HANUKO’NUN AĞIRLANIŞI
Tellal Hanuko’nun geleceğini duyurdu. Köylüler de nasıl
ağırlayacaklarını düşünmeye başladılar. En iyi aşçıları fırınların
başına geçirdiler. Konuğa hangi Adige yemeklerini ikram
edeceklerini tartışıyorlardı. Kimi sığır, kimi koyun kimi hindi
eti diyordu.
Sözü dinlenen köy imamı Cesebej Tituv tartışmalara müdahale etti.
- Biz tartışırken Hanuko gelip gidecek,
- Peki yemekle ilgili sen ne düşünüyorsun?
- Her Adige yemeğinden yaparız, sayın Hanuko istediğini yer.
Tituv’un önerisi kabul edildi ve çeşitli yiyecekler hazırlandı.
Hanuko, Neciko Kasım’ın evinde ağırlanmıştı. Hanuko’nun sofrayla
ilgili güzel sözler söylediği anlatılmaktadır.
Generali koruma görevi Burgomistir (1) Votesuko Askerbiy’e aitti.
Generalin yakın korumalığını yapacak olan atlıları da o
belirlemişti.
O tarihte henüz 27 yaşında olan Votesuko bu göreve nasıl gelmişti.
Bunun da bir öyküsü var.
Savaş başladığında Votesukolar Maykop’ta oturuyorlardı, Askerbiy
paraşütçüleri eğitiyordu. Faşistler yöreyi işgal ettiklerinde
şehri terk edip dağlara sığınmaya giderlerken yolda esir
edilenlerin arasında o da vardı. Şehir pazarının etrafı dikenli
tellerle çevrilmiş, esirler buraya hapsedilmişlerdi...
Hakurunhable (2) yaslilari Askerbiy’i kamptan kurtarıp Burgomistir
yapma kararı almışlardı. Azesik Recep bu konu ile ilgili gizli bir
toplantı düzenlemiş, toplantıya köyün saygıdeğer yaşlıları
Andurhuay Aslan, Birsir Zabit, Thagapsov Ilyas, Kobl Mos, Kik
Turkubiy ve başkaları katılmışlardı. Yönetici olacak kişinin
kendilerinden biri olmasını istiyorlardı. Recep toplantıyı şu
sözlerle açmıştı:
- Zor günler yaşıyoruz. Almanlar köylerimizi ele geçirdiler. İşgal
süresince yönetimi elimizde tutmalıyız. İnsanlarımıza söz
dinletebilecek birini yönetime getirmeliyiz.
İlçede yaşlıların görüşü alınmadan kimseye bir görev verilmezdi.
Yaşlılar kendi aralarında gizlice konuşur, çeşitli görevlere
gelmesini istedikleri kişileri atama yapacak makamlara
önerirlerdi. Dilekleri ilçelerinde kimseye zulüm yapılmaması,
kimsenin canının yanmamasıydı.
- İlçeye yönetici olabilecek isimleri söyleyiniz.
Bir iki kişi bakışarak aynı şeyleri söylediler:
- Recep, senin aklında bir isim olmalı. Lafi uzatmadan söyle de
birlikte düşünelim.
- Ben Votesuko Seferbiy’in oğlu Askerbiy’i öneriyorum. Maykop’ta
esir kampında bulunuyor. Rica edip bıraktırabiliriz.
- Destekliyorum seni, dedi Kobl Mos. Seferbiy Mamhig’in (3)
saygıdeğer imamıydı. Onun oğlu da kötü biri olamaz.
- Olabilir, dedi Andurhuay de.
Diğerleri de onun bu göreve getirilmesini uygun görerek gereğini
yapmak üzere Azesik Recep, Kobl Mos ve Birsir Zabit’i
görevlendirdiler. Üçlü ertesi gün Maykop’a giderek Askerbiy’in
annesi Bitse’nin evine gittiler ve amaçlarını anlattılar.
- Sağolasın Recep, insanlarımızı düşünüyorsun, onları korumak
istiyorsun ama bu görevi ben oğlum için uygun bulmuyorum. Oğlum
Burgomistr olunca devletimizle savaşmak zorunda kalacak. Biz
devletin düşmanı değiliz, olmakta istemiyoruz. İnsanlar babasının
intikamını almak için bu görevi kabul ettiğini söyleyecekler.
