...................
...................
KUZEY KAFKASYA ÖZERK CUMHURİYETLER BAĞLAMINDA RUS DIŞ POLİTİKASI   -2

Ahmet Arkın Bölükbaşı
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslar arası İlişkiler Anabilim Dalı

                         
...................
 
...................
RUSYA FEDERASYONU DIŞ POLİTİKASI

I. Rus Dış Politikası

Rusya Federasyonu’nda yürürlükte olan 1993 tarihli Anayasa, Rus dış politikasının resmi çerçevesini şu hükümlerle çizmektedir: (1)

71. maddede Rus dış politikası ve uluslararası ilişkilerinin, savaş ve barışla ilgili uluslararası antlaşmaların ve dış ekonomik ilişkilerin Rusya Federasyonu’na ait yetkiler olduğu belirtilmiş, 72. maddede Rusya Federasyonu ve Rusya Federasyonu unsurlarının ortak yetkileri olarak Rusya Federasyonu unsurlarının uluslararası ve dış ekonomik ilişkilerinin koordine edileceği, Rusya Federasyonu’nun uluslararası antlaşmalarının yerine getirileceği belirtilmiştir.

Anayasanın 80. maddesine göre; Rusya Federasyonu Devlet Başkanı, devletin başıdır. Anayasa ve federal kanunlara göre devletin iç ve dış politikasının temel yönlerini belirler. Devletin başı olarak Rusya Federasyonu’nu ülke içinde ve uluslararası ilişkilerde temsil eder.

84. maddeye göre; Rusya Federasyonu Devlet Başkanı, ülkedeki durumla, devletin iç ve dış politikasının temel yönleriyle ilgili Federal Meclise yıllık mesaj sunar.

86. maddeye göre; Rusya Federasyonu Devlet Başkanı, Rusya Federasyonu dış politikasının yönetimini denetler. Müzakereleri yürütür ve Rusya Federasyonu’nun uluslararası antlaşmalarını, onay belgelerini imzalar. Atanan diplomatik temsilcilerin güven mektuplarını ve belgelerini kabul eder.

114. madde ise hükümet ile ilgilidir; Rusya Federasyonu Hükümeti federal düzeni yönetir. Ülke savunması, devlet güvenliği, Rusya Federasyonu’nun dış politikasının yürütülmesi yönünde önlemler alır. Rusya’nın dış politikasında, tarihten kaynaklanan “imparatorluk” ve“büyük güç” mantalitesi ile sorunları kuvvetle çözmek gibi alışkanlıkların yanı sıra, reel politikanın gerektirdiği bazı unsurların dikkatlice harmanlandığı görülmektedir. SSCB’nin dağılmasından sonra dış çemberini yitiren ve ekonomik bakımdan zayıflayan Rusya, uluslararası arenada askeri gücünü ve jeopolitik konumunu ön plana çıkartmak suretiyle, çok boyutlu bir politika izlemeye başlamıştır. Bu politikanın temel hedefleri, eşit şartlarda Batının kucağına düşmeden, Avrupa-Atlantik dünyasına yanaşmak ve Rusya’nın ekonomik ve siyasi güvenliği için SSCB ardılı devletlerde Moskova’nın nüfuzunu yeniden tesis etmektir. Bu bağlamda, dış politikada daha kuvvetli bir konuma sahip olabilmek düşüncesiyle temel iç sorunların halledilmesine öncelik verilmiştir. (2)

1990 sonrası Rusya’nın dış politikasının önünde “tarihi miras” ile ilgili önemli bir sorun vardı. SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya Federasyonu’nun oluşumunun ilk yıllarında eski sistemden gelenlerin, hangilerinin yeni düzene taşınması, hangilerinin değişmesi gerektiği konusu gündemi meşgul etmişti. Geçiş dönemi olan bu yıllarda, ülkenin yeni yönlerinin belirlenmesi ve yeni durumun anlaşılması için zaman gerekiyordu.1991 yılından başlayarak siyaset uzmanları Rusya’nın dış politikasını üç döneme ayırmaktadırlar. Bu dönemlerin birincisi, 1991-1993 yıllarına kadar hüküm sürmüş, bu dönemde liberal ve Batı yanlısı kişiler hükümette bulunmuş, devletin politikası tamamıyla Batı’ya endeksli bir şekilde gelişmişti.

İkincisi, 1993-1999 yılları arasında gerçekleşmiş ve ekonomik reformların başarısızlıkla sonuçlanmasına bağlı olarak Batıcı yaklaşımdan vazgeçilmiş, yakın çevre ile daha çok ilgilenilmiştir. Üçüncü dönem 1999 senesinde Putin’in devlet yönetimine gelmesiyle başlayan, iç ve dış politikalarda yapılan reformlar ve Putin’in şahsiyetine bağlı olarak Rusya Federasyonu’nun imajının düzelmeye başladığı dönemdir.

11 Eylül 2001 olaylarıyla birlikte,2001 yılından başlayarak yeni bir dönemin başladığı da söylenebilir. (3) Ülkenin dış politika öncelikleri, siyasi partiler arasında, her zaman tartışma konusu yapılmış ve genelde Batı yanlısı, Asya’ya açılmayı tercih eden Avrasyacı ve bunları meczeden pragmatist görüşler, tarihten miras kalan Slav ve Ortodoks dünyasının liderliği gibi geleneksel mülahazalarla birleştirilerek, takip edilecek rotaya ilişkin yol haritaları ortaya konmuştur. Genelde yöntemler ve yol haritaları farklı olmakla birlikte tüm siyasi parti ve grupların, çağın gerçeklerine uygun bir “Büyük Rusya”nın uluslararası ilişkilerde hakim bir aktör olarak ortaya çıkmasını arzuladığı görülmektedir. (4)

A. Dış Politikaya Yön Veren Akımlar

Rusya Federasyonu’nda dış politika, ulusal kimlik ve siyasi yapılanma konularındaki tartışmalar kabaca radikal reformcular, ılımlı milliyetçiler ve aşırı milliyetçi anti-reformcular diye adlandırılabilen üç grup arasında cereyan etmektedir. (5)

Bu grupların her birinin kendi dünya görüşlerine uygun düşen bir dış politika yönelimi ve bu doğrultuda “iç”i inşaya esas alınan bir ulusal kimlik tanımları vardır. Daha çok alt gruplara bölünebilecek bir sınıflama yapmak yerine, öngördükleri politika ve pratikteki çalışmalarını göz önüne alarak bu grupları Batı kimliğini ön plana çıkaran Reformistler/Atlantikçiler ile Doğu kimliğini ön plana çıkaran Avrasyacılar diye ikiye ayırmak mümkündür. Reformist Atlantikçiler ve Avrasyacılar, dağılma sonrası RF’nda sadece dış politika yönelimlerini etkilemekle kalmamış, dış politikanın “iç”i dizayn eden etkisinden dolayı ulusal kimlik tartışmalarının yönünü de belirlemiştir.Reformistler Batılı değerlere ve Batı’ya yönelimi temsil ederken, Avrasyacılar Doğu’ya, Rus ve Sovyet değerlerinin bir senteziyle ulusal kimlik tartışmalarına yaklaşmışlardır.

Bu bağlamda, Reformistler Batı modeline uygun, sivil, demokratik, çoğulcu bir siyasal modelle uyumlaştırılabilecek bir ulusal kimliği savunurlarken, Avrasyacılar emperyal bir kimliğin devamı olarak daha merkezci, kolektivist, misyoner ve otoriteryen eğilimlerden beslenen bir emperyal Rus kimliğine yaslanmaktadırlar. (6) Günümüzdeki temel dış politik tartışma Atlantikçiler ve Avrasyacılar arasında yaşanmaktadır.

