...................
...................
PALAVRA YARIŞMASI  -1
Erhan Hapae
12 Şubat 2009
                         
...................
...................
Konu hakkında yazan katılımcılarımız:
KUŞHA Faruk Özden, B. Atcı, Wubıh, Özarslan, Ahçıps, Misafir, M. Emin Yaşar, Khalejj, Okur, Ptlıjı, Talebe, Adigezeky, Hukla, Tatış, Adıgebze, Mefewun Nartan, Dzibe, Bjintsine, Tlaps, CERICE Selahaddin Şekercan, Monark, Necdet Hatam, Batıray Özbek, Turgut Janxot
                     
CircassianCanada Notu: Aşağıda yayınlanan metinler Denetim Kurulu Üyelerimizce denetlenip yayına verilmiştir.
                     

Değerli arkadaşlar,

Her millette olduğu gibi biz Çerkeslerde de fena değildir bu konu. Bizim Abzeghlerde Hatkolar iyidir bu konuda benim bildiğim, ayrıca Zıbelerde fena değilmiş.

Olgun Özbaş'ın anlattığı bir Hendek yöresinin hikayesi vardı ki, gerçeküstü bir şeydi. Olgun'a ulaşamıyorum ama Apsuwa arkadaşlardan bilenler vardır. Buraya yazarlar ise sözlü edebiyat yazılı edebiyata dönmüş olur.

Kabardey kardeşlerimizde iyiler Allah için şimdi. KUŞHA Faruk'un dağarcığında vardır bir şeyler.

Değerlendirme yine CC okurları tarafından yapılacaktır.

Kolay gelsin arkadaşlar


KUŞHA Faruk Özden
12.02.2009

Sayın Hapae,

Değil palavra atmak, başkasının attığı palavraları da aktaramam. Orijinali tabii ki Adigebze olan fakat Kiril klavyesini yazmayı bildiğim halde buraya aktaramadığım için Türkçe anlatmaya çalışacağım.

Çok sevdiğim fabllerimizden biri:

Tilkinin at yemeyi öğretmesi

Tilki bir gün kurda misafir gider.

Kurt:
- Tilki sen hiç at yedin mi?

Tilki şaşkınlıkla:
- Yoook,hiç yemedim! der.

Kurt öne düşer ve tilkiyi bir tepeye götürür. Aşağı otlukta bir at sürüsü yayılmaktadır. Kurt tilkiye ''beni izle'' der.

Kurt, at sürüsünün etrafını koşarak dolaşır ve tilkinin yanına gelir ve tilkiye:
- Gözlerim kızardı mı, der.
- Kızardı.

Kurt yine at sürüsünün etrafını koşarak dolaşır döner ve tilkiye:
-A rkam girip çıkıyor mu?

Tilki arkasına dolanır.
- Evet.

Kurt yine at sürüsünün etrafını koşarak dolanı ve döndüğünde, tilkiye:
- Ense tüylerim kabardı mı, der.

Tilki:
-Vallahi kabardı...

Kurt ''öyleyse ben oldum'' der ve yılkının kenarında daha önce gözüne kestirdiği ata saldırır. Atı yıkar ve tlkiyi de davet eder. Beraber karınlarını doyururlar.

Tilki bu öğrendiklerini kime satsın? Tabii ki tavşana...

Tilki bir gün kendisine misafir gelen tavşana:
- Tavşan sen hiç at yedin mi, der.

Tavşan:
- Yook!

Tilki kurttan öğrendiklerini tavşana satacaktır. Onu yanına alır ve kurdun onu götürdüğü tepeye götürür. Aşağıda at sürüsü yine yayılmaktadır. Tilki sürünün etrafını koşarak dolanır ve tavşanın yanına gelir:
- Gözlerim kızardı mı, diye sorar.

Tavşan:
-  Yook der. Şaşkınlıkla tilkiye. Tilki daha şaşırmıştır, tavşanın cevabına. Olsa da olmasa da devam etmek zorundadır. Tilki at sürüsünü etrafını koşarak dolanır ve tavşanın yanına tekrar gelir ve sorar:
- Arkam girip çıkıyor mu?

Tavşan tilkinin arkasını dolanır fakat hiç bir değişiklik göremez.
- Yook! der. Tilkinin yapacağı bir şey yoktur. At sürüsünün etrafını koşarak dolaşır ve nefes nefse, tavşana:
- Ense tüylerim kabardı mı?

Yine şaşkınlıkla tavşan:
- Yook! der. Tilkinin yapacağı bir şey yoktur artık. Olsa da olmasa da der ve bir ata saldırır, at çifte ile tilkiyi fırlatır.

Tavşan koşarak yanına gelir. Yerde yatan tilkiye;
- Vallahi gözlerinde kızardı, arkanda girip çıkıyor, ense tüylerinde kabardı der.

Der demesine ancak tilki ruhunu teslim etmiştir.

Beğeninize sunuyorum.

Saygılarımla



B. Atcı
13.02.2009

İki Kabardey genci sohbet ediyorlarmış.

- Woley lazım benim dedemin bir shesi (at ahırı) varmış shıbz ön kapıdan girermiş arka kapıdan çıkarken yanında Nebğaf (tay) ile çıkarmış o kadar uzundu demiş.

- O da bir şey mi benim dedemin bir mesesi varmış evin avlusunda semaverle çay içerken şo dağın arkasında yılkısı vardı, atlardan birisi dağı aşmaya kalksa
dedem o mesesle atın burnuna vurup engellermiş, demiş

- Diğeri hadi lan demiş o kadar uzun mesesi nerede saklıyordu, diye itiraz edince,

- Ulen dedenin shesi ne gününe duruyordu orada saklıyordu, demiş.



Erhan Hapae
13.02.2009

Farukçuğum sağol ama bu yazdığın palavra değil masal.

Kueyeko Nalbiy'in 'Ölülerin Şarabı'ndan Günay Çetao çevirisi küçük bir alıntı size...

Adige savaşçılardan bahsediyor.

