Bu sayfalarda az söz etmedim
paradigmadan. Ancak önemine binaen bir kez daha özetle
ve örneği ile paradigma diyelim bu yazıda da.
Anımsayacaksınız sayın Cüceloğlu'nun deyimi ile paradigma
kişinin gözlerindeki kimileyin farkında bile olmadığı
psikolojik bir gözlük.
Bize göre gözlüğün temel
yapı taşı da kişinin gelecek kurgusu. Olaylara kişilere
karşı tepkinizi paradigmanız belirler. Ancak
paradigmanızı da gelecek kurgunuz, beklentileriniz,
kendinizi nerde, nası görmek istediğiniz, kendinizi ne
ölçüde hangi halkın bireyi saydığınız, halkınız için
nasıl bir gelecek kurguladığınız...bu bağlamda
sayılabilecek daha bir çok şey...
Yine biliyorsunuz, bugün
beklendiği sayıda anavatana dönüş olmayışını, döneminde
dönüş denince akla gelen kişilerin, sayın Hapi’nin cuk
oturan nitelemesi ile “kıdemli dönüşçü”lerin paradigma
değişikliği ile açıklarım. Olayları yakından
izlemeyenlerin büyük çoğunluğu bu eleştirilerimi,
aramızda kişisel sorunlar olduğuna yorarlar. Kimileri
yalnız kalışımın psikolojik etkisi ile eleştirdiğimi
varsayarlar. Ben de asıl nedenin arkadaşlarımızdaki
eksen kayması ile açıklamaya çalışırım. Asıl belirleyici
ögenin Türkiyelilik olduğunun altını çizerim.
Çerkes’in tanımı örneğin.
Geleceğini Türkiye’de görenler tanımın kapsama alanını
genişletme eğilimindedirler. Bilimin ne dediği hiç
önemli değildir. Kapsama alanı geniş tutulduğunda
Türkiye’deki Çerkeslerin sayıları artacak, devlet
nezdinde, partiler nezdinde daha güçlü oldukları
izlenimi vereceklerdir. Kimileri böyle bir lobi ile
ihale alımının, bürokraside yer kapma ve ilerlemenin
daha kolay olduğunu düşüneceklerdir. Kimileyin
kendilerini biçimlendiren bu temel kaygının bilincinde
bile olmayacaklardır.
Sözü çok dolaştırmadan
örneklere gelirsek...
Şamil Jane ve Cevat Bageoğlu...
İkisi de benim gibi Reyhanlı doğumlu. İkisi de dönüşün
yılmaz savunucularından idi. Ama artık Türkiyeliliği
tercih etmiş iki “kıdemli dönüşçü” Türkiyelilik tercih
edildiği için değişen paradigma, eksendeki kayma, anında
konuşma ve eylemlerine de yansımıştır. Dolayısıyla da
gerçekten dönüşçü oldukları dönemlerdekine tam ters
yaklaşımlar geliştirmişlerdir.
Daha genç olmakla birlikte
önce sayın Bageoğlu örneğini somutlayalım.
Sayın Bageoğlu üçüncü kuruluş yılında Kaf-Der’in
düzenlemiş olduğu “Türkiye’nin Kafkasya Politikası Nedir
Ne Olmalıdır” adlı konferansta Genel Sekreter olarak
Çerkes’i şöyle tanımlıyor:
http://www.circassiancenter.com/cc-turkiye/yorum/nh/097_sempozyum.htm
“Kafkasyalılar, Çerkesler kimdir?
Anayurtları Kafkasya dışında, Ürdün, Suriye, Mısır,
Irak, Filistin, İsrail, Balkanlar ile büyük ölçüde
Türkiye'de Çerkes genel adıyla tanınan Kafkasyalılar,
aralarında dil farklılıklarının bulunduğu ve anayurtları
Kafkasya'da Karadeniz'den Hazar'a doğru Abhaz,
Adige, Oset, Çeçen İnguş ve Dağıstan halkları ile yüzyıllardır
Kafkasya'yı yurt edinmiş Karaçay, Malkar ve Avar
halklarından oluşmaktadır. Kendilerini Kafkasyalılar,
Kuzey Kafkasyalılar olarak da tanımlayan Çerkes halkları
bugün dünyanın dört bir yanında ortak bir duygu ve
düşünce birliği, ortak tarih ve kader birliği, kültürel
biçimleniş birliğine sahiptirler. Toplumu bir arada
tutan ruhsal biçimleniş birliği ile iyi ve kötü
günlerini paylaşırken bir arada olmaktan haz duyarlar.