1. Atlantikçiler

Atlantikçiler ve Avrasyacıların Batı’ya, Rus tarihine, Rus medeniyetine, jeopolitiğine ve emperyal mirasa bakışı, tehdit algılamaları tamamen birbirinden farklıdır. Bu farklılığın uzantısı olarak iki grubun dış politika yaklaşımları temelden birbirine zıttır. Atlantikçiler, Rusya’nın kaderinin Avrupa’nın parçası olmak olduğunu savunurlar. Bu görüşe göre: Rusya, demografik merkezinin Avrupa’da olması ve kültürünün Bizans’tan gelmesi nedeniyle hem coğrafi hem de kültürel olarak Avrupa’nın parçasıdır. Bu nedenle Rusya genişleyen Avrupa ile daha yakın bağlar kurmalıdır. Bu, Rusya’ya federatif yapıda da olsa milli devlet temelinde daha istikrarlı bir demokrasi sağlayacaktır. Bu arada diğer BDT üyesi ülkelerle de ekonomik işbirliği devam edecektir. Atlantikçilerin stratejik hedefini Batı tipi demokrasi oluşturmaktadır. (7)

Rusya’nın, Hıristiyan medeniyetinden türediğini ileri sürerler. Neticede onlara göre, Rusya bir Avrupa ülkesidir. Batıcılar, gerek Çarlık Rusya’sı döneminde, gerekse de Sovyetler Birliği zamanında halk, siyasal elitler ve aydınlar arasında köklü bir geleneğe dönüşmemiş, Rus kimliği ve yönelişi konusunda radikal bir seçim olarak kalmıştır. Aslında önceleri Gorbaçov’un Glastnost ve Perestroyka politikalarının yarattığı Batı’ya yeni bakış biçimi liberal Batıcıların gelişmesine zemin hazırlamıştır ve SB’nin dağılması sonrası Batıcı/Atlantikçiler özellikle dış politika yönetiminde egemen olmuşlardır. Ancak bu süreç 1993 sonrasında önemli ölçüde tıkanmıştır ve Avrasyacı görüşler egemenliği ele geçirmişlerdir. (8) Ancak Rusya’nın kültürel bakımdan Doğu’ya mı yoksa Batı’ya mı ait olduğu sorusu etrafında tartışmalar devam etmiştir. Bu soruya Atlantikçilerin cevabı Batı’dır. Atlantikçiler, Rusya’nın Batı kültürünün önemli bir parçası olduğu kanısındadırlar; Rus edebiyatı ve müziği olmaksızın Batı medeniyeti ve kültürünün eksik kalacağını vurgulamaktadırlar. Benzer bir kültürel paylaşımı Doğu toplumlarına ilişkin söylemek imkansızdır.

Rusya Federasyonu’nda tarihsel arka planı zayıf olan reformist/liberal hareket, Rus siyasi yaşamında özellikle Batılı değerleri savunmaya çalışmaktadır; demokratik ve pazar ekonomisine dayanan bir model öngörmektedir. (9) Atlantikçilerin temel dış politika yönelimi, Rusya’nın Batı ile ekonomik entegrasyonunun tamamlanması ve medeni dünyada ‘normal’ bir ülke olarak Rusya’nın yerini alması biçimindedir. Rusya’yı ‘normal’leştirmenin yolu Atlantikçilere göre ülkenin uluslararası sistemden siyasi ve ekonomik alanda izolasyonunu engellemekten geçer. Atlantikçiler Batı’yı değil, Doğu’yu tehdit olarak algılamakta, uzun dönemde Rusya’ya yönelik tehdidin istikrarsız bir bölge olan Orta Asya’dan, Afganistan’dan veya Çin’den gelebileceğini öngörmektedirler. Bu nedenle Rusya’nın Batı ittifakı içinde bir savunma politikası izlemesi gerektiğine inanmaktadırlar. (10)

Bu bağlamda, hem RF’nda hem de Orta Asya’da radikal bir İslam’ın yayılması ciddi bir tehdit olarak nitelenmektedir. Bu çerçevede Atlantikçiler, İslam’ın çevrelenmesi gerektiğini savunan bazı Batılı gözlemcilerin bakış açısını paylaşmaktadırlar. Radikal İslam tehlikesinin doğrudan ya da dolaylı olarak İran ve Afganistan gibi ülkelerden gelebileceği düşüncesinden hareketle, bölgenin güçlü devletlerinden İran’a, radikal İslam modelini ihraç edebileceği düşüncesiyle mesafeli dururken, Batı ile entegre ve laik olan Türkiye, bazı çekincelere rağmen kabul edilebilir bir ortak olarak benimsenmektedir. Rusya’nın bir Batı devleti olduğunu ifade eden Batıcı kanaat, ülkedeki çatışma durumunun güvenlik sorunlarını ön plana çıkardığını ve bu durumunda toplumun militarizasyonuna yol açtığını ileri sürmüşlerdir. Bu nedenle yeni dönemde demokratik devlet kurabilmek için çatışmacı dış politikadan vazgeçilmesini savunmaktadırlar. (11)

1991 yılındaki olaylar sonrasında Rusya’nın yeni dış politikasında Batı’ya yaklaşım görülmüştür. Rusya’daki yeni demokratik güçler, özgür ve gelişmiş bir ülke kurmak için Batı ile işbirliğinin gerekli olduğu görüşünde idiler. Zira, Batı ile SSCB’nin arasında uzun yıllar devam eden çekişmenin sebebi Bolşevik ideolojisiydi. Bu nedenle Rusya’nın güçlü bir devlet konumuna gelmesi Batılılaşmasına bağlıdır. Atlantikçi görüşe göre, Rus diplomasisinin temel istikameti Batı (Batı Avrupa ve ABD) olmalıdır. Zira, Rusya tarihsel olarak Batı/Hıristiyan medeniyeti içinde yer almaktadır. Dolayısıyla, Rus uluslararası stratejisinin temel misyonu, Batı ile ortaklık kurmak ve Avrupa Birliği (AB), Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD), gelişmiş yedi ülkenin oluşturduğu G-7 gibi Batılı ekonomik, politik, askeri örgüt ve kuruluşlara katılmak olmalıdır. Bu düşüncenin en önde gelen temsilcilerinden biri olan Kozirev’e göre, “Rusya, piyasa ekonomisine sahip, tanınmış demokratik devletler kulübüne, eşitlik esasına dayalı olarak katılmalıdır.” Batıcılara göre, bu gibi ortaklıklar Rusya’da gerçekleştirilecek reformlar için güçlü bir uluslararası destek kaynağı olacaktır. Daha çok, Rusya’nın iç reformlarıyla ilgilenen, eski Devlet Başkanı Boris Yeltsin de iktidar döneminin başlarında bariz bir Batıcı olduğunu göstermiştir. Batıcılara göre, Rusya’nın gelecekteki gücü, klasik ‘büyüklük’ ölçüleriyle değil, ‘halkın refah düzeyi’ ile ölçülecektir. Onlara göre, Batı, bundan böyle Rusya için artık bir düşman değildir; olsa olsa Sovyetler Birliği’nin yıkılması sonrasında etkinlik kazanan bir kalkınma modelidir. (12)

Batıcılığın esası, demokratikleşme, ideolojiden arınma ve silahsızlanma çerçevesinde Rusya’yı ekonomisi gelişmiş ve istikrarlı siyasi, sosyal sisteme dönüştürerek, Batı’nın eşit haklara sahip ortağı haline getirmek olarak açıklanmaktadır. Batıcılar, pazar ekonomisi ve demokrasiye Batı modeli ve yardımı olmadan geçmenin mümkün olmayacağını savunmaktadırlar ve Rusya’nın, Batı’nın siyasi ve ekonomik kuruluşlarına hızla entegre olması taraftarıdırlar. Ancak Rusya’nın tek taraflı olarak Batı’ya ve Batı gelişme modeline yönelişi saf bir romantizm olarak değerlendirilmektedir. Çünkü, Batı modeli reformların bu ülkedeki etkisi zayıf kalmıştı ve Rus ekonomi reformuna kısıtlı olarak destek sağlayabildi. (13) Rusya Federasyonu’nun ilk yıllarında yönetim Batıcı/Atlantikçi diye adlandırılan ekibin eline geçmişti. Bu ekibin başı Yeltsin, en önemli unsurları ise Dışişleri Bakanı Kozirev ile Başbakan İgor Gaydar olmuşlardır.

