Türkiyeli Çerkes Çemberini kıramamışlar gbi düşünen
Sayın Ayhan Kaya’nın “Türkiye’de Çerkesler”
araştırmasını (!) okudukça, şaşkınlığım da artıyor.
Gerçeklerle çarpıtmalar ustalıkla harmanlanmış gibi...
Örneğin;
Osmanlı döneminde kurulan derneklerimizi kapatan,
kurucularını kovuşturan, açılmış okulları, yayımlanan
dergileri kapatan Türkiye Cumhuriyeti’nin, millet
anlayışı ile Osmanlı millet anlayışının birmiş gibi
sunulması:
“İlerleyen kısımlarda da ayrıntılı olarak anlatılacağı
üzere, ulus devlet inşa süreci açısından bakıldığında,
Osmanlı millet sistemini devralan Türkiye
Cumhuriyeti Müslümanlık-Sünnilik-Türklük üzerine kurulu
bir ulus inşa sürecine girerken müslüman unsurları bu
tanımın içine asimile etmeye çalışmış, sahip olduğu
bütünselci kültür nosyonunun sonucu olarak müslüman
olmayan unsurları, bu tanımın dışında bırakmaya özen
göstermiştir. Dolayısıyla Türkiye’de Müslüman unsurlara
yönelik uygulanan “asiamilasyon-entegrasyon”
süreçleriyle, Müslüman olmayan unsurlara yönelik
uygulanan “segregasyon” süreçleri biribirine paralel
olarak işlemiştir. Türkiye Cumhuriyet’nin uluslaşma
süreci bir anlamda Osmanlı millet sisteminin bir
devamı niteliğinde olduğundan, Çerkesler de çoğunluk
müslüman olduklarından ‘Türk’ kavramı içerisine asimile
edilmeye çalışılmışlardır. Yakın zamana değin Türk
çoğunluk içerisinde Çerkeslerin, farklı bir etnisiteden
geliyor oldukları gerçeği bu nedenle gözardı edilmiş
olsa gerek.”
Şimdi;
Türkiye
Cumhuriyeti’nin asimilisyaon politikasından söz ediliyor
olsa da TC.nin Osmanlı Devlet millet
sistemini devraldığı söylenebilr mi?
Peki
sayn Kaya, Lozan Antlaşması’nın, “Türkiye, bu kesimin
bundan önceki maddelerindeki hükümlerin, Türkiye’nin
Müslüman olmayan azınlıkları ile ilgili olduğu ölçüde,
uluslararası nitelikte yükümler meydana getirmelerini ve
Milletler Cemiyeti’nin güvencesi (garantisi) altına
konulmasını kabul eder” diyen 44. Maddeden
bihabermiş gibi, müslüman olmayan unsurların, gösterilen
özen sonucu bu tanımın dışında bırakıldığını
söyleyebilmiş olmasına şaşılmaz mı? Dahası Sayı Kaya,
TC’ne vatandaşlık bağları ile bağlı herkesin ‘türk’
tanımı içine alındığını, farklılığın tanınan haklarda
olduğunu bilmiyor olabilir mi? Bu durumda konuya
ilişkin anımsatma yapmak ayıp olur mu?
http://www.circassiancenter.com/cc-turkiye/yorum/nh/120_baskin.htm
Anlamakta güşlük çektiğim konulardan bir de Sayın
Kaya’nın, “Diğer bir deyişle, Türk milleti dendiğinde
aslında kast edilenin pratikte daha çok ‘Müslüman, Sünni
ve Türk’ olduğu görülmektedir.” tümcesini,
Alevilerin ‘Türk sayılmadıkları’ anlamında mı
yoksa ‘Türk sayılmamaları gerektiği’ anlamında mı
kurguladığıdır. Eğer Alevilerin ‘Türk’
sayılmadıkları anlamında ise Alevilerin, kuruluşundan
beri devletten yana, devlet partisi CHP’den yana ağırlık
koymuş olmaları gerçeği nasıl açıklanabilecektir?
Sayın
Kaya, diaspora tanımlarını da biraz karıştırmış gibi.
