Yalancı dosta güven; bilimsel
yaklaşımdan güçlü olduğunda ya da “Yecağ aw yepşejığep“
CC Kültür Bölümü'nde yayınlanan,
Kültür Politikadan Güçlü Olduğunda
adlı makalenin eleştirisi... Bu deyim Türkçe’de de var.
“Okumuş ama üflememiş.”
Kim mi?
Prof. John Colarusso.
Şu “Kültür
Politikadan Güçlü Olduğunda” adlı yazının yazarı.
Kimilerinizin, Colarusso’yu çok önemsediğinizi bilmiyor değilim.
“Biraz ayıp olmuyor mu?” diyecekler mutlaka olacaktır. “Batı'da
profesör unvanı almış koca adam için bu da söylenir mi?” diye
soruyorsanız yanıtımız çok kısa ve net: EVET.
Sayın Colarusso için “Profesör olmuş ancak bilim adamı olamamış”
da denebileceğini düşünüyorum.
İlginç değil mi, Sayın Colarusso Çerkesleri çok sevdiği için olsa
gerek, bize benzemiş olmalı. Yani, özelimiz dışındaki çalışmalarda
çağdaş, bilimsel kriterlere uyumlu, ancak Çerkeslere ilişkin
çalışmalarda da, bir o kadar, bilimselliği de akılcılığı da bir
yana bırakabilen, bizlerin ilkel düşünce yapısına tutsak, sayıları
da pek az olmayan okumuşlarımıza benzediği için de bizim özelimizi
yazarken, bilimsel verileri değil, sevdiği, inandığı yalancı bir
dostunun, Sayın Fethi Recep’in yalan, yanlış söylediklerini temel
aldı. Sayın Recep’in ben merkezci ilkel yaklaşımının bile farkında
olamadı. Böylece belki de meslek yaşamının hem gerçeklere hem de
bilimselliğe en uzak yazısını yazmış oldu. Benzer bir yazıyı kendi
alanında yazmış olsaydı inanın bilim adamları,; yazdığına,
yazacağına çoktan pişman etmişlerdi.
Benim, ilk yayımlandığında makaleyi görme olanağım olmamıştı.
Zaten İngilizce bilmediğim için görsem de anlamayacaktım. Makaleyi
ilk kez çevirisi, Nart’ın Kasım-Aralık 1998 onuncu sayısında
çıktığında Maykop’ta okuma olanağı buldum. Hayretler içinde de
kaldım. Çünkü yazılanların tamama yakınının hayal ürünü olduğunu o
dönemin Kafkas Derneği Başkanı Sayın Muhittin Ünal da, yardımcısı,
şimdi Kaf-Fed Genel Başkanı Sayın Cihan Candemir'de çok iyi
biliyorlardı.
Elbette ki Maykop’ta ilk görüşmemizde arkadaşlarımızı eleştirdim.
Muhittin bey yazıyı görmediğini, baskıdan önce yazıyı görseydi
engel olacağını söylemiş. Cihan bey de hep satır aralarını
okuduğum, gereksiz yere ince eleyip sık dokuduğum eleştirisini
getirmişti. Yanlışın nasıl düzeltilebileceğine hiç sıra
gelmemişti. Ancak benim en büyük korkum DÇB üyesi derneğimizin
dergisinde yayımlandığı için, ileride bu hayal ürünü yazının
referans olarak alınabileceği yönündeydi. Nitekim, işte yıllarca
sonra yazı CC'de bir kez daha hem de önemsendiği belli bir sunumla
karşımıza çıktı.
