Masonluk ve Din
Bizler insan olarak doğmuş bulunmanın ortak paydasında eşit ve
kardeşiz.
Hepimiz benzer biyolojik bileşimlerde, birbirini andıran iç ve dış
yapılardayız. İlk kez
girdiğimiz bir ortamda sadece sarı, siyah ya da kızıl derili
insanlar varsa ve tek tip giyinmişlerse onları birey olarak
ayırmakta güçlük çekeriz. Aramızdaki önemli ayırımlar sonradan
olmadır, eş değişle insanlaşma sürecinde ortaya çıkan karmaşık
sosyal, kültürel, dinsel, ekonomik ve politik yaklaşımların
belirgin kıldığı farklılıklardır.
Özgür Masonluk dinsel inancı değil, dinsel inanç doğrultusunda
insanlar arasında ayırımcılık yapmayı reddeder. Hangi dine bağlı
olurlarsa olsunlar, neye inanırlarsa inansınlar ya da isterlerse
inansınlar isterlerse inanmasınlar, din konusunu bireylerin kendi
vicdanlarına bırakır. Mason olmalarını dikkate almaksızın, tüm
insanların dinsel benimseyişlerini saygıyla karşılar ancak hiçbir
dinsel görüşün kendi değerlerini başkalarına zorla kabul
ettirmesini, yaşam biçimini diğer insanlara dayatmasını
benimsemez.
Dinleri ayırımcılığın, kaba gücün, kıyıcılığın, baskının,
korkunun, ölümün değil; sevginin, hoşgörünün, bağışlayıcılığın,
barışın, umudun ve yaşamın simgesi olarak görür.
İnsanlar ölüm karşısındaki çaresizliği, bu dünyadaki ezilmişliği,
benzerinden farklı yaşama zorunluluğunu, karşı karşıya kaldıkları
haksızlıkları ilahi adalet duygusu ve ölümden sonraki yaşam
inancıyla bir ölçüde hafifletebilirler. Bu umut; gereksinme duyan
her insana yaşam bağlarını kuvvetlendiren, verimliliği artıran,
yalnızlığı gideren bir destek sunabilir. Din insanlığın mutluluk,
huzur ve barış özlemlerine umut ve şefkat ışıltıları taşımalıdır.
Bu nedenle de din asık kara suratlı bir egemen değil, coşkulu ve
güleç yüzlü bir dost olmalıdır!
Nereden geliyoruz? Biz kimiz? Nereye gidiyoruz? Doğum ve ölüm ne?
Ya ölümsüzlük? Ruh nedir? Bu türden pek çok sorunun yanıtları
dinin yanında felsefe ve bilim tarafından da ele alınmakta ve
araştırılmaktadır. Ama felsefe ve bilim çok yavaş gelişir. Bu
sorulara bir anda yanıt bulamaz. Sınayarak ve yanılarak,
çelişkiler içerip onlarla gelişerek, bilimsel bilgi süreciyle
uyumlu olarak ve bilimsel yöntem gereği hep inceleyip irdeleyerek
sorular sorar, bilinmezi deşmeye ve aydınlatmaya çalışır. Kaldı
ki, deneye dayalı bilimsel yöntem ve bilimsel gelişim süreci çok
yakın sayılabilecek yıllarda insanlık sahnesinde yerini almıştır.
Eski çağlara ait sandığımız felsefenin tarihi de, insanlık tarihi
içinde daha dün denecek kadar yakın zamanlara dayanmaktadır.
İnsanlık, on binlerce yıllık bir zaman diliminde çok kolay
gelişmemiştir. Düşünce yapımızın temel taşlarını oluşturan
kavramların, insanlık sahnesinde yerini almaya başladığı bu
süreçte, yukarıdaki sorulara da yanıtlar aranmıştır. Korkular,
gereksinmeler, baskılar ve zorunluluklar; söylencelerin, ilkel
inanışların, çok tanrılı dinlerin ve yansımalarının, insanlığın
kültürel zenginlikleri arasında yer almalarına neden olmuştur. Tek
tanrılı dinlere geçildiğinde, çok öncelerden kalan inanç
sistemleri, uyumlu değişimlerle yeni kültür yapıları arasında yer
almış, insanlar farkında olarak ya da olmadan, eski inanç ve
birikimlerini yeni dinsel yapılanmalara taşımışlardır.
