakta ve her
inançlı Çerkes direnişin şeklinde kullanılan motifleri kabul etmek
zorunda değil.
Mesela ben kabul etmiyorum ama dini bilgilerde eksiklik dini
meselelerdeki nüans farklılıklarını anlayıp-algılayamayan bu anlayış
için herkesi aynı kefeye koyma gibi basiretsizlik gösterebilmekte ve
Çeçen direnişine sempati duyan her inançlı Çerkes'i fiili-maddi destek
vererek gizli bir komitecilik faaliyetinin unsuru olarak görülebilmekte.
Bu ayrımı yapabilmekle demokratlığın aynı kefede buluşamaması ise
acıların en katmerlisi olsa gerek. Türkiye, Rusya'yla ticari sosyal her
türlü anlaşmaya koşar adım imza atarken, Müslüman Çerkeslere (!) Ruslar
sizin ebedi düşmanınız demesini nasıl değerlendiriyorsunuz. Hala İslam
adı altında kullanıldığınızın ne zaman farkına varacaksınız. Talisiz
ikinci yazının ikinci alıntısında talihsizliğin sınır tanımazlığını
ispatlamak için yazılanlara bizde şunları yazıyoruz: TR=Türkiye
Cumhuriyeti'nin resmi sözcüsü olmadığımızı, Kafkas politikaları
konusunda her açılımı kabul etmek zorunda bulunmadığımızı ifade ederek,
buna zannedildiği gibi gönüllü balıklama atlayan anlayışın inaçlı
Çerkeslere maledilemeyeceğini belirtmek isteriz. Çerkesler milli
dürtülerini hiçbir devletten icazet almadan özgürce düşünür ve ifade
edebilirler. Buna rağmen bu ayrımda anlaşılamıyorsa tüm bu yazıların
fıkralar bölümünde yayınlanmasını öneriyoruz. Müslüman Çerkesler diye
bir isimlendirme yapmışsınız. doğrudur. İşte bu Müslüman Çerkesler
(kandırılarak Müslümanlaştırılmış Çerkesler) sizin de dediğiniz gibi
Osmanlı tarafından stratejilerine uygun olarak kullanılmışlardır.
Talihsiz ikinci yazının üçüncü alıntısında bu anlayışın ana fikrini de
vermesi açısından ayrıca bir hususiyeti var şöyle ki; bizim bu
yazışmaların en başında yaptığımız uyarı sonucu inançlı tüm Çerkesleri
töhmet altında kaldığını buna müsaade edilmemesi içinde bu yazının
kaldırılması gerektiği tarafımızdan belirtilmiş lakin bireysel özgürlük
bağlamında kişisel hakaret içermediği gerekçesiyle üstelik alkışlar
altında yazı devam şansı bulunmuştur.
Bu şu açıdan önem arz ediyor gerçekten bizim dediğimiz gibi insanlar
töhmet altında bırakılıyor muydu ve çok kısa bir tespitle geçiştirilmiş
o yazıda bu anlam saklımıydı? Öncelikle bu alıntının artık tespitimizi
haklı çıkardığına dair en ufak bir şüphenin kalmadığının bu alıntı
tescillemiştir. Atalarımızın Müslümanlığına kandırılmış Müslümanlık
demek, bu tarihi kararlarına saygısızlık göstermek, başkalarının
topraklarına sığınıp sürgünden buyana memelerinden beslendiğimiz
Anadolu'ya vefasızlığın daniskasının yapıp Çerkeslerin vefa özeliğini
tartışmalı hale (bu bağlamda Osmanlıyı da Türkiye Cumhuriyeti'ni de)
getirmek, stratejik yerlere yerleştirilmemizi tepe tepe kullanılmak
görüp kendimize ait olmayan topraklarda, sanki bize aitmiş gibi, niçin
sahil şeridi boyunca yerleştirilmedik (tarzında) diye feveran etmek,
tarih 1864 Osmanlı çoktan çöküşe geçmiştir bundan çok kısa bir zaman
sonra Sarıkamış'ta Osmanlı bir gecede 70.000 askerini şehit verecek
yokluğun sefaletin (asgari birlik olmasına rağmen) hangi boyutta olduğu
tarih tokatlarıyla öğretirken, askerine giydirecek çuhası olmayan bir
devletin hava destekli sağlık yardımlarını Çerkeslerden esirgendiğini
söyleyip, demokrat kalmak ve en affedilmezi. İslamiyet'i benimsemiş ama
bugün onu savunacak durumda olmayıp vefat etmiş (ihtimal şehit olmuş)
atalarımızın Müslümanlığına dil uzatmak onlara kandırılmış Müslüman
demek akabinde bu anlayışın bu kandırılmışlığı bugün de devam ettiğini
söylemek bunu söylemek içinde şu ifadeleri kullanmak: ALINTI:
“İslamiyet'le birlikte Çerkes nüfus içinde gericilikte artmıştır. Ve
Müslüman Çerkes topluluğu işte gericilik budur son merhalede Müslümanlık
hep önde” alıntıda da belirtildiği üzere çoğu zaman korkakça ifadelerle
perdelenmeye çalışılan ama bu sefer cerahati ağzından kusup Çerkezliği
bir grup azınlığın tekelinde zannederek demokratlığı ve laikliği de
örselemekle umumi vicdanı kanatmak ve bunun gibi yazılacak bir çok
gerçeğin yargılamasını umumun izanına bırakmak.
''Sayın Gönen, Çerkes toplumu Müslüman bir toplum değildir. En azından
sizin dediğiniz gibi değildir. Ama korkmayın sizin dediğiniz gibi olmaya
hızla o noktaya gidiyor.'' Son alıntı; ''biz Çerkesler için İslamiyet'in
herhangi bir tarikatına ya da kuruluşuna üyelerdir, diye tabir
kullanmadık hatta Çerkeslerin hangi mezhebe ait olduklarını dahi
belirtmedik (mezhep-tarikat kavramları karıştırılmaz umarım) sadece
genel olarak İslamiyet'i benimsediklerini söyledik bu arada Çerkeslerin
hala genelinin Müslümanlığına dair tartışmaları gereksiz buluyoruz.
Son bir tespit; öyle bir hava estiriliyor ki sanki Osmanlı Ruslara şöyle
demiş; bizim Çerkesleri stratejik yerlere yerleştirmek gibi bir derdimiz
var. Siz yukardan bir sıkıştırma yapında bizde aşağıdan alalım
arkadaşları, meseleye bir el atarsanız memnun kalacağız. Sanki göçün
sebebi Osmanlı'ymış gibi Rus despotizmine nerdeyse hayranlık duyulacak
hatta duyulmuş bile eğer Rus istilamı olmasaydı muhtemelen Osmanlı ne
yaparsa yapsın göç gerçekleşmeyecekti bazı ideolojilere sempati
duyuluyor diye zülm-ü Rus zihniyetini alkışlamamız bekleniyor. Bunu
açıklamak içinde hiçbir ifade bulamıyoruz…
Son olarak en başa dönersek adı geçen yazılarda şahsi değil ama daha
kötü genel bir karalama aşağılama olduğu ortaya çıkmış oldu insanlar
sürgün gerçeği altında duyarlılığı olan bir kesim insana saldırarak
kendilerini soyutlamaya çalışıyorlar ama soyutlanmaya çalıştıkları kesim
nasıl tarihte geneli oluşturuyorsa bugün dahi aynı gerçek varlığı
koruyor. Hayatında iki gün aç kalmamış insanların Çerkeslerin sefaleti
iliklerine kadar hissedip bu kararı verirken Rus sultası altında
yaşamaktansa ölmeyi tercih edişlerini anlamalarını beklemiyoruz Rus
zulmü altında yaşamayı onurlarına yedirselerdi. Biz bugün başımız dik
dolaşamazdık (hatta varlığımız bile tartışılırdı) ama bugün bunu ihtimal
dahilinde görenler ÇERKESLİĞİN ne olduğunu bir kere daha sorgulasın. Ve
tarihi olaylar yaşanan dönemin her türlü psikolojik-sosyolojik
açılımlarıyla değerlendirilir. O gün yaşayan insanlarla aranızda
değerler noktasında ciddi kırılmalar olmuşsa, meseleleri
değerlendirirken ideolojilerinizden sıyrılıp gerçeğe
ulaşamayabilirsiniz.
Değerli Katılımcılar, kişisel hakaret içermedikçe fikirler tartışılsın
istiyoruz ama bizleri oldukça zor durumda bırakıyorsunuz. Burası bir
tartışma formu, lütfen zorunlu olmadıkça sansür uygulamak istemiyoruz,
sınırlarımızı aşarak konuyu başka platformlara çekmeyelim.
Gönen-Abzegh
26.07.2006
Göç
olayında Osmanlı'yı suçlayan anlayışa ve umum Çerkeslere; Osmanlı'nın
göç esnasında ki duyarsızlığı (farz edilen) bir yönüyle kendi
politikaları içinde haklı görülebilir. Kendi ırkından olmayan bir
millete yaklaşımda hassas davranmamış olabilirler (sadece farz ediyoruz)
hele bugün dünya konjektürüne bakıldığında bir avuç insanın şartları
eşit olmayan bir savaşta yy’ın devasa organizasyonları altında, (BM
gibi) duyarsızlıkta insan hafzalasını zorlayan muamelelere maruz
kalışlarını yanında esamesi dahi okunmayabilir ama şunun cevaplanmasını
istiyoruz; Kuzey Kafkasya işte tüm ihtişamı ile orada Çeçen sorunu tüm
dehşetiyle devam etmekte. Bölgenin yapısal, idari, beşeri, sosyal,
ekonomik tüm sorunlar olduğu gibi yatmakta ve bu olaylar bizim
yaşadığımız bugünde devem ediyorken NİÇİN bir el uzatılmıyor? Yoksa
uzatılan o elin koparılıp ağzımıza dikileceğinden mi korkuluyor burada
insanlar rahat hayatlarını bırakıp Rus zulmünün ne boyutlarda
olabileceğini, hayatlarını ortaya koyarak tekrar ispat edebilirler
böylece yanlış bir karar sonucu meydana gelmiş göç telafide edilmiş de
olur.
Dernek köşelerinde beli kırılana kadar oynayan insanlar arasında çok
dolaştık. Dertli bir yüz görür müyüz diye. Bakışlarında göçün izlerini
taşıyan nice insan aradık, belki hiç kaşeni olmamış, meydanlarda
çizilmiş bir figürü de bulunmayan ama içindeki korun yalazı gözlerinden
çıkan THAMADE YÜREKLİ DELİKANLILAR. Hayır efendiler hayır. Bizim kendi
içinde bulunduğumuz duyarsızlık (dertsizlik) o kadar onulmaz ki, bu
duyarsızlığımız görülmüyor da kendi ırkımızdan olmayan bir milletin suçu
(ki suç değil) kendi suçumuzu da aşarak Çerkeslerin en büyük sorunuymuş
gibi dikte edilmeye çalışılıyor. Kendi insafsızlığımız insaf sınırlarını
aşmıyor da Osmanlı'nın insafsızlığından dem vuruluyor. Biz bugünün
şartlarında dert çekmeyi bile başaracak duyarlılığa sahip olamazken
mevcut problemlere reel hiçbir çare üretemezken Osmanlı'nın
duyarsızlığından söz etmek en büyük insafsızlık olsa gerek. Asıl şöyle
bir sonucu var ki, onu yazıp bitiriyoruz bir insan kendi ayıbının
ağırlığı boynunu bükerken, başkalarının ayıbından (faraza) söz etmekten
hicap duymalıdır, hele senin ayıbın onlarınkinin yanında dev gibi
duruyorsa ve onların ayıbı geçmişte kalmış senin ayıbın katmerleşerek
büyüyorsa.
Mahmut Bag
26.07.2006
Selamlar,
Varlık mücadelemizde çalışan herkesin art niyetsiz olduğunu kabul
ettiğimizde, KIP Fuat arkadaşımızın dile getirmiş olduğu görüşlerine
katılmamak mümkün değil. Fakat tarihte olduğu gibi, günümüzde de varlık
mücadelemize hizmet ettiği yapılanmaların penceresinden bakan, bu
mücadele içinde görünüp de, mücadeleyi baltalamaktan başka bir görevi ve
amacı olmayan, kendi çıkarları için milletini, dinini kullanmaktan
kaçınmayan insanların olduğu bir gerçektir.
Yine aynı şekilde dilimizi, çoğumuzu bizi yok sayan bir devleti bu
eksiklerinden dolayı, eleştirecekleri yerde, o devletle barışıklıkla
öğünebilenlerin ve hayata Şeyh, Hoca vs unvanlı kişilerin gösterdiği
pencereden bakan ve bu bakış açısını halkımıza dayatmaya çalışan
kişilerinde aramızda olduğu da bir gerçektir.
Bugüne kadar asimilasyonun önünü kesemedik, kendimize ve vatanımıza
yeteri kadar sahip çıkmadıysak, örgütlenmelerimiz içerisinde bu yapıdaki
insanların gereğinden fazla barınabilmiş, örgütlenmelerimizi
yönlendirebilmiş. Çerkeslerin varlıklarına değil sadece yok oluşlarına
katkı sağlayacak böyle kişiliklerin barınamadığı bir örgütlenme yoluna
gitmek gerçek sorunlarımıza yoğunlaşabilmek, somut olarak bir şeyler
yapabilmek açısından çok önemli ve gereklidir. Bu başka fikirlere,
yaklaşımlara hoşgörüsüzlük değil, amaçları aynı olan insanların, bu
amaçlarına ulaşmakta güç birliği yapmalarından başka bir şey değildir.
Fuat arkadaşımızın bahsettiği öğrencilik yıllarının herkesi dışlayan
solcu öğrencileriyle hiçbir ortak noktası yoktur. Yeldar kardeşimiz,
Çerkes halkının varolabilmesini vatanıyla bütünleşmesinde görmekte ve bu
fikirde olanlarla güç birliği yaparak, çalışmalarını bu amacını
gerçekleştirmeye yoğunlaştırmak istemektedir. Bu çok doğal isteğine
hoşgörü gösterilememesinin altında, halkımızın içerisinde benliğini
yitirenlerin çoğalmış olması, demokratik düşünmeyi yeteri kadar
benimseyememiş insanların varlığı gerçeğinin yattığını düşünmekteyim.
Bu hoşgörüsüzlük yukarıda söz edilen solcu öğrencilerin tavırlarını
hatırlatmaktadır. Başkalarının bize benimsettiği bakış açısıyla
Çerkeslerin sorunlarına bir çözüm bulamayacağımız, yok oluşa
sürükleneceğimiz tarihte tescil edilmiştir. Burada Rusya'nın Akdeniz'e
inmesini engellemek isteyen Osmanlıların, Hindistan'ı sömürgeleştirmek
isteyen İngilizlerin, Rusya'nın Kafkasya'ya yoğunlaşmasını sağlayarak
vatanlarını bağımsızlığa kavuşturmak isteyen Polonyalıların, kendi
amaçlarına ulaşmak için Çerkesleri nasıl kullandıklarını bir daha
hatırlayın isterseniz.
- 1785 yılında Kafkas boylarının önde gelenleriyle bir toplantı yaparak
onları Rusların Güney'e inmesine karşı ilk kez ayaklandırmak isteyen ve
bunu da başaran Şeyh Mansur'un asıl adı Giovanni Battista Boeti olan bir
Dominik papazı olması bir tesadüf müydü?
- Peki 1834 yılında Kafkasya'ya gelerek Çerkes beyleriyle bir toplantı
yapan ve Dağıstanlılar önderlerini dinlemişler ve vatanlarını pek terk
etmemişlerdir (o tarihlerde Çerkeslerden sayıca çok daha az olan
Çeçenlerin ve Dağıstanlıların bu vatanlarını terk etmemişler, David
Urquard gibi ajanlar tarafından bu meşru gösterildiği için vatanlarını
terk etmişlerdir.
Sayın Gönen-Abzegh'in söylediği olmuş olsaydı asıl göçün İslamiyet'in
daha fazla yerleştiği Çeçenistan ve Dağıstan'dan olması gerekmez miydi?
- Peki o dönemde Kafkasya'nın en kalabalık halkı Çerkesler gelişmeleri,
bu güçlerin ve işbirlikçilerinin bakış açılarıyla değil de,kendi
çıkarları açısından değerlendirmiş olsaydılar bugünkü konuma düşerler
miydi? Başkalarının çıkarları doğrultusunda bizim üzerimizde
planladıkları oyuna alet olmak mıdır politika? Yoksa kendini kullanmak
isteyenlerin oyunlarını bozup mevcut koşullar çerçevesinde halkının
çıkarlarına en uygun çözümleri üretmek midir?
Tarihten ders çıkarabilmemiz umuduyla!
Mahmut Bag
27.07.2006
Son göndermiş olduğum yazının son kısımları eksik çıkmıştır, aşağıda bu
kısımların düzeltilmiş hali.
Selamlar,
- Peki 1834 yılında Kafkasya'ya gelerek Çerkes beyleriyle bir toplantı
yapan ve onların tek yönetim altında birleşerek Ruslara karşı
savaşmalarını talep eden, Çerkeslerin bayraklarını tasarlayan,
bağımsızlıklarını ilan ettirip İngiltere'ye tanıttıran, Çerkesler
arasında Davut Bey olarak bilinen İngiliz resmi ajanı David Urquart
neyin peşindeydi? (Neue Solidarität, Dezember 1999)
- Polanyalı generaller bizi çok sevdikleri için mi bizimle birlikte
Ruslara karşı savaştılar?
- Çerkeslerin önderi Muhammed Emin, Şeyh Şamil gibi 1859 yılında savaşın
artık kaybedildiğini görerek halkını daha fazla kırdırmamak için
Ruslarla barışın imzalanmasını ve vatanın terk edilmemesini istemişti.
Çeçenler ve Dağıstanlılar önderlerini dinlemişler ve vatanlarını pek
terk etmemişlerdir (o tarihlerde Çerkeslerden sayıca çok daha az olan
Çeçenlerin ve Dağıstanlıların bu günkü durumları ortada). Fakat
Çerkesler, insan güçlerinden Osmanlı topraklarında da yararlanmak
isteyen Osmanlı ve İngilizlerin çalışmaları sonucunda vatanlarından
kopartılarak bugünkü yok oluşa sürüklenmişlerdir.
Yani sayın Gönen-Abzegh'in söylediği gibi Müslümanlarla yaşamak için
göçü meşru gördüklerinden dolayı vatanlarını terk etmemişler, David
Urquard gibi ajanlar tarafından bu meşru gösterildiği için vatanlarını
terk etmişlerdir. Sayın Gönen-Abzegh'in söylediği olmuş olsaydı asıl
göçün İslamiyet'in daha fazla yerleştiği Çeçenistan ve Dağıstan'dan
olması gerekmez miydi?
- Peki o dönemde Kafkasya'nın en kalabalık halkı Çerkesler gelişmeleri
bu güçlerin ve işbirlikçilerinin bakış açılarıyla delilde kendi
çıkarları açısından değerlendirmiş olsaydılar, bugünkü konuma düşerler
miydi?
Başkalarının çıkarları doğrultusunda bizim üzerimizde planladıkları
oyuna alet olmak mıdır politika? Yoksa kendini kullanmak isteyenlerin
oyunlarını bozup, mevcut koşullar çerçevesinde halkının çıkarlarına en
uygun çözümleri üretmek midir?
Tarihten ders çıkarabilmemiz umuduyla!
Fuat Aydemir
27.07.2006
Merhaba,
Tartışma ister istemez din boyutuna geliyor dogal olarak. Bugün İslami
yönetim biçimi olarak hedefleyen güçler "Hangi milletten olursan ol ama
İslam altında birleş" diyor. Sosyalist düşünceyle ortak yanları "Hangi
milletten olursan ol" kısmı sadece. :) Kendi ulusal kimliğinle hangi
dinden, inançtan olursan ol birlikte yaşama ilkesi.
Tarihi sayın Mahmut Bag çok güzel özetlemiş. Buna rağmen Osmanlı'nın
bizlerin kaşına gözüne olan hayranlığından bizleri kabul ettiğini
düşünmek ne kadar gerçekçi, bunu halk bence idrak etmiş durumda. Bir
Osmanlı kafasıyla düşünürseniz "Çok akıllıca bir plandı ve tabi ki işe
yaradı".
Osmanlı -Rus" savaşında ölen Çerkes gençlerimiz, sürgünde yaşamını
yitiren binlerce insanımız eminim Osmanlı'ya şükran duaları okuyarak
öldüler!
Bir şey ekleyerek bitirmek istiyorum. İslami bir Çerkes gibi
yorumlayarak algıladığımızda daha güzel bir şekil çıkıyor karşımıza.
Gerici unsurlardan arınmış, ibadeti kendisi için yapan, her türlü ibadet
şekline saygı duyan, dayatılanı değil, mantığı ön plana alan bir
anlayış.
Saygı ve sevgiler...
Mahmut Bag
27.07.2006
Sayın Gönen-Abzegh!
Genelde olayları ve tarihi kendi arzularınız doğrultusunda
değerlendirerek kaleme aldığınız yazınızda "İslamiyet içinde gericilik
diye bir sınıf-kavram olmadığına göre..." demektesiniz. Her ne kadar
İslam dini kendi içerisinde gericiler vb gruplar, sınıflar ayırımını
yapmasa da, günümüzde İslami çeşitli açılardan yorumlayan El-Kaida,
Kaplancılar, Nurcular, Milli görüşçüler vb grupların, insanların olduğu
bir gerçektir.
Bu gruptan insanlar için gericiler, yobazlar vb tabirlerin
kullanılmasını haklı kılacak birçok örneklere günlük hayatımızda şahit
olmaktayız. Elele yürüdükleri ya da Ramazan'da oruç tutmadıkları için
turistlerin, öğrencilerin dövülmesi, öldürülmesi, Sivas katliamı ve daha
nice örnekler.
Kendileri gibi düşünmeyenlerin, yaşamayanların canlarına dahi
kıyabilecek kadar canileşmiş yobazlarla, annem gibi beş vakit namazını
kılan, orucunu tutan, zekatını veren, hac görevini yerine getiren,
başkalarının yaşam tarzlarına karşı hoşgörülü Müslümanların aynı kefeye
konması büyük bir haksızlık ve yanlışlık olur.
Günümüzde her ne kadar bir takım yozlaşmalar meydana gelmiş olsa da,
tarihimize baktığımızda Müslüman Çerkesler ve Abhazların İslam'ı kendi
değerleriyle çok iyi kaynaştırdıklarını görmekteyiz. Bu yüzdendir ki
Şeyh Şamil'in göndermiş olduğu naipleri Çerkesler arasında "xhabze"
yerine Çeçenistan ve Dağıstan'da olduğu gibi şeriat kurallarını
yerleştirme çalışmalarını canlarıyla ödemek zorunda kalmışlardır.
Çerkesler arasında ancak "xhabze"ye göre karar veren Muhammed Emin
tutunabilmiştir. Çerkeslerin ve onlara şeriatı dayatan naiplerin
Müslümanlığını aynı kefeye koymak haksızlık olmaz mı?
Bu örneklerde de görüldüğü gibi Müslümanlar arasında gericiler ve
yobazlar tarihte de olmuştur, bugünde vardır. Kendi halindeki
Müslümanlara kimsenin karşı olması söz konusu olamaz. Ancak başkalarının
yaşam tarzlarına hoşgörü göstermeyen, onları ilk fırsatta ortadan
kaldırmaya çalışan gerici, yobaz unsurlara hoşgörü gösterilmesi hiç
kimseden beklenemez.
Kendilerine şeriatı dayatan naipleri ortadan kaldırarak, "xhabzelerine"
göre yaşamlarını sürdüren Çerkeslerin torunları olarak, bizim bugün aynı
dayatmalarda bulunan insanlara karşı mücadele etmek istememizden daha
doğal bir şey var mı?
Bunu dile getiren Yeldar kardeşimize, atalarımızın Müslümanlığından dem
vurarak saldırıda bulunanlar umarım bir daha düşünürler ve her fırsatta
atalarının kemiklerini sızlatmaktan vazgeçerler.
Saygı ve sevgilerimle.
Gönen-Abzegh
27.07.2006
Son üç paragrafın dışındaki paragraflarda yazılan şeylere cevap vermeyi
düşünmüyoruz. Anladık ki, ne kadar anlatırsak anlatalım bu anlayış sapla
çöpü ayıramayacak kadar temyiz kudretinden yoksun. Hala tüm
Müslümanları, Çerkesleri de geçtik, bir şeyhin arkasında mürit zanneden
ya da bir görüşün fikirlerini umum Çerkeslere dayatmaya çalışan ki öyle
olsa bile bu umum Çerkesleri bağlamaz. Zanneden anlayışa bir şeylere
inandırmak mümkün olmadığı gibi kendileri bir görüşün savunucusu olan bu
insanlar hangi gerekçeyle tüm fikirlerin orjini kendileriymiş gibi
ortalıkta dolaşmakta onu da anlamak mümkün değil (biz Karl Marx
biliyorduk).
Bu anlayış, kendi çıkarları için dini kullanmaktan çekinilmediğini iddia
ederken kendi ideolojisi ile Çerkesliğin nasıl olup da kader birliği
ettiğini açıklayamıyor. Ortak paydamız Çerkeslik deyip, dini duyarlılığı
olan insanları dışlayarak Çerkesliğin ideolojilere nasıl boğdurulduğunu
adeta kekeliyor. Tüm Çerkesler bir araya gelip xhabzenin yaşamasında en
mantıklı çözüm belli bir ideolojiyi benimsemektir diye bir karar
vermediklerine göre, kafasından bir çıkarsama yaparak böle bir sonuca
ulaşmakla Çerkeslik adına tek karar merci kendini zannederek yetki gaspı
yapabiliyor.
Dini duyarlılığı olan Çerkesleri betimlerken, din mi Çerkeslik mi
sorusunu akıllarda sorup, son aşamada Müslümanlık hep önde diyebilen bu
anlayış ideoloji mi Çerkeslik mi sorusu karşısında öz eleştiri yapmayıp
histerik bir tavır içinde elbette başından sonuna kadar ideoloji diyerek
ne olduğunu gösteriyor. Dini duyarlılığı olan tüm Çerkeslerin
gerici-işbirlikçi Çerkesler diye töhmet altında bırakılmaması için, ne
olduğu, kim olduğu belli olmayan bu grubun hassasiyetle ayıklanması
gerekirken, herkesin aynı kefeye konmasının bizatihi dinden yani
İslamiyet'in Çerkes adetleri üzerinde olumsuz etkilerinden kaynaklandığı
dolayısıyla asıl meselenin, Osmanlı falan da değil, din ve bu dini
benimseyen Çerkeslerce, Çerkes adet-gelenek ve göreneklerinin dini
vecibelerle yontulması olduğu, ancak nüfusun geneli bu özelikte olan
insanlardan teşekkül ettiği için de korkunun sırtından bir türlü inilip
bunun ifade edilemediği deklare edilmiş.
Önceki yazılarımızda devletin resmi sözcüsü olmadığımızı Çerkesliği ya
da Kuzey Kafkasya'yı ilgilendiren her politikayı benimsemediğimizi
belirtmemize rağmen bu anlaşılmak istenmiyor. Ayrıca Türkiye
Cumhuriyeti'nde görevli ya da Türkiye Cumhuriyeti kanunları-ticari
kanunları çerçevesinde ticari-serbest hayatta varlık gösteren tüm
Çerkesler kendi ve ailelerinin hayatlarını bu olanaklarla (ve dahi diğer
her türlü olanaklarla) idame ettirirken kendilerine ait olmayan bu
topraklarda yaşamanın bilinci-hassasiyeti içinde edeple hareket
etmelerini anlamayıp üstelik bu meseleyi devletle barışıklıkla
öğünebilmek olarak yorumlayarak bu ülkedeki bazı azınlıkların içinden
çıkan gruplar gibi hareket etmemiz isteniyor. (Alkışlanan Kürt ulusal
hareketi.) Bu vakur, edepli tavır, duruşuyla, hem bu gruplara
benzemeyişini hem de gruplara benzetme anlayışını yıkarak ÇERKES'İN kim
olduğunu ve farkını cümle aleme ilan etmektedir.
Şeyh görünümlü bir papazın Rusların Güney'e inmelerini engellemeye
yönelik Kafkas boylarını dini kullanarak örgütlemesi ve bunda başarılı
olması gibi bir gerçek var ama o gerçek barındırdığı ayrıntılarda farklı
sonuçlara işaret etmekte. Şöyle ki; öncelikle vicdan sahibi kimse bu
olayda da Osmanlı'nın parmağı vardır diyemez (talihsiz göçümüzün
sebebini Ruslara değil de Osmanlı'ya bağlayan anlayış için
belirtiyoruz).
Papazın bu örgütleme-kışkırtma çabası bir dış politika meselesidir.
Savaşa karar veren Kafkas boyları bu kararı ülkelerinin işgal edilmesine
karşı almışlardır. Rusların sıcak denizlere inme isteğini bu
kışkırtmalar sonucu Çerkesler tarafında akıllarına sokmadığına göre
meselenin sonucu değişmemiştir. Bugün Türkiye'nin doğusunda olası bir
Kürt devleti için kaygılar mevcut ve bunu engellemek için resmi
söylemleri birbirinden farklı ülkeler ortak çıkarlarda birleşebiliyor,
Türkiye, Irak devlet anlayışını benimsemediği halde Irak'ın toprak
bütünlüğünü Irak adına destekleyebiliyor, aynı amacı farklı devlet
anlayışına sahip ülkeler çok rahatlıkla dile getirebildiği ortada.
Papazın temsil ettiği anlayış ile Çerkesler, Rusların sıcak denizlere
inmesinin engellenmesi noktasında ittifak etmişler, sırf dini motifler
taşıyor diye Çerkesler bunu kabul etmemişler, zaten olması muhtemel bir
olaya tedbir almaya çalışmışlar.
Muhtemelen bu Rus zulmü kapıya dayanmamış olsaydı ve kuvvetli ihtimal
görülmeseydi Şeyhülislam gelip fetva yayınlasa, bu orantısız savaşa
Çerkesler razı olmayacaktı. Zannedilmekte ki bu kandırma-kışkırtmanın
sebebi dindir ya da dini benimsemiş insanlardır çünkü dini kisveye
bürünmüş bir papaz tarafından Müslüman Çerkesler kandırılmıştır. Oysa ki
bu papazın, Çerkesler Yahudi olsalardı haham kıyafetleriyle geleceği,
komünist olsalardı elinde Das Capital kitabıyla turlayacağı, Budist
olsalardı Nirvana'dan selam çakacağı gözlerden kaçmakta. Bu meselenin
dini kisveyle bir alakasının olmadığı, reel bir dış politika meselesi
olduğu, Çerkeslerin o gün duydukları endişelerin zaten zaman içinde vuku
bulmasıyla olayın gerçekleştiği anlaşılmalı. Çerkesler uyuyan devi
uyandırma pahasına birileri dini telkinde bulundu diye Ruslarla
kazanamayacakları bir savaşa tutuşmazlardı bazı gerçekleri görebilmenin
din-ideoloji v.s. gibi farklı bakış açılarında dahi çözüm için tek yolu
vardır.
