|
|
|
|
|
KAF-FED ORTAK
AKIL TOPLANTISI - ELEŞTİRİLER -2 |
22.12.2010 |
|
|
Dr. MEŞFEŞŞU
Necdet Hatam |
|
|
Eleştirilerim için “Bu ne
perhiz bu ne lahana turşusu” demiyorsunuzdur, umarım.
Çünkü önceki yazıda açıkladığım gibi görüş belirtmek
için tekerleğin kırılmasını beklemedim. Daha olumlu
sonuç için elden geleni yaptım. Olmadı, olamadı...
Ancak katılmadığım şeyleri dile getirmez susarsam ben de
yalan söylemiş olurdum. Ne demişti kısacık ama çok
anlamlı şiirinde Hapae Erhan:
“bazan,
öyle durumlarla karşılaşır ki insan
susarsa
yalan söylemiş olur şüphesiz.
koca bir asrı
yalan söylemekle geçirdik
demek biz...”
Yine “kral çıplak” öyküsü var biliyorsunuz... Peki
bizden de “kral çıplak” diyen biri çıkmasın mı? Ayrıca
benim susmam sadece yalan söylemek değil mücadele
geçmişimi de inkar olurdu kuşkusuz. Çünkü kırk yılı
geçkin sürede kimileri güzel, kimileri ağdalı, kimileri
hamasi, kimileri keskin hem de çok keskin bir çok güzel
sonuç bildirisi duydum okudum.
Topluma verdiği sözleri unutanların sayısı bildiğiniz
gibi sözünde duranların sayısından kat be kat daha
fazla. Dolayısı ile hiçbir toplantı gündemine “bu konuda
geçmişte kimler neler söyledi, neler gerçekleştirildi,
alınan kararların gerçekleştirilememesinin nedenleri ne
idi” gibi bir durum değerlendirilmesi konuşulmaz. Her
seferinde yeni uyanılıyor gibi başlanır. Bunu hep
yaşadım, yaşıyorum. Benim gibi olayları yaşayanların
benim aldığım dersleri almayışlarına da hep şaştım,
şaşıyorum...
Kimi kazalar da, denizin iki kıyısında, adlandırmanın
olduğu gibi uygulamaların da farklı oluşundan, biraz da
benim daha anavatan insanı gibi düşünmeye başlamış
olmamdan kaynaklanıyor sanırım. İşte Sonuç Bildirisi’nin
yayımlanma şekli de böylesi bir kaza sanki.
Doğrusu daha ilk oturum açılışında moderatörümüz sonuç
bildirisinin yayımlanmasından önce toplantıda
konuşulanların dışarıda konuşulmaması uyarısını yapmış
içimden ben de uygun bulmuştum. Buna da kendi adıma
uydum. Toplantıya ilişkin görüşler benim yazımdan önce
çeşitli platformlarda yayımlandı biliyorsunuz.
Dahası Ortak Akıl dendiğine göre ancak sonuç bildirisi
doğrultusunda konuşulacağı kararı da alınabilir,
savunulabilirdi. Ancak bu kararın alınabilmesi ve karara
uymayanların ayıplanabilmesi için, sonuç bildirisine
anavatanda verilen önemin verilmesi, anavatanda
hazırlandığı gibi hazırlanması, anavatanda onaylandığı
gibi onaylanması, sonuç bildirisine katılmayanlara da
katılmadığını belirtebilme şansı tanınması gerekirdi.
Denizin bu yakasında sonuç bildirisi taslağı
katılımcılar toplantı halinde iken mutlaka okunur,
ekleme çıkartmalar yapılır, genel hatları ile oylanır,
daha önce seçilmiş olan redaksiyon komitesine metni
redakte etme ve yayımlama yetki ve görevi verilir.