''İçlerinden bir yiğit günbatımına kadar zafere ulaşamayacağını anlayıp güneşi alıkoymak için atını gökyüzüne sürmüştü, ne var ki ışık gözlerini kör etti ve ayın ucuna çarptı. Yamçısının eteği diğer uçta takılı kaldı. Böylece tam yedi gün yedi gece ayın ucunda asılı bekledi. Ne zamanki yamçının bağları koptu, bütün o günler boyunca dizlerinin arasında tuttuğu atının üzerinde usulca yeryüzüne indi.''

Sevgilerimle



Wubıh
13.02.2009

Faruk beyin anlatısı yaşanmış bir gerçektir. Bahsi konu olay Nüfren vadisinde yıllar önce vuku bulmuştur. Tilkinin izini sürüyordum aylardır, Iğdır'da görmüştüm ilkin, tilkiyi. Böylece başlamıştı aramızdaki kovalamaca.

Bir akşam, hava yeni kararmıştı. Gerede tepesinde çadır kurmuş yatmaya hazırlanıyordum ki bu olayı gördüm Nüfren'de yaşanırken. Gözlerime inanamadım, güneş gözlüğümü çıkardım gözümden, bir baktım ki aylardır kovaladığım tilkinin ta kendisi.

Hemen toparlandım, tilki öldü bari kurt benim olur, dedim. Koşa koşa Nüfren'e vardım, tam o ara bir başka avcı avlamış benim canım avımı.

Bu olaydan geriye kalan tek şey ise, Faruk beyin anlatısıdır.


Özarslan
13.02.200

Sayın Faruk Özden hikayenizin 2 versiyonu var. Biri sizin arkam girip çıkıyor mu bu yaşıtlar ve bayansız ortamlardaki versiyon.

Diğeri daha resmi. Orda da arkam yerine ''burun deliklerim hızla açılıp oynayıp kapanıyor'' mudur.

Hayret bir Uzunyaylalı bunu nasıl kaçırmış.


Ahçıps
13.02.2009

30-35 kişilik Abhaz gurubu ufak bir yol kesme eylemi için hareket halinde iken 3-5 kişilik bir gurup tarafından faka bastırılıp soyulurlar. Abhazlar çar-nacar geri dönerler ve olayı hemen anlatmaya başlarlar.

'Biz gidiyoruz 30-40 kişilik tenhamı tenha bir gurup karşıdan geliyor kalabalık mı kalabalık bir gurup. Silahları istediler verdik  Ceketleri istediler verdik. Pantolonları istediler verdik  Atları zaten aldılar. Eğerr kiii silahların kılıflarını isteselerdi ufak bir harp kopacaktı...''



Ahçıps
13.02.2009

Adigey'de iki Adige bir meyhaneye gider sonuna kadar kafayı bulurlar. Çıktıklarında gökteki bir cisme bakıp tartışmaya başlarlar bu aydır, güneştir, diye.

Bir türlü anlaşamazlar.

Bu arada Nalçik'ten Adigey'e gelip gitmekte olan bir Kabardey karşıdan gelmektedir. İki Adige aralarında karşıdan gelen Kabardey'i hakem yapmaya karar verirler.

İkisi birden Kabardey'in önüne çıkıp gökyüzünü gösterip; şu gökteki cisim ay mıdır güneş midir, diye sorarlar.

Kabardey adamların haline bakar konuyu kavrar ve yanıt verir.

- Beyler bana niye soruyorsunuz? Ben buralı değilim ki.


Erhan Hapae
13.02.2009

Arkadaşlar Ahçıps önde gidiyor, Abazalarınki de iyi ama Kabardey muhteşem.

Sevgiler



B. Atcı
13.02.2009

Arkadaşlar sayın Hapae fıkra demedi yawe. Müslüman'a zarar vermeyen cinsten palavra (mavra) yarışması.

Sayın Hapae eskiden haçeşlerde mevzu tıkandı mı veya gerilim oldu mu ya shıkepshe çalınırdı veya bir nüktedana palavra attırırlardı. Kıxedze derlerse bu ikisinden birine geçilirmiş. Acaba CC'da da aynı durum mu oldu diye düşündüm.



Ahçıps
13.02.2009

Gezgin ve sokak dövüşü ustası bir Amerikalı Adigey'e turist olarak gelir, yer, içer, bol bahşiş verir. Oteline dönmek için bir meyhaneden çıkar.

Bu zengin Amerikalıyı gözüne kestiren 2 Adige, ''şundan gündelikte olsa bir şeyler koparalım'' diye yolda karşısına çıkarlar.

İşaret diliyle Amerikalıdan para isterler. Amerikalı oralı bile olmaz. Bizimkiler biraz üsteleyince Amerikalı ikisini yan yana gayet seri bir hareketle serer ve ellerini çırparak -bu da bu kadar dercesine- ''Yeeesss'' diye bağırır.

Bunu duyan iki Adige birbirine bakarak asfaltta yüzme figürleriyle oradan sürünerek uzaklaşırlar.

Epeyce uzaklaştıktan sonra Adigelerden biri ''yeter artık uzaklaştık'' der ve dururlar.

Diğer Adige ''vallahi yeess, dedi düz asfaltta yüzdük ama dalın deseydi ne yapacaktık diye epey düşündüm ama neyse ki onu demedi'' der...


Ahçıps
13.02.2009

Sayın Hapae güzel bir konu açmış ama bazen incitici olunabilir korkusuna kapılıyoruz. Aslında meşhur Teyyo pehlivanı aratmayacak şahsiyetler bizlerde de vardı.

Ben, kabak kökünden çıkan sürgüne 2 günde tırmanıp, üzerine merdiven koyup içinde ayrı bir dünyanın olduğu ''şöe xadze''nin yapıldığı, orduların cenk ettiği ama kahramanımızın ana kraliçeye pas vermemesinden dolayı o dünyadan atıldığını, söyleyen abartıcılarımızı dinledim.

Av hikayeleri ise anonim sayılır ama bizdekilerde bir başkadır hani.

Mesela; dev ayının diline iple düğüm atıp onu işkenceyle kapısının önüne getiren, ayının eşinden 30 kovan kara kovan balı alıp ayıyı serbest bırakan mavracılarımız da vardır.

Atıcılık ve atçılıktaki hünerlerimiz ise anlatılamaz.

Bu konular çeşitli mitolojik dini hikayelerle karışmıştır.