Örneğin yirmibeşinci sayfa ile birlikte yeni bölüm şöyle
başlıyor:
“Diaspora Yunanca bir sözcük olup, dağılmak, yayılmak
anlamına gelir. Tarihteki klasik örnekleri Yahudi,
Ermeni ve Rum diasporalarıdır. Bu gibi klasik
diasporalarda zorunlu göç temel kriterdir.”
Ancak,
bize de doğru gelen bu tanımın hemen devamındaki Modern
Diaspora tanımını, yeniden okuduklarında öyle sanıyorum
ki kendileri de anlamakta güçlük çekeceklerdir:
“Modern diaspora kavramı günümüzde göçmen, misafir
işçi, sığınmacı, mülteci, ve benzeri şekillerde
yurtsuzlaşmış grupları ifade etmek için kullanılır”.
Peki,
sığınmacı mültecinin türkçesi değil midir? Peşpeşe
sayılmaları, anlamlarının farklı olabileceği kuşkusunu
doğurmuyor mu? Ancak daha önemlisi sığınmanın önemli bir
nedeni de zorunlu göç değil midir?
Bu gerçekler görmezden gelinip “misafir
işçi” ile “sığınmacı” nasıl “ve benzeri şekiller”
parantezine alınabilir?
Okumayı
sürdürelim.
Aynı
bölümdeki şu yargı, yukarda söylenenlerle çelişmiyor mu?
Daha önemlisi ve üzücü olanı Çerkes Sürgününün, saygın
bir bilimadamına yakışmayacak şekilde çarpıtıldığı
izlenimi taşımıyor mu?
“Bu
açıdan bakıldığında, 19. Yüzyılın son çeyreğinde Rus
saldırılarına maruz kalan ve Osmanlı İmparatorluğu
topraklarına sığınmak zorunda kalan Çerkeslerin göçü
bir tür zorunlu göçtür veya diğer bir deyişle
“sürgündür” ve bu nedenle Çerkes diasporası daha çok
geleneksel diaspora özellikleri taşır.”
Peki,
Çerkesler, Osmanlı topraklarına “sığınmak”
zorunda kaldıklarına ve yukarıdaki tanım da
sığınmacıları, modern diaspora saydığınıa göre Çerkes
diasporasının geleneksel diaspora özelliklerini
taşıdığının söylenmesi bir çelişki değil midir? Gerçekte
rahatsız olduğumuz çarpıtma olmasa bu çelişkler klavye
sürçmesi olarak da geçiştirilebilirdi. Ancak çarpıtma
gelecek kurgumuzu çok derinden etkileyecek kadar önemli.
Kendilerinin de moderatör olduğu Abant’taki Kaf-Fed
Ortak Akıl toplantısında, dünya güçlerinin gücü ve
politikaları, Sayın Kaya, Sayın Taymaz, Sayın Alankuş,
Sayın Çelikpala, Sayın Besleney ve hemen her konuşmacı
tarafından o denli güzel ve gerçekçi olarak dile
getirilmişti ki, tam yeri gelmişken Çerkes Sürgünündeki
dünya güçleri etkisinin es geçilmesini, “bilinçli bir
çarpıtma” gibi değerlendirmek üzülerek söyleyeyim ki
haksızlık olmayacaktır.
Bir
başka acı gerçek, Sayın Kaya’nın olayımızı çarpıtan ne
ilk ne de tek bilim adamı olduğudur. Anımsayacaksınız
daha yakınlarda ortak dostumuz Sayın Prof. Erol Taymaz
da Kaf-Fed sitesinde bulabileceğiniz “Yalnızlığın
Yanlışlığı” adlı yazısında http://kafkasfederasyonu.org/dokuman/kose_yazi_e_taymaz.htm
benzeri çarpık bir yargıda bulunmuştu. Sayın Kaya’nın
muhtemelen okumuş olduğu bu yazıda Sayın Taymaz da Sayın
Kaya gibi dönemin dünya güçlerinin, elbetteki
Osmanlı’nın etkilerini es geçmişti:
“
Çerkesler, (...) Son olarak Çarlık Rusya'sının
yayılmacılığına karşı yüz yıldan fazla direnmiş, fakat
sistemli ve sürekli bir şekilde uygulanan kolonyalist
politikalara yenik düşüp yurtlarından kitlesel olarak
sürgün edilmişlerdir...”