Buna karşın, taslağın önceden hazırlanamamış olmasını
çok yadırgamadım. Bunun, bildiriye daha çok, konuşulan
konuların temel alınmak istenmesinden kaynaklandığını
düşündüm. Konuşmaların çoğu da kesinlikle katılmadığım
görüşler olduğu, toplantı formatı da yanıtlama şansı
tanımadığı için toplantı dağılmazdan önce bildiriye
muhalefet şerhi koyabileceğimi dile getirmiştim. Ayrıca
ben bildiri taslağının katılımcılara iletileceği ve
görüşlerimizin alınacağını da ummuştum. Ancak daha hızlı
olsun istendiği için olsa gerek bu uygulamaya gidilmedi,
onay alınmadığı için de sanırım, sonuç bildirisinin
girişine “katılımcıların düşünce ve ifade
nüanslarının saklı olduğu” kaydı kondu.
Dileğim bu bağlamdaki eleştirilerime özel bir anlam
verilmemesi, özellikle dostlarımca “bir katılımcının
saklı düşünce ve ifade nüansları” olarak
algılanmasıdır...
Evet ne yazmalı, nasıl başlamalı diye düşünürken akla
gelenleri daha önce “Kafkas Derneği II Gençlik
Toplantısı” bağlamında yazmış olduğumu anımsadım. Sözünü
ettiğim toplantı tam dokuz yıl önce düzenlenmişti.
Düzenleyen gençlerin bir bölümü artık büyümüş ancak
üzülerek belirtmeliyim ki fikren küçülmüş olarak Ortak
Akıl Toplantısı’na da katılmış, çok büyük bir çoğunluk
da zaten çoktandır görünmez olmuşlardı.
- 21 yy’da derneklerimizin vizyonu, misyonu ne
olmalıdır?
- Anavatan’a dönüş olanakları / Dönüş için altyapı
çalışmaları, gibi İki ana başlığın tartışıldığı
toplantının sonuç bildirisinde de de insanın içini
ısıtan, biraz saf ise eğer geleceğe umutla bakmasını da
sağlayacak aşağıdaki paragrafa da yer verilmişti:
“Hiç kuşku yok ki gerek Türkiye diasporasında,
gerekse Türkiye dışındaki diasporada iki önemli misyonu
toplumsal örgütlenme anlayışından ötürü dernekler
üstlenmek durumundadır. Bunlardan ilki ‘diasporada
kültürel ve toplumsal kimliğimizi korumak ve
geliştirmektir.' Diğer önemli ve vazgeçilmez misyonu ise
'anavatanla ilişkileri geliştirmek, göç olgusunun
sağlam, bilimsel ve rasyonel altyapısını oluşturmaktır.'
Örgütlerimizin bu iki konunun hem diasporada hem de
anavatanda var olma/yok olma noktasında temel
belirleyici olduğunun bilincine ulaşılması, toplumumuzu
da ulaştırması gereklidir.”
Ancak ben bildiğiniz gibi yıllardır bu işin içindeyim.
Halkımızı, insanlarımız tanıyorum. Pek de saf sayılmam.
Yeri geldiğinde de eleştiriden hiç çekinmem. Gençlik
toplantısı sonuç bildirisini de dostlarımın acımasız
bulacağı kadar sert eleştirmiştim. Yazı çok uzun ve
halen CC'de yayında olduğu için sadece giriş ve sonuç
bölümünü aldım:
.
“Kasım'ın ilk günlerinde Ankara'da idim. Kafkas
Derneği Gençlik Toplantısı konuşuluyordu yöneticiler
arasında. İstanbul'daki derneğimiz yöneticilerinin
toplantıya katılma istekleri olduğundan söz ediliyordu.
.
Yöneticilerin sadece açılışa katılacakları, sonra
gençlerin, sorunları kendilerinin tartışması olanağının
sağlanacağı söyleniyordu. Aynı gerekçe ile olsa gerek,
tartışılacak konunun pek uzağında olmadığımı bildikleri
halde, toplantıya davet almadım. Normalde, toplantıya
kalmam, Maykop'a dönüşümü ertelemem için ısrarlı olurlar
diye düşünüyordum. Ne de olsa, Kaf-Der'in de üye olduğu
DÇB'nin, başkan yardımcısı idim. Adigey Cumhuriyeti
Anavatana Dönenler Vakfı başkan yardımcısı idim.
