KUŞHA Faruk
Özden
Uygun olan
xabze ise, onun uygunluğuna karar verecek olanda toplumdur. Toplumdan
onay almayan hiç bir şeyde xabze olarak nitelendirilemez.
Fertler arası karşılıklı etkileşimden hareketle, kişi ile toplum ve de
toplumun kendi ivmesi olarak xabze gündeme gelir.
Yazılı hukuk sistemi ve organize olmuş devlet yapısı ortaya çıkmayan
toplumlarda, toplumu yöneten ve yönlendiren kurallar silsilesinin Çerkes
toplumunca isimlendirilmesidir xabze.
Fertler arası ilişkilerde saygı esastır diyoruz. Ki, günümüz dünyasında
insanca yaşam denilen şeyde de kişilerin karşılıklı saygıları ilkesi
esastır. Bizlerde saygı esaslı ilişkilerde xabzeyi ararız.
Geçmişteki büyük ailelerimizde xabzede esas büyüğe saygı ve ona öncelik
vermek diye nitelenirdi. Aile reisinin önceliği aileyi bir arada
tutmaktı. Büyükbaba ve büyük anne, çocuklarını, gelinlerini, torunlarını
bir arada tutmak. Ailenin kasası büyükbabaydı. Daha doğrusu büyükbabanın
kontrolünde büyükannenin sandığı idi. Eğer büyükanne yoksa evin bekar
genç kızının çeyiz sandığı idi kasa.
Traktörün köye girmesiyle, emek yoğun çiftçilikten, makinalı tarıma
geçilmiştir. İlk köyü terk edenler köyün zenginleri ve az topraklı
fakirleri olmuştur. Makinalı tarımla açığa çıkan istihdam fazlaları
şehrin yolunu tutmuş ve büyük ailede ilk çatlaklar oluşmaya başlamıştır.
Büyük ailenin parçalanmaya başlamasıyla, toplumda başkalaşım ve değişim
ile birlikte asimilasyonda hızlanmıştır.
Akla gelen soru: Toplumu xabze mi yönlendirir, yoksa toplum değişimle
xabzesini kendi mi yaratır veya oluşturur?
Yumurta ve tavuk gibi klasik ve basit benzetme.
Toplumsal değişimin yavaş olduğu dönemlerde xabze toplumun önünde ve
genellikle yönetir ve yönlendirirdi. Ancak günümüzde toplumsal değişim
ve dönüşüm o kadar hızlı ki toplumu xabze yöneteceğine, tersine toplum
değişimi ile xabze ye öncülük etmektedir.
Toplumsal gelişmede, aşama olarak ilk site devletleri ve köleci toplum
bir kaç bin yıl sürmüştür. Feodal toplum ise yaklaşık bin yıl sürmüştür.
Toplumlar bu aşamaları kendi iç dinamikleri ile tabi dışarıdan
hızlandıran etkenlerle kendileri geçmişlerdir. Çerkeslerde ise yarı
köleci yarı feodal yapı kendi iç dinamikleri ile değil tamamıyla dış
etkenlerce tasfiye edilmiştir. Köleciliği tasfiye edip feodal toplumsal
yapıyı oluşturmadan ikisi birlikte dış güçlerin müdahalesi ile tasfiye
edilmiştir.
Eğer ki, toplumsal değişimleri, toplumun iç dinamikleri ile
gerçekleştirmiş olsaydı, bu gün xabze ağıtları yakmazdık. Bir tarafta
hala feodalite özlemleri, öte yanda xabze bitti bizde bittik söylemleri.
Saygılarımla
Erhan Hapae
07. 02.
2009
KUŞHA Faruk
Merhaba,
Feodallerin (kölecilerin) tasfiyesi bizzat Adigeler tarafından
yapılamadığı, Ruslar ve Osmanlılar tarafından yapıldığı için mi toplum
içindeki masumiyetleri sürüyor diyorsun. İlginç bir yaklaşım. Sürgün
onları da mağdur etti sonunda, eskiden mağdur eden iken onlarda
mağdurlar arasına mı katıldılar? Masumiyetleri o nedenle, öyle mi?
KUŞHA Faruk
Özden
08. 02.
2009
Belirleyici
olan yarı köleci, yarı feodal yapıdan, köleciliğin ve nihayetinde
feodalitenin toplumun kendi dinamikleri tarafından, tasfiye edilip
edilmemesi olgusudur. Eğer iç dinamikler tarafından tasfiye edilseydi,
onların yerine yeni bir yapılanma ortaya çıkardı.
Tamamıyla tek partili (Türkiye ve Sovyetler içinde geçerli) merkezi ve
de dışarıdan gelen otoritelerce toplumun yönetilmesi ve tasfiyenin onlar
tarafından tamamlanması, toplumsal gelişmede bir eksiklik olarak ortaya
çıktı. Yani köleci toplum dahi feodalite tarafından tasfiye edilmemiş,
feodalitenin hükümranlığı kesinleşmemişti ve de feodalitede kendi
xabzesini tam olarak oluşturamamıştı.
Toplumsal gelişmenin hareketi sarmal olarak nitelenir. Önde toplumsal
gelişme ve arkasında onun oluşturduğu ilişkiler yumağı yani xabze.
Toplumsal gelişme ve değişim köleciliği tamamlayıp ve de tasfiye edip,
feodal yapı tamamen hakim olsaydı, xabze de bu yapıya göre oluşurdu.
Ancak toplum henüz köleciliği tamamlayamadığı için, xabze de köle
sahipleri ile yeni yeni oluşmaya başlayan feodalleri de kapsayan bir
yapı arzetmiştir.
Tasfiye edilen sınıfın masumiyetinden söz edebilir miyiz? Hayır. Tasfiye
gerek yerel güçler tarafından yapılsın, gerekse dışarıdan müdahale ile
yapılsın tasfiye edilen masum değildir. O miadını yani son kullanma
tarihini doldurmuştur veya son kullanma tarihi gelmese dahi yürürlükten
kaldırılmıştır.
Masumiyetinde ısrar edersek, sadece toplumsal gelişme tamamlanmadan,
erken emekli edildikleri için mağduriyetlerinden söz edebiliriz. Bu
mağduriyet, yani gelişimini tamamlayamama, kendi xabzesini oluşturamama
gibi bir eksikliği de beraberinde getirir. Esas mağdur olan toplum ve
xabzedir. Toplum doğal gelişimini tamamlayarak sıçramalarını yapmış ve
kendi xabzesini de olgunlaştıramamış olur.
ZemskySabor
08. 02.
2009
Sayın
KUŞHA, açtığınız konu başlığı diğer konudaki gibi katılıma kapalı
değilse birkaç cümle eklemek istiyorum müsaadenizle.
Öncelikle Adige halkının sosyal değişim, gelişim sürecinin yarıda
kesildiğini bende düşünüyorum.
Bu konudaki cümlelerinize katılıyorum.
Sonrasında xabze ve Adigage ile ilgili düşüncelerin olaraktan öyle
zannediyorum ki, hukuk ile ahlakı birbirine karıştırıyoruz.
Xabze Çerkeslerin (Adigeler) toplumsal hukuku görevini ifa ediyordu…
Xabzeyi toplumsal yaşantıda bireyin günlük davranış kalıpları olarak
değerlendirmek, xabzeyi küçültmek ve anlamsızlaştırmak anlamına gelir.
Xabze bireyin, ailenin, sülalenin, kabilenin ülkenin genel teamüllerine
kesin kez uymak zorunluluğudur.
Xabze yasa veya hukuk demektir.
Bu çerçevede xabze; milleti bir arada tutmayı hedefleyen, toplumun bütün
katmanlarının içerisinde buluşabildiği ve benimseyebildiği, ortak bir
bütünlüğe gövde olmayı amaçlayan, değişik zaman ve mekanlarda, ülkenin
içinde bulunduğu değişik sorunlar sebebiyle, toplanan genel özellikli
Adige Xaselerin, üyelerinin halkın temsilcileri (vekil) vasfıyla
değişik konularda aldığı kararların bütünüdür. Bu yönüyle xabze ,
bireyin davranış sosyal davranış kalıpları değil, yasama erkinin
uygulamaya koyduğu kanunlar, yasalar bütünüdür.
Herkes uymak mecburiyetindedir ve aksi durumlarda yaptırımı elbette
mevcuttur.
Adigage ise, bireyin toplum içerisinde kabul edilebilir seviyede olgun
duruşa sahip olmasını hedefleyen ahlak öğretisidir.
Ahlak deyince hemen cinsellik akla gelmesin.
Ahlaklı olmak; yardımsever, cesur, mert vb. erdem içeren hasletleri
bünyesinde barındırmak demektir.
Bu yönden bakıldığında Adigeler (Çerkesler) Adigage (Adigelik) deyimi
ile bireyin hareketlerini toplum içerisindeki genel yaşantıya
uyarlaması, iyi hareketlerde bulunan şahısların davranışlarının genel
kabul görerek örnek alınması, birey üzerinde sosyal sorumluluk
bilincinin aşılanmasını hedefler.
Adigage, Adigelerin birey-birey ve birey-toplum ilişkileri bütünsel
olarak düzenleyen davranış kalıplarıdır.
Bu hukuk normu değildir. Kısaca Fransızların nezaketi, İngilizlerin
centilmenliği vb. gibi tanımlanabilecek Adigelerin sosyal hayatı
düzenleme tarzıdır.
Bireyin ülkeye, topluma, hayata ve olaylara karşı ahlaklı bir duruş
sergilemesinin sosyal parametreleridir.
Günümüz tabiri ile standartların üstünde erdemli ve vakur insanların
davranışları Adigage'ye dahil edilirken, bu kişilerde aynı zamanda
birer fenomene dönüşmüştür.
Mesela; çokça tartıştığımız iki konu var.
Birincisi saygı, ikincisi birlik!
İnsanlar arasında ilişkilerde saygı bir nezaket kuralıdır.
Bunu xabze olarak değerlendiremezsiniz.
Bunun yeri Adigage’dir.
Benzer
şekilde, insanları sosyal ortamlarda değişik amaçlar için birleştirmeye
çalışmak Adigage’nin yükümlülüğü değildir.
Bir arada yaşamasını, iş görmesini istediğiniz insanlara, o yapıda
varoluşlarının ve de iş yapabilmelerinin önün açacak, yapının düzenli ve
sürekli etkin olmasını sağlayacak, iş disiplini ve bilincini verecek
kurallar yasalar kabul ettirmek zorundasınızdır.
Bu o yerin, o işletmenin, o derneğin, o yörenin, o ülkenin xabzesi,
yasası olur.
Birlikteliğin ortak paydasını yaratacak yasaları işletmeye alırsanız bu,
değişik statü ve beceriklilikteki değişik düşünce ve eğitimdeki
insanların bir arada iş görebilmelerini ve yaşayabilmelerinin alt yapısı
olan kuralları yani xabzeyi işler hale getirirsiniz.
Büyüğe saygı, yardımseverlik, mertlik vb. iyi hasletlerin yüceltildiği
ahlak ve sosyal his mekanizması Adigage, başka bir şeydir, toplumda
herkesin şartsız-şurtsuz uymak mecburiyetinde olacağı kanunlar yani
xabze başka bir şeydir.
Kısaca, birey ilişkilerinizde nazik ve centilmen bir Adige
olamayabilirsiniz, Ancak bu sizin Adige ülkesinde yaşamanıza engel
değildir.
Ancak halkın hukuku olan xabzeye uymamanız cezai yaptırımlara uğramanıza
neden olur.
Mesela; bölgenizde çıkan bir savaşa katılmak tamamen hür iradenize
kalmıştır. Katılmazsanız Adigage’ye göre yanlış yapmışsınızdır. Sizi
ayıplarlar ama köyünüzde yüzünüz tutarsa yaşamaya devam edersiniz.
Ancak savaş sırasında düşmana şu veya bu şekilde yardım etmişseniz, sizi
öldürürler bu kanundur, yasadır.
Bu xabzedir.
Okuduğunuz için teşekkür ederim. :-)
Saygılarımla.
KUŞHA Faruk
Özden
09. 02.
2009
Sayın Z.
Sabor,
Diğer başlıklarda da ben herhangi bir sınırlamada bulunmadım, bulunamam
da. Ancak aykırı başka seslerin sabote tavırlarına karşı çıktım.
Değerlendirmelerinize de kısa bir açılımda bulunmak istiyorum:
Toplumumuzda fert ile fert, fert ile toplum ve de toplumun iç
ilişkilerini düzenleyen kurallara xabze dememiz gerektiğini
yinelemiştik.
Sizinde yinelediğiniz gibi yazılı hukuk kuralları ve normları olmayan
Adige toplumunda hukuk sistemine xabze denmiştir. Günümüzde saygı esaslı
davranışları da toplumumuz xabze olarak nitelemektedir. Bence de xabze
bu değildir. Ancak kişinin toplum içinde nasıl davranması gerektiğinin
de xabze ye uygun olup olmadığı sorgulanır ki, yanlıştır. Kişinin toplum
içinde nasıl davranacağının müeyyidesi yemıku/haynapedir. Eylemin mihenk
taşı Adigage’dir.
Adigage’ye uymanın ölçütü work olmak, work gibi davranmaktır.
Davranmazsan yemıku olur, daha ağırı haynapedir. Bütün toplum tarafından
ayıplanır. Adigage’de de eylem biçiminin ölçütü sosyal sınıftır, yani
work gibi davranmak.
Saygılarımla.
Soner
Kocsav
09. 02.
2009
Sayın
Özden,
Bunu söyleyecektiniz madem neden bugüne dek eleştirip durdunuz beni ve
bazı arkadaşları.
"Yani köleci toplum dahi feodalite tarafından tasfiye edilmemiş,
feodalitenin hükümranlığı kesinleşmemişti. Ve de feodalitede kendi
xabzesini tam olarak oluşturamamıştı."
Oluşturabilseydi eğer dış güçler tarafından yıkılmaz, dış mihrakların
kışkırtmaları ile kendi halkı tarafından alaşağı edilmezdi. Tamam mıdır
şimdi? :-)
Saygılar.
KUŞHA Faruk
Özden
10. 02.
2009
Sayın
Kocsav,
Yine yanlış ata oynuyorsunuz. Toplumdaki gelişmenin kesintiye
uğradığını, normal gelişimini tamamlayamadığını her zaman söylüyorum.
Geçmişteki saptama ile;temiz kan, feodalizm ve otorite savunuculuğunun
ne alakası var.
Eğer ki, toplum normal gelişimini sürdürebilseydi; feodalite köleciliği
tasfiye edecekti, ortaya merkezi bir krallık yapılanması çıkacak, belki
de bütün Kafkasya’da hükümran olacaktı. Toplum kendi burjuvazisini
oluşturacak, gelişimine devam edecekti.
Bütün bunların olması gerektiğini söylemekle günümüz de feodalizmi ve
otoriteyi savunmanın ne alakası var?
ZemskySabor
10. 02.
2009
Sayın
KUŞHA,
Herhalde work kelimesini edilgen anlamda kullanıyor olmalısınız.
Yani burada Work gibi olmak davranmak derken, kelimenin asıl manası olan
hayata karşı asilane bir duruşu kastediyor olmalısınız.
Aksi taktirde iyi-güzel davranış sergileyen herkesin cismani olarak
work-work soyundan olması düşünülemez ya da tam tersi; yanlış-kötü
davranış sergileyen herkesinde soy olarak avam takımından olduğu da
varsayılmaz!
Erhan Hapae
10. 02.
2009
Değerli
Arkadaşlar
Adigelerde çok ciddi köleci bir dönem yaşandığı konusunda şüphelerim
var. Çünkü köleci toplumlar güçlü merkezi devletler kurdular, bin yıldan
fazla bir dönem boyunca bir yandan köleleri kontrol altında tutabilen
bir otorite vardı. Bunun sonucu toplu üretimler yapılabildi, Roma,
İskenderiye gibi çok önemli şehirler kuruldu. Roma Hukuku, Mısır
Medeniyeti gibi insanlık tarihinin çok önemli sıçrama noktaları birazda
köleci toplumun eseridir.
Adigelerde böyle bir merkezi durum yok. Daha çok köleci
imparatorlukların yıkılması sonucu Orta Avrupa’da ortaya çıkan
feodalizme benzer bir şey var sanki.
Köle değil de serf. Mesela öldürülemiyor gibi hakları var. Yine bu
efendilerin ortaya çıkması sayesinde toplumsal yasalar ve insanlığı
geliştiren incelikler (sanat-estetik) ortaya çıkabilmiştir diye
düşünüyorum. Her gün toprakla uğraşıp duran yorgun serfler oluşturmuş
olamaz xabze'yi herhalde. Geçimini bedeniyle kazanmayanların işi olsa
gerek.
Değerli arkadaşlar,
Xabze yerel bir şey olmakla birlikte, birazda küresel şeyler
çağrıştırıyor. Yekure xabze, Adıgager Tsıfığe gibi tüm insanlığa şamil
felsefeler içeriyor.
Çok abartmadan yerli yerine oturtabilirsek ne mutlu.
Sizlere kolay gelsin.
Sevgilerimle.
KUŞHA Faruk
Özden
10. 02.
2009
Sayın
Sabor,
Ferdin fert ile ilişkisini de bir yönüyle xabze diğer yönüyle Adigage
olarak nitelendirebiliriz. İnsanlar arası ilişkilerde nezaket
kurallarına Adigage diyelim. Ancak toplumda çok önemli yeri olan, at ve
atlı ile ilgili ritüellere ne diyeceğiz? Aynı şekilde ‘’Nısaşe Gup’’ın
nasıl davranması gerektiğine dair kurallar silsilesine ne diyeceğiz?
Cenaze haberi vermeye giden atlı, gittiği eve 30-40 m. kala attan sağdan
iner, atın soluna geçer, kamçısını sol ele alır ve atın gemini kısa
tutardı. Bunu görenler de cenaze haberi vermeye geldiğini anlarlardı.
Ki, bu da xabzedir. Ancak günümüzde uygulama imkanı kalmamıştır.
Nısaşe Gup misafir gittiği köye yaklaşırken, misafir gidilen aileye gup
thamade; şu kadar kişi olarak, şu kadarı genç kız, diye bir sayı
bildirirdi. hıbar yeğaşe gönderilir, ev sahipleri de buyurun diye bir
ulak gönderirlerdi.
Dönüşte köye yaklaşılırken thamade yine haber gönderir, kazsız belasız
gelinin aldık geliyoruz, diye. Düğün sahipleri de pehaje ile nısaşe gupu
karşılarlardı. Pehajenin:söğüş et, thurij, halıve veya thurımbey
değişmez mönüsü idi. Tabii ki, gelin eve geldikten sonra nısaşe nışın
yenmesi. Bütün bunları Adigage olarak nitelendiremeyiz. Bunlar xabzenin
küçük uygulamalarıdır.
Xabzeyi günümüzdeki anlamı ile hukuk olarak nitelendirmek ne kadar
doğrudur?
Yine günümüzde uygulanması kalmayan başlık. 50 yıl önce vit, zış,
şığınaphe (iki öküz, bir at ve elbiselik için bir miktar para) iken
nakde dönüşen uzun tartışma ve toplantılarla 3 bin Lira’ya indirilen,
ancak bir iki sene geçmeden artısının el altından alındığı uygulama.
Uzunyayla’da xabze için yapılan son toplantı, başlık ile ilgili idi.
Müeyyidesi olmadığı için uygulanamadı. Kızların artık mal yerine konmak
istememeleri ve toplumdaki bilinçlenme bu uygulamanın sonunu
getirmiştir. Xabze ortadan kalkmıştır.
Son iletinizdeki work gibi davranmak ile ilgili sorunuz cevabını da
içermektedir. Asilane duruş, centilmen davranışı diye de
niteleyebiliriz.
Saygılarımla.
KUŞHA Faruk
Özden
10. 02.
2009
Sayın Hapae
Erhan,
Adigelerdeki kölecilik hiçbir zaman Eski Roma Köleci Toplumu gibi
olmamıştır. Her şeyden önce köle sahiplerinin büyük malikaneleri,
binlerce dönüm arazileri, yüzlerce kölesi olmamıştır. Orta Çağ
Serfliği’ne yakın bir uygulama diyebiliriz. Yarı köleci yarı feodal
yapılanmada efendilerden o kadar zenginleşip malikaneler, konaklar
yapanlar olmamıştır. Pşıların evleri dahi diğer evlerden biraz daha
düzenli, bir kaç odası fazla olurdu. Köleler efendileri için çalışırken
hem efendinin yiyeceğini, hem kendi yiyeceğini çıkartırdı. Artı değeri
fazla değildi. Çünkü artı değeri fazla olsaydı, büyük paralar
biriktirirler, Avrupa’da olduğu gibi efendilerine malikaneler, şatolar
yaparlardı.
Osmanlı toprağına geldikten sonra, askeri bürokraside yer alanlar ancak
diğer evlerden daha gösterişli evler veya konaklar yapmışlardı.
Sizinde yazdığınız gibi köleci imparatorlukların yıkılmasından sonra
Orta Avrupa’da ortaya çıkan feodalizmi çağrıştıran, çok küçük iz düşümü
bir toplumsal yapı.
Kabardey’de toplumsal yapının omurgasını workler oluştururdu. Kundetey
tamamen bir workler federasyonu idi. Ki, pşıların hegemonyasını kabul
etmediler.
Xabzeyi uygulayan ve de uyana work gibi tabiri kullanıla gelmiştir.
Demek ki xabze ile work olmanın bir illiyedi vardı. Xabzenin yapıldığı,
oluşturulduğu yer xase. Xaseye katılanlarda avam olacak değillerdi
herhalde. Tabii ki worklerdi. Xabze yapıcı ve uygulayıcısı workler.
Xabze her ne kadar lokal olsa dahi, küresel değerleri içermesi onun
ilerici yönünü gösterir. Sizin de söylediğiniz gibi genel kabul; yekur
xabzes. Uygun olan, uygun görülen xabzedir ve de Adigager tsıhuğas yani
Adigelik insanlıktır gibi saygı ve insani değerleri de içermesi en iyi
göstergedir.
Saygılarımla.
ZemskySabor
10. 02.
2009
Aydınlatıcı
bilgileriniz için teşekkür ederim sayın KUŞHA.
Sizin yazdıklarınız ile kendi düşüncelerimi birleştirdiğimde şu kanaate
vardım: Geçmişte Adigeler kanunu töreyi veya nezaketi sırası gelince
uygulansınlar diye icat etmemişler, bizatihi yaşayarak yazmışlar,
adetleştirmişler!
Canlı ve dinamik bir halk bu demek galiba.
Saygılar, selamlar.
Soner
Kocsav
10. 02.
2009
Sayın Özden
yanlış ata oynayan kim?
"Sayın Kocsav,
Yine yanlış ata oynuyorsunuz. Toplumdaki gelişmenin kesintiye
uğradığını, normal gelişimini tamamlayamadığını her zaman söylüyorum.
Geçmişteki saptama ile temiz kan, feodalizm ve otorite savunuculuğunun
ne alakası var" dediniz.
Temiz kan, feodalizm… Ben bunları eskinin feodal düzenini getirelim diye
mi savundum? Pşi, work v. s. Otorite savunuculuğu çıktı şimdi de. Evet
doğrudur, gereklidir. Peki bunu hangi faşist/baskıcı ideoloji ile
bağdaştırıyorsunuz da karşı çıkıyorsunuz?
Sayın Özden benden bilgili olabilirsiniz ama bunu ima etmek için
yazılanları en uç düşünceler olarak görüp ders vermeye kalkmayın.
"Eğer ki, toplum normal gelişimini sürdürebilseydi:feodalite köleciliği
tasfiye edecekti, ortaya merkezi bir krallık yapılanması çıkacak, belki
de bütün Kafkasya da hükümran olacaktı" dediniz.
Biz ne dedik? Rusların yaptığını biz yapardık hiç olmadı. Kimse de
ayaklanmaz, kendi insanlarını öldürmez, Rus oyunlarına alet olmazdı.
Sonuçta kazanan, kazandıran yine otorite, yine feodalite olurdu. Sayın
Hapae'nin verdiği örnekler feodalitenin tanımlanmasında kullanılan
tarihi verilerdir. Bunları söylemiştim.
Ancak siz ilk yazımdan itibaren söylenen şeyleri görmezden gelip
almışınız sazı elinize ta başından beri aynı melodiyi çalıyorsunuz.
Satranç oynamıyorum. Kimseyi mat etmek gibi bir derdim de yoktur.
KUŞHA Faruk
Özden
10. 02. 2009
Sayın Kocsav,
Sizi üzdüysem özür dilerim. Yalnız taviz vermediğim bir kaç konu var:
Bunlardan birisi Çerkes olduğum
ikincisi her türlü baskı ve otoriteye karşıyım ve demokrasiyi
savunuyorum.
Şimdiye kadarda bilgimle kimseyi de ezmeye çalışmadım, hatalarım ve de
yanlışlarım hatırlatıldığında da özür dilemesini biliyorum.
Bu platformda herkes bildiği konuları işlerse, karşılıklı olarak
kendimizi geliştiririz.
Yineliyorum: Demokrasiyi savunuyorum, ırkçılığa karşıyım, her türlü
despotizm ve baskıcılığa karşıyım ve de Çerkes’im.
Saygılarımla.
Turgut
Janxot
10. 02.
2009
Sayın
Koçsav,
aruk ağabeyle ilgili forum tartışmalarınızı hayranlıkla izliyorum.
Açıkça söylemek gerekirse aranıza da girmek istemiyorum.
Ancak şunu da belirtmeden geçemeyeceğim.
Tartışmalarımızda özellikle Faruk ağabeyin sadece size karşı değil,
herkese karşı takınmış olduğu tutum beni çok mutlu ediyor,
Konulara vakıf, eleştirisini yaptıktan sonra karşısındakini kırdıysa
hemen ondan özür dileme, kısaca pek alışık olmadığımız şeyleri yeni
katılımcılarımızdan, bu değerli büyüklerimizden görmek, örnek olması
açısından bence çok değerli.
Bu anlamda ben herkese bu tutumlarından dolayı teşekkür ederim. hepimiz
bir amaç için mücadele ediyorsak zaten olması gereken davranış şekli de
bu olmalı.
Selam ve saygılarımla.
Soner
Kocsav
11. 02.
2009
Estağfurullah.
Bende "öncelikle" siz Faruk bey ve sayın Sabor’un benim sözlerime
bakarak hakkımda söylediklerini yanlış anlayabilecek/anlayan insanlardan
ve son olarak da kabalık ettiysek sizden özür dilerim. Çünkü genelde
bizim toplumda alışkanlıktır. Kişinin ne söylediklerinden çok, onun
hakkında orada burada söylenenleri dikkate alırız. Bu hatayı bende çok
yapmışımdır. Tartışmayı bu kadar çok uzatmamın nedeni; kendimi savunmam
gerektiğinden ve en önemlisi yanlış anlaşılmaktan korkmamdan dolayıdır.
İnsanlarla ilişkilerde en çok korktuğum yanlış anlaşılmaktır.
Ayrıca sayın Özden bu tartıştığımız konuda en açık sözler "genetik
özelliklerimiz" başlıklı yazının içindedir, başka yerde değil.
Tekrar bir tartışma açma niyetinde değilim. Sadece şunu diyeceğim. Benim
savunduğum düzen(otoriter, kısmi feodal, milliyetçi) gençler ve yeni
nesil adınadır. Yoksa sizler gibi büyüklerimize, (bu tabiri kabul
etmeseniz de) thamadelerimize yol gösterme amacında değilim. Benim
derdim yeni nesildir ve onların Adigeliği, Çerkesliğidir. Sonuçta bende
o gençlerden biriyim.
Demokrasi insanları daha çok böler, çünkü her kafadan ses çıkar
düşüncesinde olan biriyim. Bu yaşadığımız sözde demokrat ülkede neden
her kafadan ses çıkıyor ama bunların çoğunu kimse dikkate almıyor. İşte
demokrasiyi isteseniz de uygulayamıyorsunuz. Çünkü bu milli değerlere,
birlikteliğe zarar verir. Kaldı ki, bizim gibi daha millet olamamış, bu
bilince sahip olmayan insanlar için kesinlikle çözüm değildir bu.
Otorite olmadan da demokrasi bir şey ifade etmez. Ben bunu söyledim,
başka bir derdim yok.
Yineliyorum. Her konuda otoriteye tarafım. Bu, savunduğunuz demokrasiyi
bile bitirmez, aksine demokrasiyi işe yarar hale getirir. Irkını sevmek
milletini sevmektir, diğer ırkları düşman görmek değildir. Başkasının
kölesi olmaktansa kendi milletimin kölesi olmayı yeğlerim. Başkasının
dilini konuşmaktansa kendi milletimin hangi lehçesi olursa olsun dilini
konuşmayı yeğlerim. Anavatanımda yaşamadıktan sonra kendimi özgür
sayamayacağımı, tam anlamıyla Adige olamayacağımı kabul ederim. Çünkü
özgürlüğü orada bıraktık başka yerlerde ne kadar uğraşsak da kazanamayız
diyenlerdenim. Xabze Adigelik içindir, kendine Adige demeyen için xabze
bir anlam ifade etmez.
Tanıştığıma memnun oldum sayın Özden. Sizin adınızda saygıdeğer Doğan
Özden thamademize de selamlarımı gönderiyorum.
Saygılar.
B. Atcı
11. 02.
2009
Değerli CC
katılımcıları Faruk ağabeyin foruma yazmaya başlaması ile ciddi bir yazı
trafiği oluşmuştur. Kendilerine teşekkür ederim.
Xabze denilince sadece saygı düzleminde algılanır duruma gelmesi
xabzenin sofra düzlemine indirgenmiş olması bir çokları tarafından
xabzenin doğru algılanmadığının ve xabzeye dolayısı ile de feodaliteye
bir noktada haksızlık edilmesine neden olduğu kanısındayım. Xabze içi
boşalmış halde adı kaldı, en asgari insani davranış olan saygı gibi tek
ayak üstünde bırakılmıştır. Aslında xabzenin bir çok ayağı vardır. Tek
başına örf adet değildir toplumun ve ferdin yaşam biçiminden tutunda
mezara girişine kadar
Hak, hukuk, miras , ceza ve definine kadar her şeyini düzenleyen bir
kurallar silsilesidir diye biliyorum.
Xabze, sosyal statüsü, yaşı cinsiyeti gözetmeksizin her bireye mutlak
yaptırımı ödülü ve cezası olan bir hukuk sistemidir. Xabze asla feodal
despotizm değildir, yanlış uygulamalar istisnadır. Demokraside de
hukukta da yanlış uygulamalarını çokça görebiliriz.
KUŞHA Faruk
Özden
11. 02.
2009
Xabze bir
yönüyle fertler arası ilişkilerden başlayarak, ferdin toplum içindeki
davranışlarıyla genişleyen ilişkiler yumağı, bir tarafı örfi öte yanı
hukuki kurallar ve ritüeller manzumesidir. Yazılı değildir, çünkü
toplumun yazısı yoktur. Eğitiminin alındığı yer haşeş, çünkü toplumun
okulu yoktur.
Heşeş, Türkçe karşılığını misafirevi olarak söyleyebiliriz. İşlev ve
uygulama alanı olarak hem okul, hem kulüp, hem de haber merkezi
durumunda idi.
Haşeş başlı başına bir kültür kurumu idi. Gençler toplum içinde nasıl
davranılacağını haşeşte yhamadelere hizmet ederek öğrenirlerdi.
Köye gelen misafirler haşeşte ağırlanırdı. Ailenin büyükleri haşeşte
otururlardı. Köyün yaşlıları da haşeşte toplanırlardı. Ailenin reisi
dışarıdan dönerse, atını haşeş'ın önüne çeker ve oraya inerdi.
Tek iletişim aracı başka köylerden gelenler olduğu için en taze haberler
haşeşte anlatılırdı. Haşeş hizmet yapan gençler için eğitim kurumu
görevi görürdü. Toplum içinde nasıl davranılacağı ve uygulamaları orada
öğrenilirdi.
Xabzenin okullarından biri haşeş ise diğeri de gurup eylemleri idi.
Nısaşe gupte thamadelerin yakınında bulunarak, şhağırıt olarak
görevlendirilmekte xabze yi öğrenmek için uygun ortamı sağlardı.
Xabze yaşanarak öğrenilirdi.
İlk gençlik
yıllarımda dedem; Si şale şha nasıl kırılır öğreteyim, dedi. Sofrada
kelle vardı, ki koyun kesilince haşlama et ile kellenin sağ tarafı
dedeme gelirdi. Önce tarif etti, sonra uygulamasını yaptırdı. "Artık
delikanlı oldun, gittiğiniz bir yerde eğer sofraya kelle gelirse, nasıl
kırılacağını bilmen gerekir" dedi. Ki, kelleyi kurallarına göre
parçalayamamak büyük ayıp sayılırdı.
ÇAŞE Osman
11. 02.
2009
Kocsav
kardeş, madem sen otorite ve birazda feodaliteyi savunuyorsun adının
başına diğer ağabeylerin gibi sülale adını da yaz. Yazmadığına göre var
bir şeyler ama çözemedim. Kafam karıştı diyaloglarınızdan. Eski
topraklar sülale adlarına meraklıdır. Sanki bu ülkede bir şey ifade
ediyormuş gibi. En demokratları bile böle ise Adigelik sülalecilik olmuş
demektir.
DAVUR Kocsav senin sülaleden anavatanda baya var. Boş ver bu ülkede
zaman kaybetme. Ağabey tavsiyesi sana.
Soner
Kocsav
12. 02.
2009
Bildiği
konuları işlemekte ayrı bir muamma. Bana diyordunuz ya sayın Özden,
workmişsin, bunun cihazı mı var ‘’work ölçer’’ diye.
Hangi konulara kim vakıftır, bunu da ölçecek cihaz yoktur. İkimiz
tartışıyoruz, kim karar verecek ve neye göre karar verecek haklılığa?
Beş tane N bir tane de K var. O da ''kim'' sorusu. Bu
tartıştığımız konuya vakıf olan kişi kimse çağıralım bize öğretsin
eğrisini doğrusunu. Şiirsel oldu ama :-) var mı öle biri sayın Özden?
Soner
Kocsav
12. 02.
2009
Son yazınız
geç düştü sayın Özden. O nedenle son yazıma ekleme yapmam lazım.
Xabzenin anlatıldığı yerde dinlemek lazım. Buyurun devam edin…
Bilmeyenlerde öğrensin, bizde tazelemiş oluruz. Elinize sağlık.
KUŞHA Faruk
Özden
12. 02.
2009
Sayın ÇAŞE
Osman,
Adigeler kendilerini diğer Adigelere tanıtırken, bildiğim kadarıyla aile
isimlerini kullanırlar. Aile ismini kullanmakla demokratlığın ne alakası
var anlayamadım?
Demokrat olmak siyasi bir duruştur. Kabul edersiniz etmezsiniz, sizin
bileceğiniz bir şey.
Yanlış görmediysem siz de aile isminizi kullanmışsınız. Demek ki bu
ülkede de bir şey ifade ediyormuş ki siz de kullanıyorsunuz.
ÇAŞE Osman
12. 02.
2009
Demokrat
bir Çerkes (sizin gibi) herkesi eşit görür. Abzegh, Kabardey ayrımı
yapmaz. Her ortamda bırak kabilesini sülale adını bile ön planda
gereksiz yere tutmaz. Yani bu adlandırma bir mesaj içermiyor ise
gereksizdir. Ben sizin mesela bu Çerkes tanımından ne anladığınızı merak
ediyorum. Kendinize Adige değil Çerkes diyorsunuz. Çerçevesi geniş ise
bu tanımınızın daha da anlamsız olur sülale adınızı kullanmak. Haksız
mıyım?
Ben Adige’yim, Abzeh’im, ÇAŞElerdenim. Yazılarınızı okuyunca o kadar da
demokrat olmadığımı söyleyebilirim. Çerkes Adige demektir, derseniz bu
saçma olur. Ki, Adige xabze yerine Çerkes xabze demeniz lazım. Bir
tarafta öle öbür tarafta farklı tanımlama olmaz. Çünkü her iki
isimlendirmeyi de Türkiye diasporasına hitaben yapıyorsunuz. Neden bu
farklılık o zaman demezler mi?
KUŞHA Faruk
Özden
12. 02.
2009
Sayın ÇAŞE
Osman,
İletinizde adımdan bahsetmeseniz de zannedersem benden yani KUŞHA Faruk
Özden’den bahsediyorsunuz. Demokratlığım veya Adigeliğim ile ilgili size
veya başkalarına bir şey ispat etmek zorunda olduğumu hissetmiyorum.
Kimlere mesaj verdiğimi veya vermeye çalıştığımı da istediğin gibi
yorumlaya bilirsin.
Ben Kabardey’im. Uzunyaylalıyım, Eğer ki Türkiye’nin başka bir
yöresinden Abzeghler veya Shapsughlar ile ilgili bir şeyler yazmaya
kalkarsan ukalalık yapmış olurum. Mesela siz kendi yörenizi veya
kabilenizi niye yazmıyorsunuz?
Bazıları gibi Türkiye den Kafkasya’yı yönetme ve düzeltme ukalalığında
da bulunmuyorum. Xabze ile ilgili söyleyeceğiniz sözünüz varsa buyurun
tartışalım. Kişisel polemiklerden kaçınmaya çalışıyorum.
Ptlıjı
13. 02.
2009
Xabze ye bu
kadar önem verilmesinin sebepleri neler olabiliri düşününce; acaba
diyorum sürgün dolayısıyla kendini çeşitli alanlarda geliştirememiş
gelişmesi kesintiye uğratılmış bir halkın savunduğu son kale mi?
Saygılarımla.
KUŞHA Faruk
Özden
14. 02.
2009
Değerli
Kardeşlerim,
Bir konuya açıklık getirmek gerekir. Anlattığımı zannettiğim ancak
yeterince açmadığım, feodal kültür ve feodal xabze ile ilgili
açılımlarda bulunayım.
Literatürde toplumların çeşitli aşamalardan geçtiği kabul edilmiştir.
Tabii ki tarihi ve sosyolojik kanıtlar olmazsa bu görüşler kabul görmez.
Basit olarak fazla teferruata girmeden:insanlar toprağa yerleşip ,
toprağı işlemeye başladıktan sonra köyler oluşmuş, köylerin
birleşmesiyle şehirler ortaya çıkmıştır. İlk şehirlerin Mezopotamya’da
Sümer’de kurulduğu söylenir. Şehir yerleşim yerleriyle birlikte güçlü
olanlar başkalarının emeğine konmak için onları köleleştirmişler ve de
köleci toplum ortaya çıktı. Her şehri ayrı bir devlet olarak, site
devleti olarak Antik Yunan’da görürüz. Köleci şehirlerden köleci
imparatorluk ortaya çıktı. En önemlisi Roma İmparatorluğu’dur. Köleci
şehir devletleri ve köleci imparatorluklar kendi hukukunu ortaya
çıkardı. İlk yazılı hukuki metinler Sumer’de Hammurabi Kanunları, site
devletinde Antik Yunan’da Solon Kanunları ve köleci Roma
İmparatorluğu’nda Roma Hukuku. Günümüzde ki hukuk normlarının kaynağı
kabul edilir. Roma Köleci İmparatorluğu’nun parçalanması ile Avrupa’da
karanlık çağ başlar: Feodalite dönemi. Doğu’da ise yeni bir dünya görüşü
ve inanç sistemi ile yükselen bir medeniyet ve toplumsal yaşam: İslam.
Ancak İslam’da köleciliği tasfiye etmemiş ancak en büyük sevaplardan
birisinin köle azadetmek olduğunu vurgulamıştır.
Adigeler bir taraftan Batı ile öte taraftan Doğu ile ilişki
içindeydiler.
Toplumlardaki bütün bu değişim ve gelişimler, kendi kültürünü, yaşam
biçimini ve hukukunu yarattı.
