Askerby
uyandırıp duşa sokmuş, yabancıların otelde olduğunu, onlarla
Çetav’ın magazininde
buluşacağımızı söyleyip giyinmemi istemiş, aşağıda arabada
beklediğini bildirmişti. Ben Remedios
un nereye kaybolduğunu merak ediyordum. Korkma, dedi henüz ilgisine mahzar
olamadım onun, sonuç
alacağımdan emin olarak, uğraşım
sürüyor.
Berzeg’in
annesi işe el koydu, şimdi onun yanında,
seninle ilgisini merak ediyor, bir
yandan ağırlayıp bir yandan sorgular onu. Gördüğün gibi sana sahip
çıkanlarda var, benim kadar olmasa da. Üzerinde
Şelame yazısını zor bela okuduğum bir
dükkandan Halıve ve
Şelame alıp,
Çetav’ın asma katlı mağazasına ulaşmıştık. Türkiye den geri
dönenlerin buluşma ve dert dökme yeriydi, sürekli çay servisi
yapılıyor ve özgürce sigara içilebiliyordu. İnal
Çetav bu kendisine hiç faydası
olmayacak kalabalıkları yıllardan beri sessizce ağırlıyor ve
muhtemelen bundan hoşlanıyordu.
Bizi hasretle kucaklayıp çay söyledi, ayrıca sigara içmekte
serbest. İki yıldan beri 12 yaşlı kadın çalışanı ile devraldığı
işyeri, o hiçbir şeylerin bulunmadığı sıkıntılı yıllarda, Türkiye
den gönderilen çeşitli ihtiyaç maddelerinin satıldığı ilgi gören
bir mağazaya dönüşmüştü. Gel gör ki, fiyatlar yoksullaşmış halk
için yüksek geliyor, hayatında hiç ticaret yapmamış olan sahibi
için, bir kar noktası olmaktan çok, ufak zararların edildiği bir
sosyal merkez olarak işlev görüyordu. Nasıl bir gelişme olacağı
ile ilgili bir fikri yoktu ama mutluydu o, burada direnecekti.
Remedios
ta nereden çıktı
diye sordu, yüzüme karşı. Bu konuda akşamdan beri çekiştiğimiz
Askerby
sende nerden çıktın şimdi
dedi, o benim kaşenim.
Çetav nezaketle
hayır dedikodu yayıldı, merak
ettiğim için sordum dediği sırada açık kapıyı tıklatan,
esmer zarif bir kadın göründü. Kadını gördüğümüzde üçümüzde ayağa
kalkmıştık. Çetav heyecanla,
işte o, dedi.
Bu ülkenin en zarif, en şık, en entelektüel, en güzel, en zeki
kadını, tanıştırayım. Az konuşmasıyla tanıdığımız
Çetav kendi çapında epey detaylı
iltifatlarını sıralamıştı. Kadın o uzaktaki kapı ağzında, içeri
bir adım bile atmadan, yapılan iltifatları muzip bir gülümseme ile
dinlemiş ve şöyle demeyi uygun bulmuştu.
Hiçte fazla bir şey söylemedi,
tersine bilmediği bir çok şeyi eksik bıraktı. Diğerleri
ile öpüşmüş benimle tokalaşarak kendisine ikram edilen baş köşeye
oturmuştu. Askerby ile bu zekası
gözlerinden fışkıran Bjedugh afet, bir
türlü gelemeyen yabancıları beklemenin sıkıntısını eğlenceli bir
mavraya dönüştüreceklerdi. Biz
Osmanlıların laf yetiştiremeyeceğimiz incelikte bizleri
tiye alıyor, alınmayalım diye arada
bir iltifat sokuşturuyorlardı. İltifatlarda genellikle
Çetav içindi.
Hangi Remedios
diye sordu kadın,
Gabriel'in
torunu mu? Dün akşamdan beri kimseye izah edemediğim
durumu bilen birisiyle karşı karşıya kalmak beni irkiltmişti.
Hani çamaşırları asarken uçup
giden.
Yüzündeki muzip gülümseme ile eğilip sormuştu soruyu.
Evet diye kekeledim,
seviyordum onu.
Bende bir tehlike var sandım
diye rahatladı kadın hayal
ürünü o. Askerby;
Tanrı dedi
öyle hayal
ürünlerinden ayrı bırakmasın beni.
Dünden beri Adigey’de olduğunu, beni
göstererek bu mağripliyle gün boyu
gözleme pişirip, kırıştırdığını, Berzeg'in
annesinin işe el koyarak kızı konağına aldırdığını, bu sarhoş
Osmanlı'nın saflıkla kızı elinden kaçırdığını, zaten dün akşamdan
beri kendisi devreye girdiği için, ben zavallının artık hiçbir
şansı kalmadığını anlatıverdi.
Demek beni kenara atıverdin dedi afet,
Askeby’e çıkışarak,
geçen hafta prensesin bendim ya hani.