"Anavatana Dönüş Olanaklarını" tartışacakların, bu
görevlerimi önemsemeseler de, 92'de anavatana dönmüş
olmamı, on yıldır Maykop'ta yaşıyor olmamı
önemsemelerini bekledim, yanıldım. Doğrusu garipsedim
de...
Defalarca anavatanda bulunmuş, konuyu yıllar boyu
defalarca tartışmış, anavatana dönüş yapıp sonra yeniden
Türkiye'ye dönmüş büyüklerin, deneyimlerini gençlerle
paylaşmak istemeyişine anlam veremedim. Ama amaç;
herhalde gerekeni yapmak değil "yaparmış gibi" görünmek
idi. Öyle olunca da deneyimli büyüklerin toplantıya
katılmaması doğaldı elbette ki... Benim gibi, üzerinde
konuşulacak sorunu, kişisel düzeyde olsa da çözebilmiş
olanların, anavatanda yaşıyor olanların ise toplantıda
bulunmaları değil, bulunmamaları daha iyi olurdu.. En
azından, yapılabilecekleri yapmıyor olmanın verdiği
suçluluk duygusunun rahatsızlığını azaltırdı...
Evet sevgili gençler. Toplantınızı gerçekleştirmiş,
coşkulu konuşmalar, tartışmalar yapmış, halk adına büyük
işler başarmış olmanın huzuru ile evlerinize, işlerinize
dönmüş olmalısınız. Büyükleriniz de böylesine önemli bir
toplantı için sizlere ortam hazırlamış olmanın, dönüş
yolunda önemli gelişmelere vesile olmanın mutluluğunu
yaşıyorlardır herhalde. Benim gibilerin eleştirileri de,
müşkülpesent birilerin sevimsiz sözleri olarak
değerlendirilebilirse, mutluluk da sürgit olur. Kendini
kandırmaca da...
Ancak, ben sözlerimi anlayacak samimi gençlerin de var
olduğunu biliyor, onların uzak olmayan bir gelecekte
yollan üzerindeki engelleri ayıklayacaklarına
inanıyorum. Çünkü ben de döneminde, anavatandaki
akrabalarımız ile mektuplaşmaya karşı, anavatana -görmek
için bile olsa- gidilmesine karşı, anavatandan gelmiş,
kanımızdan olan insanların ağırlanmasına karşı,
anadilimizle okuyup yazma öğrenmemize karşı, kısacası
Çerkeş varlığımıza karşı "büyüklerimizin(!)"
engellerini, sayısı çok az olan gerçek büyüklerimizin
yol göstericiliğinde, aşabilmiş gençlerden biriydim.
Ancak doğrusu, kimin kim olduğu netleşinceye kadar,
günümüz samimi gençlerinin görevi daha zor. Değişen
dünya koşulları ulusal-kültürel varlığımızı korumanın
geliştirmenin tek yolunun Anavatana Dönüş olduğunu bütün
çıplaklığı ile ortaya koyduğu, Anavatana Dönüşü
güçleştirmek bir yana, çok kolaylaştırdığı halde neden
mi göreviniz daha zor? Çünkü bizim gençliğimizde,
bizleri engellemeye çalışan -kimileri günümüzde de taze
güç desteklerle görevlerini sürdüren- "sayın
büyük!erimiz(i}" açık oynuyorlardı.
Ulusal kültürel varlığımızı yaşatma, geliştirme
çalışmalarımızı engelleyici tavırları netti.
Yürüyüşümüze de umdukları kadar engel olamadılar. Ama
sizlerin "sayın büyükleri (!)" öyle mi ya? İşin en acı
yönü, çok ince taktiklerle Dönüş'ü engellemeye
çalışanların, azından Dönüşü desteklemeyenlerin
arasında, hem de en ön saflarda, geçmişte birlikte
mücadele ettiğimiz eski Dönüşçülerin de bulunması. Kim
bilir; belki de bu engelleme çabalarının nedeni,
anavatana dönenler, yerleşenler, mutlu olanlar
çoğalırsa, kendi utançları da büyür korkusudur. Ancak
hiç kuşku duyulmasın, günü gelecek bu eskilerin kimler
olduğu daha açık konuşulur yazılır olacak. Son
yıllardaki davranışlarının, daha önce söyledikleri,
yazdıkları ve yaptıkları ile ne kadar çeliştiği ve
çözümü nasıl geciktirdikleri de belgeleriyle ortaya
konacaktır.