Adigelerde
toplumsal yaşam yarı köleci yarı feodal yapı arz ettiği için, bu
toplumsal yaşamın kültürü oluşmuştu ve ondan öteye gidemedi.
Daha önceki açıklamalarımızda Adigelerde toplumsal gelişmenin kesintiye
uğradığını söylemiştik. Toplumsal gelişme köleciliği tasfiye edemeden,
yarı köleci yarı feodal yapıda iken kesintiye uğradı.
Toplumsal gelişme feodal yapıda kesintiye uğradığı için bir yönüyle
feodal kültür ve de bu kültürün ögelerinden olan feodal xabzede takılı
kalmıştır.
Kültür; müziğinden edebiyatına, giyim kuşamından toprağı işlemesine,
sanatından xabzesine kadar toplumun oluşturduğu değerler yekunudur.
Sürgünle kesintiye uğrayan toplumsal gelişme ile kültürel gelişim ve
değişimde akamete uğramıştır.
Son otuz yılda Adige Toplumu diasporada o kadar saldırıya uğramıştır ki,
ya her şeye karşı tepkili veya tamamıyla teslimiyetçi bir tavır
sergilemiştir. Topluma saldırı daha çok mecazi anlamda olmuştur. Üretim
ilişkilerindeki aynilik beraberinde kültürel alanlardaki benzeşmeleri de
hızlandırmıştır.
Diaspora Adigelerinin kendi dillerini kullanamamaları, zaten yazılı
olmayan sözlü geleneğe sahip edebiyatlarını da bitirmiştir. Yeni
nesiller dillerini bilmemekte veya kullanamamaktadır. İçinde yaşadıkları
toplum ile farklı olduğunun farkında, Ancak farklılığını nasıl
savunacak? Üretim ilişkilerinde bir fark yok. Giyim kuşamda da bir fark
kalmadı. Dili farklı, ancak kullanamadığı için, içinde bulunduğu
toplumda da savunma mekanizması olamamaktadır.
Adigelerin diasporada, içinde yaşadıkları toplumdan farklılıklarını öne
sürebilecekleri tek savunma mekanizmaları xabze kalmaktadır. Hangi
xabze?
Dağarcığında kalanı kadar. kimine göre büyüğe saygı, kimine göre
bayanlara saygılı davranmak, kimine göre zexeste katı ritüellere uymak.
Saygılarımla.
Soner
Kocsav
15. 02.
2009
Sayın Özden
işte bu yazıya diyecek sözüm yoktur. Keşke ta başlarda demokrasi adı
altında tartışma yapmayıp bunları söyleseydiniz de bizde, bende gerekli
gereksiz diyaloglara girmeseydik. Sonuçta düşüncelerim üzerinde herhangi
bir değişme olmamıştır. Herhalde olayları anlayış farklılığımız var. Siz
bu anlattığınız durumu önceden de biliyordunuz ya da hatırlatıldı bir
şekilde ve tarihsel olarak günümüze başka yorumladınız, ben bildiğim bu
durumu başka yorumladım. Olay bundan ibaret. Hangisi doğru 20 yıl sonra
tartışan kalırsa tekrar tartışılır ve inşallah çözüme kavuştururlar.
Saygılar.
Erhan Hapae
18. 02.
2009
KUŞHA Faruk
Merhaba,
Biliyorsun diğer taraflarda palavra vs. gibi çok ciddi işlerle
uğraştığım için senin köşeni ihmal ettim biraz, sanma ki seni rahat
bırakacağız.
Kavram kargaşalarından kurtarmak için, feodalizmin iyi veya kötü
olduğuna dair fikir yürütmeden ne olduğunu anlamaya çalışırsak
aydınlatıcı olur düşüncesindeyim.
Feodalizm önemli, birden fazla fikir var ve sonuç olarak Fransız Devrimi
bizzat feodalizmin içinden doğdu. Diğer yandan xabze dediğimiz
şey biz Çerkeslere feodalizmden miras. Eğer Çerkesya feodalizmini
kavrayabilirsek ancak xabze'yi kavrayabiliriz diye düşünüyorum.
Mesela feodalizmin ekonomik alt yapısı toprak. Bir mülkiyet ve varidatla
direkt ilişkili. Özgürleşen ve bir takım kahramanlıklar sonunda (belki
de birtakım eşkıyalıklar sonucu) soylu sınıfa kabul edilen kişiler var
ama soyluların beceriksiz çocuklarının herhangi bir kahramanlık
yapmasına gerek kalmadan soyluluğunu sürdürmesi, varidatla izah
edilebilir ancak.
Siz felsefe ile ilgili birisi olarak dış dünyayı bilirsiniz biraz, diğer
yandan dile hakim ve Türkiye Çerkesleri arasında feodal etkilerin en çok
hissedildiği Kabardey geleneğine de vakıfsınız. Bu bakımdan mülkiyet
meselesinden başlayıp, onun oluşturduğu yaşam kültürü olan xabze'yi
adım adım anlatırsanız, konuyla ilgili arkadaşların katkılarıyla değerli
bir tartışmaya dönüşebilir bu başlık. Ricamız belki biraz daha çok
çalışarak bizlere yardımcı olman.
Kolay gelsin diyorum şimdiden.
Sevgilerimle.
KUŞHA Faruk
Özden
19. 02.
2009
Sayın Hapae
Erhan,
Konuları adım adım, anlatarak ve de tartışarak irdeleyelim.
Öncelikle dünya tarihinde feodalizm nedir ve de nasıl bir yönetim
biçimidir sorusuna yanıt vermeye çalışalım:
Köleci Roma İmparatorluğu’nun çökmesiyle oluşan Avrupa’da oluşan
toplumsal sistemdir feodalizm. Roma İmparatorluğu’nda, büyük tarımsal
çiftliklerde, özellikle kuzeyden gelen barbar akınlarının da etkisiyle
ticaret gerilemiş ürünler satılamaz olmuştur. Tarım işletmeleri içine
kapandı, köle emeği kendi şahsi ihtiyacını dahi karşılayamaz oldu.
Köleler efendileri için gereken miktarda ürün üretemez duruma gelince
köle sahipleri tarafından azat edildiler. Ferdi özgürlükleri olan, ancak
toprağı terk edemeyen, toprağa bağlı köylülük sistemi ortaya çıktı ki,
bu köylülere serf denirdi. Serfler feodalin toprağında kiracı durumunda
idiler. Toprağın kirasını da ya ürün olarak veya feodale çalışarak emek
olarak öderlerdi.
Azat edilmiş eski köleler yeni küçük çiftçiler tümüyle özgür değildiler.
Üzerinde çalıştıkları toprakları terk edemeyen ve de onun sahibi
olamayan sözde özgür köylüler.
Feodal düzenin siyasi yapılanması piramit gibidir. En üstte kral veya
imparator, onun altında büyük soylular, onun altın da küçük soylular ve
en altında ise en geniş tabakayı oluşturan serfler bulunurdu.
Feodal sistemde üretim araçlarının yanında, askeri güçte feodal beyler
arasında paylaşılmıştı. Piramidin en üstünde kral olsa dahi, o kadar
güçlü değildir. Kralın yetkileri de sınırlıdır. Nedeni de temel üretim
aracı olan toprağın feodal beyler arasında bölünmüş olmasıdır.
Donanımlı askerlerden oluşan askeri birliğin masraflarını kral
karşılayamamakta, askeri güçte feodal beyler tarafından
karşılanmaktadır. Kralın savaşta başarısı feodal beylerin başarısına
bağlıdır. Savaş teknolojilerinin gelişmemiş olması şatolara gizlenen
feodalleri, kralın gücünden dahi korumuştur.
Feodalizmde ekonomik yapı basittir. Feodalin toprağını işleyen serf,
kendi yiyeceğini ayırdıktan sonra kalan ürünün tamamını beyine toprağın
kirası olarak öder. Bazen kira, beyin kendi işlettiği toprakta çalışmak
veya şatosunu yapmak, tamir etmek şeklinde de ödenmekte idi.
Feodal sözleşme soylular arasında veya efendi ile serf arasında koruyan,
korunan şeklinde yazılı veya sözlü bir antlaşmadır. Karşılıklı hukuki,
mali ve de askeri yükümlülükleri kapsar. Feodal sözleşmeye göre koruyana
süzeren, korunana vassal denir. Feodal sözleşmeye
vassallık sözleşmesi de denir.
Feodalizm de toplum, asiller, ruhbanlar ve serf, köylüler olmak üzere
sınıflara ayrılmışlardı.
Asiller toprağın sahibi, üretime katılmayan, serflerden aldıkları
ürünlerle geçinen, savaşan askerlik yapan üst tabaka insanları.
Ruhbanlar
asil olmasa dahi kiliseyi temsilen papanın vekili ve de asiller gibi
büyük toprakları olan din adamları.
Serfler toplumun tabanını oluşturan, üretim yapan, kendi yiyeceğini
aldıktan sonra ürünün büyük kısmını efendisine veren, geniş kitle.
Toprağa bağlı sözde özgür, aslında toprakla birlikte satılabilen
insanlar.
Özet olarak feodal sistem kısaca böyle tanımlana bilir.
Erhan Hapae
20. 02.
2009
KUŞHA
Faruk, derli toplu bir şekilde gayet güzel özetledi konuyu. Şimdi bazı
sorularla konuyu açmaya çalışalım.
Feodal bir ülkede düzen birazda federal bir yapı içeriyor, öyle mi?
KUŞHA'nın belirttiği gibi askeri güç tek kişinin elinde değil artık. Bu
nedenle kralın savaş yapma girişimleri kendi kararına bağlı değil,
muhakkak diğer feodal efendilerin onayını ve desteğini almak zorunda. Bu
bütün hayati konularda da böyle. Bu ise birden fazla güç odağını işaret
ediyor. Bir nevi güçler ayırımı.
Tek sesli diktatörlüklerin pek hazetmediği bir durum bu. Birde kilise
var bir üçüncü güç olarak. Kilisenin gücünü sayın KUŞHA'ya soracağız ve
muhtemel ki detaylandıracak. Ancak feodalizmde; Kral, Derebeyler ve
Kilise olmak üzere üç ayrı güç odağı var ve her zaman fikir birliği
içinde değiller. Bu bir bakıma yönetim zaafı oluşturuyor ama halk ve
düşünce dünyası için daha elverişli bir vaha.
Mesela Osmanlı’da bu tip bir feodalizm yok. Hatta padişah aynı zamanda
halife. Beylerbeyi gibi yöneticiler var ama bunlar atanmış ve her an
görevden alınabilir ve hatta öldürülebilir. Mülkiyetleri yok ve
kiracılar sadece, dolayısıyla miras bırakamıyorlar. Bırakamayınca üç yüz
yıllık bir aile veya soyluluk oluşmuyor. Ülkenin tek hakimi ve tanrının
temsilcisi konumu farklı düşüncenin gelişmesine imkan bırakmıyor.
Batı feodalizminde, farklı düşünen bir felsefeci, kralın gazabına
uğrarsa, kaçıp kiliseye sığınarak düşünce üretmeye devam edebiliyor.
Böyle temel bir fark var galiba.
Kolay gelsin.
KUŞHA Faruk
Özden
22. 02.
2009
Sayın
Hapae,
Feodalizm ve kilise ilişkilerini biraz açalım derim:
Köleci Roma İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra Hıristiyan Kilisesi
de ikiye ayrılmıştır. Batı Roma’da Katolik Kilisesi ve Doğu Roma’da yani
Bizans’ta Ortodoks Kilisesi.
Katolik Kilisesi’nin ruhani lideri Papa’nın çok büyük bir yaptırım gücü
vardı. Kralları dahi aforoz (yani dışına atmak, dinden kovmak)
edebiliyordu. Krallar meşruiyet tescilini Papa’dsn alıyorlardı.
İmparatorlar dahi Papa’nın önünde eğilip, diz çöküp taç giyiyorlardı.
Öte yandan kilise büyük topraklar ele geçirmişti. Ortaçağ Avrupa’sında
ekonomik güç kaynağı toprak ve hiyerarşik erk kaynağı olması kiliseyi
inanılmaz derecede güçlü hale getirdi. Bu arada kendilerine bağlı
silahlı güçlerde oluşturdular. Kilisenin topraklarının çok büyük olması,
iyi örgütlenmiş hiyerarşisi ve dinsel etkisiyle düzenin en büyük politik
ve ekonomik gücü oldu. Kilise feodal düzenin Tanrı’nın istediği düzen
olduğunu gösterip onu haklı çıkarmaya ve korumaya çalıştı. Skolastik
düşünce yaygınlaştı.
Kilisenin toplum ve feodaller üzerindeki etkileri, feodalitede mirasın
büyük erkek evlada kalması gibi nedenlerle haçlı seferleri başladı.
XI. yüzyıla kadar Hıristiyanlar, kutsal yerler ve Kudüs’e rahatça
gidebilirlerdi. Abbasi ve Fatımilerin mücadeleleri, Hıristiyan hacıların
can ve mal güvenliklerini tehlikeye soktu.
Kilisenin gücünü göstermek istemesi, mirastan mahrum kalan feodallerin
çocuklarının doğunun zenginliklerinden pay istemesi ve kutsal yerleri
Müslümanlardan kurtarmak için haçlı seferleri yapıldı.
Haçlı seferlerinin amaçlarına ulaşamaması Batı Kilisesi’nin toplum ve
egemenler üzerindeki gücünü zayıflattı.
Doğu Roma ve onun takipçisi Osmanlı döneminde Batı’ya nazaran toplumsal
yapı daha farklı oluştu. Toprağın mülkiyeti imparatora aittir. İmparator
tabanın bir kısmına, karşılığında asker beslemek kaydıyla toprağını
kiralamıştır. Buna Timar Usulü denir.
Osmanlı toplum yapısının temelini oluşturan timar usulünü Bizans’tan
almıştır. Gerek harem sistemini, gerek bürokrat yetiştirme yani Enderun
sistemini, gerekse timar sistemini Osmanlı Bizans’tan almıştır. Zaten
Fatih, İstanbul’un fethinden sonra ve de sonraki padişahlar unvanlarına
Rum Hükümdarını eklemişler ve kullanmışlardır. Yani günümüzde bazı
tarihçilerinde savunduğu gibi, kendilerini Roma İmparatorluğu’nun devamı
saymışlardır.
Osmanlıda mülkiyet hakkı padişahta olduğu için ve de miras olarak
çocuklarına bırakamadıkları için Batı’daki gibi bir feodal yapılanma
gözlenmemektedir.
Erhan Hapae
22. 02.
2009
Sevgili
KUŞHA çok teşekkürler.
Batı feodalizminin 'biz Çerkeslere gerekli' olduğu kadarı bu güzellikte
özetlenebilir. Bu noktada Batı derebeyleri ile Osmanlı beylerbeyleri
arasındaki önemli farkı biraz açalım ve Çerkes feodallerine gelmeye
çalışalım.
Batı feodalleri, kral veya kilise ile çeliştikleri durumlarda
yargılanabiliyor. Bu yargı sonunda cezalandırılabiliyor. Bu ceza bazen
ölümle sonuçlanabiliyor. Ancak bu durumda dahi ailenin mülkiyetine
dokunulamıyor. Ailenin mirasçıları yeni derebeyi olarak görev alıyorlar.
Bu durum aile iktidarının sürekliliği sağlıyor. Asalet denen kavram,
sürekliliğini koruyabilen sınıfın kendi içinde birbirlerine karşı
davranış biçimlerinden şekilleniyor.
Bu, oturup kalkmadan, birbirlerine karşı kibar ve özenli davranış
biçimine kadar bir terbiyeyi şekillendiriyor. Hakaret-düello, problem
çıktığında çözüm şekli vs. yani hukuk.
Derebeyleri bu sürecin içinde sanat ve felsefenin (yani birazda
vicdanın) hamisi konumuna soyundukları durumlara rastlanıyor. Bu konuyu
biraz açıp sonra Çerkes feodalizmine buradan geçebiliriz.
Tekrar kolay gelsin.
KUŞHA Faruk
Özden
24. 02.
2009
Sayın
Hapae,
Batı Feodalizmi’ni birazda felsefe ve sanat yönüyle irdeleyelim.
Batı Feodalizmi’nin felsefi görüşü skolastik felsefi görüşü savunmuştur.
Skolastik Felsefe sözlük anlamı olarak, okul felsefesi demektir.
Skolastik Felsefe, ortaçağ düşüncesinde doğrunun, zaten mevcut olduğu
düşüncesine ve felsefenin okullarda okutularak öğretilmesine dayanır. Bu
felsefi görüşün temeli ilahiyat yani tanrıbilimidir, ona dayanır ve onu
desteklemeye çalışır.
Felsefe bilim olarak kilisede vücut bulmuş ve kilise tarafından
desteklenmiştir. Kutsal kitap ve Tanrı’nın varlığının ispat ve
desteklenmesi anlamında kullanılmıştır. Ortaçağ filozoflarının tamamına
yakını Hıristiyan rahiplerdi. Zaten toplumda okuma yazma bilenlerin
büyük çoğunluğu rahiplerdi. Feodaller arasında dahi okuma yazma bilenler
parmakla sayılacak kadar azdı.
12. yüzyıldan itibaren İslam Felsefesi’nin yapıtları çevrilmeye başlandı
ve okutuldu. Malta ve Endülüs’teki İslam medreselerinde felsefe eğitimi
aldılar. İslam Felsefesi, Batı düşüncesinde Antikçağ Felsefesi ile
irtibatı sağlamış, kaynaklar çevirmiş ve gelişmeyi etkilemiştir.
Resim sanatı, okuma yazması olmayan topluma dinsel imgeleri anlatmak
için kutsal mekanlara, İncil’den konuları hatırlatacak şekilde basit
resimlerle başladı.
İncil elle yazılırken konu başlıklarını anlatan mini resimler yani
minyatürler kitaplarda yer aldı. Minyatür sanatının gelişmesinde
rahiplerin rolü önemlidir. Çünkü kitap yazmasını genellikle bilenler
rahiplerdi.
Öte yandan kiliseler ve daha sonra katedrallerde dini konular resimlerle
anlatıldı. Sanatçılarda feodallerin himayesinde kiliseye hizmet
etmişlerdir. Feodalleri fakirleşmesi ile ekonomik yönden güçlenen
burjuvalar sanatçıların hamiliğine soyunmuşlardır.
Bilim,
felsefe ve sanat bir taraftan engellenirken öte yandan gelişmesine
kilisenin rolü inkar edilemez.
Batı Avrupa’da derebeyliğin evriminin yanında, Doğu Roma ve takipçisi
Osmanlı’da toprak mülkiyeti imparatora ait olduğu için, imparatorun
kiracısı olan timar sahiplerinden söz edebiliriz.
Toprağı
işleyen köylünün izinsiz olarak toprağı terk edemez, çirf bozan
resmi veya levend akçesi toprağa bağımlılığı sağlardı. Belli
miktarda bir ödeme yapılırsa ancak o zaman toprağı terk edebilirdi.
Yoksul köylünün böyle bir ödeme yapma imkanı olmadığı için toprağa
bağımlılık babadan oğula geçerdi.
Osmanlı
Toplum yapısında timar usulü, Rumeli, Anadolu ve Suriye vilayetlerinde
uygulanmıştır. Eğer Osmanlı’daki timar Selçuklu’dan devralınan ve
ikdanın değişmiş hali olsaydı, bütün vilayetlerde uygulanırdı. Sadece
eski Bizans yönetiminde bulunan yerlerde timar sistemi uygulanmıştır ki,
bence bu sistem Bizans’tan alınmıştır.
Timar
sisteminde belli akçe gelirine göre asker beslenirdi ki, timar sahibi
yörenin hem askeri, hem mülki yöneticisi durumunda idi. Timar babadan
oğula miras olarak geçerdi. Ancak sistemin üst amiri durumundaki valiler
yani Beylerbeyi makamı sahipleri padişah iradesine tabi idi. Yani
fermanla atanırlar ve azledilirlerdi. Hele bu tür yöneticiler
halledildiklerinde bütün varlıklarına padişah tarafından el konulurdu.
Yani çocuklarına miras bırakmak gibi sermayenin gelecek nesillere
aktarılması söz konusu değildi.
Saygılarımla.
Erhan Hapae
25. 02.
2009
Sevgili
KUŞHA teşekkürler.
Şimdi sıra geldi en zor konuya; Çerkesya Feodalizmi. Bu konuya Cevdet
ağabeyi de dahil edebilirsek, anlayabildiğimiz kadarı ile o dönemin
karanlık köşelerini kavrayabiliriz belki.
Çerkesya coğrafyasını bir kaç kez dolaştım sayılır. Bu gezdiğim yerler
arasına daha 150 yıl önce feodal bir düzenin hüküm sürdüğü Kabardey
bölgesi ve Abhazya’da dahil.
Bu gezi süresince gördüğüm tek feodal konak Gagrada idi ve Çar'ın dünürü
bir soylunun yazlığı idi. Yine Sohum Gudouta arasında bir yerde bir
Ortodoks manastırı.
Maykop Medeniyeti ile ilgili bir takım ziynet eşyaları ve altın
heykelcikler var ama bunlar çok eski ve feodalizm öncesi. Bu tarihsel
mimari yoksunluk feodallerimizin ne kadar feodal olabildiği konusunda
bende kuşkular yarattı.
Benim kuşkularımı gidermek için değil elbette ama konuyu irdeleme
ihtiyacı hissediyorum. Xabzenin kökü orası çünkü.
Kolay gelsin.
HAPİ Cevdet
Yıldız
01. 03.
2009
Xabze
(Хабзэ) Üzerine
CC Notu: Sevgili Thamademiz sayın HAPİ Cevdet xabze sözcüğünü
Khabze olarak yazmıştır. Makalelerde sözcük karmaşası olmaması için
bizim tarafımızdan Khabze sözcükleri Xabze olarak değiştirilmiştir.
Sayın KUŞHA Faruk Özden tarafından başlatılan Xabze (хабзэ) üzerine
tartışmalardan, sayın Hapae Erhan sayesinde haberdar oldum. İşim çok
olduğundan forumları pek izleyemiyorum.
Katılımcı arkadaşların konuyu genişletip çeşitlendirdiklerini görüyorum.
Kuşkusuz gerekli ve sevindirici bir gelişmedir bu. Değişik görüşler
sunulmuş olması da güzel ve zenginleştirici bir gelişme.
Aslında bizde, Adigeler arasında iyi yazı yazma tekniği, ileri düşünce
ve eleştiri fazla gelişmemiş, Türkiye’nin en gerileri arasında
sayılırız. Bu tür bir fukaralığın ana nedeni, bana göre, içimizden
yetişmiş olan birçok değerin devşirilmiş ve halkına yabancılaştırılmış
olmasıdır. Tıpkı Yeniçeriler gibi. Bunlar bürokratik konum, maddi
avantaj gibi kişisel çıkarlarla yabancılaşmış olmalılar. Ayrıca
toplumsal bir umutsuzluk vakası da yaşanıyor, bu da toplumsal bağları ve
dayanışmayı zayıflatıyor.
Birçoklarına göre, Adigelik (ya da Çerkeslik) gibi şeyler birer umutsuz
vakadan ibaret, kaybedilmiş şeyler. "Türkiye'de dağınık yaşayan, diğer
halklarla karışmış ve kaynaşmış olan Adigelerden artık bir hayır gelmez"
türünde olumsuz görüşler toplum içinde ve dışında hayli yaygın. Bu tür
görüşler Adigeleri zayıflatmaya, bölmeye ve etkisizleştirmeye yönelik,
mutlaka bir yerlerden maniple ediliyorlar. Çerkesler bitirilemeyen bir
av konumundalar; bu konuda Adigeleri hedef alan gizli ve açık çalışmalar
olduğu kuşkusuz.
Örneğin umutsuz vaka konusunda, bunlar Adigeliğin bitmek üzere olduğunu
söylüyorlar. Dikkat edildiğinde, bu tür kişilerin
ırkçı/milliyetçi/ulusalcı ve gerici kişiler oldukları anlaşılabilir,
üstlerini biraz kazımak yeter. Kuşkusuz Türkiye’de ulusalcılar gibi
düşünen ve onlara ayak uyduran birçok umutsuz Çerkes’de vardır, bunları
kazanmak gerekir. Umutsuz değil, umutlu olacak durumdayız artık.
1864’ten bu yana Adigeler, hiçbir zaman şimdiki gibi iyi bir konumu ve
politik avantajı yakalayamamışlardır.
Gerek Türkiye’de ve gerekse Rusya’da koşullar düne göre çok daha iyi ve
demokratik bir geleceğe doğru ilerlemektedir. Demokrasi konusunda iyi
bir sınav vermemiş olan ordudan da iyi işaretler geliyor. Örneğin yeni
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, ilk konuşmasında “Kültürel içerikli
çalışmalara karşı olmadığını” açıkladı, sevindirici bir gelişme ve dönüm
noktası. Ergenekon soruşturmaları da bağırsak temizleme olayı
niteliğinde.
Böylesine bir ortamda Kürtçe kesintisiz TV yayını yapılıyor, darası
diğerlerinin başına. TRT tarafından Adigece, Boşnakça ve Gürcüce mevlit
çekimleri yapıldı. Bunlar dün yapılamıyordu, sözünü etmek bile
sakıncalıydı.
Rusya da Adigeleri diasporadaki RF soydaşları kapsamına alma yönünde
ileri bir adım attı, yani Kafkas diasporası artık sahipsiz olmaktan
çıkıyor. Bireysel dönüş için yollar şimdiden açık. Adigey Devlet Başkanı
Aslan Thak’uşın, Adigey’e yerleşecek ve birlikte çalışacak olan
Adigeleri işbirliğine çağırıyor, özellikle çağırabiliyor, kem küm
etmiyor. CircassianCanada anasayfa ve haberler bölümü yazılarını
izleyenler bunu bilirler.
Dün Türkiye’de dil biliniyordu, ama okumamış ve içine kapanık yoksul bir
köylü toplumu vardı. Şimdi öyle mi?
Dün,
1959’da, Adigey’deki 66 bin Adige toplam nüfusunun sadece 3 bini (%
4.5’i) kentli idi, o da bürokratik işler nedeniyle Maykop’a
yerleştirilmiş nüfustu. Yani 1936-1959 arası kente yerleşmiş Adige
sayısı 3 bindi, şimdi öyle mi? Adigelerin üçte birinden çoğu şimdi
kentli deniyor. Adigelerin yaşadığı Karaçay-Çerkesya ve
Kabardey-Balkarya’da da durum öyle, Adigelerin bu üç yerde egemenlik
hakları var. Umutsuz olmak için nedenler azalıyor.
Şimdi Xabze konusuna gelelim.
Xabze nedir?
Xabze
değişik anlamları olan geniş kavramlı bir sözcüktür. Dilbilimleri
profesörü Yunıs Ayubeko Tharkuaho tarafından yazılan “Adigece-Rusça
Sözlük”e (Maykop, 1991) göre, Xabze 5 anlam içerir:
1) Töre, eski töre gibi,
2) Adet, alışkanlık ve huy, ”a şoferım jev tecev yıkhabz”-“o sürücü
erken yola çıkmaya alışkın, huyu bu” gibi, 3) Yasa, ”Xabzer vıkon” -
“yasa ihlali” gibi,
4) İktidar, egemenlik, ”Xabzev ğevçun” (kab. ”хабзэу гъэувын” -
“iktidar, egemenlik kurmak” gibi,
5) Kural, ”bzem yıkhabz” (zakon yazıka)-dil kuralı, dil yasası gibi.
Görüldüğü gibi xabze çok geniş kapsamlı bir sözcük.
Xabze nasıl açıklanabilir, çıkış yeri neresi olabilir?
Xabze, toplumun ve o toplum üyesi birimlerin yaşamını ve uyması gereken
kuralları düzenleyen değerler bütünüdür. Kişinin topluma ve toplum üyesi
diğer bireylere karşı görev ve yükümlülükleri, buna karşılık o bireyin
de hakları vardır. Herkes bu tür kurallara uymak zorundadır. Toplumun
her bireyin üzerinde, xabzeden güç alan otoritesi, yaptırımı vardır.
Ancak toplumun da bireyin hakkını savunma ve koruma, bireye görüş
belirtmede yardımcı olma görev ve yükümlülüğü vardır.
Bu durumda xabze yasa, hak ve hukuk, özgürlük anlamları içerir. Toplumun
bütün işleri xabzeye göre yürütülür, sorunlar çözülür. Yargı da o
kurallara göre harekete geçer.
Özgün biçimiyle yasama, yürütme ve yargı xabzeye göre işler. Kimse
xabzenin vermediği bir yetkiyi kullanamaz. Derebeyleri (pşı ve workler)
bile genel anlamda xabzeye uymak ve ona göre hareket etmek
zorundaydılar. Birçok olay xabze dışına çıkılmak istenmesinden patlak
vermiştir.
Bu tür bir örgütlenme, köleci ya da feodal bir düzeni değil, öncesini,
eski/kadim (arkaik) demokratik toplum düzenini işaret etmektedir. Bu
düzen, en eski Adige toplum düzeninin ta kendisidir. Bu düzen binlerce
yıl öncesinden günümüze, özelliğini koruyarak gelmiş bir düzendir,
sistemdir.
Örneğin: "Adigelerin yaşayış biçimi ve yaptıkları şeyler, İsa'dan bin
yıl önceki ya da Strabon zamanındaki yaşayış biçimlerinin ve
yaptıklarının aynısıdır, diye yazıyor Frederic Dubois. Adigeler gibi,
kendi antik geleneklerini koruyabilmiş bir başka eski halk daha yoktur.
"(Frederic Dubois - Puteşestvie vokrug Kavkaza, c. I, Suhumi, 1937, s.
39; Daha çok bilgi için bkz. ”Nartlar”: Adige Yiğitlik Destanı, Bölüm 1,
CircassianCanada, Efsaneler-Mitoloji bölümü).
Görüldüğü gibi, üç bin yıl ve daha öncesinde de bugünkü yaşamın benzeri
bir yaşam sürdürüyorlardı Adigeler. O halde xabze, bir Ortaçağ ya da
feodalizm dönemi ürünü değil, çok öncesinde, Adige Mıvıt’ (Мыутl; Meot)
toplulukları, deokratik toplum döneminde var olan ve gelenekselleşerek
günümüze gelmiş olan kurallardır. Üç bin yıldan daha uzun bir zamandan
beri varlığını sürdürdüğüne göre, bu kuralar yeryüzünün en sağlam
kuralları arasında yer alırlar.
Beş bin, altı bin yıl önce yaşamış Adige dedeleri kentler kurdular
(Bkz-Sindika-Vikipedi), bir maden uygarlığı yarattılar, onların yazıları
da vardı. Bu tür yaşam ve o yaşamın ürünü olan kurallar, dış müdahale
olmadıkça yıkılmaz ya da bozulmazlar. Adigelerin bir bölümü zaman zaman
dış istilalar altına girmişlerdir, bu doğru. Ancak dağlarda yaşayan
Adigeler (şimdiki Abzegh, Shapsugh, vb ataları), yine dağlarda barınan
Çeçenler ve Dağıstanlılar, sürekli bağımsızlıklarını ve kültürlerini
koruma olanağını bulmuşlardır. İsviçre dağ toplulukları da öyleydi.
Dağlar bu insanları ve onların koyduğu kuralları korumuşlardır. Ancak
Adigelerdeki gelenek ve kültür hiçbir başka toplum ile
karşılaştırılamayacak kadar güçlü ve kapsayıcıdır. Hıristiyanlık
İsviçre’ye ve Pirene dağlarına, Şafii katılık ve bağnazlığı da Çeçen ve
Dağıstan toplumlarına damgasını vurmuştur. Ancak Karadeniz kıyısı
Adigeleri ve Abhazlar pagan (çok tanrılı) toplumlar olarak, eski inanç
ve toplum düzenlerini günümüze değin getirmeyi başarmışlardır.
Kölelik
konusu
Mıvıt’-Meot ekonomisinin MÖ III. yüzyılda yıkılmaya yüz tuttuğunu
biliyoruz. Sulama tekniğini geliştiren ve yılda birden çok ürün elde
etmeyi başaran Mısır, Akdeniz buğday ticaretini ve ticari üstünlüğü ele
geçirdi. Mısır yükselirken Adige ekonomisi zayıfladı, askeri ve siyasi
düzen çöktü. Dış saldırılar başladı ve saldırılar 19. yüzyıl ikinci
yarısına değin, iki bin yıldan uzun bir süre sürdü, Adigelerin neredeyse
tamamına yakını Osmanlı topraklarına sürüldüler (savaşa katılan Adige
nüfusun hemen tamamı).
Milat öncelerinden başlanarak Adige, Abhaz ve diğer Kafkaslı çocuklar
esir alınarak pazarlarda satılmaya başlanmıştı. Bu çocuklar güzellikleri
ve çalışkanlıklarıyla alıcı buluyorlardı. Bir zaman geldi, bu
çocuklardan gelişen Mısır Memlukları Mısır, Suriye ve Arabistan’da
yönetimi aldılar, bu Çerkes askerler Moğollar yenip püskürten tek güç
oldular. Mısır’a sayısız sanatsal ve kültürel yapıtlar bıraktılar (daha
çok bilgi için Bk. ”Adige Ulusal Ruhu, Bizi Birbirimize
Bağlıyor”;”Mısır’ın Çerkes Sultanları Filmi”, CircassianCanada,
Sanat/Güzel Sanatlar Bölümü).
Bilindiği gibi köleci toplumu feodal toplum dönemi izledi. Üretim
tekniğindeki gelişme, yelkenli gemiler, su değirmenleri, sulama çarkları
gibi gelişmeler köle emeğinin yerini aldı. Köleci toplum dönemi sona
erdi. Ancak kalıntı olarak yer yer ve bazı alanlarda sürdü: İnsan
kaçakçılığı ve Amerika’daki pamuk, kamış ve tütün çiftliklerinde
çalıştırılan Siyahi köleler gibi.
Kölelik ve feodalizm bağlamında, tarihsel Çerkesya’yı coğrafi ve
stratejik açıdan ikiye ayırabiliriz: Kuban ırmağının güneyi (asıl
Çerkesya) ve kuzeyi. Adigeler güçlendikçe ırmağın kuzeyine yayılıyorlar,
zayıfladıkça da güneye, dağlara çekiliyorlardı. Kuzey uçsuz bucaksız
düzlükler halindeydi, oraları zengin ot ve çayırlarla kaplıydı.
Adigeler, çoğunca göçebe halde, büyük hayvan sürüleri besliyor ve
satıyorlardı. Sınır kuzeybatıda Ukrayna içlerine, Kırım’a, kuzeydoğuda
da İndil (Volga) ırmağına ulaşıyordu. Nitekim Adige Nart destanı bu
coğrafyayı konu edinmekte, olaylar geniş Çerkesya coğrafyasında
geçmektedir.
Adigeler dış saldırılar karşısında ya Kuban güneyine çekiliyorlar ya da
Kuban kuzeyinde kalan Adigeler istilacılara boyun eğiyor ve vergiye
bağlanıyorlardı (daha çok bilgi için bkz-Adigey-Vikipedi). 13-15.
yüzyıllarda Kuban ırmağı kuzeyinde Kabardey, H’eğak’ (Хэгъак1э), Jane ve
kısmen Bjedugh gibi Adige toplulukları yaşıyorlardı. Bunların en
kalabalık olanı da kuşkusuz Kabardeyler olmalıdır. Kabardeyler 13-15
yüzyıllar arsında bu yerlerden çekilip şimdiki Kabardey bölgesine
yerleştiler. Ancak o eski günlerin izi olarak Shapsugh ve Kabardey
lehçeleri ve anlatıları arasında büyük bir benzerlik ve yakınlık
bulunmaktadır, çünkü komşuydular.
Burada açıkça görüldüğü gibi, feodal (derebeyi) ilişkiler istilalar
sonucu yabancı kaynaklı olarak Adigeler arasına girmiştir, zuhurattır.
Doğudaki Dağıstan ve güneydeki Abhazlar arasında görülen feodal
ilişkiler de yabancı istilalar sonucu oluşmuştur.
Bu son, doğudaki ve güneydeki istilalar Roma-Bizans ve İran üzerinden
gelmiş, kalıcı olmuş, istila buralarda yerel prenslikler yaratmıştır. Bu
prenslikler, kısa dönemler dışında hep bir yerlere bağlı olarak
varlıklarını 1860’lara değin sürdürmüşlerdir.
Kuzeyden gelen feodalizm ise, Adigeler arasında o denli güçlenememiş,
istila altındaki yerler ve sınırboyu bölgeleri ile sınırlı kalmıştır.
Adige ya da geniş deyimi ile Kuzey Kafkas feodalizmi Avrupa
feodalizminden farklıdır. Avrupa’da ekonominin temeli olan toprak
derebeyi, kilise ve kral arasında bölüşülmüştü. Köylü nüfus ise bu
topraklarda çalışmak zorunda idi, bunlara serf ya da toprağa bağlı köle,
Adigece karşılığı “pşıl’ı” ( пщылlы) denir.
Çeçenler ve Dağıstanlılar arasında toprak soylular (prens/han), imamlar
ve özgür köylüler arasında paylaşılmıştı. Bu iki yerde Avrupa’da olmayan
bir özgür köylü sınıfının bulunduğunu görüyoruz. Abhazlar arasında ise
toprak sahibi bir din adamları sınıfı oluşamamıştı, gerçi kiliseler
vardı ama bu kiliseler Gürcü Ortodoks kilisesine bağlıydı ve pagan
Abhazlar arasında rağbet görmüyor olmalıydı.
Adigelerin
bir bölümü arasında toprak soylular ve özgür köylüler (фэкъодl;лхукъoлl)
arasında bölünmüştü, Avrupa’daki ya da Doğu Kafkasya’daki gibi toprak
sahibi bir ruhban sınıfı yoktu. Dolayısıyla yarı-feodal bir düzen vardı.
Siyasal anlamda bölgesel düzeyde prenslikler de oluşmamıştı, yan
feodalizm dış himaye olmadığı takdirde ayakta kalamayacak denli zayıftı
ya xabze halkı koruyor, beylerin fazla güçlenmelerine fırsat
tanımıyordu. Bir Adige derebeyinin (пщы) hükmü bir köy (ya da birkaç
köy) ile sınırlıydı. Köy beyliği, köy ağalığı gibi bir şey söz konusu
idi. Beyin (pşı) toprağa bağlı köleleri (pşıl’ı/пщыл1ы) vardı, bu
insanlar beylerinin toprağında çalışır, hayvanlarına bakarlardı. Babadan
oğla bu böyle devam ederdi. Ancak “pşıl’ı”nın özel mülkiyeti de olur,
xabzeye (geleneğe) göre borcunu ödeyen “pşıtlı” özgürlüğünü elde ederdi
ve bunlara “pşıl’ı şhaşefıj” -özgürlüğünü satın almış pşıl’ı
denirdi. Bu da bize, pşıl’ı kurumunun borçlandırma, belki de baskı ve
korkutma yoluyla oluşmuş olduğunu gösteriyor. Bunlara beylerin akınları
sonucu ele geçirilen esirlerin de eklendiğini unutmamalıyız.
Sanılanın aksine bu insanlar, yani “pşıl’ı”lar satılmazlardı, bunlar
Adige xabzesinin (yasalarının) koruması altındaydı. (Bu sözlerimden bu
zayıf insanların, Xabze ihlali ve kaçırma gibi yollarla hiç
satılmadıkları gibi bir anlam çıkarılmamalıdır.)
Yarı-feodal Adige toplulukları dışındaki Adigeler (Abzegh,
Natukuay-Shapsugh, Hak’uç, Wubıh, vb) ile bazı Çeçen ve Dağıstanlılar
arasında kişilerin eşitliğine dayanan ilk/kadim toplumsal düzen hala
yürürlükteydi. Böyle yerlerde her köy bağımsız bir siyasal birim idi.