Mesela atının kendisini jandarmalardan kurtardığını iddia eden mavracılarda gördük.

En yaygın olanı ise Kayseri'de ya da Kahramanmaraş'ta nasıl ağırlandığını, şerefine nasıl her gün nışı/aşta kesildiğini ballandıra ballandıra anlatanları gördük.

Gerçekte kahramanımız kaldığı evin kümesindeki tavuklar bittiğinde misafirliği bitirmiş hatta ev sahibine ''eee artık kümeste tavukta kalmadı'' demiştir.

Abartı bazen realize edilir.

Meşhur hikayedir; Düzce Abhazlarından birinin yolu Eskişehir'e düşer. Kendini tanıtır, ağırlanır. Bu arada bir eşek görür ve Düzceli hemen silahına asılır zavallı eşeği vurur. ''Abhaz köyünde eşek olmaz, şanımıza yakışmaz'' der. Dahası ''belli asaleti taşımayan at bile Abaza köyünde tutulmaz, rüzgar yapar'' diye sözünü bitirir.

Abaza'ya ilgi daha da artmıştır. Misafirlik biraz daha uzar. Neyse Abaza yarım ağızla ''bize de buyurun. Hani kuzum gencin vakti saati belli olmaz'' der gider.

Bir müddet sonra Eskişehirli Abaza'nın yolu Düzce'ye düşer. Abaza'yı arar ama ara ki bulasın. O meşhur asil atlardan da eser yoktur. Neyse Eskişehirli evine döner.

Eskişehir'de sorarlar nasıldı oradaki atlar, diye.

- Sormayın bizde bir eşek vardı onu Düzceli vurdu ama Düzce'deki eşekleri vura vura bitiremezsin...

Birde anonim yönü olsa da definecilerimizin abartıları vardır. Bunların bir kısmı alıntı da olsa bize özgü yönleri de ağırlıklıdır.

Örneğin ghuaşe otuna basıp kaybolan, ta ki ezan sesine kadar kendini düğünde zanneden, yemek yerine aslında at gübreleriyle haşır neşir olan, cinlerin düğününe katılan uyandığında ya ağaç kovuğunda ya da bir mağarada olan kahramanlarımızda vardır.

Fenerli dede vudı. Gızmal hikayeleri biraz mitoloji, biraz anonim ve çoğunluklada mavra karışımıdır.

Ben şimdi bunlardan birini yazmaya kalsam uzun iş valla hayırlısı...


Ahçıps
13.02.2009

Merhabalar,

Köyümüzde kalabalık sülale olarak bizim sülale Shaşok-Abzegh ve Tseğoşlar vardır. Kulakları çınlasın Ekrem amca oğlu da arkadaşımdır; tavuk keseyim, tosun keseyim, dedikçe babamlar ''tmeşdeg'' diye kapatırlardı ağzını. Hep gülüşürlerdi, anlam veremezdim hiç.

Gençlik yıllarımda köye gittiğimde kimlerdensin, diye sorduklarında sülalemi söyleyince ''Ptsivuslerdensin yani'' dediler anlam veremedim. Ekrem amcanın oğlu ile beraber büyüdük. Yanımda aynı şekilde ona da takıldılar. Bu işin sırrını öğrenmem lazım ben bir Çerkes olarak Tseğoşların hikayesini anlatayım.

:-)))

Ekrem amca köye ne misafir gelse hemen ağır thamade görünene bölüşmek için atlarmış; ''bize gelin şöyle tavuk keseriz, kuzu keseriz'' diye. Tabi misafir hemen atlarmış. Gel zaman git zaman bu işin sırrını misafirler kahve konuşurken ortaya çıkmış. ''Akşam ne yediniz''diye sorduğunda birisi; Yaaawww, demiş kuzu diye gittik ama nasibimize kuru çıktı demiş. Ekrem amcayı sıkıştırınca geçek ortaya
çıktı. Herkes meğerse kuru fasulyeye kuzu, nohuta da tavuk dermiş. Misafir gittikten sonra oturur kıs kıs gülermiş... Çok cömert adamım ben, diye.... Allah hepsine sağlık versin..

Not: ''Bizimkilerinkini bizimkilerden'' versiyonlarını duyunca ileteceğim söz....

Sağlıcakla...


M. Emin Yaşar
13.02.2009

Bir palavra daha....

İstanbul Küçükköy'de GOP derneği yakınında yaşayanlar bilir bir kahve vardır. Kocaman tabelası vardır Kafkas Kıraathanesi yazar. Bir masada arkadaşlarla oturmuş iddialı bir oyun oynuyoruz harala gürele. Selamünaleyküm, dedi bir ses döndük aleykümselam dedik.

- Arkadaşlar biraz zamanınızı alabilir miyim müsaade ederseniz.
- Buyurun
- Ben Kayseri'nin meşhur Çerkes peynirlerinden satıyorum, diye garibim Kabardey'im ilk bizim masaya sokuldu.
- Allah, dedim. Kayseri mi? Meşhur olan peynir mi, dedim. ''Dünyaca meşhur Çerkes peyniri Kayseri'den çıkar'' demez mi küfür eder gibi..

- Ne özelliliği var bu peynirin Dinozor sütümü bu koyun inek sütü neticede
- Çalıntı sütten yapmışsınızdır vs...
-  Adama sütün inek, koyun anatomisinden Kabardeylerin at binişlerine kadar iki saat anlattırdık. Kim nereden gelmiş ne kadar uzun yaşamış, ne kadar sağlığa yararlı, kolesterol faydası, satmak için nasıl samimi sallıyor, çatlama üzereyiz...

Tam o sıra kahveci geldi ''Mamav kuayexe, hajığeyi nesiğa fayexe karokej (Mamov amca köylerden peynir, yumurta, mısır unu getirir satar, direk rekabet)'' dedi. Bizim Kabardey peynirci dükkanına peynir satmaya geldiğini anladı. Saatlerce gülüştük, garibim tabelayı görmemiş. Peynirlerini aldık ama en az 3 kalıp peynirini kahveye tattırdık, meşhur Çerkes peyniri diye... Adamın peynirine herkes bir yorum yaptı ''ne biçim peynir'' diye adam müşteri kızmasın diye alttan alıyor ama yedi bitirdi kendini, kavga etmemek için zor tuttu...