Sonuç olarak siz tarih içinde (bugünde dahil) değişik dinlerde
ideolojilerde, yapılarda kurulmuş devletler arasında hiçbir dış politika
zafiyeti göstermeyen bir devlet gösterebilirseniz memnun kalırız. Göçün
asıl sebebinin Rus zulmü olduğunu çözemeyen anlayış, ortada hiçbir sebep
yokken Müslüman Çerkeslerin Osmanlıya sırf İslam Devleti diye gitmeye
can attığını zannetmekte. Göçün sebebi kimin daha dindar Çerkes boyu
olduğu ile değil Rus zulmünün sıcak denizlere inmede hangi coğrafi yolu
tercih ettiği ve buna uygun stratejileri nasıl ürettiğiyle alakalı.
Kuzey Kafkasya haritası göz önüne alınırsa bazı gerçekleri görmemek için
kör olmak gerektiği anlaşılır. Göçe muhatap olan Çerkes bölgeleri
incelendiğinde, Rusların sıcak denizlere inmek için kullanabileceği en
kestirme-mantıklı yol bu yol olduğu, Dağıstan ve Çeçen bölgelerinin daha
Doğu'da kaldığı ve amaçlarına hizmet etmediği anlaşılacaktır. Sıcak
denizlere inmek için Ruslar bahsi geçen sürgünü yaşatarak kendilerine
bir koridor açma çabasında başarılı olmuşlar, belirtildiği üzere hem
coğrafyanın düz olmasıyla kontrolün elverişli olabileceği, hem nüfusun
azlığı ile soykırıma varabilecek etnik temizliğin rahat yapılabileceği
varsayımı ile Çeçen-Dağıstan bölgesini bırakmamışlar, kontrol altında
tutmuşlardır. Dolayısıyla Çeçenlerin orada kalmasında kendi tercihleri
değil Rusların Çeçenleri kontrol altı almada ciddi bir tehdit olarak
algılamamaları yatmakta yoksa nüfusun çoğunu göçe zorlayacak kadar
askeri yeterliliğe sahip Rusya tehdit olarak algılasaydı çok daha az
nüfusa sahip Çeçenleri öyle bir coğrafya da etnik temizliğe maruz
bırakabilirdi.
Şunun da iyi anlaşılmasını istiyoruz. Çerkesler Osmanlı!ya Müslümanlarla
yaşamak ya da bir din devletinde yaşamak gibi dürtülerle gelmediler.
Zorunlu oldukları için geldiler nereye gideceklerdi, Karadeniz'in
sularına mı? Bana bunu söyleyen arkadaşlar gidilebilecek bir ülke ismi
versin? Gidilebilecek hiçbir yer yoktu. Diyorsanız ki, meseleyi daha
buraya gelmeden biz yerimizde kalıp savaşarak çözmeliydik bizde deriz
ki; Osmanlı Devleti'ni bile o devir itibariyle defalarca yenilgiye
uğratmış askeri her türlü donanıma sahip dünyanın en güçlü devleti olma
yolunda iddialı ve vahşilikte sınır tanımayan bu devletin gücünü
görmemek sadece kavruk milliyetçilikle açıklanabilir. Bugün bu orantısız
gücün kullanımını yakın coğrafyamızda görüyoruz işte. buna bakılarak
dahi mesele anlaşılabilir.
Sürgün esnasındaki dramatik (kahredici olaylar) olaylar sadece Osmanlı
sınırlarında yaşanmadı bu olaylar ana yurttan ayrılmadan yaşanmaya
başlamıştı sizin düşündüğünüz kadar o insanlarda yollarda telef
olmaktansa geri dönüp son Çerkes kalana kadar savaşmayı düşünmüşlerdi.
Ama ölürken dahi bakışlardan akan donuk son damlada, hesabı ikinci
raunda kalmış bu savaşın savaşçılarının, daha büyük bir destan yazmazı
ümidiyle, stratejik-derin ve acı bir hesap yapılmıştır.(söylendiği gibi
Osmanlı'ya şükran duası edilmemiştir.) Bugün o hesabı çözebilen
insanların, mevcut yapı içinde yaşadıkları şartlarla yaka paça olup
şartları kendi lehlerine çevirmesi gerekirken rahatsızlık nedir
anlayabilmiş değilim. Osmanlı Çerkesleri tepe tepe kullanmış; gitmeye
mecbur kaldığınız yer neresi olursa olsun size mi soracaklardı kalmanız
gereken yerleri, efendiler lütuf buyurup bir yer seçerseniz sizi
istediğiniz yerlere yerleştirelim mi diyeceklerdi. misafir
konumundasınız, gösterilen yere değil de istediğiniz yere yerleştirilmek
gibi Çerkes adetlerine hiç uymayan rahatsızlıklar-memnuniyetsizlikler
içindesiniz. Kaldı ki Çerkesler yerleştirildikleri stratejik yerlerde bu
yerleştirme amacına uygun bir meseleyle de karşılaşmamışlardır. Yani
doğudan gelen bir saldırı Samsun- Hatay çizgisine dayanmamıştır ki,
Çerkesler yerleştirilme amaçları doğrultusunda tepe tepe kullanılmış
olsun ya da aynı şey İstanbul için de söylenebilir.
Çerkesler, Çerkes olmanın bir dürtüsüyle her zaman ön planda
olmuşlardır. Memluk devletinde olan neyse Osmanlı'da da olan odur bugün
dahi bu ön planda olma dürtüsü birilerinin hususi yetiştirmesi-kayırması
altında değil Çerkes olmanın kuşatıcı etkisi altında cereyan etmektedir.
Daha önce göç kararının yanlışlığını iddia eden arkadaşlara bir şey
sormuştuk. Kuzey Kafkasya tüm ihtişamı ile orada tüm meseleler en az
geçmişteki kadar güncel ve sıcak orantısız bir güç kabusunuz değilse
niçin göç gerçekleşmiyor? Her halde vatan özlemi sizi burada tutacak
ticari-maddi-manevi kaygılardan daha ön plandadır. Tarihi meseleleri o
günün şartlarına göre değerlendirmeli derken Osmanlı açısından değil her
açıdan bakış açısı sunulmuştur. O günkü Rus zulmünün ulaşabileceği
boyutları anlamayan ve bir direniş oluşturabileceğini zanneden anlayış
bugün aynı gücün neler yapabileceğini sınama özgürlüğüne sahip, mesele
geçmişte olunca şahin kesilen bu anlayış aynı atmaca tavrı şimdi
sergileme fırsatı varken sergilememesi doğrusu bizi çok şaşırtıyor.
Zaten biz atalarımızın yapmış olduğu tarihi hatadan dolayı tüm
duyarsızlıklara sahip olduk, bu duyarsızlığımızın tek ve yek sebebi o
hatadır, bizim ne suçumuz var ki biz sürgün çocuklarıyız. Ogün o
sürgünle beynimizde ve ruhumuzda onulmaz yaralar açılmasaydı şimdi bizi
kim tutabilirdi. Bizden tarihten ders almak ta beklenmemeli çünkü ne
kadar ders alırsak alalım sürgünü bize reva gören anlayışın kara
bulutları üzerimizden hiç çekilmeyecek. Son olarak, İslam'ı bir Çerkes
gibi yorumlayıp, algılama sonucu ortaya çıkacak güzel tablonun nasıl
olacağı konusu çok dikkat çekici. Bu konun etraflıca yazılarak, eğer
başka forum kapsamında ise o forum altında açıklanmasını bekliyoruz...
Keç Süleyman Yavuz
28.07.2006
Sayın Gönen-Abzegh,
Sayın diyorum, çünkü nick'in arkasında bildiğim Gönen ve Abzegh var,
bana ve bize ait. ''Son üç paragrafın dışındaki paragraflarda yazılan
şeylere cevap vermeyi düşünmüyoruz anladık ki ne kadar anlatırsak''
diye başlıyorsunuz yazınıza. Sizler kimlersiniz ve derdiniz nedir? Hangi
grupsunuz?
Meydanı boş buldunuz sanırım, demokratiklik adına, bu sizin en iyi
becerdiğiniz iştir demokratları suiistimal adına. Düne kadar misyoner
diye suçlanan ve saldırılan, şahsi ve dostsal gayretlerimizle
çözümlediğimiz ve birlikte olduğumuz CC'de şimdilerde almışsınız sazı
elinize çalıyorsunuz, eminim sizin ''pşıne'' ile işiniz yok, ''TEF''
ile, lütfen layık olduğunuz yerde çalın, TEF'inizi...Layık olduğunuz
yerde duruş sergileyin.
Yazdığınızı ve söylediğinizi sanıyorsunuz; Demirel gibi. Çağrınız nedir
sizin? Felsefeniz, duyurunuz? Neyi savunuyorsunuz? Söyleyin de bilelim.
İnsanların manevi duygularıyla oynamaktan başka ne çözüm üretiyorsunuz?
Yeldar kardeşim bir sonuç sunuyor,sonuçta! ''Dönüş'' diyor. Peki bunca
yazı çizi, siz ne diyorsunuz? Kocaman bir hiç! Allah aşkına siz ne
diyorsunuz, anlayan beri gelsin.
Biri çıkıyor yerküreyi yönetiyor. Diğeri uhrevi diyor. Amma Yeldar
kardeşim tek çözüm ''dönüş ''diyor. Anavatan diyor, Adığanır diyor,
ailesinin geçmişinde dediği gibi, kavgalarındaki gibi.
Ya bir çözüm üretin ya da işinize bakın, bizi ve geleceği boş
söylemlerle meşgul etmeyin. Burası gönül eğlencesi bir yer değil. Sizler
gibilerine ihtiyaç yok. Herkes yoluna. Çözüm sunmadığınız sürece siz
bizden değilsiniz. Bundan gayrı da olmayacaksınız, sunmadığınız sürece.
Yeldar kardeşim aslan gibi meseleyi koyuyor. Sizde koyun görelim! Nedir
iletiniz? Şu ana kadar göremedik.Gayri ahlaki saldırıdan gayrı. Dini
suiistimalden başka. Siz misiniz İslamiyet'in temsilcisi? Eğer sizseniz,
siz kimsiniz? Sizlerden feyz mi alacağım?
Halkımızın sorununun çözümü nedir sizce? Koyunda göreyim, Allah aşkına
İslam sizlerin tekelinde mi? En büyük savunucular sizler misiniz?
Kıbleyi ne zaman öğrendiniz? Çözüm neymiş? Üretin, kimse aptal değil.
Yoksa kesinlikle bilin ki burası size ait değil. Derdinizi nedir,
anlatırsanız anlatın, dinlerim, eksiğimi gideririm. Bütünleşiriz
birlikte.
Yeldar'la olduğu gibi. Geldi, tanıştık, söz verdi ve girmiyor ve
girmeyecek, rica ettim. Siz kaynaklı değilsiniz girmeyişinin nedeni.
Dostça selamlar.
Not: Xhabze kuralları içinde Yeldar kardeşim gibi Webmail'ime yazında
göreyim cevabınızı, sizi de kardeş kabulleneyim xhabze ilişkilerinde.
Eğer Yeldar kadar kardeş ve dürüstseniz. Şu keblağ Webmail'im Keç'im...
Artı notumdur; bu dönüşçü kardeşlerim buhar mı oldu? Dönüş yolunda
Semeliyot mu (kohlate) düştü? Çinlilerin fıkrasındaki gibi, hangi otelde
kalıyorlar?
Yazıklar olsun...
K. Dokuz
28.07.2006
Sayın Gönen-Abzegh,
Yazınızı ciddiyetle birkaç kez okudum. İnanın ne demek istediğinizi
anlayamadım. Çünkü bu yazının Yeldar kardeşimize bir yanıt olduğunu
zannetmiyorum. Olsa olsa bir tespit ama bu tespiti birinin kaleminden
okumuştum, seninki biraz havada kalmış. Anlayacağın eksik olmuş. Bu tür
yazılarla Çerkesliğe verecek hiç bir şeyiniz yoktur.
Abreg Julat
28.07.2006
Bu konuda ki diğer cevapları okumadım ama sayın Yeldar Barış Kalkan'a
ama açık ve net söylüyorum ki, siz Çerkeslikle alakası olmayan
birisiniz. En iyimser yaklaşımla, Çerkes kültürünü yorumlayabilir
birikiminden yoksunsunuz. Çünkü hala dünyevi yaşamda Adige xhabzeden
başka bir öğretiye ihtiyacınız olamayacağı gerçeğini kavrayamamışsınız.
Cemil
28.07.2006
Sayın Mahmut Bag,
1075 yılında Kafkas boylarının önde gelenleriyle bir toplantı yaparak
onları Rusların Güney'e inmesine karşı ilk kez ayaklandırmak isteyen ve
bunu da başaran Şeyh Mansur'un asıl adı Giovanni Battista Boeti olan bir
Dominik papazi olması bir tesadüf müydü? Yazınızdan alıntı olan kısmı
biraz açmanız ve Mansur'un kimliği konusunda bir kaynak vermeniz mümkün
müdür?
Fuat Aydemir
28.07.2006
Merhaba,
Sayın Gönen-Abzegh;
Yeldar beyin hangi yazısını hakaret olarak algıladınız anlamış değilim.
Ya da İslam dinine hakaret olarak algıladığınız kısım nedir?
Gerici-işbirlikçi-provakator Çerkeslere bayağı söylenmiş. Bunlardan biri
misiniz ya da toplumumuzda bu tip insanlar olmadığına mı inanıyorsunuz?
İlk çıktığında yazının provakator amaçlı yazıldığını ve yayınlamamamız
gerektiğini belirtmiştiniz. Hoşumuza gitse de gitmese de herkesin bir
düşüncesi var ve bunu genel ahlaki değerler çerçevesinde söyleme
özgürlüğü mevcut.
Nikle yazım olayına karşı olduğumu defalarca belirttim. Ancak küfür ve
kişiliğe saldırı içermeyen her türlü düşüncenin onunun açılması
gerektiğine inanıyorum. Siz sizin fikirlerinize hatta inançlarınıza (ki
bunda da ayrışıyoruz CC ilkeleriyle- zira din dahil her şeyin rahatça
tartışılabilmesi gerekiyor bence. Ancak genel çoğunluğun isteğine saygı
göstermek düşüncelerimi izah etmeme engel olmuyor) ters gelen her yazıya
istediğiniz şekilde yanıtlar vermişsiniz.
Bu anlamda Süleyman beyin sinirle ve kızgınlıkla kaleme aldığına
inandığım son eleştirisinde de katılmadığım noktalar mevcut.
Yazılarınızda CC ilkelerini, çalışmalarını, çalışanlarını
eleştirebilmelisiniz. İlkesiz, içeriksiz, çamur atma şeklinde olsa bile.
Ancak cevap hakkına saygı göstermek şartıyla tabi ki.
Süleyman bey bu anlamda "gidin" demek yerine Yeldar arkadaş dahil
herkesi bu forumda karşılaştırma düşüncesinde olmalıydı diyorum.
Çerkeslerin (genel çoğunluğunun) anladığı İslam'a gelince; sayın Mahmut
Bag açıklamış ama özetle, İslam'ı inanç olarak seçmeyenler için katli
vaciptir demeyen, kadın ile erkeği ayırmayan, inancını başkasına empoze
etmeye çalışmayan, dini ibadetini kendisi için yerine getiren,
getirmeyene şiddet uygulamaya kalkmayan, dini inanca değil insana saygı
duyan bir anlayış.
Saygı ve sevgiler...
Talebe
28.07.2006
Selamlar,
Tartışmayı ilgiyle izliyorum. Sayın Gönen-Abzegh'i de... Yanlış şeyler
de söylese, bir ucuyla bizim yanlışlarımıza da işaret ediyor. İyi de
oluyor!
Bu forumlarda bir ara "RF'ye çok şey borçlu olduğumuz" vs. gibi garip
şeyler de söylenmişti. Hem de kimi büyüklerimiz tarafından. Herhalde
"tarihi Rus düşmanlığı"na karşı çıkmak bağlamında...
İnsanların kendi tezlerini desteklemek için kimi zaman bir kimyager
ustalığıyla cımbızla alıntılar yapmaları, bir parçayı bütünden kopararak
yanlış yorumlamaları yaygındır.
Bizim sorunumuz tartışılırken de ne yazık ki buna sık sık başvuruluyor?
Soykırıma uğramamızın ve sürgün edilmemizin sorumluluğunu Osmanlı'ya,
İngilizlere ve Polonyalılara yüklemek, hele hele soykırım ve sürgünü
reddetmek ve bunların yerine "göç" vb. kavramları ikame etmek tarih
çarpıtıcılığıdır.
Sayın Gönen şu noktada haklıdır: Sürgünümüzden ve soykırımdan birinci
derecede Çarlık Rusya'sı (gerçi sayın Gönen de kendi siyasi formasyonuna
uygun olarak Çarlık Rusya'sı yerine "Rus" kavramını tercih ediyor ya,
şimdilik bu o kadar önemli değil), sonra biz kendimiz ve ancak daha
sonra diğer güçler sorumludur. Ve bunların sorumluluğu talidir!
Dindarlıkla gericiliğin birbirine karıştırılmaması gerektiği uyarısında
da haklıdır. Ve hele 26 Temmuz 2006 tarihli saat 12:01 çıkışlı yazısında
dile getirdiği "...Derneklerde beli kırılıncaya kadar oynayanların, hic
de sürgün çocuklarına benzemedikleri..." tespitinde de haklıdır! Bu
söylem bizi rahatsız etse de... Çarlık Rusya'sı sıcak denizlere ulaşmak
için yolu üzerindeki anavatanımızı işgal etmek istemiş, atalarımız da
buna direnmiş; vatanlarını, namuslarını korumaya çalışmışlardır. Bunun
neresi yanlış? Yanlış olan bizim bu savaşta birlik beraberliğimizi
sağlayamamış olmamız, önderliğimizi ve örgütlenmemizi yaratamayışımız,
süreçlere ve güçler dengesine uygun taktikler; bağımsız bir siyasi çizgi
geliştiremeyip, başka güçlerin oyununa gelmemizdir.
Yine yanlış olan Çarlık Rusya'sının yaptıklarını Rus insanının kanında,
genlerinde veya bilmem hangi dokusunda arayıp tarihi Rus düşmanlığı
yapmaktır. Keza bu bakış açısı Lenin'in Rusya'sının tanıdığı haklar ve
özgürlüklerle neden bizi yok olmanın eşiğinden döndürdüğünü (kimi
yanlışları burada tartışmıyorum) açıklayamaz. Ama Lenin'in Rusya'sını
bugünün Rusya Federasyonu ile karıştırıp, toz pembe görüntü çizmek de
herhalde aynı şekilde yanlış olacaktır. Bu nedenle kimi dönüşçülerin
tarihte yaşananları, haksızlıkları, bunların insanlarımızın
zihinlerindeki, kolektif bilinçlerindeki izleri görmezden gelip politika
yapmaları da doğru değildir. Bu politikaların halkımızda bir yankı
bulmamasının, insanlarımızın söylenenlere şüpheyle bakmasının bir nedeni
de budur. Hele hele Çeçenistan'da yaşananlardan sonra...
Sosyalizmden dem vuranların, sosyalizmde Halkların Kendi Kaderini
Kendisinin Tayin etmesi hakkının tartışılmaz olduğunu bilmeleri gerekir.
Ve yine "Polonya Sorunu" tartışılırken Lenin'in "Polonya halkında Çarlık
Rusya'sının baskı ve zulmüne ve Ruslara olan tepki öylesine büyük ki,
ayrılma hakkını tanımamız gerekir" deyişini... Bunu derken kolektif
bilincin önemine yaptığı vurguyu... İnsan zihni ile toplumsal zihin aynı
değildir. İnsan zihninin unuttuğu veya koruyamadığı çok şeyi kolektif
zihin muhafaza eder. Bu kolektif zihnin çoğu zaman reflekslerle dile
getirdiği gerekçeler bilimsel değildir ve hatta yanlıştır; ama altında
uzun yılların birikimi, önyargıları yatar. Ve öyle bir çırpıda yok
olmazlar. Einstein'ın deyişiyle: "Bir önyargıyı parçalamak, bir atomu
parçalamaktan daha zordur".
Bugün siz mesela Vietnam'daki ABD veya Yahudilerdeki Alman hassasiyetini
görmezden gelebilir misiniz? Filistinlilerdeki veya Arap dünyasındaki
İsrail ve ABD düşmanlığını, bunu hesaba katmayan politikaların veya
politikacıların tarih sahnesinden silindiklerini... Yine "gerici"
kavramını özellikle ulusal platformlarda daha dikkatli kullanmak lazım.
Tüm dindarları gericiymiş gibi göstermek yanlıştır.
Evet, "şapka istemezzük!" deyip sokaklara dökülenleri,
bilimin-teknolojinin getirilerini "gavur icadı" diye reddedenleri, bugün
hala hukukta el-ayak kesmeyi veya taşlayıp, kırbaçlamayı savunanları
"ilerici" diye niteleyecek halimiz yok. Keza din veya dinlerin değişime
kapalılıkları, yenilenme zorlukları, egemen güçlerce kullanılmaları
görülmeli. Ama hepsinden önemlisi bugün gericiliğin siyasi-ekonomik
oluşuma denk düşmesidir.
Bugün gelişmenin, barışın, dostluğun önündeki engel, dünya gericiliğinin
merkezi emperyalizmdir. "Gericiler" dendiğinde; anlaşılması ve
anlatılması gereken bu emperyalist güçler ve onların işbirlikçileri
olmalıdır. Yoksa bu kavramın öyle geniş kullanımı yanlış anlamalara ve
ulusal cephede bölünmelere yol açar. Ki, doğru da değildir. İster dini,
ister politik motivasyonla olsun, mesela bugün yozlaşmaya karşı çıkmak
gericilik olarak adlandırılamaz. Veya bir ulusal mücadele,
emperyalizmden kopuş anlamına geldiği müddetçe, isterse dini motifler
taşısın; veya önderliği dini bir örgütlenme olsun gerici olmaz. Ama
bugün dünya gericiliğinin, emperyalizmin merkezi olan ABD'nin ve
Nato'nun dümen suyunda akmak, onun çıkarlarına bilinçli ve bilinçsiz
hizmet etmek, sen istersen "ben ulusal mücadele veriyorum" (Kürt ulusal
hareketinin Irak savaşında ABD'ye destek vermesi ve böylece bölge
halklarının, zenginliklerinin uzunca bir süre emperyalizmin denetimine
geçmesi tavrı mesela) de, gericiliktir.
Bu anlamda bugün Rusya Federasyonunu güçten düşürmek ve hatta parçalamak
isteyen bu güçlerin piyonu olmak gericiliktir. Yine anavatanımızın da
olduğu bölgede aynı politikanın gereği olarak halkları birbirine
düşmanlaştırmak, çatışmalara-savaşlara neden olmak, kışkırtmak
emperyalizme hizmet edeceği için gericiliktir. Dini veya etnik öğeleri
ve motifleri kullanarak, halkımızı bölmek; ulusal mücadelemize sekte
vurmak gericiliktir.
Ulusal kurtuluşumuz anlamına gelen "Dönüş" hareketine zarar verecek her
davranış gericiliktir. Bunlar ister "sosyalist", ister dini kimlik
altında yapılsın! Dönüş Hareketi'nin yeşerebileceği topraklar barışa ve
huzura muhtaçtır. Ama soykırımımıza ve sürgünümüze neden olanların
sorumluluklarını yerine getirmelerine ve bu tarihsel haksızlığın telefi
edilmesine de...
Bunları gözardı etmek yokoluşa karşı mücadelemizi gerileteceği için
gericiliktir. Ve bu gericilikle mücadele etmek elbetteki hepimizin
görevidir...
Kalın sağlıcakla.
Mehmet Mamır
28.07.2006
İlginç durumlar ortaya çıkmaya başladı.
Giovanni Battista Boeti adında bir Dominik papazı.
Çok ilginç!
Acaba içimizde halen Dominik Papazları var mı ya da papazlığa soyunmuş
molla?
Çözüm dönüş!
Evet çözüm dönüş ama çok ilginçtir ki sadece çözümün adı var. Bir türlü
içi doldurulmuyor. Sadece ağızlarda pelesenk. Mesela Kafkasya'daki
soydaşlarımızın fikrini soran yok. Zira dönüş diyenler (buna bende
dahil) bazı şeyleri hep kendi açımızdan (diaspora tarafından)
düşünüyoruz.
Mesela (diyelim ki diasporada 2 milyon Adige'yiz) dönüş hareketi %10
başarı ile yapıldı. Bu 200.000 kişi demektir. Ve 200.000 kişi ile
Kafkasya'da birçok taş yerinden oynar. Peki Kafkasya'daki kardeşlerimiz
buna razı olurlar mı ve dönüş fikrine ne kadar hazırlar? Yoksa çat kapı
"biz geldik" mi diyeceğiz?
Bu soruların cevabini verebilecek var mı?
Bu, dönüş konusunda önümüze çıkacak sorulardan sadece biri. İçi boş
çözümlere ihtiyacımız yok. Ama görüyoruz ki, kimilerimizde, Çerkeslik
dışında her türlü dolgu malzemesi mevcut. Sağ olsunlar örnek almamız
gereken hareketleri (!) bize söylüyorlar. Emriniz olur.
Bir başka örnek: Geçenlerde bir iş adamımız tüm evrakları tamam olmasına
rağmen anavatana girişine izin verilmedi. Bu olayın perde arkası iyi
incelenmeli. Acaba bu olayın arkasında kimler var? Buradan çok ilginç
sonuçlar çıkacağına eminim.
Bir başka ilginç bir durum ise, "her türlü düşünceye açığız ve her türlü
düşünceye yer vereceğiz" söyleminin pekte havada kaldığı.
Demek ki, anti-izimlere karşı pekte demokratik değiliz.
Demek ki, demokrasimiz sadece "Dar Alanda Kısa Paslar" yaptığımız
kişilereymiş.
Sadece işimize geldiğinde demokratiklikten dem vuruyormuşuz, işimize
gelmediğinde bazılarını kolaylıkla aforoz edebiliyormuşuz. Bunun
sebebini açıklayabilecek biri var mı içimizde?
Bir başka ilginçlik ise enstrümanlarda, biri Boru çalıyor biri Tef.
Bazılarına Boru, bazılarına da Tef hoş gelmekte. Biri Kürt ulusal
hareketi diyor, diğeri Osmanlı. Al birini vur ötekine. Hangisini
kendimize örnek alacağız?
Açıklayabilecek olan var mı? Burada şimdi gerçekten çok ilginç sonuçlar
çıkmaya başladı.
Bakalım daha neler çıkacak? Merakla bekliyoruz.
Selamlarımla.
Cemil
28.07.2006
Sayın Talebe merhaba,
Şayet sitede yazılarınıza devam ederseniz, müsaadenizle çeşitli zaman ve
konularda bilgi ve düşüncelerinizden istifade etmek amacıyla size baş
vurabilir miyim?
Örneğin: Ulusal kurtuluşumuz anlamına gelen "Dönüş" hareketine zarar
verecek davranışlar nelerdir?
Sayın Talebe, ben kendi adıma sizin halkımıza gerçekten çok ama, çok
faydalı olabilecek bir hemsehrimiz olduğunuzu düşündüğümü bilmenizi
isterim.
Saygılarımla.
Keç Süleyman Yavuz
29.07.2006
Doğru konuda iletişim; söylem ve tarzı ne denli yanlış olursa olsun, bu
başlıkta görüldüğü gibi toparlıyor söylemleri. Sonuç ortada kişilikli
yazılar ve yorumlar.
İşte budur aslolan.
Aradaki boş söylemlerin nasıl havaya uçtuğu gerçeği, ağır ağır
hissettiriyor kendini. Sadece ''vay anasını ne demek ulen'' demek hiçbir
anlam ifade etmiyor. İsyanımda bunadır.
Bir soru geldi arada, son otuz yıla dair. Bu çok önemli ve sürekli
sorulması gereken sorudur. Okuyun lütfen soruyu. ''Evet çözüm dönüş ama
çok ilginçtir ki sadece çözümün adı var. Bir türlü içi doldurulmuyor.''
Tam otuz yıldır bu sorunun cevabını bende arıyorum, bugün dahil. Sovyet
sosyalizmi varken söylemi kolaydı, eylemi zordu, şimdi eylemi kolay,
söylemde tık yok. Ajitasyondan gayrı. İşte böyle sorarlar adama,
yıkımlara, acılara, sebep alt yapısız söylemin hesabını. Nasıl verilecek
bu hesap? Çifte vatandaşlık olgusunun saklandığı, sumen altı edildiği
zamanlarda neredeydi bu söylemciler? Neden kimseler duymadı? Tüm
kurumlarımız ihanet ve hıyanet içinde miydi? Gidenler sanırım, kaç gece
kabusla yataklarından fırladılar. Bu muydu diye (!) yalnızlıklarından,
bırakılışlarından.
Zor soru bu, cevaplaması sorudan zor. Nasıl olacak bu dönüş. İşte
zurnanın, zurt dediği nokta. Belki de o denli zor değil, bu da zurnanın
zart dediği nokta. Tek kural var; o da her fırsatta vatanınızı ziyaret,
oradakilerle kuracağınız iletişimler ve ekonomik bireysel tespitler.
Eğer hiç gitmediyseniz, görmediyseniz lütfen fikir üretmeyin. Gidin
dağına taşına, kurduna kuşuna demeden, gezin görün kavramaya çalışın. En
doğru teori en doğru pratik içinde gelişir saptamasını lütfen unutmayın.
Ahkam kestiğiniz bilgisayarınıza ödediğiniz ücrete, çok rahat gidip
gelirsiniz. Görmek bilmektir, duymak saplanmaktır. Hemen siz sormadan
ben söyleyeyim. ''Ne işin var burada, o kadar çok biliyorsan'' derseniz,
eğer. Yıllarım günü kurtarma kavgası ile geçti. İlk başımı
kaldırdığımda, ilk işim vatanımla ve insanımla ekonomik ilişki kurmak
oldu ve bu çok yakın tarihe tekabül etmekte. Çok doğru tutarlı ilişkiler
içerisinde devam etmekteyim bu duruma. Yerküre ufaldı, Kafkasya şurası,
hele hele internet size, burnunuzdan yakın. Yoksa oradan iletişiminiz,
gitmiyorsanız gezmeye dahi ben sizlere ne anlatayım? Siz nasıl kendinizi
rahat hissediyorsunuz. Kim ne anlatırsa boştur oralarda olmadığı sürece.