Yazıda sözü edilen çoğu hayal ürünü konuların tümünün gerçekte
nasıl geliştiği ancak çok uzun bir yazıda anlatılabilir. Bunu daha
ileriye bırakalım ve birkaç değinme ile bu yazının ne kadar hayal
ürünü olduğunu, ve Sayın Colarusso’nun, yalancı dostu Fethi
Recep’in hayallerini, gerçekleri hiç araştırmadan yazıya dökerek,
girişteki tanımlamamıza ne kadar uygun davrandığını kanıtlamakla
yetinelim:
Sayın yazar, yazıda sözü edilen toplantıların hazırlık aşamasında
bulunmadığı gibi, toplantılarda da bulunmamıştır. Konuya ilişkin
Fethi Recep dışında toplantıyı gerçekleştirenlerden kimseyle
görüşmemiştir. En büyük yanlışı, Fethi Recep’i, Sürgün’ün daha ile
günlerinde ortaya çıkan Dönüş düşüncesinin, dönüş hareketinin
miladı gibi sunmasıdır. Halbuki, Sayın Colarruso biraz
araştırsaydı, bizlerin de izlemeye çalıştığımız Birinci Dalganın,
“Altın Kuşak”ın, Çerkes Teavün Cemiyeti hareketinin, önde
gelenlerinden Tıme Seyin’in, döneminde Dönüş’ü küçük bir dörtlükle
tanımlayabildiğini görecekti:
Wızışışım qui xehaj
Dön kendinden olana karış
Wilhepkhıme afelaj
Halkların için çalış
Wımılajeme sıd bğuetın Çalışmazsan ne bulursun
Çıle pçheuım wıuıtın
El kapısında durursun
Daha sonra özünde Dönüş’ü savunan İzzet Aydemir ve Kafkasya
Kültürel Dergi, Kamçı, Nartların Sesi Bülteni, Yamçı Nartların
Sesi gazetesi, Kaf Dağı Dergisi ve Dönüşçü derneklerin katkılarını
atlamayacaktı.
Suriye ve Ürdün özelinde, İkinci Dalga Dönüş’ün, fiziki olarak
Türkiye’den çok daha önce başladığı altmışlı yıllarda
gerçekleştiği verilerine ulaşacaktı.
Yazıda, katıldığım noktalardan biri, 125 yıl etkinliklerinin,
DÇB’nin birinci toplantısı olarak değerlendirilmiş olması. DÇB
kuruluşu resmen dillendirilmemiş olmasına karşın. Bu etkinlikleri,
Sürgünden bu yana Çerkeslerin bulunduğu tüm ülkelerin halk
temsilcilerini ilk kez buluşturması çok önemli kılmaktadır. Bir
hafta süren toplantılarda, Çerkeslerin hemen her sorunu
tartışıldı. Daha sonra da -DÇB Genel kurulları dahil- bu kadar
kapsamlı değerlendirmelerin yapıldığı toplantı
gerçekleştirilemedi. İşte Yediden Doğuşu ateşleyen bu
etkinliklerin kararı Kuzey Kafkasya Derneği Yönetim Kurulu’nun
23.11.1987 tarihli oturumunda alınmış, ilk planlama için de Necdet
Hatam görevlendirilmişti. (Kaf Dağı Şubat-Mart 1988) O yıllarda
etkinlikleri gerçekleştirenlerin çoğu ile tanışmayan Fethi
Recep’in, elbette ki bu çalışmaları başlatmış olması da hayal
ürünüydü. Örneğin bizim tanışmamız için !991’i beklememiz gerekti.
Çünkü kendileri –kendi çalışmaları ile gerçekleştiği söylenen-
125. yıl etkinliklerine katılamamış, Hollanda’daki toplantıya
Türkiye adına Süleyman Yançatoral katılmıştı. Sayın Recep
Ankara’daki etkinliklere şu telgrafı göndermişti:
“Sürgünün 125. yılı nedeniyle düzenlemiş olduğunuz toplantı ve
konferanslara katılamamanın üzüntüsü içindeyiz. İnanıyoruz ki
Çerkes halkının çocukları nerede olursa olsun bundan sonra el
eledir, gönül gönüledir, bizi yok oluşa itmek isteyenler
karşılarında suskun insanlar bulamayacaklardır. Daha iyisine ve
daha güzeline doğru saygılarımızla.
Hollanda Çerkes Kültür Derneği adına Başkan Fathi Radjap” (Kaf
Dağı Ekim 1989-Ocak 1990 Birleşik sayısı)
İşte Sayın Colarusso biraz araştırsaydı, Sayın Fethi Recep’in
Hollanda’da düzenlenen ikinci toplantıya kadar, olaya katkısının bu telgraf ile
başlayıp bittiğini görecek ve bu kadar gerçek dışı bir yazı
yazmayacaktı.
İkinci toplantı ve sonraki gelişmeleri, ikinci toplantıyı birebir
yaşayan sayın Batıray Yediç ile yapacağımız konuşmalardan sonraya
bırakalım. Ancak nerdeyse her cümlesinin eleştirilmesi gerekli
yazının birkaç büyük yanlışının altını çizelim:
“Çerkesler (Kabardeyler ve Adigeler)”
Yorumsuz
“… Ürdün’de 100 bin kadar, Suriye’de kabaca 45 bin kadar Çerkes
mevcuttur”. Tam sayı verilemese de Suriye’deki Çerkes sayısının
Ürdün’dekilerden daha çok olduğu bilinir.