Karşılıklı Kabardey-Abzegh palavraları arasında peynir ticareti hepsi satılmış olarak bitti...

Selametle...


Ahçıps
13.02.2009

Ruslar uzaya ilk kozmonot Yuri Gagarin'i göndermişler. O zamanki basın yayın iletişim imkanlarıyla tüm Sovyet halkına olay duyurulmuştur.

Nihayetinde konu bizim yaşlı Kabardey'e ulaşır.  Yaşlı Kabardey gayet keyifle ''villahi bizim Kabardeylerin gitmeyeceği yer yok'' der...



Ahçıps
13.02.2009

Abhazya'nın üzüm bağları meşhurdur. Abhaz ayhabı asmayı budaması için bir Laz ile anlaşır. Laz asmaya çıkar budamaya başlar. Bu arada gözle kaş arasında sağanak bir yağmur yağar. Her taraf sel, çamur olu. Laz işçiyi indirmek isterlerken oluşmuş çamura saplanır.

Birkaç Abaza onu çıkarmaya çalışırlar ama çıkaramazlar.

Abhaz ayhabı olaya dahil olur. Gelir o da uğraşır ama yine işçiyi çıkaramazlar çamurdan.

Ayhaba Abhaz der ki; ne kadar oldu bunun çamura saplandığı?

Bir buçuk saat, diye yanıtlar gençler.

İhtiyar ''tamam o zaman bırakınız kuzum, o çoktan kök salmıştır'' der...


Khalejj
13.02.2009

Yaşanmış olaydan aktarıyorum...

Doksanlı yıllar Kafkasya'dan ekiplerin geldiği köylerde heyecanla ağırlandığı yıllardır.

Yine bir meşhur ekip bir köyde ağırlanmaktadır.

içki su gibi akmakta, muhabbet koyumu koyu.

Ancak şişede durduğu gibi durmuyor meret. Bir misafir diaspora ile Kafkasya'dakileri kıyaslıyor. Hiçbir benzerlik, yakınlık ilgi alaka kalmadığını iddia ediyor. Bizim diasporikler de ''illa biz aynı kökteniz'' diye bir şeyler ispatlamak için uğraşmakta. Misafirde ısrarla ''hiç bir benzerlik yok aramızda, biz farklı dünyalardanız'' demektedir.

Bu arada diasporiklerden birinin ''yahu bu komünistlerde insanmış hem de aynı bizim gibiler'' demesi ortamı yumuşatır.

Bizim misafir Kafkasyalı da Türk içkilerinin etkisiyle artık isyanları oynamaktadır.

Misafir bir söyleyeceğim var diyerek kalabalık gurubu durdurur. herkes can kulağı ile onu dinlemeye hazırdır.

Ayağa kalkan misafir ısrarla gökteki dolunaya bir kaç dakika bakar bunun etkisiyle herkes yüzünü gökyüzüne dönmüş dolunayı seyretmektedir.

Bir müddet daha geçer misafir nefis bir hitabetle; ''her şey bir yana, sizin ayınız ne kadarda bizim ayımıza benziyor ''diye gökyüzünü işaret eder. Sinirler boşalmış, herkes yerlerde kahkahalarda gülmektedir.

Bu arada misafir ''bu sizin dediğiniz benzerlikle aynı değil'' dese de artık onu kimse duymaz. Herkes birbirine sarılır ve geceyle beraber şafak sökene kadar eğlence devam eder...


Erhan Hapae
13.02.2009

Yuri Gagarin aya indiği sabah birde bakmış ki, Baksan'lı Kabardey kadınlar yola dizilmiş elma satıyorlar.


Ahçıps
13.02.2009

Nerde organik elmalar...


Khalejj

13.02.2009

Bu yazacaklarıma ister palavra deyin, ister mavra ya da benim asla gerçekleşmeyecek hayalim. Adı ne olursa olsun fikri hür yorum adamına göre değişir ama her halükarda atış serbest.

Bir seferinde -yıllar önce- Kafkasya'daydım. Toplanmış ufak tefek yazar çizer takımı. Ne olacak Adigey bir avuç, Kabardey bir karış yer. Toplanmış mühim zevat bende acizane misafirim işte.

Takdim ettiler bir gurup insanı bunlar; Ş'enıghe Lej diye biliminsanı mı ne işte. Pek önemsemedim.

Kimler mi vardı, neler mi yaptılar kısaca anlatayım size.

Önce gözüme Hançeriy çarptı. Şöyle kenarda oturuyordu. ÇUYEKHO Yunus ''Kırmızı Ev'' adlı romanından biraz okudu ama bana ağır geldi ''kes'' dedim. Peşinden HADAGHALHE Asker çok ciltli ''Nartlar''dan birkaç hikaye okudu. Teşekkür ettim. Döndüm ÇÇERAŞE Tembot'a ''Şu Kızlarımız adlı hikayenle şu Tek Atlı'yı kısaca özetle, dedim. Kırmadı beni sağ olsun.

Baktım ŞOCENTSIKU Ali sus pus. Ona da ''Khambotre Latsere''yi özetlettim.

Değişiklik olsun, dedim. BİTSU Anatole'ye rica ettim, bir iki şiir okudu. Fena değildi. MEÇBEŞ'E o zamanlar bu kadar meşhur değildi; ''sen dedim sıranı bekle''.

KHUYEKHO Cahfere sen şu Adige-Tatar ilişkileri hakkında bir roman yaz, dedim. Olur, dedi. Blaner Zışalhfıghem Yekuıjı işte o zamandan sonra yazıldı.

Bir ara Adige Devlet Tiyatrosu geldi. NATXHO Devlethan'dan HATKO Ahmet'ten TSEY İbrahim'den kısa parçalar sergiledi. Teşekkür ettim.

Piposu elinden düşmeyen, ince, zayıf biri vardı. Bu kim, dedim. KHUYEKHO Nalbiy, dediler. İyi tamam, dedim. Pek ilgilenmedim.

Kabardey gurubu ilerleyen saatlerde izin istedi, müsaade ettim. KİŞOKO Alim, TEUNE Haçim, NALO Ahmethan, ELGAR Kaşif, THAGHEZİF Zubeyr hatırladıklarım...