Her köyün deneyimli yaşlıları bir araya gelir, önemli kararları
alırlardı. İşte bu köy meclislerine xase –xase HCY- (Хасэ)
denirdi. Gerektiğinde birçok köy bir araya gelir, seçilmiş temsilcileri
eliyle kararlar alırlardı. Bu kararlara “vınaşö; vınafe” denirdi
ve kararlara karşı gelinemezdi. Bu tür bağımsız ve özgür köylerin
bulunduğu düzene “bağımsız/serbest köy sistemleri “ denir.
Derebeyi köyleri derebeyi (pşı ve work) tarafından yönetilirdi. Savaş ya
da önemli konularda Büyük Xase (Ülke Meclisi) toplandığında bey
temsilcileri, diğer temsilcilerle eşit düzeyde toplantılara
(zeuç’e/зэ1ук1э) alınırlardı. Xase toplantısına bir bey değil, xasenin
uygun gördüğü kişi başkanlık ederdi.
Vıneutlar (Унэlут) ve Esir Ticareti
Adigeler arasında “vıneut” (köle) denilen en aşağı statüde bir tabaka
daha vardı. Bunlar daha çok beylerin ev hizmetlerinde kullanılırlardı.
Bey ya da köle sahibi zengin köylü “vıneut”u, hükme (yargıya)
dayalı olarak da “pşıl’ı” ya da “fekol’ ve ‘’l’hukol’”u
bile, bazı yasal durumlar oluştuğunda satabilirdi. O zaman yetişkin
erkek ve kadınlar bağlanır, çocukları yanlarına verilir, evleri yakılır
ve satılmak üzere pazara götürülürlerdi. Yalnız eller kelepçelenmek
biçiminde değil, halkalar biçiminde iplerle, beyin adamları tarafından
yandan gövdeye bağlanırdı. Böylesine eski bir resim bir kitabımda
bulunmaktadır.
Adigeler
genellikle kendi kölelerini (pşıl’ı ve vuneutları) değil, başka
pazarlardan aldıkları esirleri ve kendi kaçırdıkları esirleri
satarlardı. Adigey’deki Şhaguaşe (Belaya) ırmağı soluna Abzeghlerin
büyük bir esir/köle pazarı vardı. Her yerden getirilen esir ve kölelerin
burada satıldığı Kafkasya ziyaretim sırasında bana anlatıldı. Esirler,
özellikle güzel kızlar iyi para ederdi. Bunlar eğitilir, Adigece
bilmiyorsa öğretilir, ondan sonra Türklere satılırdı. Lavrov en büyük
köle tüccarlarının Abzeghler olduğunu söylüyor (L. İ. Lavrov, Vubıkh'lar
Hakkında Etnografik Bir Araştırma, Kafkasya Gerçeği Der., sayı 8,
Samsun, 1992, s. 46-59). Köleler Wubıh limanlarından Türkiye’ye
gönderilirdi. Köle ticareti, Abzegh, Ciget, Abhazlardan alınmak
suretiyle Wubıhlar tarafından yürütülürdü. Son önemlerde Rusya’da esir
ticareti yasaktı ama Rusya’nın değişik yerlerinden (asıl Rusya,
Kabardey, Abhazya, vb) kaçırılmış esirler de gizlice Wubıh yöresine
getirilip satılıyordu. Cevdet Paşa Tarihi’nde Çerkesya’da köle üretme ve
yetiştirme çiftlikleri bulunduğu, köle üretildiği yazılmaktadır. Cevdet
Paşa Tarihi’ni esas alan yazar Kemal Bilbaşar (1910-1983) “Kölelik
Dönemeci” (1977) adlı romanında bu ilişkileri anlatmaktadır.
Rahmetliyi HATKO Yaşar Bağ ile birlikte evinde ziyaret etmiştik. Halsiz
olduğunu, günde artık bir iki saatten fazla çalışamadığını söylemişti.
Ben de romanı beğendiğimi, ancak Çerkes roman kişilerinin mahalli Kürt
şiveleri ile konuşturulduğunu, Çerkes şivesinin öyle olmadığını
söyledim. Benden yardımcı olmamı istedi, bir ara telefon edip yardım
istedi ama o sıralar başka sorunlarım vardı, maalesef yardım etmeye
vakit kalmadan bu değerli yazarı yitirdik. Bilbaşar romanı, ayanların
Türk asıllı olmadıklarını anlatmak amacıyla bu romanı yazdığını,
babasının Çerkes asıllı olduğunu ama Çerkesler dışında yetiştiğini, bu
nedenle Çerkeslere yabancı düşmüş olduğunu da söylemişti. Yazar bazı
Abhaz ve Kabardey dostlarından sorarak, ayrıca “Kafkasya Kültürel
Dergi”sini ve bazı kaynakları izleyerek romanını yazdığını söyledi.
Beğendiğim bazı paragrafları özetleyip anlattığımda ve görüş
belirttiğimde, kendisi ve eşi memnun kaldılar. Romanı iki gece boyunca
heyecanla okuduğum söyleyince de “Demek ki sizi iki gece uykusuz
bırakmışım, özür dilerim” diye bir de espri yapmıştı, toprağı bol olsun.
Bir yabancı yazarın Kırım Savaşı sırasında Gürcü prenseslerini ve
kölelerini kaçıran Şamil’in adamları Dağıstanlılar ve Çeçenler üzerine
bir iki not:
“Çeçenler yabani olduklarını göstermişlerdi, Ancak Şamil’in birlikleri
olan Lezgiler esirlere karşı olan kabalıklarını ve dinsizlere karşı olan
kinlerini derhal gösteriyorlardı… Bir kölenin ağlayan çocuğu Lezgi’nin o
kadar sinirine dokunmuştu ki, çocuğun başını bir iki defa kayaya vurmuş,
ardından onu uçurumdan aşağıya atmıştı. Bunun üzerine anne o kadar
korkunç bağırmıştı ki, onu da hançerle delik deşik etmişlerdi… Prenses
bağıran çocuğunun başına aynı şeyin gelmesinden korkmuştu. Ancak
Lezgiler Prenses’in çocuğuna çok iyi davranıyorlardı” (Lesley Blanch,
“Cennetin Kılıçları”, s. 296, 298).
Burada Kafkaslılar arasında köle olanla olmayana yaklaşım biçimi açıkça
görülmektedir.
Xabze ve
Sonuç
Diasporada
Adige ve diğer Kafkas toplulukları artık çözülmüşlerdir. Bugün Adigeler
esas olarak kentlerde yaşamaktadırlar. Bürokraside çok sayıda Çerkes
vardır. Karışma ve evlilikler de artmıştır. Böyle bir ortamda xabze
kurallarını eskisi gibi uygulamak olanaksızdır.
Xabze, uygulandığı toplum koşullarına göre anlam kazanır, köleci
toplumda köle sahiplerinin de, feodal dönemde beylerin, demokratik Adige
köy topluluklarında da özgür insanların eşitliğini ve çıkarını
savunmuştur. Xabze dogma değil, kendini yenileyen ve geliştiren bir
olgudur. 18. yüzyılda Kabardey düşünürü KAZANOKO Jebağ’ın katkı ve
yorumları bu canlılığa bir örnektir.
Bugünkü demokratik insan değerleri ile xabze değerleri birbirine zıt
düşmez, düşmemelidir de. O halde, xabze diyerek, bugün için anlamını
yitirmiş kuralları savunamayız. Aslında xabze, özgün Adige toplumunda
bireyi ve toplumu korumak üzere oluşturulmuş ve deneylerle gerekliliği
saptanmış olan kurallar bütünüdür. Ölü değildir, bir ruhu, bir esprisi
vardır. Sanatsal platformda Kafkasya’daki biliminsanları, sanatçı ve
yazarlar xabzeyi ve onun ruhunu en iyi bir biçimde, yapıtlarında ve
çalışmalarında yansıtmaktadırlar.
Bize düşecek olan en önemli görev, xabze değerlerini derleyip yazıya
geçirmek, şarkı ve öykülerimizi kaydetmek, onları yeni kuşakların
bilgilerine sunmak, bunların içinde çağdaş olan değerleri yaşatmaya ve
geliştirmeye çalışmak olmalıdır.
İki köle
Doğduğum
köy Shapsugh, Wubıh ve Abzegh karması bir köydür. Benim doğumumdan önce,
kocası ölen kimsesiz ve çocuklu dul kadınlar köle soylu erkekleri
içgüveyi olarak kabul ederlerdi. Böyle biri bir iç güveyi almış, hocaya
bir tepsi yemek ve tatlı gönderip nikah işini tamamlatmış.
Derken köyden başka bir kadının kocası ölmüş, bu kadın hem daha güzel ve
hem de daha varlıklı imiş.
İçgüveyi,
ilk evi bırakıp gizlice bu ikinci kadınla anlaşmış ve o kadına kaçmış,
nikahı da aynı biçimde köyün Laz hocası kıymış.
Bir sabah,
hayvanları sürüye katmak için çobana götürmekte olan yeni eşin önünü
eski eş kesmiş, “Utanmaz, sen ne diye kocamı elimden aldın?”
(Нэмыук1ытэжъ, шъыд п1уи сил1 къыстэпхыгъ) diye üzerine yürümüş,
köylünün önünde saç saça boğuşmaya başlamışlar. Çevreden yetişenler
ayırmış iki kadını. Bu olay benden on on beş sene kadar önce olmuş ama
her üç rahmetliyi de tanımıştım.
Besleney, Wubıh ve K’emguyladan varlıklı ailelerin “vıneut”ları (ev
köleleri) olurdu. Köyümüzde köle sahibi olan aileler yoktu, herkes eşit
haklı idi, kimseye ayrıcalık tanınmazdı. Akrabadan komşu bir Wubıh,
varlıklı/soylu bir ailenin kızını aldı. Adetten olduğu üzere gelin iki
erkek refakatçi kölesi eşliğinde oğlan evine gönderildi. Bu tür köle
refakatçileri kabul etmemek kızın ailesine karşı ağır bir hakaret
sayılırdı. Her iki köle oğlan evinin üzerinde kaldı. Bunlar evin dış
hizmetlerini görürlerdi. Ancak doymak bilmez oldukları da anlatılır.
İkisinin de adını biliyordum, sadece biri kaldı aklımda
-Baydıhu-Байдыхъу.
Önlerine
bir çüven dolusu sütlü kaçamak konurmuş. Kaçamağı az dendikçe kaçamak,
sütü az dendikçe de süt verilirmiş. Daha iyi anlaşılsın diye
Adigece’sini de yazayım: Унэ1утит1ум зы п1эстэ щыуаныр яшхыри
тэджьыжьыщтыгъэх, “1ухъо я1омэ щэ, псышъухъо я1омэ щыуаным п1астэ
яфыралъхьэщтыгъэу къя1отэжьы”.
Çok ağır ve uyuşuk kişilermiş. Biri dağdan odun getirilirken devrilen
arabanın altında kalıp ölmüş. Baydıhu ise yaşlanıp eceliyle ölmüş.
Her ikisine
ulaşamadım ama hanım geline (гощэнысэ) ulaştım, yüz yaşlarında iken, bir
sabah abdest almak üzere dışarı çıktığında kayıp ayağı taşa çarpıp
kırıldı ve kangren olup öldü. Dimdik, incecik, uzun boylu, çok güzel,
terbiyeli ve sevecen biriydi, toprağı bol olsun.
Erhan Hapae
04. 03.
2009
Sayın HAPİ
Cevdet Yıldız'a teşekkür ederiz, uzun açıklayıcı bilgiler verdi. Burada
uyardığı şeyler var ve ayrıca sorgulanması gereken konuları da kendisine
sorarak aydınlanmaya çalışalım.
Xabzenin sadece feodalizmin ürünü olamayacağını, Adigelerin eski arkaik
düzeninden beri gelişerek (Tanrı işi bir şey olmadığına göre değişerek)
gelen kurallar silsilesi olduğunu hatırlattı ki bu düzeltmeyi kabul
etmek gerekir. Yalnız xabzenin Adigelerin en azından bir bölümünün
yaşadığı uzun feodalizm döneminden etkilenip son şeklini aldığını tahmin
etmek yanlış olmaz. xabzenin son hali bize nede olsa oradan kalma.
Sayın HAPİ, Abzegh-Shapsugh vs. gibi bir kısım Adige boylarının pek öyle
bir feodalizm yaşamadığını, onlarda hüküm süren düzenin yaklaşık 3 bin
yıldır arkaik demokratik bir düzen olduğunu belirtiyor. Bunu
sorgulayalım.
Gerçi kendisi, feodalizmin dış etkilerle oluştuğunu ve daha içerde
feodalizme komşu olmayan kesimlerin bundan etkilenmeyerek eski
düzenlerini devam ettirdiklerini belirtiyor ama sorgulanması gereken bir
şey çıkıyor ortaya.
Bahsettiği arkaik demokratik düzen, Marksist tahlillerde adı geçen ilkel
toplum gibi bir şey herhalde. Doğaya ve dış düşmana karşı dayanışmayı
zorunlu kılan, danışma ve ortak kabuller ile kararlar alınıp uygulanan
bir düzen. Olağanüstü durumlarda toplanan köy meclisleri var ama merkezi
bir otorite yok. Eğer böyle bir şey idiyse bu düzen bir hayli demokratik
görünse de o çağlarda ilerlemenin bir aracı olamadı ve köleci-merkezi
yönetim şekillerine yenildi gitti. Bu neredeyse Kızılderililerde de 300
yıl öncesine kadar böyle idi. Bu konu irdelenmeye muhtaç.
Çerkesya feodalizminin, Batı feodalizminden farklı olduğu açık, bir defa
çok daha güçsüz ve feodalizmin bir çok kurumundan yoksundu. Bu farka
katılıyorum.
Feodalizmin hüküm sürdüğü Adige boyları ile Arkaik düzenin devam ettiği
diğer boylar arasında oluşan farkları biraz daha inceleyebilirsek daha
aydınlatıcı olur, düşüncesindeyim.
Kolay gelsin diyorum.
Saygılarımla.
Soner
Kocsav
05. 03.
2009
Erhan
ağabey olayı çözmüştür. Yani benim bir kaç haftadır anlatmaya
çalıştığım, gerçi çoğu kişinin de anladığı sorun işte budur.
"Sayın HAPİ, Abzegh-Shapsugh vs. gibi bir kısım Adige boylarının pek
öyle bir feodalizm yaşamadığını, onlarda hüküm süren düzenin yaklaşık 3
bin yıldır arkaik demokratik bir düzen olduğunu belirtiyor. Dış düşmana
karşı dayanışmayı zorunlu kılan, danışma ve ortak kabuller ile kararlar
alınıp uygulanan bir düzen. Olağanüstü durumlarda toplanan köy
meclisleri var ama merkezi bir otorite yok."
Demokrasi var, merkezi bir otorite yok. Thamade kurulu otoritedir ama bu
tek başına etkili olamıyor, çözülmeler yine yaşanabiliyor. Feodal düzen
işte bu nedenle gerekli idi, ister sonu hüsran ister galibiyet olsun.
Sonuçta tüm halkın örgütlenmesi sağlanacaktı.
Yani, Batı Adigeleri 50 yıl sonrasının düzenine gereksiz yere ve çok
erkenden -yani ortada bir devletleşme, millet havası yok iken geçmiştir.
Açıkça söylüyorum ister ittifak, ister bağımsızlık savaşı olsun-
Kabarda'nın yapabildiğini Batı Adigeleri yapabilse idi şu an bu durumda
olmayabilirdik.
Teşekkürler Erhan ağabey. (Konuyu önemseyip sahip çıktığın için.)
Saygılar.
HAPİ Cevdet
Yıldız
07. 03.
2009
Sayın HAPAE
Erhan,
Adige toplum düzeni, temel olarak, sınıfsız bir toplum düzenidir; bu
düzen Kabardey ve diğer soylu sınıfı olan topluluklar açısından da en
azından nüfusun yarısı oranında geçerlidir. Şimdi bu durumu daha
ayrıntılı biçimde ele almak gerekir.
Sınıfsız topluma “ilkel toplum”, Marksist bilimde “İlkel komünal toplum”
gibi adlar verenler de var ama Adigeler, çoğu yönden gelişmiş kültürü
olan bir toplum idiler. Örneğin Kızılderili klan ve aşiret gelenekleri
ile Adigelerinkini karşılaştırmak -birçok benzerliğe karşın- doğru
olmaz. Onlar da çok direnmişler ve Adigeler gibi tükenmenin eşiğine
gelmişlerdir. Devletleşmiş Kızılderililer ise, dış dayatmalara boyun
eğerek daha az telefatla kırımdan kurtulmayı başarmışlardır. (Latin
Amerika örneği.)
Sınıfsız toplumun özellikleri
Sınıfsız toplumda ve eski (arkaik) demokrasilerde,
a) Yazı yoktu,
b) Rahip sınıfı ve mabetler yoktu,
c) Devlet yoktu.
Buna karşın sınıfsız topluma özgü;
a) Çok tanrılı (pagan) ve totemist inançlar,
b) Ocak heykelleri,
c) Surlarla çevrili sığınaklar (savaş kuleleri) vardı (Kafkasya Üzerine
Beş Konferans, s. 43’teki yazımız).
Bütün bu özellikler, en çok Adigelerde olmak üzere, Abhazlar da dahil,
bütün Kuzey Kafkas toplumlarında görülen ortak özelliklerdir.
Sınıflı toplumlar
Tarihsel süreç içinde demokratik toplum düzeninin yerini, giderek köle
sahiplerinin mutlak egemenliğine dayalı köleci toplum düzeni aldı. İnsan
emeğinin değer kazanmış, üretim araçlarının gelişmiş olması köleci
topluma geçişe neden oldu. Artık savaşlar köle sayısını çoğaltma, bu
yolla daha güçlü ve daha zengin olma amacına dayanıyordu. Köle bir
servet demekti.
Köleci toplumda,
a) Yazı vardır,
b) Rahipler ve mabetler vardır,
c) Devlet vardır.
Temel zenginlik tarım, hayvancılık, kent atölyelerinde sanayi üretimi ve
ticarete, özellikle de köle ticaretine dayanıyordu. Kentlerde bir orta
sınıf varsa da, toprak devlet ileri gelenleri (kral, imparator, toprak
sahibi soylular, vb) ve mabetler çevresinde toplanan rahiplere aitti.
Kural olarak diğerleri toprak sahibi olamıyorlardı.
Milat öncelerinde Karadeniz ve Azak Denizi kıyılarında Yunan
kolonilerinin kurulduğunu, buralarda devletleşmeye doğru bir
evrimle/gelişme görüldüğünü söyleyebiliriz, Sindika ve Bosporos
krallıkları gibi. Nitekim o dönemde yazı doğdu, kentleri çevreleyen
kaleler kuruldu, üretim gelişti ve köle ihracatı da önem kazandı.
Adige Nart destanı, Nart ülkesi yanında, pek düşman da olmayan bir başka
ülkeden de söz ediyor :Çıt, Çırt, Çınte, Cırt gibi adlarla anılan bu
ülke, büyük bir olasılıkla “Sindika” ülkesi olabilir.
Üretim ilişkilerinin gelişmesi ile köle emeğinin değeri azaldı, insan su
ve rüzgar gücünü (üçgen yelkenli) kullanma tekniğini buldu. Bunun sonucu
olarak köleci toplumdan, daha üst bir aşama olarak feodal topluma geçiş
yapıldı. Toplumda yeni adlarla yeni sınıf değişiklikleri gerçekleşti:
Feodal toplumda,
a) Yazı vardır,
b) Rahipler ve mabetler vardır,
c) Devlet vardır.
Toprak,
a) Kral,
b) Soylular (senyörler, vb),
c) Rahipler arasında bölüşülmüştü.
Köylü sınıfı, eski köle sınıfının yerini alarak “toprak köleleri”
(serf;pşıl’ı) haline gelmişti. İlkinden farklı olarak, eski köleler
artık satılmıyorlar, sadece sahip ve efendi değiştiriyorlardı ama
efendisinin (kral, kilise ve senyörün) çiftliğinde kuşaklar boyu
çalışmak zorundaydı. Esir pazarları vardı, ama buralarda serfler
(pşıl’ı) değil, esirler ve esaret kökenli köleler satılırdı. Asıl köle
sayısı tali (ikincil) düzeydeydi.
Kadim
(arkaik demokratik) toplumda profesyonel ordu yoktu, toplum kısa süreli
gönüllü dayanışma ve birleşmeler yoluyla kendini koruyordu. Bu tarif
Adigelere, Kafkas ve İsviçre demokratik toplum yapılarına uygun düşüyor.
Buralardan paralı asker alınabilirdi. İsviçre’den Papalık askerleri,
Mısır’da da Çerkes Memlukları gibi.
Köleci ve feodal devletlerin orduları vardı. Özerk birimler olan feodal
beyliklerin de kendi orduları ya da profesyonel silahlı güçleri vardı.
Derebeyi bu silahşorları sayesinde egemenliğini ve kendine bağlı
insanların güvenliğini korurdu.
Adige ve Kafkaslı topuluklar içinde sadece Gürcü ve Ermeniler feodal
toplum düzeyinde idiler ve onların yazıları ve devletleri vardı.
Abhazlar dahil, hiçbir Kuzey Kafkas toplumu devletleşme düzeyine
erişemedi, feodal dönemde de hiçbir Kuzey Kafkas toplumunun yazısı
oluşmamıştı (Abhaz Krallığı söylenebilir, ama bu devletin ulusal/Abhazca
yazısı yoktu, Gürcü yazısını kullanıyordu, resmi dili de Gürcüce idi).
Feodal dönemde sınıfsal yapı
1) Abhaz ve Dağıstan prenslikleri (hanlıklar) istila süreci
oluşumları idiler. İran prenslikleri İran’a, ardından Rusya’ya bağlı
idiler. Abhaz prensliği de, Gürcü ve Osmanlı dönemleri ardından, en son,
1810-1864 yılları arasında Rusya’ya bağlıydı. Bu yörelerde yarı
feodalizm söz konusu edilebilir: Abhazya’da feodalizm, Dağıstan’daki
kadar gelişmemişti, üç sacayağından sadece biri, soylu sınıfı ve ona ait
olan serfler (toprak köleleri) vardı ama ruhban sınıfı oluşmamıştı,
Dağıstan’da ise, ilave olarak toprağa dayalı ruhban kurumu (tarikatlar,
şeyhlik ya da imamlık kurumu) vardı. Her iki yörede de halkın bir bölümü
serf (toprak kölesi) idi ama eski komün (arkaik) kalıntısı, toprak ve
mülk sahibi geniş bir köylü sınıfı da vardı. Bu sınıf idari ve dini
yönlerden soylu sınıfına ya da ruhban sınıfına bağlıydı, vergi veriyor,
savaşa katılıyordu.
2) Feodalizmin zayıf olduğu yöreler: Bunlar köy beyleri (pşı)
tarafından yönetilen ve birbirinden bağımsız köylerden oluşan Adige,
Karaçay-Balkar, Oset, İnguş, Çeçen ve bazı Dağıstan toplulukları idiler.
Çeçenler arasında, soylu sınıfı yanında toprak ve otorite sahibi bir
ruhbanlık kurumu da (şeyhlik ya da imamlık) vardı. Ancak İmam Şamil,
egemen olduğu yörelerde soylu sınıfını ve köleliği tasfiye etmiş,
eşitlik temelinde dinsel bir yönetim kurmuştu.
Kabardeylerde ve diğer Adige toplumlarında soylu (pşı-work), serf
(pşıl’ı) ve köylü (fekol’;lhukol’) sınıfları ve bunların küçük türevleri
vardı. Ruhban sınıfı ya hiç yoktu ya da çok zayıftı, mülkiyete dayalı
bir gücü yoktu. Birçok tarihsel belgede sadece soyluların namaz
kıldıkları, halkın ise pagan (çok tanrılı) inancını sürdürdüğü
belirtmektedir. Soylular, birçok durumda Kırım’dan atanmış kişiler
olarak siyasal baskı nedeniyle de kılıyor olabilirdi.
1860’larda, reform programı çerçevesinde Kabardey’de tamamlanan reform
sonucu, Kabardey ve Balkar nüfusunun yarıya yakını özgürlüğünü elde
etmişti. Bu da bize Kabardey nüfusunun yarısının, belki de çoğunun özgür
bireylerden oluşmuş köylü sınıfı (лъхукъол1) olduğunu, dolayısıyla soylu
sınıfının sanıldığı kadar da güçlü olmadığını gösteriyor (Dünden Bugüne
Kuzey Kafkasya, Ö. Özbay).
Prens ya da köy beyleri daima dış destekler sayesinde statülerini
sürdürmüşlerdir.
Prens, köy
beyi (pşı) ve kurumlaşmış Şafii din adamları tarafından yönetilen
topluluklar, savaşlar sonucu, daha büyük oranda varlıklarını
sürdürmüşlerdir.
3) Geleneksel demokrasiyi (kadim/arkaik demokrasiyi) koruyan
topluluklar Adigelerde çoğunluk, Çeçen ve Dağıstanlılar arasında azınlık
konumunda idiler, Adigelerde toprak mülkiyetinden güç alan kurumlaşmış
bir ruhban sınıfı ise yoktu.
Sanırım adı
“Kafkas Kılavuzu” olacak, ortaokul ya da lise öğrencisi iken Rusça’dan
çevrilmiş eski yazı bir kitap okumuştum. Çerkesya’dan söz ederken
Karadeniz bölgesinde ateşe verilip yakılmış yüzlerce Çerkes köyü enkazı
bulunduğunu, aklımda kaldığı kadarıyla, Dağlıların “Vatan muhabbeti
nedeniyle değil, serbest yaşamaya alışık oldukları için
direndiklerini/savaştıklarını” yazıyordu. Doğru olabilir mi?
Vatan sevgisi 18. yüzyıl sonlarında, ulus sevgisi ile birlikte oluşmuş
bir düşüncedir. Bu arada 1940’lı, dahası tek tük de olsa, 1950’li
yıllara değin, Türkiye’de, 1860’larda Kafkasya’dan gelmiş yaşlılar
vardı. Bunlar Kafkasya’dan özlemle söz ederlerdi. Söz konusu özlem,
belki de topraktan çok, oradaki -devletsiz- özgür yaşam olabilirdi.
Bu noktalar da araştırılırsa iyi olur diyorum.
Aytek Sey
08. 03.
2009
"Türkiye’de, 1860’larda Kafkasya’dan gelmiş yaşlılar vardı. Bunlar
Kafkasya’dan özlemle söz ederlerdi. Söz konusu özlem, belki de topraktan
çok, oradaki -devletsiz- özgür yaşam olabilirdi.
Bu noktalar da araştırılırsa iyi olur diyorum. "
Evet, devletsiz-özgür bir yaşam vardı. Asker yoktu, polis yoktu, baskı
yoktu. Yani devlet yoktu ve bunun gerektirdiği şeyler de yoktu.
Araştırılınca neden oraya özlem duydukları anlaşılacak, sonuçta bu sonuç
çıkacak. Aslında araştırmaya da gerek yok.
Çerkesya örgütlenmesi tam gerçekleşemedi. Pşiler, önderler erkenden
öldüler.
Düşünün, Mustafa Kemal daha adı duyulmamış iken, Enver Paşa'nın emrinde
Trablusgarp'ta yara almakla yetinmeyip, şehit olmuş olsaydı ne olurdu?
İşte bize devletleşme yolunda önderlik edecekler onun kadar şanslı
olamadılar.
Birazda şans lazımmış, o da bizde yok. Sağlık olsun.
Erhan Hapae
09. 03.
2009
Merhabalar
tekrar.
Marksistlerin 'İlkel Komünal Toplum' diye tarif ettikleri toplum düzeni,
insan topluluklarının özgür olmaktan çok başıboş bir hayat sürdükleri
bir dönemi işaret eder. Yardımlaşma, bazı mecburiyetler nedeniyle ortaya
çıkıyor. Doğal afetler veya örgütlenmiş yağmacılara karşı birlikte
hareket etme ihtiyacı ile.
Buradaki demokratik durum bir ‘zor’un eseri. Gel birlikte hareket
edelim ve bu yağmacılara karşı kendimizi koruyalım, seninde bu konuda
fikrin vardır, dinlemek isterim vs. Böyle bir şey olsa gerek. Düşman
savuşturulduktan sonra veya doğal bir afet geçiştirildikten sonra
dağılan bir birlik. Bu, benzer nedenlerle ortak davranma sürekliliğini
gösteremiyor. Uzun süre yaşaması bir şans işi, yaşayamıyor da zaten.
Çünkü, daha önce bu düzeni terk etmiş ve kölelik düzenine geçmiş
toplumlar için her zaman kolay bir av olmuşlar.
Sayın HAPİ'nin de belirttiği gibi kol gücü dışında bir üretim aracının
olmadığı o çağlarda köle sahibi olmak bir servet sahibi olmak anlamına
geliyor. Bu ise zamanla servetin artmasına, kölelerin artarak sarmal bir
şekilde zenginliğin çoğalmasına neden oluyor. Bu servet kendini
koruyabilmek için artık toprakta çalışmaya mecbur olmayan bir askeri
gücün oluşmasına ve nihayet otoriter bir merkezi gücü (devlet) ortaya
çıkarıyor.
Merkezi devletten uzakta yaşayan insan toplulukları bir süre yine eski
özgür yaşamlarını (başıboş yaşamın da denebilir) sürdürseler de merkez
onları eninde sonunda kıstırıyor ve düzene dahil ediyor. Bu durum
muhtemel ki çoğu toplumun başından geçmiş bir şey.
İşte, Köleci krallık ve imparatorluklar vs. düzeni başlıyor, demokrasi
veya özgürlük gibi şeyler kalmıyor ortalıkta. Artık bu çağlardan
itibaren merkezi otoriteden koparılan küçük küçük haklar ile özgürlükler
çok uzun mücadelelerin sonunda genişleyecektir.
Feodal toplum, Köleci toplumda üretimin tıkanması sonucu ortaya çıkmış
bir şey. Köleler için yaşamak ile ölmek arasında ne zamanki bir fark
kalmadı köle ayaklanmaları sökün etti. Köle ayaklanmalarının önemi büyük
ama değişimin temel nedeni; düzenin bizzat kendisinin 'üretimin
gelişiminin önünde engel' hale dönüşmesi. Yeni kurulan Feodal Toplum'da
kölelik ortadan kalktı serfler çıktı ortaya. Ürettiğinin yarısı gibi bir
bölümü kendine ayırma hakkına sahip, öldürülemeyen ve ancak toprağın
satılmasıyla sahip değiştiren, münferiden satılamayan bir sınıf ve bu
sınıfın ürettiği değerleri yöneten bir soylular sınıfı.
Feodal toplumda yalnızca köleler serfleşmedi, soylu sınıflarda krallara
karşı özgürleşti. Tartışıldığı gibi daha federal bir yapı çıktı ortaya.
Çok uzun bir sürecin işi bu.
Çerkeslerde
tarihin bir köşesinde zamanın modern sayılabilecek bu yönetimine bir
şekilde bulaştı. Burada sayın HAPİ sanki, bunun Abzegh, Shapsugh,
Natukuay gibi Çerkes boylarında oluşmadığını söylüyor. Burada bir
sıkıntı var. Anadolu Abzeghlerinde bile (diğerlerini iyi bilmiyorum)
Kabardeylerde olduğu kadar olmasa da damat veya gelin adaylarının aile
kökleri uygun-uygun değil anlamında halen soruşturulur. Bu zengin mi
fakir mi diye yapılan bir sorgulama değildi ve bu durum feodaliteden
kalma bir gelenekmiş gibi gelir bana. Ayrıca Maykop çayırının,
Abzeghlerin köle sattığı bir pazar olduğunu bir kaç yazısında belirtti.
Eğer bu gerçekse, onların arkaik demokratik bir düzen sürdürdükleri
konusundaki şüphelerim daha da artıyor demektir.
Çok eskilere dönmeden Çerkesya feodalizmini kaldığımız yerden
ilerleyerek sürdürme dileğiyle. Saygılar.
KUŞHA Faruk
Özden
09. 03.
2009
Avrupa’daki
feodalizmi özetledikten sonra Adigeler de özelinde Kabardeyler de
feodaliteyi anlatmaya çalışalım. Kabardeylerde feodalizmi irdelememin
iki nedeni var. Birincisi Adigeler içerisinde feodalizmin en katı
uygulandığı kabile Kabardeyler, ikincisi ise Kabardey olmam ve toplumsal
yapıyı az da olsa yaşamış olmam.
Toplumsal piramitte üstte pşıler, tek değildirler. Onlara en yakın
olanlar lekueleşler ve toplumun belirleyicisi olan workler. Lxukueller
özgür köylülerdir. Pşıller yarı özgür serfler ve vuneutler. Sayıca az
olan ve hiçbir sosyal statüsü olmayan kölelerdir. Genellikle savaş
esirleri ve onların çocuklarıdır.
Adige toplumsal yapılanmasının omurgasını workler oluşturur. Özellikle
Kabardeylerde worklerin toplum içinde özel yerleri vardı. Her şeyden
önce xabzeye uygun davranışı; work tavrı, work duruşu olarak
nitelendirilirdi.
Adige feodallerini, Avrupa feodalizmi ile karıştırmamak lazım. Avrupa da
güçlü feodallerin; büyük şatoları, geniş toprakları ve onlara çalışan
binlerce serfi olmuştur.
Adige feodalleri, özelinde Kabardey pşıleri bir kaç köyü olan esas
gücünü worklerden alan, Avrupa’ya göre küçük senyörler gibi idi. Gücünü
worklerden alırdı, çünkü silahlı güç workler idi.
Kabardey pşılerinin, Yinal’in torunları oldukları anlatılır. Peki
Yinal’dan önce pşı yok muydu? Ki, Yinal'ın Mısır’dan dönen Memluk
kumandanı olduğu da söylenir.
Köleci toplumun bir üst aşaması olan feodal toplum yapısı kendiliğinden
ortaya çıkmaz. Ki, Adigelerde köleci toplum yapısı da tasfiye
edilmemişti. Eğer ki, iddia edildiği gibi, bazı Adige kabilelerinde
arkaik demokrasinin olması -ki varsa-, övünülecek bir durum değil.
Tamamıyla ilkellik göstergesidir. Toplumun halen toplayıcılık ve avcılık
aşamasında kaldığını söylemek gerekir. Halbuki Adigeler toprağı işlemeye
başlayalı asırlar geçmiştir.
Pşı kendi ismiyle anılan köyde otururdu. Bir pşının bir veya birkaç köyü
olurdu. Pşılerin köylerinde, köylerini kaybetmiş yani köysüz kalmış
başka pşı sülaleleri de oturabilirdi. Pşıler idari yönden yardımcı
olarak kozde tayin ederdi. Pşının olmadığı zamanlarda pşı kadar yetkili
idi. Pşıler pşı sülalelerinin kızları ile evlenirdi. Bazen lekueleş
sülalalerin kızlar ile nadiren de work kızları ile evlenirlerdi.
Mehmet
10. 03.
2009
Kölelik
olgusu sanki feodaliteyle paralellik arz ediyormuş gibi bir düşünce var
burada. ‘’Ne kadar feodal, o kadar köleci’’ anlamı çıkıyor ki,
yanlışlık burada. Kölelik, feodalizm, demokrasi kavramları biraz anlam
kaymasına uğramış. Kabardeylerdeki düzen ile Shapsugh Natukuay ve
Abzeghlerdeki düzen farklılığı toplumsal bir farklılık olmayıp
yönetimsel bir farklılıktır. Kabardeylerde pşı söz sahibiyken diğer
Shapsugh Abzegh ve özellikle Natukuaylarda aile ittifaklarının ortak
kararları esas alınıyordu. Bu sisteme ne kadar demokrasi denir
bilemiyorum ama kölelik olgusu bu tarafta da Kabardeylerde olduğu gibi
devam etmiştir.
Ayrıca köle kavramını açtığımızda, ben bu kavramı iki kategoriye
ayırıyorum:
Birincisi bugünkü anlamında kullanılabilecek bir meta gibi; satılabilen,
alınabilen, takas edile bilinen bir olgu. Gerçek anlamda kölecilik
denilebilir buna.
İkincisi; bugünkü köle anlamının dışında bir olgudur ki, buna gerçek
anlamda kölecilik denmez. Bugün Güneydoğu Anadolu’daki aşiret sistemine
benzerlik gösteren, toplumun sınıfsal farklılığından kaynaklanan düzen.
Shapsugh, Abzegh ve Natukuaylarda birinci kategorideki kölelik devam
etmiştir ki, Karadeniz limanlarından İstanbul ve Trabzon limanlarına
köle ticareti uzun yıllar devam etmiştir
Shapsugh Abzegh ve Natukuayların ret ettiği sistem -aşiret sistemi- bir
pşıya bağlılık. Yoksa kölelik önce Rusların ve sonra Osmanlı’nın
engellemelerine rağmen ticari anlamda hep vardı. Tüm yasaklamalara
rağmen özellikle savaşın son dönemlerinde hayli yoğun bir şekilde
yapıldı bu ticaret.
Çünkü!
’’Çünkü’’sü; aşağıdaki satırda açıkça bellidir.
Okuduğum 1855 yılında yayınlanmış bir Amerikan gazetesinde aynen söyle
bir yazı vardı:
“Çerkesya’nın Tuapse limanından Trabzon’a gelen Çerkesler yanlarında
getirdikleri köleleri (bunların içinde kendi çocukları ve eşleri de
olmak üzere) burada satarak elde ettikleri gelirle silah ve cephane alıp
Ruslara karşı savaşmak için ilk gemiyle tekrar Çerkesya’ya dönüyorlar.“
Aslında burada alınması gereken büyük bir ibret var ama alabilene…
Selamlar.
Erhan Hapae
10. 03.
2009
Mehmet
hoşgeldin.
Durum biraz daha berraklaşıyor.
Shapsugh-Abzegh-Natukuaylarda, pşıler bir şekilde tasfiye ediliyor ama
yerine ikame edilen şey biraz daha büyük bir gurubun ortak iktidarı.
Aslında feodalizm zayıflamış olarak sürüyor. Sürüyor, çünkü sınıflar
hala var. Köle ticareti artık dünyada meşruiyetini yitirmiş (eski çağda
meşru idi) ama Birleşik Devletlere Afrikalı kölelerin getirilip
satıldığı gibi gayrı-meşru olarak sürüyor. Esas düzen o değil, esas
düzen feodalizm.
Batıda pşıların tasfiyesi olumlu bir şeymiş gibi görünüyor ama hem
yerine ikame edilen yönetim biçimi yetersiz hem de köle ticaretinin
sürmesi kötü.
1789 Fransız Devrimi, bırakınız köleliği -ki, o çok daha eskilerde
tasfiye edilmişti- serfliği de ortadan kaldırmış özgür işçiler haline
dönüştürmüştü.
Mehmet'in aktardığı Amerikan menşe-ili haber kupürü, Fransız
Devrimi’nden 66 yıl sonra bile bizimkilerin hala köle ticareti yaptığını
iddia ediyor veya gösteriyor. Burada, bütün toplumlar paralel tarih
süzgecinden geçmemiştir ve şartta değildir denebilir ama durum vaziyette
bu.
Batıda pşıların tasfiyesi, Çarlık ile yapılan çatışma ve antlaşmalarda,
bu gurubu lidersiz ve siyasetsiz bırakmış gözüküyor. Feodal efendilerin
daha etkin olduğu Kabardeyler ve Bjedughlarda sürgün sınırlı ve hatta
az.
Sürgün esas olarak Abzegh-Shapsugh-Natukuay gibi siyasi önderlerini
yitirmiş toplumları sildi süpürdü. Bu gün Adigey topraklarında bin
civarında Abzegh, on bin civarında Shapsugh nüfus var, Natukuaylardan
ise bahsedilmiyor artık.
Bu noktada, Çarlığın süpürüp temizlemek istediği esas olarak Kuzey Batı
Kafkasya idi (Kuzey Kafkasya'nın en verimli toprakları) denebilir ama
unutmayalım ki Bjedughlarda orada oturuyorlar ve onların önderliği bir
şekilde uzlaşıp topraklarını terk etmek zorunda kalmadılar.