Babasının başına gelenlerin onun da başına gelmesini istemiyorum.
- Kaygılarını anlıyoruz Bitse ama bizim söylediklerimizi de düşün.
Askerbiy’in başına kötülük gelsin istemiyoruz. Onun hem kendini
hem insanlarımızı korumasını umut ediyoruz. Kamptan kurtarmazsak
başına gelecekleri de kim bilebilir. Özgür kalınca, insanlara
yardımcı olmasını kendisinden isteyeceğiz. İstemediğimiz biri
Almanlarla anlaşıp bu göreve gelirse “yandım anam” demenin bir
faydası olmaz.
- Ne diyeceğimi bilemiyorum. Tek oğlumu tekrar sağ olarak
görebilirsem, gerisini tanrı bilir, sizin için elimden geleni
yaparım, -Bitse biraz yumuşadı.- Vakit kaybetmeyin, haydi
çocuğu kurtarmaya bakın.
Adige kalpakları başlarında, güzel görünümlü yaşlılar Alman
komutanlığının önüne gelince nöbetçi kendilerini karşıladı.
Tercüman, yaşlıların isteklerini Almanlara tercüme etti. Almanlar
yaşlılara bazı sorular yöneltip tatmin edici cevaplar alınca
heyeti komutanın yanına götürdüler.
Söze Recep başladı:
- Size gelişimizin sebebi iki tarafın da yararına bir iş içindir.
Maykop kampında esir tutulan Votesuka Askerbiy’i serbest
bırakırsanız onu ilçemize Burgomistr yapmak istiyoruz.
- Siz kimsiniz ve kimi temsil ediyorsunuz? İstediğiniz kişiyi
Burgomistr seçme hakkını size kim verdi?
- Bizde adet olduğu üzere bir göreve getirilecek kişinin durumu
önce yaşlılar meclisine sorulur. Onların oluru alınmadan kimseye
görev verilmez. Bizde bu nedenle Burgomistr olacak kişiyi
düşündük, Votesuko Askerbiy’in bu iş için uygun bulduk.
- Sizi ciddiyetle dinledim. Yeni Alman iktidarı da sizinle
işbirliği yapmak istiyor. Kafkasya’ya geliş sebebimiz komünizmi,
Sovyet düzenini yok etmektir. Sizlerin özgür yaşamanızı istiyoruz.
Toprağı çiftçilere dağıtacağız. Zengin olacaksınız .Size Avrupa ve
Alman medeniyetini getireceğiz.
Kapı açıldı, içeriye bir Alman askeri girdi. Getirdiği evrakları
komutanın önüne bıraktı. Komutan evrakları inceleyip:
-
Evet, dediğiniz kişi kampta mevcut. Votesuko Askerbiy, babası
Seferbiy, köy imamıydı. Sovyet düzenince yok edildi. Paraşütçüleri
yetiştiriyordu, Apseronsk bölgesinde yakalandı. Bu adamı mı
istiyorsunuz?
- Evet,general.
- Onu secme sebebiniz nedir?
- Babasının Sovyet düzenince yok edilmiş olmasını dikkate aldık.
General ayağa kalkıp bir süre durduktan sonra:
- Öneriniz bizim için önemlidir. İyi niyetli olarak bizimle
çalışacağınıza kanaat getirdim. Yarın saat onda Votesuko’yu size
vereceğiz.
Heyet komutanlıktan memnun olarak ayrıldı. Söylenen zamanda kampta
hazır bulundular. Askerbiy’i perişan bir vaziyette kamptan alıp
evine götürdüler.
Votesuko Burgomistr olmak istemiyordu ama yaşlılar kararlarından
vazgeçmediler kendisini ikna ettiler. Ertesi gün Hakurunhable’ye
döndüler ve yaptıkları toplantıda Votesuko’nun Burgimstr
seçilmesini sağladılar. Goreve büyük bir hevesle başlamıştı ama
talihi olmayan insan için yapılabilecek fazlaca bir şey yoktur.
Altı ayı aşkın bu görevi ifa etmişken Almanların geri çekilmeye
başlamaları üzerine onlarla birlikte Cambeciy köyüne kadar
gitmişse de burada hasımları tarafından oldurulmuştur.
Bu olay 1942 yılının Ekim ayı sonlarına doğru olmuştu.