UTIJ Boris rahmetli ile ŞORTEN Askerbi onlar kaldı, müsaade ettim.
Arada ANZERIKHO Çeslaw

Bir kısa konser verdi önemsemedim. Dimitri Kestan ile JANE Kırımız'da ordaydılar ama biraz tutuk gibi geldiler bana...

Bu arada KOŞBEYE Pşımaf ''Mefibl Way Ve Ççıfe'' adlı eserlerini bana sundu. Güzel güzel, böyle devam et, dedim.

EŞŞINE Hazret'le KHUMPIL Kadirbeç'i biraz onere ettim. Misafirim hepte azarlamak olmaz ya...

ŞHALAHO Abubeçir geldi. ''Ben Türkiye'den HAGUR Ahmet'i, HATKO Ömer Seyfettin'i araştırıyorum'' dedi. Sinirlendim. Başka işin mi yok, dedim. Çok canım sıkıldı ama ''neyse'' dedim...

Arada bir bir hikayeci, Adige halk hikayelerinden örnekler okudu ''XHUÇÇ Tıghujj'', ''YESEMIKHO Yesxot'' dedi 'MEFAKO Wurusbiy'' dedi. ''Ya ne zaman biter bu'' dedim. ''Arşivde dahası var ama burada bir kaç bin sayfa hazırda var'' yanıtı geldi. ''Yeter yevmiyecimi tuttunuz beni'' dedim.

Meşhur ekipler varmış. Nalmes, Yislamey, Kabardinka falan. Kalsın izleyemem, dedim. Biraz kırıldılar ama renk vermediler.

İşte ''okuma yazman var mı bilmiyoruz ama biraz kitap verelim'' dediler. Kaç tane kitabınız var, dedim. Abarttılar biraz. Milyonlarca kitap basıldı anadilimizde, dediler. Bende ''ne bu ya... Ben kargo gemisi sahibi miyim?'' Nezaketen bir iki tane verin, dedim. Bir kaç alfabe kitabı verdiler.

Bir ara ZERAMIKU, TIGHUJJ, HAPAÇE Peneşuı, WUTSUJIKHU Aqile adını taşıyan yazar çizer takımı kendini tanıttı. Ne diyeyim, mecburen katlandım.

en çok köylü lheptserıkho ismaili tuttum.garibandı ama kendi çapında mütevazı biriydi.

Bu ara TOLUISTEN Yusuf gelmez mi! ''Geç kaldım, özür dilerim'' dedi. Neyse yaşına verdim, dedim. O da biraz edebiyattan söz etti fazla uzatmadım. ŞEŞ'E Kazbek diye biri geldi. Eleştirmenmiş. ''Bana göre, diye başlayınca ben ''eleştirmeye değer yazar yok'' dedim, konuyu kapattım. Mahcupça ''misafir bilir'' dedi. Bende uzatmadım.

Arşivden, sözlü arşivleri istettim. Takdim ederiz, dediler. Khızbeçin Destanı'nı hazırlayın götüreceğim, dedim. Hayhay, dediler.

Arşivleri de varmış. Pöh yani.

Bakan, eski başbakan, biliminsanı, ressam, yazar, sporcu bir çok insan hepsi Adigece konuşuyorlar. Ne bu ya, dedim. Açıktan nasıl Adige'yiz dersiniz, dedim. Bölücülük yapmayın. Bak biz Türkiye'de bölücülük olmasın diye aile adlarımızı kullanmıyoruz. Medeni olun biraz, dedim. Sustular tabi, ne olacak...

Şimdi bunlardan pek çoğu sağ değil biliyorum ama anısı kaldı bende işte. Fena mı oldu... Bakın sizinle bile paylaştım.

Bir gecelik anı bu kadar.  Ben ise orada bir hafta kalmıştım. Bu kadarı yeterde artar, gerisini yazarsam propagandaya girer. Rusçu, dönüşçü falan derler. Neme lazım dikkatli olmak lazım.


Okur
14.02.2009

Rusya'nın glasnost döneminde bir Avrupalı gazeteci Şoçi'ye gelmiş.

Önce bir Rus'u çevirip sormuş "ülkenizdeki demokratikleşme hakkında ne düşünüyorsunuz" diye.

Rus tuhaf tuhaf gazetecinin suratına bakmış 'demokrasi nedir ki' demiş.

Gazeteci şaşırmış ama bir deneme daha yapmaya karar vermiş. Yoldan geçen bir Shapsugh'u çevirmiş bu kez.

"Ülkenizdeki demokratikleşme hakkında ne düşünüyorsunuz" diye sormuş.

Shapsugh tuhaf tuhaf gazetecinin suratına bakmış 'düşünmek nedir yaw' demiş.


Ptlıjı
14.02.2009

Şamil Gunip'te otururken, silahlı bir Rus süvari yüzbaşısı üzerine saldırmış. Şamil hızla kılıcını çekip savurmuş, yüzbaşı atıyla beraber ikiye bölünmüş.


Erhan Hapae
14.02.2009

Yahu KHALEJJ, muhteşemsin be yav. Devam et lütfen.


Khalejj
14.02.2009

Şimdi biri çıkıp ''Hatko musun, iyi attın'' demesin. Hatko değilim, Hatkoları da severim. Malum rivayeti bende biliyorum ama içeriğe dikkat edelim biraz.



B. Atcı
14.02.2009

Khalejj konuyu anlamış anladığım kadarıyla. Bu da normal, zira başlığı açan Hapae bile unutmuş konuyu. Fıkra rüzgarına kaptırmış kendini. Hapae de Abzegh olduğu için normaldir. KHALEJ de muhtemelen Hatko'dur, zira onlardan hep topçu çıkarmış. İyi atış yaptı da accık şüphelendim. :-)


Talebe
14.02.2009

Hapae de bizi palavracı yaptı ya, helal olsun doğrusu. Yani bir Mustafa Kemal Tamtürk'ün ünlü "yalandan kim ölmüş" sözünü bize mal etmediği kaldı!

Adımız çıkmış ya bir kere, ne yapsak değişmeyecek! Olsun, zaten Einstein bile "atomu parçaladım ama önyargıları parçalayamıyorum" dememiş mi? Şimdiye kadar yapılan 197 bin 725 bilimsel araştırma önyargıların kolay kolay kırılamayacağını ortaya çıkarmamış mı?