Aslında bunların kimler olduğunu bilmeniz, kimin kim
olduğunu anlamanız için, önceki yayınlarımızı okumanız,
günümüzdekilerle karşılaştırmanız yeterli sevgili
gençler. Daha kestirme olanı ise, toplantınız öncesi ve
sonrasında gerçekçi uyarıları yapmayan, toplantınızı
başarılı sayan her ''eskiyi'', bu kategoriye koymanız.
Neden mi? Bildirinizi birlikte değerlendirerek bunu daha
iyi anlatabileceğimi umuyorum. Bildirinizin eleştirisine
geçmeden önce küçük bir açıklama: Aslında bildiriyi
okuduğum günden beri, sizleri üzmeden, az üzerek,
yanlışlarınızı sizlere nasıl anlatabileceğimi düşündüm,
durdum. Metni birkaç kez yeniden yazdım. Bu arada
1946'da doğmuş, Adigece alfabe hazırlayıp
yaygınlaşmasına çalışmak dahil halkının her türlü sorunu
ile ilgilenmiş bir yurtseverle Antsuekhue Hacıbeç ile
tanıştım. Doğumunun155. yılında, örnek yurtseveri anma
etkinlikleri çerçevesinde yayınlanan yazıları okudum,
araştırma enstitümüzün gerçekleştirdiği bilimsel
toplantıya katıldım. Çok da etkilendim. Bir ömür; bu
kadar dolu, bu denli halk yararına da yaşanabilirmiş
demek. Eleştirileri yalındı, dolaysızdı. En çok
etkilendiğim yönlerinden biriydi bu. Döneminde, belki de
eleştirilerinin çok acımasız, kendisinin çok kaba olduğu
düşünüldü. Ancak doğrusu; benim, konumumuzun dolaylı
anlatıma tahammülü kalmadığına olan inancımı pekiştirdi.
Sonunda, sert, kaba olarak değerlendirilebilecek
olmasına karşın, eleştirilerimin yalın, dolaysız olması
gerektiği sonucuna vardım.”
Burada bildirinin her paragrafını uzunuzun eleştirip
ekledim:
“Sonuç:
Ne yazdığımın bilincinde olarak, altını çizerek
yazıyorum; toplantıyı bu şekli ile düzenleyenler,
bildiriyi ağdalı sözcüklerle bezemeyi, somutta bir şey
söylememe yöntemi olarak seçenler sorunumuzu sorun
edinmiyorsunuz. Kültürümüzü yaşatma-geliştirme konusunda
samimi değilsiniz. Sorunlarımızın çözümü konusunda
araştırma yapmak bir yana, tablet haline getirilmiş
bilgileri bile görmezden geliyorsunuz.
Elbette ki, havanda su dövüyorsunuz. Evet sevgili
gençler; bana göre, nerdeyse her cümlesi bilimsellikten
uzak, toplumu aptal yerine koyan bildirinizi öfkeme
hakim olarak defalarca okudum. Sindire, sindire okudum.
Sizlerin de eleştirimi sindire, sindire okumanızı
diliyorum. Öfkelenmeden okumanızı diliyorum. Bütün
samimiyetimle de yanılgımın mutluluğum olacağını
ekliyorum.
İnternetle ulaştığım bildirinize ilişkin eleştirilerimi
tam böyle noktalamıştım ki, Nart Dergisi'nin son iki
sayısı geçti elime. Eleştirilerimde ne kadar haklı
olduğumu perçinleyen epeyce kanıt vardı dergilerde. En
can alıcı olanından başlayalım. Sorunumuzu sorun
edinmediğinizi, samimi olmadığınızı ileri sürmüştüm. Bu
konuda gösterilebilecek sayısız kanıttan sadece biri.