Birkaç gün üst üste yağan yağmurlar nedeniyle yolda yürümek
zorlaşmıştı ama Hanuko Psijhable’ye gitme fikrinden vazgeçmiyordu.
Votesuko’nun emriyle onu götürecek olan yaylı araba polislerin
görev yaptıkları binanın önüne çekildi. Hanuko’yu korumak üzere
iki yüz atlı görevlendirilmişti. Polisler Adige kıyafeti
giymişlerdi, genctiler, birkaç ay sonra başlarına gelecek
felaketlerden habersizdiler.
Burgomistr ortaya çıktı. Endisesi yüzünden okunuyordu. Bir süre
bekledi. El işareti üzerine getirilen atına bindi, polislerin
karşısına geçti:
-
Bugün çok önemli bir görevimiz var, dedi Votesuko atlilara
hitaben. Hanuko’nun üzerine sinek dahi kondurmadan Psijhable’ye
oturup getirmeliyiz. Geçeceğimiz yol tehlikeli. Ormanda
partizanların bulunduğu söyleniyor. Bir saldırıya hazırlıklı
olmalıyız. Beni utandırmayacağınızı biliyorum. Yolumuz açık olsun.
Burgomistr ofisine gidip Hanuko’nun önünde durdu:
- Saygıdeğer general, Psijhabl’e sizi götürecek olan yaylı
hazırdır.
- Peki Askerbiy, peki oğlum. Tanrı sana uzun ömür versin. Bizde
hazırız, diyerek Votesuko’yu yanına çağırıp kucakladı.
Hanuko, Oset Albay ve Votesuko birlikte ofisten çıkıp yaylıya
gittiler. Burgomistr’in emriyle hareket edildi. Votesuko atıyla
Hanuko’nun arabasının ardında yerini aldı.
Atlılar yaylı arabanın sağ ve solunda yer almışlardı. Bir gurup
atlı da arabanın önünden gidiyordu. Atlılar sıra ile numaralarını
gösteriyor, eyerin üstünde amuda kalkıyorlardı.
Kafile Hatujukuay köyüne ulaştı. Köylüler sokaklardan ve çit
arkalarından geçenleri süzüyorlardı. Daha sonra Psicevu köyünü de
geçerek büyük ormana geldiler.
Hanuko yerinden doğruldu, çevresine bakındı ve anımsadıklarını
Oset Albayla paylaşmak istedi.
- Bu gördüğün büyük ormanın üçte biri Hacemukohable’ye aitti. Bu
köy iki bin aileden oluşurdu. Ondan daha küçük dört köyle birlikte
1888 yılında 12.000 kişi olarak Türkiye’ye göç ettiler. Bu olayda
Kazak-Adige yöneticilerin ihanetleri vardı. Köyün elindeki verimli
toprakları ele geçirmek için halkı göçe inandırmışlardı.
Yeryüzünde Türkiye’den daha mutlu yer olmadığına, oranın cennet
olduğuna ikna ederek gitmelerini sağlamışlardı.
Gerçekten de orman gür ve meyve ağaçları ile doluydu ancak
güzelliğine de aldanmamak gerekiyordu. Çünkü içinde çokça
partizanın gizlendiği söyleniyordu.
Votesuko önemli misafiri korumak için her şeyi yapıyordu.Yolun iki
kıyısına atlıları dizmiş, ellerine otomatik silah ve bombaları
vermişti. General geçtikten sonra atlılar toparlanıp ardından
devam ediyorlardı.
Hanuko Psijhabl’i uzaktan görmüştü. Beyaz toprakla sıvanmış evler
güneş altında parıldıyordu. Kendisinin son görmesinden bu yana köy
değişmişti. İlgiyle köydeki bakımlı evleri seyrediyordu. Köy
ortasına gelmişlerdi. İşte eskiden Brant Soveluh’a ait olan tuğla
bina ki sonradan köy Sovyet'i olmuştu şimdi ise Almanlara hizmet
veren polislerin merkeziydi. Bu binanın önünde yaylı araba durdu.
