Aylarca öncesinden CC'nin
onuncu yılı için yazı yazacağınızı bildiğiniz ve de çok
istediğiniz halde yazıyı son güne kadar yazamamak…
Nedeni acaba başlıktaki giz mi?... Evet CC’yi kurup
2003 yılı 9 Mart'ında görücüye
çıkan üç yiğitten biri değilim. Biliyorsunuz onlar Kuban
Seauhmann, Erol Yıldır ve Murat Duman’dır.
Yani başlıktaki “benim” böyle bir sahiplenme
değil… Ancak, her gün yüzlerce kişinin yemek yediğini
biliyor olmamız çok sık yemek yediğimiz lokantaya
“benim” dememizi engellemiyor değil mi? Lokantanın
gerçek sahipleri, “benim lokantam” demenizi
yadırgamadıkları gibi bu sahiplenmeye sevinmiyorlar mı?
Her yayın organının amaçlarından biri değil midir
“benim” diye sahipleneceklerin sayısını arttırmak…
Evet, artık eminim, yazının gecikmesinin
nedeni de başlıktaki bu giz. CC'nin
kurucularından biri değilim. Ancak CC’yi o denli sevdim,
CC de beni o denli benimsedi ve katılımcıları da beni CC
ile o denli bütünleştirdi ki CC benim. Bu durumda yazı
sadece içerden birinin yazabileceği gibi olabilir mi? Ya
da sadece dışarıdan birinin yazısı olabilir mi?
Olamazdı, olmadı…
Ben yaşta olanların bilgisayar, internet
ve sanal dünya ile ilişkilerimizin, gençlerimizinki
kadar yoğun olmadığını kim bilmez… Onların bilgi ve
becerileri sanki doğmazdan önce kazanılmış. Bizimkileri
sonradan ve el yordamı ile kazanıldığı kesin. Dolayısı
ile sanal ortama, göreceli de olsa gecikmeli olarak
düşenlerdenim. Uzunca bir süre genç arkadaşların
ilgilendiğim konulardaki çıktılarını okumakla yetindim.
Sonra arkadaşların ısrarı ile “Marje” platformu ile
tanıştım ve ilk yazım da epeyce uzun oldu. Alışkanlık mı
oldu nedir yazılarım genelde sevenlerin bile
yakınacakları kadar uzun oluyor.
Daha sonra yine arkadaşların uyarısı ile
CC’yi gördüm ve görür görmez de içine düştüm. Yönetimin
ehil ellerde olduğu belli oluyordu. Önce okuruydum
severek okudum yazıları… Sevgili Kuban’ın yazıları kısa
ve özdü. Özdü diyorum çok uzun süredir, gerekçesi haklı
olabilecek de olsa bizleri yazılarına hasret bıraktığı
için. Özellikle yazılarının sonuna eklediği, çok uzun
yazılarla ancak anlatılabilecek derecede yoğun son
sözleri. İşte onlardan biri:
“Son
söz: Çerkes, önce kendini sorgulayandır.
(Kuban)”
CC’yi hazırlayanların ehil oldukları
hemen belli oluyor demiştim. Meğer Sevgili Kuban
Türkiye’de tam dört ulusal TV kurmuş bir kardeşimizmiş.
Artık biliyorsunuz benim sadece geceleri değil
gündüzleri de gördüğüm rüya anavatan merkezli uydu
yayın. Davet ediyorum, kabul ediyor. Heyecan dorukta.
İlginç rastlantı 2005 yılının tam bugünleri. Anadili ve
Yazını Haftası.
Yazışarak dost olduğumuz Sevgili Kuban
ile yüz yüze görüşüyoruz. Canlı yayın gibi. Gördükleri
karşısında büyüleniyor. Kanadalarda bulunmuş bir
kardeşimizin anavatanda büyülenmesi de doğrusu beni
sevindiriyor. Çok kısa süreli gezi boyunca çok yer
görüyor. Çok güzel fotoğraflar çekiyor. Giderken de foto
röportaj yaparım umudu ile kamerasını bana bırakıyor.
Maalesef bir röportaja bile imza atamadan kamera düşük
model kalıyor. Ama konuşurken, yürürken, etkinliklerde
yer alırken tek bir şeydi düşlerimi süsleyen. Dünyanın
her yerinden izlenebilecek bir televizyon ve dünyanın
her köşesinden dinlenebilecek güçlü bir radyo. Gerçekte
umut da hiç yok değildi. O yıllarda cumhuriyetimizin
başkanı Hazret Şewmen Rusya Federasyonu’nun sayılı
zenginlerinden idi. Neden denemeyelim, neden olmasın.
Radyo-Televizyon Kurumu başkanı ile görüşüyor
anlatıyoruz. Şewmen başkana öneriyi mutlak hazır bir
proje ile götürme kararı alıyoruz. Sevgili Kuban birkaç
yüz bin dolara ancak hazırlatabileceğimiz projeyi hem de
üç ay gibi kısa bir sürede hazırlayıp gönderiyor. Ancak
çabalarımız sonuç vermiyor. Ama düşlerim kesintisiz
sürüyor.
İşte bu Mıyekhuape günlerinde perçinledik
Kuban ve CC ile dostluğumuzu, birlikteliğimizi. Geçen
sürede de daha bir pekişti dostluğumuz. Çoğu daha önce
konmuş ve şu adreste
http://www.circassiancenter.com/cc-turkiye/info/Duyurular/002.htm
bulacağınız ilkeleri, azıcık katkı ile ben de
benimsemiştim çünkü.