130 yıl önce vatanlarından koparılmalarına, sürgün
edilerek birbirinden kopuk, dağınık bir şekilde yaşamak
zorunda bırakılmalarına, önemli bir asimilasyon sürecine
ve olumsuz koşullara rağmen; kültürel-toplumsal iç
dinamiklerini koruyarak ayakta kalmayı başarmışlar ve
toplum olarak da bir ust-kimlıkle kendilerini
"Kafkasyalı" veya "Çerkes" olarak adlandırmışlardır.”
Yazının tamamını okuduğunuzda sayın Bageoğlu’nun
Dönüş’ün temel ilkeleri ile çelişen ancak Türkiyelilik
paradigması ile uyumlu, Türkiye’de kendilerini
önemsetmeyi amaçladığı gözden kaçmayan bölümler de
bulacaksınız.
Sayın Jane’nin “cerkes.net” sitesinde okuduğumuz “Çerkes
Nüfusu İçin Yaklaşımlar” başlıklı yazısı ise “Dönüşü
gündemden düşürenler dönüşü dönüş yapanlardır” savımızı
kesinleştiren bir kanıt. Hayır nüfus konusunda
söyledikleri değil savımızın kanıtı yaklaşım. Dahası
nüfus sorununa yaklaşımını özellikle sayının
abartılmasının bizler için ne gibi tehlikeler
barındırdığı konusundaki çözümlemesini bütünü ile
destekliyorum. Ayrıca nüfusun abartılmasının bu yönüne
bu kadar kapsamlı olarak ilk kez dikkat çekildiği de
söylenebilir. Ya getirdiği çözüm önerileri...
Sanırım bu bölümleri yazının kendisinden izlemek daha
iyi olacak. (http://www.cerkes.net/cerkes/index.php/ozel/makale/249-cerkesnufusu-icin-yaklasimlar.html)
“Gerçeklere dayanmayan, ayağı
yere basmayan bir veri ile strateji geliştirilebilir mi?
Tabi ki hayır. O zaman neden devamlı sayıları şişirir,
öncelikle kendimizi kandırır dururuz?
Bu bizi yanlış yerlere götürmez mi?
Eğer Türkiye´de 10.5 milyon Kuzey Kafkasyalının
varlığını kabul edersek karşımıza neler çıkar:
1.
Osmanlı topraklarına sürülen Kuzey Kafkasyalılar hiç
nüfus kaybı yaşamamıştır.
2.
Bugüne kadar hiç kimse asimile olmamıştır,
asimilasyon denilen şey bize uğramamıştır.
3.
Büyük dağları da ben yarattım diyebilecek kadar
büyük bir güçtür.
Her şey yolunda gitmektedir ve dolayısı ile yapılması
gereken hiçbir şey yoktur, alınması gereken hiçbir
önleme de gerek yoktur.
Yani bu yalanla kendimizi kandırıp, bu sayının verdiği
mutlu bir rehavetle yan gelip yatılabilir!
Evet bu kadar gerçekçi bir çözümlemeden sonra gündeme
gelmesi gereken çözüm önerisinin dönüş olması gerekmez
mi? Eğer “kıdemli dönüşçü”lüğe terfi (!) etmeseydi
dönüş, sayın Jane’nin de aklına gelen ilk dahası tek
çözüm önerisi olmaz mıydı?
Ama dedim ya paradigma değişti eksen kaydı bir kez ve
dönüş gündemden düştü ve yanlış olmayan ancak söylenmiş
olmaktan öteye geçemeyecek şu çözüm önerileri geldi:
“Peki, tüm bu sayılar ne anlama geliyor?
1. Nüfusumuz 3 milyondur. Bu nüfusun 150 bini
köylerde geriye kalan 2 milyon 850 bini şehirlerde
yaşamaktadır.
2. Sürgünü takip eden ilk yıllarda köy kapalı
toplumu içinde, yine köy yaşantısına uygun olan, gelenek
ve göreneklerini korunabilirken artık şehirli
olunmuştur. Ancak günlük yaşamla ilgili gelenekler şehir
yaşamına uygun değildir.