İnsanlar
Hanuko’yu görmek üzere köy meydanını doldurmuşlardı. Hanuko henüz
yaşlanmadığını göstermek üzere yaylı arabadan atlayarak indi. Bina
önünde polisler karşılama düzeninde bekliyorlardı. Hanuko’nun
solunda Votesuko, sağında ise Oset arkadaşı yaralıyordu. Köyün
yaşlısı Liptse Osman Hanuko’yu karşıladı ve yüksek sesle:
- Buyurun saygıdeğer, köyümüz sizi bekliyor, değerli
misafirimizsiniz.
Sıcak sözler Hanuko’nun hoşuna gitmişti.
- Sağ olasın
Osman, senden övgüyle bahsettiler, işini iyi yaptığını söylediler.
- Sağ olasın
general. Elimizden geleni yapacağız...
Osman’ın elini sıktıktan sonra, polislerin her biriyle tokalaştı. Binanın
merdivenlerine tırmanırken toplanan insanlara güler yüzle baktı ve
sonra binaya girdi.
Odada uzunca bir masa vardı, Hanuko basa oturdu. Sağ tarafına Oset
albay, onun yanına da
Votesuko, sol yanına köy yaşlısı ve polislerin başkanı oturdular.
İçlerinde
generali daha önce görmüş olanlar da ilk defa görenler de vardı.
Hanuko uzun boylu, geniş alınlı, gözleri kestane rengi, seyrek
kaşlı, sivri
burunlu, büyük çeneli ve ince dudaklıydı. Yüzu gibi boynu da uzundu.
Saçları ağarmış ve seyrelmişti. Üzerinde nedense general kıyafeti
değil, Alman
er kıyafeti vardı.
Toplantıda bulunanları gözden geçirdikten sonra sözlerine başladı:
- Oturunuz, toplantıyı başlatalım.
- Sağ olasın saygıdeğer, dedi köy yaşlısı. Zaman ayırıp köyümüze
geldiğin için
sizden memnunuz. General de arkadaşlarını Osman’a tanıttı. Bir
diyeceği olan var mı? diye sordu.
Toplantıya katılanlardan biri söz aldı:
- İlk sözü aldığım için affedin saygıdeğer. İçimizde sözlerimden
hoşnut olmayacaklar çıkacaktır. Yine de ilk konuşmam
gerektiğini düşündüm. Söyleyeceklerimi de benden başka kimse dile getirmez. Bu
toplantıda bulunmaması gerekenler var aramızda. Toplantiya
başlamadan onların dışarı çıkarılmasını öneriyorum. Yeter onların
kanımızı içtikleri. Onlardan
kiminin çocukları Kızılordu'da kimilerininki partizan. Kulak olmakla
suçlayıp canımıza okudular, bizi yağmaladılar. Evlerinde elimizden
aldıkları yatak, yorgan ve yastıklar duruyor. Bizden aldıkları
tabaklarla yemeklerini yiyorlar, gümüş çatal ve kaşıklarımızı
kullanıyorlar. Bu tür insanlar bu toplantıda bulunmamalıdır. Onlar
layık oldukları cezalara çarptırılmalıdır. Toplantıyı hemen terk
etsinler ve onlar çıkmadan toplantıyı devam ettirmeyelim.
Toplulukta homurdanmalar başladı, öfkelenenler oldu ve işin buraya
varacağını kimse düşünmemişti.
- Neden bahsediyor bu münasebetsiz? Saygıdeğer generalin önünde bizi
mahcup ediyor. Ne malından mülkünden söz ediyor? Elinden alınacak
bir şeyi mi vardı ki?
Hanuko’nun uzun yüzü daha da uzadı. Sesini çıkarmadan oturduğu
yerden söylenenleri dinliyor, akılsız sözler eden adama ne cevap
vereceğini düşünüyordu.
Topluluk içinde meydana gelen tartışmaları köy yaşlısı da
Burgomistr de durduramıyordu. Shakumide Mahmut aniden ayağa kalkıp
ortaya fırladı. Kara gözlerinden kıvılcımlar saçarak Hanuko’ya
dondu. Adını ve rütbesini de söylemeden söze başladı: “Hakkında bu
kadar konuşulup ismini veremedikleri kişi benim. Bana
Shapsugh
Mahmut derler. Shapsugh’dan gelip buraya yerleştik. Soyadım da Shakumid. Bu
söz alıp konuşan
korkak ve utanmaz adamın söyledikleri tamamen yalandır. Adımı
söyleyemeyen bu adam, doğruyu söyleyebilir mi? Ağzına ne gelirse
konuşuyor... Tanrı şahidimdir ki benim evimde kendi emeğimizle
kazanmadığımız, kimsenin bir tek mali yoktur. Oğullarım için
söyledikleri doğrudur. Onlardan biri savaşta diğeri ise
komünisttir. Bunlardan
başka, yaşları küçük olan iki oğlum ve kızım daha vardır. Gerektiğinde
ben çocuklarımdan dolayı sorumluluk almaya hazırım. Onlar için
canımı dahi verebilirim.