Biz de
CC de yayınladığımız ve Sayın Kaya’nın muhtemelen
okumadığı “Yanlışlığın Yalnızlığı” adlı yazımızda
http://www.circassiancenter.com/cc-turkiye/yorum/nh/207_yanlisligin.htm
Sayın Taymaz’ı şöyle yanıtlamıştık:
“Çerkes (Adige Abaza ve Wubıh) sürgününde asıl
etken elbetteki Çarlık Rusya’sının kolonyalist
politikasıdır. Ancak Osmanlı İmparatorluğu ve diğer
büyük bölge güçlerinin etkisi gözden uzak tutulduğu için
eksiktir.
Bizce olayın özeti birkaç cümle ile şudur:
- “En güçlü olmak, koşullar elvermiyorsa, bir diğerinin
en güçlü olmasını engellemek” dünya dünya olalı beri,
büyük devletlerin evrensel, temel ilkesidir.
- Günümüz dünya güçleri nasıl ki dünyanın çeşitli
bölgelerinde, kendi çıkarları için bölge halklarını hiç
önemsemeden savaşıyor, halkları da savaştırıyorlarsa,
döneminde Kafkasya’da asıl savaşanlar, yok olması
pahasına bizleri savaştıranlar dönemin dünya güçleri
idi.
- Halklarımızın kaderini çizen büyük güçler arasındaki
antlaşmaların hiçbirinde Kafkas halklarından birinden
birinin imzasının olmayışı savımızın en kesin kanıtıdır.
Birçok tarihçinin belirttiği gibi bu devletler. Kafkas
halklarını hiçbir zaman özne olarak kabul etmemiş hep
nesne olarak görmüşlerdir.
- Savaşın asıl nedeni, Çarlık Rusya’sının genişleme, en
büyük olma temel kuralı gereğince sıcak denizlere inme,
Hindistan ticaret yollarını ele geçirme ve sayılabilecek
daha bir çok nedenle Kafkasya’yı, özellikle de
Kuzey-Batı Kafkasya’yı ele geçirmek istemesidir.
- Osmanlı, İran, İngiltere, Almanya ve Fransa’nın asıl
amacı Çarlık Rusya’sının genişlemesini, büyümesini
önlemektir. Başlarda Kafkas halklarının Rusya’yı
durdurabileceği sanılmış, yardım edilir gibi yapılmış
ancak Rusya’yı Kafkasya’da durdurmanın mümkün olmadığı
görüldüğünde de savunma hattı olarak Osmanlı
topraklarını seçmişlerdir. Böylece Osmanlı’nın
güçlendirilmesi gündeme gelmiştir.
- Dolayısı ile savaşın son bulmasından çok önce,
özellikle Kuzey-Batı Kafkasya halklarının Osmanlı
topraklarına göçürmek planları ve antlaşmaları
yapılmıştır.
Özetle Çerkes'siz bir Kuzey-Batı Kafkasya amaçlayan
Çarlık Rusya’sı itmiş, bu coğrafyadaki insanların gücüne
ihtiyacı olan Osmanlı Devleti çekmiş, gücü takviye
edilmeyen Osmanlı Devleti’nin Rusya’nın daha da
büyümesini engelleyemeyeceği tehlikesini gören Avrupa
ülkeleri de sürgünü desteklemişlerdir.
Sürgünümüzde rol alan
devletlerin varislerine yüksek sesle “çeşitli ülkelere
dağıttığınız halklarımızı anavatanına dönüşünü
sağlamalısınız” deme hakkını da verecek, Anavatana
dönüşe katkılarını sağlayacak bu yaklaşımın ön plana
çıkartılmamış olması ayrıca şaşırtıcıdır.”
Ayrıca,
Sayın Taymaz’ın, Çarlık Rusyası’nın kolonyalist
politikasını sürgün yani klasik diaspora oluşumu
nedeni sayışını, Sayın Kaya’nın, modern diasporaların
bir nedeninin de kolonyalizm olduğu görüşünün
gerçekte çelişik değilken çelişir göründüğü de mutlaka
dikkatinizi çekmiştir. Gerçekte ise çelişki yoktur çünkü
kendi özelinde her iki yargı da doğrudur. Sayın Kaya
kolonyalizmden, zorlama sonucu olmayan çeşitli
nedenlerle anavatanını terk eden toplulukların, başka
coğrafyalarda koloniler oluşturmasını anlıyor. Sayın
Taymaz ise Çarlık Rusyası’nın, Çerkeslerin sürgünü ile
sonuçlanan kolonileştirme politikasını.