CC’nin verdiğimiz linkte göremeyeceğiniz,
yani yazılı olmayan en değişmez ilkelerinden biri asla
salt okuyucu sayısını arttırmaya yönelik yayın
yapmayacak oluşuydu. Bu Dönüş de olsa CC tek bir
görüşün sesi olmayacaktı.
Hamasete hiç prim verilmeyecek, zor olan
yapılacaktı. Güncel önemsenecek, nasıl bir saldırı
gelirse gelsin gerçek bildiğimizi yazmaktan
çekinmeyecektik.
CC katkıda bulunan her değere teşekkür
edecek, birliktelikten duyduğu mutluluğu dillendirmekten
yüksünmeyecek, ancak her ne nedenle olursa olsun
ayrılanların arkasından da ağlamayacaktı.
Öyle de yaptı ve kimileri benden önce,
kimileri benimle aynı günlerde kimileri de benden sonra
büyük katkıda bulunan katılımcılarla birlikte CC büyüdü,
büyüdü. Yüzlerle başlayan günlük tıklanma sayısı birkaç
binleri buldu. Gün geldi açık e-mail adresi ile üye
olanların sayısı on bine yaklaştı. Ayrılmalar oldu ama
CC küçülmedi.
Kendisi CC’nin bu direncini salt ilkelere
bağlılıkla açıklama eğiliminde olsa da ben, gelişmeyi de
bizden ayrılan ve halen çoğu başka sitelerde kalem
oynatan çok sayıdaki usta kaleme karşın en büyük
kalabilmesinin nedeni kesinlikle Sevgili Kuban’ın büyük
özverisi. Bu ilkelerin, katılımcıların yazılarının
düzeyli olmasının önemi olmadığı gibi algılanmaz
sanırım. Ancak malzeme ne denli iyi olursa olsun aşçı
çok önemli değil mi. Aynı malzemeyi kullanan her aşçı
aynı lezzette yemek yapabiliyor mu? Peki yemeğin lezzeti
yanında saatinde yetişmesinin, sunuluş şeklinin önemi
azımsanabilir mi? Bunlar iyi olmazsa etin en iyisi
kullanılsa bile müşteri toplanabilir mi? Kısa bir
süreliğine toplansa bile çabuk kaybedilmez mi?
Mıyekhuape ziyareti sonrası Kuban Bey
beni köşe yazısı yazmaya da ikna etti. Ve ilk yazım,
dağarcık adını verdiğimiz köşede 26 11 2005’te
yayımlandı. Sonrasını bilenleriniz var artık “Türkiyeli
Çerkes Çemberi” ve “Anılara Dolanık Yürümek” adları ile
yayımlanmış iki kitabım, en az oylumlu iki kitaba
yetecek birikmiş yazım var. Yaradan’ın bildiğini kuldan
niye saklayayım. Bunlar hep CC ve elbette ki Sevgili
Kuban’a borçluyum.
CC yayına başladığında çok sözü edilen
sitelerin adları pek anılmıyor artık. Yükselişini
engellemek isteyenler de hep oldu. CC yayımlanmış her
yazısını kaynak gösterme zorunluluğu olmaksınız
alabilirsiniz derken, kaynak göstererek bile bizden yazı
yayımlayamazsınız diye uyarıldığı oldu. Kuban Bey’e ve
bana yakıştırılan güzel sıfatlar işin cabası.
Azıcık server kirasını yatırmakta
zorlandığı, değerine inananlardan bu kira karşılığı
azıcık yardım aldığı oldu. Buna karşın CC reklam almayı
hiç düşünmedi. Parayı verenin düdüğü de elimize
tutuşturmasından hep çekindik, çekiniyoruz.
CC projeleri hep ses getirdi. CC güzel
dostlukların oluşmasına da vesile oldu. CC’den ayrılan
ancak birbirlerine bağlananlar oldu. Bizden ayrılıklara
üzüldük ama birlikteliklere de sevinmezlik etmedik.
Üretenlere hep saygı duyduk.
Anavatan hep önceliğimiz oldu. Daha çok
üreten daha büyük saygıyı hak ettiği için, var olma
yolunda direnen anavatan insanına saygımız, yok oluşun
kıyısında olduğunun bilincinde olmayan diaspora insanına
olan saygımızdan hep daha büyük oldu.
Anavatan bekçisi kardeşlerimizin
anlamadıkları dilde, izlemedikleri sitelerde
eleştirmenin eleştiri değil, dedikodu olduğunu hep
vurguladık. Böyle yapanlara geçit vermedik.
Rahmeti İsmail Berkuk’un “Her Adığe
Çerkestir. Her Çerkes Adığe değildir” sözünün bilinen
anlamının “galat-ı meşhur” olduğunu yani yanlış olduğunu
anlatabildik ve bu sözün tedavülden yani kullanımdan
kalkmasını sağladık.
Der demez yazının okunamayacak kadar uzun
olacağı korkusuna kapıldım. Oysa ben, CC’nin marka
oluşunu sağlayan değerli katılımcılarımızdan, çok önemli
projelerimizden de söz edecektim. Ama sanırım bunları
gelecek yazılara bırakmak daha iyi olacak.
Ancak dileğimiz her zaman olduğu gibi
bizleri yalnız bırakmamanız. CC ile nasıl tanıştığınızı,
sizin için anlamını, eksiğini, beğendiğiniz yönlerini
bizlerle paylaşmanız… İnanın bu sadece CC’ye değil, onan
da öte halkımızın gelişimine katkı olacaktır.
Gelişip geliştiren, çoğalıp çoğaltan,
saygı duyup saygı derleyen, öğrenip öğreten, sevip
sevdiren, Anavatan merkezli çabaları önceleyen
çizgimizle ve sizlerle nice on yıllara… |