Bu gün Adigey Raspublika diye bir olgu varsa, birazda o gün o uzlaşmayı
becerenlerin sayesinde sanki.
Saygılarımla.
HAPİ Cevdet
Yıldız
10. 03.
2009
Saygılar.
1) Adigeler ve Adige kültürü, bazı ilkel topluluklarınkilerle
karıştırılmamalıdır. Adigelerin başta Nart destanında ifadesini bulan
büyük bir kültürü vardır. Nartlar sınıfsız toplumun destanıdır. Sınıfsız
toplum, her zaman için geri/ilkel toplum demek değildir. Yeryüzünde
sadece 12 yaşayan ulusun destanı vardır, bu uluslardan biri de
Adigelerdir (Bkz. “Güzel Şeyler de var” başlıklı köşe yazımız, Vıcuh
Maryet’in verdiği bilgi, CircassianCanada).
Adigelerden komşu toplumlara doğru bir kültür akışı olması, oralardan ve
başkalarından da bir çok şeyler alınmış olması çok doğaldır.
Adigeler henüz destan ve folklor ürünlerini yeterince değerlendirebilmiş
değiller. Bunun için bilimsel enstitü ve kadrolar, her şeyin başında da
para ve yayın olanağı gerekir. Ayrıca bu tür çalışmalar, uzun süreli
çalışmalar ve yetenek gerektiren işlerdendirler, bu tür işleri,
özellikle ileri olan, özgür düşünce ve bilimsel eleştiriyi geliştirmiş
olan toplumlar başarabilirler. Bu çerçeve dışında bazı kişisel başarılar
da olabilir. 1 milyar 500 milyon Müslüman nüfusa karşın Kuran’ın bile
tatminkar biçimde yorumlanmış olduğu söylenemiyor, yeni yorumlar
planlanıyor…
Ben
destanları kıyısından köşesinden şöyle bir gözden geçirmiş biri olarak
şu kadarını söyleyebilirim. Adige toplulukları arasında anlatılan
destanlar sadece biçimsel yönden değil içerik yönünden de birbirinden
farklı olabiliyor. Örneğin, Shapsugh’daki parçada sekse pek yer
verilmezken, Kabardey’de seks yönlü gelişme var, destanı
Adige-Kabardeylerden almış olan komşu Osetlerde bu, daha belirgin
olabiliyor. Bir örnek: “Nartların Altın Elma Ağacı” parçasında, deniz
dibinde evlenip gelen genci, kıyıda bekleyen ikiz kardeşi karşılıyor ve
üçü birlikte eve dönüyorlar. Oset varyantında ise, kıyıda bekleyen
kardeş ava gittiğinden kulübe boş, deniz dibinden çıkan genç ise,
karısını kulübede bırakıp kardeşini aramaya çıkar. Bu arada avdan dönen
kardeş kulübede güzel bir kadınla karşılaşır, kadın da bu gelen ikizi
kocasından ayıramaz, bilmeden kayınbiraderiyle kulübede cinsel ilişkiye
girer. Durum anlaşılınca, üçü de intihar eder. Böyle bir davranış, masal
da olsa, ilkinde pek bayağı bir şey, yakışıksız şey bulunur, sanırım hiç
yapılmaz. Yani anlayış ve algılayış farkı var. Bu fark, sanırım feodal
anlayışın/yaşayışın dıştan bir empozesidir.
Burada topluluklar arası anlayış farkları, nüans da dense, ortaya
çıkıyor. Bu nüans, sanırım toplumsal yapı farklılıklarını
(sınıfsız-sınıflı) da yansıtıyor.
Bildiğim bir iki yaşanmış olayı aktarayım:
Demokratik toplumda demokratik kurallar geçerlidir, kurallar kişileri
korur, yani toplum üstü ve katı kurallar vardır, toplum hiçbir bireyinin
aşağılanmasına izin vermez, ilişkiler nezaket kuralları çerçevesinde
olur, kabalığa pirim verilmez. Örneğin karısını döven, Kafkasya’dan, bir
feodal yöreden gelen bir akrabam (vınekoş), kızın erkek kardeşi
tarafından başı kesilerek öldürüldü (Bkz. Kafkasya’dan Anı Kırpıntıları,
CircassianCanada, Öyküler bölümü). Yine 40 yıl kadar önce, karısını
ağzını ve burnunu kanatacak ölçüde döven gençten biri, peşine düşen
köylünün elinden kaçarak kurtulabildi, korkusundan olmalı, bir daha da
köye ayak basamadı. Yine köyden yoksul bir delikanlı (köy imamı, o
zamanlar köy imamlarına maaş ödenmezdi), öksüz ve bir Adige ailesinde,
kent de besleme olan bir Laz kızı ile evlendi, “Akrabamız” diyerek
birtakım Laz ve Gürcüler kızın peşinden sık sık köye gelmeye başladılar.
Köylüler “Bu bizden olmayan insanları evine sokma” diyerek uyardılar
çocuğu ama o, “Hanımın akrabaları onlar” diyerek o kişileri Adigelerle
karıştırma budalalığında bulundu. “Bıyık” (peç’oh) denen kamyonet sahibi
bir Gürcü, küçücük bir kız çocuğu da olan bu kadını ayartıp kaçırdı.
Tabii bir süre sonra yakalandılar, Bıyık hapishanede şişlenip öldürüldü.
Kadın da karakola getirildi, duyduğuma göre, bir Karaçay polisin
sorusuna karşılık kadının “Çerkes’im” demesi üzerine, “Laz’ım” diyene
değin de epey dayak yemiş.
Kadının
kocası “Ne yapayım, kızım var, kadın da güzel” diyerek, karısını yeniden
kabul etme eğilimi göstermiş, bunun üzerine kendisine köyü terk etmesi
söylenmiş, terk etmiş ama kadınla birleşmeyi göze alamamış.
Kız çocuğunu şehirdeki halası büyüttü.
Daha sonra kente gidip para karşılığı fuhuş yapmaya başlayan bir yabancı
(Ordulu) gelin de köyden kovuldu. Böyle örnekler az değil… Gençlerin çok
dikkatli olmalarını ve kendilerini aldatacak kadınlardan kaçınmalarını
öneririm…
Görüldüğü gibi, Adige toplumunda çok sıkı ve birey üstü bağlayıcı
kurallar vardır.
Adige toplumsal yapısını ve geleneklerini ilkel topluluklarınki (barbar
toplulukları) ile karıştırmak ve karşılaştırmak doğru olmaz. Bu konuda
Prof. Dr. Asker Hadeğal’dan bir aktarmayla yetineyim:
“Çok eskiden ilkel toplulukların vahşi doğada göçebe toplulukları
biçiminde dolaştıkları dönemlerde, Kafkasya’daki Adigeler, çağlarına
göre ileri ve daha üst bir toplumsal yaşam düzeyine ulaşmışlardı ama
henüz yazılı bir yaşamları oluşmamıştı…
Adigelerin başından iyi kötü çok şey geçti, başkaları tarafından
kendilerine değişik adlar takıldı ama en kalıcı olanları kendi
kendilerine verdikleri ve kendi aralarında kullandıkları adlar oldu.
Kafkasya’nın nefes kesici güzellikteki ve sağlıklı doğası, zenginliği ve
diğer çekici yanları nedeniyle, Adigelerle dostça ilişkiler kuran ya da
tam tersine sık sık bir çekişme ve savaş içine giren topluluklarla da
karşılaşılmıştır. Örneğin, Karadeniz yoluyla Adigey (Çerkesya)
kıyılarına ulaşan Grekler, bu kıyılarda koloniler kurdular. Sonuç
olarak; Adigeler, gelişmiş bir kültürü ve yazılı bir yaşamı olan uygar
bir halkla (Yunanlarla-HC) ilişki kurmuş oldular…
Darius Hispas’ın hükümranlığı döneminde, M.Ö. 522’de yaşayan ünlü antik
coğrafyacı Skilaks Kordiask “Propileya” adlı yapıtında Don ırmağından
güneydeki Farz ırmağına (Rioni-HCY) dek uzanan Pont (8) (Karadeniz)
kıyıları dolaylarında yaşayan insan topluluklarını göstermektedir. Bu
topluluklar içinde “Maet” (Meot ya da Mыут1; Mıvıt') ve “Kerket”lerden
de (Çerkeslerden) söz etmektedir (9). Yani, MÖ 6. yüzyılda, başka bir
deyimle, günümüzden 2 bin 500 yıl önce, kendileri tarafından hiç
kullanılmayan “Çerkes” adının başkalarınca Adigelere verilmiş olduğunu
da görüyoruz…
Bütün bunlar bize, ilk önce, Adigelerin ilk çağdan bu yana Karadeniz
(Хы Ш1уц1э), Kerç Boğazı (Xı Tvuale/Хы Т1уалэ) ve Azak Denizi ( Xı
Mıutve/Хы Мыут1э) kıyılarında yaşamakta olduklarını; ardından da
Adigelerin, bu çok eski dönemlerde bile, büyük bir özgün kültürlerinin
bulunduğunu kanıtlıyor. "(Bkz. Asker Hadeğatl, Nartlar:Adige Yiğitlk
Destanı 1, CircassianCanada, Edebiyat/Efsaneler-Mitoloji bölümü).
2) Kölelik konusuna gelince:
Burada
öncelikle “köleci toplum” dönemi köleciliği ile “feodal toplum” dönemi
“serflik” (toprak köleliği; pşıl’ı) kurumunu ve feodal toplum dönemi
“esir ticareti” kurumunu karıştırmamak gerekir. Bunlar ayrı olan
şeylerdir.
En büyük köleci devlet olan Roma İmparatorluğu, MS IV. yüzyılda doğudan
gelen ‘’kavimler göçü’’ saldırıları sonucu ikiye bölünmüş (395 ya da 396
yılı), batısı 476 yılında yıkılmıştır. Bundan sonra köleci toplumdan
feodal topluma geçiş süreci başlamıştır.
Dağlık bölgelerde ve izole vadilerde eşitlik esasına dayanan ve o
koşullarda sürdürülen demokratik toplum düzeni, yabancı istila ve
egemenlik dönemleri yaşanmadığından korunabilmiştir. İstilacıların böyle
yerleri ele geçirmeleri ve elde tutmaları adeta olanaksızdı. Birkaç baş
hayvan dışında yağmalanacak şey yoktu. Buna karşın başlarına koca
kayalar ve binlerce ok yağdırılması işten değildi. Buraları istilacılar
açısından çok korkulan yerlerdi. Oysa düzlük yerler öyle değildir.
Buralarda bol ürün, büyük hayvan sürüleri vardı. Oraları istilalara
uğruyorlardı.
Adige kabileleri arasında köle sayıları da bir değildi.
Örneğin, T. Lapinski, ”serf” (pşıl’ı; toprağa bağlı köle) ve “köle”
(vıneut/унэ1ут) ayırımı yapmadan, hepsini köle sayarak, köle oranının
Wubıhlar arasında % 25, Abadzehler (Abzegh) arasında % 10, Shapsughlar
arasında da % 5 olduğunu söylüyor (“Kafkasya Gerçeği”, Samsun, 1992,
sayı 8, s. 54, aktaran L. İ. Lavrov).
Wubıhların en üst tabakası olan eşrafa “kuaşka” deniyordu, bunlar sadece
kendi serf ve kölelerini değil, ”vaghışv” (fekol’) denilen özgür toplum
bireylerini de sömürüyorlardı. Ancak her iki toplum kesiti de serf ve
köle sahibi olabiliyordu. 19. yüzyılda “Vubıkh yurdundaki üretim
ilişkileri ilk feodal döneme ait nitelikler taşmaktaydı… Nüfusun
çoğunluğu resmen hür toplum üyelerinden oluşuyordu” (age, s. 55).
Wubıh kuaşkaları (eşrafı), diğer Adige topluluklarına göre sayıca daha
kalabalıktı.
Wubıhlarda köle ve serf köylülerin çoğu silah taşıyabiliyor, evin özgür
bireyleriyle aynı sofraya oturabiliyor, kendisi isterse, ancak o zaman
satılabiliyordu (age, s. 54).
J. Bell, “Adigey’de köle ve serf sayısı fazla değildir, Wubıh ve
Cigetlerde ise fazladır” diyor, Wubıh ülkesinde zenginliğin ölçüsü
“sahip olunan köle sayısı”, öteki yerlerde ise “sahip olunan koyun
sayısı” ile gösterilir diyor (age, s. 54). J. Bell’den önce, özgürlük
mücadeleleri sonucu köle sayısı azalmıştı. Kölelik (pşıl’ı) Rusya
yönetimindeki bölgelerde (Kabardey ve Abhazya gibi) güçlüydü. Bir yerde
okuduğuma göre, Kabardey beylerinin elinden köle öldürme yetkisi Rusya
tarafından alınmıştır.
Yukarıdaki aktarmalar, Çerkesya’ya feodal ilişkilerin sızdığını ve yer
yer de güçlenmeye başladığını, ancak dış düşmana karşı verilen
mücadelenin öncelik kazandığını, bu nedenle de özellikle Wubıhlar
arasında demokratikleşmenin gündemden düştüğünü ve toplumun
modernleşemediğini, ama modernleşmeye hazır olduğunu gösteriyor.
Kuşkusuz bu tespitleri yapan Ruslar, durumu Adigelerden çok daha iyi
biliyor olmalıydılar. Rusların Adigelerden kurtulma politikaları da bu
çerçevede değerlendirilmelidir. Soylu (feodal) sınıfı ve ruhban sınıfı,
ayrıcalıklarına dokunulmadığı sürece, iktidarlara itaat ederler,
uysaldırlar ve pek sorun çıkarmazlar.
Özgür
bireylerden oluşmuş ve hızla modernleşmeye hazır, ama demokratik
normlarına da (gelenek ve kültürel değerlerine) sıkı sıkıya bağlı
Adigeler gibi 1 milyondan çok nüfusu olan bir toplumu itaat altına almak
ve yönetmek, kolay bir şey olamazdı. Ruslar bunu göze alamadılar. Bu
nedenle Rus, ileride kendi monarşisi ve çıkarları için tehlike
oluşturacak olan bu nüfusu dışarıya transfer yoluna gitmiştir. Osmanlı
da onları küçük gruplar halinde dağıtarak etkisizleştirmeyi başarmıştır,
ama böyle yapmakla kendi kalesine de gol atmıştır, bu başka. . .
Osmanlı topraklarına yerleştirilen Çerkesler, özellikle demokratik kesim
uyum zorluğu çekti. Soylu sınıfınca yönetilen toplulukların durumu
farklıdır. Bunların içinde Türkiye’de yer beğenen, ardından geniş
çiftlik topraklarını ve büyük hayvan sürülerini satıp adamlarını ve
kölelerini toplayıp anlaşmalı olarak Türkiye’ye yerleşen, hayvancılık
yapan ve orduya at satıp para üstüne para kazanan beylerce yönetilen
(pşı) Adige toplulukları da vardı.
Gorbaçov dönemindeki tanışmalara değin, Adigeler arasında büyük bir
Kafkasya özlemi vardı. Bu özlem atalar tarafından genç kuşaklara
aktarılarak gelmiş olan, eski demokratik döneme duyulan bir özlem,
nostalji idi.
KEÇ-I Süleyman’ın dediği gibi, ”neşü, degu ve tlaşe” üçlüsünün zulmünden
bezmiş olan Çerkesler, bize göre, kuşkusuz, Kafkasya’daki devletsiz ve
baskısız eski yaşam günlerine özlem duyuyor olmalıydılar.
Tanışmalar sonucu, Çarlık ve Komünizm (aslında Stalin faşizmi)
tahribatına uğramış olan Kafkasya’nın artık eski Kafkasya olmadığı
görüldü. Kuşkusuz bu da büyük bir şok ve düş kırıklığı oldu.
3) Soyluluk ideolojisi, kendi görüşünü benimsetmeyi başarmıştır.
Adigeler özgürlüğe çok değer verdiklerinden, özgür olmayanları öteki,
kendi grupları dışında kalan kişiler olarak algılıyorlardı. Onların
yaradılıştan öyle olduklarına inandırılmışlardı. Din gibi bir şeydi bu.
Kaba bir tabirle köleliği (pşıl’ı ve vıneut) bir kast, bir tanrı
buyruğu, neredeyse bir Kuran ayeti gibi, değişmez bir şey, bir alın
yazısı gibi algılıyorlardı. Shapsughlar ve Abzeghler de o gibi
görüşlerin etkisindeydi. Bu toplumlar içinde de “pşıl’ısı” olan ve esir
ticarete yapanlar da, kuşkusuz vardı, ama bunların sayısı azdı ve feodal
anlamda kurumlaşamamışlardı.
(İlginç bir şey: Manyas’ın bir köyünde (Eşen) bir Çerkes, bir
Manav/yerli Türk kızını ister ama köle diyerek ailesi kızı vermez. Bu
örnek bile insanların nasıl koşullandırılabildiklerini gösteriyor.)
Nitekim Lavrov, asıl esir tüccarlarının Abzeghler olduğunu yazıyor.
Alıcı taraf kuşkusuz Türklerdi. Türkiye’ye esir satışı asıl Wubıh
limanlarından yapılıyordu.
“Başlıca ihracat ise köle kızlardan oluşuyordu ve bunlar haremler için
Türkiye’ye götürülüyorlardı… Trabzon bakır madenlerinde çalıştırılan
erkek köleler de buradan sağlanıyordu”. 1836’daki Rus ablukasına karşın
150 teknenin Çerkes kıyılarında faaliyette bulunuyor olması, Çerkesya
ile Türkiye arasında “ne denli yoğun ticaret yapıldığını göstermektedir
(age, s. 52).
Modern
sınıf bilincinden yoksun sıradan Adigelerin soylu (pşı-work)
ideolojisinin etkisinde kalmış olmaları doğaldır. Muskaya ve büyüye
inanan insan sayısı hala az değil. İki olayı anlatayım:
Büyük amcam İkinci Dünya Savaşı sırasında Trakya’da askerdi. ”Çadırlarda
donuyorduk. Bereket yakınlarda komşu Bırgehable (Akınlar) köyünden bir
çavuş tanıdık vardı. Çavuşların çadırlarında soba vardı, oraya gidip
ısınıyordum. Bana burada yat dedi ama kabul etmedim”. Niye, diye sordum.
”Bir pşıl’ıya sığındı (yek’ol’ejığ) diye adımı söyletir miyim hiç” diye
yanıt verdi.
Pşıl’ı olan bir Besleney öğretmen kızla konuşuyordum. Neredense amcam
haberini almış, ”Bir köle gelin getirip bizi küçük düşürmesin (tişha
şşoremıvıt/тишъхьэ ш1орэмыут)” diye haber gönderdi. Öylesine
konuşuyordum.
Çok daha sonraları bir gün, ”pşıl’ının başına günde 7-9 kez kölelik
damarı vurur“ derler, niye, diye sordum. Zavallı köleyi gelen azarlıyor,
giden azarlıyor, yanıt bile veremiyor, ömrü sıkıntı ve azap içinde
geçiyor. Bu nedenle de her şeye itiraz eden, her şeye sinirlenen kişiler
oluyorlar. Aslıda öyle bir şey yok. Allah herkesi eşit yaratmış. Köleyi
insanların kendileri köle yapmışlar” diye de yanıt vermişti. Anlaşılan
rahmetli amcam 1970 yıllarının özgürlük havasında oldukça aydınlanmıştı.
Kölelik ve soyluluk bir sınıfsal, sosyolojik olgudur, Tanrısal ya da
genetik bir olgu değildir kuşkusuz. Toplumda hiçbir kimse, soy yönünden
hiçbir başka kimseden asla üstün değildir. Biz bu konuları bir tarihsel
kesiti incelemek, öğrenmek ve bizden sonrakilere bilgi aktarmak için
işliyoruz. Kimse gocunmasın, alınmasın, kimse köle değildir. Bugün için
demokrasi düşüncesini paylaşan herkes soyludur. Paylaşmayan kişi, bana
göre kral soyundan gelse bile, soysuzdur.
Ne demiş Abzegh, ”Vıl’me vıl’ako, ”Ул1мэ ул1акъу”/”Adam gibi adamsan
soylusun”…
Sonuç:
Kafkasya’daki Adige demokratik toplum düzeni, kuşkusuz başka düzenlerden
de etkilenmiştir. Ama coğrafi konum, sıkı dayanışma ruhu nedeniyle,
ilkçağlardan gelen demokratik düzen büyük ölçüde ve çağa uygun anlamda
geliştirilerek korunmuştur. Bu düzen dışarısı ile ilişkisi olmayan,
uzayda bir yerlerde yaşayan geri bir toplumun düzeni de değildi.
Çerkeslerdeki temizlik, insani ilişkiler geri insanların ve toplumların
başarabilecekleri şeyler değildir.
Adigeler hitabete ve saygılı davranmaya, adlarına, dahası topluma leke
getirmemeye özen gösterirlerdi. Adige dili de bir mücevher inceliğinde
ve zenginliğinde işleniyordu, büyük bir folklorik sanat yaşamı vardı.
Örneğin, 1864 yılına değin birçok tıbbi ve teknik terimin Adigece’si
bulunmuştur. Bu da Adigece’nin ne denli kapsayıcı, teknik ve felsefi
terimler üretmeye yatkın ve işlek bir dil olduğunu bize gösteriyor.
Mehmet
10. 03.
2009
‘‘Batıda
pşıların tasfiyesi, Çarlık ile yapılan çatışma ve antlaşmalarda, bu
gurubu lidersiz ve siyasetsiz bırakmış gözüküyor. Feodal efendilerin
daha etkin olduğu Kabardeyler ve Bjedughlarda sürgün sınırlı ve hatta
az.“
Burada küçük bir itirazım olacak. Sonuçta sonuç aynı ama sonuca
ulaştıran argümanların etkileşimleri farklı.
Şimdi batıda pşılar tasfiye edildikten sonra batı lidersiz ve siyasetsiz
kalmadı. Peki ne oldu da batı sürgünü bu kadar çok yaşadı?
Yukarıda katılımcıların, adına demokrasi dedikleri olgunun azizliğine
uğranıldı diyebilirim. Nasıl oldu bu? Aile ittifaklarından
bahsedilmişti. Burada kararlar çoğunluğun ittifakıyla alınıyordu.
Karara itiraz edip azınlıkta kalanlar bu karara uymak durumundaydılar.
Örneğin 30 aileden oluşan bir ittifakta Ruslara karşı direnelim
diyenlerin sayısı 20, anlaşmaya gidelim diyenlerin sayısı 10 ise, karar
direnme olarak çıkıyor, anlaşmaya gidelim diyenlerde bu karara uymak
zorunda kalıyordu. Demokrasi de böyle işliyordu.
O zaman diyebilirsiniz ki, feodal olsaydık sürgünü bu kadar acı
yaşamazdık. Aslında kazın ayağı öyle değil. Feodal olup da direnenler
yine sürgüne uğradılar. Burada keramet feodal ya da demokrat olmakta
değil. Batıda eğer ittifaklar direnme yerine anlaşma yoluna gitmedi,
feodallerde direnme yolunu seçseydi, bu seferde demokrasinin zaferinden
(!) bahsediyor olacaktık burada.
Birde küçük bir ayrıntı. Ruslar açısından feodalleri ikna etmek,
demokratları (!) ikna etmekten çok daha kolaydı. Zira Rusların
feodallerde muhatapları belliydi ve pşıyı ikna ettiniz mi ona bağlı
bütün toplumu ikna etmiş oluyordunuz ama demokratlarda ittifaktaki
aileleri tek tek ikna etmek durumundaydınız ki, bu da imkansız gibiydi.
Feodal pşıların anlaşma yolunu seçmelerindeki etken üstün siyasi
yetenekleri mi (!), yoksa kendi pozisyonlarını koruma telaşımı orası
tartışılır. Ancak demokratların demokrasi deneyiminin sonuçlarının acı
olduğu aşikardır.
Selamlar.
HAPİ Cevdet
Yıldız
11. 03.
2009
Sayın
Mehmet kardeşim,
Ben sorunu sırf göç ya da sürgünü konu ederek ele almadım. Kafkasya'da
var olan tarihsel anlamda politik ve sosyal durumu söz konusu ediyorum.
Adigeler 1830'lu yıllardan 1860'lı yıllara değin sürekli barış
isteklerinde bulundular. Onurlu bir barış, Rus tarafınca sürekli ret
edildi. Özellikle Kırım Savaşı'ndan sonra Çerkesya'nın stratejik önemi
iyice ortaya çıktı. Ruslar Çeçenya ve Dağıstan'da halkın Rus otoritesine
boyun eğmesini yeterli görürken, Çerkesya'da farklı bir politika
izlediler. 1857'de Çerkeslerin bir bölümünün kuzeydeki Don bölgesine
sürülmesi düşünüldü (General Milyutin raporu), düşünce geliştirilerek
1861 yılında Çerkesya'nın yerli nüfusundan boşaltılması görüşü
benimsendi (Kont Baryatinski raporu). Etnik temizlik yapılacak alan da
belirlenmişti. O tarihte Adige egemenliğinde olan Kuban ırmağından
güneyde Bzıb ırmağına değin uzanan Karadeniz bölgesi, doğuda Maykop'a,
Belaya (Şhaguaşe) ırmağına kadar olan Kuban toprakları. Çar II.
Aleksandr, Çerkes temsilcilere "Ya Türkiye'ye göç edin ya da Kuban
ırmağı boyunda göstereceğimiz yerlere yerleşin" dedi.
Çerkesler Kırım Savaşı'na katılan müttefikler tarafından, savaş sonu
kaderlerine terk edildiler. Bir tür ihanete uğradılar. Emperyalist
devletlerin huyudur bu. Burada Çerkeslerin hatası konjonktürü
değerlendirememiş, belki de batılı ajanlara kanmış olmaları olabilir. O
saatten sonra feodal ya da demokrat olmak fazla bir anlam da
taşımıyordu. Ayrıca Rusya feodalizmi tasfiye sürecini resmen başlatmıştı
(1861), feodal unsurlardan korkmasına gerek de yoktu, ancak kendi
topraksız köylüleri (Rus serfler) için Çerkesya'nın geniş topraklarına
gereksinme duyuyordu. Böylesine tüm olumsuzlukların birleştiği bir kesit
Adigeleri vurdu.
Eğer Adigeler, sözgelişi 1859 yılında boyun eğmiş olsalardı, belki de
durum farklı olabilirdi.
Feodal ilişkiler her zaman için kurtarıcı olamıyor. Peki feodal
Kırım'dan onca Tatar niçin Osmanlı topraklarına göç etmek zorunda
bırakıldı?
1877'de soylu sınıfı güdümündeki Abhazların bir kısmı niçin Rusya'ya
karşı ayaklandı ve ne diye Türkiye'ye kaçtı? Eğer bu ayaklanma
olmasaydı, bugün 70 ya da 100 bin yerine 1 milyon nüfuslu bir Abhazya
olurdu. O aman Gürcistan hindi gibi kabarma cesareti bulabilir miydi?
Soylu sınıfı kendi çıkarını, ulusun çıkarının üstünde tutar.
Büyük bir devlet ile komşu olan ya da büyük bir devlet içinde yaşayan
küçük ulusların maceralara kalkışmaları çok tehlikelidir ve daima bir
risk taşır. Batılıların ihanetine uğrayan Adigelerin dış yardımsız
modern Rus ordusu ile savaşamayacaklarını anlamaları ve derhal silah
bırakmaları mantık gereğiydi. Adigeler uyanamadılar. Aynısını Çeçenler
de yaptılar. Gürcistan bir yerlere güvenip RF için yaşamsal önem taşıyan
Güney Osetya'yı ele geçirme olayına kalkıştı. Daha önceki Acara
operasyonu Gürcüleri yanılttı, o zaman Rusya Gürcistan'ın bu yaptığına
ses çıkarmamıştı.
Balkanlarda küçük devletler kurulduysa, büyük devletler desteği
sayesinde oldu bunlar. Görüyorsunuz Ermenilerin ve Anadolu Rumlarının
hazin sonunu, Batı onları da feda etti.
Sovyetler Birliği'nden en son ayrılan ülke neresidir? Kazakistan'dır.
Niye? Büyük komşu, yani RF ile bir sürtüşmenin hiçbir yarar
getirmeyeceğini biliyorlar, akıllı insanlar, tarihten ders almasını
biliyorlar. En başta Kazakistan'ın dik yarısı Rus. Gorbaçov bile,
bugünlerde RF, Ukrayna, Belarus ve Kazakistan arasında kurulması olası
bir birlikten söz ediyor. Gerçekleşir gerçekleşmez o ayrı bir şey.
O halde, genel anlamda söylüyorum, sorunlarımızı çok yönlü olarak ve
barışçı bir bakışla, objektif olarak ele almamız gerekiyor. Aksi
takdirde kaybeden daima biz oluruz.
Saygılarımla.
Erhan Hapae
11. 03.
2009
Değerli
Arkadaşlar konu dağılıyor ve bunun ilk suçlusu galiba benim, sonunda
sürgünün nedenlerine dair bir provokasyon tarafımdan geldi, belki de
dağınıklığın nedeni bu. Çerkesya yaşamının birkaç bin yıldan beri
sürdüğünü kabul edecek olursak, talihsiz son iki yüzyılı çok önemli
olmakla birlikte, esas saymamak hakkına sahibiz.
Mehmet'le şu noktada anlaşabiliriz sanıyorum. Feodallerin batıda
iktidarını yitirdiği için sürgün gerçekleşti gibi bir yargıya sahip
değilim. Batıda feodaller iktidar olsa da sürgün gerçekleşebilirdi. Buna
kimse bir şey diyemez ama orda Çerkeslerin kaderi demokrasinin
azizliğine uğradı demekte biraz fazla abartı olur. Başıboşluk ile
demokrasi aynı şeyler değil. Ben Çerkesya’da var olan düzenin modern
(hatta modern öncesi) bir demokrasi olabileceğini düşünmekte
zorlanıyorum.
Ancak kendisinin de belirttiği gibi düşmanın etkili ve hakim bir
muhatabının olmadığı açık. Diğer yandan Kabardey ve Bjedughlarla ilgili
verdiğim örnek bir varsayım değil tersine, bir sonuç. Bu durum,
tesadüfen olmuş olsa bile böyle.
Esas konumuza dönecek olursak; batıda daha gevşek, doğuda daha koyu
olarak feodalizm sürüyor. İçinde iki temel sınıf var, halkın seçemediği
yöneticiler (batıda dar çevre seçimleri işin aslını değiştirmiyor) ve
kaderi bir tesadüflere kalmış olan yönetilenler. Bu iki sınıfın kendi
içinde çeşitli tabakalar var. Üretim kapalı bir üretim tarzı. Pazar için
bir üretim yok. Mesela sanayi hammaddesi olabilecek olan şekerpancarı
üretilmiyor. Bu şu demek; bir köy veya küçük kabile sadece kendi
ihtiyaçları için üretim yapıyor ve ambarına taşıyor. Bu üretiminin küçük
bir bölümünü gaz-tuz ve bez için satıyor veya trampa ediyor. Mesela
sadece domates üreten bunu pazarda satıp un, kumaş, et, tavuk, gaz satın
alan bir ekonomi yok. Hepsini kendisi üretip kendisi tüketiyor.
İşte bu üretim ilişkileri içinde karşılıklı insan davranışlarını
belirleyen kurallar silsilesi xabze.
Esas konuya geri dönüp, bunu aydınlatmaya çalışalım.
Saygılar hepinize.
K’EREF
Albuz
12. 03.
2009
Sayın;
KUŞHA Faruk ve saygı değer HAPİ Cevdet beye birkaç soru da benden.
1) Pşıga ve pşı kavramlarını; ölçen, standart oluşturan,
başlangıç yapan, ilk var eden veya önderlik oluşturan anlamlarıyla
düşündüğümüzde aslında Osmanlı’da ve Rusya’da tasfiye edilen
feodaliteden çok (tıleyler) önderlikler mi acaba?
2) Workı, wud, wune, warde, wogu vb. gibi anlam akrabalığı olan
sözcüklerle beraber düşündüğümüzde, worklık sadece feodalite döneminin
bir olgusu mudur?
3) lhukol, ‘’mılhuko’’nun tam zıttıdır, yani esas olan lhuko(l)
degil midir? ( Lıır laakoş’deki gibi.)
Yani esas olana lhukol, güçü birikimi toplayıp, yeniden güce
dönüştürerek bilinç ve güç oluşturana work, önderlik oluşturulmasına da
pşıga diyebilir miyiz?
KUŞHA Faruk
Özden
12. 03.
2009
Değerli
arkadaşlar,
Adige feodal yapılanmasının omurgası olarak nitelendirdiğimiz workler,
bazı tarihçilere göre Uzakdoğu’nun özelinde Japon Samuraylarına
benzetilir. Yaşamları lığe (yiğitlik) üzerine kurulmuştur. O kadarki,
ölümde dahi yiğitlik aranır. Lenımi lığe xels (ölümde bile yiğitlik
vardır veya ölümde bile yiğitlik aranır).
Uğraşları zekue (serüven seferi) tek veya küçük guruplar halinde komşu
kabileleri de içine alan, uzak steplere kadar uzanan alanda serüven ve
talan için sefere çıkmak. İntikam alınmasını önlemek için talan edilen
yerler çok uzak tutulurdu. Work sadece zekuede ele geçirdiği ganimetleri
para ile satar. Onun dışında ticaret çok ayıptır. Ticaretin workler için
ayıp olduğunun savunulduğu bir toplumda da ekonomik ilişkilerin
gelişmesine yani pazarın gelişmesine en büyük engel bu zihniyettir.
Almak-satmak yani ticaret worklere göre değildir. Bir anlamda Avrupa
Aristokrasisi’de ilk başlarda ticareti hor görmüş, sonunda Fransa’da
olduğu gibi sınıfının tasfiyesini gündeme getirmiştir.
Ticareti hor gören, ticaretle güçlenen burjuvazisi tarafından demokratik
devrimle tasfiye edilen Fransız feodallerinin yaşadığının bir benzeri
Çerkesya’da yaşanmıştır. Aradaki fark Fransız feodallerinin tasfiyesi
kendi burjuvazisi tarafından yapılmıştır. Adige feodalizminin
tasfiyesini de tetikleyen Avrupa burjuvazisi ile güçlenen ve demokratik
taleplerini gündeme getiren güçler olmuştur.
1861’deki Çarlık Rusya’sı serfliğinin -yani köleliğinin- yasayla
tasfiyesi Çerkesya’da katliamları ve sürgün felaketini gündeme
getirmiştir. Avrupa’da başlayan Burjuva Demokratik Devrimi ve Sanayi
Devrimi, Rusya’da köleliğin tasfiyesini hızlandırmış ve Çerkesya
topraklarının boşaltılmasını tetiklemiştir. Sürgünle boşaltılan verimli
topraklara Rus ve Kazak köylüleri yerleştirilmiştir.
18 ve 19. yüzyıllarda ekonominin en önemli girdi kaynaklarından biri
olan Çerkesya’nın verimli toprakları silah zoruyla boşaltarak,
özgürleşen kendi köylüsüne tahsis eden Çarlık Rusya’sı; 1800’lü
yıllardan sonra en fazla silahlı direnişi gösteren Çeçen ve Dağıstan
topraklarını dağlık ve verimsiz olduğu için boşalttırmadı.
18 yüzyılda kendi feodallerini tasfiye eden, pşı ve lekueleşlerini
uzaklaştıran Abzegh ve Shapsughlar öndersiz kalmıştır. Toplumda
demokratik bilinç gelişmeden oluşan burjuvazisi tarafından değil de halk
tarafından feodallerin tasfiyesi toplumu öndersiz bırakmıştır. Gerektiği
gibi planlı olmasa dahi önderliği olmayan, gerektiğinde Çarlık yönetimi
ile uzlaşacak veya yaptıkları anlaşmalara dahi sadık kalmayan bazı
yorumculara göre ne anlama geldiğini bilmediğim aileler federasyonu
tutumlarıyla bütün toplumun sürülmesine neden olmuştur.
Sürgünde esas belirleyici olan Çarlık Rusya’sının köylüsünün
özgürleşmesidir. Birilerinin özgürleşmesi Çerkeslerin felaketini
getirmiştir.
Bu arada konudan uzaklaşarak her zaman olduğu gibi feodalizmi de savaşa
bağladık. Savaş toplumsal gelişmeyi sekteye uğratmıştır. Feodal yapıyı
irdelerken, toplumsal yapının tarihsel gelişimini özetlerken, konu yine
savaşa getirildi.
Saygılarımla.
HAPİ Cevdet
Yıldız
12. 03.
2009
Sayın HAPAE
ve sayın K’EREF Albuz,
1) Tarih, yer ve zamana göre değerlendirilir. Kabardiya ve Kuzey
Osetya 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Rus denetimine alındı ve
1774 yılında resmen Rusya’ya ilhak edildi. İlhak 1774 Küçük Kaynarca
Antlaşması’yla Osmanlı Devleti ve Kırım Hanlığı tarafından da tanındı.
Bu iki yer artık resmen Rus toprağı, halkı da Rus uyruğu oldu. Ruslar
feodal yapıyı, beylerin (pşı), soyluların (work), serbest köylülerin
(tlkhukol’) hukuk ve statülerini tanıdılar. Pşıl’ı (serf) ve vıneutlar
(köleler) üzerindeki statüde ise bir değişiklik yapılmadı. Yani ilk
gruplar (özgür olanlar) üstün statü ve mülkiyetlerini korudular.
2)
Çerkesya Adigeleri 1859 yılına değin direnişlerini sürdürdüler. Ancak
1859 yılında, ilkin Kuban ırmağı orta sol kıyısındaki düzlüklerde
yaşayan Bjedughlar Ruslara boyun eğdiler. Bjedugh sayısı 1860’larda 60
bin tahmin ediliyordu, göç sonucu sayı 1880’de 15 bin 263’e düşmüştü (A.
Kasumov-H. Kasumov, Çerkes Soykırımı, s. 290-291). Bjedughların
ardından, aynı yıl K’emguy, Mehoş, Besleney, Yegerukay, Kuban Kabardey,
vb boyun eğdiler. K’emguy sayısı 80 binden 3 bin 140’a düştü (aynı yer,
ayrıca Bkz. “Çerkes Sürgünü”-Vikipedi).
Görüldüğü gibi 1859’da boyun eğen topluluklar da baskılar sonucu büyük
bir göç olayı yaşadılar. 1860’da Anapa yörelerinde yaşayan ve Ruslara
boyun eğen Natukuaylar ise, farklı bir siyasal coğrafyada yaşadıklarında
toplu olarak sınır dışı edildiler: Natukuay sayısı zorla göç ettirme
(sürgün) sonucu 1860’daki 240 bin sayısından 1880’de 175’e düştü (aynı
yer).
Kırım Savaşı, Rus ordusunun hantal olduğunu, Rusya’nın Batılı ülkelere
göre çok geri kalmış olduğunu ortaya koydu. Bu durum karşısında Rusya
reform kararı aldı. Bu arada Kuzey Kafkasya sorununu da çözmek
gerekiyordu.
Daha yukarıda belirttiğim gibi, Rus hükümeti 1861’de Çerkes halkının bir
bölümünün bulunduğu yerden çıkarılması ve göç ettirilmesi, bu yerlere
Rusların yerleştirilmeleri kararını aldı. Bu bir bölümün yaşadığı yer,
Karadeniz ile Maykop ya da Belaya ırmağı (Şhaguaşe) arasında bulunan
Adige egemen topraklarıdır. Egemen Çerkes sahili ise, kuzeyde Kuban
ırmağından güneyde, şimdi Abhazya’da bulunan Bzıb ırmağı arasında
bulunan Karadeniz kıyıları idi. Bütün bu saha, olduğu gibi
insansızlaştırılmış yerli nüfus, Rus askerlerince son bireyine değin bu
yerlerden sürülmüş ya da öldürülmüştür. Sözünü ettiğimiz Bjedugh,
K’emguy ve Kuban Kabardey toplulukları sürgüne tabi tutulan ve
inansızlaştırılan saha (Kuban Askeri Yönetim Bölgesi) dışında ve Rus
yönetiminde olan bir bölgede bulunuyorlardı. Sürgün kararı o
toplulukları kapsamıyordu.