Derginizin yirmi altıncı sayısında, "Kafkas Derneği III.
Gençlik Toplantısı" duyurusunun da yer aldığı dergide
rastlantıya bakın ki Kabardey-Balkar Cumhuriyeti dönüş
yasası da yayımlanmış. Bir benzeri de 1997 yılında
Adigey Cumhuriyeti'nde kabul edilen yasanın birinci
maddesini anımsatayım sizlere. "Anayurda dönecekler;
bu yasa, 19.yy'da Rus-Kafkas savaşları ve onun devamında
Kafkas halklarına yapılan zulümler sonucunda KBC'ni terk
eden ve başka ülkelere yerleşmek zorunda kalan
yurttaşlarının çocuklarına anayurtlarına kesin dönüş
hakkı tanımaktadır."
Şimdi; bu yasadan, benzer olanaklardan,
cumhuriyetlerimizin üyesi olduğu Rusya Federasyonu
Federatif yasalarından, Türkiye-Rusya Federasyonu
ilişkilerinden vb söz etmeyenler ya da bunları
bildirilerine yansıtmayanlar; anavatan'a dönüş
olanaklarımı araştırma konusunda samimi olabilirler mi?
Hıraca Alper Kahraman'ın değerlendirmesinden bir
paragraf: "Bir sene önceki toplantıya göre tansiyonu ve
heyecanı daha düşük olan bir toplantı mahiyetindeydi.
Katılımcıları önemli bir kısmının ilgisinin kesintili
olması sonucu bazı konuşmacıların, yarısı boş bir salona
konuşma yapmak zorunda kalması can sıkıcı bir tablo
oluşturdu. Gençlerimizin toplantıya, ilk akşam
düzenlenen 'Düğün'e gösterdikleri ilginin çok altında
bir ilgi ile yaklaşmaları, hatta toplantı devam ederken
küçük düğünler kurmaları artık bizler için alışılagelmiş
bir davranış biçiminin tekrarıydı."
Bu tablo da konumuzda samimi olunmadığının bir
göstergesi değil mi? Bu tablonun sonuç bildirgesi de
ağdalı sözcüklerle bezenmiş içi kof bir bildiri olmaz
mı?
Yine Alper'in değerlendirmesinde samimi gençlerin
bulunduğuna olan inancımı pekiştiren pasajlar da var.
"Evet, toplantı esnasında salonda boşluklar vardı.
Heyecanı düşük seyreden bir toplantıydı. Ancak bu
boşluğa ve ilgisizliğe tepkisini dillendiren, heyecanını
salona yansıtan, düşünce, soru, eleştiri ve önerilerini
de yüksek sesle dile getirmeye çalışan gençler de vardı
bu toplantıda". Toplantı esnasında, heyecan ve samimiyet
eksikliği üstüne yapılan heyecanlı ve samimi
sorgulamalar, sorunlarımızı gerçekten sahiplenmeye
başlayan ve toplumsal bir çözümleme arayışını benimseyen
bir gençlik potansiyelinin ortaya çıkmaya başladığının
habercisidir. Umulan şu ki; tamamen öznel ve baltalayıcı
yaklaşımlar, olumlu saydığımız bu yeni sayılabilecek
kavrayış biçimini ve hareketlenmeyi sekteye uğratmasın
ve şu an sadece potansiyel olarak görebildiğimiz bu
kıpırdanmalar kendilerini doğru kurumsal yapılar
içerisinde ifade edebilsin."