En doğru teori,en doğru pratik içinde gelişir. En doğru pratik en doğru
teoriyi geliştirir. (Tupamarolar) Bireysel derdim değil kimse.
Aslolan mensubu olduğum halkımdır. Halkımın sorunudur, yani benim
sorunumdur birey olarak, halkıma dair. Çözüm yeri diaspora değil
oradadır, ne denli müdahil olunacağı oradan geçer.
Sevgi ve selamlarımla.
Gönen-Abzegh
29.07.2006
Yazın ifadelerde örneklendirme-örnek verme ne kadar mantıklıysa bizim
içinde meselenin daha iyi anlaşılması adına verilen örnekler, bilimsen
(kimya alanında) ispatlar için değil meselenin daha iyi kavranması
içindir. Bunula birlikte örneklerin meseleyi izah etmede yetersiz
olduğunu düşünüyorsanız, örneklerin üzerini kapatıverirsiniz. Ama
diyorsanız ki meselenin bizatihi kendisi yanlıştır “yanlış şeylerde
söylese” şeklinde kılçık atmakla değil doğrusunu izah etmekle meseleyi
çözersiniz.
Tarihi Rus düşmanlığı olayını da şöyle düzeltelim. Dış politika
konusunda, Kafkas sorunuyla alakalı olarak (konumuzla ilgili olduğu
için) çelik yumruğunun altında öğütülmeyi bekleyen konular manzumesi
diye düzeltme yapalım ve dahi, Çarlık Rusya'sı-sovyet Rusya'sı gibi
yönetimsel ve her türlü değişik yapılanmayı ve dış politikadaki farklı
uygulamaları belirtirken, havadaki çelik yumruğun bazen kafamıza inecek
bir çekiç bazen balyoz oluşu gibi farklılıkları iyi belirtelim ve dahi
şunun için iyi belirtelim ki, milletimizi zulme-sürgüne mecbur bırakan
bu Rus vahşeti kısa bir zaman sonra sosyalist Rus devletine dönüşecek
dünyanın tüm halkları için mutluluğunun reçetesini sunarken (reçetenin
üzerindeki kezzabı ilacı okumak istemeyenler örneği kapatsın)
dönüştürme-asimile programlarını uygulama aşamasında katlettiği
milyonlarca insanın kanını kadehlerce içecektir.
Bu anlamda Lenin'in uyguladığı çekiç politikası ile Çarlık Rusya'sının
ya da Rusya Federasyonu'nun uyguladığı balyoz politikası arasında sıklet
farkı var ki, vardır bu sadece Lenin'le açıklanamayacak sosyalist Rus
dış politikasının daha masum olduğu gerçeğini değiştirir mi, asla.
Dolayısıyla kardeş kardeşi hem döver hem sever hem katleder anlayışını
benimsemiş sosyalist Rusya'ya bizim bakış açımızda artık değişmelidir.
Bu değişime ayak uydurabilen anlayışın 80 yıllık koskoca bir Sovyet
sosyalizmi tecrübesinin karşısında saygıdan dizlerinin bağı çözülürken,
aşırı iştahtan dolayı kafaya diktiği ilacın (reçetede yazılı olan ilaç)
şişesini de yutup, ilacın hafıza kaybına sebep olması gibi bir yan
etkisinin bulunduğunu, bize ispatlamıştır. Çarlık Rusya ile Sovyet Rusya
arasındaki dış politika farklılıklarının sosyalist rusya lehine daha da
vahşice uygulandığı halde ideolojik sebeplerden dolayı sosyalist
Rusya'ya sempati duyulmuş ama bu sempatinin sürgün gerçeğine indirdiği
balta darbeleri altında unutulmaması (hafıza kaybı sonucu) gereken bir
gerçek can vermiştir.
Daha önce sorduğumuz sorulara cevaplar verilmediği gibi verilen bazı
cevaplarda da gösterilen çareler hiçbir çözüme matuf değil, dolayısıyla
bu mesele derinlemesine ele alınmamalı sadece başlıklar şeklinde
geliştirilmeli. Dinin, Çerkes gibi yorumlandığına şahit olduk. Bu arada
şunu belirtelim kadınla erkeğin eşit olduğunu bir beyefendinin söylemesi
bayanlar tarafından takdirle karşılanmalı. Ülkemizde bu gelenek çok
yaygın değildir ama meseleyi bilenler, karşısında oynayacak bir bayan
bulamayan bir beyin içinde düşeceği hal ile zaten elde-avuçta kalmış bir
avuç Çerkes adetinin, kadın erkek eşitliğini ortadan kaldırarak, dinin
değiştirici etkisi altında köküne dinamit yerleştireceğini anlamaktalar.
Dolayısıyla, dini Çerkes gibi yorumlama, geçmişten buyana bir türlü
hesaplaşama sonucu halledilememiş ve ortaya çıkardığı zaaflarla yaşayan
ve yukarda nasıl olması gerektiği yanlış-eksik tespit edilmiş
yöntemlerle açıklanamaz. Dinin Çerkes gibi yorumlandığı yanlışı ile
birlikte, Çerkeslik deyince belli folklorik özellikleri anlayan, içinde
hissettiği her boşluğun adetlerle doldurulacağını uman, sosyal hayata
tutunma çabasında her başarısızlığın hem kişiliği hem Çerkesliği yerden
yere vurduğunu anlamayan, tüm sorunların adetleri yaşayarak çözüleceğini
ya da ana yurda gidildiğinde meselenin biteceğini zanneden, hatta
Kafdağı'nın ardındaki ülkeye gitme özlemiyle yapılması gereken şeylerin
heyecanını bu özleme kurban eden ve yapılabilecek şeyleri erteleyen,
Çerkes isem şu an Çerkes'im göç ülkesine gittiğimde sihirli bir değnek
başıma değmeyecek gerçeği söyleyemeyen, sürgünün kodlarını çözemeyen,
dolayısıyla sürgün sonrası reel stratejiler üretemeyen, meseleyi dünya
konjektöründe değerlendiremeyen, değerlendirse de politika üretebilecek
yetkiye sahip olmayan bu anlayış elbette olanı nasıl göremiyorsa, dini
dahi görmek istediği gibi görmekte. Bu anlayış, çizmiş olduğu kalıpların
dışında bir insan tipini kabul etmeyerek, insana göre elbise değil
elbiseye göre insan modelini benimseyip elbiseyi insana oldurmak için
dikiş-nakış yerine insanın kolunu bacağını kısaltmaya-uzatmaya çalışarak
meseleyi çözmeye çalışırken Çerkeslerin din retoriğini hayatlarına
tatbik etmede, bu yöntemi reva görmekte. Adetlerin içine dini
sokuşturmaya çalışırken de budadığı gerçekleri görememekte. Sivil
örgütlenmelerin tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de dindar kişilerce
uygulanan yasal bir yol olduğu gerçeği ve din deyince akla El-Kaide,
Cemalettin Kaplan gibi oluşumlar dışında hiçbir şey gelmeyen
düşüncelerle bu meselenin ehil kişilerce derinlemesine tahlil
edilemeyeceği, tartışmalara kurban gideceği, düşünüldüğünden burada
kesiyoruz.
Mahmut Bağ
29.07.2006
Selamlar!
Sayın Cemil, Şeyh Mansur'un kimliğine dair yazıyı "Neue Solidarität
Sonderdruck Dezember 1999" adlı Almanca dergideki "David Urquharts
Heiliger Krieg" adlı makaleden aldım. Derginin bu sayısı üzerinden daha
başka kaynaklara da ulaşılabilir.
Sayın Mehmet, vatana dönüşte yaşanabilecek sorunlara değinerek bunların
zorluklarını dile getirmekte. Dönüsün gerçekleşmesinde sorunların bu
yazıda aktarılandan çok çok daha fazla olacağını ve bunları aşmak
zorunda olduğumuzu bilmeliyiz.
"Wer kämpft, kann verlieren; Wer nicht kämpft, hat schon verloren -
Mücadele eden kaybedebilir; Mücadele etmeyen kaybetmiştir."
B. Brecht'in burada dile getirdiği gibi mücadele etmekten başka bir
çaremiz olmadığını düşünüyorum.
Sayın Talebe; İngiliz, Osmanlı ve Polanyalıların Çerkesler arasındaki
faaliyetlerini anlatırken demek istediğim, "bizi bunlar sürdürdüler
değildir": İfade etmek istediğim Çerkesler arasında herkesin kendi
çıkarlarını korumak için faaliyette bulunduğuydu ve bizimde bunların
üzerimizde oynadıkları oyunları boşa çıkaracak politikalar
geliştiremediğimizdi.
Tabii ki savaş bittikten sonrada Osmanlı ve İngilizlerin oyunları devam
etmiş ve bu oyunları bozacak politikaları geliştiremememizi vatanımızı
kaybetmekle ödemiş olduk. Sizinde bahsettiğiniz bugünde oynanan oyunları
bozacak politikaları geliştirebilmek umuduyla.
Kalın sağlıcakla.
Meshpev
29.07.2006
Kendi tarihimizi nasıl basite indirgediğimizi ve çeşitli evreleri olan
mücadele tarihimizi kendi kendimize nasıl hafife aldığımızı hayretler
içinde izliyorum.
Bu mücadelenin din eksenli olduğu ve Çerkeslerin sadece kullanıldıkları
için savaştığı ve göç ettirildiği iddiası ne şekilde tanımlanabilir
bilmiyorum. İşbirlikçilikten bahseden insanların, bir zamanlar Rus
şovenizmini bertaraf edememiş sosyalist rejiminin, bir zamanlar
katlettikleri Çerkeslere onları neden katlettiklerini anlatan tarih
kitaplarında veya eğitim müfredatında geçenleri birebir burada aktarması
ile ilgili yorumsuz kalmak daha sağlıklı olacaktır.
Ancak, yorumsuz kalınamayacak çok şey var. Kendi tarihini
magazinselleştiren bir toplum ne kadar varlığını sürdürebilir? Öyle ki,
yazan insanın bile tamamen bir iddia olduğunu belirterek aktardığı
bilgilerin veya rivayetlerin, pek bilinmediği düşünülerek birebir kesin
tarihi veri olarak verilmesine ne demeli?
J. F. Baddeley’in İmam Mansur’un maceraperest bir Dominik papazı olan
Battista Boetti olduğu hatta Kafkasya’ya çıkmadan önce heyecan olsun
diye Kürt isyanına önayak olmaya çalıştığı v.s gibi iddialarını yazan
insan bile birer ‘’iddia’’ olduğunu belirtirken ‘’haklı çıkalım da nasıl
olursa olsun’’ huyumuzdan vazgeçemeyip tarihimize kesin veri olarak
yamamak bize ne kazandırır onu anlamıyorum. Tarihe magazin penceresinden
bakmak klasik huyumuzdur zaten Atlantis Uygarlığı Çerkes'miş,
Tuareglerde Çerkes'miş, Anaç Dil Abazaca'ymış, Hz. İbrahim’de bizdenmiş
v.s v.s
Dökülen kanların muhasebesini tutup, onlardan övünç kaynağı çıkarmaya
her zaman karşıyımdır ama en azından o insanların mücadelelerinin bu
derece basite indirgenip, kullanılma, işbirlikçilik v.s gibi
tanımlamalar yapılmasını talihsizlik olarak nitelendiriyorum. Saygıyı
hak eden bu mücadeleyi, savundukları fikirlerin babası olarak
nitelendirilen Karl Marks bile dünyaya örnek olarak gösterirken bizim
kendi tarihimizi çürütmeye çalışmamızı anlayamıyorum.
Ayrıca Çerkeslerin Çeçenler ve Dağıstanlılara oranla çok daha kalabalık
olduğu Şamil’in halkını kırdırmamak için teslim olduğu İslamiyet'in
Çeçenler ve Dağıstanlılar arasında daha yaygın olmasına rağmen pek göç
vermedikleri iddiası var.
1) Şamil’in her şeyin sonunun geldiğini anlayınca naibi M. Emin’e haber
göndererek Çerkesler arasına gitmenin nasıl bir fikir olduğunu sorduğu
ve M. Emin’in bunun iyi bir fikir olmadığı cevabıyla artık Şamil’den
bağımsız kalacağının, yani benden sana fayda yok dedikten sonra 1859'da
teslim olduğunu hatırlatırım.
2) Bir süre sonra M. Eminin’de sonu görerek teslim olduktan sonra
oluşturulan halk meclisini hatırlatırım. Bu meclisin toplanmasında David
Uruquart’ın ve diğerlerinin çalışmalarının da etkili olması inkar
edilemez fakat Çerkeslerin mücadelesi Rusya’nın rakipleri olan İngiltere
ve Osmanlı’nın dikkatini çekmişse bu mücadele zaten varken istifade
edilmek istediğinin ispatıdır. Bu bir siyasettir Rusya Çerkesya'yı
keşfederken Altınordu'nun hizmetindeydi ama iyi bir siyasetle tüm
bölgenin hakimi olmuşsa bu siyasetinin ve çıkarlarını iyi gözetmesinin
sonucudur. Dolayısıyla Çerkeslerin çıkarları itibariyle Osmanlı ve
İngiltere'nin yardımını kabul etmesi işbirliği değil ‘’siyasettir’’
devlet diplomasisi ile delikanlılık raconu ayrı şeylerdir, Çerkes
önderleri ‘’hayır biz kendi kılıçlarımızdan başkasına güvenmiyoruz,
kendi meselemizi kendimiz çözeriz’’ mi diyeceklerdi? Bir umut şanslarını
denemişler mücadelelerine farklı bir ivme kazandırmak istemişlerdir.
Bunun dışında sırf işbirliği yapmış olalım diye işbirliği yapılmış
değildir.
3) Kbaada, Hodz’u hatırlatırım öleceklerini bile bile savaş alanına
giren teslim olanları bile katledilen binlerce kişinin hepsi Müslüman
mıydı?
4) Ruslar tarafından serbest bırakılır bırakılmaz Osmanlı Padişahı'na
giden Şeyh Şamil’in sırf kendi halkını kırdırmamak için teslim olduğu ve
kullanılanların Çerkesler olduğu teorisinin bu İstanbul ziyareti ile
kıyaslandığında son durum nedir? Evet Şeyh Şamil’in İstanbul'a saraya
gitmesinin hiçbir sakıncası yoktur. Sonuçta aynı dine inanan bir
padişahın, yardımları bazen de kendilerine karşı hataları olan ülkesine
gitmiş. Bunda bence sorun yok ama komplo teoricilerimiz bu duruma ne der
onu merak ediyorum, Lawrence birdi iki mi oldu? Şeyh Şamil için bile
İngiliz ajanı dendiği oldu. Bu iddiaları hatırlatırım.
5) Hac ibadetinden sonra onca mücadele ettiği vatanına dönmeyen Şamil’in
bu tavrını komplo teoricileri nasıl değerlendirir? Bana sorarsanız;
özgürlüğü için savaştığı bir ülkenin esaret altındaki halini görmek
istememek ama teoricilerimiz ne düşünür bilemem.
Sayın çok çağdaş, çok demokratik Çerkesler; kimse, kimsenin fikrine
müdahale etme hakkına sahip değil çağdaş, yobaz, demokrat veya ateist,
bizi bir arada tutan kavram Çerkeşlikse bunun etrafında toplanmak ve
toplumsal yapılanmaya faydası olacak siyasi birliği buna göre
güncellemek gerekirken biz tam tersini yapmaya çalışıyoruz. Bazı
kavramlar ortaya atıp Çerkesliği bunlara göre şekillendirmek istiyoruz.
Bunun hengamesi ile bölünmüş olmak bir yandan, tepkisel olarak apolitize
olmak bir yandan, türlü türlü zararını çekiyoruz. Siz tarihten bir kök,
bir temel silsilesini devralmış emanetçilersiniz adı olan bir halkınız
ve binlerce yıllık bir kültür bakiyeniz var.
Siz bir kavram veya rejim tanımı yapıp buna göre Çerkesliği
şekillendirmek isterseniz, sonuç hüsran ve parçalanmışlık olur.
Ancak ana parametre olarak kendi değerlerinizi koyup, alt başlıklar
olarak dünya düzeninde var olan ve diğer toplumlarda sonucu müspet olan
sosyal yapılanmaları sistemli bir şekilde tatbik ederseniz ve kendi
değerlerinizi göz ardı etmeden bunları sosyal hayatınız ve siyasi
yapınıza güncellemelerle entegre ederseniz, kazanan siz ve biz oluruz.
Aksi takdirde tüm gelişmemiş toplumlarda olduğu gibi ‘’aşı tutmaz’’,
tıpkı antibiyotik aşısı öncesi alerjiye karşı analiz yapıldığı gibi önce
kendinizi tartmalı size dayatılmış şeyleri değil size faydalı olacak
olanları özümsemelisiniz. Yoksa ‘’herkeste var bizde yok’’ sığlığıyla
sırtlanılan hiçbir düşüncenin rejimin bize faydası olmaz.
Yahudilerin toplumsallaşmasını örnek alırsak bize iyi bir ders
olacaktır. E şimdi bizde mi arz-ı mevduda inanalım Filistin'de toprak
satın alıp çoğalalım diye birebir kopya almak, sosyalizm radikal İslam
veya radikal dincilik, demokrasi v.s gibi kavramların hangisine
inanıyorsanız inanın farklı olmayacaktır. Hazmetmeden, kendi değerlerine
göre şekillendirip güncellemeden aldığınız, özümsediğiniz kesinlikle
hüsran ve fiyasko yığınından başka bir şey olmaz... Örneğin dizel
yakıtla çalışan bir arabaya süper benzin koymak gibi bir durum. Sizin
sisteminiz neyi kaldır, yapınız neyi kaldırır? Toplumsal değer bakiyeniz
ne derece etkin, ne derece hayati? Bunları göz önünde bulundurmadan,
tepeden inme paketleme sistemlerle ‘’bir de buna bakalım’’ acemiliğine
düşmek; hesaplanmamış bir çok sorunu -hatta felaketi- yanında getirir.
Peki nedir bu dolaylı olarak dayatılan kavramlar?
Laiklik, çağdaşlık, terörizm, liberalizm, demokrasi, ırkçılık, hümanizm
v.s.
Bunlar gelişmiş toplumlarda geniş bir uygulama alanı bulabilir. Halkın
eğitim seviyesi, refah düzeyine paralel olarak bahsi geçen kavramların
amaçladığı insani şartlara ayarlanabilir. Tüm bu kavramlar insanlar
tarafından, insanlar için oluşturulmuştur. Kimine göre terörizm diye
nitelendirilen şey başkasına göre direniştir. Bu kavramları meydana
getiren şeyler toplumların ihtiyaçlarıdır. Hiç kimse önce kavramı
kelime, olarak ortaya koyup, içini fikirler sistematiğiyle doldurmaz.
Dünya üzerinde refah düzeyi yüksek toplumlarda demokrasi, rönesans,
sanayi devrimi, v.s gibi gelişmelerle oluşmuş kronolojik şekillenme ve
sistemleşme görülürken. Bizde direkt ‘’Batılılaşma’’ gibi eziklik ve
kompleksle bezenmiş bir noktadan yola çıkılmış olmasının getirdiği
acemilik ve eline yüzüne bulaştırma durumu var.
Bu ve benzeri fikir sistemleri genelde içi başkaları tarafından
doldurulmuş, tanımının çerçeveleri dünya düzeninde hakim olan güçler
tarafından çizilmiş oluyor. Ve gelişmemiş toplumlarda bu kavramların
uygulayıcıları veya dayatıcıları infaz memuru psikolojisiyle halkın
durumunu değerlerini refah düzeyini eğitim düzeyini göze almaksızın
dayattıkça dayatıyorlar, insanların yüzyıllardır geçirdiği veya
geçiremediği sosyal gelişme zerre kadar göz önüne alınmadan bir robotun
beynine parametreler yükler gibi bu kavramlar zerk edilmeye çalışılıyor.
Bu kavramlar ortaya koyanların adıyla değil de, güç sahibi kişiler,
rejimler ve ülkelerin istekleri ve çıkarları doğrultusunda şekil alıyor.
Gücü elinde bulunduran bu çevreler istedikleri dünya düzeninin infaz
memurlarına bu şekilde bir şablon veriyorlar. Genel dünya düzeninde
güncellenmesi sadece güçlü olanlar tarafından mümkün olan ve güçlü
olanların şekillendirebildiği tabulaşan eleştirilmezleşen insanı
değerlerin en üst noktası olarak empoze edilen bu kavramlar karşısında
aksi fikir ve yaşantı tarzı ‘’kötü, gerici, habis, gayri insani’’
oldukları imajı ile bilinçaltlarına çizilerek tercih hakkını, sistemli
bir şekilde oluşturulan veya güç odaklarının çıkarları doğrultusunda
şekillendirilen ‘’kabul gören’’ şartlardan yana kullanmak zorunda
bırakılmış toplumlar oluşturuluyor. Direkt değil de; oluşturulan şartlar
ve kabul gören kavramlarla toplumun hiçbir düzenini, örfünü, adetini,
tarihini, kimliğini göz önüne almaksızın sorun teşkil etmeyecek ve
sistemin bir parçası olabilecek bireyler yetiştiriliyor. Tıpkı büyük
sistem sosyalizmin (!) 70 sene boyunca Votka'yı sisteminin hayat suyu
yapıp, insanların beynini uyuşturması gibi, tenekeyi ısıtıp çıkan
boyasını Votka yerine içmeyi içine sindirebilecek kadar beyni uyuşan
Kızılordu askerleri o yüzden 5-7 sene boyunca askerlik yaptırılabildi.
Biz yok olmadıysak, Votka yüzündendir, diyen Çerkesler her yönden
inanılmaz bir baskı altındayken sabah kahvaltılarında bile Votka
içebilecek kadar serbest ve istekli olabilecek gibi neden içkiye ve
amaçsız bir hayata teşvik edilmişlerdi? Alman ordularının önüne sadece
set olmak üzere yem olarak atılan binlerce köylü sosyalizm çarkını
kanlarıyla döndüren birer piyon olmak yerine yobaz veya gerici ya da çok
ilerici ve çağdaş olsalardı ne fark edecekti? Hiç… Onlar ölü ya da sağ
sisteme lazım olabilecek bireylerdi lazım oldukları yer Alman
tanklarının önü olduğu için oraya atıldılar. Sağ olanları votka içen iyi
birer yoldaş oldular. (Olması gerektiği gibi.)
ALINTI: Beni bir Çerkes'in dini ilgilendirmiyor. Dinsizliği de
ilgilendirmiyor. Düşmanını dostunu hangi kritere göre değerlendiriyor
ona bakmak lazım’’. Düşman, düşman arama, dış düşman, iç düşman,
geçmişteki düşman, gelecekteki düşman.
Şovenizm veya baskıcı rejimlerin kronik huyudur bu. Kitleleri bir arada
tutmak ve onları çıkarları doğrultusunda yönlendirmek isteyen rejimlerin
topluma bir korku, paranoya yayıp bu tehlikelere karşı kendisini ve
kendisinin değerlerini garantör kılması devam ede gelmiş dünya düzeninin
bir parçasıdır. En basit örneği ABD’nin yönlendirmeleriyle 1950'lerden
başlayan ve yer yer komik bir hal alan Türkiye’deki komünizmle mücadele,
hatta ben çocukluğumdan hatırlıyorum ‘’bugün Sovyetler savaş kararı
almış, ilk başta da bizim Kayseri'yi vuracakmış, burası çok önemliymiş
onlar için çünkü Türkiye’nin tam ortası’’ gibi direkt devlet tarafından
yönlendirilen asparagas söylentilerle komünizmle mücadele ediliyordu.
Halka bırakılan komünist intibası yer yer hakaret edileceğinde
‘’komünist’’ denebilecek kadar menfiydi. Komünizm rejiminde yaşayan
insanlarda kendilerini dünyanın en refah en ileri toplumu olarak
biliyordu hatta öyle ki Türkiye’deki insanları insan yiyen ilkel
insanlar olarak bilenleri vardı. (Canlı örneğine şahit oldum birebir
dinledim.) Yukarıda da; minyatür olmaktan öteye gidemeyecek, Çerkesler
arasında oluşturulması düşünülen çağdaş (!) fikir ve icraat sistemi de,
savunucularının amaçları doğrultusunda benzeri bir şekilde gündeme
getiriliyor.
Düşman, gerici v.s gibi tanımlamalar bilinçaltlarında kıyas
ettirildikten sonra, önerilen sistem veya fikriyatın müspet noktaları
destansı bir şekilde anlatılarak dost ve düşman ayrıştırmasından
rakamsal üstünlük kurmuş vaziyette çıkılmak isteniyor. Ama mutlaka bir
düşman olmalı düşman olmazsa yandaş olmaz. Düşman….
Peki neden bir düşmanımız olması gerekiyor? Rusların düşman
olmadıklarını, ‘’sırf sözlerini tutmak için’’ Kafkasya dağlarını kana
boğan ‘’dürüst’’ savaşçılar olduklarını varsayalım. Ve düşman değillerdi
(!) Osmanlı çıkarları söz konusu olunca bizi sürgün ettirdi diyelim.
Buraya kadar hafızamızı ve tarihimizi bir çırpıda sıfırladık, peki şimdi
bize neden bir düşman lazım? Ve neden bir Çerkes'in düşmanı, diğerine
dost olabiliyor. Veya dostu düşman, durum bu kadar kötüyse ve bizi bir
arada tutan kavram (Çerkes olmak) tercihlerimizi yaparken bu derece
önemsizleştiyse.
Herhangi bir dost veya düşman yüzünden ondan vazgeçebileceksek Çerkes
olmanın anlamı ne?
Kısacası Çerkeslik mutasyon geçirmiş bir ucubeye döndürülmek isteniyor
‘’ilerici yobazlık’’ denilebilecek bir tutumla yaşadığımız ülkede
yaşanan sorunların minyatürleri bize yansıtılmaya çalışılıyor.
İslamiyet’e cebren suç bulunabiliyor ‘’türban denen örtü’’ diyerek
insanların uhrevi inançlarına kılıf biçme ve basitçe eleştirip fişleme
çağdaşlığın ve çağdaşlık için mücadelenin gereği zannediliyor.
Bunları bırakıp akıl, mantık ve dünya düzenine uygun bir şekilde
toplumsallaşmak gerekiyor. Bunu birbirimizin dostu veya düşmanı
üzerinden değil de, birbirimizi düşünerek yapalım. Siyasallaşmaysa; bize
en uygununu toplumsal uzlaşıyla sağlamak gerekir. Yoksa dayatılan hiçbir
fikir bütünü sağlıklı sonuç vermeyecektir.
Saygılarımla.
Mahmut Bag
01.08.2006
Selamlar,
Sayın Cemil,
Şeyh Mensur hakkındaki bilgilere " Neue Solidarität Sonderdruck Dezember
1999" adlı dergide ulaşabilirsiniz. Burada ek kaynaklarda verilmiştir.
Sayın Talebe, yazımda söylemek istediğim söz konusu güçlerin
vatanımızdan sürülmemizin sorumlusu oldukları değil, bu güçlerin kendi
çıkarları peşinden koştukları ve bizim bunların oyunlarını
bozamadığımızdı.
Sayın Meshpev'in olayları istediği gibi algılayarak, hoşuna gitmeyen
noktaları görmezden gelerek, Votka, padişah, Şamil vs konularındaki
duygularını, tarihi gerçeklikler olarak sunduğu yazısına söylenebilecek
fazla bir şey yok.
Bu forumun konusu Yeldar kardeşimizin varlık mücadelemizdeki
sorunlarımıza somut çözümler üretebilmek amacıyla, bu mücadelenin önünde
engel olarak gördüğü gerici-işbirlikçi unsurlardan arındırılmış
yapılanmalara davetiydi.
Bende tarihten, gönümüzden, örgütlenmelerimizin yapılarından verdiğim
örneklerle görüşlerini paylaştığımı ifade ettim. Fakat başından beri
konunun başka noktalara çekilmek istendiğini ve konu hakkında
birçoğumuzun net olarak hiçbir şeyin söylenmediğini ifade edebilirim.
Bir yere varmak istiyorsak buradaki konumuz "dönüşçü yapılanma"
hakkındaki görüşlerimizi gerekçeleriyle, konuyu dağıtmadan net bir
şekilde ortaya koymamız gerekmektedir. Böylece kimlerin ne istediği
somut olarak ortaya konmuş ve aynı amaçları olan kişilerin,
kösteklerinden kurtularak amaçları doğrultusunda güç birliği yaprak
verimli bir şekilde çalışmalarının önü acilmiş olur.
Sağlıcakla.
Lışe
01.08.2006
Yani öyle bir çağrı yapmışsınız ki, sanki siyasi parti kuruyorsunuz...
Şu sitedeki insanlar ne için buraları ziyaret ediyor, sizin çağrınız ne
amaç güdüyor anlaşılır gibi değil... Buralar siyaset yapılacak mekanlar
değil bence. Herkesin kendi dünya görüşü farklı olacak. Bizim Çerkes
olmamız ortak noktamız. Her dünya görüşüne sahip insanımızı
birleştirecek çok güçlü gelenek göreneğimiz var. Anavatana giderken
sadece kendiniz gibi dünya görüşü olanları mı götürmeyi düşünüyorsunuz?
Hakiki bir Çerkes'le ben her şeyimi paylaşabileceğime inanıyorum dünya
görüşü ne olursa olsun. Yeter ki, bizim kültürümüzle yoğrulmuş olsun...
Gönen-Abzegh
01.08.2006
Tüm Çerkesler hepsi aynı olmadığı için her meseleye de aynı zaviyeden
bakamazlar dolayısıyla Çerkesler içinde değişik dine-ideolojiye-vs.
farklılıklara mensup insanlar mevcuttur. Yeri gelmişken dost-düşman ya
da ille de bir düşman olmalı mı sorusuna da değinelim. Mesele sadece
kelimelerin anlamında saklı dost-düşman yerine siz menfaat-menfaat
uyuşmazlığı gibi kelimeleri ikame ederseniz gri-flu tablo biraz daha
netleşir.