3)
1992’de Maykop’ta bir toplantıya katılmıştım. Burada genç bir tarihçi
bayan konuşmacı, dış ülkelerde yaşayan Adigeler için “Kandırılarak
götürülenler” (Гъэпц1агъэк1э ращыгъэхэр) gibi deyimler kullanıyordu,
itiraz ettim. Bana karşı olan, kadını destekleyen itirazlar duydum,
“Evet, o Adigeler kandırılarak götürüldüler” dediler. Ben de bir Rus
generalinin daha alt düzeydeki bir başka Rus generaline gönderdiği 1863
tarihli bir yazıyı okudum. Yazıda “Gösterdiğimiz yerlere taşınmaları
için Natukuaylara 20 gün süre veriniz, taşınmayanları Türkiye’ye
gönderiniz” deniyordu. “Onlar başka, ben buradaki -Adigey’deki-
Adigelerden söz ediyorum. Buradakiler sürülmediler” anlamında bir
diretmede bulundu. Bunun üzerine oturumu yöneten Prof. Dr. Asker
Hadeğal, “Cevdet, bizi sürdüler, öldürdüler, cesetleri topluca
uçurumlardan attılar, toplu kıyımdan geçirdiler, bunların hepsi oldu”
biçiminde bir müdahalede bulundu. Ben de “Hadeğal’ın görüşüne katılıyor
musunuz” diye tarihçi bayana sordum, o da “Evet” anlamında başını
sallamakla yetindi. Bunları “Kuzey Kafkasya Kültürel Dergisi” ile
“Argun” gazetesinde de yayınladım.
4)
Peki, sürgünün uygulandığı bir alanda yaşayan Kıyıboyu Shapsughları
nereden çıktılar öyleyse, diye sorulabilir. Bu konuda en geniş yeni
bilgi Polovinkina’nın “Çerkesya Gönül Yaram” adlı kitabında var.
Shapsughların üstündeki dağlık kesimde yaşayan Hak’uçlar (Bkz.
Hak’uç-Vikipedi) 1864 yılında ve sonrasında Ruslara boyun eğmediler.
Bazı Shapsughlar ve diğer Adige kalıntıları da onlara katıldılar.
Hak’uçlar 1865 yılı sonbaharında, Rus birliklerince daraltılan bir
çember içine alınarak yok edildiler. Yakalanan ya da teslim olan bazı
Shapsugh ve Hak’uçlar, Rus yerleşimcilere yöre koşullarına uygun örnek
tarımı göstermeleri amacıyla ve askeri gözetim altında küçük gruplara
bölünerek Rus köylerine dağıtıldılar. 1880’de Karadeniz bölgesindeki
askeri yönetime son verilince, yani bölge sivil yerleşime yeniden
açılınca, Kuban bölgesine (şimdiki Adigey) yerleşmiş Shapsughların bir
kısmı bu tür olanaktan yararlanarak Karadeniz bölgesine geri döndü ve
oradaki Shapsughlarla birleşti. Acak bölgedeki Adige-Shapsugh nüfusu
1897’de 2 bin bile olamamıştı (Bkz. Karadeniz ili-Vikipedi).
5)
“Pşı”
(пщы), sözü geçen, ailenin ya da topluluğun büyüğü, yöneticisi anlamına
gelir. Gelin kayınpederini “pşı”, kayınvalidesini de “guaşe” olarak
tanımlar, bu saygıyı ve itaati ifade eder. Unvan olarak da, köy ya da
topluluk beyine “pşı”, pşının karısına da “guaşe” denir. Pşı ve
worklerin birçoğu dışarıdan, egemen merkezden ya da onların yetkili
temsilcileri tarafından atanmış kişiler oldukları için Tatar asıllı iken
zamanla Adigeleşmiş kişiler de olabilirler. K’emguylarda “Boleteko” -
“Polat oğlu”ndan, Kabardeylerde “İdar”-“Aydar”dan gelmiş olabilir.
Nitekim bunlar yakın zamanlara değin kendilerinin Türk soyundan
geldiklerini söylüyorlarmış, bunu Şemseddin Sami beyden okumuştum (Bkz.
Şemseddin Sami, Kamüs-ül Alam, “Kabarda” maddesi).
“Pşığo” -Prenslik anlamına gelir, Rus, Tatar, Gürcü, Azeri, Ermeni,
Dağıstanlı, Abhaz, vb’nde vardır, Adigelerde ise yoktur. Adige devlet
evrilmesi henüz o düzeye ulaşmamıştı. Sadece bir ya da birkaç köyle
sınırlı köy yönetimleri vardı, köy beyleri de bir yerlere bağlı
olurlardı. Örneğin Kırım Tatar Hanlarının ya da Rusların vasalı olan
Kabardey beylerinin (pşı) Karaçay ve Balkar beyleri (biy, tavbiy) gibi
vasalları da vardı.
Bazen de (1739-1774 arası dönem Kabardeyler, ayrıca diğer Adigeler
arasında da bir baş prens “pşıme yapş” ) seçilebilirdi. Ama bu olay bir
prenslik oluşumu gibi algılanmamalıdır, çünkü süreli ve geçici bir durum
idi. Yani hanedan kurma olayı değildi.
“Tlkhukol’”(лъхукъол1)-Kabardeyce’de “Özgür bir adamdan olma adam”,
“Özgür, başına buyruk adam” anlamlarını verir, Batı Adigece’deki
söyleniş biçimi “fekol”dur (фэкъол1) ve aynı anlama gelir.
“Pşıl’ı” (пщыл1ы)-Adı üstünde “Pşıya (beye) ait (serf, toprak kölesi)
olan adam” anlamına gelir. “Vıneut” ise, adı üstünde “Kapıkulu”-“Düz
köle” anlamına gelir.
“L’ekotleş” (Л1экъолэщ) ve “Work” (Work) ise, bunlar da “pşı” altı, ama
“tlkhukol’” üstü unvanı olan soylu kişiler idiler.
Saygılarımla.
Erhan Hapae
12. 03.
2009
Sayın
KUŞHA,
Workler yağmacı mıydı yani?
Öyle bir tarif ettiniz ki; '’Çift kişilikli'’ler neredeyse. GIR-GIR
dergisinde bir tip vardı; 'gündüz insan gece hırt' benzeri.
Eğer öyle iseler, soylu davranış tarzı nasıl olurda onlardan kaynaklanıp
bütün bir halka yayılır.
Mehmet
12. 03.
2009
Sayın
HAPAE, sayın Özden, sayın HAPİ,
Her birinizin tarih bilincine, anlattıklarınıza katılıyorum ve inanın
sizden çok şey öğrendim bu arada. Benim itiraz ettiğim yerler var
yinede. İtirazım içeriğe değil, metodolojiye. Dikkat ediyorum Kafkasya
üzerine tarihi konularda bilgi verirken modellemeye giriyoruz. Başka
yerlere bakarak Kafkasya’yı açıklamaya çalışıyoruz. Örneğin Batı
normlarında bir feodalite, Batı normlarında demokrasi,
üretim-emek-emekçi ve bilumum öteki normlarla Kafkasya tarihini
modelleme yoluna gidiyoruz. Evet bir yere kadar modelleme
yapabilirsiniz ama bir yere gelindiğinde bakıyorsunuz ki model uymuyor.
Takılıp kalıyoruz.
Bakın sayın HAPAE takıldı kaldı:
“Workler yağmacımıydı yani? (…) Eğer öyle iseler, soylu davranış tarzı
nasıl olurda onlardan kaynaklanıp bütün bir halka yayılır.’’
Avrupalılar bile bu işe hayret ediyorlar nasıl olabilir diye. Çünkü
model olarak kendilerini görüyorlar ve başkalarının da kendilerini model
olarak kabul ettiklerinin bilincindeler. Feodalite, demokrasi, insan
hakları vesaire. Bizlerde model olarak Avrupa’yı (dış dünyayı) aldığımız
için şaşırıp kalıyoruz ‘’nasıl olur’’ diye.
Kafkasya’daki tarihsel süreç çok ilginçtir. Bu süreci öyle her modelle
anlatmak mümkün değil. Nasıl oluyor da hem yağmacı hem asil
olunabiliyor, nasıl oluyor da yazılı tarihi olmayan hatta yazılı
kanunları olmayan bir toplum hem barbar hem asil hem de Batı’da dahi
görülmeyen bir biçimde kadın haklarına saygılı olabiliyor? Örnekler
çoğaltılabilir. Umarım ne demek istediğim anlaşılmıştır.
Sayın HAPAE’nin sorusuna gelirsek eğer:
’’Workler yağmacımıydı yani?’’
Evet
yağmacılık worklerin en önemli kahramanlık emarelerinden biridir. Hatta
bu kahramanlıklarına dair woredlerde vardır.
Adolph Erman’nin - 1841’de yayınlanan “ Archiv für wissenschaftliche
Kunde von Russland“ adlı eserinde bu woredlerden birinin hikayesi söyle
anlatılır: (Almanca kaynaktan Almanca olarak aktarıyorum isteyen
tercümesini yapsın.)
Der Edelmann Kait war ein ausgezeichneter Kämpfer aber sehr hochmutig
das Blut der Janin rollte in seinen Adern Als er eines Tages von einem
Überfall heimkehrte besuchte er ein schönes Mädchen diese fragte ihn
lächelnd nährst du dich auch wie jene beiden Fürsten hier nannte sie
zwei in der Sage berühmte Helden nur von der Speise die man auf
Kriegszügen findet Mit einbrechender Nacht machte sich Kait auf den Weg
zu den berühmten Kämpfern um seiner Schönen den Beweis zu geben das er
an Kühnheit und Ausdauer in Beschwerden keinem Kämpfer auf Erden
nachstände Die gefeierten Helden verweilten im Hause eines Mannes der
ihnen ergeben war als Kai l allen Drangsalen einer langen und
gefährlichen Wanderung Trotz bietend bei ihnen ankam Zwei böse Hofhunde
zerfleischten ihm die Füsse er aber kümmerte sich nicht darum und ging
mit seinen blutenden Füssen weiter ins Haus Die Tochter des Wirtes
meldete den seltsamen Gast Die beiden Fürsten staunten über seine
Kaltblütigkeit und wollten ihn sogleich kennen lernen von dein Tage an
war Kait ihr Herzensfreund und ihr Gefährte bei jedem Wagnis Bei einer
hitzigen Verfolgung der Feinde wurden beide Brüder getötet Kait der mit
ihnen war kämpfte wie ein Verzweifelter und beschützte die leichname der
Gefallenen so heldenmütig dafs die erstaunten Feinde ihm zuriefen er
könne ruhig und ungekränkt in seine Heimat ziehen Aber Kait wollte von
Schonung seines Lebens nichts hören er fiel die Leiber seiner Freunde
beschützend Als die beiden Fürsten schon dem Sinken nahe ihn ermahnten
sie jetzt ihrem Schicksal zu überlassen sprach er begeistert ‘‘Ich habe
die Speise der kriegerischen Züge mit euch geteilt und will jetzt auch
den Tod mit euch teilen!“
Selamlar.
K’EREF
Albuz
13. 03.
2009
“Tüm Arapça
sözlüklerin babası olan Kamus ile ağababası olan Sıhâh, millet sözcüğünü
basitçe “din” diye tanımlıyorlar. Nüans konusunda Arapları bile yaya
bırakan Lane’in sekiz ciltlik Arabic Lexicon’u “a way of belief and
practice in respect of religion” diye ayrıntılandırmış, yani “dinî inanç
ve pratik bakımından takip edilen usul”.
Türkçe kullanım da öyleymiş. Buyurun Meninski, Osmanlı dilinin ilk ve
birçok bakımdan asla aşılmamış sözlüğü, 1680 tarihli; “lex quam quis
sequitur, religio”. Yani “bir kimsenin bağlı olduğu yasa, din”. Osmanlı
Devleti’nde, biliyorsunuz, İslam milleti var, Rum, Ermeni, Yahudi
milletleri var. Burada Rum ve Ermeni etnik köken adı değil, din adı.
Mesela Bulgarlarla Sırplar, Rum sayılıyor, Süryaniler de Ermeni, çünkü
mezhepleri aşağı yukarı öyle. Sonradan Katolik milleti ile Protestan
milleti bile zuhur etmiş” diyor, Sevan Nişanyan. “Kelime bazda”. Oysa
ki, bugün millet ve milliyetçilik dendiğinde bugün bunları anladığımız
söylene bilir mi? Hatta böyle tanımlamanın mümkün olmadığını düşünürüz
de.
Bana öyle geliyor ki, olayları ve olguları doğru anlamak için son
halinden önce kat etmiş olduğu aşamaları, dış ve iç etkenleri, olaylar
ve olgular arasında ki açık ve gizli ilişkileri anlamak gerekiyor.
Birde tarihe salt siyasal tarih açısından bakıp, sosyal tarihi ihmal
ettiğimiz de bütünsellikten uzaklaşıp eksik bilgilenmiş oluruz diye
düşünüyorum.
Xabze, xase, pşı, work, lhukol (fekol) derken bugünkü dile ve anlayışa
çeviri yapıyoruz gibi geliyor bana. Hal bu ki, her oluşumu kendi
koşulları için de değerlendirilirse daha doğruya yakınını tartışıyor
olmaz mıyız?
Wuzınçev.
KUŞHA Faruk
Özden
13. 03.
2009
Sayın
HAPAE,
Work ve zekue, Adigelerde birbirini tamamlayan iki olgu idi.
Work
yiğitliğini zekue ile ispatlardı. Gerek tek başına gerekse küçük gruplar
halinde çok uzak diyarlara hatta Moskova Knezliğine kadar gidildiği dahi
olurmuş.
Bir deyim
vardır: Bığur yivukıre yepşaner kesu kıxa (dokuzunu öldürüp onuncusunu
terkisinde getirmiş). Zekueye gitmek ve şı guarte (at sürüsü) ile dönmek
en büyük yiğitlik gösterisi idi.
Sayın
Mehmet bey,
Toplumsal
gelişme ile ilgili olarak şablonculuk yaptığımı zannetmiyorum. Genel
kabul gören ve bilimsel olarak da desteklenen toplumsal gelişmedeki
evrelerden bahsetmekte şekilcilik değildir.
Toplumsal
gelişmelerdeki evreleri en belirgin olarak Batı yaşamıştır. Dolayısıyla
anlatılırken de Batı yani Avrupa örnek gösterilecektir. Kendi adıma
konuşuyorum: Adige toplumsal gelişmesine yeni başladım. Bazılarının
yaptığı gibi, sayfalar dolusu olacak yazıları ardı ardına foruma taşımak
onaylamadığım bir yöntemdir. Bu konu başlığı altında yazdıklarım ile
ilgili olarak tabii ki eleştiriler olacaktır. Karşı görüşleri de
yazarsınız. Çünkü burası özgür bir platformdur. Tek ricam var konuları
saptırmadan, aceleye getirmeden, konuları geliştirerek tartışmak.
Sayın
Mehmet bey,
Çerkeslerde
Köleci Toplum, Feodal Toplum deyimlerini kullanmazsak; pşı, work,
lhukuel, pşıl, vuneutlerin olduğu toplumsal sisteme ne diyeceğiz? Tabii
ki yarı köleci, yarı feodal toplumsal yapı. Çünkü bir tarafta köleci
toplum tasfiye edilmemiş, öte yandan tam bir feodal yapıya geçilememiş.
Ağır basan yan feodalizmdir. Yoksa feodalimsi bir yapı dersek çok
yapay ve havada bir kavram olur.
Sayın
HAPAE,
Sizin
Workler ile ilgili saptamanızı irdelemeye devam edelim:
Adige toplumsal yapısının omurgası worklerdir. Toplumu yönlendiren,
destekledikleri pşıleri güçlü kılan yine worklerdir. Batı’daki feodal
krallar güçlerini kilise ve şövalyelerden alırken, Çerkeslerde özellikle
Kabardeylerde pşılerde güçlerini worklerden alırlardı. Hem sayıca çok
olmak, hem de silahlı güç olmak. Esas belirleyici olanda silahlı güç
olmaktı.
Worklerin
yiğitlik ve cesaretlerini ispatlama yöntemi: Zekueye gitmek ve başta at
sürüsü olmak üzere esirlerle dönmek ve zekuede ele geçirilen malları
satmak. Zekuede at getirmelerinin nedeni, çok hızlı hareket etme
zorunluluğundan kaynaklanıyordu. Tabii ki bir de pazarda para etmesi ve
hızlı nakde dönüştürebilmek. Atlar hem binek, hem de gücünden
faydalanılan ve her zaman para eden bir değer.
Worklerin yaşamlarının bir yönü: Ashe, fashe ve zekue tevue.
Ashe, fashe
silahlar ve gereçler yani kama, kılıç, ok, yay ve daha sonra tüfek ve
tabanca; zırh kalkan ve atların binek takımları. Silahlar ve
aksesuarlarda aşırı gösterişe kaçmadan gümüş ağırlıklı kama ve kılıç
kınları. Çeliğin en iyisi ve namlısı Çerkes kılıcı. Bu silahların
kullanıldığı alanlar: Zavue ve zekue.
Konuyu yine
savaşlara getirmeden bir virgül koyalım.
Saygılarımla.
HAPİ Cevdet
Yıldız
14. 03.
2009
Sayın KUŞHA
Faruk Özden,
Bir konuyu
incelerken zaman ve mekana göre değerlendirmek gerekir. Yoksa tarih
değil öykü söz konusu olur.
1)
Örneğin worklerin (work) Moskova Knezliği’ne değin sefere çıktıklarının
anlatıldığını söylüyorsunuz. Moskova Knezliği 1340-1547 yılları
arasında, yani 669 ile 462 yıl öncesi bir dönemde yaşamıştır. O zamanki
Kabardeylerin politik durumu neydi?
The region came under the control of the Mongols between 1242-1295. It
passed into the hands of the Georgians from 1295 to 1505 before falling,
briefly, into the orbit of the Persian Empire between 1502-1516. It
was then ruled by the Ottoman Empire from 1516-1557. From 1557, it
became a protectorate of the expanding Russian state - first Muscovy,
then the Russian Empire. ( History of Kabardino-BalkariaFrom Wikipedia,
the free encyclopedia).
Yukarıdaki kaynak, 1516-1557 yılları arasında Kabardeylerin Osmanlı
İmparatorluğu’na ve o çerçevede Kırım Hanlığı’na bağlı olduklarını
gösteriyor. Kırım Hanları hemen her yıl Moskova üzerine yürür, yağma
yapar ya da vergi toplarlardı. Bu gibi seferlere kuşkusuz tüm bağlı
kavimlerinki gibi Kabardey atlıları da katılırlardı. Bu bir
zorunluluktur, Han’ın buyruğudur. Yani Kabardeylerin ya da Adigelerin
kendi geleneksel ya da bağımsız hareketleri değildir.
Moskova Knezliği Çarlığa dönüşmüş, ilk Rus Çarı olan Korkunç İvan da
Kabardey damadı olmuştur (1530-1584).
2)
Çerkes tarihinin köleci dönemi hakkında yeterli bilgimiz yoktur. Daha
çok Grek belgelerinden bilgi alınabiliyor. Sindika ve Bosporos
krallıkları köleci toplum dönemine denk düşüyor.
3)
Feodal toplumda düz köle de vardır, ama sisteme damgasını vuran sınıf
serf ya da pşıl’ı sınıfıdır. Üretici sınıf pşıl’ı sınıfıdır. Düz köleler
(vıneut) bir sınıf değildir, bir ara tabaka sayılır. Daha önce
değindiğim gibi bunlar genellikle esirlerden oluşurlar ve esir
pazarlarında satılabilirler.
4)
Adige
toplumlarında iki üretici sınıf görülürdü: ”Fekol’ ya da tlkhukol’”
(özür köylü) ve “pşıl’ı” sınıfları. Pşıl’ı (serf) sınıfı Kabardeyler
dışındaki toplumlarda küçük bir azınlığı oluşturuyordu. Bu iki sınıf,
genel anlamda toplumun iki temel sınıfı idi.
5)
Pşı (bey) ve “work” (work) sınıfı üretici değildir, bu bakımdan temel
sınıf değildir, sömürücü ve yönetici sınıflardır. Bu sınıf, çalışmayı
aşağılanma sayardı. Worklerin pşı sınıfının silahşorları olmaları
normaldir ama work sayısı az olduğundan fekol’lar da pşının (beyin)
hizmetinde olurlar, onun emri altında sefere katılırlardı. Fekol, pşının
güvenini kazandığında work de olabilirdi.
6)
Adige geleneğinde yağmacılık yoktur. Sadece buyruğu altına yaşanan
devletin akınlarına zoraki katılma biçiminde ya da öç alma niteliğinde
dış seferler söz konusu olabilir (bkz. Abu Şhlaho, ”Uzaktaki Yıldızların
Işıltıları”;”Yıldız Kahramanları”, CircassianCanada, Tarih bölümü).
Dikkat edilirse, Shapsugh gibi fekol’ (demokratik) toplumlarında kadın
ve erkek birlikte, herkes tarlada çalışır. Yarı feodal toplumlarda ise
sadece pşıl’ı kadınları tarlada çalışır, fekol’ kadınları bile, soylu
kadınlar gibi çalışmazlardı. Bu da anlamlıdır.
7)
Yukarıda belirtildiği gibi Adige toplumunun büyük çoğunluğu eski
demokratik toplum üyesi fekol’ sınıfından oluşmuştu. Fekol’ların çoğu
bir pşı ya da worke de bağlı değildi ve hiçbir yere vergi ödemezdi.
Özgür ve üretici köylüler, birlikler oluşturup öyle uzun süreli
seferlere çıkamazlar. Pratikte de bu olamaz.
O halde yağmacılık üzerine anlatılanlar Adige geleneğine yabancı olan
olaylardır ve münferittir, dış kaynaklıdır ve daha çok da work öyküleri
(böbürlenmeleri) niteliğindedirler.
8)
Esir ve köle ticareti feodal toplum döneminde zengin sınıflar açısından
bir gereksinim olarak varlığını sürdürmüştür. Haremlerin ve bey
konaklarının erkek ve kadın kölelere, hizmetçilere ihtiyacı vardı.
Ayrıca erkek köleler (vıneut) asker ve kol emekçisi olarak da
kullanılırlardı. Yelkenli (üçgen) gemilerin icadıyla birlikte forsa
dönemi kapanmıştır ama boğazda kürek çeken kayıkçıların ve maden
işçilerinin birçoğu da köleydi.
Bütün bunları karıştırmamak gerekir.
Erhan Hapae
14. 03.
2009
Batı’nın
metotları ile meseleye bakmamızın iki nedeni olabilir.
Birincisi Batı, yaşadığı toplumsal düzen ve değişimleri, felsefi ve
kıyaslamalı olarak derinliğine inceledi, Muhafazakar, Liberal ve
Marksist Felsefeciler o kadar uzun süre ve ciddi bilgi birikimiyle
tartıştılar ki geçmişi, farklı bakış açıları ile bile olsa büyük bölüm
toplumsal düzenleri ortak olarak kabul ettiler. Feodal üretim tarzı
Hegel için neyse Marks içinde hemen hemen aynı. Sonunda bir metodoloji
çıktı ortaya. Batı metotları bunun için önemli.
İkincisi, Çerkeslerin yaşamış oldukları kendi toplumsal düzen ve
değişimleri ile ilgili ciddi bir bilgi birikiminin olmamasıdır herhalde.
Nartlar kahramandı diye uzun uzun anlatıyor birisi (Ö. Özbay). Tamam
anladık, bu kahramanlık neden, kim için ve kime karşı yapılmış, bunun
cevabını çok alamıyoruz. Halbuki her şeyin bir nedeni var. Bu hoşumuza
gitse de gitmese de açık konuşulması gereken bir şey. Bu anlamda bir
mukayese ihtiyacı ister istemez çıkıyor. Kavrama işi de ancak böyle
mümkün olabilir diye düşünüyorum. Toplanan karmakarışık bir sürü bilgi
tasnif edilemez (mukayeseli olarak) yarıştırılamaz ise, tarihin bir
takım karanlık noktalarını aydınlatma konusunda hiç bir işe yaramıyor.
Biz çok iyiydik, çok iyiyiz derken -ki, Çerkesler bunu çok yapar-
herhalde birileriyle mukayese ederek söylüyoruz. (Daha az gelişmişlerle
mukayese edilirken kendimizi epey bir rahat hissediyoruz.) Kimden iyiyiz
ve hangi nedenle? Birde bakıyoruz, Batılılar gündeme gelip bir mukayese
ihtiyacı ortaya çıktığında hiçte iyi olmadığımız ortaya saçılıyor, bu
sefer ter basıyor bizi.
Tamda o noktada 'her toplumun gelişim seyri ayrı olmuştur, başkaları ile
kıyaslamamak gerekir' gibi bir söyleme sığınıp atlatmaya çalışıyoruz.
Köylülükte evrenseldir soylulukta, tıpkı aşk gibi. Toplumdan topluma çok
az değişim gösterir bunlar.
Kendi içimizden anlamaya çalışalım kendimizi, kavramı da çok duyulur
içimizde. Ah keşke mümkün olabilse böyle bir şey. İç dinamiklerimiz
yetse bu işlere, kim istemezde…
Bir de sahi; madem iyiyiz, neden beceremiyoruz?
Devam edeceğiz.
Saygılar
Mehmet
14. 03.
2009
Sayın HAPAE
O
modellemeyi yapabilmeniz için önce tarihi iyi bilmeniz gerekiyor. Eksik
bilgilerle yapacağınız yorumlar yanlış sonuca götürür. Kaldı ki burada
bir tarihsel süreçten bahsediliyor, tarihin bir kesitinden değil. Teknik
olarak yorumdan önce bilgiye ulaşmak gerekir. Eldeki verilerin modelleme
yapmak için yeterli olup olmadığından emin olmak gerekir. Bunun en bariz
örneği yine bu soruydu: “Workler yağmacı mıydı yani?’’ Workların nasıl
yaşadığını bilmeden koskoca bir milletin tarihsel sürecini yorumlamaya
kalkıyorsunuz. Burada bu gibi hatalar çok yapılıyor. Mantık şöyle;
birkaç tarihsel veri, gerisi bol miktarda yorumu yapan kişinin siyasi-
ideolojik düşünce yapısı, sayfalarca yazı ama sonuç sıfır, sil baştan.
Bu yüzden; göç mü-sürgün mü, Çerkes mi-Adige mi, yumurta mı-tavuk mu,
yıllarca ayni şeyleri tartışıyoruz.
’’Bir de sahi; madem iyiyiz, neden beceremiyoruz?’’
Bu soruyu siz sordunuz. Nedeni sizce açık değil mi?
Selamlar.
Mehmet
14. 03.
2009
Konu
saptırdığım için sayın KUŞHA Faruk Özden beyden özür dileyerek ben
izninizle çekiliyorum.
Selamlar.
Erhan Hapae
16. 03.
2009
Evet
arkadaşlar tekrar merhaba,
Worklerin toplumsal işlevi konusunda iki farklı görüş çıktı ortaya.
Sayın KUŞHA; Evet Workler yağmacıydı, diyor. Şarkı ve destanları örnek
gösteriyor.
Sayın HAPİ; yağmacılıkları taliydi ve bağlı oldukları Kırım Hanlarının
vs. talep ve emirleri doğrultusunda yağmalara katıldılar veya övünmek
için bulaştıkları tek tük olaylar, diye anlatıyor. Birde bir tarih
düzeltmesi yapıyor.
Bu noktayı es geçmeden anlamaya çalışalım.
Albuz
Gergin
16. 03.
2009
Zaman
gelecekten geçmişe doğru akar. İnsan bir olanaklar varlığıdır, bu
olanaklarını gerçekleştirme özgürlüğüne sahiptir. Bu olanaklarıyla o,
henüz gerçekleşmemiş olandır. Bu anlamıyla gelecektedir. Olanaklarını
gerçekleştirdikçe geçmişe doğru ilerler. Tarih insanların
gerçekleştirdikleri olanakların tarihidir. Konusu geçmişte ise de
kendisi gelecektedir! Geçmişi yazma olanağı tükenmemiştir çünkü. Geçmiş
bir kez yaşanmıştır. Bir defalıktır. Kazası yoktur ama yorumları bir
defalık değildir. Geçmiş yeniden yorumlanma potansiyeli ile
gelecektedir. Geleceğin geçmişteki bir olaya bakışı elbette şimdiki gibi
olmayacaktır. Tarih açık uçlu ve çerçeve içinde yazılır. Çerçeveler
değişir, yorumlar değişir. Gelecekten gelen zamanın geçmişe ne
getireceği bilinemez! Ne gibi belgelerin ne gibi yorumlara yol açacağını
önceden kestirme olanağımız yoktur. Geçmişi nasıl anladığımız,
anlayacağımız geleceğin başımıza neler getireceği ile ilgilidir.
Ahmet İnam hocadan
KUŞHA Faruk
Özden
17. 03.
2009
Sayın HAPİ
Cevdet Yıldız,
Adige worklerinin Moskova Knezliği’ne kadar zekueye gittiklerini ilk
duyduğumda ben daha çok şaşırmıştım. Rahmetli Orhan Alparslan, Fransızca
kaynak kitabı gösterinceye kadar bende ikna olmamıştım. 16. yüzyıl
tarihlerinde Moskova önlerine zekuye giden Çerkeslerden bahseden
Fransızca eseri görünce söyleyecek bir şey kalmamıştı ama kaynağı ortaya
koyamadığım için zekuyi nasıl abartı olarak nitelendirdiyseniz bunu da
abartı olarak niteleyin.
Yalnız work böbürlenmesi olmayan bir olgu var ki, Kabardey worklerinin
zekuye gittikleri ve savaş dışında yiğitlik ve güç gösterisinde
bulunduklarının belge ve dayanağı tavrıh, ueruate ve woredlerdir.
Yazılı tarihi olmayan bir halkın geçmişteki yaşamı ile ilgili en önemli
kaynak sözlü edebiyattır. Woredlerin bir makamla söylenen sözleri
vardır, birde olayı anlatan şebjik diye adlandırılan woredin hikayesi,
benim esas kanıtımdır.
Uzaktaki Yıldızların Işıltıları başlığı ile tercüme ettiğiniz 3.
yazıdaki wored örneklerinde daha önceleri bazı arkadaşların düştüğü
tercüme hatasına sizde düştünüz. Hatxım yikue klaseyi -ki anlamı Hatxın
en küçük oğludur- Hatxın oğlu Koças diye tercüme ettiniz. Uzaktaki
Yıldızların Parıltıları’nın 1. bölümünün son paragrafında Adigece’sini
doğru yazdınız, ancak tercüme ederken ‘’Hatxım yikue klase’’yi (Hatxın
en küçük oğlunu) nasıl Hatxın oğlu Koças diye tercüme ediyorsunuz
anlayamadım? Kendi yanlış çevirinizi kendinize belge diye
gösteriyorsunuz bunun mantığını da anlayamadım?
Adigelerde yağmacılık yoktu diyorsunuz!
Bende
diyorum ki: Adige worklerinin geçim kaynağı değilse dahi,
yiğitliklerinin ispatı için gittikleri zekueler (yağma seferi) bütün
ueruate tavrıh ve woredlerin şebjiklerinde vardır. En yakın örnekte
Tegulan Yakup Temel'in Adigece yazdığı CC sayfalarındaki Zorım Yikue
Degu hikayesi… Bu tür örnekleri daha da çoğaltabiliriz.
Adigeliği
yine Shapsughluğa indirgediniz.
Soruyorum: İlkel demokrasinin yani ilkelliğin ne zaman daha ilerici
olduğu görülmüştür?
Adige feodalizminde topluma damgasını vuran lhukuel ve pşıller değil,
worklerdir. Lhukuel ve pşıller belirleyici olsalardı, üretimlerinin
verimliliği ile egemenlere büyük paylar verirler ve onlarında büyük
malikaneleri veya batıda olduğu gibi şatoları olurdu.
Adige toplumunun büyük çoğunluğu özgür köylülerden oluşurdu, pşı ve
workleri yoktu dediğiniz zaman sözü yine döndürüp dolaştırıp
Shapsughlara getirdiniz.
Yalnız aklıma takılan bir şey var: Eğer Shapsughlarda fekol ve pşıller
varsa -ki sizin yazılarınızdan onu anlıyorum- feodallerine ne olmuş?
Eğer ki önceleri feodalleri var idiyse ve daha sonra bir şekilde tasfiye
edilmişlerdir -ki ben öyle biliyorum-. Hatalıysam beni aydınlatın.
Shapsughlarda hiç bir toplumsal ayırım yoktu diyorsanız, bu da ilkel
demokrasi veya ilkel komünal toplum düzeyidir ki, insanları üretmeyip
avcılık ve toplayıcılık veya toprağa ilk yerleşen anaerkil toplum düzeni
olduğu ortaya çıkar.
Bildiğim kadarıyla bütün Adige kabileleri, anaerkil toplum düzeyini
geçip ataerkil düzeye gelmişlerdi. En belirgin belgesi Nart
Destanlarında Sausurukue’nin şebjikinde "bzılhuğer xase şeupşekım" yani
kadınlar xaseyi sormazlar sözleridir.
Şimdilikte bir virgül koyalım.
Saygılarımla.
Ptlıjı
18. 03.
2009
Toplumu
yönlendiren ne?
Xabze olduğundan emin misiniz?
Tarihsel miraslarımız ve Çerkesleri geleceğe götüren ‘’X’’lerimiz (bu
harfe tam anlam bulamadım) ne?
Yaşadığımız ülkeden bakalım. M. Kemal, Osmanlı’dan T.C.’ye giden yolu
Türk töresinden mi buldu?
Türklerin uluslaşmasını Batı’dan (daha gelişkin olduğu için) mı
çıkarımsadı, başka şeyden mi?
Adigey’de xabze bitiyor endişesi var mı?
Ameliyat öncesi hastaya narkoz verilir gevşemesi ve acı çekmemesi için;
ender bazı vakalarda hasta acı duyar ama narkozun etkisiyle acı
duyduğunu ifade edemez. Yani tepki vermeye çalışsa da doktor
anlamayabilir.
İşte Anadolu’da yaşanan budur. Çerkeslik bitiyor ama Çerkesler acısını
bağırıp ifade edemiyor (T.C. hakim kültür narkozu etkili.) Anlasa belki
o da insafa gelecek. Hiçbir kültürün yok olmayacağı gelişeceği şeyi
deneyecek ama nafile hasta kendini savunacak durumda değil.
RF’nda xabze bitiyor endişesi var mı?
Herhalde hasta bar bar bağırır.
Turgut
Janxot
18. 03.
2009
Sayın
Ptılıjı,
Adigey’de
xabze bitiyor mu, diye soruyorsun ya, cevaplamadan geçemedim yazını
okuyunca.
Thamadeler sağolsun, sadece Adigey olarak bakma konuya tüm atayurdunda
ve diasporada xabze, mabze bırakmadılar. Nedenlerini karşı çıkanlarla
tartışırım açık açık.
Gene de benim şahsi fikrim o ki, diasporada xabze yönünden biraz daha
iyiyiz.
Selamlarımla.
Ptlıjı
18. 03.
2009
Her toplumu
diğer toplumlardan ayıran farklı özellikleri vardır. Bizimkiler xabze
demiş başkaların farklı adla kendilerine has şeyleri vardır. Hatta
bırakın halkları her insanın bile kendini diğerlerinden farklılaştıran
huyları değerleri vardır. Olması da gerekir. Benim dikkat çekmek
istediğim şey; bu değerlerin toplumları yönlendirmede çok büyük önemde
etkisi olmadığıdır. Toplumları yönlendiren başka vektörler var. Misal
içinde yaşadığımız toplumu yönlendiren (yaşadığımız ülke) şeylerden
birisi "daha fazla kar hırsı"dır. İnsanları birçok değerden eden bu hırs
belirleyici yönlendirici bir vektördür gibi başka pek çok şeylerde var.
Onu ima etmek istedim. Başlık şey ya; "Toplumu yönlendiren"…
Sayın Turgut çok yazmaya başlaman iyi oldu.
Saygılarımla.
Erhan Hapae
18. 03.
2009
Değerli
arkadaşlar merhaba.
Sevgili Ptlıjı,
Bu gün elbette toplumu yönlendirmiyor xabze. Yalnız bu gün Çerkes
kültürü denen ve tamda bu nedenle diğerleri ile farklılığını tayin eden
dil ile birlikte iki önemli 'şey'den biri. Bizleri birbirimize bağlayan
'şey'i esas olarak kan meselesine bağlamadığınızdan neredeyse eminim. O
zaman xabze önemli, belki de dilden bile önemli. Çünkü çok farklı diller
konuşuyoruz artık.
Bu meseleyi deşip duran arkadaşlarımızın derdi, son iki yüzyılda
Çerkeslerin başına gelen büyük felaket ve sonrası yaşam tarzımızın
temelini soruşturmak, varsa becerilerimizin yoksa beceriksizliklerimizin
nedenlerini ortaya dökmek sonunda. Yoksa bundan sonraki yaşamımızda
tayin edici yahut da yol gösterici bir öge olarak uğraşıyor değiller
diye düşünüyorum ama geçmişi tozlarından arındırarak ortaya çıkarmaya
çalışmak, saygıdeğer bir uğraş olsa gerek diye düşünüyorum.
Becerebilirsek tabi.
Sayın KUŞHA'nın son yazısını biraz sert bulduğumu söylemek isterim.
Bilgi yarıştırması içinde olmamamız gerekir, iyi niyetle geçmişi
kavramaya çalışıyoruz o kadar. Değerli iki tartışmacımızın bu ‘esas'a
uygun davranacağından kuşkumuz yok.
Tekrar kolay gelsin.
Albuz
Gergin
18. 03.
2009
Sayın
ZemskySabor,
Adigaga veya Adige xabze; bireyin doğumundan ölümüne kadar, diğer canlı
varlıklara ve yaşama karşı alacağı tavır, davranış ve algılarının
(diğerini sürekli hesaba katarak, empati kurarak) nasıl düzenlenilip
yansıtılacağı konusunda sürekli yapıla gelen ve devam eden bir etüttür.
Başlangıç yaşı beklide insan aklının bilgileri algıya dönüştürme
becerisini kazanma yaşıyla eştir. Bundan dolayı bel ki toplumun akıl
yaşıdır da.
Adigagar chıhugaş, derken hümanizmadan öte, bilmeyi ve anlamayı da
içermektedir aynı zaman da. Biliyor ve anlıyor olmakla chıhu olmanın
başlangıcı, bunun yaşama doğru uygulamaya çalışmanın sürecidir belki de
Adiyagare chıhugare diye ifade edilmek istenen.
Toplumun akıl yaşı olmanın yanın da insanlaşma süreci boyunca edinmiş
olduğu bilinç, deneyip yanılarak kazanmış olduğu yol yordam, yüzyılların
imbiğinden süzerek damıtmış olduğu inceliktir de aynı zamanda.
Toplumun İdeal olan ettiği olması yönüyle soyut, öncel hukuk olması,
toplumda hukuk alt bilincini oluşturması bakımındansa somut turda.
Xasenin de xabzenin de felsefesini oluşturan, her daim her yer de
yeniden öğreti geliştiren, bu yönüyle de Adigager dekoyiğo zadeş, deyip
tuttuğu yolun meşakkatini ve zirveyi hedef gösterendir aynı zamanda.
Hukukun ve xabzenin henüz olmadığı zaman bunları öneren, öğreten,
geliştiren, norm ve kurallar haline getirendir Adigaga.