Batıcıların hedefi, Rusya Federasyonu’nda Batı tipi demokratik değerleri, insan haklarını kabul eden ve hukukun üstünlüğüne inanan bir hukuk devletini kurmak, serbest piyasa ekonomisini kurarak hızla kalkınma sürecine sokmak ve G-7’lerin sekizinci üyesi yapmak olmuştur. Batıcıların Batı’ya verdikleri bu öncelik Rusya Federasyonu’nun dış ilişkilerinde de kendini göstermiş, Kozirevdaha Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) üyelerini ziyaret etmeden, Batılı ülkeleri ziyaret etmesi ilgi çekici olmuştur. Batıcıların Orta Asya Cumhuriyetlerini Rusya’ya yük olarak gördükleri gözlenmiştir. (14) Yeni dönemde Rusya açısından en önemli tehdit olarak algılanan ve ulusal kimlik/milliyetçilik tartışmalarını da çok yakından etkileyen NATO’nun genişlemesine genelde olumlu yaklaşmışlar, Yeltsin döneminin politikalarını desteklemişlerdir. (15)

Atlantikçilerin Rusya’nın yeni dönemde karşılaştığı sorunlara karşı Batı’dan siyasi ve ekonomik destek beklemesi, fakat desteğin istenilen düzeyde gerçekleşmemesi hayal kırıklığı yaratmıştır. Batılı devletlerin ve ABD’nin NATO’nun genişlemesine verdiği destek, Rus diasporasının haklarının garanti edilememesi ve Batı’nın hala Rusya’ya karşı duyduğu güvensizlik Rusya’da Batıcı söylemlerin zayıflamasına neden olmuştur.Atlantikçiler, ancak 1991’den 1993’e kadar Rus siyasi yaşamında etkin olabilmişlerdir. (16) Rusya Devlet Başkanı V.Putin’in de, Batıcı ekolden olmasa bile, zaman zaman Batı taraftarı politikaları desteklediği bilinmektedir. Bunun temelde iki olası sebebinin olduğu iddia edilmektedir: Putin’in ‘tepkisel anti-Amerikanizm’i reddetmesi (Rusya’nın terör karşıtı kampta yer alması bunun iyi bir göstergesi olmuştur) ve analizci Pavel Felgenhauer’ın da belirttiği üzere, Batının pek çok açıdan sempatisini kazanmaya çalışması (zira, ülkede basın özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar ve temel insan hakkı ihlalleri devam etmekte ve pek sağlam bir görüntü vermeyen seçim sistemi hala varlığını sürdürmektedir). Putin, bu bağlamda daha çok Batı Avrupa ile işbirliğine ağırlık vermiştir. Bu çerçevede; Kaliningrad’ın (17) geleceği, uzun vadeli enerji projeleri, AB genişleme süreci, ileri teknoloji yenileme projeleri, ortak bir ekonomik bölgenin şekillendirilmesi gibi konularda Batı Avrupa ile işbirliği yapılmasını desteklemektedir. (18)

2. Avrasyacılar

90’lı yılların başından itibaren strateji uzmanları arasında popüler olan Avrasyacılık, bağımsızlığın ilk yıllarında Atlantikçi dış politikanın yürürlükte olması nedeniyle ön planda olmazken, 90’lı yılların ikinci yarısından itibaren, sadece Jirinovsky gibi aşırı tiplerin savunduğu bir görüş olmaktan çıkmış, resmi politika niteliğini kazanmıştır. Bunun nedenlerini anlamak için Avrasyacılık akımının temel felsefesini anlamak gerekmektedir. Avrasyacılara göre, Rusya jeopolitik ve kültürel açıdan ne Avrupalı, ne Asyalıdır, kendine özgü farklı bir Avrasyalı kimliği vardır. Bu kimlik, Rusya’nın Orta Avrupa’yla Pasifik Okyanusu arasındaki kara kütlesi üzerindeki benzersiz kontrolünün mirasıdır; Moskova’nın dört yüzyıl boyunca süren doğu yayılmasıyla oluşturduğu yayılmacı devletin mirasıdır.

Bu yayılma Rusya’ya büyük bir Rus olmayan ve Avrupalı olmayan nüfusu asimile etmiş, böylece de tek bir Avrasyalı siyasal ve kültürel kişilik yaratmıştır. (19) Avrasyacılık konsepti genel anlamıyla Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra meydana gelen statükonun devamını sağlamak, bu statükonun değiştirilmesine yönelik düzenlemeleri önlemek, kendi lehine yeni düzenlemeler yaparak belirli bir zaman süreci içinde yeniden yapılanmasını tamamlamak, demokratik, millî ve modern bir devlet kimliği kazanmak, müteakiben oluşturduğu BDT üzerinde artan gücünü tekrar kullanmak, Ortadoğu’da kaybettiği etkinliği tekrar kazanmak için stratejik girişimlerde bulunmak, Avrupa'da genişleyen işbirliği imkanlarından yararlanmak, Avrasya bölgesinde mevcut potansiyel patlama noktalarını çıkarları doğrultusunda kontrol etmek ve ABD aleyhinde kullanmak, ABD'nin kendisine stratejik partner olarak seçebileceği ülkeler üzerindeki çıkarlarını tehlikeye düşürecek gelişmeleri engellemek ve sonuçta kaybettiği değerleri belirli bir zaman sonra tekrar kazanmak ve eskisine nazaran daha büyük bir siyasi, ekonomik ve askerî güce sahip olarak ABD'nin karşısında yerini almak olarak tanımlayabiliriz. Bunun için Rusya, Çin'in önderliğinde oluşturulan Şangaybeşlisi’ne katılmış, Almanya ve İran'la olan ilişkilerini de arttırmıştır. (20)

Batıcılar,mevcut durumun kabul edilerek ABD ve Batı ile ilişkilere ağırlık verilmesini, Avrasyacılar ise, Rusya’nın ‘Yakın Çevresi’ndeki etkinliğini tekrar kurması ve kendi önceliğini yeniden tesis etmesini savunmaktadırlar. Dugin’e göre;“Rusya’nın jeopolitik ve jeo-stratejik egemenliği için gereken, sadece kaybedilen ‘yakın çevre’nin yeniden kazanılması ve Doğu Avrupa ülkeleri ile müttefiklik ilişkilerinin yeniden tesis edilmesi değil, aynı zamanda kıtasal Batı(öncelikle, Amerika güdümlü NATO’nun Atlantikçi himayeciliğinden kurtulmaya meyleden Fransız-Alman Bloku) ve kıtasal Doğu ( İran, Hindistan ve Japonya) devletlerinin Avrasya stratejik bloğuna dahil edilmesidir.” (21) Avrasyacılık hareketi içinde çok farklı alt gruplaşmalar meydana gelmiştir. Hareketin içinde jeopolitikçiler, monarşistler, Rus Ortodoks kilisesi, aşırı milliyetçiler, Stalinciler gibi alt gruplaşmalar mevcuttur. (22) Geniş bir koalisyonun olması nedeniyle birçok konuda fikir ayrılıkları bulunan bu gruplar; Rusya’nın ‘özel’liği, Batı’nın ‘öteki’liği, Rusya’nın emperyal vizyonu ve kimliği, jeopolitik ‘merkezliliği’ ve tehdit algılamaları konusunda benzer görüşleri paylaşmaktadırlar. (23)