3. Köylerde sosyal kontrol altında gerçekleşen
evlilikler yerini artık sosyal kontrolün olmadığı şehir
ortamında yabancı evliliklerine bırakmış, bu
evliliklerin oranı çok önemli boyutlara varmıştır. Her
yabancı evlilik, takip eden evlilikler için örnek
oluşturduğundan yabancı evlilik oranı katlanarak
büyümektedir.
Ne yapmalı?
1. Bir halkın geleceğini belirlediği için yabancı
kültürlerden evlilikleri durdurmak amacıyla kesin
kararlar alınmalı ve bu kararlara uyulması için ısrarlı
olunmalıdır.
2. Yasal olarak izin verilmiş bulunan Çerkesce
aile isimlerimizin soyadı olarak alınması gerekmektedir.
3. Şehirli nüfusa göre örgütlenmelidir.
4. Şehir nüfusu tespit edilmeli ve bu nüfusa
ulaşılmalıdır.
Özellikle evlilikle ilgili itirazları şimdiden
duyabiliyorum…
Bu güne kadar durumun fazla farkında
olamadan-bilinçsizce yapılmış olan evliliklere
denebilecek çok şey olamaz. Onlar bizim insanlarımızdır.
Ancak artık ayan beyan ortada olan bir gerçeği hiç kimse
göremiyorum diyemez.
Peki bu gidişe dur demek gerekmez mi? Öncelikle buna
karar vermek gerekiyor.
Eğer cevap “evet” ise, “bu yok oluşa dur demek
lazım” diyebiliyorsak, başka yolu yok!
Cevap “hayır” ise, bu gidişatla yok olmayız
diyebilen varsa beri gelsin…
Cevabı “hayır” olarak verenlerin bireysel
kararlarına saygı duyuyoruz, ancak bizim de
kararlarımıza saygı duymalarını rica ediyoruz…
Eğer bizi daha az sevip başkalarını daha çok
seviyorsanız, izin verin de bizlerin de sizleri daha az
sevme hakkımız saklı kalsın…
Pek çok kişi bu önermeleri çok keskin bulabilir. Zaten
son yılların modası bu. İşine gelmeyen gerçekleri kaçak
güreşmeden “ açıkça” savunanlar dedikodu
kanallarında keskinlikle suçlanır. Böylece uyumlu(!) bir
insan olma payesi de kendine çıkarılır.
Peki eğer bir gencimiz fazla bakınmadan “gönlüne”
göre bir yabancı evliliği yaptığında hep birlikte
düğününe katılıp biraz dans, biraz çiftetelliyi takiben
arkadaşımıza ayıp olmasın diye biraz da Çerkes düğünü
yaparsak, arkadaşlığımızda hiçbir değişiklik olmaz ise,
hiç tepki görmeden iki toplumdan da akrabaları olma
lüksü içinde şişinip durmasına destek olursak arkadan
gelenler için ne model oluşturmuş oluruz acaba?
Soyadına da itirazları duyabiliriz…
Soyadını almak ta nereden çıktı şimdi diyen, bu güne
kadar böyle idare ettik, benim resmi evraklarımı yeniden
yapmak zor diyen, Çerkesce soyadıyla iş bulamam diyen,
bu güne kadar herkes beni böyle tanımıştı diyen vs. vs.
bir sürü itirazı duyabiliriz.
Peki;
Soyadlarımızı alsak da bu halkın geleceğinde herkesin
birbirini hemen hemen tanıyabileceği ortamı yaratsak
kötü mü olur?
Gençler okullarında, iş ortamında birbirlerini
soyadlarından hemen tanısalar iyi olmaz mı?
Pek çok halkta yok iken bizde var olan ve binlerce
yıldır süren soyadlarımızın kaybolmamasını sağlamak
geçmişimize borcumuz değil midir?
Soyadlarını alıp birkaç resmi evrakımızı düzenleyip
halkımızın yaşamasına katkıda bulunmak, kendi halkının
devamını sağlayacak eş seçimini yapmak onun için savaşıp
ölmeye hazır olmaktan daha mı zor ?
Tarihi borcumuzun bilincinde, elimiz yüreğimizde, samimi
bir şekilde, yapılması gerekip de yapılması mümkün
olanları yapalım...