O, dünya henüz balçık halinde iken, sakalına yeni ak düşmüş orta yaş bir
delikanlı olarak, İndilin kıyısından dünyanın oluşumunu seyrediyordu
belki de…
KUŞHA Faruk
Özden
19. 03.
2009
Sayın
HAPAE,
Toplumsal
gelişmeye, ivme kazandıran üretim ilişkileridir. Üretilen ürün
ihtiyaçtan fazla ise pazara çıkar. Pazara çıkan ürün artık meta veya
daha anlaşılır ifade ile ticari mal haline gelmektedir. İşte ihtiyaç
için değil de pazar için üretim başlayınca esas çıngar o zaman kopar.
Çünkü artık para denen şey ortaya çıkıyor, her şeyin de parasal kıymeti,
ederi söz konusu oluyor. Üretilen ürün ihtiyaçtan fazla ise, bu ürün
para karşılığı pazarda satılıyor. Bu satışlarda parasal bir birikim
ortaya çıkartıyor. Tabii ki en büyük payı da toprak sahibi alıyordu.
Eğer ki, toprak sahibi olan feodalin toprağında üretilen ürün çok ve
parasal değeri fazla ise aldığı payı; malikane yapmak, şato yapmak,
silahlı güç oluşturmak gibi işlerde kullanırdı. Yani elinde biriken
parayı bir şekilde harcar, büyük konaklar yaptırırlar, kendi güvenliğine
çok önem veriyorsa şato yaptırırdı. Parası daha da fazla ise ibadethane
yaptırırlardı. Bu arada daha üst olan yönetimde vergi diye payını
isterdi ki buna da devlet denir.
Çerkesya’da
feodallere ait bir yapı yok, yani konak, malikane veya şato gibi. Büyük
ibadethanelerde yok; havra, kilise veya cami gibi.
Eğer ki, üretim fazla olsaydı, toplumsal çelişkilerde daha keskin
olurdu. Daha sert feodal yapılanma ve sınıflar arası daha keskin
mücadeleler. Üretimin düşüklüğü hem sınıflar arası çelişkiyi ve
mücadeleyi yumuşatmış, hem de birikim olmadığı için yatırıma da
dönüşmemiştir. Dolayısıyla hem büyük ve görkemli yapılar ortaya
çıkmamış, hem de şehirleşme ve şehir kültürü oluşmamıştır.
El zanaatlarından öte herhangi bir imalat yoktur. Üretilen tarım
ürünleri ancak toplumun ihtiyacını karşılamaktadır. Dolayısıyla ticareti
geliştirecek bir tarımsal üretimden de bahsedilemez. Üretim miktarının
ancak toplumun zorunlu ihtiyaçlarını karşılayan düzeyde olması,
verimliliğin düşük olması nedeniyle toplumsal sınıflar arasındaki
mücadele ve çelişkilerde zayıftı. Etkin ve toplum üzerinde tahakküm
kuran pşılerde yoktur. (İstisnalar hariç.) Zaten pşılerde bir kaç köyü
olmasına rağmen büyük miktarda toprakları olan kimselerde değildir. Esas
güçlerini kendilerini destekleyen worklerden almaktadırlar. Çünkü
silahlı güç worklerdir.
Batı feodalizminde, feodaller güçlerini kiliseden ve şövalyelerden
alırlardı. Adigelerde ruhban sınıf olmadığı için pşılerin güçlerinin
dayanağı worklerdi.
Adige toplumsal yapısını irdelerken, tartışırken bütün bu olgulara
özellikle dikkat etmemiz gerekir. Tartışacağız çünkü burası bir tartışma
platformudur.
Kendi adıma
konuşacağım: Kendimi kanıtlama veya bazı şeyleri ispatlama derdinde de
değilim. Hakarete varmadan her türlü eleştiriye de açığım. Yanlış
bulduğum şeyleri de düzeltmeye çalışmamda ukalalık değildir sanırım.
Şimdilik
yine bir virgül koyalım.
Saygılarımla.
HAPİ Cevdet
Yıldız
22. 03.
2009
Sayın KUŞHA
Faruk Özden,
1) Kabardey derebeyleri komutasındaki atlıların Kırım Hanı ya da
üst (dış) bir otoritenin buyruğu ile sefer ve yağmalara götürüldüklerini
belirtmiştim. Adigelerin dış ülkelere yönelik saldırı ve yağmacı
hareketlerde bulunmadıklarını, Adige geleneğinde yağmacılığın
bulunmadığını da söylemiştim. Ancak üst emir ya da öç alma nedeniyle
seferler yapıldığını da söylemiştim. İncelemeniz için size kaynaklar da
göstermiştim.
Yukarıdaki sözlerimin dayandığı kaynakları, herhalde bulamadınız. Ben de
şimdi Prof. Dr. Abu Şhalaho'dan alıntılar sunayım:
"Adigelerin bir başka halkın topraklarını ele geçirmek, onların
ülkelerini yağmalamak ve o ülkeler insanlarını tutsak almak için
yaptıkları tek bir saldırıyı olsun konu alan tek bir anlatı, tek bir
tarihsel öykü ve şarkı yoktur (*). Sadece düşmandan korunma ve bu
uğurda yiğitlik yarışmasında bulunma konuları vardır ve bu gibi konular
anlatılır. Bir başka halkın toprağı üzerine yürünmüş olduğunu anlatan
tek tük anlatılar da vardır ama bunlar ya öç almak (intikam) içindir ya
da buyruğu altına girdikleri bir devletin ordusu saflarına alınıp savaşa
götürülme biçimindedir. Bu tür anlatılar da tek tüktür." (Uzaktaki
Yıldızların Işıltıları-3, CircassianCanada, Tarih bölümü).
2) Ben work kesimi yağma yapmazdı demiyorum. Workler çoğu kez
ayrı bir sınıf olarak görülüyorlar ama bana göre pşı ve diğer soylular
ile birlikte egemen/sömürücü sınıfa dahildirler. Yabancı yazar ve
gözlemciler fekol' (tlhukol') sınıfının değil, bu pşı-worklerin yağma ve
soygun gibi kötülükleri yapan kişiler olduklarını yazıyorlar.
3) Kabardey worklerinin sefere gittiklerini anlatılara
dayandırarak söylüyorsunuz. Han ya da üst buyruk ya da öç alma dışında,
kendi iradeleri ile çıktıkları bir sefer var mıdır? Ayrıca Kabardey
Kabardey diye tutturmanız da niye? Konumuz sadece Kabardeyler değil,
bütün Adigeler.
4) Work övgüsüne dayalı anlatılar bulunduğu üzerine de Prof.
Şhalaho’dan bir alıntı sunayım: "Adigeler üzerine tarihsel ve etnografik
bir çalışma yapmış olan L. Y. Lyul’e, eski Adige şarkılarından söz
ederken, doğru bir biçimde, “şarkıların (пщыналъ) Adigelerin tek
tarihsel anıtları olduğunu” belirtmektedir. Ancak “anlatıcının kendi
soyu ya da topluluğu lehine övücü eklemelerde bulunabildiğini, yalan
şeyler katarak şarkı söylediklerini de görebiliyoruz” diye yazmaktadır
(L. Y. Lyul’e, Çerkesiya. İstoriko-etnografiçeskie) (1).
Yapılmayan şeyi yapılmış gibi göstermeye kalkışırsan, o zaman gülünç bir
duruma düşersin. Kişilikli olan ve kendini bile bir ozan, asla öyle
şeyler yapmaz, ancak övülmek isteyen ve bunun bedelini maddi olarak
ödeyen sahte “kahramanlar” çıkması da çok doğaldır. (2) Yiğitlik
marşları içine yerleştirilmiş bu gibi yalan katkılar da görülebilen
olgulardandı. Ancak bu gibi şeyler kişi ya da olayın şarkısı
söylenmediğinde ya da şarkısı söylendikten sonra bu katmaların
anlatıları da açıklamaları ile birlikte sunulurdu, bu anlatılar böylece
şarkılarla birlikte anlatılıp kuşaktan kuşağa günümüze gelmişlerdir.
Folklorumuzda böylesine durumlarla da karşılaşılmaktadır. Bu bakımdan
folklorumuzu bir bütün halinde ele alıp, her söylenen şey doğrudur ve
her şeyini olduğu gibi benimsemeliyiz diyemeyiz" (Uzaktaki Yıldızların
Işıltıları-2).
5) Şöyle diyorsunuz: "Hatxım yikue klaseyi ki anlamı Hatxın en
küçük oğl dur Hatxın oğlu Koças diye tercüme ettiniz. Uzaktaki
Yıldızların Parıltıları nın 1. bölümünün son paragrafında Adigece sini
doğru yazdınız. Ancak tercüme ederken Hatxım yikue klaseyi (Hatxın en
küçük oğlunu) nasıl Hatxın oğlu Koças diye tercüme ediyorsunuz
anlayamadım? Kendi yanlış çevirinizi kendinize belge diye
gösteriyorsunuz bunun mantığını da anlayamadım? Adigelerde yağmacılık
yoktu diyorsunuz!".
Söylentide
yer alan iki Hatxı (Hatkhı) vardır: İlki sizin dediğiniz gibi, "Hatxım
yikue k1ase" (Хьатхы икъо К1ас), diğeri de Koç'as'tır (Хьатхы ыкъо
Къок1ас), ikisi de ad ve anlam benzerliği gösterir='Son oğul' ya da
'Sevgili oğul' gibi anlamlar taşırlar. Ben ikincisinden, Koç’as’tan söz
ediyorum. Göstermişsem, ”Yıldız Kahramanları-1 ve 3”deki Koç’as’ı
göstermişimdir. Hatkhı oğlu Koç’as (Хьатхы ыкъо Къок1ас) K’akhe (К1ахэ)
beyini (pşı, Дэой Пщыхафэ) öldürendir. Ben bundan söz ediyorum.
”Hata ve kusur kula mahsustur” derler. Herkes gibi ben de yanlışlık
yapabilirim. Yaşayan bir edebiyat ve enstitü çalışmaları ortamında
yetişmiş kişiler değiliz. Hepimiz çok kısıtlı olanaklar içinde bir
şeyler yapmaya çalışıyoruz. Varsa hatalarımızı kırıcı olmadan
birbirimize göstermeli ve düzeltmeliyiz. Hatayı en aza indirme
düşüncesiyle terimlerin aslını parantez içinde vermeye çalışıyorum.
Hatamı gördükçe düzeltiyor ve özür de diliyorum. Kompleksleri olan biri
değilim.
Bütün topluluklar benim için birdir, sadece farklı yaklaşımlarımız
olabilir.
Ben "Adigelerde yağmacılık yoktu" demedim, "Adige geleneğinde yağmacılık
yoktur" dedim. Adige geleneğini workler değil, fekol'lar temsil eder.
Workler sömürücü küçük bir zümredir, halkı temsil edemezler (Bizim
ailemizin de Abzegh memleketinden gelip Shapsughya’ya yerleşen
Shapsughlaşmış eski bir work ailesi olduğunu söyleyenler de var. Örneğin
Prof. Dr. Asker Hadeğal’, ”Nartxer adıge epos”, Maykop, 1971, cilt VII,
s. 366’da şöyle yazıyor: ”K’oç’erıh zav”, anlatan Hapıy İshak, 1872
yılında Kıyıboyu Shapsughya’nın Thağapş köyünde doğdu, Abzegh (Aбдзах),
10 Eylül 1958’de Thağapş’ta yazıya aktaran Hadeğal’e Asker. Orijinali
ABAE’nde).
Benim için bütün insanlar eşittir.
"Adige worklerinin geçim kaynağı değilse dahi, yiğitliklerinin ispatı
için gittikleri zekueler (yağma seferi) bütün ueruate, tavrıh ve
woredlerin şebjiklerinde vardır" diyorsunuz, öyle değildir mi diyorum?
Zék'o (Зек1о) sefer anlamına gelir. Pşı, work ve fekol'ların, özellikle
Kabardeylerin Han buyruğuyla seferlere katıldıkları, dahası Çar'ın
buyruğuyla Napolyon'a karşı seferlere katıldıkları doğrudur. Dahası
1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı'na ve bütün savaşlara Kabardey
birliklerinin kendi beylerinin (pşı) komutasında seferlere katıldıkları
da doğrudur:
"Kabardanlardan, Çerkeslerden, Tatarlardan ve hatta Chechnia (Çeçenya)
ve Dağıstan'dan toplanmış Müslüman milis kuvvetleri süvarilerinden
teşkil edilen dört alay, iç güvenliği temin etmek bakımından çok
kıymetli bir değer taşıdığından, Paskevich (Rus generali, komutan-HCY),
Çerkes asıllı bir Müslüman asilzadesi olan General
Bekovich-Cherkasski'yi (Kabardey pşı soyundan-HCY) Erzurum'a vali tayin
etti" (Kafkas Harekatı, 1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin
Tarihi, s. 40).
Yiğitlik böyle bir şeyse, ben böyle bir yiğitliği değerli bulan biri
değilim…
6) Adigelik elbette Shapsughluğa indirgenemez, ancak Kabardeyliğe
de indirgenemez. Sözünüze karşılık söylüyorum bunu. Kimseyi aşağılama
diye bir niyetim yok ama hak etmeyen de takdir beklememeli…
Şöyle diyorsunuz: "Adige toplumunun büyük çoğunluğu özgür köylülerden
oluşurdu, pşı ve workleri yoktu dediğiniz zaman sözü yine döndürüp
dolaştırıp Shapsughlara getirdiniz". Ne ilgisi var?
Polemiği sevmem, yararlı olduğuna da inanmam ama bu Shapsugh fobisini de
bir türlü anlayamıyorum. Natukuay, Shapsugh, Abzegh ve Hak'uçlar gibi
fekol' toplulukları ile derebeyleri tarafından yönetilen bağımlı
topluluklar elbette farklıdırlar, farklı da olacaklardır. Bu çok doğal.
İlkleri, özgün Adige toplum biçimini, fekol' toplumlarını temsil
ederler; fekol', Kabardey ve diğer sınıflı toplumlarda da çoğunluğu
oluşturan ana (özgün) sınıftır, ancak tepesinde beyler vardır ama
Shapsugh ve Abzeghlerde fekol’, bir sınıf değil, halkın (toplumun) ta
kendisidir.
Ad
benzerliğine karşın, fekol'un kavram ve statüleri her iki kesimde de
farklıdır.
a) Shapsugh ve Abzegh fekol'u kimseye bağlı değildir, tamamıyla
özgürdür ve kimseye vergi vermez; Kabardey fekol'u derebeyi ya da soylu
sınıfına bağlıdır, vergi verir, bey komutasında savaşa katılır,
angaryası var mıydı, bilemiyorum,
b) Kabardey fekol'u mülk (toprak ve hayvan) sahibidir, beyin
(pşı) köyünü terk ile başka bir yere serbestçe göç edebilir, pşıl’ı beyi
terk edemez,
c) Kabardey fekol'u başka bir beyden izin alırsa, onun köyüne
yerleşebilir ve yeni beyin yönetimi altına girer. Fekol’lar birleşip
kendi başlarına serbest (fekol’) köyler kuramazlar, bey düzeni buna
geçit vermez, bu nedenle Batıya göçler olabiliyordu,
d) Kabardey ya da başka bir bağımlı fekol', Abzah ya da Shapsugh
yörelerine gelip yerleşirse, işte o zaman feodal bağımlılıklarından
bütünüyle kurtulmuş olur. Oralarda bağımsız fekol’ köyleri vardır,
yenileri kurulabilir.
Shapsugh ya da Abzegh fekol'u kimseye bağımlı değildir.
7) "Shapsughlarda fekol ve pşıller varsa ki sizin yazılarınızdan
onu anlıyorum, feodallerine ne olmuş? Eğer ki önceleri feodalleri var
idiyse ve daha sonra bir şekilde tasfiye edilmişlerdir ki ben öyle
biliyorum, hatalıysam beni aydınlatın.
Shapsughlarda hiçbir toplumsal ayırım yoktu diyorsanız, da ilkel
demokrasi veya ilkel komünal toplum düzeyidir ki, insanları üretmeyip
avcılık ve toplayıcılık veya toprağa ilk yerleşen anaerkil toplum düzeni
olduğu ortaya çıkar" diyorsunuz.
Olaylara şablon dışı bilimsel yaklaşım yolları da vardır. Alıntı olarak
belirttiğim gibi, köle (pşıl'ı ve vıneut) sayısı Shapsughlarda yirmide
bir, Abzeghlerde onda bir olarak veriliyor. Bu durumu daha fazla
bilebilecek bir durumda değilim. Shapsughlar arasında bulunduğu söylenen
köleler serf ya da azatlı ya da sığınmacı köleler mi idiler,
bilemeyeceğim. En önemli belgeler Rus askeri arşivlerinde olmalı,
Çerkeslerin bu belgelere erişimlerinin engellendiğini duydum, arkeolog
Aslan Tev'in verdiği bir mülakattan da okudum.
Şu kadarını söyleyebilirim, Shapsughlar arasında kölelik, bir kurum
olarak yoktu, bunu Kafkasya kaynaklı olarak bir yerlerde okudum,
Shapsughya’ya sığınan köleler özgürlüğe kavuşurmuş biçiminde. Ancak köle
sahibi olanlar da vardı. Örneğin Düzce'nin Arapçiftliği köyünden KAZOKO
Kazım'ın köleleri olduğu söylenen kişiler vardı, tanıyordum. Bunların
Akçakoca'nın Melenağzı mevkiinden bu yere geldikleri söylenir.
Yine çocukluğumda, -tabii benden çok önceleri yaşamış- bir adamın bir
kölesi varmış, birlikte tarlada çalışıyorlarmış. Adamın karısı öğle
yemeği (meş us) getiriyormuş. "Kölesi bakarken adam zıkkımlanıyor,
artıkları da kölesine yediriyordu" (Пщыл1ыр къеплъэу зекъузы,
къелыжьыгъэхэр пщыл1ым ригъэшхыжьыщтыгъ) diye nefretle anarlardı.
Yine Gönen'in Hacımenteş Shapsugh köyüne bir Adige gelmiş, peşinden de
sahibi gelmiş, haç'eşte kölesini bulmuş, "Sen kimden izin aldın da
buraya geldin" diyerek topluluğun içinde kölesini kırbaçla dövmeye
başlamış. Köylüler derhal müdahale etmişler, parayı denkleyip kurtuluş
akçesini vermişler ve zavallı köleyi özgürlüğüne kavuşturmuşlar ve köye
yerleştirmişler. Bunu halen hayatta olan ve Bandırma’da yaşayan 89
yaşındaki HAKURNE Kıymet’ten ve başkalarından birkaç kez dinledim.
Shapsughlar arasında work bulunduğunu duymadım ama Abzeghler arasında
var, nasıl var olmuş, bilemiyorum. Belki istila (ya da sığınma) ürünü
olabilir. Peki Shapsughların eskiden pşıları (beyleri) var mıydı? Yine
bilemiyorum, öyle bir kayda da rastlamadım. Faruk bey, Ahmet bey gibi
yabancıların kullandığı deyimler olabilir, bunlar şimdilerde de olduğu
gibi bir unvan ve statü ifade etmezler, nezaket sözleridir.
8)
Shapsughlar özgür insanlardan oluşuyorlardı. Kuşkusuz içlerinde yoksul
ve zengin, cesur ve korkak olanlar da vardı ama belirgin sosyal sınıflar
oluşmamıştı. Her yerde varlıklı kesim ve ailelerin etkili ve önder
oldukları bilinir. Shapsugh ilişkileri de ona göre olabilir.
Wubıh toplumunda bir tabakalaşma vardı, fekol’ sınıfının içinden kuaşka
denen bir ileri gelenler (eşraf) zümresi vardı. Daha önce belirttim
Shapsugh ve diğer Adigelerde zenginlik “sahip olunan koyun sayısı” ile,
Wubıhlarda ise “köle sayısıyla” ölçülüyordu. Wubıh toplumsal evrilmesi
feodalizmin ilk dönem belirtilerini yaşıyordu.
Karadeniz bölgesini ziyaret eden gözlemciler ve araştırmacılar,
Shapsughların ve diğerlerinin ileri tarımı başarmış topluluklar
olduklarını söylüyorlar, Shapsugh demokrasisi ve ekin bahçelerini
Kızılderili ya da Sibirya toplulukları ile değil, İngiltere ile ve
Yorkshire tarlaları ile karşılaştırıyorlar.
Shapsughlar ve komşuları yoksuldular ama içlerinde dileneni yoktu.
Dünyadan kopuk da değildiler, iç ve dış ticaretleri vardı. Yeniliklere
açıktılar ama komşu yörelerde fekol’ ve kölelerin ne denli bir çile
çektiğini görüyor, kuşkusuz önlemler alıyorlardı. Bu nedenle derebeyleri
onları boyunduruk altına alamıyorlardı. Saldırılara toplu bir biçimde
karşı koyuyor, Meclis (Xase) kararlarına uyuyorlardı. Mecliste bir kişi
karşı çıkarsa karar çıkmaz diye bir kural da olamaz, yargı da var, ancak
çoğunluk kararıyla azınlıkta kalanların haklarını çiğneyecek kararlar
alınmazdı, oybirliği gerekirdi, konfederasyonlarda öyledir, örneğin
AB’de çoğu karar için oybirliği gerekir, bazı durumlarda işin çözümü
yargıya kalabilir. Bu çok mükemmel bir demokrasi biçimidir.
Bugün dünyanın en ileri demokrasisi sayılan İsviçre demokrasisi de
Adigelerinkine benzeyen temeller üzerinden yükselmiştir. Ancak tarih
İsviçrelilere verdiği bu fırsatı Adigelerden esirgemiştir.
Bütün Adige toplulukları ataerkildir. Ancak farklılıklar vardır. Örneğin
soylu sınıfı, feodal bir ilişki olarak poligamiyi (çok karılılığı) ve
odalık sistemini de (jeşditl; çeşditl) getirmiştir. Ancak fekol’lar
arasında tek eşlilik ve anlaşarak evlenme vardır. Bu nedenle uzun ömürlü
ve mutlu bir aile düzeni de vardı.
Saygılarımla.
Cherkessia
22. 03.
2009
Shapsughlar
arasında work bulunduğunu duymadım ama Abzeghler arasında var. Nasıl var
olmuş, bilemiyorum.
Anavatandan Karaçay-Çerkesya’da yaşayan bir Abzegh wunekoş ile
tanıştığımda ailesinde zamanında worklık olduğunu ve bir Kabardey ya da
Besleney pşısı komutasında savaşan dedesinin kardeşlerinden birinin
savaşta gösterdiği kahramanlık nedeniyle, güvenilir adam anlamında
(work) makamı ile onurlandırılmış. Resimleri de gördüm, kaması v. s.
Sanırım Abzeghlerin workliği nüfus olarak kalabalık bazı ailelerin diğer
Adige kabileleri ile ilişkilerinden kaynaklanmış. Abadzehler tam ortada
kalıyor, Güneyde Besleney, Kabardey (feodaller)- batıda Shapsughlar
(demokrat) ile komşu.
KUŞHA Faruk
Özden
22. 03.
2009
Sayın
HAPAE,
Savaşlar ile ilgili bitmez tükenmez tartışmalara girmeden, toplumsal
yapı ile ilgili açılımlarımıza devam edelim.
Toplumda üretici güçler: lhukueller, pşıller ve wuneutlerdir. Tarımsal
üretim esastır, çiftçilik ve hayvancılık başlıca geçim kaynağıdır.
Adigelerde bağ ve bahçe tarımı da gelişmişti. Fazla üretip pazara sürmek
amacıyla değil de sadece ihtiyacı karşılamak için üretim. Üretici
güçlerin yüksek verim için değil, ihtiyacı karşılamak için üretim
yaptıklarını görürüz.
Adige feodalleri yani pşı, lekueleş ve workler kesinlikle üretime
katılmazlardı. Çalışmaları ayıp karşılanırdı. Esas üretici güçler
lhukueller (özgür köylüler) pşıller (serfler, yarı özgür köylüler) ve
wuneutler (köleler) idi. Ancak onlarında üretimleri fazla değildi. Ürünü
toprak sahibi feodal alır pşıllere yiyeceği kadar bırakırdı. Pşıller
eski kölelerdi. Ya akrabalarının yardımı ile şhaşexuıj (azadlık) öder
veya efendisinin hayatını kurtarmak gibi yararlık gösterirse efendisi
tarafından azat edilirdi. Ayrı evi olurdu. Batıdaki serflere benzerdi,
yarı özgürdü. Efendisi müsaade ederse kendisini kabul edecek efendi
bulursa başka köye yerleşe bilirdi. Köyünü değiştirenlerin bazen lhukuel
statüsüne de geçtiği olurdu. Eğer ki halen wuneut (köle) olan akrabaları
varsa onların şhaşexuıjlerini (azatlıklarını) ödeyerek, onları
özgürleştire bilirdi.
Wuneutlerin hiçbir hakkı yoktu. Genellikle savaş esirleri ve wuneutlerin
çocukları idi. Para ile alınıp satılabilirdi.
Toplumun esas üretici gücünü oluşturan lhukueller (özgür köylüler) kendi
topraklarını ekip biçerlerdi. Pşı, lekuleş ve workın köyünde
otururlardı. Köyün sahibine bazen emek, bazen üründen pay vererek, bir
nevi korumalık öderdi. Ticaret, çiftçilik ve hayvancılık yapıp
zenginleşen lhukueller çoktu. Zamanla worklerle bir tutulan, yani work
kabul edilen, Osmanlı topraklarına göç ettikten sonra köye ismini veren
lhukuel sülaleler dahi vardır.
Sayın HAPİ Cevdet,
Öncelikle Kabardey, Kabardey dememin nedeni, Adige feodalizmini
irdelerken, Kabardey olduğum için, içinde büyüdüğüm toplumu daha iyi
anlata bileceğimi, ayrıca Adige kabileleri arasında feodalizmin en
gelişkin kabilenin Kabardeyler olması nedenini başlangıçta koydum. Diğer
Adige kabilelerinden olan arkadaşlarında kendi kabileleri ile ilgili
değerlendirilmelerde bulunmalarını özellikle belirttim.
Ataerkil
toplum yapısında, özelinde Adigelerde:babanın adı veya sülalenin
adı-yikue (oğlu) ve şahsın ismi gelirdi. Aradaki sadece ‘’yi’’ eki, mal
mülk yani insan olmayan şeyler için kullanılır; yi wuade (çekici), yi
maste (iğnesi), yi şı (atı) gibi. İnsanlar için ‘’yi’’ değil ‘’ya’’ eki
gelir. ‘’Yi’’ eki sadece mal gibi kabul edilen köleler için kullanılır.
Kuşhayıkue Faruk veya Kuşhaxe ya Faruk gibi. Faruk yi Koças ise Faruk'un
kölesi Koças anlamında kullanılır.
Şimdilikte bir virgül koyalım.
Saygılarımla.
Nartıj
22. 03.
2009
Sayın
HAPİ’nin yazısını okuyunca çok şaşırdım. Abzeghlerde-Shapsughlarda
work-pşı var mı bilemem, diye. Abzegh-Shapsugh fekolleri neden ayaklandı
Fransız devriminden de önce? Birkaç work yazayım, Kobli, Bğane, Baste
(daha önceden Pşı idi), Hacemko, Zıbe v.b. uzayıp gider. Sahil halkı
demokrasiyle erken tanışmış ve kendine uygun bulmuştur. Lütfen tarih
yazarken gerçekleri yazalım, kişisel fikirlerle ve isteklerle tarih
yazılmaz.
HAPİ Cevdet
Yıldız
23. 03.
2009
Sayın
Nartıj,
Shapsughlar arasında eskiden pşı ve workler bulunduğunu söylüyorsunuz.
Birtakım ailelerin work, en az bir Shapsugh ailesinin pşı ailesi (Baste
ailesi) olduğunu da söylüyorsunuz. Ayrıca 1789 Fransız ihtilalinden önce
Shapsugh-Abzegh fekol'larının ayaklandığını söylüyorsunuz. Kime karşı
ayaklanmışlar ve nasıl?
Bu sözlerinizin dayandığı kaynakları da sunarsanız bir hizmette ve
katkıda bulunmuş olursunuz. Biz de durumu yeniden inceleme olanağına
kavuşuruz. Bekleriz.
Saygılarımla.
Necdet
Hatam
23. 03.
2009
Faruk
Sigoş,
Bu taraflara ziyaret ne zaman olabilir?
Seni ne kadar özlediğimi hissediyorsundur…
Eskilerin sesini duymak, aynı platformda olmak ne güzel…
Bu arada şu yıque ya khuyi bir daha gözden geçirelim.
Bence sülale adı ile belirtilecekse çok ince ayrımlar var gibi.
Tanınan bilinen birinden söz ediliyorsa eğer zaten aile adı ve adı
birlikte söylenir. Örneğin senden söz ediyorsak
KUŞHA Faruk…
Yaşlı bir grup yeni gördükleri az tanıdıkları biri üzerinde konuşuyorsa
bilen tanıyan kişi aile adı ile tanıtır: A şşaler Kuşha yéy. Adını da
biliyorlarsa baba adını bilmiyorlarsa Kuşha ya Faruk.
Yüklemdeki çoğul yapı aile çoğul olduğu içindir.
Ancak babası iyi tanınıyor biliniyorsa bu kez de Kuşhaların, Kuşhalardan
denmekle yetinilmez, baba adı söylenir.
Kuşha… Baba adı Yıque Faruk gibi.
Özetle oğlu anlamına gelen sözcük ‘’que’’ birlikte söylendiğinde ‘’yı’’
ön eki kölesi anlamını içermez.
Nitekim bugün Kabardey’de Qanoque Aren Beşir Yıque denir.
Eğer toplumda baba daha ünlü olsaydı:
Qanoque Beşir yıque Arsen denecekti. Öyle ki, önümüzdeki yıllar uzun
süre QANOQUE Arsen'in oğlu kızı için QANOQUE Arsen yı que… ‘’Qanoque
Arsen yıpxhu’’ denecektir, hiç kuşkun olmasın.
Nitekim "xetxe waréy?" diye sormak ne kadar normal ise xet wırique de
gayet normal bir sorudur ve kimin kölesisin değil kimin oğlusun anlamına
gelir… Ne dersin?
Dönüşçülük de uzaktan olmaz bilesin… Hani "seni uzaktan sevmek aşkların
en güzeli" demek yakışmaz sana. Benim anımsadığım KUŞHA Faruk eylem
adamıdır.
Anavatanda görüşmek dileğiyle…
Sevgiler.
Erhan Hapae
23. 03.
2009
Değerli
Arkadaşlar Merhaba.
Gelip aralarına serpiştirildiğimiz Osmanlı halkları arasında bazı
farklılıklarımız olduğunu hepimiz gözlemleyebildik. Bizde köylü idik
onlarda köylü ama ev ve avlularımız daha tertipli ve düzenli olarak
kuruldu. Tabiatın verdiği imkanlar seviyesinde tarımsal çeşitlilik kısa
bir süre içerisinde boy gösterdi. Başta ceviz ağaçları olmak üzere
bulunabilen bütün meyve ağaçları dikildi ve üzüm bağları kuruldu. Yaşam
kalitesini arttıran bu girişimler, aralarına katıldığımız diğer
köylülerde yoktu. Komşu köylerin çocukları biz Adige çocuklarına en
azından bu meyve sebze zenginliği açısından imrenirlerdi. Gelişmiş
rençperlikle ilgili HAPİ ve KUŞHA'nın söyledikleri bu kısa diaspora
yaşamında da kanıtlanıyor.
Diğer yandan benim bildiğim Abzegh-Shapsugh köylerinde hatta tek
Besleney köyü olan Göçeri'de insan ilişkileri açısından, diğer çevre
köylere göre bir fark daha vardı. Kürt köylerinde ağanın önünde
el-pençe, Türk ve Laz köylerinde zenginin veya devletin önünde 'esas
duruş' hali bizim Çerkeslerde görülmezdi pek. Saygı gösterilirdi ama
herkese gösterildiği kadar. Bu ve benzeri örnekler sayın HAPİ'yi
doğruluyor. Modern bir demokrasiden bahsedilemez belki ama derin bir
eşitlik ruhu vardı.
Bütün bunlar burada icat ettiğimiz şeyler olamaz, etrafta örnek
alacağımız çok gelişmiş bir yaşamda olmadığına göre oradan getirip
geldiğimiz anlaşılıyor.
Saygılarımla.
Nartıj
23. 03.
2009
Sayın HAPİ,
O kadar detaylı yazacak vaktim yok. Fırsat olursa yine de yazmaya
çalışırım. Ancak bunu herhangi bir Abzegh veya Shapsugh köyünde rahatça
gözlemleyebilirsiniz. Yıllar geçse de kaldırılsa da aileler özellikle
evlilik söz konusu oldu mu bu meseleleri gündeme koyuyorlar.
Şahsım adına, en iyi Adige halkına hizmet edendir. Ancak gerçekte
gerçektir.
Saygılarımla.
Mehmet
23. 03.
2009
Adolph
Bergé’nin Shora-Bekmurzin notlarından derleyerek 1866'da yayınlanan “Die
sagen und Lieder des Tscherkessen-Volks“ isimli kitabını okumanızı
tavsiye ederim. Aradığınız birçok soruya bu kitapta ulaşabilirsiniz.
Türkçe’si yayınlandı mi bilmiyorum.
Selamlar.
KUŞHA Faruk
Özden
24. 03.
2009
Sayın
HAPAE,
Adige feodal yapılanmasını özetledikten sonra, bu toplumsal yapı
gelişimini devam ettiremeden kesintiye uğradı.
Daha önceden bahsettiğim gibi Avrupa'daki 1789 Fransız Devrimi yani
Burjuva Demokratik Devrimi’nin Çerkes toplumu üzerindeki etkileri çok
feci olmuştur.
Çarlık Rusya’sında 1861’de toprak köleliğinin kaldırılması,
Kafkasya’daki tarım topraklarının, özgürleşen Kazak ve Rus köylülerine
açılması sürgün felaketini tetiklemiştir.
Adige feodalizminin tasfiyesi de kendi burjuvazisi tarafından değil de
dış güçler, yani anavatanda Bolşevik İhtilali’yle, diasporada ise 1908
İkinci Meşrutiyet’le Osmanlı burjuvazisi tarafından tasfiye edilmiştir.
Çerkesya’da tasfiye kesin olmuş, diasporada ise tasfiye kısmi yani
kölelerin özgürleşmesi şeklinde olmuştur.
Sikueşlape Necdet,
Eski dostum selam. İnşallah anavatana da döneriz. Bazı arkadaşların
dediği gibi atavatan değil. Çünkü Türkçe yazıyoruz ve Türkçe de anavatan
deyimi kullanılıyor.
Ancak Adigece söyleniş biçimi Adeşxueşıgu veya Adeşxueşınale Türkçe’si
ata toprağıdır.
Benim de yikue ile ilgili söylediklerimi daha da açtın. Yineliyorum
‘’kue’’ eki olmadan sadece ‘’yi’’ eki mal mülk için kullanılır.
Yineliyorum insan için sadece yi kullanılırsa kölesi anlamına gelir.
70’li yıllardaydı, zannımca HAFİSTE Mıhamet geldiğinde idi: İstanbul
Bağlarbaşı'ndaki Dernek Lokali’nde sohbet ederken HAFISTE, ‘’he sareys’’
ifadesini kullanınca, benimle birlikte Uzunyaylalılar; ADEMEY Hikmet,
NEĞUEY Turhan ve ben birbirimize baktık, bizde ‘’saşışs’’ ifadesi
kullanılırdı. ‘’Sareys’’ ifadesi ise kölesi anlamına gelirdi. Şaşırdık,
birbirimize baktık ve fısıldaştık.
Bu kısa nostaljiden sonra esas konumuza dönelim.
Çerkesya’da 1917 Ekim Devrimi ile bütün sosyal sınıf farklılıkları
ortadan kaldırılmış; pşı, lekuleş ve köle sahibi workler tasfiye
edilmişlerdir. Sibirya’ya sürgün ve akıbetleri meçhul?
Osmanlı Yönetimi’nde ise 1908 İkinci Meşrutiyet ile sadece kölecilik
tasfiye edilmiş, yani wuneutler ve pşıller özgür köylü konumuna yasal
olarak getirilmişlerdir. Halk arasında hürriyet olarak nitelenir. Hatta
Anadolu’da tellalların "Bundan kellim, cavıra, cavır demek yasah" diye
bağırdıkları anlatılır.
Çerkeslerde toplumsal gelişme ve değişimi özetledikten sonra ‘’Toplumu
Yönlendiren Xabze'’yi yeniden irdelemeye başlayalım.
Şimdilik yine bir virgül koyalım.
Saygılarımla
HAPİ Cevdet
Yıldız
26. 03.
2009
Sayın KUŞHA
Faruk Özden,
Adigelerde, özellikle fekol' topluluklarında otarşik, yani kendine yetme
bir üretim vardı. Büyük boyutta ticaretin gelişmesi için birtakım
koşullar gereklidir. Ancak Adigeler arasında hiçbir ticaret olmadığını
da söyleyemeyiz. Osmanlı gemileri Çerkes sahillerine ticaret yapma
amacıyla gelirlerdi. Örneğin Rus Kazak generali Filipson, Karadeniz
kıyısında yaşayan Çerkeslerin Türkiye ile ticaret yapmalarına izin
verilmesi halinde, Çerkes sorununun barışçı yoldan çözülebileceği
görüşünü savunmuştu ("Çerkes Soykırımı" kitabı). Ancak kabul edilmedi,
çünkü Ruslara Çerkesler değil, Çerkeslerin toprakları lazımdı. Oralara
Rusları yerleştirmeyi planlamışlardı. Ticaret, engellenmediğinde,
pazarlarla ilişki kurulduğunda gelişir. Adigelere bu fırsat
verilmiyordu. Ayrıca Ruslar ilk etapta Adige ekonomisini çökertmek için
verimli arazileri ele geçirip Adigelerin toparlanmak için gerekli yaşam
kaynaklarını yok etmişlerdi, ele geçirilen Çerkes arazilerinde stanitsa
denen kale tipli Kazak köy ve kasabaları kurdurdular. Pşılar tarafından
yönetilen doğu topluluklarında durum biraz farklıdır. Pşıların büyük
arazileri ve büyük hayvan sürüleri (at, koyun, sığır) vardı, bunları
Ruslara satarlardı. Son dönemde Kabardey ticareti, takas ya da trampa
biçiminde Ruslarla yapılıyordu. Adigelerin para ile ticaret yapmalarına
ve kentlere yerleşmelerine izin verilmiyordu. Bu da anlamlıdır.
Bir de "pşıl'ışhaşefıj", yani "azatlı köle", fekol' statüsü kazanır,
istediği yere pşıdan izinsiz yerleşebilir, ancak fekol' statüsünde biri
olarak, örneğin Kabardey yöresi ya da pşı egemenliği olan bir yörede
pşısız (beysiz) bir köye yerleşemez, çünkü öyle bir köy yoktur. Daha
önce söylediğim gibi, pşı egemenliği olan bir yerde bir özgür fekol'
köyüne yaşam hakkı tanınmaz. Bu nedenle mutlaka bir beye ya da bir
"l'ekotleş"e (en üst derece worke) ya da pşı vasalı olan bir worke bağlı
yaşamak zorundadır. Çünkü work, fekol', pşı'lı ve vıneut, bunların hepsi
zincirleme olarak pşı'ya, pşı da bir yerlere bağlıdır. Bunların hepsi
tam özgür insanlar değildirler: "Baş başa, baş padişaha bağlıdır"
dendiği gibi.
Bir önceki yanıtımda, Kabardeylerde fekol'un angarya yükümlülüğü olup
olmadığını bilmediğimi söylemiştim. Unutmuşum, fekol'un angarya
yükümlülüğü vardır, örneğin fekol'un pşı'nın konuklarını ağırlama
yükümlülüğü vardır.