Avrasyacılık Rus fikir tarihinde Batıcılık ve Slav milliyetçiliğinden farklılıklar göstermektedir. Avrasyacılar asıl karşıtları olarak Batıcıları görmekte ve Rusların, Doğu ve Batı medeniyetlerinden farklı olarak kendilerine has özellikleri olan bir millet olduğunu savunmaktadır. (24) İdealist bir tutumdan yana olan Avrasyacılar, konu Batı ile ilişkiler olduğunda ilişkilerin‘dostluk’ değil, ‘çıkar’ prensibine göre düzenlenmesini savunmaktadırlar. Gorbaçov’un yaptığı şekilde Batılılaştırma girişimi pek çok komünist ve milliyetçi için Rus kültürel ve tarihsel mirasına ihanet olarak değerlendirilmektedir. (25) Ruslar, Avrasyacılığı olumlu sonuçlanamayan Batı ile entegrasyon maceralarına bir alternatif olarak görmektedirler.

Ayrıca, Avrasyacılık bir tür Mesihlik misyonu da taşıyor ki, bu Rus İmparatorluğu’nun genişlemeye başladığından bu yana fethettiği yerlere medeniyet götürme iddiası ile de uyuşmaktadır. (26) Avrasyacılar, Ortodoksluk ve jeopolitik konumundan dolayı Rusya’nın özgün bir uygarlık olduğuna inanırlar. Anglo-Sakson medeniyetinin aksine dayanışmacı ve toplumcudurlar. Onlara göre devlet toplumsal yaşamın temel dayanağıdır. Atlantikçilerin aksine Avrasyacılar Rus dış politikasının kurtuluşçu/Mesihçi bir yön taşıması gerektiği kanısındadırlar. Rus dış politikasının arkasında fırsatçı bir pragmatizm değil, ‘Rus ruhunun derinliklerini’ yansıtan bir idealizm olmalıdır. (27) Batı’ya katılımı Rusya’nın ruhani varlığının inkarı olarak değerlendiren Avrasyacılar, Rusya’nın organik bir toplum yaratma çabalarının sürekli olarak dış güçler (Batı) ya da dış güçlerin içerideki işbirlikçileri (Batıcılar/Atlantikçiler) tarafından engellenmeye çalışıldığını öne sürmekte, böylece ‘Rus’luğun, bir kültür, medeniyet ve kimlik olarak dış tehditlere maruz kaldığı endişesini ifade etmektedirler. Sürekli bir tehdit ile karşı karşıya olma durumu da, kaçınılmaz olarak ‘ayakta kalmak’ güdüsünü öne çıkarmakta ve bu da Rus emperyal milliyetçiliğini kamçılamaktadır. (28)

Avrasyacılar, Rus ulusal çıkarlarının korunabilmesinin, uluslararası sistemde Rusya’nın konumunun yeniden tanımlanmasına ve SSCB’nin dağılması sonucu sarsılan siyasal ve askeri gücün restore edilmesine bağlı olduğunu öne sürmektedirler. Esas olan etik değil, güçtür ve güç jeopolitik bakışı gerektirir. Dolayısıyla Avrasyacıların bakış açısında Rusya’nın jeopolitik gerçekliğine sıkça vurgu yapılmaktadır. Avrasyacılar, Rusya’nın büyük bir güç olarak, yakın çevresindeki nüfuzunun ekonomik, siyasi ve askeri alanda devam ettirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. Rusya’nın eski Sovyet toprakları üzerinde doğal bir nüfuzu vardır ve bu sürmelidir; aksi halde Rusya’nın işi zorlaşacaktır. Avrasyacılara göre Rusya, uluslararası konjonktür çerçevesinde bölgesel çıkarlarını maksimize edebilmek için gerektiğinde Çin, Hindistan, İran gibi ülkelerle stratejik işbirliğine yönelebilmelidir. Ayrıca İslam olgusuna da Batılılardan farklı olarak ‘çevrelenmesi gereken bir düşman’ olarak bakmamaktadırlar. Gerek RF gerekse eski Sovyet cumhuriyetlerindeki Müslüman toplumları ‘emperyal bir bütünün’ parçası olarak nitelemek suretiyle dışlayıcı olmayan bir tutum almaktadırlar. (29)

Rusya’nın içinde ve dışında yaşanan ekonomik ve siyasi gelişmeler Avrasyacılar diye adlandırılan grubun güçlenmesine neden olmuştur. Avrasyacı grubun milliyetçi söylemi 1993’ten itibaren Rus siyasi yaşamında etkin olmaya başlamıştır. Bu kriz ortamı, Batı’ya açık, demokratik bir pazar ekonomisi olma hedefini ve söylemini etkisiz kılmış; ayakta kalma sorunu öncelik kazanmıştır. 1991-1993 yılları arasındaki geçiş sürecinde kimlik krizi tahrik edilerek ‘emperyal ulusal kimlik’in canlanmasının zemini oluşmuştur. (30) Rusya’da 1998’deki finansal kriz, Batı ile ekonomik entegrasyondan yana olanların konumlarını iyice sarsmıştır. Yeltsin’in gücünün son dönemde iyice azalması ve iktidarı, süresi dolmadan Putin’e devretmesi, Putin’in Batı ile ilişkilerde mesafeli tutumu, Batıcı Atlantikçilerin yönetim içindeki etkinliklerini tamamen tüketmiştir. Dışişleri ve savunma elitleri arasında 1990’larınbaşındaki görüntünün aksine, Avrasyacılar egemen bir görüntü sergilemeye başlamışlardır. Ancak Rusya’yı Batıya entegre etmek isteyen siyasal hareketlerin hala mevcut olduğu söylenebilir. (31)

1991-1996 yılları arası Rus dış Politikası incelendiğinde Batı ile Doğu yada Avrupa ile Asya arasında bir salınımın varlığı dikkat çekecektir. Bu salınımı bir bakıma Rusya’nın tarihten bugüne taşıdığı daha genel bir siyasal kültürün,bir siyasal kimlik sorununun tezahürü olarak değerlendirmek de mümkündür.Gerek Çarlık Rusya’sında, gerekse Bolşevik Rusya’sında Rus kültürünün Asyalı veya Avrupalı kökenlerinin vurgulanması entelektüel yaşamda iki ayrı gelenek olarak hep varlığını sürdürmüştür. Batıcılık ve Slavcılık akımlarında ifadesini bulan bu kültürel gerilim, Avrasyacılık ideolojisine de temellik etmiştir. Bu düşünsel arka plan, Rus kültürünün ayrılmaz bir unsuru olarak, Rus politik elitinin dünya görüşünü derinlemesine etkilemiştir. Bu kimlik sorunu dış politikaya tercüme edildiğinde, Avrupa’dan Asya’ya uzanan geniş bir coğrafya üzerinde Rusların hakim olduğu devletlerin doğudan ve Batı’dan sürekli bir tehdit unsuru hissetmelerine neden olmuş ve coğrafyanın dayattığı bu sorunların ancak doğuya ve batıya doğru sürekli genişleyen bir nüfuz alanı yaratarak aşılabileceği düşüncesinin hakim olduğu bir politik refleks yaratmıştır. Bu politik refleks, izlerini bugün de sürdürmektedir. (32)