Çeçen-Rus çatışmasında menfaatlerin çatışması gibi menfaatlerin
çatıştığı yerde düşmanlık, çatışmadığı yerde en asgari dostluk ortaya
çıkıyor. İlle de bir düşman olmalı mı? Sorusunun yerine hep menfaatler
örtüşür mü? Sorusunu sorarsak mesele daha iyi anlaşılacaktır. Bu soruya
elbette menfaatler örtüşmüyor ya da her zaman örtüşmüyor diye cevap
verilebilir. Kendi zaviyemizden bakarsak tüm Çerkeslerin ana yurda
dönmesi ve tam bağımsızlık altında bunun gerçekleşmesi ile Rusya'nın
bunu menfaatleri açısından tehdit algılayıp-algılamaması arasında
menfaatler arası örtüşme önemli. Geçmişte bir menfaat uyuşmazlığı
yüzünden topraklarımızdan ayrılmak zorunda kaldık Rusların sıcak
denizlere inme çabası ile bizim topraklarımızı terk etmek istemeyişimiz
hep bir menfaat çatışmasının sonucunda gerçekleşmiştir. Bugünün
şartlarında dahi menfaat örtüşmesi mümkün değildir. Menfaatlerinizi
dayatmak için ciddi sorunları göze almanız gerekmekte. Şimdi hem böle
bir amacınız varken ille de düşmanımız olmalı mı diye sorarsanız sizin
ille de menfaatlerinizin olması gerçeği tartışmalı hale gelir. Sizin
anayurda dönme isteğiniz devam ettiği sürece Rusya ile menfaatleriniz
çatışacaktır. Rusya istediğiniz tüm şartları kendi aleyhine
menfaatlerini geri çekerek kabul ederse sizinde düşmanlık duymanıza
gerek kalmaz.
Bugün Filistin de olan sadece iki milletin menfaat-menfaat uyuşmazlığı
çerçevesinde değerlendirilse de orantısızlığın insanlar üzerinde
oluşturduğu travma o kadar basit açıklanamaz. İnsan için kaybettiği şey
ne kadar büyükse acısı da o kadar derin oluyor ve insanlar-toplumlar,
masa başında yapılan menfaat hesaplarının yeri geldiğinde üzerinin
çizilebilmesi gibi içlerindeki acıları silip-çizip atamıyorlar. Bu arada
bizim kaybettiğimiz şeylere karşı bu duyarsızlığımızı nereye sığdırmalı
onu da umuma havale ediyoruz. Milletimiz kimsenin topraklarında gözü
olmamış ne sıcak denizlere inmek istemişler ne de Osmanlı'ya yerleşmek
ama gün gelmiş Rusların menfaatlerine karşı her milletin göstereceği
asgari menfaatler için savaşmak zorunda kalmışlar bugün dahi bu savaş
değişik boyutlarda devam etmekte Rusya süreç içindeki misyonunu hiç
unutmadı rejimler değişse de menfaatleri hep aleyhimize gelişti ve
gelişe gelişe bugüne kadar geldi peki bizim sadece topraklarımızı
savunmak olan, kaybettiğimizde de geri almak olması gereken ya da buna
yönelik çabalardan müteşekkil misyonumuza, ne oldu?(öle bir misyonumuz
hiç olmadı ama varolan misyonumuzu da yazıp can sıkmayalım) Bundan
kastımız tankla tüfekle mücadele değil ya da gidip toprak satın almak da
değil ama M. Akif'in bir mısrasında dediği kadar “ağlayamassın bari
gülmekten utan” bile olmayan duyarsızlığımızla, karşımızdakini düşman
algılamasak ne olacak menfaat hesabı gütsek ne çıkacak.
Onların yaşamının başladığı yerde senin can damarlarına ot tıkanıyor
şimdi ister düşman olarak algılama istersen menfaatlerimizin örtüşmediği
millet de. Gerici işbirlikçi diyerek geçmişi ve dahi bugüne sıkılan
kurşunların hedefi belli olmadığı için geçmişte ve dahi bugün de
yaşamış-yaşayan bir çok insanı yaraladığı, ideolojik kimlik tespitinden
sonra zıt kutupların Çerkeslik mücadelesi yapamayacağı,
gerici-işbirlikçi sınıf ile ideolojik kimlik arasında hiçbir sınıfa
yaşam hakkı tanımayarak aradaki sınıfları kendi bünyesine de dahil
etmediği için gerici–işbirlikçi sınıfa ittiği defalarca yazılmış gelen
tepkiler de rahatsızlığı ortaya koymuş. Bununla birlikte denetim kurulu
uyarılmış ayrılıkları kaşıyarak bir yere varılamayacağı belirtilmiş tüm
ısrarlara rağmen mesele kişisel özgürlükler bağlamında alkışlar altında
devam ettirilmiştir. En sonunda denmiştir ki farklılıkları kaşıyarak
bütünlüğün zedelenmesi rağmen bunlara izin verildiğinden bu olayı
etkinlikler hanenize katınız. Doğal olarak düşünülmüş tüm Çerkes
sorunları içinde daha büyük olduğuna inandığımız sorunlar yanında
işbirlikçi-gerici Çerkes yapılanması diye bir sorun tarihi süreçte göz
önünde bulundurulduğunda, nasıl oluyor da en büyük sorun olabiliyor ve
bu sorunu teşkil eden kişiler kim, amaçları ne?
Daha sonraki yazılarda ortaya çıkıyor ve deniyor ki; İngiliz Osmanlı ve
bu yolda dinin kullanılmasıyla işbirlikçi-gerici Çerkes yapılanması
ortaya çıkmış v.s. Bu tartışmalar hep 0smanlı-din-sürgün üçleminde
yorumlayan kişilerin düşünce yapısına göre değişmiştir. Dinden nefret
edenler Osmanlı'dan da nefret etmiş, hatta sürgünü Osmanlı'ya dayandırma
aymazlığına dahi düşmüşlerdir. (Osmanlı'dan başka gidilebilecek bir ülke
ismi sormuştuk fakat hiç cevap gelmedi. Çünkü cevap şudur; 1917-1864=53
yaklaşık ½ yy sonra Çarlık Rusya'sı yıkılacak yerine pırıl pırıl yeni
açılımlara sahip tüm dünyaya halkların kardeşliğini haykıran yeni bir
devlet kurulacaktır ve bu devlet misyonunu halklara zorla içirecektir
öyle içerecektir ki içenler bir daha geri dönüş olmamak üzere
benliklerini kaybetmektedirler. İçmek istemeyenler ise milyonlarca
insanın kan nehirlerinde boğulup-ölüp gidecektir ama ama ne olurdu biraz
daha dişimizi sıksak ya da oralarda kalmanın, en azından bu tarihe kadar
Rusların gösterdiği yerlerde kalmanın, yolunu bulabilseydik ah bir
yolunu bulabilseydik 80 yıllık sosyalist tecrübenin uzaktan seyircisi
değil bizatihi yaşayanı-yaşatanı olsaydık, sosyalist Rusya devrilse de
biz onu sonsuza kadar temsil etseydik ama ne yaparsın ki, kader devreye
girecektir ve Çerkesleri bu tablodan çıkaracaktır oysa 50 yıllık bir
sapma neleri değiştirecekti ama olmadı işte artık halkların kardeş
kardeş olduğu bu tabloda Çerkesler yoktur kader niçin Çerkesleri bu
tablodan koparmıştır bundan sonra sorulabilecek her soruyu ve cevabı
meraklılarına bırakıyoruz). Bu saikle ya da başka nedenle de Çerkeslerin
sürgün esnasında Rusların gösterdiği kontrol edilebilecekleri bir yere
sürülmekle Osmanlı'ya göçe zorlanmak arasında kaldıkları belirtilmiş din
adamlarının telkinleriyle Rusların gösterdikleri yerlere değil de
Osmanlı'ya göçün gerçekleştiği iddia edilmiş (bu mesele burada dile
getirilmese de Osmanlının entelijans faaliyetlerine ve Çerkesler içinde
bunun işbirlikçi uzantılarına işaret etmesi açısından dile getirildi) ve
sürgün sırasında yaşanan dramatik olayların sebebi Osmanlıya yıkılmıştır
(iddialara göre Osmanlı Çerkeslerin askeri gücünden istifade etmek için
göçü kabul etmiştir. Bu kadar insanın telef olmasına sebep olarak da
bindiği dalı bıçkıyla kesmiştir) akabinde papaz olayı ortaya çıkmıştır
(papaz o gün karıştırmıştır bugünde karıştırıyor) papazın dini
sembolleri kullanarak Çerkesleri kandırdığı iddia edilmiştir. Bizde bu
meselenin dinden ziyade dış politika açısından değerlendirilebileceği
dış politika gerçeğinin ortaya çıkmasında Çerkes çıkarlarının dini
meselelerden daha öncelikli olduğunu anlatmaya çalışmıştık v.s. En
nihayetinde ortaya babacan tavrın çıkmasıyla mesele anlaşılmış ki, dost
ve düşman yüzünden Çerkeslik üst kimliğinden vazgeçilemez. Yazının
başında belirttiğimiz gibi insanlar hepsi aynı olmadığından göre
farklılıklar kaçınılmazdır ama tüm farklılıklara rağmen üst kimlikte
birleşmenin kuralları var. insanları ötekileştirerek bir üst kimlikte
buluşmak mümkün değil nasıl ki zamanında sadece Çerkes olmak milletimizi
bir araya getirememiş bugün dahi belli dengeler gözetilmeden Çerkes üst
kimliğinde buluşmak kolay olamaz. Burada görünen her ne kadar
dost-düşman algılamasından kaynaklanan fark olsa da asıl mesele değişik
görüş, inanış, ideolojiye sahip insanların mevcudiyeti ve tabi insanları
birbirinden vazgeçiren sebep yazılan şu sebeplerdir yoksa dost-düşman
üzerinden yapılan tartışma bunun zahiri sebebini oluşturuyor. O zaman
denmeli ki, müşterek amaçlarda buluşmanın tek yolu farklılığı olduğu
belirtilen bu gruplar arasında farklılığı oluşturan unsurlar üzerinde
çok hassas durulmalı-gerekli duyarlılık gösterilmeli. Yani her görüşten
Çerkes'in üzerinde hassasiyetle durması gereken gerçek, başkalarının
düşünce hayatına müdahale sayılacak söylemlerden uzak durmasıdır ve
kendini Çerkesliğin tek temsilcisi olarak görmemesidir. Bununla birlikte
bu sınırların ihlal edilmesi durumunda tepki göstermek en doğal bir
insanı tavırdır meseleyi değerlendirmekle görevli kişiler devreye girmez
ise babacan tavırlar meseleye el atacaktır.
Mahmut Bag
01.08.2006
Sayın Gönen-Abzegh,
Osmanlı suçsuz diyerek bilime sırtınızı dönerek, bir yere
varamayacağınız muhakkak. Bu mantıkla en fazla konuyla alakalı ve
alakasız duygularınızı düzensiz bir şekilde başkalarının empoze ettiği
perspektiften yansıtabilir, hös görüsüzlük kısır döngüsünde dönüp
durursunuz. Buna devam ettiğiniz sürece de doğal olarak, enerjilerini
amaçlarına ulaşma doğrultusunda en verimli şekilde kullanmak isteyen
akılcı insanlar tarafından kaale alınmazsınız. Aklın yolu birdir. Akılcı
düşünemiyorsak uzlaşmamız ve bugünkü konumumuza en uygun çözümü bularak
bu çözüme ulaşmadaki politikaları üretmemiz mümkün değildir.
Bağımsızlık, düşman vb kavramları kullanırken bugün teknoloji
yaratamayan sözde bağımsız devletlerin ne kadar bağımsız olduklarını ve
bizimde ne kadar bilimsel yapıt, ne kadar teknoloji üretebildiğimize
bakarak ne kadar bağımsız olabileceğimizi bir düşünün isterseniz.
Bu sözde bağımsız devletlerde yaşayan insanların özgürlüklerinin
sınırlarına ve yasam standartlarına bir göz atmanız, yuvarlama tabirleri
bir tarafa bırakarak ne istediğinizi netleştirmenizde size yardımcı
olacaktır.
Koşulu akılcı düşünebilmek. Bugünkü koşulları çerçevesinde Çerkeslerin
varlıklarını sürdürebilmek için yapmaları gereken nedir diye
düşündüğümde; vatanlarında yoğunlaşarak benliklerini ve kültürlerini
hiçbir sınırlamaya tabi kalmadan, özgürce kullanarak diğer halklarla
birlikte, demokrasinin, özgürlüklerin, barisin ve hoşgörünün sınırlarını
genişleterek yaşamaktan başka akılcı bir alternatif bulamıyorum.
Başkalarının yalnız ulusal benliklerine değil kişisel benliklerine de
hoşgörü göstermemiz gerektiğini unutmamamız gerekir. Burada bir çocuk
Rusça'yı sadece ikinci bir dil olarak okuyarak üniversiteye kadar
gelebilir. İsterse üniversitede Adige dili, edebiyatı, tarihi vb
okuyabilir ve edindiği meslekle çeşitli devlet kurumlarında çalışabilir.
Halen burada üniversite öncesi okullarda Rusça konuşmakta zorlanan
öğrencilerin sayısı çoktur.
Çerkeslerin benliklerini korumakta bu kadar özgür oldukları ve
koruyabildikleri başka bir yer yoktur. Fakat bu özgürlüklerimizin dahi
içini doldurmakta zorlanıyoruz. İsterseniz Türkiye'deki haklarınızın
neler olduğunu ve nasıl bir eğitim aldığınızı, eğitim kurumlarındaki
özgürlüklerinizi bir daha hatırlayın. Geçtiğiniz eğitim kurumlarının
benliklerinizin ve akılcı, özgür düşünme kabiliyetinizin gelişmesine ne
kadar katkıda bulunduklarını, hayata dair bilgilerinizi ne kadar
arttırdıklarını, size nasıl bir mesleki beceri kazandırdıklarını,
başkalarının haklarına saygı göstererek yaşamayı ne kadar
benimsetebildiklerini bir düşünün isterseniz!
Sağlıcakla
Talebe
01.08.2006
Selamlar Cemil,
Biraz utandım doğrusu!
Utandım çünkü ben aslında fazla bir şey bilmem. Ki, bu nedenle kendime
"Talebe" takma adını uygun gördüm ve biraz teorik-pratik birikimimin
olduğu "politika" ve "örgütlenme" konuları dışında, yine bu nedenle,
fazla bir şey yazmıyorum.
Neyse...
Aslında bu sayfada yazılan hemen her şey konuyla direk alakalı. Elbette
herkes kendi birikimi ve politik formasyonuyla dile getiriyor
düşüncelerini ama hala konu dışına çıkıldığını sanmıyorum. Dönüş'ün
önündeki engeller neler olabilir veya hangi davranışlar Dönüş
Hareketi'ne zarar verebilir? Bu soruyu cevaplamadan önce herhalde
Dönüş'ün bizim için ne anlam ifade ettiğini netleştirmek gerekiyor.
Özellikle sayın Hatam'ın kuşağı bu konuyu yeterince tartıştı sanırım:
Bir anavatanımız var ve anavatanda yaşayan insanlarımız. Ama
çoğunluğumuz onlarca ülkeye dağılmış durumdayız. Ve bu ülkelerde asimile
oluyoruz. Anavatanda yaşayan insanlarımızın sayısı az, kurumlarımız
zayıf...
Diasporada ise içerisinde yaşadığımız ülkelerin insafına (!) kalmış
halimiz.
Kısaca, yokluyoruz! Ötesi yok. Dönüş; ''işte, bu yok oluşu nasıl
durdurabiliriz'' arayışları içerisinde ortaya atılmış bir düşünce. Yok
oluş nasıl durdurulabilir? Bunun tek yolu uluslaşmaktır. Yaşadığımız
çağda uluslaşamayan, ulusal kurumlarını oluşturamayan bir halkın, hele
hele bir başka ulusun sınırları içerisinde, verilen kimi hak
kırıntılarıyla varlığını devam ettirme şansı yoktur. Hatta bir azınlık
olarak uluslararası sözleşmelerle tanınan tüm haklara sahip olsa dahi,
önünde sonunda yok olmaya mahkumdur. Burada birinin suçlu veya güçlü
olması gerekmiyor.
Ekonomik, politik yaşam, insanin insan olarak gündelik yaşamında girmek
zorunda olduğu ilişkiler, çarklar hakim ulusun lehine isler. Yalnızca
insani ihtiyaçlar bile ne kadar hak verilmiş olursa olsun bir gün seni
"ulusal çember"in dışına çıkmaya zorlar. Bu nedenle ben tüm kültürel
sosyal faaliyetleri gerekli ama yetersiz görüyorum. Ve eğer bu
faaliyetler içerisinde insanlarımıza yanlış mesajlar veriliyorsa, içerik
olarak uluslaşmaya hizmet etmiyorsa zararlı buluyorum. İnsanlarımızı
oyaladığı, bilinçlerini bulandırdığı icin.
Bir sürü faaliyet içerisine girip, bu faaliyetlerde gerekli mesajları
vermeden insanlarımızda bir ulus veya vatan bilincinin ortaya çıkmasını
beklemek saflıktır. İnsan bilinci çevresinin ve pratik faaliyetlerinin
sonucu oluşur. Başka bir deyişle ne verirsen, onu alırsın.
Öyleyse öncelikli görevimiz, uluslaşmak ve ulusal kurumlarımızı
oluşturmak olmalı. Peki nasıl uluslaşabiliriz? Eğer Ulus, "...tarihsel
olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini
kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliği..." ise,
bunun anavatandan başka bir yerde gerçekleşmesi mümkün mü? Ve eğer ulus
olamazsak yok olacak isek geri dönmekten başka bir yol var mı?
Dönüş, 140 yıllık ayrılığa son vermek, anavatan ile diasporayı
birleştirmektir. Ve uluslaşmamızın ilk adımı olacaktır. Kurtuluşun ilk
adımı... Dönüş, "Çerkes kökenli Arap" veya "Çerkes kökenli Türk" vb.
çemberini kırmak, yalnızca Çerkes olmaktır. Ama dönüş zor ve uzun bir
yürüyüştür. Bunun öyle bir anda gerçekleşmesi mümkün değil. Ancak dönüş
isteğinin, düşüncesinin yaygınlaşması kalbi uluslaşmak için çarpan
insanlarımızın çoğalması demektir. Dönüş'ün bu misyonunu görmemek,
anlamamak herhalde ona verilecek en büyük zarar olacaktır.
Dönüş "uluslaşmamızın stratejik yolu"dur. Bu anlamıyla siyasi bir
harekettir. Ve bu nedenle dernekleri, dernekçi kafa yapısını aşmak
zorundadır. Örgütlenmesi ve kurmaylığı olmalıdır. Süreç içerisinde tüm
kurumlarımızı bünyesinde toplamayı, birlik-beraberliği yaratmayı
hedeflemelidir.
Bir örnek vermek gerekirse: Derneklerimizin Dönüş Komisyonları değil,
Dönüş Hareketi'nin dernekleri olmalıdır. Ancak bu siyasallaşma
gerçekleşirse, bu perspektifle örgütlenilirse dağınıklık aşılabilir,
mücadelede bir süreklilik kazanılabilir diye düşünüyorum. Ve süreklilik
bir hareketin başarıya ulaşabilmesinin "olmazsa olmaz"ıdır. İşte bu
önderliğin ve örgütlenmesin yol göstericiliğinde, plan ve
programlamasında üçerli beşerli, onarlı, yirmişerli dönüşlerle anavatan
ile diaspora arasındaki bağlar güçlendirilecek, güven arttırılacak,
birbirine yabancılaşma en asgariye indirilecek, güç olunacaktır.
Dönüş Hareketi bölge ülkelerinin çıkarına değildir. Böyle bir hareketten
Türkiye'sinden Rusya Federasyonu'na, Gürcistan'ına kadar bir çok ülke
rahatsız olur. Bölgede dengeler zorlanır. ABD veya AB gibi ülkeler de
Dönüş Hareketi'ni desteklemezler. Onlar için önemli olan bölgedeki
çıkarlarıdır. Barış isterlerse barışı özendirir, savaş gerekiyorsa
savaşı kışkırtırlar. Bu nedenle Dönüş Hareketi'nin başından itibaren bu
ülkelerin dolaylı ve dolaysız kontrolünden çıkması, bağımsız olması
gerekir.
Siyasi ilişkiler kurulmalı ama ulusal çıkarlarımızdan, bağımsız-ulusal
çizgimizden asla taviz verilmemeli. Bağımsız-özgür bir anavatan
özlemini, sevdasını kimse varlığının bilincinde olan bir Çerkes'in
yüreğinden söküp atamaz. İste sayın Bagaps, "Abhazya bağımsız bir
devlettir ve öyle kalacaktır. Burası bizim atalarımızın toprağıdır"
diyor. Gerçekten yalnızca kendi çıkarımız için olacaksa ve gerekirse
savaşırız da. Ama dönüşün gelişebilmesi, güçlenebilmesi bölgede barışı
ve huzuru gerekli kılıyor.
Siyasi hedeflerimizden, çıkarlarımızdan tavizler vermemeli ama
kışkırtıcı tavırlardan, çatışmalardan veya savaşlardan kaçınmalıyız. Biz
beğensek de beğenmesek de veya yetersiz de olsalar anavatanımızda yine
bizim insanlarımızca oluşturulmuş kurumlar, yapılar var. Öncelikle
bunları güçlendirmeliyiz. Bölgenin demokratik, barışçı, insan haklarına
saygılı örgüt ve kurumlarıyla ilişkilerimizi geliştirmeliyiz. Aksi
davranışlar Dönüş Hareketi'ne zarar verir...
Gönen-Abzegh
03.08.2006
Olayları tarihi süreç içinde ele almanın dayanılmaz-inanılmaz faydaları
var. Birilerinin size dayatmaya çalıştığı tarihin yanlış olabileceği,
tarihle ilgili klişeleşmiş söylemlerin dışında farklı yorumlara doğru
yelken açtıkça bazen duyulan heyecanlara kürekler yetişmiyor. Zihni arka
plana ilişkin her zorlama değişik şekilde yansımakta hatta bilime
arkamızı dönüp uygun adın uzaklaştığımız dahi söylenmekte. Her söylemini
bilimle el ele, kol kola, göz göze, diz dize sunan (bilme arkasını
dönmez tavır)bu anlayış yanında bizim, anlayışın dayattığı tarihin dar,
karanlık koridorlarında el yordamıyla bazı gerçekleri-tespitleri ortaya
koymamız rahatsızlık vermiş olmalı. Tıpkı din konusunda yapılması
gereken şeyler söylenirken imha edilen çam ormanları gibi tarih
konusunda da resmi söylemin dışındaki tarihsel olayları geniş pencereden
yorumlama karşısında imha ekibi rahatsız olmuş durumda. Nasıl olunmasın
ki taraftarlarının ağzında pelesenk olmuş ifadeler ile Osmanlı''ya
duyulan nefretin bazı bilinmeyen yönleri ifşa edildikçe Osmanlı hakkında
diğer iddialara da insanın şüphe ile bakası geliyor.
Sürgün, tüm acılarıyla birlikte bazı gizli kalmış noktalarıyla da hala
gönderdiği artçı şok dalgalarıyla bilinç dünyamızı sarsmakta. Babacan
tavır bir tespitte bulunmuş dost-düşman ülkeler üzerinden vazgeçebilme
ihtimalinin start aldığı noktada Çerkeslik sorgulanmaya başlamalı. Oysa
ki bu vazgeçebilme ihtimalinin kaynağı ülkeler değil bizatihi
düşüncelerdi bu düşünceye uygun ülkeler üzerinden yapılan mücadele bize
insanlar-fikirler-düşünceler-inançlar arasında farklılığı işaret
etmekteydi. İnsanların olağanüstü dönemlerde Çerkeslik üst
kimliği-şemsiyesi altında Çerkesleri birleştirme çabaları takdirle
karşılanmalı ama tarihte bunun sergilenememiş olması ve bugün dahi
şemsiyenin altındaki insanların sırılsıklam halleri bu işin zorluğunu
göstermekte. Bunları şunun için yazıyoruz şemsiyenin işlev görebilmesi
için ortak bir tarih bilinci olmak zorunda ve insanlar Çerkes tarihine
baktığında meseleyi bir bütün olarak algılayabilmeli ve Çerkes tarihi
sürgüne kadar gelip dayanmamalı, sürgün sonrası uygulanabilir reel
politikalar ile Çerkeslik bilincinin canlı kalabilmesi için devamlı kan
pompalanmalıdır. Çerkes tarihi sürgünle birlikte kesilmiş ya da bu
tarihten sonra Çerkesler yeryüzünden silinmiş ve dahi bu tarihten sonra
Çerkes realitesi geleceğe yönelik atacağı tüm adımları unutmuş izlenimi
vermemelidir. Önemli olan madem gelecek ve gelecekte Çerkes realitesi, o
zaman Çerkesler dahil oldukları ülkenin geleceğe yönelik attığı
adımlarla aynı yönde aynı ritimde aynı ahenkle adımlarını atarken ve
böylece sürgün sonrası Çerkes realitesine hizmet edecek en uygun
pozisyonların yakalanması için azami gayreti canla başla göstermesi
gerekirken bu doku uyuşmazlığı, ritim bozukluğu nereden kaynaklanıyor ve
tarihi arka plan da yatan gerçek nedir?
Yukarıda yazıldığı üzere Osmanlı'dan nefret edilmesinin tek nedeni
Osmanlı'nın kendi çıkarları için Çerkesleri kullanması (stratejik
yerlere yerleştirme) bu yönde Ruslarla işbirliğine girmesi ve sürgün
esnasında dramatik sahnelere seyirci kalması gibi iddialardır. Daha
öncede yazıldığı üzere bazıları için nefretin katmerleşerek büyümesinin
altında daha derin sonuçları olduğuna ve Çerkesliğin bilinç dünyasını
tamamen değiştireceğine inanılan ama umum Çerkeslerin kanaatleri
ortadayken bunun pek dile getirilmediği-çekinildiği bunun yerine
yukarıdaki iddialar üzerinden Osmanlı2ya nefretin körüklendiği bunda da
başarılı olunduğu bir gerçektir. Şöyle ki bizim daha önce yazdığımız ve
basit bir hesaba dayanan gerçek şudur, ortalama 50 yıllık bir sapmanın
Çerkes realitesi üzerinde oluşturduğu kelebek etkisi (filmini de tavsiye
ediyoruz) o kadar büyük bir gerçektir ki sürgün gerçeğini dahi bu gerçek
yanında Çerkeslik bilinci üzerindeki etkileri yönüyle küçük kalmaktadır.
sürgün tarihi (1864) ile Bolşevik ihtilali (1917) arasında tarih ise çok
kısa ama doğurduğu sonuçlar çok büyüktür.
Ortalama 50 yıllık bir sapma Çerkeslerin inanç, benlik ve düşünce
dünyasında büyük bir kırılmanın dönüm noktasıdır. Bu sapmanın en önemli
aktörü ise Osmanlı'dır. Osmanlı, Rusların Çerkeslere gösterdikleri
yerlere yerleştirilme ile Osmanlı'ya sürülmeleri arasında bırakıldıkları
seçimde, faaliyetleri sonucu Osmanlı'ya göçü tercih etmelerinde etkili
olmuştur. Böylece 80 yıllık sosyalist Rusya tecrübesi karşında
yanıp-tutuşan anlayış, bunun uzaktan seyircisi değil bizatihi
yaşayanı-yaşatanı olma sevdasından, kaderin bir cilvesiyle feragat etmek
zorunda kalacaktır. Ortalama 50 yıl sonra olacakları kimse
bilmediğine-hesaplamadığına göre (Osmanlı dahi) bu ince hesabı alıcısına
göre tesadüflere, gerçeği görmek isteyenler için ise kaderin takdir
hükümlerine göre işlem tesis ettiği gerekçesiyle umuma havale ediyoruz.
Sonuç ise, her takdirin kabul edeceği üzere Çerkeslerin, halkların
kardeş kardeş şarkı söylediği o coğrafyadan kopması ve bu tablonun
dışında bırakılması olmuştur. 80 yıllık sosyalist Rus tecrübesi
karşısında dizlerinin bağı çözülen tavrın ise kaybı pek çoktur. Uzaktan
uzağa, içten içe yanan bu ateş, ortalama 50 yıl daha sabır edilebilinse,
üstelik Çerkesler yerlerinden de sürülmeden bu gerçekleşeceği için
halkların kardeşliği zincirinde bir halka olabilmeyi ummuştur hep. Bu
tarihi buluşmanın önündeki tek engel ise bu süreci dahi planlamamış olan
zavallı Osmanlı'dır (zahiri planda). İstasyonda tren bekleyen Çerkesleri
almış ve istasyona daha sonra giren ve vagonlarında öğütme makineleri
bulunan kızıl-Rus trenine bir şey kalmamıştır. Artık trene uzaktan
mendil sallamaktan başka yapılacak bir şey yoktur geriye bu tarihi
manevranın, safları nasıl tayin (hiç kimseye bırakmadan) ettiği ve
Çerkes realitesinin izlemesi gereken pusula için yollara bıraktığı ekmek
kırıntıları kalacaktır. Umulur ki, kuşlardan önce birileri onları
bulacak. Şu an Kuzey Kafkasya'da yaşayan Çerkeslerin Çerkesliklerini
nasıl doya doya yaşadıklarına dair özlem dolu örnekler verilmiş ve dahi
sosyalist Rusya döneminde göçün gerçekleşmemesi durumunda Çerkeslik
adına yaşanacak nice güzelliklere de bu yolla göndermeler yapılmıştır.