Bir yerlere bağlı olmayan, tamamen özgür olan fekol'lar pşı egemenliği
olmayan özgür yerlerdekiler idi. Oralarda bağımsız köy toplulukları
sistemi vardır, ileri demokrasi o tür yerlerden yayılmıştır, örneğin
İsviçre.
Saygılarımla.
Morkano
27. 03.
2009
Sayın Faruk
bey aşağıdaki yazıyı yorumlayın sonra bakalım feodal pşi işlerine…
''Baykaldı. H
25. 01. 2006
Sayın okurlar,
Çok hassas ve önemli bir konuda bir kaç cümleyle bende katılmak
istiyorum. Önce şunu söylemeliyim ki, diğer milletler bile Çerkeslerden
bahsederken Çerkes asaletinden bahseder, gururundan bahseder,
yiğitliğinden bahseder. Tabi bu bizim için övünç kaynağıdır.
Gerçektende asiller davranışlarıyla, konuşmalarıyla, hal-hareketleriyle
topluma örnek olurlardı ama bizim asilzadeler kendilerini o kadar
kaptırdılar ki, bu unvana geçmişte gözleri hiçbir şeyi görmedi,
kendilerini her şeyin üstünde gördüler. Bunun sonucu da bu sülaleler
birer birer yok olup gittiler. Bakarsanız Uzunyayla’ya köylere ismini
vermiş pek çok sülale, geçmişte kendi insanına yaptıkları eziyet ve
zulümler sonucu ilahi adaletle çoğunun soyu kurudu. Pek çoğununda
kurumak üzere.
Onların köylerini satmalarından tutun, kapısında çalıştırdıkları
Çerkeslerin kızlarını zorla başkalarına sattıklarını, diğerlerini nasıl
aşağıladıklarını anlatmaktadır büyüklerimiz hala. Eğer isteyen olursa
bununla ilgili pek çok bilgi dahi verebilirim. Kafkasya’da zamanın
şartlarına göre bu oluşmuş kısmen burada da devam etmiş, hala devam
ettirenlerde vardır. Asalet kanda değil ruhtadır, demiş KAZANUKO Jebağı.
Sülalemden asla gocunmuyorum, hangi mertebede olduğunu da çok iyi
biliyorum. Bu yüzden kardeşim biraz hararetli yaklaşmış olaya. Çoğuna
katılmamakla birlikte bazı kısımlarına da katılıyorum. Mesela günümüzde
yapılan yanlışlıkların çoğu ayıp kavramının ortadan kalkması ve değerli
bir thamademizin olmayışıdır.
Eskiden bu yanlışlıklar ya ayıp kavramıyla ya da o köyün pşısı sayesinde
önlenirdi. Kim bilir belki de yok oluş sürecide böyle başladı. Ayrıca
tartışılmasında bir sakınca görmüyorum. Asillik olarak değil tabi sülale
olarak. Çünkü sonradan içimize pek çok yabancı yerleşti. Onları
ayıklamanın tek ipucu sülalelerdir.
Kimse çocuklarına sülalesini unutturmasın.''
KUŞHA Faruk
Özden
29. 03.
2009
Sayın HAPİ
Cevdet Yıldız,
Canlı ticaretin göstergelerinden birisi, şehir yerleşimidir. Feodal
toplumda da nakdi birikimin göstergelerinden biriside feodallerin
oturduğu yerlerdir, yani konak veya şatoları. Sayın HAPAE'nin yazdığına
göre; gerek Kabardey, gerek Adigey, gerekse Abhazya’da feodallere ait
görkemli eski yapı, yani konak şato, malikane, manastır veya başka bir
ibadethane görmediğini anlatıyor. Ancak Abhazya’da Rus Çarı’nın
kuzeninin bir malikanesi ve eski Bizans manastırı gördüğünün anlatır.
Yerleşkenin olmadığı yerde ticaret olmaz, ticaretin olduğu yerde
yerleşim birimi ve pazar oluşur.
Çerkesya’da sahil hariç, iç kesimlerdeki yerleşim yerleri yani kentler
Maykop ve Nalçik şehirlerinin kuruluşu dahi 200 yılı pek geçmez. Ki, bu
şehirlerde Rus garnizonlarının yanında oluşmuştur. Avrupa’da da şehirler
şatoların yanında sur diplerinde oluşmuştur. Ancak oluşmaya başladığı
tarihler çok eskidir. Türkiye de çoğu şehir merkezi, 600 yıllık
Osmanlı’dan eski hatta ilk kuruluşları ilk çağlara uzanır.
Özet olarak ticaretin yani para ile mal alıp satmanın olmadığı yerde ki
üretimde verim yüksek olmaz, verimlilikte düşünülmez.
Pşıların hem büyük arazileri, çok sayıda yani sürülerle at ve
koyunlarının olduğunu söylüyorsunuz. Öte yandan para ile ticaretlerine
müsaade edilmediğinin altını çiziyorsunuz. Satılamayan hayvan sürülerini
neden besliyorlardı?
Ben filolog değilim, ancak ailemden öğrendiğim ve çevremizde
kullandığımız Adigebze (Uzunyayla’da kullanılan Kabardey diyalekti) ile
bazı kelimeleri kullandığımız biçimine göre değerlendirmeler yapıyorum:
"Pşılshaşehuıj" azatlı köle anlamında değildir. Azatlığını ödeyerek
özgürleşen köle anlamındadır. "Şhaşehuıj" azatlık bedeli demektir. Zaten
pşıllerin tamamı azatlı kölelerdir. Ya bedelini yani şhaşehuıj öder veya
efendisinin insafı ile azat edilirdi.
Diğer bir konu da Kabardey de bütün köylerin pşılarının olduğu veya
pşıya bağlı oldukları; sizden ricam kaynaklarınızı bir daha gözden
geçiriniz. Çünkü köye adını veren work sülaleleri ile köye adını veren
pşı sülalelerinin durumları farklıdır. Kendi köyüm ve çevremdeki
köylerden bahsedeceğim: Büyük dedem komşuları ile birlikte Kafkasya da
Şegem köyünden kalkıp Uzunyayla’da şimdiki adı Karakuyu olan köye
yerleşti. Karakuyu’nun yukarı mahallesinin adı Şegem diye anılırdı.
Şegem’in yaylak yeri olan Karahalka’ya birkaç aile ile birlikte yerleşti
ve köyü kurdular. Mertazeler daha sonra geldi. Dedem daha sonra
dayılarının köyü olan Kırkpınar'a yerleşti. Adigece adı Sasıkhable'dir.
Batısında Kurbalık (Şıgebehuey) ve Viranşehir (Kundetey) köyleri.
Hiçbirisinin pşısı yoktur. Çünkü bu köyler Kundetey köyleridir.
Kabardey’de dahi pşı hegemonyasını kabul etmeyen köylerdi.
Sizin "work, fekul, pşılı ve vuneut, bunların hepsi zincirleme olarak
pşıya, pşı da başka bir yere bağlıdır" tespitinize uymuyor.
Şunu söyleye bilirim, Kabardey’de pşı veya lekueleşsiz köyler vardı.
Ancak worksız köy yoktu.
Devamlı örnek gösterdiğiniz İsviçre Kanton yönetimi feodal düzeni
yaşamadan gökten zembille inmemiştir. Roma Cermen İmparatorluğu’nun (ki
feodal krallıktır) yönetiminde olan yeleşkelerdi. Feodallerden kurtulmak
için verdikleri mücadele 200 yıl sürmüştür.
Çerkeslerde, en katı feodalizmin uygulandığı Kabardeylerde dahi Batı’da
olduğu gibi katı bir feodalizmden bahsedemeyiz.
Münferit anlattığınız olayları da genelleyemeyiz.
Saygılarımla.
HAPİ Cevdet
Yıldız
30. 03.
2009
Sayın KUŞHA
Faruk Özden,
1) Sizin sorduğunuz ya da görüş belirttiğiniz şeyler, sanırım
Kafkasya’da bilinen şeylerdendir. Yine de Türkiyeli okuyucuyu
bilgilendirmek bakımından tartışmayı sürdürmek yararlı olacaktır
düşüncesindeyim.
Özetle ‘feodal toplumda kent, feodallerin oturduğu ve nakdi birikimin
oluşturduğu yerdir, feodaller konak, malikane ya da şatolarda otururlar’
diyorsunuz. Bunlar bilinen şeylerdendir. Böyle yazmakla neyi demek
istediğinizi anlamış değilim.
Sayın HAPAE’nin Adigey, Kabardey ve Abhazya’da böylesine koaklara
rastlamadığını söylüyorsunuz.
Çok doğal. Bu sözlere benim bir itirazım yok ki…
Abhazya’da bir Rus yazlık malikanesi ve eski bir Bizans manastırı
varmış. Bunlar dış istilaların ürünleridir, Abhazya’ya ait yapılar
değildir. Abhazya, sırasıyla Bizans, Gürcü, Türk ve Rus yönetimlerini
yaşamıştır.
Bunun böyle olması, Kuzey Kafkas toplumlarının tam feodal değil, yarı
feodal ilişkiler içinde olduğunu gösteriyor. Bu yarı feodal oluşum,
artan sayıda fekol’ köylüyü pşıl’ı (serf) yapmak biçiminde başlamış ama
süreç tamamlanamamıştır. Dolayısıyla köy birimi üstüne çıkılamamıştır.
Sonunda soylu sınıfı ile fekol’ sınıfı karşılıklı uzlaşmalara varmışlar
olmalıdır. Bu yapı köy düzeyinin üstünde kentleşme evrilmesine doğru
gelişememiştir. Çünkü feodal bey (pşı) sınıfı güçsüzdü, halka önderlik
edecek güçten yoksundu. Dolayısıyla halkı birleştirecek ve ona önderlik
edecek bir konuma ulaşamamıştır. Pşı sınıfı daima dış (Tatar, Rus) gücün
desteğine gereksinim duyuyordu.
Büyük ve Küçük Kabardey bölgeleri 1839-1774 yılları arasında Osmanlı
Devleti ile Rusya arasında tarafsız bölgelerdi. Bu dönemde emekçi köylü
(tlhukol’ ve pşıl’ı) ayaklanmaları olmuş ve özgür köyler de doğmuştu
(Dameley, Kip Kalebek, Marem Biço ayaklanmaları). Ancak bu durum uzun
sürmedi ve 1774’te de Rus idaresi kuruldu.
2) Köylerin zaman zaman bir araya geldiği pazar, panayır yerleri
ve ticari limanlar vardı. Adigeler örneğin Yahudi, Ermeni ve Hıristiyan
tüccarların aracılığıyla, kuşkusuz Rusların tampa ya da takas yoluyla
ticaret zorlamasını delmeye çalışıyorlardı. Ruslar Oset ve İnguşlara
kente yerleşme ve ticaret yapma ayrıcalıkları tanıyorlardı.
3) Pşı sınıfının büyük arazileri ve hayvan sürülerinin bulunduğu
tarihsel bir gerçektir. Bütün kaynaklar bunu belirtir (Bkz. Britannica,
İngilizce ve Türkçe’si). Tartışmak anlamsızdır. Rus yönetimine karşı
verilen 19. yüzyıl başındaki Kabardey başkaldırıları, abluka ve ticarete
yasak getirilmesi nedenine dayanır. Rusların gerekçeleri ise,
Kabardeyler arasına veba salgını olması, bu nedenle karantina
uygulandığı biçimindeydi. Çatışmalar ara ara 20-25 yıl sürmüştür (Bkz.
“Çerkes Soykırımı” kitabı).
Rus-Kabardey çatışmalarının daha detaylı ve objektif incelenmesinde
yarar vardır.
4) “Pşıl’ışhaşefıj” ya da “pşıl’ışhaşeh’uj” aynı şeyin değişik
söyleniş biçimleridir ve aynı anlamı verir: “Özgürlüğünü satın almış
eski köle” anlamındadır, Türkçe’si kısaca “azatlı köle” demektir. Tabii
köle sahibi kölesini bedelsiz özgür bırakma hakkına sahiptir.
Dikkat edin, bu hak Avrupa’daki serf (toprak kölesi) sınıfına
tanınmamıştır, Adigelerde vardır (diğer Kuzey Kafkasya toplumlarında da
var mıdır, bilemiyorum). Neye böyledir? Bu, fekol’ sınıfına
(demokrasiye) verilmiş bir ödün olabilir. Yasa (Xabze) Adige pşıl’ıya
özgürlük yolunu açık tutuyordu olmalıdır.
5) Ben bütün köylerin pşısı (beyi) vardır demedim, l’ekotleşlerin
(л1экъолъэщ) ve pşı vasalı worklerin de (оркъ) köyleri bulunduğunu,
Kabardey sisteminde fekol’ ve pşıl’ların bunlara, hepsinin soylulara,
pşıların da Rus makamlarına bağlı olduklarını söylemek istedim.
Yarı feodal de olsa soylu düzeninde, düzeni tehdit edecek bir
düzenlemeye hiç fırsat tanınır mı? Babil yasaları başka birinin kölesini
öldürene para ya da bir köle ödeme cezası ama başka birinin kölesinin
kaçmasına yardım edene de ölüm cezasını öngörür.
Düzen kendisiyle çelişen düzenlemelere izin tanımaz…
“Kuzey Kafkasya’da kölelik 1868-1869’da kaldırıldı. Kuban bölgesinde (…)
11 bin 403 köylü (toprak kölesi) serbest bırakıldı, sayı 1869’da 16 bin
561’e ulaştı”.
“Terek bölgesinde 23 bin 976 köylü bırakıldı. Kabardinski ilçesinde bin
171 köylü karşılıksız, 8 bin 203 köylü de fidye (kurtulmalık) karşılığı
serbest bırakıldı”.
“Köy yönetimlerinin modernleştirilmesi, 1869-1870’de tamamladı. 1860
yılına değin, köyler; yukarıdan atanan kişi, han ve prens (kinyaz)
köyleri biçiminde ayrılıyorlardı… Reformlar, Kuzey Kafkasya’nın
ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimine hız kattı” (Özdemir Özbay,
“Dünden Bugüne Kuzey Kafkasya”, Birinci Baskı, s. 53).
Kabardey’de worksiz köy yoktu, diyorsunuz, doğrudur. Ancak bu work
Abzeghlerdeki gibi, fekol’ düzeyinde yetkili olan ya da pşı düzeni
dışında kalan bir work miydi?
Biz özgün biçimden söz ediyoruz. Uzunyayla tarihsel Kabardiya demek
değildir. Sözünü ettiğiniz Uzunyayla köylerini bilemiyorum.
6) İsviçre’nin feodalizmi tam yaşamadan modern devlet ve ileri
demokrasi aşamasına bir atlama yaptığı tarihsel bir olgudur. Irk, dil,
din ve mezhep baskıları yaşamayan ve bunları bilmeyen ama en başından
tüm birimlerin özgürlüğünü içeren bir devlettir, bir özgürlükler adası
biçimindedir ve benzersizdir. Niçin bir başka ülke aynısını
gerçekleştirememiştir?
Saygılarımla.
Erhan Hapae
01. 04.
2009
Değerli
arkadaşlar merhaba.
Sayın HAPİ'nin sunduğu İsviçre, gerçektende özgün ve örnek bir ülke.
Bolşevikler SSCB’nde milli meselenin çözümü için uğraşırken İsviçre
Kanton bölgelerini referans olarak gösterip istifade etmeye çalıştılar
ve o güne kadar bir örneği de yok. Yalnız bu 3 parçalı demokrasinin iki
harp boyunca dahi kılına dokunulmaması meselesini barışseverliğine
bağlamakta biraz zorlanıyorum, çünkü Çeklerde saldırgan bir millet
değildi o zaman. İsviçre’de temel olarak 3 halk yaşıyor. Alman, Fransız
ve İtalyanlar. Bu ulusların asıl ülkeleri faşizmden Nazizm’e büyük
felaketlere uğradı ama nedense İsviçre’de bunun yansımaları görülmedi.
Bu gün ise orada var olan 3 özerk kantonun büyük hamileri var ve sonuç
olarak Avrupa’nın göbeğinde yaşıyorlar. Bu konuda Sayın HAPİ bizleri
biraz bilgilendirirse seviniriz.
Sayın HAPİ ile sayın KUŞHA'nın gelip takıldıkları noktayı (eğer
kendileri açısından hayati önemde değilse tabi) bir şekilde aşıp,
xabze konusuna gelebilirsek iyi olacak galiba. Şu ana kadar epey
aydınlatıcı bilgi ve düşünce ortaya konuldu. Bu tatta biraz yol almayı
öneriyorum.
Tekrar kolay gelsin.
Saygılarımla.
Müzeyyen
Kip
02. 04.
2009
Sayın Erhan
Hapae'nin konu başlığına son yazdığı yorumdan cesaretle klasik günlük
yaşamda benim anladığım anlam dışında xabzeyi bu başlıkta tartışmak
haddime olmasa da en son yaşadığım küçük sevinci yazmadan edemeyeceğim.
Xabzeye göre bunu yazmam dahi uygun değil. Malum xabzede çocuğundan
büyüklere bahsetmek xabzencağa!
Dün akşam kızımla (16 yaşında) akşam yemeği yiyoruz. Çocuklar hep
anne-babalarının genç, dinamik en önemlisi de sağlıklı kalmaları
açısından kilo almamalarını istiyorlar. Yanlış anlaşılmasın obur değilim
ama hep yemekleri özellikle ekmeği önümden alır az ve yavaş yememi
ister. Anneler çalışıyor da olunca hep zamanla yarışıyorsun. Hemen
apar-topar yiyip başka işlere bakmak istiyorsun. Ancak en son söylediği
çok hoşuma gitti.
- Anne; masada karşındaki beni bir thamade kabul et! yeme veya dikkat
ederek yiyeceğinden az ve sindirerek yemiş olursun, dedi.
Şaşkın,
şakın baktım. Sen thamadenin karşında yemek yenmeyeceğini biliyor musun
dedim, evet dedi.
Thamadeyi biliyor olması, xabze gereği thamade karşında sıradan yemek
yenmeyeceğini biliyor olması, küçük de olsa xabzeden gençlere bir
şeyler veriyor olduğumuza tanık olmak benim için sevindirici oldu.
Katılımcılara saygılarımla.
HAPİ Cevdet
Yıldız
02. 04.
2009
Sayın
Hapae,
İsviçre’yi soruyorsunuz. Bir İsviçre uzmanı değilim ama biraz bilgim var
tabii. İsviçre dağlık ve yoksul bir bölgeydi. Tıpkı Adigey/Çerkesya
gibi. Adigey’den örneğin Mısır’a paralı asker alındığı gibi,
İsviçreliler de komşu ülkelerde paralı askerlik yaparlardı. O zamanlar
Avrupa devletlerinin profesyonel orduları yoktu, savaş olması durumunda
paralı askerlerden kurulma ordular oluştururlardı.
Batıda Fransa, kuzeyde Almanya (Germenler), doğuda Avusturya, güneyde de
İtalya (Roma) tarafından çevrelenmiş bir bölgeydi İsviçre. Sayın KUŞHA
Faruk’un da değindiği gibi, İsviçre, zaman zaman dış istilaya uğramış ve
yabancı yönetimler altında kalmıştır, tıpkı Çerkesya gibi. Ancak dağlık
kesimlerin tam bir istila yaşamadıkları, hep bağımsız ya da özgür
kaldıkları da bilinmelidir. Adigey’de de durum öyleydi. Ateşli silahlar
ve patlayıcılar dönemi öncesinde böyle yerleri istila etmek hemen hemen
olanaksızdı, adamın kafasına kocaman kayalar yağardı. Böyle yerlerin
insanlarında avcı olmalarından da ileri gelme olarak, keskin bir
nişancılık gelişmişti, sık sık yarışmalar düzenlenirdi, bu bir yaşam
gereğiydi, “Giyom Tell ve Vali Gessler” efsanesi de bu İsviçre
geleneğini simgelemektedir. İsviçreliler de Çerkesler gibi geleneklerine
son derece bağlı, dürüst ve temiz insanlardır. Öğrencilik dönemimde, bir
gazetede, “Pişkin Teyze İsviçre’de” başlıklı bir dizi yazı okumuştum.
Orada İsviçreli bir kadının her Cumartesi günü evini sabunlu suyla
baştan sona, paspaslayarak yıkadığı, bir kız öğrencinin ders çalışmak
için komşu eve giderken, o evde terlik bulunmayabilir diyerek,
terliklerini koltuğunda götürdüğü, kasap dükkanında çalışan tezgahtar
kızın çantasında ütülenmiş iki beyaz önlükle işe gittiği, birini öğleden
önce, ikincisini de öğleden sonra taktığı, İsviçrelerin o denli
temizliğe dikkat eden insanlar oldukları anlatılıyordu. Bütün bunlar bir
barbar geleneği olabilir mi?
Biz Adige/Çerkeslerde de benzeri temizlik kuralları geçerliydi.
Şimdikinin takdiri ise, okuyucuların olsun.
Bundan 718 yıl önce, 1291’de Uri, Schwyz ve Unterwalden kantonları ya da
üç orman kantonu denen yerlerin temsilcileri, bir Federal Beyanname
imzalayarak İsviçre’nin temelini attılar. Zaman içinde genişleyen
İsviçre 23 kantona, kantonlar da 2 bin 889 bucağa bölünür. Ancak üç
kanton kendi içinde ikiye ayrılır, bunlara yarım kanton denir.
Federal Meclis iki alt meclisten oluşur: “Devletler Meclisi” (Conseil de
Etats), her kantondan iki üye, toplam 46 üyelidir, “Ulusal Meclis”de
(Conseil nationale) 200 üye. Ulusal Meclis’e her kanton nüfusuna göre
üye gönderir. Bugünkü Adigey Parlamentosu da İsviçre’yi andıran bir
düzenlemeyi öngörmüştür. Ancak Adige Parlamentosu, iki değil tek
meclislidir, benzerlik üye seçimi biçimindedir, üye belirlemede iki
farklı yöntem uygulanır:
Adige yerleşimleri ya da Adige nüfus, 9 seçim çevresinin 6’sında daha
fazla, 3’ünde ise daha azdır. Bir kanat 3 x 9=27 biçiminde oluşur. Bu
kanatta Adigece konuşan nüfus çoğunluğu oluşturur, 9 seçim çevresinin
nüfuslarına göre seçilen 27 temsilciden oluşan ikinci kanatta da Rusça
konuşan nüfus çoğunluğu oluşturur. Örneğin, ilk kanatta 3 Adige üye ile
temsil edilen bir seçim çevresi, ikinci kanatta 1 üye ile temsil edilme
durumuna düşer. Sonuç olarak 54 üyeli Adige Parlamentosu’nda (Xase) her
iki dili konuşanların temsilinde, üç aşağı, beş yukarı bir denge durumu
(paritet) sağlanır. Devlet Başkanı olmak için de parlamento onayı
zorunludur. Bu da Adige Parlamentosu’nun önemini gösterir.
İsviçre tarihine girmeyeceğim, uzun sürer, ancak birkaç noktayı
belirtmekle yetineceğim. Sovyet devrimi önderi Lenin de, İsviçre
modelinden övgüyle söz etmiş ve Sovyetler Birliği’nde yaşayan
topluluklara özerklik verilmesinde, İsviçre’yi model almıştı.
İsviçre,
önceleri çok yoksuldu, yetişkin erkekler komşu ülkelere gider paralı
askerlik yapar, ailelerine para gönderirlerdi. Ticaret yolları
İsviçre’yi dolanırdı. Buna bir son vermek için İsviçreliler hemen bütün
bütçelerini tahsis ederek, ülkeyi kuzeyden güneye, doğudan batıya geçen
ticaret yolları yaptılar. Tüccar ve yolcular için tam bir güvelik
yarattılar. Şimdiki Kafkasya’da bolca olduğu bilinen hırsız ve soyguncu
gençler gibi yozlaşmış kişilere adım bile attırmadılar. Yol boyların
otel denen hanlar ve banka denen para koyma ve emanet (kasa) yerleri
oluşturdular. Tam bir güven ve özgürlük ortamı oluşturdular (Kadınlara
oy hakkının çok sonraları, bu yakınlarda verildiği de bilinmelidir).
Ondan sonra da Tanrı İsviçrelilere “Yürü ya kulum” demiş olmalı. Ancak
Atatürk Türkiye’sinde olduğu gibi “Sınıfsız ve imtiyazsız bir halk olma”
becerisini yakalayamadılar, o onur sadece Kemalistlerin onuru olarak
kaldı.
İsviçre, 13. yüzyıl sonlarında kurulduğu için, kendisinden 5 yüzyıl
sonra oluşmuş olan “ulus” ve “milliyetçilik” akım ve çalkantıları
yaşamadı. Sadece mezhep çekişmeleri ve çatışmaları yaşadı. Bunlar da bir
esasa bağlandı. Şimdi adını tam anımsamıyorum, herhalde Zürich kantonu
olacak, burası bir Protestan kantonu. Zamanla çalışmak için gelenlerle
Zürich’te büyük bir Katolik nüfus, belki de çoğunluk oluştu. Katolikler
bir katedral kurmak istediler, ancak kanton mecilisi, ”Zürich Kantonu
Protestan din esası üzerine kurulmuş bir kantondur, katedral kurulması
bu özelliği bozar” diyerek isteği geri çevirdi. Katolikler komşu Katolik
kantonlara giderek ibadetlerini yapıyorlarmış.
Ulus öncesi bir oluşum olduğu için bir İsviçreli kendisini Alman ya da
Fransız gibi görmez ve kendisini o gibi adlarla anmaz, İsviçreli olarak
tanımlar. İsviçre 1814 Viyana Kongresi’nden beri tarafsızlık politikası
sürdürmektedir. Bu politika güçlü bir ekonomi ve ordu tarafından
desteklenmektedir. Naziler, çoğunluğu Alman olan İsviçrelilerin, faşist
milliyetçi mikropla kirlenmiş Avusturyalılar gibi kendilerini güllerle
karşılamayacaklarını herhalde biliyor olmalıydılar. İsviçre’ye
saldırmamanın bir nedeni de bu olmalı…
İsviçre’de bir öğrenci dört İsviçre dilinden en az ikisini okulda okumak
ve öğrenmek zorundadır, Rusya’da böyle bir zorunluluk sadece Rusça için
geçerlidir. Temel öğrenim dillerinin hangileri, okutulacak derslerin
neler olacağı büyük ölçüde “Gemeinde” denilen idari birimler (bucak ya
da belediyeler) tarafından belirlenir.
İsviçre’de 1) Doğrudan, 2) Yarı doğudan, 3) Temsili demokrasi,
referandum ve halk girişimi vardır. Bir bekleme süresinden sonra, istek
olması durumunda Meclis kararları referanduma sunmak zorundadır. Belli
bir imza toplanarak, Meclis’e yasa önerisi sunulabilir, yasa değişikliği
isteyebilir, buna halk girişimi denir. Son derece şeffaf ve dürüst bir
yönetim anlayışı vardır. İsviçreliler eski Adigeler gibi dürüst ve
tutumlu insanlardır. Devlet de ona göredir. İsviçre’de hizmetin en
iyisi, faturası ardından gelmek üzere sunulur, kayırmaca ve savurganlık
yoktur. İşten kayırma ve ihmal gibi anlayışlar da yoktur.
Falih Rıfkı Atay, Brezilya’ya diplomatik yolculuğunu ve izlenimlerini
anlattığı “Denizaşırı” kitabında İsviçre elçisi’nin Brezilya’da elçilere
verilen şatafatlı bir ziyafeti, ”Böyle bir ziyafet İsviçre’de verilmeye
kalkışırsa halk ayaklanır” diye eleştirdiğini yazar.
Saygılarımla
Erhan Hapae
03. 04.
2009
Sayın HAPİ
verdiğiniz bilgiler için teşekkür ederim.
Tabi burada benim esas sorgulamak istediğim başka bir nokta idi. Onu
belirteyim.
İç dinamiklerin genellikle çok önemli olduğuna inanırım. Evini doğru
düzgün yönetirsen dış dinamiklerin senin üzerindeki etkisini mümkün
olduğunca azaltırsın. Ancak tersine, Saddam gibi davranıp kısa sayılacak
ömrüne üç savaş sığdırıp, Kürtleri kimyasal silahla boğar ve çok zengin
olmana rağmen bütün bir Irak halkını perişan eder ve ülkeyi açık bir
hapishaneye çevirirsen, birileri de gelir haklı olmasalar da sana
dünyayı dar eder veya etme ihtimalleri vardır.
İsviçre örneğine dönecek olursak evin içini iyi düzenledikleri doğrudur
ancak burada dış dinamiklerinde önemi var. Burada coğrafyada önemli,
komşularda ve geçen yazıda belirttiğim, hamilerde. Benzer demokratik
yapı Lübnan'da inşa edilmeye çalışılmıştı. Yetmişlere kadar iktidar
Hıristiyan, Müslüman ve Dürziler arasında paylaşılmıştı ve Beyrut şehri
1972 yılında İstanbul'dan çok daha canlı gelişmiş bir şehirdi. Orada o
zaman altı ay yaşadım biliyorum. Bir milyon turist olduğu söylenirdi her
an ve İstanbul’da sadece Hilton varken, orada dünyanın bütün marka
otelleri ve tatil köyleri mevcuttu ama coğrafya ve çevre bu duruma
tahammül edemedi ve kendileri de direnemeyip birbirlerine düştüler.
Ürdün’den kovulan Filistinliler ülkenin ahengini perişan ettiler. Şimdi
ise Suriye’nin yarı resmi sömürgesi.
Diğer yandan, İsviçreliler neyi üretiyorlar da bu zengin hayatı hak
ediyorlar diye düşünürüm. Bu zenginlik çikolata ve peynir üreterek
olmaz. Yaptıkları iş bir nevi tefeciliğe aracılık etmek. Batılı ve
doğulu kara para sahiplerinin kasası konumunda. Belki de bu nedenle
dokunulmazlar. İsviçre bana OFF-SHORE bir devletmiş gibi gelir hep. İş
ilişkilerimiz var, Bern'de kısa süreli iki defa kaldım. Bana ayrıca çok
sıkıcı bir ihtiyarlar ülkesi gibi gelir.
Hamiler meselesi bizim Abhazya'ya benziyor sanki. Rusya müdahil olmasa
bağımsızlık biraz zor olurdu.
Benim
soruşturduğum şey bu nokta.
Saygılarımla.
KUŞHA Faruk
Özden
03. 04.
2009
Sayın
HAPAE,
Yazılı hukuk sistemi ve organize olmuş devlet yapılanması olmayan Çerkes
toplumunda, ferdin fertle, ferdin toplumla ilişkiler ve toplumun kendi
ivmesidir xabze.
Toplumun genetik haritası diyebileceğimiz mitoloji, en eskilerden
toplumsal ilişkiyi ve inancıda içine alan yaşam biçiminin göstergelerini
içinde taşır.
Yeryüzünde mitolojisi olduğu kabul edilen 12 halktan birisinin Çerkesler
olduğu bilim dünyası tarafından da kabul edilmektedir. Grek
Mitolojisi’nden etkilendiği söylenen Adige Mitolojisi’nin
kahramanlarının hikayelerini biraz irdelersek, arada bariz farkların
olduğunu göreceğiz. Yunan Mitolojisi’nin kahramanları genellikle
tanrılar, yarı tanrılar ve bazen de insanlardır. Adige Mitoloji’sinin
kahramanları olağan üstü güçleri de olsa insanlardır. Adige
Mitolojisi’nde kahramanlar kötü güçlerle mücadele etmektedirler, Ancak
onlar hiçbir zaman Grek Mitolojisi’nde olduğu gibi kötü huylu tanrılar
değildir. Yinıj (dev), almestın (cin veya cadı), guaşe(peri), vudı(cadı)
gibi varlıklarla mücadele ederler.
Adige insanı avcılık ve toplayıcılıktan, yerleşik düzene geçişinden
itibaren xabzesini oluşturmaya başlamıştır. Atı evcilleştirip binek
olarak kullanmaya başladığı andan itibaren bir at kültürü ve at
xabzesinin temelleri atılmaya başlanmıştır. Ne zaman ki at yaşamdan
çıkmış, onunla ilgili xabze ritüelleri de geçmişte kalmıştır.
İnsanlar bir arada, toprağa bağlı olarak yaşamaya başlayınca, bir arada
yaşamanın hukuku oluşmaya başlamıştır. Daha sonra xabze diye nitelenen
kurallar, insanların yerleşik düzene geçmesi ile sistemleşmeye
başlamıştır.
İlkçağlarda insanlar arası ilişkiler zayıf olduğu için xabze de fazla
çeşitlenmemiştir belki de. Adige insanının Tha’ya ve tabiat güçlerine
tapması, ancak bir ruhban sınıfı olmaması, ferdin inanç sisteminin basit
olması ve kişinin üzerinde de fazla baskıcı olmaması sonucunu da
doğurmuş olabilir. Toplumu yönlendiren kurallar ve ritüeller xabze
olarak isimlendirilmiştir.
Nart destanlarında Setenay Guaşe ye danışmaları ve onun sözünü
dinlemeleri anaerkil toplum yapısının en belirgin örnekleri ve
izleridir. Toplumda uyulan xabze, anaya yani kadına öncelik veren xabze
idi. Kadını kendi sülale ismi ile çağrılması da anaerkil yapıdan kalan
bir bakiye olabilir mi acaba?
Toplumun toprağı işlemesinden ürünü hasadına kadar bütün eylemler ile
ilgili bolluk ve bereket dileklerinin farklılığı: Ürünün cinsine göre,
ekerken veya ürünü kaldırırken farklı olarak bereket ve bolluk dileme
sözleri, zannımca Adigeler dışında yakın coğrafya da başka hiçbir
toplumda yoktur.
Ot biçilirken "yenşevu wuışx apşi" kötülüklerden uzak olarak yiyesin,
yediresin.
Ekin ekiliken "bev wuıhu apşi" bolluk içinde olsun. Ekin biçilirken veya
harman edilirken "hambov apşi" bolluk içinde harman et. Koyun veya sığır
için "bo wuıhu apşi" bolluk içinde çoğalsınlar.
Bütün bu ritüeller tarım ve hayvancılık xabzesinin parçaları idi.
Xabzeyi anlatırken bir ucu örfi diğer ucu hukuki kurallar manzumesidir
demiştik. Ferdin fertle ilişkilerini düzenler ve belirlenmiş kurallar
manzumesi olarak niteleyebiliriz. İşte bu kuralların başlangıcı insanlık
kadar eskidir. Onun içinde Adigelik insanlıktır diye özetliyoruz.
İnsanlık tarihindeki her adım gelişme, Adigelerde de xabzelerini
oluşturmaya, duvar ören ustanın tuğlaları dizmesi gibi bütün ilişkilerin
xabzesini ilmek ilmek örmüşlerdir.
Şimdilik yine bir virgül koyalım.
Saygılarımla
HAPİ Cevdet
Yıldız
04.04.2009
Sayın Hapae,
“Saddam’ın yaptığı gibi zulüm uygular ve halkı perişan edersen, birileri
de gelir, haklı da olmasa ,dünyayı sana dar eder” diyorsunuz. Çok
yerinde bir saptama. Ancak tersi de olanaklı. Şöyle ki, Adigeler, öz
olarak, devletsiz ve eşitlikçi bir düzen anlayışı içinde yaşamlarını
sürdürüyorlardı. Kendi beğeni ve seçimleri böyleydi. Bu yaşam biçiminin
binlerce yıllık bir geçmişi de vardı. Adigeler bu yaşam biçiminden
şikayetçi değildiler.
Dünya değişmiş, köprülerin altından çok su geçmişti ama umurlarında
değildi. Örneğin, Kırım Hanlığı’nın siperinde 220 yıl varlıklarını
sürdürmüşlerdi ama 1783’te Kırım’ın Rusya’ya ilhakından sonra ancak 80
yıl direnebildiler. Son yıllara değin de direnebileceklerini sandılar.
Demek ki, konjonktürü gerçekçi değerlendiremediler...
1830’larda İngiliz Adigelere soruyor: Sahilden bu yere kadar uzanan
birkaç kilometrelik arazi şeridi Rusların eline geçti. Bundan sonra ne
yapmayı düşünüyorsunuz?
- Burada, bu durduğumuz yerde direneceğiz, sonra arkamızdaki sıradağlara
doğru geri çekileceğiz, gerekirse daha da gerilere çekilerek
direnişimizi sürdüreceğiz.
Adigeler bu işin, direnişin bir yerde biteceğini, ona göre bir strateji
geliştirme gereğini düşünmüşler midir? Mutlaka bir şeyler düşünmüş
olmalılar.
Ancak sırf köylü ekonomisinden hareket eden bir toplumsal yapı, büyük
bir değişim getirmez, getirmediği sürece, dönüşüme de hazır olamaz.
Dönüşmediği için de güçsüz düşer ve dış tehlikelere açık hale gelir.
Olan da budur.
İsviçre dönüşüm fırsatını yakaladı, Adigeler yakalayamadılar.
Osmanlılarla ya da Ruslarla yapılan ticaret dönüşüm getirecek ve bir
tüccar (burjuva) sınıfını yaratacak bir boyutta değildi. Feodal
bağımlılık, dahası fekol’ egemenliği bile burjuva toplum karşıtı bir
yapılanıştaydı. Birçok şeyi “başka” olarak görüyorlardı. Bir gözlemci
Çerkeslerin Türkleri kendilerinden aşağı kişiler olarak gördüklerini ama
sırf Müslüman oldukları için onlara katlandıklarını belirtiyor.
Demek ki, Çerkesler kendi yaşam biçimlerini beğeniyor, diğerlerini
beğenmiyor ve dışlıyorlardı. İşin tuhafı Müslüman olmayan İngilizleri
beğeniyor ve onların sözlerine daha fazla değer veriyorlardı.
İsviçre, sırf saat, dantel, peynir ve çikolata ile değil, tıbbi malzeme
ve ilaç sanayi ile de gelişmiştir. Bankacılık ve sigortacılıktan
kazandığı doğrudur ama ekonomi onunla sınırlı da değildir.İsviçre askeri
yönden de güçlü bir ülkeydi.
1960’larda tesadüfen Beyrut’tan İstanbul’a giden bir otobüste, Düzce’den
İstanbul’a kadar, bir Ermeni genci ile birlikte yolculuk ettim. Bu kişi
Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde asistan olduğunu, Türkiye’de bilmem kaç
köye giren traktörün ne gibi değişimlere neden oluğu biçiminde bir kitap
yayınlayan bir Türk profesörle konuşmak için İstanbul’a gittiğini
söylemişti. Ermeniler Türkçe biliyorlarmış, o da güzel bir Türkçe
konuşuyordu.
Lübnan’da demokrasi dedim, “ne gezer” dedi. “Cambulat Bey varken başka
hangi Dürzi milletvekili olabilir ki” diye ekledi. Eski cumhurbaşkanı
Kamil Şamun’u sordum, “Bir numaralı yiyici” dedi. Nasıl dedim, “Diyelim
bir yol yapılacak,bedeli de 10 milyon Lübnan lirası.Bu para
çıkarılır,ama daha proje aşamasında tükenir. İkinci,üçüncü... 10
milyonlar çıkarılır,para yenir ama bir türlü yol tamamlanmaz. Kimseden
de çıt çıkmaz. Çünkü hepsi de payını alır” demişti.
Bir Sünni ve Şii ya da bir Maruni Hıristiyan ile Ortodoks Hıristiyan
aynı köyde yaşayıp geçinebiliyorlar mı, dedim. “Asla” dedi, “Bir
Hıristiyan grubu Müslümanlarla aynı köyde yaşar ama bir Hıristiyan grubu
başka bir Hıristiyan mezhep grubu ile aynı köyde geçinemez.Müslüman
gruplar da aynı köyü paylaşamaz, geçinemezler...”
Lübnan böyle, patlamaya müsait bir bomba idi. Orasını İsviçre ile
karşılaştırmak ve Filistinli sığınmacıları müsebbip göstermek de doğru
olmaz düşüncesindeyim. İsviçre’de halk tabanından doğmuş bir demokrasi,
Lübnan’da onun karikatürü var, çözüm yolları kapalıdır...