Putin döneminde Avrasyacılık giderek güçlenmiştir. Bunun en iyi örnekleri, Putin’in doğu ülkelerine yaptığı ziyaretlerde görülebilir. Özellikle, Çin ile karşılıklı işbirliğinin artırılmasına yönelik adımlar, Hindistan, Türkiye ve diğer ülkelerle iyi ilişkiler kurulması dikkat çekicidir. Rusya Federasyonu, büyük hedefleri olan fakat, bu hedeflere ulaşmada ekonomik gücü henüz yetersiz kalan bir ülkedir. Bu durum, onu çok boyutlu bir dış politika izlemeye itmektedir. Avrasyacılığın Rusya’daki başarısı, Rusya’nın ekonomik ve politik düzlemlerdeki dönüşümlerine bağlı olduğu kadar Fransa, Almanya, Japonya, İran ve Türkiye gibi Avrasyacılığın Atlantik karşısında destekleyicisi konumunda olabileceği düşünülen ülkelerin Avrasyacılık konusundaki yaklaşımlarına ve Atlantik karşısındaki tutumlarına bağlıdır. (33)

II. Dış Politikada Yeltsin ve Putin Dönemi

1991 sonrası Rusya’yı dış politika açısından kabaca iki döneme ayırmak mümkündür: Yeltsin dönemi Rus dış politikası ve Putin dönemi Rus dış politikası...

A. Yeltsin Dönemi

Rus Dış Politikası Soğuk Savaş döneminin, temelde ABD ile rekabete dayalı dış politikanın sona ermesinden sonra yeni bir oluşum içine giren Rus dış politikası çok yönlü olarak gelişmiştir. Bağımsızlıkla birlikte hızlanan ekonomik ve siyasi dönüşüm süreci dış politika alanında da kendini göstermiştir. Yeltsin tarafından Dışişleri bakanlığına getirilen Kozirev, dış politikanın temel ilkesini Batı’yla entegrasyon ve tüm yönleriyle ortaklık olarak ilan etmiş, yeni dış politikayı eskisinden ayıran en temel unsurun ideolojiden arındırılmış olması olduğunu açıklamıştır.

Kozirev’e göre eski rejim sosyalist ve kapitalist olarak dünyayı iki kampa bölmeye devam ediyor ve hala komünist toplumun kurulmasına inanıyordu. Bu nedenle de çatışma ve mücadele kaynağı idi.Bundan sonra çatışmalardan uzak, dış dünya ile uyumlu bir dış politika prensibi benimsenmeliydi. (34) Rusya, kaynak yetersizliği dolayısıyla, SSCB’den arta kalan global aktivitelerini iyice azaltmalı ve bazı üniversal iddialarından tamamen vazgeçmeliydi. Bu amaçla, Rusya’nın dış politika ve ulusal güvenlik yaklaşımlarında radikal değişiklikler yapılmalıydı. Her şeyden önce, SSCB’nin“ideolojik Mesihçiliği”nden vazgeçilmeliydi. Ancak bu şekilde demokratik reformların gerçekleşmesi sağlanabilir ve Rusya’nın ulusal uyanışı mümkün olabilirdi. (35)

Rusya Federasyonu’nun dış politikasında, Batıcı kadroların belirleyici olduğu 1991-93 devresinde Moskova, NATO’nun doğuya doğru genişlemesi sürecine karşı koymaktan kaçınmıştır. Zira, Batıcılar Rusya’nın da NATO’ya üye olabileceğini düşünmekteydiler. Onların gözünde, NATO ittifakı Avrupa ve Atlantik ötesi güvenliğinin sağlanması için önemli bir araçtır. NATO ve AGİK, Vancouver’dan Vladivostok’a kadar olan bölgede uluslararası istikrarı garanti edecek yeni bir Avro-Atlantik topluluğu oluşturmak üzere bütünleşmeliydiler. (36) Rusya’nın, Batı ile bütünleşerek yeni dünya düzeni içinde yerini alabileceği fikrinin ağır bastığı bu dönemde eski birlik cumhuriyetleriyle ilişkiler geri planda kalmıştır. Ancak Rusya Federasyonu'nun bağımsızlığının ilk yıllarında Batı yanlısı nitelik taşıyan Rus dış politikası, 1993 yılının ortalarından itibaren giderek artan bir şekilde sertlik kazanarak eski Sovyet sahasına odaklanmıştır. Rusya, benimsediği “yakın çevre” stratejisi doğrultusunda eski Sovyet topraklarını kendi sorumluluk sahası olarak ilan ederek, Batı'yı da bunu tanımaya davet etmiştir. Rusya'nın “Monroe doktrini” olarak adlandırılan bu çağrıya, Batı doksanlı yılların ortalarına kadar Rusya'nın “yakın çevredeki” operasyonları ve askeri müdahalelerine sessiz kalarak üstü örtülü bir şekilde olumlu yanıt vermiştir. (37)

1993’te Kozirev’in etkinliğiyle kabul edilen Dış Politika Konsepti, bazı bölgesel öncelikler getiriyordu. Bu çerçevede, eski birlik cumhuriyetleriyle olan ekonomik ve askeri bağlar güçlendirilmeli, BDT’nin dış sınırları korunmalı ve hukuki dayanakları oluşturulmalı, eski Sovyet cumhuriyetlerinde yaşayan Rusların hakları korunmalıydı. Burada hedeflenen, BDT ülkelerinin Sovyetler Birliği’nin dağılmasından yararlanmak isteyen güçlerin kontrolüne geçmesini engellemekti. Güvenliğin sağlanması, ekonomik ve stratejik çıkarların korunması amacıyla SSCB ardılı ülkeler yeniden Rusya’nın nüfuz bölgesine dahil edilmeliydi.1993 yılından itibaren Rus dış politikasının yeni eğilimi iyice netlik kazanmıştır. Eski Sovyet sahasında hamiliğini vurgulayan bu yeni yaklaşım, Batı ile işbirliğini tamamıyla terk etmeden geleneksel ulusal çıkarlar doğrultusunda artan bir şekilde Rusya’nın BTD’ye yönelmesini öngörüyordu.

Eski Sovyet sahası hayati çıkarlar bölgesi ilan ediliyor ve BDT’nin güçlendirilmesi Rus dış politika öncelikleri arasında ilk sıraya yerleştiriliyordu. Dünya kamuoyu ise, eski Sovyet topraklarında Moskova’nın “özel rolü ve sorumluluğu”nu tanımaya davet ediliyordu. (38) Rusya’nın dış politikadaki yeni yaklaşımını, yakın çevre politikası ve hedeflerini Nisan 1993’te yayınlanan Dış politika Konsepti ile Kasım 1993’teki Savunma Doktrini açıkça ortaya koymuştur. RF’nun yeni dönemde değişen dış politika yönelimlerini ve güvenlik algılamalarını yansıtan ve formüle eden Dış Politika Konsepti, uluslararası sistemle entegre olmuş bir Rusya’nın hem demokratik bir ülke olacağını hem de ulusal güvenliğini etkin bir şekilde sağlayacağını vurgulamaktadır. Konsept, uluslararası alanda büyük güç olan Rusya’nın global ve bölgesel güvenliğin sağlanmasında sorumluluklar üstlenmesini önermektedir. Ayrıca sorunların çözümünde güç kullanmak yerine siyasi ve diplomatik yöntemlerin kullanılmasını öngören Konsept, iki kutuplu uluslararası sistemden çok kutupluluğa yönelmenin ülkeler arasında işbirliğini arttıracağını, böylesi bir uluslararası ortamda makul savunma politikalarının ve silahsızlanmanın işlerlik kazanabileceğini belirtmektedir.