Biz bunun için aşağıda bir kaynaktan alıntı yapıyoruz, yorumu umuma
havale ediyoruz ve konuyu burada bitiriyoruz. (Kolonizasyon politikasına
minik bir örnek.) ALINTI: 1 “Kuzey Kafkasya'nın Çarlık Rusya tarafından
işgalinin 1864 yılından itibaren başlayan sürgün-soykırım-etnik temizlik
ve kolonizasyon politikası, yüzyıldan az bir süre içinde Moskova'nın üç
farklı devlete (Çarlık Rusya'sı, SSCB, Rusya Federasyonu) başkent
olmasına rağmen hiç kesilmeden devam etmiş, bölgenin özellikle kültürel,
siyasi ve etnik yönden yavaş yavaş Ruslaştırma politikası günümüze kadar
devam etmiştir. Bu nedenle SSCB döneminde Kuzey Kafkasya dışındaki
bölgelerde Çarlık Rusya'sını hatırlatan yer atları Sovyetleştirilirken
Kuzey Kafkasya'da Çarlık Rusya'sını tarihini ve bölgenin Rusya
tarafından işgalini hatırlatan adlara dokunulmamış, bilakis işgali
hatırlatan adların takılması SSCB döneminde de sürdürülerek Ruslaştırma
politikasına devam edilmiştir. Örneğin; Kuzebatı Kafkasya'da bugün
birçok yerleşim yerinin adının hala 19.yy'da ortalarında bölgeyi ele
geçiren Çar II Aleksander’in (1855-1881) komutanları Lazerev, Golovin,
Zass, Geyman, adlarını taşımaktadır. Kafkas-Rus savaşında yer alan Rus
alaylarının adları olan Mingrelski, Apşeronski, Navagiski, Erivanski'de
eski yerleşim yerlerine yeni ad olmuştur. Kuzey Kafkasya'da Müslüman
Shapsughları katleden ve topraklarından zorla çıkaran II. Aleksenderin
adı eski Shapsugh topraklarında Krasno-Aleksandrovski (tarihi adı:
Lığotkh) halen kasaba adı olarak kullanılmaktadır. Soçi kenti
yakınlarındaki Shapsugh bölgesinde tarihi yer adlarının kökü köy
adlarına varıncaya kadar SSCB döneminde kazınmıştır. Örneğin Thağepş
köyünün adı ilk önce Kirov daha sonra Boji Vodi olmuştur.”
ALINTI:2 Buna devam ettiğiniz sürece de doğal olarak, enerjilerini
amaçlarına ulaşma doğrultusunda en verimli şekilde kullanmak isteyen
akılcı insanlar tarafından kale alınmazsınız. Şimdi biz bu yazıyı
üzerimize almıyoruz çünkü bu sitede forum açma zahmetine katlanmış ve
hiçbir cevap alamamış kişilerin de kale alınmadıklarını, bu mantığa göre
öğrenmiş oluyoruz dolayısıyla bu yazının bu bağlamdaki kişileri de
ilgilendirdiğini düşündüğümüzden bu mantığı-anlayışı da umumun izanına
havale ediyoruz.
Tanbek Kuray
05.08.2006
Sayın Y.B.Kalkan`ın dikkatine,
Çağrınızda belirttiğiniz adrese iki defa mail atmama rağmen ulaşamadım.
Bana ulaşırsanız çok sevinirim.
seozeres1@yahoo.de
Cemil
0.08.2006
Merhaba Talebe,
Nasılsın? Kusuruma bakma Talebe, biliyorum geciktim. Ne yazında
değindiğin konular ne de senin fikirlerini önemsemediğimden değildir,
düşüncelerini sorduğum konularda yazamamam. Dalgınım Talebe çok
dalgınım. Bedenen fersah fersah uzaklarda da olsam, yüreğimi de aklımı
da, fikrimi de salmışım Kefken'e. Kardeş yolu gözlüyorum, sevgili
talebe. Kardeş yolu gözlüyorum.
Benim kardeşlerimin imkanları olsa gelmezler mi diyorum. Duymamışlardır,
vardır başlarında bir hal, olmasa gelmezler mi? Gelir benim kardeşlerim
gelir. Yollarını gözleyen atalarını da, kardeşlerini de bekletmez el
ele, kol kola nerdeyse çıkar gelirler.
Kusuruma bakma Talebe. Mach,s gut bis zum nächsten mal.
Mustafa Değirmencioğlu
12.08.2006
Hoş olmayan şartlar içinde verilen yaşam mücadelesi, insanın tüm
enerjisini gündelik hayatın pratik ve maddi ihtiyaçlarını tatmin etme
yolunda heba olur. İnsan, dünya yaşamı demokrasi insanca yaşamak
isteklerini hatta dini felsefi düşünceye yer ve zaman ayıramaz ve bundan
dolayı dünyevi manevi hayatı karmaşıklaştırıyor.
Kapitalist sömürü sistemi, bu durumlarda sömürü işlevini sürdürür ve
amacına ulaşır ve toplumların inançlarını yönlendirir. Gerçek dışı ve
çıkarları yönünde belirleyici olur.Kapitalist sömürü sistemi toplumların
demokrasi insanca yaşam standardı kendi isteği oranında sunulur açlık
sınırında tutulan toplumlar demokrasi ve inanç konusunda kendilerini
geliştiremeyince kapitalist sistem kendi geliştirdiği demokrasi inanç
yazgısını oluşturup kader diye toplumlara sunarak bütün bu seçimlerini
ilahi iradenin seçimi olarak hayatın içine yerleştirir.
Lhashako Şahin
13.08.2006
Yeldar'ın değindiği konular içinde katıldığım bir çok yer var ama
katılmadığım noktalarda var. Genel fikrim şudur ki, en büyük toplumsal
sorunumuz olan asimilasyonun ve dönüşün önündeki en büyük engel olan
entegrasyondur entegrasyonun en önemli nedeni de dindir elhamdülillah.
Hepimiz Allah'a inanıyoruz ama dinsel gericiliğin toplumuzda yarattığı
tahribatı göremeyecek kadar kör olamazsınız diyorum.
Bu ülkede günah diye mızıkalar kırıldı. Sadece mevlitle düğün yapıldı
çok Müslüman diye Oflu hocalara kızlar verildi, wuig oynarken el ele
tutuşmalarına izin verilmedi. Kaşenlik namussuzluk gibi algılanmaya
başlandı. Bununda tek nedeni dini xhabze gibi görmeye başlamaktı ama
birisi dini konuda bir şey söylerse hemen öfkeleniyoruz. Hiç
düşünmüyoruz nedense.
Görende bizi asırlardır Müslüman sanır. Bir çoğumuzun dedesi Türkiye'ye
gelince Müslüman olmuştur. Bunu sanki hiç kimse bilmiyor.
Lütfen dinle xhabzeyi karıştırmayın.
Yeldar'a katılmadığım nokta; diğer siyasal düşüncelerden kendini
ayırarak, bir ulusal hareket sağlanamaz diye düşünüyorum. Bende senin
gibi bir sol görüşlüyüm ama ulusal bir hareket sağlanacaksa herkesin
ortak katılımıyla sağlanacaktır.
Şeref Kahrıman
13.08.2006
Uzun zamandır itinayla takip ediyorum foruma yazılan yazıları. Yeldar
arkadaşımızın yaklaşım tarzı aslında ‘’bir deli bir kuyuya bir taş
atmış, kırk akıllı çıkartamamış’’ durumu gibi algılansa da aslında
farkına varmadan çok önem bir noktaya dikkatleri çekiyor. Belki de
farkında olmadan.
Bu önemli nokta komünist ya da sosyalist ideaya sahip Çerkeslerin bir
arada olmalı değil tabi ki...
Asıl dikkat edilmesi gereken nokta; (altını kırmızı kalemle iki defa
çizmekte fayda görüyorum) hangi kültüre ait olurlarsa olsunlar; günümüz
dünyasında belli bir kültürel kimliğe sahip bütün insanların, tıpkı
kendileri gibi aynı bütünün parçası olan diğerlerinden ayrışma çabası.
Bu çaba kimi zaman haklı olmak, kimi zaman vatansever olmak, kimi zaman
aydın olmak, kimi zaman dindar olmak gibi bir çok maskeyle perdelense de
asıl dikkat edilmesi gereken konu sosyolojik bazda aslında bu olgudur.
İnsanların benimsemekte hiç tereddüt etmedikleri bu sosyal motif
yalnızca biz Çerkeslerde değil, dünya üzerinde kültürel temelle
birbirine bağlı olan bütün halklarda görülmektedir. Psikolojik savaşın
yüzyılın mücadele biçimi olduğu çağımızda muhakkak ki, değişik yol
yöntem ve metotlar izleyen belli güçler, bütünler parçalamak konusunda
dışardan müdahalelerle tepki toplamaktansa grubun kendi içindeki
enerjiyi kullanarak emel ve isteklerine ulaşma politikası
izlemektedirler.
İsimleri büyük bir çoğunluğunuz tarafından bilinen resmi kurum,
kuruluşlarla birlikte dünya üzerinde dünya siyasetini insanların
ideolojilerini kontrol altında tutmak yönetmek ve yönlendirmek kaygıları
güden adı ''vakıf'' ya da benzeri şekilde adlandırılan gerçekten güçlü
oluşumlar kendi jurnallerini eğitirken şu anda ''tepkisel yaklaşım''
modelini bir kenara bırakmışlardır. (Tepkisel yaklaşım modeli; aynı
düşünce, inanç, ırk ya da fikir birliği olan grup ya da sosyal
oluşumların dışardan verilecek etkilerle belli bir toplumsal tepkime ya
da hareket oluşturulması daha sonra ise bu oluşturulan hareket ya da
tepkimenin faydaya çevrilmesini amaçlar ki, başlangıçta akla ve mantığa
yatkın şekilde başlayan sosyal hareket daha sonra belli yöntemlerle
kontrol altına alınarak yönetilir ve yönlendirilir.)
Şu anda bütün jurnallerine ''iç dinamikler kutuplaşması'' konusunda
eğitim vermekte ve herhangi bir toplum ya da topluluğu kendi içerisinde
barındırdığı hareketlilikle ayrıştırmayı amaçlayan bir model
izlemektedirler.
Yazıyı çok fazla uzatarak sizleri sıkmak istemem. Son olarak konuyla
ilgili bir hususa dikkat çekerek bitirmek istiyorum. 1999’dan beri
dernekler, dernekçilik, toplumsal kaygı, toplumsal amaç, vb gibi
konularla alakalı genel yaklaşım tarzımızı bizim gibi olmasa da başka
doğrular etrafında bütünleşmiş ve gerek bir halk olsun gerek topluluk
olsun güçlenmiş diğer sosyal grupların yaklaşım biçimleriyle
karşılaştırınız. Ortaya çok ilginç neticeler çıkacağından ve şaşkınlık
içerisinde kalacağınızdan emin olabilirsiniz. Artık ''Rodina'' ve
benzerleri gibi tepkisel yaklaşım modellerinin rafa kalktığını ve
Rodina’nın işlevsellik kazandırıcıları dışında da bizimle ilgili düşünce
yürüten kurum kuruluş ve yapıların olduğunu göreceksiniz.
Kısacası güç her zaman bütünlükten bir arada olmaktan kaynaklanan ve
korunmadan tutunda her anlamda hayatta kalmaya kadar kimi zaman etik
kimi zaman etik olmayan bir kavramdır. Güçlü olmak ancak farklı paylara
sahip olsak bile aynı paydada bir araya gelebilmekle mümkün olacaktır.
Muhakkak ki, kültür durağan değildir.yaşar kendini geliştirir ve bu
yaşam ve gelişim işlevinin dinamosu aynı kültürden olan kişilerin
fikirsel ayrılıkları farklı düşünüş biçimleridir. Bu kültürün en önemli
içsel dinamiğidir.
Tartışalım, farklı fikirlerimiz olsun ama bu dinamiğin bizi taşıdığı
hedefe dikkat edelim. Kendi kendine başlasa da bu dinamiğin yönetiminin
önemli olduğunu unutmayalım.
Tha sizleri mutlu kılsın.
Alemdar Alemcioğlu
13.08.2006
Arkadaşlar benim amacım Müslüman'ca yaşamak ve yaşatmaktır. Siz ne
diyorsunuz ya. Ahiret diye bir şey vardır. Ebu Leheb mi oldunuz?
Hepinizi İslam'a davet ediyorum. Evet ben rakı içerim ama Müslüman'ım.
Saygılar hakkedene.
K. Dokuz
14.08.2006
Sayın Alemcioğlu,
Hem Müslümansın, hem rakı içersin. Afiyet, şeker olsun, buna bir
diyeceğim yok. Benim anlamadığım cümlenin sonunda; ''saygılar hak
edene'' diyorsun. Ne demek istediğini pek anlayamadım, lütfen açıklar
mısın? Saygıyı kimler hak eder, kimler etmez?
Saygılar, sevgiler dünyanın tüm insanlarına. Hoşçakalın.
Hajkasım Erdoğan
14.08.2006
Anadolu'da bir laf vardır, temsilde hata olmasın. "Kör, köre cırt
parmağım gözüne" demiş. Sayın Yeldar Abhazya'da bir gecenin içinde....
2.500.000. Abaza'yı ve 2.500.000 Hıristiyan Gürcü'yü yok eden zihniyet
hangi zihniyetti ve başlarında dünyaca ünlü hangi sosyalist vardı?
Eğer bu kan emici yaratığın yaptıklarına yalan derseniz, ABHAZYA'DA
bunları anlatan Abazalar yalan söylüyor demektir. Bizlerde onların
yalancısıyız. Sizin dediklerinizin tek harfine katılmıyorum. Bence
sağcı, solcu, ateist, kominist ne olursa olsun. ÇERKES ÇOK DEĞERLİDİR.
Senin siyasi görüşün beni hiç ilgilendirmiyor, eğer Çerkes'sen benim
kardeşimsin. O zaman ben seninde, o 95 kişinin de yanındayım. Sadece
Çerkes olduğunuz için.
Şeref Kahrıman
15.08.2006
Sayın Hajıkasım Erdoğan durumu aslında net biçimde özetledi. Paylar
farklı olsa bile paydaları eşitlemek bu işte. Sosyalist, komünist,
radikal İslamcı vb.ne olursa olsun bizi birbirimize bağlayan payda aynı
kültürel temellerle dünyaya bakıyor olmamız.
Bir kez daha hatırlatmakta fayda görüyorum. Bu tür ayrışımlar sadece güç
kaybına yol açar. Ve dış etkenler tarafından bir çok topluluğa empoze
edilmektedirler. Komplo teorisi gibi gelse de günümüz dünyasında
''propaganda''ya dayalı bir savaş var. Kullanılan yöntemlere kısaca
yukarıdaki yazımda belirtmiştim.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Tha sizleri mutlu kılsın.
Fuat Aydemir
15.08.2006
Merhaba,
Bu başlık altında gerçi bizlerin artık bir şey yazması fark etmiyor.
Zira Yeldar arkadaş yanıtlamayacağını söyledi. Ancak sayın Hajkasım
Erdoğan bey; maalesef Mevlanacılık yetmiyor bu davada. Yani Çerkes ol da
ne olursan ol mantığıyla hareket edemezsiniz. Gerçi suya sabuna
dokunmayan "Ben Çerkesliğimi kendimle, ailemle yaşayayım da o bana
yeter" diyorsanız tabi ki felsefeniz doğrudur. Ama Çerkes kültürü
yaşamalı, asimilasyona karşı mücadele edilmeli, dönüş ya da kalıp da
kültürel hakların alınması vb. mücadele gerektiren eylemliliklerde
siyasi bir şekillenme çizmek ya da sahip olmak zorundasınız.
İnsanlar düğüne çağrılmıyor ki "Çerkes olsun, yeter" mantığı güdülsün
sadece. Bu anlamda Çerkes kültürüne en büyük sekteyi vuran iki kesim
mevcuttur. Bunları da Türk-Çerkes diye kimliğe ayırmaya bile gerek
yoktur.
Gericiler ve aşırı milliyetçiler; bana göre Wahabist bir Çerkes ya da
kafatasçı bir Çerkes kültürel değerlerimizi korumamıza, yaşatmamıza
engel teşkil eden tiplerdir ve Çerkes olmaları hiçbir şey ifade etmez.
Tabi ki bir düğünde, bir toplantıda, gecelerde, gösterilerde sadece
"Çerkes olmak" kriteri arayabilirsiniz de ulusal-kültürel mücadele de
bakış açınızı belirlemek zorundasınız. Tabi ki, mücadele diye bir
kaygınız var ise.
Saygı ve sevgiler.
Hajkasım Erdoğan
16.08.2006
Sayın Fuat Aydemir,
Ne yapalım yani? Çerkes olabilmemiz için ideolojilerden birine mi
yaslanmak lazım. Sosyalist olunmadan Çerkes olunmuyor mu? Yanlış anlama
benim epeyce siyasetle uğraşmışlığım var. Hangi siyasi görüş Çerkesleri
bir araya getirmiş? Bana tek bir örnek verebilir misin?
Tek bir siyasetimiz vardır o da Çerkeslik. Farklı milletlerle beraber
Çerkes gibi yaşamaya uğraşmaktansa, her türlü ideolojiyi benimseyen bir
Çerkesle beraber Çerkesliği yaşamayı tercih ediyorum.
Bu benim tercihim.
Benim ve sülalemin Çerkesliği nasıl yaşadığını, Kiremitli'den,
Sivas'tan...KIPların herhangi birinden sorup öğrenebilirsin. Sizin
gözünüzde gerici, yobaz, faşist olabilirim ama yanılıyorsun, ben
Çerkes'im, Çerkes gibi yaşarım ve çok mutluyum. Ben bu Çerkes toplumunun
içine senede bir sefer bir aylığına eş dost ziyareti olsun diye
girmiyorum, devamlı içindeyim.
Şu soruya cevap vermeni istiyorum. Bir gecenin içinde 2.500.000 Abaza'yı
yok eden zihniyet, hangi zihniyetti, İslam mı Wahabi mi? ABHAZYA'yı
Abaza kanına boyayan bu kan emici, hangi millettendi, kimdi ve hangi
siyasete hizmet ediyordu? Tekrar ediyorum siyasi görüşü beni
ilgilendirmiyor, Çerkes benim için çok değerlidir.
Sizin aradığınız tek tip Çerkes zor bulunur, bulduklarınızla
yetiniyorsanız o da sizin tercihiniz.
Fuat bey, sana verebileceğim örnekler aklının almayacağı kadar çok,
benim sülalemden, KIPlardan o kadar çok örnekler verebilirim ki, aklın
durur. Siyasetin yüzünden Çerkesliği bir kenara bırak insan gibi
yaşamaya hasret kalmış insanımız o kadar çok ki. Onun için diyorum ki,
buraya siyaseti bulaştırmayalım. Şuraya toplanan üç beş kişiyi de bir
birine düşürmeyelim.
Boris Godunov
16.08.2006
Reçete, olarak algılanması istenilen herhangi bir ''izm'' doğrudan
doğruya bizim toplumsal elem ve hazlarımızdan doğmadıkça çare olacak
demek yanlış olur. Bu kapsamda dönüş düşüncesi bizden doğan bir fikir
olması hasebi ile doğrudur. Tabi ki bu fikri kabul edenler dönmeli,
buralarda oyalanmamalı. Bir düşüncemde şudur sürgünün bize vermiş olduğu
birlik duygusu, Abhazya savaşında, Kafkasya'da da kendini göstermişti,
lakin Çeçen savaşından sonra durum neden değişti, Hıristiyanlara yardıma
Wahabistlerde gelmişti, ne oldu da,değişti? Bu durumlar, birlik
ruhu olmamış fakat duygu olabilecek seviyeye yükselmişken.
İbretlik duruma bakınız, dünü ağız dolusu eleştirenler bu duygunun
öldürülmeye çalışılmasına gık diyemiyorlar, diasporayı etkileri altına
alan bu mihraklar kime ve neye çalışıyorlar? Onlar ''izm''leri
yüceltirken bari birde dedelerinin mezarına s...larda içleri daha rahat
eder. Açıkça uyarıyorum, Kafkasya'yı bölmek ayrıştırmak, yabancılaştırma
siyaseti güdenler gütmek zorundalar. Çünkü ecelleri burada yatıyor, bu
bölgeyi duygu birliği sağlayacak her şeyden mahrum etmek zorundalar ve
öcüler icat etmek zorundalar, bir zamanlar onlar dedelerimize de haydut
derlerdi de dünyayı buna inandırmak isterlerdi.
Şimdi o haydutların çocuklarını birbirine tınmaz hale getiriyorlar. O
halde dünün çaresizliklerini ders olarak alırken dikkatli konuşmalıyız.
Kim ne derse desin Kafkasyalıların anasını ağlatan Ruslardır, ağlatacak
olanda bu böyle biline.
Şimdi ben Ruslar Wahabist diye Çeçenleri öcü mü görecem? Bari hacca da
gitmeyelim veya Abhazlar, Osetler Hıristiyan diye kardeşlik borcumu
çizeyim mi veya dedelerimiz şeriatçı idi deyip red mi edelim?
Üç kırık teori öğrenen meydana çıkıveriyor. Sosyalist mehdi kesiliyor,
burası Çerkes meydanı ise yok öyle yağlı ballı şatafat. Dönülecekse
dönelim, ölünecekse ölelim, oynanacaksa oynayalım, ağlanacaksa ağlayalım
ama diyenler dediklerini yapsınlar.
Söz, Kafkasyalılarda bildiğim kadarı ile ağızdan çıkar, haydi görelim
bekliyoruz. Selam duruyoruz.
Fuat Aydemir
16.08.2006
Merhaba,
Öncelikle Erdoğan kardeş, zaten senle beni kimse bölemez, benim
vurgulamak istediğim olayı tam anlatamadığım izlenimi edindim.
Senin olaya aşırı iyi niyetle yaklaştığını biliyorum. Zira seni
tanıdığım kadarıyla söylüyorum. Keşke olay bu kadar basit olabilseydi.
Zaten bizim gelenek ve kültürel değerlerle yetişip de "Aşırı dinci ya da
ırkçı" insanlarımızın çıkması beni şaşırtan. Anavatanda bizlerin en
büyük tehlikesi tabi ki Rus faşizmidir. Türkiye'de de Türk faşizmi.
''Türk'ün Türk'ten başka dostu'' yok diyen zihniyet. ''Türkiye
Türklerindir'' diyen zihniyet.
Faşizmi ve aşırı dinciliği (müslumanlik-hristiyanlik-yahudilik fark
etmiyor) mücadele edinmiş insanlarla istesen de bir arada olamazsın. Bu
kafaya gelmiş insanların Çerkesliği de kalmamıştır.
Onun dışında; ne görüşte olursa olsun, her insanımla bu mücadeleyi
paylaşmak, omuz vermek yaptığım ve yapacağım şeydir. Yeldar arkadaşın
çağrı şekline, keskinliğine ilk eleştiriyi de yazan benim. Doğrularını
onayladığım gibi yanlışlarını da kendimce belirttim.
Sorun nettir. Bu sorunun çözümünde her görüşten insanlarımızla ortak
paydayı bulmak gerekiyor.
Son olarak; yazı şeklim itibariyle şöyleyseniz, böyleyseniz diye
vurgularım kesinlikle şahsına değildi. Ana düşünceye yönelik genel
vurgulardı. Bu anlamda hata etti isem şahsından özur diliyorum.
Saygı ve Sevgiler.
Lezgi Ömer
16.08.2006
Sayın GODUNOV,
Mihrak araya araya helak oldunuz. Helak olmaya da devam edeceksiniz.
Neden mi? Görünen köy kılavuz istemezde ondan.
Şu yazdıklarınıza bakın. Siz Çerkes olsanız ne olur olmasanız ne olur.
Olmasanız daha iyi olur.
Asıl sözüm, denetimi yapan arkadaşımız FA’ya: Ben bu sitenin
müdavimlerinden biriyim. Çok sert tartışmalara da katıldım. Fakat hiçbir
zaman böyle terbiyesizce yazılmış yazılar olmadı burada. ’’Dedelerinin
mezarına s...larda içleri daha rahat eder.’’ Bu ne büyük
terbiyesizliktir. Bu ne büyük kendini bilmezliktir. Siz hangi hakla
böyle bir cümleyi yazıyorsunuz sayın GODUNOV, sizde ne hakla bu cümleyi
sayfaya asıyorsunuz sayın Fuat Aydemir?
Tüm dileğim bu yazıyı foruma astığınız için katılımcılardan özür
dilersiniz… Hem siz Sayın GODUNOV hem siz Sayın Fuat Aydemir.
Tüm katılımcılara saygılarımla.
M. Emin Yaşar
16.08.2006
Dikkatimi çeken konu şu arkadaşlar: Kim bir oluşum bir üretim için bir
şeyler yapmaya çalışsa kimseleri bulamıyor, cevap dahi alamıyor. Kim bir
şeyler için standartların dışında bir şeyler yazsa, bam teline dokunsa,
kalemler çekiliyor ve başlanıyor kavgaya. Dolayısıyla foruma katılanlar
yüzleri geçiyor.
Nedendir anlamış değilim bu kavgaya duyduğumuz iştah. Neden hep
enerjilerinizi detaylara verip israf ediyorsunuz? Neden arkadaşlar
neden? Allah rızası için okuyun şu forumdaki tüm yazıları, anlatımlar
dolaylı da olsa herkesin istediği aynı şeyler aşağı yukarı. Ama bizler
anlatım ve anlama özürlüyüz. Neden birileri hep hesap sorma arzusu ister
anlamış değilim.
Sevgili Lezgi Ömer, Budunov arkadaşımın yazdığı cümle yakışık almamış
doğru ama nasıl bir tarz bu ya. Özür dile, tehditvari tavirlar! Adamın
diğer yazdıklarında ana fikri yazısının onlarla ilgili yorum getir ve
deki "Kardeşim kullandığın bu ifade yakışmadı lütfen değiştir, kendimi
rahatsız hissettim."
Evet sevgili kardeşim Budunov, rahatsız edici bir şey bu bolümle ilgili
benzetmede olsa duygularını daha düzgün ifade edebilirsin. Biz ne zaman
dayanışırız, ne zaman birbirimizi anlarız, ne zaman bir halka içinde
oluruz bilmem ama bildiğim bir şey var oraya gelene kadar " atı alan
Üsküdar'ı geçer".
Saygılarımla.
Fuat Aydemir
16.08.2006
Merhaba,
Tum okurlardan denetim sırasında yaptığım hatadan ötürü çok özür diliyor
ve bu görevimden ayrıldığımı duyurmak istiyorum. Art niyet yoktu, sadece
gözden kaçan bir hata olduğunu belirtmek istiyorum.
Saygı ve sevgiler...
Lezgi Ömer
17.08.2006
Sayın Yaşar,
Normal bir insan, fikirlerini yazarken kullandığı üsluba dikkat eder.
Eğer bu normal insan Çerkes ise o zaman bin kat daha fazla dikkat eder.
Burası herhangi bir yer değil. Bu sebeple buradayız. Burayı
diğerlerinden ayıran bir seviyesi olduğu için buradayız. Sizin deyimizle
''adamın'' yazdıklarının ana fikri ''adamın'' üslubunda zaten apaçık
ortada.
Gelelim benim tarzıma. Ne zamandan beri dilekte bulunmak tehdit olarak
algılanıyor sayın Yaşar? Benim yazdığım aynen şu: ''Tüm dileğim bu
yazıyı foruma astığınız için tüm katılımcılardan özür dilersiniz… Hem
siz Sayın GODUNOV hem siz Sayın Fuat Aydemir.'' Bu cümlem yukarıda
duruyor.
Fuat Aydemir bey, Çerkes'e yakışır tarzda özrünü diledi. Fakat istifası
çözüm değil. Kendisinin bu topluma hizmetlerini görüyoruz. Sadece daha
dikkatli olması lazım. Böylesine topluma malolmuş bir sitede daha
dikkatli ve itinalı olmasını diliyorum.
A.pşaşe
17.08.2006
Maf Sayın Fuat Aydemir,
Nereye, diye sormak istiyorum şimdi gördüm yazınızı. Ben bir katılımcı
olarak asla istemiyorum gitmenizi özellikle de böyle bir nedenden.
Hatalar insanlar içindir hatayı kabul etmek de olgunluk belirtisi
telafi, etmeye çalışmak dururken gitmek hayır! Ben bunu sizden özellikle
rica ediyorum ki kalmalısınız burada. Hatayı hem yapıp hem de üste
çıkmaya çalışan Çerkeslik adına da hiçbir getirisi olmayan faaliyetler
söz konusu olduğunda hep mazeretler sıralayan bu haliyle kalkıp
kritikler yapan insanları düşündüğümde binlerce defa hayır gidemezsiniz
diyorum gidemezsiniz. Defalarca yazacağım hem de hiç usanıp bıkmadan siz
buradayım deyinceye kadar.
Saygıyla selamlıyorum sizi...
Fuat Aydemir
17.08.2006
Merhaba,
Öncelikle isteseniz de gitmiyorum bir yere. :) Sadece Denetim
Kurulu'ndan ayrılmak istiyorum. Sadece Fuat Aydemir olarak yazmak
istiyorum. "Denetim" kavramıyla hiç barışık olamadım hayatım boyunca.
Zaten diğer arkadaşlar gayet güzel bir şekilde yerine getiriyorlar
görevlerini...
Saygı ve sevgiler...
Boris Godunov
17.08.2006
Sayın Lezgi, ben hatasızlık iddiasında değilim ki. Oldu, senin gül
hatırına Çerkesliğe de veda edelim olur biter. Diğer katılımcılar ve
sayın Aydemir'in affını rica ediyor, hatanın sahibi olarak yazınında
zarif yürekleri incitmemesi için kaldırılmasını denetimden rica
ediyorum.
Tremko
18.08.2006
Çerkeslerin içinde farklı siyasal oluşumların olması gayet normal ve
olması gerekendir. Bütün Çerkeslerin aynı görüşten olmasını beklemek
hayalden de öte. Her siyasi oluşum karşısındakine şüpheyle bakmakta
sorun burada. Sosyalist, Müslüman'ın arkasında Wahabi'yi, İran'ı,
Müslüman, sosyalistin arkasında Rus hayranlığını sempatisini ararken
hata yapıyor. Kamplaşma daha anavatana dönme muhabbetleri yapılırken
gündeme gelirse bu kimseye fayda sağlamaz. Aksine daha yola çıkmadan
tekerlek kırılır.
Çerkeslerin sorunu, hala uluslaşma sorunu-ulusal sorundur. Ulusal
mücadelelerde her ilerici toplumsal katmanın desteği ve dayanışmasına
ihtiyaç vardır. Başlığı açan arkadaşın gerici derken kimleri kastettiği
muğlak. İşçi, sosyalistler için ezilen ve devrimci yönü kuvvetli bir
sınıftır.
Peki dindar bir Çerkes işçi nedir? Sosyalist saflara belki
kazanamayacağın ama Çerkes ulusal mücadelesinde yan yana olacağın
insandır.
Gericilik olarak algıladığım şey;
1) Dönüş fikrine tamamen karşı
2) Rus egemenliğine itaat etmekte kararlı olmaktır.
Bu görüş dışındaki tüm Çerkesler bana göre bir araya gelebilecek
yapıdadır ve gelmelidir...