Asıl
anlaşılması güç olan ise tarih olarak Çerkes sürgününden
çok daha önce ortaya çıkan ve temelinde köle ticareti
gibi bir insanlık ayıbı olan Amerika’daki Afrikalıların
gönümüzün kapitalizm sonrası yeni diasporaları ile bir
tutulması:
“Safran’ın tanımlamaya çalıştığı şey daha çok eski
diasporalardır. Bu tanımlama günümüzde, Amerika’daki
Afrikalı,Britanya’daki Güney Asyalı e karayipli,
Almanya’daki Türk ya da Fransa’daki Cezayirli diasporik
topluluklara ilişkin yapılacak tanımlamalar ile
örtüşmez. Bu yeni diasporaları açıklamak için ...”
Bir de,
dönemin kolonyalist batı ülkelerinin Kuzey Amerika
deneyimi, koca bir kıtanın yerli halklarını tümden yok
eden bambaşka bir kolonyalizm örneği değil midir?
Kitapta,
başka bölümlerdeki görüşlerle de çeliştiği
söylenebilecek önemlisi, paradigması dönüş olanların
katılamayacağı, günümüz Çerkes somutuna uzak, alıntı ya
da özgün birçok görüş vurgulanmış.
Örneğin,
...Bu nedenle bugünkü
diasporalar, geleneksel diaspora kavramıyla
açıklanamazlar. (Cliford: 1994; s.306). Cliford daha
ileri giderek küresel kapitalizmin ve uluslararası
iletişimin bu denli yoğunluk kazandığı günümüzde artık
‘geri dönüş mitinden’ söz etmenin mümkün
olmadığını söyler:
‘Günümüzde diasporaların varlığı, Safran’ın sözünü
ettiği gibi sadece anavatana geri dönüş isteği veya bir
vatana aidiyet ile açıklanamaz. Geri dönüş isteğinin ve
aidiyet hissinin yanısıra yurtsuzlaşma deneyiminin
verdiği acı, adaptasyon sürecinde karşılaşılan sorunlar
ve muhalif olmanın getirdiği ortak bilinç de diasporanın
oluşumunda önemli etkiye sahiptir.’
Bu
tanımın, Çerkes Diasporasının konu edildiği bir kitaba
alınması ve önemsenmesinin nedeninin bir çarpıtma çabası
olmadığı söylenebilir mi? Gerçekte, Çerkes diasporasını
diaspora olarak ayakta tutan başka hiçbirşey değil
sadece ve sadece “Anavatana Dönüş Miti”dir. Bu
mitin gerçekleşme olasılığı bittiğinde asıl, zaten pek
sorunlu olmayan adaptasyonun ne denli hız kazandığı
görülecektir.
Peki
buna ne dersiniz:
“Kreselleşmenin sağladığı ulaşım ve iletişim hizmetleri
aracılığıyla Türkiye ya da farklı coğrafyalarda yaşayan
Çerkes diasporası, diasporada
kendi anavatanlarını yaratma şansına sahip olurlar.”
Ne kadar
büyük bir yalan değil mi? Bizim yaşadığımız,
küreselleşmenin sağladığı ulaşım ve iletişim
olanaklarının, Türkiye ve diğer coğrfyadaki Çerkes
diasporalarına anavatanımn bir parçası olduklarını
duyumsattığıdır. Güçlü bir anavatan olmadığında bir hiç
olduklarını anlayan, kavrayan içselleştirenlerin
sayısının gittikçe arttığıdır. Çünkü “Ana sütü ile
beslenmeyenler büyük de olsa güçsüzdir”
Nitekim
sayıları bilmem kaç milyonları bulduğu söylenen Türkiye
diasporasının, Adığey’deki sel felaketzedeleri için
topladığı ve alayu-vala ile başbakana sunulan miktar
sadece otuz bin dolardır. Bursa Çerkes Kültür Derneği ve
İnegöl Çerkes-Adığe Kültür Derneği yöneticileri
“ayıptır” uyarılarımıza karşın tatile gönderdikleri
çocukların uçak bilet paralarını anavatana ödetmeyi ayıp
saymamışlardır.