Yukarıda söylenenlerden sonra sanırım şu yargının anlamı
kalmamıştır:
“Çerkeslerin anayurtlarına dönüşü, askeri bir kariyer yapmak
isteyen bir Çerkes’in ortada hiçbir geçerli neden yokken, altı
yedi başka genç Çerkes subayıyla birlikte 1959’da görevden
alınmasıyla başlamıştır.”
“… İşte o zaman Kafkasya’da temelli bir Çerkes toplumu oluşturma
kararı” alan Fethi Recep, ilginçtir hala Hollanda’da. Anavatana
ziyarete bile gelmiyor artık. Ama, Anavatana hiç gelmeyenler bile,
Cumhuriyetleri gönüllerince birleştirip, ayırdıklarına göre Sayın
recep’in bu yaklaşımı hoş görelim.
“Ne de olsa SSCB’de Çerkeslerin yaşadığı üç yönetsel bölge vardı
ve bölgedeki faaliyetleri koordine eden kültürel bir kurum ya da
Xase’nin yanı sıra her birinde Çerkes faaliyetlerini destekleyen
kültürel organlar vardı.”
Kültürel kurumlardan önce ve üstünde özerk cumhuriyet, özerk bölge
yönetimleri, günümüz parlamentosu karşılığı Sovyetleri, ve günümüz
bakanları karşılığı sorumluları vardı.
“Adigey Özerk Bölgesi”, “Adigey Özerk Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti”ne dönüşürken, idari merkezi de (Özerk Bölge olduğu
zaman bölgenin dışında olan) Krasnodar’dan başkent Maykop’a
taşındı.”
AÖSSC 1991 yılında kuruldu. Özerk Bölgenin Krasnodar’da olan
yönetimi, Maykop!un Özerk Bölgeye katılması ile 1936’da taşındı.
Aşağıdaki ifadeyi ise ne anlamak ne de çözümlemek mümkün:
“Kongre Sovyet topraklarındaki çalışmaları koordine etmeleri için
iki Sovyet Çerkes'ini yönetici olarak seçti. Başkan olarak Carım
Aslan’ı ve Başbakan olarak da Erkekler Derneği’nin (Tl’ıxase)
başkanı olan Muhiddin’i seçerek kurulması umulan devletin bir
parlamenter yapıya sahip olacağının ilk işaretini verdi.”
Bizler bir sivil toplum örgütü kurduğumuzu sanıyorduk. Devlet
kurduğumuz söyleniyor ki saçma. Her iki yöneticinin de Adigey’den
olması ilginç. Gülünç olanı da, başbakan seçildiği söylenen
Tl’ıxase Muhiddin’in Erkekler Derneği Başkanı olarak tanıtılması.
Bu adla bir dernek o yıllarda olmadığı gibi bugün de yok.
Tl’ıxase’nin anlamı gerçekten erkekler meclisi. Ama neyleyelim ki
adamın Adigece soyadı.
Şimdi sorarım size olaylardan, gelişmelerden bu denli uzak
birinin, söylediklerine güvenerek bilimsel süsü verilmiş makaleyi
yazan Sayın Colarusso’yu, Başından beri gelişmelerin içinde
olmalarına karşın, yayınlarının referans olarak alınabileceği
sorumluluğunu gözetmeden, böylesi saçma bir yazıyı, hem de
yayımından yedi yıl sonra kendi dergisinde yayımlayanları, “okumuş
ancak üflememişr” diye tanımlamak çok haksızlık olmasa gerek?
CC’nin bu makaleyi yayınlamış olmasına gelince; belki, CC’nin de,
Nart Dergisi sorumluları gibi kınanmaları gerektiği akla
gelebilir. Ancak, misyonlarının ne kadar farklı olduğu göz önüne
alındığında; bu saçma yazıyı yeniden gündeme getirdiği, ve kısmen
de olsa yazıya ilişkin görüşlerimizi açıklamamıza vesile olduğu
için CC’ye teşekkür etmemin daha doğru olduğunu düşünüyor ve
teşekkür ediyorum
Tahammülümü zorlamadan okuyamadığım yazının, nerdeyse her
tümcesinin eleştirilmesi, arka planının anlatılması ise bir başka
yazıya… |