Polislerin başkanı ayağa fırladı ve elindeki tabancayı konuşan
ihtiyara doğrulttu. Oturanlar korkuya kapılıp bağırıştılar, duvarın
dibine doğru toplaştılar. Mahmut tek başına ortada kaldı. Polislerin
başkanı bağırıyordu:
- Kapat ağzını, köpeğin doğurduğu! Kapat ağzını! Bir kelime daha
konuşursan canını yakarım
- Vallahi bir şey yapamazsın, diyordu Mahmut elindeki bastonla yere
vurarak.
Hanuko’nun yüzü buruştu, sabredemeyerek polislerin başkanına doğru
uzanıp:
- Ver
su elindeki tabancayı, kendini bilmez başkan. Hepiniz çenenizi
kapatın. Bu halinizi görmek istemiyorum. Bu şekilde mi
karşılayacaktınız beni?
Hanuko’nun sözlerinden sonra polislerin başkanı da toplantıya
katılanlar da yerlerine oturup beklemeye başladılar.
Toplantı da tartışmalar gittikçe uzuyor, kimin hakli kimin haksız
olduğuna bir türlü karar veremiyorlar, herkes sorunlarının Hanuko
tarafından çözüleceğini umut ediyor ama söylenenler bağrışmalar
arasında yok olup gidiyordu.
Köy imamı Cesebej Tituv kimseye sormadan sözü aldı:
- Saygıdeğer, karsılaştığınız manzarayı sana göstermemek için elimden geleni
yapardım ama olan
oldu bir kere. Ne olur bize akılsızlar güruhu deme. İnsanlar çok
sıkıntılar çekmiş olduklarından söylenmeyecek şeyleri de
söylüyorlar. Yalvarıyorum bizi bağışla. Köyümüz için çok önemli bir
konuya değinmek istiyorum. Sovyet düzeni geldiğinde bize hiç
danışılmadan köyümüzün toprakları bölünerek üzerine Veselka denen
Rus köyü oturtuldu. İlçe merkezinden getirilen birkaç aile buraya
yerleştirilerek, kolhozlarına da “Zafer'' adı verildi. Kimi
yenmişler
ki kolhozları bu şekilde adlandırılmıştır? Tabi ki bizi. Bu yüzden
köyümüzün yeterli miktarda işleyecek arazisi kalmamıştır. Adaleti
hakim kılmanızı ve topraklarımızı geri vermenizi sizden rica
ediyoruz. Rus köyünü de topraklarımızdan çıkarmanızı diliyoruz.