Sayın
Kaya, Çerkeslerin anavatanın yardımı ile Türkiye’de
vatan yaratabilecekleri yalanına nokta koymaz konuu
şöyle sürdürür:
“Anavatandan
gelen TV programları, radyo programları, müzik
kasetleri, video kasetleri,halk dansları öğretmenleri,
ziyaretçileri siyasetçiler, akademisyenler ve sivil
toplum kuruluşlarının temsilcileri gibi unsurların
yardımı ile diasporada yartılan bu vatan (duymayan
Türkiyeli Çerkesler duyun artık bir vatanınız var)
anavatanın ritmini, renklerini, müziğini ve görüntüsünü
yansıtır. Yaratılan bu görüntü, zaman içinde birtakılm
geleneklerin, ritüellerin, adetlerin ve pratiklerin
kaybolacağı kaygısından ötürü sürgünün ilk yıllarında
atalarının getirdiği otantik, kültürel pratiklerle adeta
bire bir aynıdır. Burada gerçekleşen durum hemen her
diaspora örneğinde gerçekleştiği bilinen kültürel
refikasyon (refication),
diğer bir deyimle kültürel donma haldir.”
Bir kez
anavatandan gelen kültür ögelerinin sürgün yıllarındaki
ile birebir aynı olduğunu
söyleyebilmek sürgün sonrası sıkıntıları, Ekim
devrimini, kollektivizasyonu, İkinci dünya savaşını
yaşamış anavatanın hiç değişmediğini savunmak anlamına
gelmez mi? Bu da çok saçma değil mi? Donma Hali,
diasporaların yaşamın değişim gerçeği ile bağdaşmaan bir
yanılgılarıdır. Kendi kültürlerini üretemedikleri için
değişimin yozlaşmayı getirdiğini de yaşadıkları için
kendilerinin olanını dondurabilecekleri yanılgısıdır.
Ayrıca
anavatandan diasporaya gelen her kesin amacı Çerkeslerin
diasporada vatan kurmaları değil anavatana dönmeleri
değil midir? Diasporaya ulaşan her mesaj misafirliğin
bitirilmesi gereğinin altını çizmiyor mu? Diasporaya
ulaştırılan kültürel ürünler, bu ideye, Çerkeslerin
ulusal ideası dönüşe katkıda bulunacağı umudu ile
taşınmıyor, iletilmiyor mu?
Peki köy
köy dolaşarak araştırma yapmış Sayın Kaya değişimden bu
kadar habersiz olamayacağına göre, konusunun uzmanı koca
profesör, bu denli bilimden uzaklaşmayı, bilimsel
sığlıkla suçlanmayı neden göze alır?
Bizce,
Sayın Kaya’nın bunları göze almasının nedeni, “Kendi
paradigmalarına göre düşledikleri Türkiye’nin
kurulmasında anvatana dönecek olan, ya da anavatana
dönüşü önceleyen Çerkesin değil de diasporada bir
anavatan yaratılabileceğine inandırılmış Çerkesin
katkısının daha büyük olacağı gerçeği ve halkalrın yok
oluşu pahasına da olsa bu safsataya inanan ya da inanır
gibi olan Çerkes aydınımsılarının sayılarının az
olmadığını görmesidir.”
Evet
kitabı okuduğunuzda sizler de tüm bu saçmalıkları ve
daha altı çizilebilecek birçok saçmalığı göreceksiniz.
Ama ben artık okuyacak ama yazmayı sürdürmeyeceğim.
Çünkü doğrusunu söylemek gerekirse yoruldum ve kitabı
fazla önemsediğim duygusuna da kapıldım. Sizler de
yorulduysanız sevinebilirsiniz. Çünkü
bu yazı dizisinin dördüncüsü olmayacak.
Herş
şeye karşın, tüm samimiyetimle kitaptan çok
yararlandığımı söyleyebilir. Her Çerkes aydınının
eleştirel bir gözle kitabı mutlaka okumasını da
öneririm. |