Muharrem Erdem
21.08.2006
Sayın Erdoğan,
Çerkes olarak dogmanız ve bunu unutmamış olmanız Çerkes olmaya elbette
yeter. Ancak kendinizi ait hissettiğiniz topluluğun, nüfusunun büyük
bölümü diasporaya dağıtılmış, anavatanların da kalanlarının ise,
yaşadıkları toplumsal alt üst oluşlar sonucu halen bağımsız bir ve tek
devlete sahip olamamış ve uluslaşamamış, diasporada yaşayanların ise
hızlı bir asimilasyon süreci içinde eritildiğini görüyorsanız ve buna
seyirci kalmak istemiyorsanız, bir şeyler yapmak zorundasınız! Çerkes
olmak için herhangi bir ideolojiye de yaslanmak zorunda değilsiniz,
fakat en azından diaspora da asimilasyonu durdurup, kimliğinizle
yaşayabilmek ve de yeryüzünde Çerkesliğin kıyamete kadar yaşayabilmesi
için, dönüş, uluslaşma ve bağımsız bir devlete sahip olma zorunluluğunuz
varsa, bunları gerçekleştirmek için de bir stratejiye ihtiyacınız
vardır.
Siyasetle yeterince uğraşmışlığım var, diyorsunuz. O halde stratejinin
altının taktik, üstününse siyaset olduğunu biliyor olmalısınız. Bilerek
siyasete bulaşmayalım diyorsanız, dönüş tezine karşı olduğunuz anlamı
çıkar, ki dönüş önerenlerin siyasi kimliklerine yönelttiğiniz yapıcı
olmayan eleştirilerden ve çok yazıp da, dönüş üzerine olumlu hiçbir şey
yazmamanız bunu doğruluyor.
Eğer kurtuluşumuz için farklı önerileriniz varsa buyurun sizi
samimiyetle değerlendirmeye şahsım adına ben hazırım. Unutmayalım,
sürgün öncesinde de sürgünde de başımıza gelenlerin sorumlusu emperyal
güçler siyasetten bağımsız hareket etmiyorlardı ve bu gün biz o
siyasetlerin mağdurlarının torunları olarak bu durumdayız.
Kafkasya'da bir gecede 2.500.000 Gürcü'nün ayrıca 2.500.000 Abaza'nın
bir gecede ortadan kaldırıldığını, sorumlularının sosyalistler olduğunu
ima ediyorsunuz. Ben bir Abaza'yım, bu konuda Abazaların söylüyor
olmalarından başka kaynaklarınız varsa yazın da bizde öğrenelim.
Ayrıca Yeldar arkadaşın vurguladığı gibi, olaylara at gözlüğü ile
bakmaktan kurtulalım. İkinci paylaşım savaşında sosyalizmin düşmanı,
Hitler faşizminin Avrupa'da hangi yöntemlerle kaç milyon insani
öldürdüğünü bilmiyor musunuz? Savaşın sonuna dinlenmiş bir güç olarak
müdahil olan ABD'nin Hiroşima ve Nagazaki´de savaştan sonra Vietnam'da
neler yaptığı hiç aklınıza gelmiyor mu? Aynı Amerika'nın milli çıkarları
için bu gün de dünyanın dört bir yanında kan içmeye devam ettiğini
görmüyor musunuz?
Hatalarıyla, sevaplarıyla kapanmış bir dönemin, sorumlularını itham
etmek bize bir şey kazandıracaksa hep beraber edelim. Aynı sosyalizmin,
anavatanda yok oluşumuzu engellediğini bu gün orada sahip olduğumuz
kazanımların da mimari olduğu gerçeğini görmezden gelmeyelim.
Herkes siyaset yapıyor sayın Erdoğan. Türkiye´de bizi asimile etmek için
siyaset yapıyor. Çıkardığı Türkçe dışında dil konuşmak yasaktır
yasalarıyla, vatandaş Türkçe konuş kampanyalarıyla, siyaset yapıyor.
Çocuklarımız Nart destanlarından önce başka destanları öğrensin diye,
Çerkes değil, Panturanist, Panislamist ideolojileri empoze ediyor.
Çocuklarımız Çerkesliklerini öğrenmesinler, bağımsız Çerkesya yerine,
Asya'daki esir (!) birlikte Kafkasya'nın da kurtulacağını düşünsünler,
kendilerine yabancılaşsınlar diye. Bunu yaparken kendi köyünde
Çerkesliğini kendi halinde yaşayana belki dokunmuyor. Ancak Çerkes
uyanışı için öncülük etmeye çıkanı eziyor. Dernekler üzerinde baskı
kuruyor.
Toplumu sindirmeye gücünün yetmediği yerde siyasetine şiddeti katmaktan
çekinmiyor. Çerkeslerin birliği için çalışmalar yapan, bir toplantı
çıkısı, 5 Kasım 1977'de üzerlerine silahla ateş açılanlar bizim
gençlerimiz değil miydi? Orada Tsey Mahmut Özden şehit olmadı mı?
Bu gün ortaya konulmak istenen, Çerkeslerin yararına her projeye sağdan,
soldan yapılan saldırılar neye hizmet ediyor sizce? Bu gün nispeten
imkanların daha fazla lehimize olduğu bir dönemi yaşıyoruz. (İmkanların
hangi mücadele ve bedeller sonucu lehimize açıldığı başka bir konu.)
Bu dönemde samimi olan herkes üzerine düşeni yapmalı diye düşünüyorum.
Getirilen her öneri kim tarafından getirilirse getirilsin,
değerlendirilmeli ve üzerinde yapıcı bir tarzla tartışılmalı.
Atalarımızın bir rüyaları vardı: "Bizler milli savaşımızı kaybetsek de
insanlığımızı kaybetmeyeceğiz. Bu gün anayurdumuzu boşaltıyoruz. Ama o
kalbimizden asla çıkmayacak. Bir gün atımın üstünde ve kılıcım elimde
yurduma geri döneceğim. Eğer dönmeden ölecek olursam bedenimden hiç
değilse bir parçayı anayurduma getirin ve köyümün mezarlığına gömün."
(Hacı Grandük Berzeg)
Bu hafta değerli bir büyüğümüz, şiir üzerine çok güzel bir yazı yazdı.
Ellerine sağlık. Aynen katılıyorum. Şiir sayfalar dolusu yazının
anlatamadığını birkaç satır ile anlatma gücüne sahip olabiliyor
gerçekten. Anlatma külliyesi viran
tarih yazıcısına siyaset ve
bezirganlık ilminin erbabına ki,
at değil ateş hırsızlığıyla başlar senin hikayen ve
sayıklayan bir coğrafyada
sayrılıklar salgın umutlar yaralı hatıralardan
kan sızmaktadır kavminin
kendine olan zulmü itikat,
itimat ve itaat idi bundandı talan,
iskan ve hicran bundandır
kızların cariye silahşorların emir kulu oluşu
bundandır tarih denilen sarsağın
sana ayırdığı sayfalar eksik,
yanlış ve alfabesi unutulmuştur.
Anlatırlar ki,
muhacir olanın hicrandır ömrünün yarısı.
Canın yanıyor koca Nart,
çılgın tay bir rüyan olsun artık,
bir rüyan olsun
Not: Bu dizeler şair Ahmet Telli´nin Barbar ve Sehla isimli kitabındaki
iki ayrı şiirinden düzenlenmiştir.
Bütün katılımcılara sevgi ve saygılarımla.
Fuat Aydemir
22.08.2006
Merhaba,
Öncelikle hoşgeldin Muharrem arkadaş.
Basit ve çok güzel bir şekilde ifade etmişsin doğruları. Sadece ekler
yapmak istiyorum. Türkiye'nin ana siyasetiydi bizleri siyasetsiz kılmak
ve bunu kendimizin gayretleriyle de kısmen başardı. Tek örgütlü yapı
diyebileceğimiz derneklerimiz düne kadar ekip
gösterileri-geceler-sergiler gibi kültürel faaliyetlerle
sınırlandırılmıştı. Oysa bizlerin daha geniş, daha içerikli-amaçlı
örgütlenmelere ihtiyacı var oysa.
Türkiye'nin demokratikleşmeye zorlanması sonucu elde edilen bir kısım
haklar (dil öğretimi vb) ve kimliğimizi seslice dile getirmenin ardından
az da olsa kıpırdanmalar başladı. Demokratik Çerkes Platformu gibi,
Jineps gibi siyasi-hedef içeren yapılanmalar çıktı ortaya. Umarım daha
da genişleyerek daha kitlesel ve ortak politik dizgilerde hareket
edebilen birlikteliklere ulaşılabilir.
Saygı ve sevgiler.
Hajkasım Erdoğan
29.08.2006
Sayın Erdem,
O beş milyon insanın yok edilme şeklini, size ABHAZYA'DAKİ yaşlı
Abazaların anlatımıyla anlatabilirim. Yazımda da belirttim. Yalansa
onların yalancısıyım. Bu söylediğim söz için onlardan özür diliyorum,
çünkü o insanlar yalan söylemez ve laf olsun diye de konuşmazlar.
Madem ki Abaza'sınız, biraz daha sıkı araştırma yaparsanız, Abazaların
ağzından duyma şansınız var. Kimmiş o beş milyon insanı yok eden? Benden
iyi biliyorsunuz onu. Evet o insanların bir birini kurşunladığı
dönemleri çok acıda olsa yaşadım. Bunlar hep cehaletten geliyor ve bu
cehalet hala devam ediyor. İnsanlarımız bir birini düğünlerde
kurşunluyor, buna da cehalet diyorum. Herhalde yazımı iyi okumadınız,
bir daha gözden geçirin, ben siyasi görüş umurumda değil, yeter ki
Çerkes olsun diyorum.
Elbette siyaset olacak. Ama illaki şu veya bu görüş olacak diye bir şey
olmaz. Çerkes olabilmek için sosyalist mi olmak lazım, ben bunu
anlayamadım. Çerkeslik için neler yaptığımı merak ediyorsanız, çok
şeyler yaptığıma inanıyorum. En basiti, siyasi görüşünden dolayı hiç
kimseye sen Çerkes olamazsın demedim. Seninde siyasi görüşün beni
ilgilendirmiyor ve Çerkesliğin benim için yeterlidir diyorum. Ama sizler
beni ve benim gibi düşünenleri Çerkes olarak kabul etmeyiz diyorsanız, o
da sizin bileceğiniz bir şey. Ne diyeyim, ona da itirazım yok. Yeter ki
sizler çok başarılı olun, bizlerde gurur duyalım.
Muharrem Erdem
29.08.2006
Sayın Erdoğan,
Sizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum. Önce samimiyetle inanmanızı
isterim ki, hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun Çerkeslere, sizin
yaklaşımınız ne ise benim ki de odur. Yani sizin dediğiniz gibi bütün
Çerkesler benim de kardeşimdir. Hiç kimse kimseyi, hele ki bir Çerkes
diğer Çerkesleri kendisi gibi düşünmeye zorlama hakkına sahip değildir.
Siyasetin bizleri böldüğü konusunda haklısınız. Tabii ki Çerkesliği
ikinci plana iten, Çerkes yaşam biçimini erozyona uğratan tüm diğer
faktörler gibi, mevcut siyasetler de önemli birer faktördürler. Ben
Çerkes gerekliğine demokrat bir bakışla yaklaşılması gerektiğine
inanıyorum. Çünkü genel sorunlara deva olabileceğine inanılan alternatif
sosyalist reçetelerden önce, demokratik tartışmalara ve ortak payda da
buluşularak yaratılabilecek bir birliğe ihtiyacımız var ve Çerkeslerin
yararına olacak olan siyaset hiç kuşkusuz, Çerkeslerin gerçekleştirmeyi
başarabildikleri birliğin ürünü olacaktır. Bu nedenle hiç kimsenin
olmadığı gibi sizinde önce sosyalist, sonra Çerkes olma zorunluluğunuzun
olmadığını, düşündüğüme emin olmanızı isterim. İsterseniz kendi siyasi
görüşünüzü yazın, bu görüş ne olursa olsun, benim size beslediğim
kardeşlik duygularında hiçbir değişiklik olmaz inanın. En fazla bu
görüşün doğruları ile yanlışlarını, bir üslup çerçevesinde bir birimizi
rencide etmeden, aklımın erdiği kadarı ile tartışmak isterim sizinle.
Onu da siz isterseniz yaparım. İstemezseniz o konuya da hiç girmem.
Araştırın derken de haklısınız. Diaspora da ezilmiş ,yok olmasına ramak
kalmış bir topluma ait olduğumu ve sürekli araştırmak zorunda olduğumu
biliyorum ve sanırım bu hepimiz için geçerli olmalıdır. Yazarken,
tartışırken gerçeklerden ve bilimsel doğrulardan kopmamak hepimiz için
bir zorunluluk olsa gerek. Yoksa ezilmişliğimizden kaynaklı
duygusallığımızla söyleyebildiğimiz şeyler, gerçeklikle alakasız
olabiliyor ve bunun yalancılıkla hiçbir alakası yok. İnanın ki,
sosyalizm propagandası yapmak gibi ne bir derdim ne de kaygım var. Öyle
olsa önceki yazımda, yeryüzünü de Hitler faşizminden Sovyetlerin
kurtardığı vb. bir sürü şeyi yazabilirdim.
Ancak tarihi kurcaladığımızda, ister istemez bazı gerçekliklere de temas
etmek zorunda kalıyoruz. Abaza kıyımı konusunda da bu böyle. Bildiğiniz
gibi Rus Kafkas savaşları kimine göre 150, kimine göre 400 yıl
sürmüştür. Ruslara karşı Abazaların da savaştıkları ve bu savaşların,
1810'da Abhazya'nın, Rusya'nın egemenliğini tanımasına rağmen, bir kısım
Abaza'nın bunu kabullenmemeleri üzerine savaşın 1864'e kadar sürdüğü;
1864'te sayıları 300.000 civarında olan Abhaz-Abaza'nın göç ettirildiği,
yapılan araştırmalarla ortaya çıkmış durumda ve araştırmacıların büyük
çoğunluğu, göç ettirilen Abhaz-Abaza sayısının, Kafkasya'da kalanlardan
fazla olduğu konusunda hemfikir. Yani Kafkasya da kalan Abaza sayısı
300.000'in çok çok altındadır. Bu durumda büyük kıyımlardan 53 yıl sonra
1917'de iktidarı alan sosyalistlerin isteseler de 2.500.000 Abaza'yı
Kafkasya'da bırakın katletmeyi, bir arada bulabilme şansları var mıdır?
Siz karar verin.
Öte yandan 1921'den itibaren Gürcülerle eşit haklara sahip olmak isteyen
Abhazya'nin tüm girişimlerinin, Gürcü asıllı Stalin ve yine KGB'nin
Gürcü asıllı başkanı Beria tarafından engellendiğini de yine ayni
kaynaklar yazıyorlar. Bu da kabullenmek zorunda olduğumuz başka bir
gerçek. Hiç bir sosyalist yok Stalin böyle bir şey yapmamıştır diyemez.
Fakat en yetkili iki Gürcü yöneticinin 2.500.000 Gürcü'yü katlettiğine
de kimse kolay, kolay inanmaz.
Sayın Erdoğan ben tüm Çerkeslerin önyargılarından kurtularak bir birlik
oluşturmak zorunda olduklarını ve bunun yolunun, karşılıklı diyalog ve
anlayıştan geçtiğine inanıyorum. Bunun gerçekleşmesi başarının
kendisidir ve olursa bu başarı hepimizin olacaktır. Ben sadece umutsuz
değilim, çünkü inanıyorum ki, umutsuzluğun olduğu yerde umut başlar.
Çerkes toplumunun yok edilen değerlerinin birer, birer yeniden var
edilmeye başlandığı günlerin arifesindeyiz ve Kefken Projesi bunun en
güzel habercisi diye düşünürken, sizin de orada olduğunuzu öğrendim.
Kendi adıma teşekkürlerimle birlikte, tekrar saygı ve sevgilerimi
sunuyorum.
Sağlıklı kalın.
Hajkasım Erdoğan
30.08.2006
Sayın Muharrem,
Ne güzel demişsiniz,ağzınıza sağlık sikoeş. Faşist Hitler ve buna benzer
kan emiciler, heykelleri kendi toplumları tarafından yıkılarak
yaptıkları, zulümlerle beraber tarihin kara sayfalarına gömüldüler,
hatırlayan bile yok. Hakkettiklerini buldular.
Bizim için mühim olan birlik ve beraberliğimiz, birlik oldukça
yaşayabiliriz, ben bunu derim.
Kefken meselesine gelince, siz bana teşekkür ediyorsunuz ama ben,
kendimden utanıyorum. Neden bu kadar geç kaldık? O atalarımızı nasıl ve
neden yalnız bıraktık, el arabaları dolusu içki şişesi (abartmıyorum
emin olun) atalarımızın mezarı başında içilirken biz neredeydik? Bizler
nasıl Çerkes'iz ki hala buralarda yazı yazabiliyoruz diye düşünüyorum.
Yapmaya çalıştığımız şeyler zaten bizim vazifemiz, bunun için bir
birimize teşekkür etmemize gerek yok. Hiçbir siyasi görüş beni
toplumumdan ayrı tutamaz, buna gücü yetmez, çünkü kardeş kardeşten ayrı
kalamaz.
Saygılar sunarım.
Nago Kerim Ay
03.09.2006
Yeldar'ı tebrik ederim. Hiç bir zaman söyleyeceklerine süslü kılıflar
uydurmadan söyledi. Yine içimizdeki kanayan bir yarayı göstermiş. Eline
ve yüreğine sağlık...
Gelelim cevaplardan bazılarına...
Yeldar o kadar güzel söylemiş ki, o konudan rahatsızlığı olan herkes
tepkili yazılar yazmış. Çerkesliğinin unutup siyaset peşine düşen, kendi
tarihini kültürünü unutup, başka kültürlere sığınan, başka tarihlere ait
olan, vakıf vakıf, dernek dernek gezip herhangi bir çatıda tutunamayan
en sonunda küçücük 1-2 çatı altına sıkışan, üretecek hiç bir şeyi
olmayan ama üretenlere yıllardır köstek olanlar içimizdeki Çerkesleri
söylemiş Yeldar.
Bütün bunları yapan insanlara o sözler az bile...
Gönen-Abzegh
04.09.2006
Yakın tarih Çerkes realitesini anlama adına bu kadar ayrı düşeceğimiz
algılanabilseydi sefaletin değişik pozlarından ortak bir düşünce
iklimine yol bulan, oradan da reel Çerkes sorunlarına sağlıklı çözümler
üretebilen fikir platformu oluşturulabilirdi. Başka form başlığı altında
dile getirilen ve Çerkes olduğu iddia edilen iki babayiğidin bu form
başlığını ilgilendiren yönleri bulunması ve yakın tarih Çerkes
realitesine ışık tutması açısından meseleye dikkat çekilmiştir. Soruna
geçmeden önce şunun tespit edilmesi lazım bu babayiğitlerin çerkes olup
olmaması aslında hiç önemli değil çünkü biz Çanakkale'ye çok yakın bir
coğrafya da olduğumuz için kendi köyümüzden ve civar Çerkes köylerinden
savaşa iştirak eden ve şehit olan insanlarımızın olduğunu biliyoruz.
Onun dışında mesele bu ülkenin savunulması ise bu yolda şehit olan nice
Çerkes'i de herkes biliyor. Kısaca bu müşahhas tabloyu görmek için
elimizde ki veriler sadece Çanakkale savaşıyla sınırlı olmayıp nerdeyse
bu ülkenin son 150 yılda girdiği her savaşta görebileceğimiz bir realite
olarak karşımızda. Peki o zaman yıllar sonra Çerkes olmasalar bile bu
insanların şahsında yakın tarih Çerkes realitesi karşısında niçin
şaşırıyoruz, sanki uzaydan gelmişler-uzayda meydana gelmiş olaylar
muamelesi yapıyoruz, onlarla aramızda ki uçurumun mesafesini ölçecek bir
ölçü birimi var mı?
Bu tanımama, anlamama, kabul etmeme, kopukluk ve en önemlisi de yakın
tarihi anlayamama dolayısıyla uzak tarihe kollarını uzatarak kollarında
derman da kalmayan yıkık dökük halin anlamı ne? Senin tarihin,
birilerinin sana dayattığı gibi sürgünle kesildiği-sekteye uğratıldığı
için ve bu tarih ve dahi bundan sonraki Çerkes tarihi tepe tepe
kullanılmış-ümmetçi-devletçi-işbirlikçi Çerkesler tarafından temsil
edildiğinden ve o resimde olmasa da ondan çok farklı olmayan o dönem
Çerkes realitesi, Osmanlı tarafından kullanılmanın son halkasını teşkil
ettiğinden elbette kendini o halde görmek beyin guddelerini zorluyor.
Yapılan tespit çok doğru, o resimdeki insanların Çerkes olduğu iddia
edilince dikkatleri çekiyor, çeneler kitleniyor oysa ki, bu ülkedeki
Çerkes realitesinin izlerini takip ederseniz her daim cephenin en ön
safında mücadele eden ve sefaleti iliklerine kadar yaşayan insanlar
içinde Çerkesleri de bulursunuz. Bulursunuz fakat bulsanız bile o
insanlarla- kendinizle buluşmanız istenmez tabloya baktığınızda
kendinizi göremezsiniz, gördüğünüz tek şey bir türlü anlam veremediğiniz
ölümüne müfrezeler şeklinde dalan bu insanların kendi ülkeleri için
olmadığı halde içinde bulundukları şaşılacak haldir.
Sana dayatılan tarih demiştir ki; 1864 e kadar olan ama o tarihte ayyuka
çıkmış bulunan Osmanlı'nın ve işbirlikçilerinin beşinci kol faaliyetleri
ve intelijans ayak oyunlarıyla sen topraklarından söküldün, senin bu
kullanıldıkça kullanılmanın değişik boyutlarını keşfeden onulmaz yapın,
kullanılmanın en el-toz değmemiş yönlerini asıl sürgünden sonra
gösterdi. Tuttun kendine ait olamayan bir devlet için yedi düvele meydan
okudun, kendi milletin için parmağını kaldırmazken hep başka milletlerin
bekası için at koşturdun bu ha Çanakkale olmuş ha Kurtuluş Savaşı senin
bu kullanılma vasfın bugüne kadar devam edip gelmiştir. Onun için de
senin kullanılma destanın olan 1864 ve sonrası tarih, Çerkes tarihi
olamaz dolayısıyla da o dönemleri temsil eden Çerkesler, sana miras
devir edebilecek kabiliyette değillerdir. Bundan dolayıdır ki senin
yakın tarihe dair bildiğin ve bu yolda mücadele eden insanların sayısı
bir elin parmağını geçmeyecek kadar azdır, çünkü onlar kullanılma
yolunda zirveleşirken unutturulma noktasında da yerin dibine
sokulmuşlardır. Bulmak içinde böyle fotoğrafların tesadüfen çıkması
gerekmektedir işte. Birilerini tarihin karanlık sayfalarından
çekip-çıkarma faaliyeti aslında sana ruh köklerine inme, yakın tarih
Çerkes realitesiyle buluşma fırsatı sağladığından daha gün yüzüne
çıkmadan, kullanılmanın akıl almaz boyutunu teşkil ettiği gerekçesiyle,
kurşuna dizilecektir. Senin ideolojik geri dönüş projesinde yapman
gereken; 1864 sonrası Çerkes realitesinin yaşadığı devletleşme-vatandaş
olma sürecini ideolojik geri dönüş projesi için de en önemli sorun
olarak görmen, bu devletleşme sürecine-oranına hizmet etmiş ne kadar
olay varsa Çerkes tarihi dışına çıkarman, böylece es-kaza yakın
tarihteki Çerkes ruh-karakter özelliklerinden kendine yol bulmaya
çalışan, iz arayan Çerkes gençleri (bizim gibi) çıkarsa ideolojik geri
dönüş projesi de (Lenin döneminde başlayıp 60-70'li yıllarda hız
kazanan) sekteye uğrayabilir. Çerkeslerin devletleşme sürecini devamlı
kullanılma olarak dayatan anlayış, senin örnekleri çok yakın tarihte
bile görünen büyük meydanlarda dönme hasletini küçük meydanlara tutsak
edecektir-etmiştir. Çerkes ruh-karakter özelliklerini yansıtan ve beşeri
hayatın sinir uçlarına kadar ulaşacak serüvenin, bir türlü bunun
psikolojik alt yapısıyla buluşmaz ve onun yerine gösterge niteliğinde
olabilecek bazı adetleri adeta kurtuluşun reçetesi gibi gözüne sokarlar
zaten anavatana dönüşün tarihi psikolojik alt yapısı da hazırken (Rus
nefreti yerine Osmanlı nefretini ikame etmek aradan sosyalist SSCB ye
şirin göndermeler yapıp Çarlık Rusya'sı ile arasındaki farkı kalın
puntolarla belirtmek) yapman gerek tek şey küçük meydanlarda bel
kütürdeten dönüş manevralarıdır, onu da hep beraber görüyoruz.
Kısaca Çerkes olduğu iddia edilen ama özünde bunun önemli olmayıp, yakın
tarih Çerkes realitesinin pozisyonunun algılanması adına bize ip uçları
veren bu ve benzeri olaylardan, günümüz reel Çerkes sorunlarının halline
ve bize dayatılan ve kopukluk arz eden dolayısıyla da gelecek Çerkes
realitesine sağlıklı kan pompalayan damarların tıkanmasına sebep olan
yıkık dökük tarih anlayışı ve altında yatan ideoloji-ideolojik geri
dönüş projesine kadar bir dizi gerçek kapımızın önünde. 1991 deki
muazzam devrilişten sonra kılık değiştiren, halkların kardeşliği yerine
uluslaşmayı ikame eden, kullanma-kullandırma damarını
işleyerek-işleterek yaşayan Çerkes realitesinin beşeri hayata
entegrasyonu sürecinde, akıllara bıraktığı şüphe tohumlarıyla geri
dönüşte gerçekleşemediği için insanımızı en açık pozisyona düşürüp,
enerjisini eriten, adet yapıcı özelliğini de tanımlayamaz halde bırakan
anlayış karşısında, elbette Çerkeslik diye ağzına çalınan bir parmak
balla ve sosyal-beşeri hayata kodlandırılmış yansıması bulunmayan
Çerkeslik tanımlarıyla tatmin olmayan, küçük meydanlarda-fasit dairede
dönüşü sorgulayan, tanımlayan, konumlandıran, anavatana dönmüş adı
altında ideolojik geri dönüş projesinin de zamanında insanımıza nasıl
dayatıldığını çok iyi öğrenen-bilen bir anlayış ile dikilmektedir.
Bununla birlikte; Yakın tarih Çerkes realitesi karşısında o insanların
torunu olarak gurur duymana bile müsaade etmezler tarihten bir tabloyu
alıp yüreğine soksan, oradan bir yol bulup güncel sorunlara ışık tutmaya
çalışsan, o tabloyu yüreğinle beraber söküp almaya çalışırlar. Çünkü o
tabloda yazanlar, gerçek Çerkes realitesi için değil mevcut devletin
bekası için destan yazmaktadırlar. Bu destan yazıcıları da olsa olsa
kullanılmanın zirvelerinde dolaşan insanlardır. Şimdi etrafına bakarsan
nelerden esirgendiğini, esirgendiğin şeylerin yerine zihnine
tıkıştırılan şeylerle ne kadar da öngörüsüz olabileceğini anlarsın. Çok
yakın tarihte bile büyük meydanlarda atan kalbin nasıl küçük meydanlara
sıkıştığını-sıkıştırıldığını da ayrıca görürsün. Ve düğün-dernek bitip
lambalar kapatıldığında her şeyi çok parlak gösteren zifiri karanlığın,
Çerkeslerin-Çerkesliğinin üzerine kara ölüm bulutları şeklinde çöktüğünü
hissedersin. Tüm bu bilme, anlama, görme ve hissetmeler içinde sana
şirin gösterilen şeylerin ardındaki ideolojik tını kulaklara hiç yabancı
gelmezken tüm kamufle çabaları eracifi ortadan kaldırmaya maalesef ki
yetmiyor. Artık yetmeyecek de…
Muharrem Erdem
09.09.2006
Sayın Gönen-Abzegh,
"Yok olmadığını düşünen Çerkeslerle gelecekle ilgili dilimizin
döndürebildiği güzellikleri (sadece görebildiklerimiz) fısıldamak,
karşılıklı fikir tealitisinde bulunmak isterdik" konusunda samimi
iseniz; bilmemelisiniz ki, bunun yolu bu başlık altında size yazılan
cevapları görmezden gelmekten, size sorulan soruları yok saymaktan
geçmez. Hele birde üzerine, tahterevalli oynatılan kelimelerle kaleme
alınmış, anlaşılabilmesi neredeyse hiyeroglif uzmanlığı gerektiren
yazılarla, bu tutumunuzda ısrarcı olmaya devam ederseniz, sanırım
karşınızda o güzellikleri fısıldayabileceğiniz kimseyi bulamayacaksınız.
Bu başlık altında diğer arkadaşların size yeterince cevap verdiğine ve
herkes tarafından bilinen gerçeklerin, tarafınızdan bilinmeme ihtimali
olmadığına inanmamakla beraber, sizi burada yok saymanın Çerkes
adetlerine uygun düşmeyeceğini düşündüğümden, mümkün olduğunca tekrardan
kaçınarak bir şeyler yazacağım.
Osmanlı'nın, Kafkas savaşlarında ve sürgündeki sorumluluğunu
kabullenmeme ısrarınız anlaşılır gibi değil. Zira bu konuda en azından
internet ortamında yer bulmuş onlarca örnek-belge mevcut. Osmanlı
devletinin Kafkasya ile ilk temas kurduğu 17.yy'dan itibaren,
Kafkasya’dan, Osmanlı'ya ilk ferdi göçlerin başladığı, büyük göçten önce
Osmanlı ordusunda görev almış yüzlerce subay ve bir kısmı vezirlik
yapmış 300 paşanın olduğu, Osmanlı'nın, Kafkasya’yı hakimiyeti altına
almak için bu insanlardan yararlandığı, inkar edilemez bir gerçek.
Osmanlı'nın bu savaşlardaki tavrı da bir çok belgeyle ortada. Bunlardan
sadece biri "18.yy'ın sonlarından itibaren Osmanlı devleti Rusya ile
giriştiği savaşlara Kafkasyalıları da dahil etmek istiyor ve her
defasında onları Ruslara karşı tahrik etmeye çalışıyordu.
Ancak Osmanlı devleti, Rusya ile savaş sona erip, barış anlaşmasını
imzaladıktan sonra kenara çekiliyor ve Ruslar ile Kafkasyalıları karşı,
karşıya bırakıyordu. 1787-1792, 1806-1812 ve 1827-1829 Osmanlı, Rus
savaşlarında bilhassa Çerkesler de Ruslara karşı çarpışmalara katılarak
Osmanlıları desteklemişlerdi." Gördüğünüz gibi Osmanlı din kardeşlerini
bir değil, birkaç kez kafirin karşısında yalnız bırakabilmiş.