Görüldüğü gibi dün dönüşçü
iken, “tek yol başka yol yok” diyen, ancak
yurtseverimsi Cevdet Hapi ağabeyini dinleyip dönüşünü
erteleyen KAFFED Eğitim ve
Teşkilatlanma Sekreteri sayın Jane dönüşü yollardan
biri olarak bile saymıyor artık. Dahası kendi çözüm
önerileri için “ “bu
yok oluşa dur demek lazım”
diyebiliyorsak, başka yolu yok!”
diyerek dönüşü, bırakın tek
yol olmayı yollardan biri bile olmaktan çıkartıyor.
Böylesi ruhsal durumun kıskacındaki “kıdemli
dönüşçü”lerin tipik örneği Sayın Jane de, dönüş konulu
konferanslarda doğallıkla nasıl dönüleceğini değil,
nasıl dönülemeyeceğini anlatıyor.
23 Mart 2008 Pazar günü İstanbul Kafkas Kültür
Derneği’nce düzenlenen ve adı beni gerçekten çok
heyecanlandıran, Sayın Jane ve Sayın Huvaj’ın da
konuşmacı oldukları “21.
Yüzyılda Yüzü Kafkasya’ya Dönük Olmak” adlı
sepozyumda söyledikleri de bunun tipik örneği. Bunlar da
sizlere de yansıttığım eleştirimden bir bölüm:
http://www.circassiancenter.com/cc-turkiye/yorum/nh/097_sempozyum.htm
“125. yıl
etkinliklerinden bu yana en anlamlı toplantı olarak
değerlendirdiğim sempozyumda, ben de inanmışlığın altını
çizmiştim. Arkadaşlar yeterli işletme sermayesi olan bir
şirketin daha çok kar etmek için yapılması gerekenleri
planlayan şirket yöneticileri gibi konuşmuştu. Halbuki
ortada olmayan sermayesi idi. İşletme sermayesi olursa
ne yapılması gerektiği artık herkesçe biliniyordu.
Konuşmalar kitleyi nasıl ikna edecekleri üzerine
kurulmuştu. Halbuki ikna etmeleri gereken önce kendileri
idi. İkna olmak da sayın Cihan Candemir’in dile
getirdiği gibi illaki dönüş yapma koşuluna bağlı
değildi. Önemli olan yeni koşullara göre oluşturulacak
bir dönüş programına ne ölçüde katkıda
bulunabileceklerini açıklamaları idi.
En şaşırtıcı olanı, hiçbir kurumun dönüşü herkesin
valizini toplayıp anavatana dönmesi şeklinde sunmadığı
halde, dönüşçüyüm diyenden hemen dönmesi bekleniyormuş
izlenimi verecek söylemlerde bulunması idi. Sempozyumda
söylediğimi burada da yineleyeyim:
“Vallahi de, billahi de tallahi de valizinizi toplayıp
dönmeniz beklentisi içerisinde değiliz. Beklentimiz yeni
koşullara uygun dönüş programı oluşturması, ve herkesin
olanakları ölçüsünde bu programın gerçekleşmesine
katkıda bulunmasıdır.”
Evet önemli olan ,olayları
hangi paradigma ile değerlendirdiğimizdir. Paradigması
dönüş olanların, paradigması Türkiyelilik olanlarla
benzer olaylardan benzer sonuçları çıkartabilmesi
dolayısı ile eski dost, kardeş de olsalar ayrı
düşmemeleri mümkün değildir. Bunu yıllar yıllar önce
anımsadığım kadarı ile 976'da Antalya'da
gerçekleştirdiğimiz dernekler arası toplantıda İstanbul
Derneği delegelerinden kalışçı, hem de devrimci sayın
CERIŞ́E Selehattin de tam üç kez dile getirmişti. Ben de
henüz böyle bir yol ayrımına gelmediğimizin bilincinde
olan dönüşçüler adına tam üç kez itiraz etmiştim. Ama
uzun süredir sadece yol ayrımına değil sözün bittiği
yere de geldik bildiğiniz gibi...
Dolayısı ile günümüz,
herkeslerin birleşmiş gibi görünmesi değil,
paradigmaları faklı olanların yani zaten ayrı olanların
ayrı olunduğunun bilincinde olma günüdür. Ve özellikle
Paradigması Dönüş olanlar, yani gelecek kurgusu olanlar
bunun ayırdında olmalı, paradigması dönüş olmayanlarla
oluşturabilecek birlikteliklerin yapay olacağının
bilincinde olmalıdırlar. |