Atar mıyım
dedi Askerby,
geçen hafta
kırk dereden su getirdiğim halde
ümit vermeyen sen, gecelerden beri sayıklamaktan yaşlı anamı
uyandırıp, ne kadar ayıp olsa da, bir
gece sabaha karşı sana olan bütün duygularımı anlatan ben, annemin
günlerdir biçare oğluna derman bulmak için doktor
doktor dolaştığı sen, senden
vazgeçebilir miyim sanıyorsun.
Kızda dahil hepimizin gülüşmelerine aldırmadan soğukkanlılıkla
devam etmiş,
Remedios flörtüm
olacak sadece deyip
noktayı koymuştu. Bjedugh afet,
gülümsemeler içinde Askerby'in yüzüne
sevecen bir fiske atma girişiminde bulunmuş, o da kendini sevimli
bir şekilde korumaya çalışmıştı.
Sveta
idi ismi, Petersburg'ta sanat eğitimi
görmüş, bilmem hangi nedenlerle bu taşra kentine dönmüş,
televizyon ve radyo programcılığı yapıyordu. Çok kısa süren
evliliğini bitirmiş, saygın bir entelektüel olarak otuz Dolar
maaşı ve iki odalı evi ile ayakta kalmayı başarmış, eksikliklerini
çokça hissettiği bu küçük şehirde,
biricik kızını yetiştirmeye çalışıyordu, canlılığını ve
gülümsemesini hiç yitirmeden. Çetav
Türkçe olarak açıklamıştı bütün bunları. Ben ise, derdimi
konuşabileceğim ve muhtemel ki beni anlayacak bir dost bulmanın
heyecanı içindeydim, eğer lütfederse.
Yüz yıl yalnız bırakılmış çilekeş başka bir halkın, destansı
hikayesini okuyup durduğum o yıllar, bizim hikayemize benzemeyen
ama yerlilerin itilip kakılması ve yüzyıllar boyu İspanyol
emperyalin yönettiği küçük diktatörler
tarafından onuru kırıla duran halkın, bölünüp birbirini telef
etmesini anlatan hikayenin içinde rastlamıştım ona. Bütün bu
çirkinliklere kendini yakıştıramadığı için rüzgarlara kapılarak
uçan, yüzyıldır ortalıkta gözükmeyen güzel periydi o peşinde
olduğum şey.
Herkes her şeyi her yerde anlatırken ben sadece onu anlatırdım
gittiğim yerlerde. Tabi hiçbir yerde rastlamayı aklımdan
geçirmeden. Ona olan melankolik düşkünlüğüme, telef olmuş halklara
dair ulvi şeyler yüklemek değildi istediğim, zaten ne istediğimi
de biliyor değildim. Bir zaman Ritsa’da
rastlar gibi olmuş yahut ta olsa olsa
böyle bir şey olabilir diye birisini görmüş, o olmadığını,
sonradan anlamıştım. Bu benim zihinsel sadakatimle eğlenenler
olurdu zaman zaman, bende onlarla
eğleniyordum tabi.
Bizim dönüşçülerin ütopyasına benzer
bir bağlılıkla yıllardır sürdürdüğüm bu melankolik hal, dünden
itibaren başka bir şeye dönüştü. O burada ve
Adige dili biliyor, Yinede kendisine sarılabilmiş değilim,
kucaklanabilen birisimi, onu da bilmiyorum, onun için
Askerby'in şurada burada
açıklamalarına kuşkuyla bakıyorum. Belki yine uçup kaybolmuş
olabilir.
Diğerlerinin müstehzi gülümsemeleri arasında o gülümsememiş,
hafif kaçık birisi ile karşı karşıya kaldığı izlenimi uyandıran
bir edayla süzmüştü beni. O
kadar şahidim var dedim, Bozzato
bile, diğer herkes onu dün ilk defa gördüler
Adigey'de. Anlıyordu,
yani anlamıyordu. Ayağa kalkarken Akşam
Remedios’u da al gel dedi, Maykop
mantısı yapacağım size, Askerby cezalı
idi, kendini affettirebileceğini hiç sanmam. Etrafımdaki
insanların arasından nasıl kurtulup geleceğimi bilmediğimi,
Remedios ile ilgili söz
veremeyeceğimi mırıldandım.
Yapabiliyorsan dedi, olmadı başka zaman.
Askerby
çok kırıldığını, Karayipli uçurtma
uçuran bir kız için kendisini ihmal ettiğini sanan
Sveta’dan hiçte hak etmediği bir
öteleme gördüğünü, kendisini affedebilmesi için, mantı davetine
bir şampanya ve bu Sovyet'te
bulunabilen tek çiçek olan, bir karanfil demetiyle geleceğini,
içeri alınmaz ise pas pasın üstünde elinde çiçeklerle şampanyadan
yudumlayarak oturabileceğini… Sveta
dayanamamış tamam
demişti bezginlikle, gel.
Berzeg
misafirleri toplamış, parke fabrikasını gezdirmeye götürecekti.
Ben gelmesem olmaz mıydı? Olmazmış. Akşamı organize etmem
gerekiyordu.
Sonraki Bölüm >>> |