Dış Politika Konsepti her ne kadar Reformist ve Avrasyacıların uzlaştığı bir metin olsa da, uluslararası politikaya bakışta ve tehdit algılamalarında reformist görüşlerin ağır bastığı anlaşılmaktadır. Rusya’nın süper güç statüsünü kaybettiği kabul edilmesine rağmen, Rusya hala global çıkarları olan bölgesel büyük bir güç olarak tanımlanmaktadır. Batı ülkeleriyle yakınlaşmanın ve ekonomik, siyasi işbirliğinin önemine değinildikten sonra, bölgesel dış politika önceliklerine yer verilmekte ve bu doğrultuda özellikle ‘yakın çevre’de ekonomik, siyasi ve askeri alanlarda Rusya’nın daha aktif bir rol üstlenmesi gerektiği vurgulanmaktadır. (39)

Yeni Rusya’nın ‘Near Abroad’ diye adlandırılan yakın çevre politikasının ana hedefi Rusya’daki çözülmeyi durdurmak ve gidişi geri çevirmekti. (40) 1993 Savunma Doktrini, savunma alanındaki işbirliğinde, önceliği BDT ülkelerine ve BDT içindeki kolektif savunma mekanizmalarına vermiştir. BDT ülkelerinde mevcut olan veya bu ülkelerin karşılaşmasının muhtemel olduğu yerel silahlı çatışmaların, RF için en önemli tehdit niteliği taşıdığı belirtilmiştir. Bu ifadeler, RF’nun yakın çevresine yöneldiğini, burayı kendi ulusal güvenlik sahası olarak değerlendirdiğini ortaya koymaktadır. (41) Öte yandan, Doktrinde, eski Sovyetler Birliği topraklarını tek bir stratejik alan olarak muhafaza etme,RF sınırlarını ileriden savunma ve yakın çevre bölgelerine gerektiğinde askeri müdahalede bulunma politikaları için kendi içerisinde hukuki bir dayanak oluşturulma çabaları da görülmektedir. Doktrinin diğer bir özelliği de, açıkça belirtilmemiş olmasına karşılık, Türkiye'nin gerek Kafkasya ülkeleri, gerekse Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile olan ilişkilerinin, Rusya'nın çıkarlarıyla çatışmasından dolayı hedef olarak alınmış olmasıdır. Doktrinde, Türkiye'yi bu bölgelerden uzak tutucu bir dizi önlemlerin geliştirildiği görülmektedir. (42)

Doktrin Rusya’nın ulusal güvenliği açısından, yakın çevrede ‘özel sorumluluk’ üstlenmesine vurgu yapmış ve Rus azınlığın haklarını garanti altına almayı taahhüt ederek, bölgede yapacağı olası müdahaleleri meşrulaştırmaya ve böylece siyasi/askeri nüfuzunu pekiştirmeye çalışmıştır. Yakın çevrede yaşayan Rus azınlığın haklarıyla ilgili yapılan bu geniş yorum, gerçekte Mesihçi Rus kimliği ve kültürünün, askeri doktrin ve uygulamalarına yansıtılmasından başka bir şey değildir. (43) Rusya’nın dünya politikasına büyük bir güç olarak eşit haklarla aktif bir şekilde katılması gerektiğinin vurgulandığı her iki belgede de yakın çevreyle ilgili aynı ifadeler yer almaktaydı. Bu belgelerde özet olarak, “Rusya’nın büyük bir güç olarak kendisi için hayati öneme haiz olan yakın çevredeki milli çıkarlarını koruma hakkı bulunduğu” ilan ediliyordu. BDT coğrafyasında süren çatışmalara dikkat çekilerek BDT’nin dış sınırlarının korunması, yeni bağımsız cumhuriyetlerdeki Rus askeri varlığının sürdürülmesi, Rusya dışında kalan soydaşların haklarının savunulması bu belgelerde milli çıkarlar olarak sıralanıyordu. Eski Sovyet sahasının bütünlüğünün korunması Rusya’nın dış politika öncelikleri sıralamasında en başta geliyordu. Bu şekilde Rusya’nın BDT ülkelerini kendi etki sahasında tutma isteği resmen açıklanıyordu. (44)

Bu çerçevede yakın çevredeki askeri üslerin korunması için girişimler başlatılmış;diğer cumhuriyetlerdeki Rus azınlığın haklarıyla ilgili çıkışlar yapılmış;Azerbaycan, Gürcistan ve Moldova’ya baskı ve müdahaleler olmuş; BDT’nin hukuki yapısı ile ilgili düzenlemeler yapılmıştır. Bosna-Hersek sorunu, NATO’nun genişlemesi ve Rusya’nın Batı karşıtı ülkelere silah satışı gibi konularda Batı ile Rusya arasında ciddi ihtilaflar yaşanmakla birlikte, Rusya bu dönemde bir yandan Batı ile işbirliğini de sürdürmüştür. 1994 yılı içerisinde; Haziran’da NATO ile “Barış İçin Ortaklık” Anlaşması, Temmuz’da AB ile Ekonomik İşbirliği Anlaşması, Eylül’de ise ABD ile işbirliği anlaşması olmak üzere üç önemli ortaklık anlaşması imzalanmıştır. Ayrıca, Temmuz1994’teki G-7 zirvesinde Rusya Federasyonu görüşmelere davet edilmiştir. (45) 1993-94 yıllarından itibaren Rus dış politikası üç sac ayağı üzerinde şekillenmiştir:

a) BDT’yi bir yandan siyasi ve askeri bir ittifaka zorlarken, diğer yandan da AB benzeri bir yapıya büründürmek,
b) Batı ile ilişkileri dengelemek üzere Çin’le yakınlaşmak,
c) Orta Doğu’da etkin bir politika izlemek üzere ABD ile sorunlu ülkelerle ilişkileri geliştirmek. (46) 1993 yılıyla başlayan Rus dış politikasında görülen değişimin nedenleri; Batı’nın eylemlerinden güvenilir bir ortak olmadığının görülmesi, NATO’nun genişlemesinin Rusya’nın güvenliği açısından tehdit niteliğinde yorumlanması, Batı’dan gelen ekonomik yardımların istenen düzeyde olmaması, Batı’nın Rusya’nın yakın çevresine ilişkin uygulamalarına destek vermemesi olarak sayılabilir. NATO’nun genişlemesi, NATO’nun Yugoslavya’ya müdahalesi ve Çeçen Savaşı Rusya’nın Batı ile ilişkilerinin bozulmasında ve güvenlik politikalarındaki yönelimin değişmesinde önemli rol oynamıştır.

Rusya’nın yeni dönemde, Batı ile ilişkilerini iyileştirmesine rağmen, NATO’nun Rusya sınırlarına doğru genişlemesi, Rus kamuoyunda Batı sorunsalının yeniden alevlenmesine ve Rusya’nın yeniden Batı tarafından ’çevrelendiği’ tezinin açığa çıkmasına yol açmıştır. Bu durum, NATO genişlemesini ulusal güvenliğe tehdit olarak algılayan Batı karşıtı milliyetçi güçlerin iç ve dış politikadaki etkinliğini artırmanın yanı sıra, Rusya’da askeri reformların ertelenmesine, Batı’ya baştan beri karşı olan askeri bürokrasinin söylemlerinin güçlenmesine neden olmuştur. (47) Birçok Rus demokratı da NATO’nun genişlemesinin Rusya’nın Avrupa dışında bırakılması, siyasal olarak aforoz edilmesi ve Avrupa uygarlığının kurumsal çerçevesi içindeki üyeliğe layık görülmemesi anlamına geleceğinden korkuyorlardı. NATO’nun genişlemesi Rusya’yı soyutlamak, onu dünyada yalnız ve çeşitli düşmanlarının saldırısına açık bir halde bırakmak şeklindeki uzun geçmişli Batı politikasının zirvesi olarak gösteriliyordu. (48)