Şimdi size anlatacağım gerçekten yaşanmış bir olaya da siz inanmayacaksınız, biliyorum ama anlatması benden; inanıp inanmaması sizden.

Aslında bu başlık anlatacaklarıma uymuyor. Çünkü benim anlatacaklarım gerçekten yaşanmış ama tam tarihlerini bilmiyorum, onun için burada anlatmaya karar verdim.

Hikayeyi bana dedemin dedesinin babası anlatmıştı. Ona da dedesinin babası anlatmış. Ben onu görmedim ama dedemin dedesinin babası hala yaşıyor. Eğer bana inanmazsanız ona sorun. Anlatacağım her şeyi noktası virgülüne teyit edecektir.

Dedemin dedesinin babası halen Tikhya'da yalnız başına yaşıyor, küçük bir astro köyde. Bu köyler 3000'li yıllarda dünyanın her yerine yayılacak ama Tikhya'da çoktan kurulmuş. Dedemin dedesinin babasının esi rahmetli ninem gecen sene bir kaza sonucu ölmüş. Daha 923 yaşında gencecik bir kadınmış ama kaza geliyorum demez işte.

Laboratuarda moleküler biyoloji üzerinde araştırmalar yapıyormuş. Kubarij sıvısından çıkan ekzomanik mikros gazından zehirlenmiş. Aslında bu gazın zehirli olduğunu biliyormuş da ölümcül olduğunu bilmiyormuş. Tarihte bilimsel araştırma yaparken ölen ilk biliminsanı işte benim büyük ninemdir. Adına her yıl "Yılın Biliminsanı'' ödülü veriliyor. Bundan ben kendi adıma gurur duyuyorum...

Dedemin dedesinin babası, -ismi Kurantav- büyük ninemle tanıştığında henüz 628 yaşında bir gençmiş. Büyük ninem bu deneyi yapmadan önce büyük dedem Kurantav kendisini uyarmış, o gazın 127 yıl önce bulunduğunu ve çok tehlikeli olduğunu söylemiş ama ninem onu dinlememiş.

Zaten o zamanlar kadın erkek eşitmiş. Kimse kimseyi azarlamaz, dediğim dedik olmazmış.

Her evde bir laboratuar varmış ve kadınlar da en azından her gün birkaç saat bilimsel araştırma, laboratuarda deney vs yapabilsin diye erkekler günde üç saat çocuklara bakmak, yemek yapmak, bulaşık yıkamak zorundaymışlar.

Yedinci kuşaktan dedem, ismi Akuray, Satürn'den gelmiş. Prensmiş. Bizim memlekette çok güzel atların olduğunu duymuş, görmek istemiş. Geliş o geliş! Ancak ailesine de çok bağlı olduğu için her gün uydu telefonuyla anne-babasıyla görüşmeye devam etmiş. O zamanlar uydu telefonuyla görüşmek zaten çok ucuzmuş. Dakikası 3 Kut (Kut o zamanlar geçerli para olan Tamtur'un % 1'ine deniyordu. Bir işçi ayda 4 bin 700 Tamtur kazanıyordu. Bir ekmek 2 Tamtur'du...)

Akuray dedem içki içmezmiş ve öyle yakışıklıymış ki (Hatkolar zaten yakışıklılıklarıyla ünlüdür Satürn'de) herkes kızını onunla evlendirmek istiyormus. Köyün yaslilari birgün bu sorunu cözmek ve Akuray dedemi evlendirmek için Tatramanteler Kurulunu (O zamanlar yaşlı bilgelere Tatramante deniyordu. Bir Tatramante dünyaya bedeldi) toplamışlar. Büyük dedemi büyük ninemle tanıştırmaya karar vermişler.

Büyük ninem, ismi Net, çok güzelmiş, çok zekiymiş, simsiyah saçları ayak uçlarına değermiş ama kimse onunla evlenmiyormuş. Çünkü 17. kuşaktan dedesi köleymiş. İsminin üç harfli olması da zaten köle kökenli olduğunu gösteriyormuş, çünkü kölelerin üç harften uzun isimleri olmazmış. Yasakmış! O  zamanlar bir kölenin kanının temizlenmesi için 33 kuşak geçmesi gerekiyormuş.

Tatramanteler kızın haline üzülüyorlarmış ama ellerinden de bir şey gelmiyormuş. Tapkeler (yasa gibi bir şey, tam ne olduğunu kimse bilmiyor) böyleymiş. Bir köleyle evlenmek olmazmış. Belki Satürn'de kölelik yoktur, tapkeler değişmiştir diye düşünmüşler.

Akuray dedem, Net nineme bir görüşte aşık olmuş. Köleliğin ne olduğunu da zaten bilmiyormuş (bilmeyenler için söylüyorum: Kölelik Satürn'de 17 bin 483 sene önce kaldırıldı!).

Akuray dedemi en çok etkileyen, güzelliğinin yanında Net ninemin fizik ve kimya üzerine yaptığı araştırmalarmış. Laboratuarını görünce ağzı açık kalmış. Gerçi o zamanlar her evde bir laboratuar varmış ama nineminki bir başkaymış. İşte aradığım kız bu, demiş ve evlenmeye karar vermiş. Hazırlıklara başlamışlar...

Önce her köye haber salmışlar. Bu, öyle kolay değilmiş o zamanlar. Çünkü Tikhya'lilar o zamanlar dünyanın her yerinde yasıyorlarmış, hatta her gezegende ve telefonla davet etmek "tuynepe" sayıldığı için (tuynepe, birine yanlış bir şey yaptığında söylenirmiş. Böyle yanlış yapana "tuynepe" deyince akan sular dururmuş. Hatta bir dedem bir gün bir Prensi tepikleyen bir ata "tuynepe" demiş de, at utancından intihar etmiş) her köye davete çıkılıyormuş. Asya'ya, Avrupa'ya, Amerika'ya, Afrika'ya... Merkür'e, Venüs'e, Satürn'e...