Hanuko acınacak halde başı eğik oturuyordu. Onu geldiğine pişman
etmişlerdi. Tituv’dan işittiği sözler nedeniyle kendini tutamayarak
ağladı. Büyük üzüntüye kapılmıştı. Toplantıdakiler korkuya
kapılmış
olarak, ne diyeceklerini de bilemeden bakışarak oturuyorlardı. Kimse
ağzını açmıyor, hepsi Hanuko’nun ağlamasını izliyordu. Hanuko
cebinden beyaz bir mendil çıkararak gözyaşlarını sildi, ayağa
kalkıp toplantıdakilere bakarak yüksek sesle konuşmaya başladı:
- Burada Sovyet mitinginde olduğunuzu mu sanıyorsunuz? Bağırıp
çağırıyor, tartışıyorsunuz. Ne
oldu Adige gelenek ve görenekleriniz? Birinizin söylediğini öteki
duymuyor. Sabrınız yok, birbirinize acımıyorsunuz, kötü sözler
sarf ediyorsunuz. Sizi böyle bulacağımı hiç düşünmemiştim. Sevinerek
gelmişsem de kalbimi çok kırdınız. Nedir bölüşemediğiniz? Toprak mı? Oysa
toprak hepinize yetip artacak kadar var. Bugün esas savaştan sağ
salim nasıl kurtulacağınızı düşünmelisiniz. Savaş devam ediyor ve
gece gündüz top seslerini duyuyorsunuz. Akşamları Maykop
istikametine bakarsanız gökyüzünde yükselen alevleri görürsünüz. Bu
şartlarda siz hala toprak bölüşemiyorsunuz. Sözünü ettiğiniz bu
toprak parçası için beraber yaşamakta olduğunuz Rusların kalbini
kırmayın. Ben bir çok halkla karsılaştım ama Rus insanından iyisini
görmedim. Onlarla sonsuza dek beraber yaşayacaksınız. Bir karış
toprağın sözünü etmeyin. Rus köyü de yerinde otursun. Onları
yerlerinden çıkarma düşüncenizi unutun ve kimseye açmayın. Bu
konuda kimse size destek olmaz. Bende bu tür münasebetsiz işlere
karışmak istemem. Bir çok köyde söyledim, size de söylüyorum: Almanlar
burada kalıcı olamayacaklar, Rusya’yı kimse ele geçiremez. Burası
büyük bir ülke, toprakları geniş, insanı çok. Almanlarla beraber
yasayamazsınız. Yaşam şekilleri de bize aykırıdır. Yalvarıyorum
birbiriniz hakkında ispiyon yapmayın, kendinizi koruyun. Zaten
burada bir avuç Adige kaldınız. Başka halklarla iyi geçinin.
Tabancayı yaşlı adamın burnuna dayamak yiğitlik değildir,
Adigeliğe de yakışmaz.
Bu
sözlerim Almanlar tarafından duyulursa beni asabilirler ama
korkmuyorum. Esas endişem sizlersiniz.
Toplantı sona erince Hanuko kimsenin elini tutmadan ayrıldı ve bu
şekilde kendilerinden memnun kalmadığını da belli etmiş oldu.
Yaylı arabasına binip konuk edileceği Neciko Kasım’ın evine gitti.
Kasım’ın güzel bir evi vardı.Yaşlılar Hanuko’yu konuk etmesini
kendisinden istemişlerdi. İstemeyerek de olsa yaşlıların zoruyla
kabul etmiş ve şöyle söylemişti:
- Hanuko’yu
konuk etmenin bedelini biliyorum. Hanuko uğursuzdur derler. Onun
yüzünden
az insan canından olmadı. Beni de onların listesine yazdınız. Ben ve
ailem bu yüzden mahvolacağız. Buna rağmen, köyümüzün onuru ve
sizlerin hatırı için kabul ediyorum.
Kasım’ın düşündükleri başına gelmiş, Almanlar gidince on yıl hapse
mahkum edilmiş, cezanın yarısını çekince bırakılmış ve köyünde yaşama
gözlerini kapamıştır.
Hanuko Rusya’da eski düzenle yeni düzenin yer değiştirdikleri
zaman dileminde yaşamış ve bu dönemin olaylarının tam ortasında
yer almıştır. Sovyet düzenini yaşamı süresince kabullenmemiştir.
Yaşamı
boyunca Rusya’yı çok sevmiş, Beyazordu'da görev almış olmaktan gurur
duymuştur.
Adigelerin Hanuko hakkındaki düşünceleri değişikti. Kendinden
menfaat çıkacak biri olmadığı için ''Çıplak Hanuko'' dedikleri
gibi, onun yüzünden çok insan canından olduğu için “Ugursuz Hanuko“
da derlerdi. Buna rağmen onun uğruna canını feda edecek pek çok
insan da vardı.
Psijhable’ye geldiğinde kendisinden daha talihsiz birinin dünyaya
gelmediğini söylediği anlatılır. Ölümü de bu söylediğini doğrular
şekilde olmuştur. 16 Ocak 1947 tarihinde Moskova’da mahkemece olum
cezasına çarptırıldıktan bir saat sonra asılarak cezası infaz
edilmiştir. Onunla birlikte beş Beyazordu generali daha idam
edilmişlerdir.
1) Almanca belediye başkanı
2) Socen ilçesinin yönetim merkezi
3) Socen ilçesinde bir köy
Sonraki
Bölüm ''Mafe Hacebiy’in Öldürülüşü''
>>>
|