Ayrıca NATO’nun Kosova nedeniyle Yugoslavya’ya karşı müdahalede bulunması, Rus güvenlik ve dış politikası açısından önemli bir başka dönüm noktasıdır. Moskova, Kosova örneğinde olduğu gibi, bir ülkenin iç çatışmasına müdahalenin kolaylaştırılmasına karşı çıkmış, bu modelin Çeçenistan nedeniyle kendi topraklarında yinelenmesinden endişe duymuştur. NATO’nun genişlemesi Rusya’nın Batı tarafından dışarıdan ‘çevrelendiğini’ öne çıkarırken, Çeçenlerin merkeze direnişi ve Çeçen Savaşı da federal yapıdaki iç sınırları ve iç tehditleri sorgulanır duruma getirmiştir. Bu bağlamda, Rusya’nın güvenliğine yönelik tehdit algılaması hem iç hem dış düşmanı kapsar hale gelmiştir. (49) Yeltsin iktidarının 1996-99 yılları arasındaki döneminde, Ortadoğu ve Çin işlerinden sorumlu eski istihbarat şefi Yevgeni Primakov’un 1996 Ocak ayında Batı yanlısı ve yumuşak dış politika yürütmekle Duma tarafından eleştirilen Kozirev’in yerine Dışişleri Bakanlığı’na atanması, Rus dış politikasındaki dönüşün önemli bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir.

1996 yılında Yevgeni Primakov'un Dışişleri Bakanlığına gelişiyle başlatılan bu yeni dönemde Rus dış politikası Amerikan hegemonyasına başkaldıran, idealize ettiği çok taraflı bir dünya düzeni içinde Avrasya süper gücü olma hedefi doğrultusunda gelişmiştir. (50) Bu dönemde dış politikaya egemen olan Primakov Doktrini, özünde Rusya’nın sadece bir gücün kontrolü altındaki tek kutuplu uluslararası düzenine karşı önleyici rolü üzerine kurulmuştur. Primakov’un çeşitli konuşma, mülakat, makale ve basın konferanslarında Soğuk Savaş sonrası dönemi dünyasını ABD, Rusya (BDT ülkeleriyle birlikte),Avrupa Birliği, Çin, Japonya, ASEAN ve Latin Amerika olarak sınıflandırmıştır. Primakov’un dünya görüşü içinde fiili egemen rolüne rağmen ABD tek süpergüç olarak kabul edilmemektedir. Primakov’un çok kutuplu sistem modelinde ABD’nin uluslararası gücünü sulandırma çabası vardır.

Model Rusya-Çin stratejik işbirliğine İran’ın da ortak alınarak karşı kutup oluşturmayı öngörmektedir. Primakov bu işbirliğinin Körfezde ve Tayvan boğazında ABD’ye meydan okuyabileceğini savunmuştur. Orta Asya ve Kafkasya’nın Rusya’nın etki alanında kalmasını isteyen Primakov, BDT ülkelerinin Rusya’ya entegre olmasını, Beyaz Rusya ile ittifakı desteklemiş ve Rusya’nın eski Sovyet mekanında güç kullanmasını savunmuştur. (51) Primakov’un dışişleri bakanlığı döneminde Rusya, çok kutuplu dünya düzeninde Avrasya kutbu olarak sesini yükseltmiş ve Washington’dan uzaklaşmıştır. Primakov döneminde Rus dış politikası ülkenin Batı dünyasına hızla entegre olmasını hedefleyen ‘liberal enternasyonalist’ karakterini geride bırakarak, dünya siyasetinde önemli bir konum kazanmayı hedefleyen ve milli çıkara dayalı bir yapı kazanmıştır. Bu dönemde ABD ve Batılı güçler ‘yakın çevre’de etkinliklerini giderek hissettirmeye başlamışlardır. Buna tepki olarak Primakov, ABD’yi dengeleyici adımlar atmıştır. Dönemin başlıca dış politika gelişmeleri şunlar olmuştur: Rusya- İran yakınlaşması; Çin, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın dahil olduğu Şangay Beşlisi’nin kurulması; Rusya’nın G-7’ye dahil olması; Almanya ve Fransa ile başlatılan Avrupa troyka oluşturma girişimidir.Tüm bu girişimler Rusya’nın ısrar ettiği çok kutuplu ve adil uluslararası sistemde Avrasya kutbu olarak konumunu sağlamlaştırmaya yönelik adımlardı. (52)

Primakov, 'Atlantikçiler' olarak adlandırılan grubun Rusya'nın yüzünü Batıya dönmesi, AB ve NATO ile sıkı işbirliğine gitmesi yönündeki stratejilerini terk ederek, önceliği Orta Asya'ya veren ve Çin ile işbirliğini öngören 'Avrasyacı' görüşü Moskova'nın genel politikası olarak yürürlüğe koymuştur.Moskova'nın bugünkü dış politikasına damgasını vuran da temelini bu görüşten alan, Yeltsin tarafından imzalanmasının ardından Vladimir Putin’in kesin olarak yöneldiği 'yakın çevre doktrini'dir. Doktrin ile Rusya, eski birlik üyelerini bir araya toplamak ve enerji kaynakları üzerinde kontrolü sağlamayı temel hedef olarak görüyordu. Bunun dışında Rusya özellikle Hazar Enerji kaynaklarının uluslararası pazarlara kuzeyden, kendi petrol şirketleri kanalıyla gitmesini ve Gazprom'un dünya enerji sektörünü elinde tutmasını istiyordu. Primakov’un jeopolitik koordine sisteminin dikey hattı Rusya - İran -Hindistan'dan geçerken, yatay hattı ise Japonya, Güney Kore, Çin, Rusya -muhtemelen Ukrayna- Batı ülkelerini kapsıyordu. Sistemin merkezinde oturan Rusya, en önemli enerji hatlarını elinde tutarak hem BDT ülkelerini kendisine bağlıyor, hem Uzakoğu'dan Batı'ya ve güneyden kuzeye mal ve hizmet transferinden yararlanmayı öngörüyordu. (53) 1996’da dışişleri bakanı, 1998’de de başbakan olan Primakov, görevinin sona erdiği 1999 ortalarına kadar dış politikada belirleyici olmuştur. Primakov’un dış politikası hem Batı’da hem de ülke içinde Avrasyacı olarak değerlendirilmiştir. Gözü kapalı Batıcılığı eleştirerek, Rusya’nın örtüşen çıkarlarına yönelik ilişkiler kurması gerektiğini savunmuş ve BDT’ye özel bir önem vermiştir. Batı ile ilişkilerin pragmatik bir nitelik kazanması, bu dönemin sonunda Rusya’nın, NATO ve ABD’den tehdit algılamaya başlamasına neden olmuştur.