Aynı döneme ait bir başka gerçek ise: 1780'li yıllarda Çerkes Ferah Ali
paşanın Anapa da göreve başlamasının hemen ardından, Kafkasya'da imamlar
döneminin başladığıdır. 1785'te İmam Mansur ile başlayan bu süreç,
1859'da İmam Şamil’in Ruslara teslim olmasıyla sona erer.
Açıkça görüldüğü gibi yukarıdaki savaşların tarihi de imamlar dönemi
kapsamındadır. 1850'ler de sürecin yenilgiye işaret eden belirtileri
göründüğünde acaba Osmanlı hangi tedbirleri almakla meşguldür? "Osmanlı
Devleti 9 Mayıs 1857'de tehcir kanunu çıkarmıştır." Yani İmam Şamil'in
1859'da Ruslara teslim olmasından iki yıl önce ve onun ardından; "1860
yılında İskan-i Muhacirin Komisyonu kuruldu. Bunda ekonomik ve politik
çıkarlar gözetilmişti. Buradan anlaşılıyor ki, Çerkeslerin göçürülmesi
Osmanlı devletince planlanmış, sonraları gelişen fiili durumdan çok daha
önce programlanmış bir iştir." Bu alıntı Osmanlı'nın planlarını
açıklamaya yeter sanırım.
Ancak Osmanlı'nın bu konuda ne kadar kararlı olduğunu görmek için birde
şu alıntıya bakalım. "Musa Konduk ş söyle anlatır: Sadrazam ile
görüştükten sonra Berzec Hüseyin paşanın yanına gittim. Wubıh Ali Pasa
da (Hafiz paşanın kardeşi) oradaydi. Bu iki zat Çerkes muhacirlerin
vaziyetini yakından takip ediyordu. Hüseyin paşa Osmanlı devletinin göçe
hazırlıklı olmadığını, bu konuda Çerkesler için hiçbir şey
hazırlanmadığını, bu muhacirlerden ilk büyük grubun durumunun ağıt
yakılacak derecede perişan olduğunu belirterek, önemle rica ediyorum,
tehcir meselesinde acele etmeyelim, demişti. Hüseyin Berzec paşa 1866'da
idam edilmiştir." Bu örnek kendisi ile işbirliğine yanaşmayanlara
karşı Osmanlı'nın tutumunu ve niyetlerini açıklamaya yeter mi?
Sayın Gönen-Abzegh, Israrla üzerinde durduğunuz bir başka konu
"gidilecek başka bir yer var mıydı". Olmuşa çare bulunmaz, biliriz fakat
biz yine gerçeklerden sapmayalım. "Rus hükümeti adına General Fedol,
Musa Konduk ile Gazi Muhammed e şu teklifi sunmuştu. Afganistan
hududunda Çerkeslerden müteşekkil bir devlet kurmak, Osmanlı
devletindeki tüm Çerkesleri oraya göçürmek, kurulacak devletin Rusya’ya
bağlı kalması şartıyla bütün masraflarının Rusya tarafından ödeneceğini
garanti etmek. Her ikisi de bu teklifi reddetmişti. Rusya bu proje ile
Afganistan'ı işgal etmekte olan İngilizleri bertaraf etmeyi
düşünüyordu." Rusya'nın çıkarına olan her durumun Osmanlı'nın aleyhine
olduğu bu dönemde, bu teklife hayır denilerek kimin çıkarları
gözetilmiştir sizce? Biz Çerkeslerin mi yoksa Osmanlı’nın mı? Ve
yukarıdaki yazılarınızdan birinde: Başka bir katılımcının 'Osmanlı'ya
göçülmeseydi kayıplarımız bu kadar ağır olmazdı' yorumuna keşkeli bir
varsayımdan ibaret derken; kendi yaptığınız "Rusların gösterdiği yerlere
yerleşilseydi, katliam soykırım boyutlarına ulaşırdı" yorumunuzun da,
sadece bir varsayım olduğunun farkında mısınız acaba?
Bir diğer savınız, "(...) ama tüm Çerkesler arasında göçe karşı ciddi
hiçbir ayaklanmanın olmamasında, Osmanlı'ya göçün, çok geniş Çerkes
nüfusu tarafından benimsenip dindaşlık etkisi altında gerçekleştiği
gözlerden kaçmıyor." (!) Sayın Gönen-Abzegh, şansızlığınızdan midir
bilmem ama gerçekler inatla söylediklerinizin tersini yazıyor. "Geri
dönmeye yeltenen muhacirlerin sayısı o kadar artmıştı ki, Osmanlı
hükümeti tedbir almak ihtiyacı hissetmişti. 18 kanun-i esasinin 1789
tarihli emirname ile Çerkeslerin kaçmasına fırsat verecek her hareketin
engellenmesi emredilmiş, bu hususta yabancı deniz nakliyat şirketlerine
de gemileriyle tek bir Çerkeş dahi taşımamaları resmi yazıyla
bildirilmiştir."
Ne demeli?
Osmanlı herhalde din kardeşlerine uyguladığı kadirşinas tavrını, geri
dönecekler aracılığıyla Kafkasya’ya duyurmak istemedi! öyle mi? "Kaldı
ki Çerkesler yerleştirildikleri stratejik yerlerde bu yerleştirmenin
amacına uygun bir meseleyle de karsılaşmamıştır."
Sayın Gönen-Abzegh, siz öyle diyorsun diye öyle midir acaba?
"Osmanlı'nın Avrupa topraklarında Çerkeslere, büyük yollar ve önemli dağ
geçitleri boyunca köyler tahsis ettiler. Örneğin eski Sırbistan sınırı
boyunca Kosova ovasında 23 Çerkes yerleşimi vardı. Bunlar sınır hattını
korumak için Rusların Kazak Stanitsaları gibi askeri koloniler olarak
kurulmuşlardı. Bununla birlikte Balkan halklarının özgürlük
hareketleriyle mücadele için düzensiz birlikler bünyesinde Çerkes
birlikleri de kurulmuştu. Bu faaliyetlerin doğrudan yöneticisi ve
uygulayıcısı, kendisi de Çerkes olan ve Osmanlı hizmetinde bulunan
Nusret Paşa idi."
Osmanlı parçalanırken Balkanlar da yaşanan savaşlarda Çerkesler ne
yapıyorlardı dersiniz? Günün moda deyimiyle yan gelip yatıyorlar mıydı?
Cümle alemin duyduğu, Balkanlara yerleştirilen Çerkeslerin,
Hıristiyanlara karşı (plage) yani, parasız jandarma olarak
kullanıldıkları gerçeğini siz hiç mi duymadınız mı?
Bu yazı kapsamında son olarak; "Osmanlı'nın Çerkesler üzerinde güttüğü
politika milli bir politika değil, çıkarları da milli çıkarlar
değildir."
Sayın Gönen-Abzegh, bu kadarına da pes. Üzerimizde bir çıkar politikası
uygulandığını utangaçça kabul ettikten sonra bunun milli olmadığını
söylemek ne anlam ifade ediyor? Acılarımızın direk sorumlularının, bütün
yaptıklarını milli değil de, ümmi çıkarları için yaptıklarını
vurgulamak, vicdanınızda onları aklamaya yetiyor mu? Yoksa Osmanlı ve
işbirlikçilerini, bütün gerçeklere rağmen, savunma ihtiyacını bu ümmi
duygular nedeniyle mi hissediyorsunuz? Ümmi çıkarlar için uygulanan bu
politikanın Çerkes toplumuna kaybettirdiklerini ümmi duygularla geri
alabilir miyiz?
Gönen-Abzegh’in "yakın dönem Çerkes realitesi ve dönüş" üzerine
yazdıklarını irdelemek üzere, gelecek yazıda buluşmak dileğiyle.
Tüm Katılımcılara Sevgi ve Saygılar.
Not: Alıntıların tamamı Kafkas Vakfi sitesindendir. Konuların geniş
kapsamlı yazıları ve kaynakları orada mevcuttur.
Kara Yusuf
10.09.2006
Ben Kafkas savaşları döneminde Şeyh Şamil'in Kabardey'e yapmış olduğu
son seferde Ruslara karşı ayaklanan ve başarısızlık üzerine Kabardey'i
terk etmek zorunda kalan bir ailedenim.
Kafkasya'daki başarısızlıkların sonu o zamanlar Osmanlı'ya zorunlu
ikametten geçermiş. Yalnız anlatılan kadarı ile Kabardey liderlerinin
büyük kısmı zorunlu göçü daimi olmaktan ziyade geçici bir durum olarak
değerlendiriyorlar ve payitahtın sivil paşalık rütbelerine itibar
etmemişlerdi. Lakin anlaşıldığı kadarı ile örgütlü bir kolonizasyon
zihniyetiyle karşı karşıya kaldıklarından lider ailelerin hemen hepsi
yok oldu veya edildi. Bu durumla beraber Kabardey koloni bölgelerine
Osmanlı teşkilatına alınan ikincil aileler ekonomik ve sosyal etkinlik
sergilemeye başlamaları ile beraber bu bölgelerin sosyal yapılanmaları
dejenere etme işini yürütmüşler, Kabardeylerin dış etkiye açılması
işlemini içeriden yapmışlar ayrıca diğer kardeşleri üzerinde de
oluşabilecek tarihi etkinliğin tezahür etmesini de önlerken de topluluğu
örgütün etkin bir kolu haline getirmeyi başarmışlardır. Fakat Kabardey
koloni bölgeleri yinede bu gidişata militarize manasında düşük bir
katılım dergilemiştir. Bu durum Hatukuayların Doğu kolonilerinde de
mevcuttur başka bir tabirle devleti aliyenin sözünü dinleyeceği şüpheli
olanlardır bunlar.
Bu nedenledir ki sürgünler arasında Osmancı ve Rusçu olmayıp özgürlükçü
grupları tahlil etmek istersek onlar zaten bugün bile asimilasyona en
iyi dayanan bölgelerdir. Bütün diasporayı incelediğimizde de kültürel
gerçekliğin hayat bulabileceği sahaları ta başından asosyal kapalı
bölgeler haline dönüşmesi de, ekonomik şartların ve coğrafi şartların
tüm zorluklarına dayanarak bu güne kadar gelebilmesindeki neden de bu
olsa gerek fakat artık kutu kırıldı. Hayat şartları bu bölgeleri
katışıklığın yaşandığı bölgelere itmiş vaziyette ve biz bu topluluklara
kültürel ihtiyaçları verebilmekten uzağız, sorunu görenler ne
gördüklerini dahi anlatamıyorlar, dönüş fikrinin çıkış noktaları ve bunu
uygulayan insanların büyük bölümü de bahsettiğimiz bölgelerdendir. Bu
nedenle orijinal altyapı da doğan son neslin içinden çıkan grupların
etkinlik kazanabilmesi dil ve kültürel mücadelenin mihengi olacağı
kanaatindeyim.
Saygılar sunarım.
Tamer
10.09.2006
Sayın site katılımcılarına,
Bu başlıktaki yazı ve geçmişteki benzer yazılar hakkında bir çağrı da
bulunmak istiyorum: Herkesin dünya görüşü kendisine. Burada kişisel
siyasi görüşlerini başkalarına kabul ettirebileceklerini sananlar
yanılıyor. Bunu herkesin bildiğine eminim. Ama ısrarla deniyorlar ve
diğer görüştekilere hakaret etmekten vazgeçilmiyor. Çağrılar yapıyor
haklı oldukları iddiası bitmiyor. Başarıları kendi rakamları ile ortada
kaç yılda kaç kişi olmayı başardınız? Ne yaptınız? Ürünleriniz nelerdir?
(İdeolojisinin arkasına Çerkesliği ekleyen görüşlere soruyorum.)
Bütün siyasi görüşü ile Çerkeslik mücadelesi yapanlar, objektif
değildir. Ön yargılıdır gerici-ilerici-ateist-sağcı-solcu-birisini rakip
seçer bizlerin (Adigelikten) başka kaygısı olmayanların ortamını
bozarlar.
Denetim ne yapsın? Bu tip çağrılara yazılara artık tepki de vermeyelim
diyorum. Belki vazgeçerler, gelmeyecekleri kesin olsa da deneyelim
diyorum.
Saygılarımla.
Muharrem Erdem
15.09.2006
Sayın Gönen-Abzegh,
Başka bir başlık altında tartışılan resim olayını neden bu başlık altına
taşıdığınıza dair izahınız ilginç doğrusu; "başka for(u)m başlığı
altında dile getirilen ve Çerkes olduğu iddia edilen iki babayiğidin bu
for(u)m başlığını ilgilendiren yönleri bulunması ve yakın tarih Çerkes
realitesine ışık tutması açısından meseleye dikkat çekilmiştir." yani bu
başlık altında tartışılanlar sizin için önemlidir! Bu nedenle iki
thamademizi ilgili başlığın altında değil, bu başlık altında (eğer
becerebilirseniz) elimizden almaya kalkışmak, sizin için daha
anlamlıdır.
İzahınıza ait gerekçeniz de, yazınızın sonuna bakılırsa; "tüm kamufle
çabaları eracifi (yalani) ortadan kaldırmaya yetmiyor" olduğudur.
Yani size göre birileri tarihimizle ilgili yalanlar söylemekte ve bunu
kamufle gayreti içerisindedir. Bunda yerden göğe kadar haklısınız.
Gerçekten ortada Çerkes tarihini kamufle etmek, hatta bunun ötesinde
bütün Çerkes tarihini ters yüz etme gayreti içerisinde olanlar var.
Tarihe bu günden bakarak istediği gibi yorumlama rahatlığına herkes
sahiptir. Fakat yorumlarınızdaki iddiaları, ispat ile mükellef
olduğunuzu unutmamak zorundasınız. Aksi halde mesnetsiz iddiaların,
hiçbir kıymeti harbiyesi olmayacaktır.
Tarihi aktörleri ve rolleriyle değerlendirirken, unutmamamız gereken
gerçek; her dönemin, o dönemi yasayanlara görevler biçtiği ve insanların
kendilerine biçilen görevleri yerine getirmek zorunda olduklarıdır.
Atalarımızın da geçmişte üzerlerine düseni tereddütsüz yerine
getirdikleri, itiraz kabul etmez bir gerçektir. Günümüzden bakıp, tarihe
öykünmekte, onu çarpıtma çabaları da gerçeklikleri değiştirmeye yetemez.
Bizim bu günden geçmişe bakarak görebildiklerimizi, atalarımız geçmişten
geleceğe bakarak görebilirler miydi? Hayır!
Çar orduları ile, güçler dengesi müthiş eşitsiz bir savaşa girdiler.
Kendilerine vaat edilen yardımların neredeyse hiçbiri onlara
ulaştırılmadı. Osmanlı ile girdikleri ilişki sonucu, Rus-Osmanlı
anlaşmaları neticesinde Osmanlı topraklarına geldiler. (Osmanlı'nın
trajedimizdeki sorumluluğunu bir önceki yazımızda açıklamaya
çalışmıştık.) Şimdi, kısa bir konukluk veya veya yeni bir hayata
başlamak için geldikleri Osmanlı topraklarında neleri göremediklerini ve
göremediklerinin, bu günkü durumumuza etkilerini kısaca incelemeye
çalışalım. Dönemin şartlarında parçalanmakta olan Osmanlı'yı savunmak
için ellerinden geleni yaptılar. Fakat sürgün acılarının taptaze olduğu
yıllarda, "1876'da yürürlüğe giren ve ilk Türk anayasası olan Kanun-i
Esasiye göre; 'teba-i Osmaniye'nin, devletin lisan-i resmiyesi olan
Türkçe'yi bilmeleri şarttır'" maddesi ile anadillerinden feragat etmeye
başlamak zorunda kalacaklarını bilmiyorlardı.
1921'de yenilenen Teşkilat-i Esasiye, ardından 1924, 1961 ve 1982
anayasalarıyla, Türkçe bilmek şarttır, ''Türkçe tek dildir ve başka dil
konuşmak yasaktır''ın ekleneceğini, gelecek nesillerinin bırakalım ana
dillerinde konuşmayı, duyma imkanı bile bulamadan yaşamak zorunda
kalacaklarını bilebilirler miydi?
Büyük umutlarla geldikleri Osmanlı devletinde, ulusal, kültürel
varlıklarının devamı için gerçekleştirecekleri faaliyetlere uygun ortamı
(serbestiyi) bulamayacaklarını, o serbestiye ancak 1908'de Meşrutiyet'in
ilanı ile kavuşabileceklerini; Çerkes Teavün Cemiyeti'ni
kurabileceklerini, bilebilirler miydi? 1910'ların sonunda, Osmanlı'nın,
Anadolu'daki son toprak parçalarını savunmak için, cephelerde iç ve dış
düşmanların üzerine "ölümüne müfrezeler halinde dalarlarken",
Ankara'daki koltuklarında oturan dava arkadaşlarının, onları tasfiye
planları hazırladıklarını; hain ilan edilip sürgünlerde yaşamak zorunda
kalacaklarını, Kuvvai Seyyare'nin hazırladığı zaferi sahiplenen
tasfiyecilerin, emperyalistlerle oturup Lozan anlaşmasını
imzalayacaklarını, 24 Temmuz 1923'te imzaladıkları bu anlaşmada,
Çerkeslerin azınlık statülerini tanımayacaklarını, Lozan anlaşmasından
sadece 1,5 ay sonra Çerkes Teavün Cemiyeti'nin kapatılacağını
bilebilirler miydi?
Tarihi gerçekleri yazan belgelerin yer aldığı, Osmanlı arşivlerinin
demir kapılar ardına saklanacağını, Çerkes aydınlarına bu kapıların
açılmayacağını bilebilirler miydi? 1920 ile 1940 yılları arasında yurt
dışında basılan Çerkesce yayınların yurda sokulmasının yasaklanacağını,
Çerkeslere ait yayınevlerinin ve dergilerin kapatılacağını bilebilirler
miydi?
1961 anayasasıyla oluşan nispi demokratik ortamda, bir avuç inanmış
torunlarının, Çerkesler de var deyip tekrar ortaya çıkarak, Çerkes
varlığı için caba sarf etmeye başlayacaklarını, bu çabaların iki defa
(yalnızca Çerkeslere yönelik olmamakla beraber) askeri darbelerle önünün
kesileceğini, Çerkes aydınlarının sıkıyönetim mahkemelerinde
süründürüleceğini, 1970'li yıllarda Çerkeslerin birliğine öncülük etmeye
çıkan Çerkes gençlerinin, Ankara'nın göbeğinde kursun yağmurlarına
tutulacaklarını, orada bir Çerkes gencinin öldürüleceğini, anavatana
dönüş bayrağının yükseltilmesinin engellenmeye çalışılacağını, bu gün
aynı amaçla olmasa bile, Çerkes kimliğini açıkça ifade edenlerin
sakıncalı oldukları gerekçesiyle fişleneceklerini bilebilirler miydi?
Evrelerini ve uygulamalarını sıralamaya çalıştığımız "yakın tarih Çerkes
realitesi" sonucu, Türkiye diasporasında Çerkes olduğu halde, bunun
bilincinde bile olamadan yaşayan, on binlerce Çerkes insanının
olacağını, bilebilirler miydi?
Bu gün yaratılmış imkanlar dahilinde, Çerkesliğini keşfetmek ya da
yaşatmak için çeşitli ortamlarda bir araya gelmeye çalışan Çerkeslerin
arasına girip, onlara "tarihlerinin yıkık dökük" olduğunu, "Çerkes isem
su an Çerkes'im göç ülkesine gittiğimde başıma sihirli bir değnek
değmeyecek" yalanını kanıksatmaya çalışacak, bir hiç olduklarını, hiçbir
şeye yetecek güçleri olamayacağını kafalarında meşrulaştırabilmek için,
her çareye bas vurabilen, ircafiler (yalancılar) bulunabileceğini
bilebilir miydiler?
Cevabımızı baştan vermiştik. Hayır!
Bugün, Çerkeslere ait en bilinen isim veya sıfatları rumuz olarak
kullanıp, kafalarımızı bulandırmak, bizi köklerimizden koparıp, kuru
yapraklar gibi istedikleri rüzgarın önünde yok oluşa sürüklemek
isteyenler var içimizde. Bunu kendi çıkarlarına hizmet eden siyasetle
yapmaya çalışıyorlar. Siyasetin yapılma araçlarının tümünü
kullanıyorlar. Empoze etmek istediklerinin gerçek dışı ve gerçekler
karşısında yaşama şansının olmadığı durumlarda, demagojiye sarılıyorlar.
Önce demagojinin ne olduğuna bakalım kısaca; "bir topluluğun duygularını
okşayarak, onu kendine çekme ve bu vasıtayla kendi davasını yürütme
yolu, halk avcılığı". Yazının başında belirttiğimiz gibi sayın
Gönen-Abzegh'in, amacı tam da bu. Atalarımızın o günlerden göremedikleri
gerçeklerin onların "kullanılma yolunda zirveleşirken unutturulma
noktasında yerin dibine sokulmak" istendiklerini anlattığından;
unutturulma sürecinde "böyle fotoğrafların tesadüfen çıkması
gerekmektedir. İşte birilerini tarihin karanlık sayfalarından
çekip-çıkarma faaliyeti aslında sana ruh köklerine inme, yakın tarih
Çerkes realitesiyle buluşma fırsatı sağladığından daha gün yüzüne
çıkmadan" Çerkeslerin değerleri üzerinden pirim yapmanın tadını almış
olanlar tarafından, "kullanılmanın akıl almaz boyutunu (teshir) ettiği
gerekçesiyle" onu sahiplerinden çok sahiplenme yoluyla "kurşuna
dizilecektir".
Bu güne kadar bütün değerlerimizi gasp ederken bizi hep yok sayanlar "o
insanların torunları olarak gurur (duymamıza) bile müsaade etmezler.
Tarihten bir tabloyu alıp yüreğine soksan, oradan bir yol bulup güncel
sorunlara ışık tutmaya çalışsan, o tabloyu yüreğinle beraber söküp
almaya çalışırlar." Alınan yalnızca bize ait tablo değildir, beraberinde
yüreğimizi de almak isterler. Yüreğimizle birlikte kaybedeceğimiz ise
atalarımıza hissettiğimiz duygular olacaktır kuskusuz. Değerlerimizi
çala, çala bizi yok saya, saya yarattıkları, sizin bir tarihiniz de siz
de yoksunuz, anlayışını dayatmaya devam ediyor. Çoğunluğumuza kabul
ettirmeyi başarabildikleri, "gelecek Çerkes realitesine kan pompalayan
damarların tıkanmasına sebep olan" "yıkık dökük tarih anlayışı"nı
beyinlerimize daha derin kazımak, meşrulaştırmak için yapıyor tüm
bunları.
Yazısının sonuna doğru açıyor niyetini, thamadelerimizin, sefalet
koşullarında öz verileriyle ortaya çıkarttıkları ve bize ait olan bu
tabloyu bizden koparmak için, "çünkü o tabloda yazanlar, gerçek Çerkes
realitesi için değil, mevcut devletin bekası için destan yazmaktadırlar"
diyerek, sonuca duygularımızı kamçılayarak, dolambaçlı yoldan ulaşmaya
çalışıyor.
Düpedüz siyaset yapıyor. Hem de kendi çıkarları için kirleterek yapıyor.
Eğer tepki verip bu oyunu bozamazsak, önce tarihsiz olduğumuza
inandırılacağız. Ardından bizi, biz yapan bütün değerlerimiz gasp
edilecek ve yok olusun zifiri karanlık dehlizlerine sürüklendiğimiz de
vakit çok geç olacak.
Bu oyunu bozmanın biricik yolu, bize; diasporada haklarımızı alıp sahip
çıkmamız, varlığımızı anavatanda sürdürmemiz gerektekini söyleyen, dönüş
siyasetinin bayrağını yükseltmekten geçiyor!
Not: Sayın Gönen-Abzegh, "ideolojik geri dönüş" savı üzerine bu yazıda
değerlendirme yapmak gereksiz oldu. Zira Necdet ağabey (Necdet Hatam)
haftalık yazılarında iki haftadır bu konuyu işliyor. Benim de bu konuda
söyleyebileceklerim onun söylediklerinden farklı değil.
Bütün katılımcılara sevgi ve saygılarımla.
Gönen-Abzegh
15.09.2006
Bizim Osmanlı'yı anlamamız ortak kader birliği neticesinde belki
anlaşılabilir ama birilerinin sürgünün en büyük müsebbibi olan Rus'u,
alkışlamaktan avuçlarının patlayışını anlamak, sadece ve sadece
ideolojik beklentiler ve özlemlerle açıklanabilir . Bunun altında yatan
ideolojik sempatinin kabul edilemez bir gerçeği insanlara kabul ettirmek
için neler yaptığına, ideolojik geri dönüş projesinin insanımıza nasıl
dayatıldığına, bunun için de ideolojik geri dönüşün psikolojik tarihi
alt yapısının nasıl hazırlandığına elbette birilerinin dayattığı gibi
değil gerçeğin gösterdiği gibi bakarız. Sürgünlerin 17.yy'da başladığı
belirtilmekle birlikte Çerkeslerden önce kırımda göçlerin başladığı
maalesef ıskalanmış. Coğrafi olarak Rus yayılmacı politikasını
başlattığında bu politikanın uygulanacağı en yakın coğrafyayı kendine
hedef belirlemesi, bu doğrultuda da Kırımla başlayan yıkım, göçe zorlama
daha sonraları Kuzey Kafkasya'yı da içine alan bir hüviyet arz etmiştir.
O coğrafyadan ilk göçlerin gerçekleştiği o dönemde, Osmanlı'nın amacı bu
insanları göçe teşvik edip orada nüfusunu yitirmek miydi acaba? Yoksa
acı bir gerçeği ortadan kaldıracak hiçbir seçeneğin kalmaması mıydı?
Kuzey Kafkasya'dan önce başlayan ve Kırım-Balkanlar bölgesinde meydana
gelen bu olaylarda görülmesi gereken Osmanlı'nın yoğun göç politikası
mıdır? Yoksa Rus'un kendine benzemeyen ve boyunduruğunu kabul etmeyen
milletlere yaşam şansı bırakmaması karşısında o milletlerin bunu kabul
etmeyip savaşması (Osmanlı-Rus savaşları) ve nihayetinde sürgün edilmesi
midir? Mecburen Osmanlı'ya göçlerin tahlilini yapmak zorundayız çünkü bu
mesele sadece Çerkeslerle alakalı olmayıp Boşnak, Bulgar, Arnavut, Arap,
Gürcü, Tatar vs. bir çok milleti ilgilendiren dolayısıyla da açıklanması
gereken bir realitedir.
Bugün Anadolu'da bu kadar farklı kimliklerde insanın bulunmasının sebebi
Osmanlı'nın göç politikası değil Osmanlı'nın çöküşünün sosyolojik
gerçeğidir. Osmanlı bu milletler için göçü teşvik etmemiş ama organik
bir bağlılıktan dolayı göç silsilesini kabul etmek zorunda kalmıştır.
Yoksa aklı başında olan her insan Osmanlı'nın mutlak sınırları için bu
milletlerin yerinde kalarak Osmanlı'ya daha iyi hizmet edeceğini,
savunmayı orada kurarak sınırları küçültmeden gerçekleştireceğini bilir.
Bu kadar milletin içinde tek savaşçı ırk milletimiz olmadığına göre
milletimizin sürgünü, iki tarafında mecburi kabul edişleriyle
gerçekleşmiştir. Bu zorlanarak göçürmenin en müşahhas örneğini şuanda
yaşayan herkes, 88 sonrası Bulgaristan'dan göç ve Kürt Peşmergelerin
Saddam zulmünden Anadolu'ya kabul edilişleri ile görmüştür. Bu
Peşmergelerden bazıları bugün mevcut devletin tehdit algılamaları
içindedir ve sıkılan kurşunlarla verilen şehitler olmuştur. İşte Anadolu
bu kadar hesapsızdır bunu da kimsenin görmesini beklemiyoruz. (Kendi
milletine insafsızlık yapanlar başkalarına bunu elbette yapacaktır.)
Günümüzde yaşanan bu göçler bile Osmanlı'dan devir alınan bir mirasın,
ortak kader birliğinin ve sığınılacak tek ülkenin mevcut devlet
olduğunun, bunun altında da tarihi bağların bulunduğunun en önemli
kanıtıdır. Bu ülke insanını ve yakın-uzak tarih insanını ve insanımızı
bilmeyen ve zihni kırılmadan dolayı bilme şansı da olmayanlar elbette
meseleyi kullanma-kullandırma zaviyesinde değerlendiriyorlar ve neyin
üstünde tepindiklerini anlamadan insafsızlığın en alasını yapıyorlar.
Gelelim Karlofça antlaşmasıyla başlayan ve devam eden Osmanlı-Rus
ilişkilerine. Osmanlı'yı bilmeyen ve o dönem Osmanlı-Rus ilişkilerini
sadece Kafkasya üzerinde yürümediğini görmeyen anlayış meseleye sadece
tek boyuttan bakmaktadır. Tüm mesele Osmanlı ve Rus arasında cereyan
eden iki büyük devletin mücadelesi İngiliz'in Fransız'ında bu olaya
müdahil olması şeklinde değerlendirilir yoksa tek başına kırım sorunu ya
da Çerkes meselesi olarak meseleyi algılamak bizi sadece fasit bir
dairenin içine hapsedecektir. Prut savaşıyla başlayan 1735-1739,
1768-1774, (K. Kaynarca) 1787-1792, 1806-1812, 1828-1829, 1853-1856
Kırım savaşı ve Osmanlı çöküşünü de kanıtlayan bu savaşların tümü
Balkanlar-Kırım üzerinde yapılmıştır, üstelikte hepsine yakını da
kaybedilmiştir. Rus ise bu savaşları kazandıkça çemberi daraltmış, iki
cephede savaşabilme kabiliyetini göstermiştir ama savaşlar Kafkasya
üzerinden yürütülmemiştir. Dolayısıyla Osmanlı'nın balkanlarda gücü
kırıldıktan sonra Rus Kafkasya üzerinde işgalci politikasına yoğunluk
vermiştir ama Osmanlı'nın sadece Rusya ile de olmayan mücadelesinde
Kafkas cephesini onarabilecek ciddi bir gücü yoktur. Çünkü Kavalalı
isyanı, Balkanlardaki karışıklık Avusturya-Macaristan, Sırbistan'la
mücadeleler ve İngiliz, Fransız ki, Fransızların Napolyon'la başlayan
işgalleri, yeniçeri ayaklanmaları Osmanlı'yı bağımsız bir Kafkas
politikası yürütemeyecek kadar yalnız ve çaresiz bırakmıştır (bu
çaresizlik sadece Kafkasya ile ilgilide değildir) ama bu Osmanlı
açısından bakıldığında sadece Kafkas sorunu değil var olma-yok olma
sorunudur.