1980’lerde HABRAÇO Murat Özden ile birlikte Ürdünlü ŞIVPAŞE Cevdet Hatip
ile eşi NEĞUÇ Lora’ya vapurla bir boğaz gezisi yaptırıyorduk. Faslı ve
Cezayirli turistler vardı, çoğu da Yahudi idi. Cevdet Hatip, “Aman
Arapça bildiğimi onlara sezdirme, o gibilerden bıktım, onlara ayıracak
vaktim yok ama istersen sen konuş” dedi.
Ben de uzun boylu bir gençle Fransızca konuştum, “Cezayirli ve Müslüman
olduğunu” söyledi, “Siz Yahudi misiniz” diye bana sordu.
“Hayır,Müslüman’ım” dedim. Bunun üzerine, Nalçik’te bir Adige karşılaşan
Nihai kardeşimizin yaptığı gibi olmasa da elini kalbine götürdü ve
“Elhamdülillah Musulman” diye bastırarak beni okeyledi. Mal bulmuş
mağribi gibi sevinmişti. Ben de içimden “Cezayir’in daha kaç fırın ekmek
yemesi gerekir acaba” diye düşündüm. Çok geçmeden de Cezayir bir
mezbahaya dönüştü.
RF desteği olmasaydı, kuşkusuz Abhazya ve Güney Osetya bağımsızlığı
olamazdı. Türkiye desteği olmasaydı, KKTC de olmazdı. Batılı ülkelerin
desteği ya da kendi aralarındaki anlaşmazlıklar olmasaydı, Türkiye de
olamazdı. O halde destek almak ve fırsatlardan yararlanmak, her zaman
için kötü bir şeydir demek değildir. Adigeler dışındaki bütün Kafkasya
halkları Rusya ile uzlaşarak ayakta kalmışladır. Vaktinde uzlaşmakta geç
kalan Adigelere ise sürgün yolu açılmıştır. Bugünkü Adigey’de 1859
uzlaşması boyun eğişinin bir ürünüdür.
Bununla söylemek istediğim yanlış ata oynamamak gerektiğidir.
Saygılarımla.
Şhaxyit
05.04.2009
Benim bildiğime göre “Xabze” toplumun yaşam tarzıdır.
İnsanlar doğadaki diğer canlılar gibi değildir. Diğer canlıların yaşam
tarzı insanlara uygun düşmez.
İnsanın aklı vardır. İnsan akıldır.
Diğer canlılar midesini doldurur. İnsanın midesini doldurması yetmez.
İnsanların,insan gibi toplu yaşamını sürdürmesi için xabze vardır.
Xabze hukuk, kanun ve yasa değildir.
Xabze aklın başlangıcıdır. Aklı olanın xabzeyi de düşünmesi gerekir.
Ancak; düşünürken de yanılmaman, hata yapmaman gerekiyor.
Xabze din gibi söylemiyor. “Şunları yap, şunları yapma” demiyor…
Xabzenin söylemek istediği; “Aklın olduğuna göre onu çalıştır”.
Xabzenin içeriğini yazman gerekirse ilk yazılması gereken: İnsan kanı
akıtılmaz. "ЦIыхум илъ бгъажэ хъунукъым!"
İkinci söz olarak yazılacak; İnsan kanı akıtırsan, kanını akıtırlar.
"ЦIыхум илъ бгъэжамэ, уилъ ягъэжэнущ!" Bu da ilk sözün içerisinden
çıkıyor. Bunu da korumak gerekiyor.
Ne kadar toplumun yaşam düzenine uygun olmayan olumsuz, uygunsuz,
haksız, yüzsüzlük vb. bir davranış ile karşı karşıya kalmış olsan da
hemen onu cezalandırmak sana düşmez.
Bu durumda ne yapmak gerekiyor; akılın olduğuna göre, yapman gereken,
davranman gerekeni düşünmen gerekiyor.
Bununla birlikte eskiden suç işleyen birisi, en uygun verilecek ağır
cezayı kararlaştırılırdı.
Günümüzde Adigelerin işlevi olan xaseleri kalmadı artık. İnsanlarda
xabzeyi önemsemiyorlar. Böyle olmasının da sebebi, xasenin önüne resmi
hukuk kuralları, kanun ve yasalar geçti. Xabzeden kimse çekinmiyor,
hukuk kuralları, kanun ve yasa dışında.
Onun için, suç işlesen de yüzsüzlük yapsan da oluyor, kanun ve yasalara
göre suç teşkil etmediği sürece….
Xabzeyi anlayan, önemseyen olmadığı sürece yürümez.
ÖRNEK (щапхъэ)
AYIP LAMASA…
Genç adam akrabalarını, arkadaşlarını, dostlarını görmek için seyahate
çıkar.
Görüştükten sonra, dönüş yolu üzerinde bir yerleşim yerine rastlar.
Burada daha önce çok kez duyduğu saygın kişiliği olan yiğit bir adamın
yaşadığını hatırlar. Bu saygın kişiyle tanışmayı düşünür genç adam.
Sorar, yiğit adamın evini gösterirler...
Avlunun kapısına gelince genç bir kız karşılar.
- Keblağa misafirimiz…
Genç kız elini uzatarak atı almak ister. Atı vermez… At ahırını (шэщ)
göstermesini söyler, genç adam.
Atını ahıra yerleştirir, misafir odasına geçer genç adam. Başlığını ve
yamçısını çıkartarak genç kıza verir. Genç kız kamçısını da almak için
elini uzatsa da vermeyerek, kendisi asılacak yere asar.
Genç kız misafirhaneden ayrılarak babasının yanına gider. Babası da
hasta olduğundan dolayı yatıyordu.
- Baba misafirimiz var.
- Misafirimiz olması güzel ya kızım. Yemek hazırla, sofra kur, misafir
et, ağırla. Kamçısını da ne şekilde astığına bak, bana haber ver.
Tekrar misafirhaneye döner kamçının nasıl asıldığına bakar genç kız.
Kamçının ucu odadaki masaya bakacak şekilde, kamcının başı da kapıya
bakacak şekilde asıldığını babasına haber verir.
’’Uzun süre kalacak misafir değildir, hazır yemek var ise, sofra aç, der
adam kızına. Sofrayı götürüp misafirhaneden ayrılırken de yatağın
üzerindeki yastığı devir.
Genç kız sofrayı misafirhaneye götürür ve çıkarken de yatağın üzerindeki
yastığı devirir.
- Ailenizde hasta biri mi var, diye sorar genç adam.
Genç kızın yastığı devirdiğinin ne anlama geldiğini anlar.
- Babamız hasta yatıyor.
- Ailenizde hasta varken sofrada oturmam doğru olmaz. Eğer
ayıplamayacaksa, babanızın yanına gidip sormak istiyorum.
Genç misafir sofradan kalkar...
Misafirin sözünü, genç kız babasına ulaştırır.
- O insan evladı, Adige xabze ye göre yetiştirilmiş. Gelsin, sorsun,
ayıplamıyorum, der...
Misafir genç adam hastanın yattığı odaya girer.
- Ömrünü Allah uzun etsin oğlum, beni memnun ettin. Misafir odasına geç,
soframızdan bir lokma al, der yaşlı hasta...
Saygın kişiyi tanımış olur, rızklarından da birkaç lokma alır, genç adam
yoluna devam eder.
Aradan zaman geçer, bu saygın kişinin kızını istetir. Saygın kişinin
kızı, akıllı genç adama eş olur.
Şhaxyit
08.04.2009
Dzajağaja
(Дзажэгъажьэ)
Gelin getirme töreni ile ilgili bir xabzedir.
Gelin getirme törenine katılan topluluk, gece yarılarına kadar
yedirilip-içirilirdi. Topluluğun dağılacağı sırada, şiş ile pişirilmiş
tüm koyun kaburgası sofraya getirilir. Kaburga da herkes tarafından
yenir, sonra topluluk dağılırdı. Xabzeye göre, kaburganın sofraya
gelmesinin anlamı, topluluğun dağılması gerektiği anlamındadır. Artık
günümüzde uygulanmamaktadır.
Misostey Bjiş (Мысостей бжьищ)
Mutluluk kutlamaları içeren törenlerde insanların bir araya geldiği
durumlarda, sofra kültüründe uygulanan bir xabzeydi. Sofraya herkes
oturduktan sonra geç gelene üç kadeh içki içirilirdi. ‘’Misostey bjiş’’
adıyla…
Misostey Bjiş (Мысостей бжьищ); Xabzenin Başlangıcı
Pşı Apşokua’nın oğlu Kaziy‘in beş oğlu vardı. Hatohuşıkua, Şolahu,
Jambolet, Misost ve İslam. İki oğlu Şolahu ve Jambolet genç yaşta ahrete
intikal ederler. Eceliyle mi ölürler veya vurulmuş mu orası bilinmez.
Kaziy öldüğünde, baksan nehri boyunca toprakları üç oğluna paylaşmış,
barış içinde beraber yaşamalarını vasiyet etmişti. Kaziy öldükten sonra
uzun zaman barış içerisinde yaşarlar. Ancak, aralarına kıskançlık
düşünce pşılığı da toprağı da bölüşemez hale gelmiştir. Üç kardeş
birbirine düşman olmuşlardı. Onların aralarındaki çekişmesi, kavgaları
nedeniyle toplumda kişilerde zarar görüyordu.
Bu şekilde uzun bir zaman zalimlikle düşmanlıkları devam eder. Sonunda
Misost aralarındaki bu düşmanlığı sona erdirip, kardeşleri ile barışı
sağlamaya niyetlenir.
Diğer iki kardeşini evine davet eder.
Sofra kurulur. Misost kendiside sofraya oturur, ilk söze başlar.
- Biz aynı ana babadan doğma öz kardeşleriz. Babamızın vasiyetini ihlal
edip, neden aramızda düşmanlık sürdürüyoruz? Kardeşlerin barışı adına
kadehleri kaldıralım, diyerek önlerine birer kadeh koyar. Üç kardeş aynı
sofrada, korumaları da silahlı olarak hazır bekliyordu.
Hatohuşıkua büyük olduğundan xabze gereği önce içmesi gereken oydu.
Ancak, kardeşinin zehirleyeceği şüphesiyle içmiyordu.
Hatohuşıkua içmeyince, ondan sonra gelen Misost‘un da içmesi xabzeye
uygun düşmüyordu.
İslam en küçük kardeşleri olduğundan, iki büyük kardeşi içmeyince
kendisinin içmesi xabzeye hiç uygun düşmezdi.
Epey bir zaman bu şekilde oturduktan sonra Misost öfkelenir.
- Hatohuşıkua niçin içmiyorsun? Zehirleyeceğimi mi sanıyorsun? Ben öyle
onursuz bir şey yapmam.
- Bu günden itibaren, sözümün geçerli olduğu, kontrolümde olan, herkes
için Misostey Bjiş (Мысостей бжьищ) adıyla xabze olarak ilan ediyorum.
Bir grubun ardından geç gelene içirilmek üzere, diyerek…
Hatohuşıkua’nın kadehini alır, kaldırır içer, sonra kendi kadehini içer,
ikisini de içtikten sonra, İslam’ın kadehini içer.
İşte bu olayla birlikte, Misostey Bjiş (Мысостей бжьищ) xabze olarak
uygulanmaya başlar.
KUŞHA Faruk Özden
14.04.2009
Sayın Hapae,
Epey aradan sonra virgülü koyduğumuz yerden devam edelim.
Toplumsal yaşamın, birlikte sürdürülmeye başlandığı zamanlardan, toprağa
yerleşen ve toplayıcılıktan ekip biçmeye başlayan insanlar ilk
xabzelerini de oluşturmaya başlamışlardır.
Adige toplumu, insanlar arası bütün ilişkilerini xabze olarak
isimlendirmiştir.
Adige Mitolojisi'nde,Seteney Guaşe figürü anaerkil toplumsal yapının
Adigelerde de yaşandığının en belirgin örneğidir. Nartların
çözemedikleri konularda son başvuru mercii Seteney'di. En sonunda onun
gösterdiği yolu takip ederler. Oraktan maşaya, örsten çekice kadar
Tlepşın icatlarının akıl hocası da Seteney'dir. Sosırıkue dışında anne
adıyla anılan Nart yoktur savından hareketle, Nartların anaerkil düzeni
yaşamadıkları sonucuna ulaşanlara yanıtımız: Anaerkil toplum yapısı
bütün Nart metinlerinde hakim olsa daha sonra yakın zamana kadar yaşanan
Ataerkil yapının yaşanmadığını mı söyleyecektik?
Nart metinlerinde
anaerkil yapının
izlerini görmemiz, o toplumsal yapının yaşandığının tespiti için örnek
gösterilir.
Daha sonraki zamanlarda oluşan Nart
metinlerinde
Seteney genç Sosırıkue'ye
''xasede ne konuştunuz'' diye sorunca, Sosırıkue: "Bızılxuğe xase
şeupşekım (kadınlar xase haberi soramaz)" sözü artık ataerkilliğin
toplumda hakim olduğunun göstergesidir.
Nart metinlerinde
tırpan ve tırpanla ot
biçmekten bahsedilir. Tırpan 18 yüzyılda yaygın kullanılmaya başlanan
bir alettir. O zaman bu
metinlerin
yakın çağlara ait olduğu
sonucunu çıkartmamız gerekir ki, hataya düşeriz. Ancak yakın zamanlarda
yapılan ilaveler diye yorumlaya biliriz.
Nart Mitolojilerinde ataerkil toplumsal yapıyı en belirgin olarak
görürüz. Baba adı ile çağrılan Nartlar veya babalarının intikamını alan
oğullar...
Amazonların Çerkes olduklarına dair bazı varsayımlar veya iddialar
vardır.
Prof. Ruslan Betroj "Çerkesleri Etnik Tarihi" adlı eserinde Amazonların
Meot (Çerkeslerin ataları) olabileceğini, fakat ağırlıklı olarak Sarmat
(Osetlerin ataları) olma ihtimalinin daha ağırlıklı olduğundan
bahsediyor.
Yine Ruslan Betroj "Çerkeslerin Etnik Tarihinde" kadınların
giysilerindeki dışepıe (altınbaşlık anlamına gelen kadın başlığı)
dıjınşıu (gümüş göğüslük) dıjınbğırıpx (gümüş kemer), kadın savaşçıların
savaşçı aksesuarlarından kalıntı olabileceğini söylemektedir. Dışepıe
metal tolga veya miğfer, dıjınşıu zırh göğüslüğü ve dıjınbgiripx yine
zırh kalıntısı olabileceğini söylemektedir.
Tabii ki bütün bunlar varsayımdır. Yalnız bazı kaynaklara göre Amazonlar
anaerkil değil, tamamıyla erkek düşmanı olduklarını hatta karadul
örümcekleri gibi davrandıklarını, doğan erkek çocuklarını da
öldürdüklerini dahi aktaranlar var.
Bütün Çerkes kabilelerinde feodal yapı oluşmasa dahi (ki, ben yarı
köleci, yarı feodal toplum hayatının bütün Çerkesya da yaşandığı
kanaatindeyim) ataerkil yapının toplumda egemen olduğuna hiç kimse
itiraz edemez. Yani toplum erkek egemen yapıda idi.
Bazılarına göre kadınlara gösterilen saygıdan hareketle Çerkeslerin
ataerkil yani erkek egemen olmadıklarını söyleyebilirler. Fakat bütün
göstergeler nihayetinde erkek egemen yapının bütün Çerkesya'da hakim
olduğudur.
Toplumsal gelişme ve toplumda iz bırakan olgular irdelenmeden, etraflıca
tartışılmadan xabze konusuna daha derinlemesine girmeyi ve etraflıca
tartışmaya başlamanın eksik kaldığını daha önceden belirtmiştim.
Meselelere sınıfsal açıdan yaklaşmak ve irdelemeyi ideolojik bulanlar
var. Doğrudur, sınıfsal yaklaşım ideolojiktir. Hem Marksizm hem
Liberalizm meseleye sınıfsal yaklaşır. Sınıfların varlığını kabul eder.
Bu kısa ayraçtan sonra meselemize geri dönelim, yine bir virgül koyalım.
Saygılarımla
Erhan Hapae
16.04.2009
Sayın Kuşha Merhaba,
Bu gün Maykop'ta ''devlet'' kavramından xabze diye bahsediliyor.
Xabzeyi biz diasporada bu denli bir vurgu ile anmıyoruz. Ancak onlar
devleti xabzenin modernleşmiş hali diye yorumluyorlar. Devlet,
kurallar silsilesi değildir sadece, aynı zamanda insanlardan kurulmuş
muazzam bir örgüttür. Yetkileri ve sorumlulukları vardır. Silah kullanma
tekeli sadece onda vardır ve hukuk ortamını kurmak ve kollamak devletin
görevidir.
Bu detayları konuşalım mı biraz? Asayiş problemi çıkınca xabze ne
yapıyor?
Yargılama ve cezalandırma ne mene bir şey? Eğitim işini nasıl
beceriliyorlar? Toplumsal barış nasıl sağlanıyor. Xabze bunların bir
bütünü olsa gerek.
İlerleyelim mi biraz?
Saygılarımla.
Zemsky Sabor
16.04.2009
Sayın Hapae Erhan beye
katılıyorum.
Xabze bizde, Çerkeslerin toplu halde bulundukları nadir ortamlarda
sergiledikleri bir nevi klasik Çerkes tavırları, ritüeller manzumesi
gibi algılanıyor.
Adigey'de daha güçlü anlamlar içermesi sevindirdi.
Mehmet
17.04.2009
“Bu
gün Maykop'ta ''Devlet'' kavramından xabze diye bahsediliyor.“
Sayın Hapae çok ilginç bir noktaya dokundu: Xabze=Devlet
Dar anlamda gelenek görenek ve buna bağlı ritüellerin bütünlüğü imiş
gibi algılanan xabze geniş anlamda ise Xabze=Devlet seklinde de
algılanabiliyor. Aslında xabze Adige toplumunun bir anlamda genetiği
gibidir ve kemikleşmiş bir yapıya sahiptir (en azından öyle idi). Adige
toplumu xabze ile kendi genetiğini oluşturmuştur ve eğer incelerseniz
toplumun genetik kodlarını xabzenin içerisinde bulursunuz. Günümüzde
dahi genetiğini oluşturamamış devletler toplumlar mevcuttur. Örnek
vermek gerekirse Türkiye Cumhuriyeti bunlardan biridir ve dikkat
ettiyseniz toplum sürekli bir çatışma (fikirsel anlamda söylüyorum,
Laikler, muhafazakarlar, liberaller velhasıl TC’nin kuruluşundan
günümüze kadar yaşanan bu süreç) içerisindedir. Osmanlı bir bakıma kendi
genetiğini oluşturmuştu.
Modern anlamda devlet dendi mi, yasama-yürütme-yargı üçlüsünden oluşmuş
bir sistem akla geliyor. Bizde ilginç olan ise tüm bu sistemler tek bir
çatı altında yani xabze adı altında toplanmıştır. Yani tek bir erk
bütün sorumluluğu üzerine almış ve görevini de çok dengeli bir şekilde
yerine getirmeyi bilmiştir. Yani xabze hem bütündür hem o bütünü
oluşturan parçaların kendisidir. Örnek vermek gerekirse; toplumu
ilgilendiren bir karar alınacak ve bunun için bir toplantı yapılacak.
Toplantıya katılacaklar xabzeye göre çağırılıyor. Toplantı xabzeye göre
kuruluyor, toplantıda konuşmacılar ya da konuşacak olanlar xabzeye göre
belirleniyor ve konuşmalarını yapıyorlar. Kararlar yine xabzeye göre
alınıyor, uygulamalar xabzeye göre yapılıyor ve bütün olarak
baktığımızda ortaya çıkan sonuç yine xabzenin kendisi oluyor.
Toplantının başlamasına kadarki süreçte xabzenin dar anlamdaki etkisini
görüyoruz. Toplantı başladıktan sonra xabze kendini yavaş yavaş geniş
anlamdaki etkisine hazırlıyor (sorunun belirlenmesi soruna ilişkin
kararların alınması ve alınan bu kararlara yaptırımların oluşturulması)
ve sonuçta en geniş anlamındaki xabze oluşuyor. Yasama-yürütme-yargı bir
bütünlük, bir denge içinde. Bugün bile bazı modern toplumlarda bu denge
bu kadar güzel sağlanamayabiliyor.
Xabze=Devlet denkleminin diasporadaki en son örneklerinden biri
düğünlerde silah atılmaması ile ilgili alınan kararlardı. Modern anlamda
yasama (Ateşli Silahlar Kanunu), yürütme (kolluk kuvvetleri yolu
eli ile yaptırımlar), yargı (yaşanmış birçok olay ve verilen
cezalar) bu soruna çözüm bulamazken xabze gelmiş, bu soruna el atmış ve
kısacası burada Adige-Abhaz toplumu üzerine otorite (devlet)
benim demiştir. Bu bakımdan ben bu toplantıyı önemsiyorum, Yıllar
geçmesine rağmen xabze geniş manadaki anlamını diasporada halen
gösterebiliyorsa eğer anavatanda Xabze=Devlet denklemi gayet normal ve
yerindedir. Pek tabi ki geniş manadaki xabze modern devlet anlayışı
içerisinde yani yasama-yürütme-yargı çizgisinde eskisi gibi
olmayacaktır. Ancak xabzenin dar manadaki (gelenek görenek vs) etkisinin
zamanın tüm olumsuzluklarına karşı korunması, toplumu oluşturan genetik
kodların devamlılığı açısından bir elzemdir.
Forumda en beğendiğim ve takip ettiğim konu başlığı burası , gerek sayın
Hapae, gerek sayın HAPİ Cevdet ve hiç kuskusuz sayın KUŞHA Faruk Özden
çok güzel noktalara dokunuyorlar. Birde sayın Şhaxyit’in anlattığı
ilginç örnekler renk katmış. En son anlattığı Misostey Bjiş (Мысостей
бжьищ) olayı ve bu olayın xabze olarak uygulanmasına bakacak olursak
kişiye özel xabze gibi gözüküyor. Burada anlatmak istediğim Misostey
Bjiş (Мысостей бжьищ)x Xabze=Devlet anlamına kadar ne kadar geniş bir
yelpazenin içerisinde olduğumuza vurgu yapmaktı.
Selamlar.
KUŞHA Faruk Özden
25.04.2009
Değerli arkadaşlar,
Xabzeyi anlatırken, bir ucu örfi diğer ucu hukuki kurallar manzumesi
diye tanımlamıştık.
Toplumumuzda kullanıldığı anlamda ağırlıklı olarak xabze nin karşılığı:
1) Töre,
2) Yasa, kanun,
3) Kural,
4) Alışkanlık,
5) İktidar, egemenlik.
Sayın Hapae, sayın Z. Sabor, sayın Mehmet bey, toplumdaki kullanılış
biçimine göre bütün bu kavramların karşılığı xabzedir. Yani töreden
iktidara kadar çok geniş bir kullanım alanı içeren xabze, en basit
haliyle örf, adet, gelenek, töre anlamında kullanılmaktadır.
Ferdin fertle ilişkiler ve ferdin toplum içindeki davranışları manzumesi
diyebiliriz. En basit haliyle ve en çok ve de titizlikle korunduğu,
korunması gerektiği varsayılan ritüeller manzumesi.
Öte yandan, devlet yapılanması, organizasyonu olmayan bir toplumu
yöneten, yönlendiren, yazılı olmayan, nesilden nesile aktarılan kurallar
manzumesi ve nihayetinde siyasi erk yani egemenlik ve iktidar.
Bütün bu açılımları da xabze olarak niteleriz.
Diaspora Çerkesleri özerkte olsa idari bir yapılanmadan bihaber
oldukları için; devlet, egemenlik, iktidar gibi anlamlarda kullanmaları
mümkün değildir. Ancak pazar ekonomisinin toplumda etkili olmaya
başladığı 1960 sonrasına kadar hukuk sistemine ve de toplumun hukuki
uygulamalarına xabze denirdi. Zaten toplumda hakim olan hukuki sistemde
Çerkeslerin kendi hukukunu oluşturan xabze idi. Ölümlü kavgaların
sonuçları ile ilgili yaptırım ve uygulamalara da jıle vunafe ile çözüm
getirilirdi.
Yaralamalı kavgalarda xabze uygulanır, kesinlikle karakola şikayet olmaz
ve mahkeme ile toplumun işi olmazdı. Thamadeler toplanır, kararını verir
ve karar uygulanırdı.
Tanımlama ve sıralamada bulunduğumuz xabze, kullanılış biçimi ve
uygulamalarıyla ağırlıklı olarak töre, hukuk ve kurallar manzumesi
olarak nitelenir.
Alışkanlık edinmeye de xabze dense de kurallaştırmak anlamında
kullanılır.
Devlet, ideoloji, egemenlik anlamlarında xabzeyi alırsak; toplumsal
felaketten sonra özelinde anavatanda Ekim Devrimi’nden sonra bu
anlamlarda kullanılmıştır.
Çünkü devlet, ideoloji ve egemenlik Çerkeslerden uzak kavramlardı.
Devlet merkezi otoriteyi temsil eder ki, devletleşme sürecine zaman
zaman girildiyse de, hiçbir zaman tamamlanamamıştır. Çerkeslerin modern
anlamda bir devleti hiç zaman olmamıştır.
Hukuk anlamında xabzeyi en yaygın kullandığımız alanlardan birisidir.
Xabzeyi xase ile oluşturmak ve müeyyidesini koymak.
Çocukluğumda Uzunyayla’da iki köydeki ölümlü kavga ve onlar için yapılan
jıle vunafe yani xase.
Uzunyayla’da Sivas'ın Gürün ilçesine bağlı tek Çerkes köyü Maraşlı’da
yaşanmıştı. Ölümlü kavgadan sonra, kan davası gibi bir sonuç çıkmaması
için bütün Uzunyayla’nın thamadeleri toplanmıştı. Toplantı en yakın köy
olan Karahalka’da yapılmıştı.
İkincisi ise bizim köyde yani Kırkpınar’da yine ölümlü bir kavgadan
sonra yapılmıştı. Taraflardan bir sülaleye köyü terk ettirmişler ve uzun
yıllar köye dönmemişlerdi.
Ve ekonomik, sosyal bir sorun ile ilgili vase (başlık) için yapılan,
yine bütün Uzunyayla’nın thamadelerinin katıldığı xase, jıle vunafe.
Başlık 3 bin liraya düşürülmüş, bir iki sene kadar uygulanmış, önceleri
el altından gizlice başlık farkı alınmaya başlanmış, daha sonraları
herkes tutturabildiği kadar almıştı.
O zamanlar Mekuavelerin bir çift öküzü 3 bin liraya satıldığı için, çoğu
genç kız bir çift öküz kadarda mı etmiyoruz diyerek başlık tutarının
yükselmesine neden olmuştu.
Daha sonra yine başlık için bir toplantı yapılmışsa da hiçbir etkinliği
olmamıştı.
Bütün bu örnekleri vermemin nedeni, diasporada 1960-70’li yıllarda artık
xasenin gücünün kalmaması ve xabze oluşturamaması idi.
Yine bir virgül koyalım…
Saygılarımla
KUŞHA Faruk Özden
03.05.2009
Değerli Hapae,
Geçenlerde sorduğun sorulara yanıt olabilecek geçmişte, çocukluğum
Uzunyayla'sından hatırladığım bir kaç örnek gösterdim.
Ölümlü kavgalar sonunda köyümüzdeki hadise ile ilgili yapılan ''jıle
vunafe''de alınan kararlar uygulanmıştır.
Maraşlı ile ilgili toplantıda alınan kararlar ise önceleri uygulanıyor
görünse dahi lı şejın (kanın yerde kalmaması anlamına gelen kanını
bulmak) jıle vunafeye üstün gelmiş ve bir kaç ölüm ile kan davasının
devamı gelmiştir.
Çocukluğumuzda ve gençlik yıllarımız da Uzunyayla'nın başta gelen sosyal
yaralarından birisi: Başlık...
Vit şit şığınıpha yıllar önceden gelen bir gelenekti, vase.
1960'lı yıllarda pazar ekonomisinin gelişmesi vaseyi, ''başlık''a
dönüştürmüştür. Hani Adigebze vase, Türkçe başlık, aralarında ne fark
var diye sora bilirsiniz.
Vase gelenekten gelen, paraca değer değil de feodal yaşam tarzının
kalıntısı ve o ekonomik yapının değeri olan vit, şit ved şığınıpha. Yani
iki at, iki öküz ve elbiselik için bir miktar para.
Kapalı ekonomik yapının yerini, kapitalist ekonomik yapı almaya
başlayınca, vase olarak verilen vit, şitin yerini tamamen nakdi parasal
miktar almıştır.
1960'lı yıllardan sonra Avrupa'ya iş gücü ihracı başlığın nakdi olarak
yükselmesini tetikleyen etmenlerden birisi olmuştur. Avrupa'ya giden
gurbetçilerin bir ay gibi kısa izin dönemlerinde, hem evlenecekleri kızı
bulmak, hem nikah kıyıp düğünü yapmak ve dönmek gibi kısa zamana
sıkıştırılmak, başlıktaki nakdi miktarın artmasına neden olmuştur.
1960 sonrası yıllarda Uzunyayla'da, köylerde halı el tezgahlarının
yaygınlaşması kızları üretici durumuna getirmiştir. Daha doğrusu emeğini
satan işçi durumuna getirmiştir. Tabii ki emeğin bedelini de genellikle
babalar almışlardır. Gelecekteki babaların gelir kaybı da genç kızların
başlığının artmasına neden olmuştur.
Geçmişte kız çocuklarını esir pazarlarında sattıklarına dair rivayetler
pek ispatlanamazsa da yakın geçmişte kızlarının emeklerinin üzerine
oturan kız babaları, son olarak da maddi kayıplarını toptan başlık
olarak telafi etme yoluna gitmişlerdir.
Katılımcıları, emek kaybı olan kızların babaları veya amcalarından
oluşan vasenin vereceği karar ve uygulamaları. 1965 yılında Uzunyayla da
vase ile ilgili jıle vunafenin kararları ve sonuçları.
Başlık için 3 bin liralık bir karar verildi. Bir iki sene uygulandı.
Önceleri el altından fazla para alınmaya başladı. Daha sonra tamamen
alenen alınmaya devam edildi.
Ekonomik zorluklar, kolay para edinme ve çözümsüzlükler jıle vunafe ile
alınan kararın uygulanmasını sekteye uğratmıştır.
Ta ki, genç kızlar meta olmadıkları ve ticari mal gibi para ile alınıp
satılmayacakları bilincine ulaşınca başlık sorunu kendiliğinden ortadan
kalkmıştır.
Yine bir virgül koyalım.
Saygılarımla
Erhan Hapae
05.05.2009
Sevgili Kuşha seni biraz ihmal ettik ama sende biraz tembellik ediyorsun
diyecektim ki tam son yazın geldi.
Farukcuğum,
Muhaceret topraklarından gerek sayın Mehmet, gerek sen bir iki
güzel örnek verdiniz sağ olun.
Çerkesya'da toprakta direkt çalışmayan ve pşı'da olmayan ama xabzeyi
yürüten ara sınıflar profesyonel olarak var mıydı ve nasıl
geçiniyorlardı? Ayrıca müzisyenler, belki büyücüler, din adamları vs.
nasıl geçinirlerdi bileniniz var mı? Bu konuyu aydınlatırsanız
sevinirim.
Bu ricam başta sayın Kuşha olmak üzere diğer tüm arkadaşlara.
Sevgilerimle.
KUŞHA Faruk Özden
12.05.2009
Değerli Hapae Erhan,
Çerkesya da din adamları veya büyücülerin geçim kaynaklarını bilmiyorum.
İlkellikte acaba büyücülük veya büyü yaygın mıydı? Bilmiyorum. Adige
söylencelerinde sadece şhue yehın (büyü yapmak) deyimi kullanılmaktadır.
Genel olarak kötülerin büyü yaptığı anlatılan ueruatelerde ayrıca
mesleği büyü yapmak olan kimselerden söz edilmez.
Çok tanrılı inanç döneminde Tha ile toplumun iletişimini thamade
sağlardı. Huahue dua diye de niteleyebileceğimiz Tha'ya yakarışları da
içerirdi.
"XVIII yüzyıl başlarında Abre de la Motre, Çerkeslerin görüşlerinin
kesin bir sistemi olmadığını ve paganlık, Hıristiyanlık ve Müslümanlığın
farklı unsurlarının bir karışımı olduğunu ifade etmiştir" (Natho
Kadir-Çerkesler).
Abre de la Motre'nin Çerkeslerin inanç dünyası ile ilgili tespiti ile
bağlantılı olarak sosyal yaşamlarında da kesin olarak otoriteye boyun
eğmediklerini görürüz.
İlkellikten itibaren Çerkesler de kesin bir ruhban sınıfı olmamıştır.
Zaten Çerkesya'da Cenevizliler aracılığı ile Roma Katolik Kilisesi'nin
çalışmaları başarıya ulaşmamıştır. Toplumda biraz etkili olan Bizans
Doğu Kilisesi'dir. XV yüzyıldan itibaren Kırım Hanlığı etkisiyle
Çerkesya'ya Müslümanlık girmeye başlamıştır.
Bu kısa açıklamalardan sonra Çerkesya'da etkili bir din adamları sınıfı
yani ruhban sınıfı oluşmamıştır diyebiliriz.
Annemin dedesi imamdı. Anneannemin anlattığına göre köyleri
Uzunyayla'nın doğu ucunda Babıguey'den (Aşağıhüyük), Sasıkhable'ye
(Kırkpınar) imam olarak gelmiş ve uzun yıllar kalmıştı.
Bizim köylerimizde -çocukluğumuzdan hatırlarım- imama Yefendi denirdi.
Yefendiye yıllık olarak belli ölçek buğday ücret olarak, Yefendi Hak
olarak ödenirdi. Bundan 50 sene önce öyleydi, 100 sene öncede öyleymiş.
Fakat Çerkesya'da nasıl olurdu? Bilemeyeceğim.
Yukarda ufak bir giriş yaptığım pagan çok tanrılı inanç döneminde, en
etkili tapınma Thaşxue vuıg denilen ve thamadenin gözetimindeki
ritüeller.
Pagan döneminde Tha ile iletişime geçen, topluluk adına huahue ile
Tha'ya yalvaran, dua eden kişidir thamade. Huahue salt dua değildir. Hem
kutsama, hem iyi dilekler ve nihayetinde duadır. Huahue bje siz,bje de
maxsımasız olmazdı.
Geniş alanlarda Tha için yapılan vuıg, Thaşhue vuıg, vuıg hureye
erkekler ve kızlar katılırdı. Anlatıldığına göre günlerce süren
''Thaşhue vuıg''i başarı ile bitiren genç kız ve erkeğin babasına mutlu
haber verilir, o baba da jıle ye ane çıkartırdı. Yani ziyafet verirdi.
Önceleri Tha için yapılan Thaşxue vuıg, sonraları Thağalec içinde
yapıldığı kaynaklarda anlatılıyor. Vuig sırasında birlikte şarkılar
söylendiği de aktarılmaktadır.
Şimdilik yine bir virgül koyalım.
Saygılarımla
KUŞHA Faruk Özden
18.05.2009
Değerli Hapae,
Toplum içinde kişinin kişiye karşı ve kişinin topluma karşı davranışları
olarak niteleyeceğimiz, diasporadaki halkımızın kullandığı anlamda
xabze; bir yönüyle Batılıların kullandığı anlamda centilmenliği
içeriyor. Ğte yandan bir yaşam şekli ve yaşam felsefesidir xabze.
Adige xabze olarak isimlendirilen uygulamaları, Kabardeyler biraz
özelleştirerek ''Wuerk xabze'' diye isimlendirirler. Wuerk xabze diye
isimlendirmek Kabardeylere has bir niteleme gibi geliyor bana. Her ne
kadar sınıfsal bir niteleme gibi görünse de xabzeye uymayı wuerk
davranışı olarak isimlendirmek centilmen davranışı anlamında
kullanılmaktadır.
Bazı yazarlara göre Askeri Aristokrasi diye de isimlendirilen wuerkler
xabzeye uymaya da çok özen gösterirlerdi.
Sayın Hapae, "Çerkesya'da toprakta direkt çalışmayan ve pşı olmayan ama
xabzeyi yürüten ara sınıflar" tanımlamanıza uyanlar wuerklerdir.
Wuerkler pşı değildi ama daha öncede belirttiğim gibi Kabardey
toplumunun omurgası olarak nitelenirlerdi. Bazılarına göre Adige
Wuerkleri Japon Samuraylarına benzetilirler.
Bir tarafta toplumun silahlı gücüdür. Pşıler dahi onlardan çekinirler.
Öte yandan xabzenin uygulatıcısı ve uygulayıcısıdırlar. Haynape diye
nitelenmemek için canlarını dahi feda ederler. Çok yoksul düşenleri
dışında çalışanları yoktur, yani üretici değildirler. Tabii ki, onlar
için çalışan vuneutleri vardır. Hele ticaret yani para uzak durulması
gereken bir nesnedir. Sadece zekue de ele geçirdiklerini satarlar ya da
vuneutlerinin yetiştirdikleri hayvanları sattırırlardı. Paraya değer
vermek, hele paragöz görünmek çok ayıptı.
Köyü olan wuerkler olduğu gibi bir pşının köyünde veya başka bir wuerkın
köyünde oturan wuerklerde vardı. Xabze ye uymak ve uygulamanın yanında
güzel konuşmak yani hitabette wuerklerin önem verdikleri,titiz
davrandıkları konuların başlıcaları idi.
Bütün Adigelerde olduğu gibi Kabardey Wuerkleri de güzel ata çok önem
verirlerdi. Uzun seferlerde ve zorlu kış şartlarında at en büyük
yardımcıları idi. Atı ve silahları bir Adige savaşçısı olan wuerkın çok
önem verdiği,değer verdiği şeylerdi.
NATHO Kadir Çerkesler adlı eserinde; "Asiller ganimetlerini satmak
dışında hiçbir ticari iş yürütmemelidir" zihniyetini taşıdıklarını
aktarır. "Asil bir adama ancak halkını yönetmek, onları korumak ve
avcılık ve askeri işlerle meşgul olmak yakışır" genel felsefeleri
olduğunu aktarır. Aynı eserde: "Bir aristokrat halktan birisinin güzel
bir atı olsa, atı elinden alır ve ona bir çift öküz verir ve senin işine
ancak bunlar yarar derdi" diye aktarır.
Bizim Uzunyayla da anlatılır:
Bir pşıl, nasıl olduysa güzel bir at yetiştirir. Güzel bir eyer ile
gemde yaptırır. Birazda şişinerek (ziğapşu) ata biner ve köyden ayrılır.
Bir müddet sonra süklüm püklüm yayan olarak köye döner. Soranlara önce
bir şey demez, ısrar edilince Zivushan aldı der.
İkinci anlatım şeklinde de köye yayan dönünce atını ne yaptın diye
soranlara çaldırdığını söyleyince: Wuehem şı zurağaşen (senin gibi
b.ktan birini öyle ata bindirirler mi?) derler.
Xabze uygulamaları ile ilgili bir anımı anlatayım:
Bir tarihte Adige gurubunun oturduğu bir odaya girdik. Ev sahibini
tanıyordum. Oturum düzenine göre içerdekilerle tokalaşmak istedim. Fakat
jante de daha genç birisi oturuyordu. İçerdekilerden yaşça daha büyük
olanı kapıya yakın oturuyordu. Önce yaşça büyük olanın elini tuttum.
Daha sonra jante de oturan orta yaşlının elini tuttum. İlk başta oturuş
düzenine göre ben şaşırdım. Benim uygulamamdan da içerdekiler şaşkınlık
geçirdiler. Yaşlının elini tutunca yanındaki gencin elini tutacağımı
sandılar. Benden sonra gelen de sıra ile bir baştan hepsinin elini tuttu.
|