Düğün günü gelmiş çatmış. Önce davetlilere yemek verilmesi gerekiyormuş. 996 tane koyun kesmişler. O zamanlar bir koyun bugünün fili büyüklüğündeymiş. Ateş yakmak için Tezedeku ormanının yarısını kesmek zorunda kalmışlar. Ağaçların dallarını kesip atıyor, gövdelerini çaprazlamasına üst üste yığıyorlarmış.

Ancak tam ateşi yakacaklarmış ki, 996 koyunun sığacağı kadar büyük tencerelerinin olmadığını fark etmisler. Evdeki en büyük tencereye sadece 478 tanesi sığıyormuş. Ne yapalım, ne edelim, diye düşünürlerken, Tatramante Gosarisa Demirci Kiowa'ya gidilmesini önermiş. Kavga dövüş derken kabul etmişler öneriyi. Zaten fazla da vakitleri yokmuş. Yoksa böyle önemli sorunları tartışmak o zamanlar birkaç sene sürermiş. Sonunda zaten anlaşamazlarmış ama çözmek istedikleri sorun, sorun olmaktan çıktığı için tartışma bitermiş.

Demirci Kiowa'ya gitme isini Prof. Dr. Sertekuk'a vermişler. Sertekuk atlamış atına, dörtnala koşturuyor atı ama fazla vakti yok. Kamçısıyla dövdükçe dövüyormuş atı daha hızlı koşsun diye. Sertekuk ne yaptıysa olmamış. At saatte 800 km'den hızlı koşmamış. Bakmış olacak gibi değil, inmiş attan, almış sırtına ve başlamış koşmaya.

Varmış Demirci Kiowa'nin yanına, anlatmış derdini. Kiowa çok yardımsever bir adammış. Tikhya'lilari da severmiş. "Sorun değil" demiş ve 13 dakikada yapmış koca tencereyi. Sertekuk önce tencereyi almış sırtına, Demirci Kiowa da içine atı koymuş ve Sertekuk gerisin geriye köye doğru koşmaya başlamış. İşte saate 1270 km hızla yaptığı o ünlü koşuyu (bu rekor hala kırılamamıştır) bu sırtında koca tencere olduğu halde yapmıştır Sertekuk.

Tam zamanında varmış köye. Yakmışlar ateşi. Alevler Merkür'den görülebiliyormuş. Bir ara gökyüzünde bulutlar görününce yağmur yağacak diye üzülmüşler ama biraz dikkatli bakınca bunun Amerika'dan Tapachi'lerin yazdığı kutlama mesajı olduğunu anlamışlar. Bir de davet edilmedikleri için biraz sitem etmişler ama fazla da bozulmamışlar; çünkü bizde düğünlere yabancıların davet edilmediğini onlar da biliyorlarmış.

Hemen dedemler de yine dumanla "teşekkür" mesajı atmışlar ve bir gün politikacı veya işadamı olduklarında onları da düğünlerimize davet edeceklerine dair söz vermişler.

O zamanlar Tikhya'lilar yazılı sözlü, ateşli dumanlı her dili biliyorlarmış. Zaten okullarda en az 72 dil öğrenmek zorunluymuş.

Yemekler yenilmiş, teksimeler içilmiş ve düğün halakasi kurulmuş. Davetli herkes gelememiş ama yinede sırada 768 bin 341 genç kız ile 693 bin 458 erkek varmış. Temiyakotlar atlar üzerinde yönetiyorlarmış düğünü.

Alanı güneş enerjisi ile ışıklandırmışlar. Bu teknoloji hala bulunamadı ama o zamanlar bizde çok yaygınmış. Petrole çevreye zarar verdiği için kimse elini bile sürmezmiş. Zaten Tikhyalılar çevreye ve doğaya en duyarlı halktır. Bunu bütün biliminsanları da söyler.

Doğa ve cevre tatramantesi Tiray her eve güneş enerjisiyle çalışan sistemler kurdurmuş. Doğaya zarar veren plastik kesinlikle yasakmış. Çöpleri de kağıt, cam, yiyecek içecek artığı vs diye ayrı ayrı çöp kutularında toplar, kesinlikle birbirine karıştırmazlarmış.

Yemişler, içmişler, dans etmişler... Ancak çok içtiklerinden olsa gerek tan ağarırken uyuya kalmışlar. O zamanlar herkes bir düğünde en az 127 bardak teksime içmek zorundaymış ama o akşam her biri en az 186 bardak içmiş.

Bir ara uyanmışlar, bakmışlar etrafa. Ortalıkta birileri dolaşıyor. Trütkler, Traptlar, Trusplar... Hepsi yerlerden bir şeyler topluyor, Tikhya'larin ceplerini karıştırıp bulduklarını alıp kaçıyorlarmış. Kalkmak, "ne oluyor, ne yapıyorsunuz" demek istemişler ama ayağa kalkmaya takatleri yokmuş, tekrar dalmışlar uykuya...

Ne zaman uyanacaklarını dedemin dedesinin babası da bilmiyor.



Erhan Hapae
14.02.2009

Velehi B. Atçı söylediği iki konuda da haklı. Hem palavra ile mavrayı karıştırdığım konusunda hem de Abzegh olduğum konusunda. Bu ikisi birbiri ile ilişkili de olabilir ama tam emin değilim, belki de öyledir.

B. Atçı'nın ki sıkı bir palavraymış gerçekten ama Ahçıps'ınkide çok iyi bir mavra idi, kabul edin ki.

Yalnız Khalejj'in ikinci yazısı şimdiden bir başyapıt, Kuban'a rica edelim o yazıyı redakte edip ön sayfaya alsın veya (Çalej) kendi bir kere daha elden geçirsin yazıyı ve arşive girsin diye öneriyorum.

Hatkolar konusunda yanılmadığımızı Talebe ortaya döküverdi hemencecik ama fazla entelektüel bu Talebe'de yauv. Ula halk işi bi şey yok mu anlatacağın bize, halk halk deyip duruyorsun.

Yinede biraz uyanık olup hep birlikte fıkra düzeyine düşürmeden devam edelim derim ben ama biraz mavra serbest olsun.

Hepinize sevgilerimle.


Ahçıps
14.02.2009

Aşağıdaki gelişmeleri kronolojik olarak sıralamadım. Sıralamayı sevgili okurlarımızın mavra gücüne bırakıyorum. Mavra, palavra hep şu ana ya da geçmişe yönelik olmak zorunda mıdır? Biraz Nostramavra olsun.