1828-1829 da yapılan savaşta Rus Edirne'yi ele geçirmiş ve Osmanlı
mecburen Edirne antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştır. Ayrıca o
savaşta Rus Kars ve Erzurum'u dahi işgal etmiştir. Bu tarihler daha
Çerkesler için büyük savaşın başladığı tarihler değildir (1864) ama
Osmanlı için sınır çoktan Kafkasya'nın altına düşmüştür bile coğrafi
bağlantının ne halde olduğu ise her soruyu cevaplamaktadır. Edirne
antlaşmasıyla Kafkasya'nın Rus'a bırakıldığını da ayrıca belirtelim.
Osmanlı bu yıkımı durdurmak işgale son vermek için Kafkas politikası
konusunda hem yeterli değildir hem de politik manevra kabiliyeti yoktur.
Balkanlarda hatta İstanbul yakınlarında boyun eğdiği güce Kafkaslarda
baş kaldırarak kendi sonunu hızlandırmak istemeyen Osmanlı yinede
gemilerle teknik yardımlarda bulunmayı ihmal etmemiştir.
Kısaca anlatılmak istenen şudur; Kafkas işgalini anlamak isteyen herkes
Osmanlı ve Rus mücadelesini iyi anlamalı ama özellikle Osmanlı'nın
çöküşe geçtiği o dönemdeki meselelerin içinde dengeleri gözetmelidir.
Osmanlı-Rus savaşlarının büyük bir bölümü Balkanlar ve Kırım üzerinde
cereyan ederken Osmanlı'nın Kafkasya'ya yardım etmemesi hem Rusların
Balkanlardaki dini (Ortodoks) yollarla oluşan çıkarlarını görmemektir
hem de Osmanlı'nın her cephe de savaşabileceği gibi yanlış bir kanaate
dayanmaktadır. Çerkeslerin Osmanlı'yı desteklediği savaşlarda da Osmanlı
yenilmiştir acaba hangi başarının ardından milletimizden destek
esirgenmiştir. Dolayısıyla her yenilgi belli miktar küçülmeyi her
küçülme başarı yolundaki yolları tıkamıştır.
Anlaşılan şudur ki; Osmanlı Kafkasya bölgesine doğrudan asker nakli ve
yardımı yapamamaktadır bunun en önemli sebebi de savaşların balkanlar ve
kırım üzerinde gerçekleşmesidir. Bununla birlikte bu tarihler Rusların
Kafkas bölgesi için tehdit oluşturmaya başladığı tarihlerdir ki,
Çerkeslerde bu savaşlara iştirak etmiştir ama nüfus bölgesi adına bunu
yapmışlardır. Yoksa Osmanlı'nın uç beyi gibi hareket ettiklerini
düşünmek pervasızca bir yaklaşımdır. Her zaman söylüyoruz milletimiz
geçmişteki tüm Rus saldırıları karşısında en doğal ve insani tavrı
sergilemişlerdir. Arada sırf bir din bağı var diye ne Osmanlı'nın ne de
başka milletlerin güdümüne girmemişlerdir. Bunu anlamayan insanlar ya
milletimizi tanımıyor ya da derin bir zihni kırılmadan dolayı
insanımızın bu mücadelelerini Osmanlı'yla ilişkilendirmeden bir sonuca
ulaşamıyorlar. (Tabi ki biz ideolojinin tarihi dolgu malzemesi olarak
meseleyi nasıl çarpıttığını çok iyi biliyoruz.)
İmam Şamil ise Osmanlı'nın adamı değildir. Mücadelesini yaparken
beslendiği kaynaklarla Osmanlı'nın birinci elden alakası yoktur ama bu
şu açıdan önemlidir, kaynağı ne olursa olsun Kafkasya'da bir hareket
Osmanlı işbirlikçiliği dışında da gelişebilmektedir ama bu talihsiz
yorumlar sadece İmam Şamil ile ilgili değil Çar'ın istekleri karşısında
boyun eğmeyip savaşa karar veren Çerkesler içinde yapılmıştır ve
denmiştir ki; Çerkesler Osmanlı tarafından savaşa kışkırtılmışlardır.
Hem göçe teşvik hem savaş kışkırtıcılığı doğrusu bunları anlamak aklı
yok saymak kadar açıklanmaktan uzaktır. Yani insanımız bağımsızlık için
mücadele etme adına ya Osmanlı'nın kışkırtıcılığına ihtiyaç duymaktadır
ya da başka milletlerin desteğine. Tüm bu tarihi olaylar için de bizim
milletimize ait olan ve sadece bağımsızlık için yapılmış bir savaş
bulmak mümkün olamamaktadır. En önemli mücadelemiz olarak gösterilen
1864 biten savaşalar bile sözde Osmanlı'nın kışkırtmalarıyla vuku
bulmuştur. Kısaca İmam Şamil ve naipleri Osmanlı'nın maaşlı adamları
değildir kendi bölgeleri için savaşmışlar bağımsızlık için mücadele
etmişlerdir. Bu savaşların dini boyutu da cihad olarak değil gazavat
şeklinde açıklanabilir gazavat şeklindeki savaşların da Osmanlı cihad
savaşlarıyla uzaktan yakından alakası yoktur. Sadece dini meselelerden
dolayı bu hareketi Osmanlı'ya yamamak hem din retoriğini bilmemek hem de
olayları belli bir anlayışa hizmet edecek şekilde yontmaktan
kaynaklanıyor. (Tabi ki biz ideolojinin tarihi dolgu malzemesi olarak
meseleyi nasıl çarpıttığını çok iyi biliyoruz.)
1780-1800 ve 1812-1815 tarihleri arasında 60 bin çerkes göçe zorlandı
bunu yapanda elbette Rus'tu. Bu tarihler ise büyük sürgünün öncü şokları
şeklindedir. Göç komisyonun kurulmasıyla Osmanlı'nın bunu planlaması
arasındaki ilişkiye isterseniz savaşların bundan çok daha önceki tarihte
başlaması ve kuşatılan yerlerdeki insanların göçe sürülmesi açısından
bakalım. Yani Rus istila ettikçe sürgüne zorluyordu ve insanlar
çaresizlik içinde vatanlarını terk ediyorlardı. 1780'den beri göçe
zorlama göz önünde bulundurulursa 1860'da niçin komisyonun kurulduğu
daha net anlaşılır. İmam Şamil öncesi tarih-İmam Şamil'in savaşı
bıraktığı-teslim olduğu tarihe bakarsanız bu ve diğer direnişlerin neden
yapıldığını, ne zaman başladığını, sonucunun ne olduğunu görürseniz bu
sürgün meselesinin hafif yoğunlukta olduğunu lakin 1864'te savaşın
kaybedilmesiyle şiddetlendiğini de müşahede edersiniz. Osmanlı'nın
hiçbir zaman bu kadar göç beklemediği belirtiliyordu bu da mı yapılan
ince hesapların yanlış bir sonucudur. Çünkü Rus barbarlığının bu kadar
olacağını kimse tahmin edemezdi ve yine çok planladığı için mi Osmanlı
hazırlıksız yakalanmıştır. Üstün savaş gücünden istifade etmeyi
düşünürken bunu finanse edecek gücü olmayan Osmanlı'da, Çerkeslerin
kaderi, mahalli idarelerin insafına bırakılmıştır. Osmanlı bu sürgün
esnasında elinden geleni yapmış ama yeterli olamamıştır. Kaldı ki,
komisyon önce İstanbul'da kurulmuştu (İstanbul-Şehremeneti) fakat
zamanla bakıldı ki göç yoğunluğu bu komisyonun sınırlarını aşıyor o
zaman kapsamı ve niteliği değiştirilmiştir.
Sizin söylediğiniz gibi Osmanlı bu göçü planlamışsa stratejik yerlere ne
kadar insan yerleştirileceğini bunun içinde ne kadar insana ihtiyaç
olduğunu hesaplayamamış mıdır ve Osmanlı ile Rus arasında sizin
belirtmeye çalıştığınız bir ittifak varsa bunun niçin yazılı metinleri
yok? 1860'da yapılan anlaşmada ise 40 bin kadar Müslüman Dağlı'nın güç
durumda oldukları için Osmanlı'ya göç etmek istedikleri gerekçesiyle
Abdülmecit'ten antlaşma koparılırmış Abdulmecit ve Osmanlı 40- bin
dağlıya aşamalı olarak göç onayı verdiğini düşünürken, Rus'un daha sonra
yapacağı etnik temizlik ve soykırım içeren sürgünler için meşruiyet
zemini olarak kullanacağı bilememektedir. Ve Rus'un gönderilen nota da
Çerkeslerin Osmanlıda sürekli kalmayacakları sadece hac vazifesini
yapacakları yutturmacasına neden gerek duyulmuştur? Madem Osmanlı ile
anlaşmışlardı ki anlaşmaları gerekir, niçin Rus, metinlerde bu tip
kandırmaya yönelik yollara başvurmuştur? Osmanlı ile Rus arasında
mutlaka gizli anlaşmalar olmak zorundadır ve bu göçler 1800'ün başlarına
kadar gittiğine göre ve sadece de Çerkeslerle ilgili olmayıp
Tatarları-Nogayları da vs kapsadığına göre tarihi yazılı kanıtları
buharlaşıp uçmuş mudur? Tüm bunlarla birlikte, şuan Anadolu'da yaşayan
farklı kimliklerden tüm etnik unsurların bu ve bunun gibi işbirlikçi
faaliyetlerle Osmanlıya göçüne ilişkin çabalar gözden kaçmamalı,
bunların arkasında ifşa edici yazılı belgeler olmalıdır. Bırakın yazılı
belgeleri, bu göçe maruz kalmış etnik unsurlardan hiç birinde bu durumun
rahatsızlığına ilişkin bir durum olmadığı gibi bunu destekler tarihi
kanıtlar da yoktur. Yine Çerkeslerin Rus baskısıyla küçük sürgün
diyebileceğimiz yerlere sürgününe ilişkin olarak denilmek isteniyor ki.
Rus'un çıkarına olmayan her şey Osmanlı çıkarı için yorumlanacak fakat
burada Osmanlının çıkarı olmadığına göre bu küçük sürgüne karşı olmak
İngiliz'in çıkarına hizmet edecektir. Yani Rus'un çıkarına olmayan
Osmanlı'nın çıkarınadır ama İngiliz'in çıkarına olan yine Osmanlı'nın
çıkarınadır. İdeoloji güdümünde tarihi psikolojik alt yapı oluşturmak
imkansıdır lakin asıl imkansız olan artık bu çarpıtılmış tarih anlayışı
ile insanımızın beynini bulandırmak (en azından bundan sonra).
Burada yine şu tespiti yapalım görüldüğü gibi ortada yine milletimiz
yoktur Rus-Osmanlı ve İngiliz vardır. Yani bizi ilgilendiren diğer
meselelerde olduğu gibi milletimiz birilerinin çıkarları için hareket
etmiştir. Milletimiz bir türlü diyememiştir ki; Rus zulmünde
hegemonyasında yaşamaktansa ölümüne savaşırız ya da İngiliz'in
Osmanlının çıkarları için değil sadece kendi bağımsızlığımız için kendi
istediğimiz yerlerde yaşar ve gerekirse savaşır ve de ölürüz. (Bunu
yaptıkları için boyun eğmeyip savaştıkları için yinede Rus'un sultasını
kabul etmedikleri için ÇERKES GURURU sonsuza kadar yaşama şansı
bulmuştur.) Yani burada ıskalanan şey milletimizi o kadar rencide
etmektedir ki anlamak ağlamanın tek çaresi. Bunun vicdan sahibi her
Çerkes tarafından cevaplanmasını istiyoruz. Bizim yaşadığımız yerlerde
yaşama tutkusu özlemi gerekirse seve seve ölme aşkı birilerinin
çıkarlarına alet olabilir mi? Bunun için savaşmaktan daha doğal tepki
olabilir mi? Niçin bu en insani talepler yerine bizim tarihimiz
birilerinin uşaklığı şeklinde anlatılmak isteniyor ve buna isyan etmek
suç mu? Görüldüğü üzere bizim için en önemli olan son dönem Çerkes-Rus
savaşları bile insafsız açıklamalarla İngiliz'in ve Osmanlı'nın
çıkarları için cereyan etmiştir ve savaş kararıyla Rus'un gösterdiği
yere göç edememenin derin acısını ve ortalama 50 yıl sonra gelecek
sosyalizmle buluşmayı sekteye uğrattığından, ıskalanan ve daha sonra
ideolojik geri dönüş projesine hizmet etmek için dolgu malzemesi olarak
kullanılma adına yerini alacaktır. Son dönem savaşlarıyla ilgili ikinci
tespit ise birincini aratmayacak kadar garipliklerle doludur. Yapılan
tespitlerle milletimiz savaşa kışkırtıldığı iddia edilirken aynı zamanda
göçe teşvik edilerek de akıl mefhumunu tümden devreden çıkaran
açıklamalar yapılmaktadır. Hem savaş hem göç et. Hangisine inanalım?
Elbette hiç birine çünkü hepsi yalan ve bir zihniyete hizmet etmekte.
Olsa olsa önce savaş sonra göç et gibi bir mantık olur ama o da mukadder
ve alternatifsiz bir sonuç olacağından meseleyi açıklayamaz. Milletimiz
Rus'a baş kaldırıp savaşa tutuştuğunda Rus'un gösterdiği küçük sürgün
bölgesi de alternatif olmaktan çıkmıştır çünkü büyük sürgün ve küçük
sürgün arasındaki seçimde milletimiz savaşı seçerek küçük sürgünü de
devre dışı bırakmıştır. Rus'un istediği de dağlılardan tamamen
kurtulmaktır böylece büyük sürgünü arzulamaktadır ve akabinde yenilerek
büyük sürgüne maruz kalmıştır. Bu aşamada önünde hiçbir alternatifin
kalmaması karşısında Osmanlı'nın delicesine kendi ülkesine göçürme
faaliyetleri son derece düşündürücü değil mi? Zaten hiçbir alternatifi
kalmayan insanımızın hangi seçeneği kalmıştı ki, Osmanlı milletimizin
kafasını çelme adına bu kadar yoğun propaganda faaliyetine girişsin?
Kıyı boyunca yığılmış o kadar insanın gideceği tek yer Osmanlıyken söz
de bu propaganda faaliyetleri çok komik olsa gerek. Eğer Rus'un amacı
Afganistan sınırında bir Çerkes devleti kurmak idiyse sürgünün
güzergahını Karadeniz kıyıları seçerek kendi ayağına mı kurşun
sıkmıştır? Rus'un böle bir amacı varsa bile başına bela olan Dağlılardan
kurtulmak için Osmanlı'ya sürgünü çok daha cazip görmüştür. Demek ki
Osmanlı İngiliz adına Çerkesleri savaşa kışkırtarak İngiliz hesabına
çalışmaktadır. Peki bu kışkırtma ile göç politikası ne zaman örtüşmeyi
bırakıp Osmanlı lehine hizmet edecektir? Çünkü hem kışkırtma hem göçe
teşvik aynı kefede buluşamayacağına göre bu saçmalığında Çerkes
tarihinde yeri yoktur. İnanılması gereken tek bir gerçek vardır; bu
savaşların hepsi milletimizin bağımsız yaşamaya alışmış ruhunda ifade
bulmuştur ve beslendiği yer ise vatan özlemi, sevgisidir. Bunun içinde
hiçbir milletin yönlendirmesine müsaade etmeyecek hüviyettedir. Yine
denilmiş ki; Rus'un gösterdiği yerlere göçtüğümüzde uğrayacağımız
kayıplar varsayımdan ibarettir.
Bundan ortalama 50 sonra gelecek sosyalist SSCB'nin kucağına düşmekte bu
varsayım hangi öncülü, onu da cevaplayın bir zahmet? Birilerinin derdi
Rus'un gösterdiği yerlere göç ederek milletimizin bekası falan değil 50
yıl sonra gelecek sosyalist ideolojinin kucağına düşmektir. Atalarımızın
Rus'un istediği yere göç etmeyip savaş kararı vermesinin en muazzam ve
dile getirilmeyen sonucu ise Çerkes'in kıyamete kadar sürecek bilinç ruh
dünyasındaki değişmeyecek olgudur. Bunun ne kadar ürkütücü ve
değiştirilemez bir olgu olduğunun kanıtı ise ideolojik geri dönüş
projesinin milletimiz nezdinde buruşturulup çöpe atılmasıdır. Başka bir
gerçek ise; bu birilerinin, hiçbir zaman Rus'un gösterdiği yere göçle,
kavuşmayı umdukları sosyalizmi açıkça itiraf edememeleri onun yerine bu
sonucu Osmanlı'ya yıkarak en azından bu yolda ideolojik geri dönüş
projesine hizmet etme düşünceleridir. Sırf Çerkeslerin Rus'un istediği
yere göçü sayesinde kavuşmayı umduğunuz sosyalizme hizmet etmediği için
Osmanlıyı da işin içine katarak tarih yalancılığını, milletimizi de
Osmanlının güdümü olmadan bağımsızlık çabalarını hiçe indiren bu tarihi
budamanızı, hangi insaf ölçüleri açıklamaya yeter. tüm yanıp tutuşmanın
altında da bu tarihi gerçek yatıyor. Yani Rus'un gösterdiği yerlere göç
etme arzusu.aslında bunun itirafını duymak bundan daha da önemli.
Yapılan tüm tarihi açıklamalar ve çarpıtmalar buna hizmet etmekte.
Kısaca Çerkesler için en önemli olan yani akabinde vatanlarından
sürülmekle neticelenen savaş maalesef milletimizin bağımsız iradesinden
değil kullanılmanın değişik boyutlarından neşet etmektedir. Birilerine
göre; Rusların gösterdiği yerlere gitmiş olsaydık ortalama 50 yıl sonra
çok da güzel bir sürprizle karşılaşacaktık ama dikkatleri çekelim bunu
hiçbir zaman dile getirmezler çünkü bilmektedirler ki insanımız
ideolojiden nefret etmektedir. Bunu açıkça dile getirerek Çerkeslik
davası güdemezler onun için Rus'u (sosyalist SSCB) sempatik göstermek
adına önce dönemsel farklılıklardan söz edilecek (Çarlık Rusya'sı, SSCB,
Rusya Federasyonu gibi ve aradan SSCB masumiyet timsali olarak
çekilecektir) sonrada yerine Osmanlı nefreti ikame edilecektir. Tıpkı
şimdi yapıldığı gibi.
Biz kimseyi bir şeye inandırmaya çalışmıyoruz ya da Osmanlı sempatisini
yaymak gibi bir derdimiz yok. Biz kendimizi anlamak için yaptığımız
araştırmalarda bir çok tutarsızlık karşısında altında yatan sebepleri
araştırdık. Meselenin altında yatan ideolojik gerçeği gördükçe bunun
tarihi olaylara nasıl yansıtıldığını ve yakın tarih ideolojik geri dönüş
projesinde nasıl hizmet ettiğini anladık ve bu insanımıza dayatıldıkça
insanımızın büyük meydanlarda dönme hasletinin küçük meydanlara tutsak
edilişi karşısında isyanımız, hiçbir gücün karşısında eğilmemeyi kendine
yöntem seçti. Gelelim Çerkeslerin yerleştirildikleri yerler meselesine
biz orada sadece Anadolu'ya göç ettirilen Çerkeslerden yani bugün dünya
da Çerkes nüfusun en kalabalık olduğu Çerkes realitesinden söz etmiştik
maden balkanlara yerleştirilen Çerkesler dile getirilmiş ondandan söz
edelim. Osmanlının Çerkesleri stratejik yerlere yerleştirmesi
zannedersek birilerinin oldukça zoruna gitmektedir. Bu insanlar
istemektedirler ki, Osmanlı çöküşün içinde kaç cephede savaşırsa
savaşsın onlara istirahat için güney sahillerinde bir yer tahsis
edilirse pek memnun kalacaklar. Oysa bu mümkün değildir ve milletimizin
var olma mücadelesi Osmanlının var olma mücadelesiyle kader birliği
etmiştir-örtüşmüştür ve milletimizin geri çekilme süreci Anadolu'ya
kadar gelip dayanmıştır. Dayanıp da kaldığı yer ise milletimizin devleti
olmak zorundadır. Çünkü milletimiz Yahudi özellikler taşımadı için hem
bir devletin köşe başlarını tutup hem de kuyusunu kazamaz ve İngiliz'in
parlamento binasının kapısında asılı olan İngiliz'in dostu yoktur,
çıkarları vardır gibi İngiliz zihniyetini gösteren yol ve yöntemlerden
arınmıştır. Lakin bu kader birliği içinde yok oluşu durdurmak için bir
savunma refleksi oluşturulmak isteniyorsa elbette Çerkesler bu işin
önünde olacaklardır bunun içinde milletimiz için ille de sınırın dibinde
olması gerekmektedir yakın tarih Çerkes realitesine bakarsanız tehdit
karşısında cehenneme dönüşmesi sınır dibinde olmakla alakalı olmayıp
bizatihi Çerkes ruh-karakter özelliklerinden kaynaklanmaktadır.
Şunu da belirtelim balkanlardaki Çerkesler yine Rusların sayesinde
ikinci bir göçe maruz kalmışlardır ama bunun belirtilmemesi hep
Osmanlıya giydirme Rus'u güzel günler için saklama çabasının bir örneği
olmalı. Çarpıtmalar o kadar ayyuka çıkmış ki Osmanlı Çerkeslere rüştünü
ispat etmek için onları savaşın hiç olamadığı yerlere yerleştirmiş
olmalıdır ama yerleştirmiş olsaydı bile birileri dilini her yere
uzatacağını dilin çatallı oluşundan biliyoruz. Şu yorumları tamamen
yansız olarak yorumculara bırakıyoruz; bizim yakın tarihimizde ki
olaylar karşısında bile gösterdiğimiz kahramanlıklara birileri şüpheyle
yaklaşmıyor mu? Bugün olsa aynı şeyi yapmalı mıyız diye sorup o gün
yapılanlar yok sayılmış olmuyor mu? Sosyalist Kürt realitesinden (PKK)
ve 80 yıllık sosyalist Rus tecrübesinden niçin övünçle söz ediliyor? Bu
düşüncelerin Çerkeslikle ne alakasının olduğu açıklanabiliyor mu?
Ruslarla yaptığımız bir çok mücadelede özellikle de bizim için en önemli
olan 1864 kadar süren savaşların nedeni olarak Osmanlı kışkırtmalarını
gösterilmiyor mu? Onu gösterdikleri için Rus'un gösterdiği küçük sürgün
bölgesine Çerkeslerin itibar etmeyip savaşmalarını İngiliz ve
Osmanlı'nın çıkarlarına hizmet etmek olarak yorumlamıyorlar mı ve burada
aslında onların istedikleri yere göçmenin ortalama 50 yıl sonraki
sosyalist düşünceyle buluşmak fırsatının tepilmiş olmasından dolayı
kahredici bir hal içinde, ideolojik geri dönüş projesine dolgu malzemesi
olarak kullanmaya çabalarken, ideolojiyi geri plana itip ve Rus
düşmanlığı (sosyalist SSCB) yerine Osmanlı düşmanlığını ikame ederek
kendini kamufle etmiyor mu? Hepsinden önemlisi de bu mücadelelerin hepsi
Osmanlı'nın ve birilerinin kışkırtmaları olarak gösterilerek bizim
nerede ne zaman kendi milletimiz için mücadele ettiğimiz sorusuna cevap
verebiliyor mu? Böylece biz delik deşik edilmiş uzak-yakın tarihimizin
neresinden tutalım? Neresini yüreğimize sokalım, oradan bir yol bulalım,
neresinden beslenelim, büyüyelim?, neresinden gurur duyalım? Hepsi bir
muamma olarak milletimizin bilinç duvarlarını zorlamıştır. Oysa ki Rus
bize teklifi sunduğunda, milletimiz bağımsızlık için tıpkı şimdide olsa
aynısı olacak olan duygularla ayağa kalkmış sebeplerin-maddenin
açıklayamadığı yerde açıklayıcı olarak ortaya Çerkes ruhunu koyup altına
mührünü basmayı da bu yüksek ruhun temsilcisi olan gelecek kuşaklara
bırakmıştır. Çünkü bu kararla savaşa tutuşmuş yenilmiş ama Rus'un
boyunduruğunu kabul etmemiştir ölümü kabul etmiş, belirsizliği kabul
etmiş ama Rus sultasına boyun eğmemiştir o boyun eğmediği için bugün
bizde eğilmeyen başımızla, bu kapanmayan yolda sonraki kuşaklara
eğilmeyen bir baş bırakmak istiyorsak küçük meydanlarda değil büyük
meydanlarda dönmeyi uzak-yakın tarihin icazeti altında formüle etmek
zorundayız. O derneğe bu cümbüşe kafamızı sokarken, bunlar kafamıza
sokulsaydı ne yapacağını bilecektik. Böylece arkadan gelenler sadece
önde gidenlerin izine bakarak hizaya gelecek Çerkes'in tarih içinde ki
yürüyüşü tam bir nizam, uyum, ahenk içinde varlığını sürdürecekti.
Belirtilen diğer bir husus ise Çerkeslerin sürgünden hemen sonra geri
dönme çabalarının Osmanlı tarafından engellenmesine ilişkin
yazılanlardır. Burada yazılanlar ve yazılmayanlar ışığında bu realite
birilerinin gerçeği değil husumet doğurucu amaçlarına hizmet edecek
şekilde yansıtılmasını açıklayalım. Öncelikle Çerkeslerin geri dönmesini
istemeyen ve bu yolda önlemler alan Rus'tur dolayısıyla Osmanlı'nın böle
bir çabası varsa bile bir anlamı yoktur. Çerkesler sınır dışı edilse
dahi Çerkesleri kabul edecek bir Rus anlayışı mevcut değildir.
Sürdüğü bir milleti geri kabul etmeyerek zulmünü tescilleyen yine
Rus'tur. Bugün oraya gidip bağımsızlık talebinde bulunsak karşımıza
dikilecek yine Rus'un olması gibi. Osmanlı'nın engellemeleri gibi
gösterilen şeyle, sırf askeri gücünden dolayı topraklarına kabul ettiği
Çerkes realitesini, baskı altında tutarak Osmanlı adına nasıl bir fayda
sağlanacağı öngörülmektedir acaba? Çerkeslerin Osmanlı içinde, Osmanlı
adına yaptıkları mücadelelere bakılırsa böyle bir dayatmaya, zorlamaya
müsaade etmeyecek şekilde meselenin içselleştirildiğini görebilirsiniz.
Bununla birlikte münferit olaylar o yoksulluk şartlarında doğal
karşılanabilir ama kimse Çerkeslerin geri dönmek için çıkardığı
ayaklanmalardan, devlete başkaldırmalardan söz edemez söz edemediği gibi
Çerkeslerin devlet yapısında çekirdek unsur olmaları hiçbir yoruma yer
vermeyecek şekilde sorunu çözmektedir. Birileri Çerkeslerin devletleşme
sürecini, geri dönüş projesinde en büyük engel olarak gördükleri için
Çerkeslerle Osmanlı'nın ya da mevcut devletin arasında bir çatışma
olduğu intibaı bırakıp toplumsal inhiraf oluşturma çabalarıyla tıpkı
diğer meselelerde olduğu gibi belli bir amaca hizmet etmektedirler.
Kısaca belirtildiği üzere milletimiz yaşanan topraklarda baskı ve zulme
uğrasaydı, yapmak istediği şeyler engellenseydi ve bu kolektif bir
bilince ulaşsaydı Çerkeslerin bugün mevcut devletlerle bu kadar barışık
hatta azınlıklar içinde en barışık millet olma özelliği bu merhalede
olamazdı. Osmanlı'nın ırkı ya da ümmet özelliklerinden kaynaklanan
gerçeklerle günah çıkarmaya ihtiyacı olmadığı gibi vicdanını
rahatlatmakta birilerinin talihsiz açıklamalarıyla değil miras olarak
bıraktığı hinterlandın bugün dahi Osmanlı'ya bakışıyla ilgilidir. Bu
bakışı görmek isteyenlere bu hinterlandın tüm köşelerinde dolaşmalarını
ve kanaatleri öğrenmelerini tavsiye ediyoruz ve akabinde
İngiliz'in-Rus'un-Fransız'ın (özellikle Rus'un) bir şekilde eli uzanmış
yerlerde aynı kanaatler için dolaşılmasını tavsiye ediyoruz gerçeği
sadece bunlar söylesin. Eriyik bir zihniyet uğruna Rus'un bir gün gelip
bu kadar alkışlanacağı, karşısında saygıdan iki büklüm olunacağı bizim
milletimizin kabul edebileceği bir gerçek olamaz. Bu açıklamayı da sözde
ümmi çıkarlar için Osmanlı'nın milletimize kaybettirdikleri safsatasıyla
milletimizi topraklarından söken-atan-etnik temizliğe maruz bırakan
Rus'u görmeyip, Osmanlı'yı suçlayan anlayışa ithafen sunuyoruz.
Analizatör
16.03.2007
Sizler bir gurupsunuz, hiçbiriniz Çerkes değilsiniz. Yazdıkça
dağılmış, dağıldıkça yazmışsınız. Yazdıkça yazdığınız, dağıldıkça
dağıldığınız gereksiz satırlar aslında çok basit.
Kısaca diyorsunuz ki; bizler Rusya ve Rus düşmanıyız. Sosyalizme zaten
düşmandık. Sizin başınıza gelenle Osmanlı'nın bir ilgi ve alakası
yoktur. Böylesi bir gavurun ülkesine dönüp ne yapacaksınız? Nereden
çıktı bu zıkkım dönüş meselesi? Ne güzel idare ediyorduk.
Dedikleriniz bunlar ama diyemediklerinizi sizin yerinize ben dile
getireyim.
Rusya ile bir problem olduğunda size Avrasya gemisi kaçırtıyor, otel
bastırıyorduk, adam yolluyorduk Çeçenistan'a, daha bir yığın planı niye
sıkıntıya sokuyorsunuz, oturun oturduğunuz yerde. Nereden çıkarıyorsunuz
dönüş saçmalığını?
Yazdıklarınızın tümü bu kadar kısa aslında.
Sahi, sizler kimlersiniz?
Denetim Kurulu
24.04.2007
Sayın Yeldar Barış Kalkan'ın isteği üzerine konu başlığı kapatılmıştır.
Denetim Kurulu
|