O günün koşullarında bireysel ya da kamusal çıkarlar adına alınan
bazı zorunlu kararlar, değişmez dogmalara dönüşmüştür. Çoğu zaman
insanlara öz anlatılmamış, şekilsellik ezberletilmiştir. Dinler
kökenlerindeki arılıktan zorunlu olarak uzaklaşmış, özlerindeki
sevgi değeri, güç sağlamak isteyen egemenlerin ya da ruhban
sınıfının özdeksel çıkarlarında zaman zaman aşınmıştır. Dinsel
uygulamalar bazı dönemlerde şefkat ve umut yerine korku
içermiştir. Ortaçağ Avrupa’sındaki Hıristiyan engizisyonu buna
verilebilecek anlamlı bir örnektir.
Bir dinin inançlıları kendilerine anlatılanları anlamadan ve
olduğu gibi kabul edebilirler. Ya da içeriğini anlamaya,
araştırmaya çalışabilirler. Özünü araştıranlara, tarihsel
süreçteki değişimleri inceleyenlere, bazı dünyasal uygulamaların
kökenine inmeye çalışanlara da rastlayabiliriz. Aslında dinle
ilgisi olmayan bazı benimseyişleri bulup ayıklamaya çalışanlar da
olabilir. Bunların hepsi, aynı dine inanmakla birlikte farklı
açılardan bakmakta, iyi niyetli inançlarının onları taşıdığı
farklı yerlerde durmaktadırlar. Masonluk, her konuyu sorgularken,
dinleri de felsefesel ve bilimsel bir bakış ile ele alır, inceler.
Özlerine ulaşmaya, tarihsel süreçteki gelişimlerini aydınlatmaya
çalışır. Yansız olmaya ve dogmalara kapılmamaya özen gösterir.
Özgür masonlar duygu ve inançlarını din konusundaki söylemlerine
yansıtmazlar, dinleri öven ya da yeren bir tutum içinde olmamayı
ilke edinirler. Özgür masonun birey olarak dine bakışı kendi
benimseyişleriyle sınırlıdır, Özgür Masonluğun dine bakışı ise
yansız, bilimsel ve araştırıcıdır Masonluk asla bir din değildir,
tüm dinlere aynı saygılı mesafeden bakan ve her konudaki dogmaları
sorgulayan bir düşünce disiplinidir.
İnsanoğlu sorduğu sorulara henüz açık yanıtlar bulamamıştır.
Yaşamın ve evrenin gizlerini aydınlatma çabası, bilimsel bilginin
gelişim sürecinde her geçen gün daha fazla birikim ve umut
üretmektedir. Ancak, bu güne kadar ulaşabildiğimiz bilgiler henüz
hayli sınırlıdır. Özgür Mason, bilgilerinin sınırlı ve yetersiz
olduğunun farkındadır. Evrenin, yaşamın ve insanın bilinmezleri
çoktur ve önümüzde durmaktadır. Bu bilinmezlerin tümüne; evreni
yaratan güce, yaşam denilen karmaşık düzene, insan olarak
taşıdığımız iç ve dış dünyaların büyüklüğüne hem sorguyla hem de
saygıyla yaklaşırız. Aklımızla sorgular, bilgelikle algılamaya
çalışırız. Ve tanımını yapamadığımız sürece, yaratıcı güce ancak
saygı duyarız. Adı bireyler tarafından ister Allah, ister Tanrı,
ister bilimsel gerçek ya da bir başka kavram olarak benimsensin,
biz onu “Evrenin Ulu Mimarı” simgesiyle anarız. Onun için biz
özgür masonlar, çalışmalarımıza Evrenin Ulu Mimarı simgesiyle
başlarız. Evrenin Ulu Mimarı simgesinde yer alan yetkinliğin
doruğuna, evren bilgisinin tamlığına ve varlığın kaynağına
ulaşmaya çalışırız! |