Sevgili Necdet Hatam'ın dönün çağrıları her nasılsa yanıt bulur. Dönenler artık Adigey'e sığmaz olur, Kıyıboyu yerleşime açılır ama yeterli olmaz. Dağ taş dönüşçü olmuştur. Sayın Hatam isyan halindedir. Yahu bu kadarda çabuk olmazsa olmaz mıydı. Hatta hakkında soruşturma açılır...

Sayın Hapi kurulan ultra Shapsugh Kıyı Devleti'nin En Üst icra Kurulu Üyesi olmuştur. Her şey onun isteğine göre düzenlenmiş artık yazacak bir şeyi kalmamıştır. Artık o yeni ezberler arayan biridir bu arada arada bir sayın Hatam'la ne olacak bu Shapsughların hali, diye dertleşmektedir.

Samsun'dan şaceye kürek çekme anma günleri Adige Deniz Filosu'nca muhteşem şekilde kutlanmaktadır bu seneki kutlamaları 1. Kabardey Oshamaxue Amfibik Çıkarma Birlikleri organize edecektir.

Sayın Talebe tüm Teşkilatlar Genel Sekreteryası'na yükselmiştir. Ancak itirazı vardır. Kanaryaseverlerin briç kulübünün yönetiminden çıkarılmasını istemektedir.

Aborjin ve Apaçi teşkilatlarını da alt birimlere devredecektir.

Yaptığı Çerkes tanımı kabul görmüş. Dünyada herkes Çerkes sayılmakta aile adlarının sayısı literatüre yazılamayacak kadar çoğalmıştır. Artık yeni kayıtlar içim POŞETKHO ibaresi düşülmektedir.

Sayın Nartan kürek çektiği kayığı müze haline getirmiş. CC'nın sansürleyeceğini sandığı yazılar yazmakta ancak bir türlü sansüre uğramamaktadır. Son yazısı merakla bekleniyor. Sansür an meselesi deniyor.

Sayın Koçsav ve sayın Janxot'un başı dertte. Sayın Talebe'nin Çerkes tanımının kabul görmesi ile talep patlaması olmuş, pşı ve vork ihracı gündeme gelmiş, talep karşılanamaz olmuştur. Yakında fekolh sayısının bile vork olarak atanmaya ihtiyacı karşılamayacağı düşünülüyor. Zaten bir çok yerdeki vork açığı önümüzdeki 10 yılda kapanmayabilir.

Sevgili Nevzat bey uzun zamandır inzivada 40'lar meclisine karışmış manevi koruyucu olarak varlığını sürdürmektedir.

Sevgili Erhan Hapae için artık dünyada gözde şehir kalmamıştır. Abadzehkaya'da malikanesinde antik devirler devrim dönüş tarihi üzerine çalışmalar yapıyor.

Kafkasya'daki bütün yönetim binaları onun eseri uzaydaki yeni kolonilere yönelik şehir planlayıcısı olarak görev almıyor ısrarlara karşı nasıl dayanacak merak ediliyor.

Son alınan karar dünyayı şaşırttı. Büyük Birleşik Yanaşık Tarihi Adigey Devleti aldığı son kararla 1864'ten sonra sürülen her Adige'nin yaşadığı toprağı 1. derece SİT alanı ilan etti.

Buralar insandan arındırılıp, kutsal mekanlar haline getirilecek.Uzunyayla'nın öncelikli olması kararlaştırıldı.

Bazı yoğun nüfuslu bölgelerin koruma dışına çıkarılması isteği gündeme alınmadı. Karar uygulanacak. Bu kararla en çok Türkiye'nin sıkıntıya düşmesi bekleniyor. Karardan sonra Rusya Adigey'e 2.dereceden bağlılığı rica edip durumu kurtarmaya çalışıyor. Aynı kararı alacak ülke sayısı merak konusu. Uzmanlar söz konusu karardan Antarktika ve Kuzey Kutbu'nun etkilenmeyeceğini belirtiyorlar.

Sayın Keç-ı Süleyman Wubıhca'nın diriltilmesi konusunda tam yetkili ilan edildi. Projeye göre Wubıhca'yı öğrenen sayısı 50 bin kişiye ulaşırsa Wubıhya devreye sokulacak. Shapsughya'yla Wubıhya arasına sayın Kuban'ın tam yetkili müfettiş olarak atanması kesinleşti.

Xabze konusundaki belirsizlik sürüyor. Xabze koruma konseyi başkanı sayın Faruk Özden bazı yerel Afrika uygularlarının yerel xabze kabul edileceğini bu uygulamaların gri xabze kitabında yer alamayacağını, ancak pembe aday kitaba geçici madde ile yazılabileceğini belirtip tartışmaya son noktayı koydu.

Adigece'nin yoğun baskısı altında kalan dilleri korumaya yönelik olarak Adige hükümeti elinden gelen katkıyı yapacağını açıkladı. İngilizce konuşanların sayısı artık binlerle ifade ediliyor.

Halk Dansları Yüksek Kurulu, antik dansları korumak için acil müdahale eylem planı açıkladı. Kafe'ye karışan Önasya figürleri ile Lheperüş'e karışan Trakya havaları artık koreografiden çıkarıldı. Komisyon geçiş müddeti bile vermeyerek bu yanlışı yapanlara 10 yıl dans ve düğün yasağı getirileceğini ilan etti.

Flaş gelişme...

Sayın Talebe muhibbi Çerkes derneklerinin amacından saptığını açıkladı. Ayrıca yüksek xabze koruma mahkemesi bir Eskimo'nun Adigey'e yerleşerek tipik Eskimo evi iglo yaparak yaşamak için hükümet desteği alabileceği kararına vardı. Kararın sonuçları öngörülemiyor.

Nostra Mavralar şimdilik bu kadar...



Adigezeky
14.02.2009

Bu harikaydı yaaa. Sağ olasın Talebe. Eline, yüreğine sağlık.


Hukla
14.02.2009

Site içi mavra..

Sayın Talebe'nin yazıları kısa ve öz hale getiriliyor.

 
sayfa  1     2