Neğuey Hicran Bolat yazısından yaptığım şu alıntı da
havanda su dövüldüğünün kanıtı olarak alınamaz mı? ''İki
yıldır yapılan 'Gençlik Toplantıları' biz gençlerin
fikirsel bazda ne kadar üretimde bulunduğumuzu ve eğer
üretimlerimiz var ise bunları ne derecede hayata
geçirdiğimizi belirtmek amacıyla organize edilmiş
platformlardır. Amaç toplantıya katılan her katılımcı
gencin söyleyecek bir sözünün, hayata geçirmeye niyetli
olduğu bir projesinin olmasıdır. Ancak ne yazık ki iki
yıldır gözlemlenen tablo fikirsel üretimlerimizin
katılımcı sayısı ile paralel olmadığıdır.Tabi bu da akla
şu soruyu getirmektedir: Acaba bu tablo biz Çerkes
gençlerinin şu anda içinde bulunduğumuz durumu mu
yansıtmaktadır?"
Eleştirilecek birçok yönü olmasına karşın Kanşaw
Püç'ün yazısından yaptığı şu alıntı ise samimi
olunmadığı konusundaki eleştirimle birebir çakışmıyor
mu? Kendisi ve benzerleri de varlığına inandığım,
çoğalacaklarını umduğum samimi gençlerimizin örnekleri
değil mi? "(...) İki ana başlık altında birçok görüş
açıklanmıştır ama benim dikkatimi en çok çeken
'Anavatana Dönüş' konusuydu. Tüm gençlerin anavatana
dönüş konusunda aynı düşüncede olmaları ve herkesin -bu
görüşlerin- yanında dönüş için çözüm yolları önermeleri
çok güzel bir şey. Ama herkesin, her zaman ki gibi güzel
hayaller peşinde koşması beni biraz üzdü. Çünkü dönüş
konusunda herkesin samimi olmadığın gördüm."
Setenay Nil Doğan’ın yazısını da iyi incelenirse
hastalığı bütünü ile açıklayabilecek bilimsel başlayıp
öznel biten bir yazı olarak değerlendirdim. Evet yazının
"Geleceğe Dair" alt başlığına kadar olan bölümü
değerlerimizin diasporada yaşatılamayacağının
kanıtlandığı bir bölüm olarak değerlendirilebilir.
Ancak Setenay hanım, değerlerimizin geliştirilerek
yaşatılabilecek tek yerin anavatan ve sorunumuzun tek
çözüm yolunun da "mümkün olan en kısa sürede en çok
sayıda Çerkes'in anavatana sağlıklı dönüşünü sağlamak"
olduğunu söyleyemez. Bu çözüm yolunu doğru bulmak bir
yana varlığından bile habersiz görünür, çözüm olarak
olmayacak duaya "amin" der, bizlerin de demesini ister.
Sekiz maddede özetlediği yapılması gerekenleri
Türkiye'deki Çerkes diasporası "kaçınılmaz değişimi''
biraz olsun kontrol altına alabilmek için yapmalıdır.
Sorum da şu; insanımız "kaçınılmaz değişimi" yani etnik
kültürel değerlerimizin yok oluşunu "biraz olsun kontrol
altına alabilmek için" önerilen çalışmaları yapar mı?
Bizce yapmaz, yapmıyor ve kan kaybı da son derece yoğun
bir şekilde sürüyor...”
Evet değerli arkadaşlar!
“Uzun ince bir yoldayız, gidiyoruz gündüz gece”. Sabırlı
olmalıyız... Yazmadan, yargılamadan önce okumalı
öğrenmeliyiz... Sadece söyleyip yazmakla kalmamalı
düşündüklerimizi gerçekleştirme yolunda etkinliklerde
bulunmalıyız... En önemlisi aldığımız kararları
verdiğimiz sözleri unutmamalıyız. Günün birinde daha
önce söylediklerimizin, yazdıklarımızın, karşımıza
çıkacağının bilincinde olmalı ona göre konuşmalı ve daha
az atıp tutmalıyız...
Not:
Kaf-Der II Gençlik Toplantısı;
katılımcılarını ve konuşmaları merak edenler için:
http://www.kafkasfederasyonu.org/genckaffed/2001/index.htm
sonuç bildirisi ve eleştirilerimizi merak edenler için:
http://www.circassiancenter.com/cc-turkiye/arastirma/0083_kafkasya_dernegi_2_genclik_toplantisi_
sonuc_bildirgesi_hakkinda_dusunceler.htm |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|