B. Putin Dönemi Rus Dış Politikası Ağustos 1999’da başbakanlığa getirilmesinin ardından, 31 Aralık1999’da Yeltsin’in devlet başkanlığı koltuğunu kendisine devretmesiyle Rusya’da yeni bir dönem başlamış oldu: Putin dönemi.Putin dönemi Rus dış politikası üç aşamada ele alınabilir. Buna göre önceleri ulusçu harekete önem verilmiş, daha sonra devlet başkanı olmasıyla birlikte tamamen Avrasyacı yaklaşım benimsenmiş ve devletin merkezileştirilmesine hız verilmiştir. Son olarak 11 Eylül sonrasında da Batılı ülkelerle işbirliği hızlandırılmış ve Avrasyacı söylem kısmen yumuşatılmış, araya Atlantikçi paradigmadan da tozlar serpiştirilmiştir. (54) Putin, başlangıçta iç güvenlik harekatı içerisinde Çeçenistan’a karşı uyguladığı sert ve tavizsiz politika ile ulusal çıkarların korunmasını ön planda tutmuştur. Moskova’nın merkezi otoritesinin yeniden güçlendirilerek, periferinin bağımsız politikalar üretmesinin etkisiz hale getirilmesini amaç edinmiştir. Bu siyasal amaç doğrultusunda, asli sonuç olarak iç cephenin dağılma tehdidinin marjinalize edilerek, dış dünyaya karşı daha bağımsız politikaların üretilebilmesini hedeflemiştir. (55)

Hemen her alanda Rusya Putin’le birlikte bir merkezileşme sürecine tanık olmuştur. Devletin sermaye ile ilişkileri yeniden devlet lehine düzenlemeye tâbi tutulurken aynı zamanda federatif düzeyde de bir merkezileşmeye gidilmiş, otonom cumhuriyetlerin yetkileri azaltılmıştır. Putin başkan olduktan hemen sonra iç politika alanında her tür muhalefete karşı sert bir politika izleyeceğini ve dış politikada da savunmacı bir pozisyondan daha agresif bir pozisyona kayacağına dair bütün işaretleri vermiştir. (56) Rusya’da güçlü devlet ve Rusya’nın yeniden eski gücünü kazanması gerektiğine dair söylemlerle iktidara gelen Putin, Ocak 2000’de ulusal güvenlik doktrini, Nisan 2000’de askeri doktrin ve Temmuz 2000’de yeni dış politika doktrinini kabul ederek yeni yönetiminin temel politikalarının esaslarını ortaya koymuştur.

1. Ulusal Güvenlik Doktrini

10 Ocak 2000 tarihinde yürürlüğe giren Ulusal Güvenlik Doktrini (57) dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde dünya toplumu içinde Rusya’nın yeri, ikinci bölümde Rusya’nın milli menfaatleri, üçüncü bölümde Rusya’nın milli güvenliğine yönelik tehditler, son bölümde de milli güvenliğin sağlanması üzerinde durulmaktadır. Doktrinde, Rusya’nın çok kutuplu bir dünya ideolojisinin geliştirilmesini kolaylaştırılacağı; karmaşık uluslararası duruma ve iç sorunlarına rağmen, hatırı sayılır ekonomik, teknolojik, askeri potansiyeli ve Avrasya kıtasındaki eşsiz konumu itibariyle dünya işlerinde objektif olarak rol oynamaya devam edeceği belirtilmektedir.

Uluslararası toplumu ilgilendiren konularda Rusya’nın görmezden gelinmesi eleştirilmekte ve BDT’ye özel önem verildiğini belirten ifadeler kullanılmaktadır. Bireyin, toplumun ve devletin çıkarlarının birlikte gözetileceğinin öngörülmesi, Rusya’daki ideolojik değişimin somut bir ifadesidir. Demokrasi, insan hakları, hukuka bağlılık, serbest piyasa ekonomisi, yabancı sermaye, yerel yönetimler konularında içerdiği kimi ifadeler nedeniyle oldukça liberal bir yaklaşımın ürünü olduğu izlenimini veren doktrinin, aynı zamanda hemen hemen bu alanların hepsinde merkezi idarenin güçlendirilmesi gerektiği tezini işlemesi, ortaya karma bir model; sosyal güvenlik yanı ihmal edilmemiş bir model çıkarmaktadır. Bu, Rusya’nın içinde bulunduğu ve yaşadığı değişim sürecine uygun bir model olarak gözükmektedir. (58)

2. Askeri Doktrin

21 Nisan 2000 tarihinde benimsenen Askeri Doktrin, 1993 askeri doktrininin yerini almıştır. Her iki doktrin de benzer özellikler taşımaktadır.1993 doktrini ile yürürlükteki doktrin karşılaştırıldığında iki husus dikkati çekmektedir. İlki, askeri yapılanmanın sivil otoriteye bağlı olduğunun öngörülmesi, diğeri de stratejik nükleer silahların daha çok öne çıkarılmış olmasıdır. Doktrinde hem Batı’ya yöneliş hem de eski günlerin özlemi vardır. Ancak, 1993 doktrini ile karşılaştırıldığında, RF’nun dış politikasının biraz daha netleşmiş ve buna paralel olarak dış politika araçlarının öne çıkarılmış olduğu görülmektedir. Bütün bunlara bakarak, doktrinin şekillenmesinde Devlet Başkanı Putin’in kişiliğinin etkisi olduğunu belirtmek mümkündür. (59) Doktrinde, stratejik çıkarları açısından BDT bölgesini ulusal güvenlik sahası olarak değerlendiren RF, çıkarlarını tehdit altında hissettiği her durumda, bölgeye askeri müdahalede bulunma hakkını da ilan etmektedir.

RF, dış güçleri ’ulusal güvenlik sahası’ olarak nitelediği yakın çevreden uzak tutabilmek için, nükleer güce başvuran ilk taraf olmamak taahhüdünden vazgeçerek caydırıcı bir politikayı amaçlamıştır. Dolayısıyla, yeni askeri doktrin sayesinde Rusya hem bölgede varlığını kurumsallaştırmakta hem de başka ülkelerin bölgede nüfuz kurmasına engel olmaya çalışmaktadır. RF bunlara ek olarak tıpkı Sovyet döneminde olduğu gibi ihtiyaç duyduğu ‘dış sınır’lara BDT aracılığıyla tekrar kavuşmaktadır. (60) 3. Dış Politika Doktrini2000 yılında açıklanan yeni “Dış Politika” kavramı ile Rusya, 21.yüzyıldaki dış politika önceliklerini saptamayı amaçlamıştır. Böylece Rusya’nın eski dönemlerde olduğu gibi bir ‘Süper Güç’ olmasa da ‘Büyük’ ve‘Etkili’ bir devlet olması gerektiği vurgulanmıştır. Moskova’nın, uluslararası sistemin ABD ekseninde tek kutupluluğa doğru gitmesinin kendi ulusal çıkarlarına bir tehdit olacağını düşünerek (61) hareket ettiği görülmektedir. Çokkutuplu sistem yaklaşımı içerisinde aktif bir dış politika izlenmesi ve bu noktada Batılı kurumlarla nitelikli ilişkilerin geliştirilmesi esas alınmıştır. Bununla beraber, Avrasyacı yaklaşımın bir uzantısı olarak, büyük güç söylemini benimseyen ya da bölgelerinde güç odağı durumundaki devletlerle(ABD, AB, Çin, Hindistan, v.s.) ikili düzeyde özel ilişkilerin geliştirilmesine önem verilmiştir. (62)

Doktrinde ekonomik çıkar ve araçların dış politikada temel öncelikler ve araçlar olacağı açıkça ifade edilmiştir. Enerji politikaları ile boru hatları stratejilerinin merkezi karar alma organlarınca belirlenmesi, söz konusu sektörün dış politika aracına dönüştürülmesinden önce gerçekleştirilmesi için gerekli hale gelmiştir. Nitekim Putin döneminde Gazprom’un ekonomik aktör olarak özerkliği sınırlandırılmış ve dış politikadaki etkinliği azaltılmıştır. (63) Yeni Rus güvenlik ve dış politika doktrinleri ile resmen öne çıkarılan ekonomik çıkarların, Rus dış politikasına yansıtılması çerçevesinde, enerji faktörünün avantajlı ve etkin bir duruma getirilmesi Rus dış politikasında yeni bir dönemin başladığını göstermektedir. Bunun anlamı, Rusya’nın dış politikasında enerji faktörünün en etkin araç olarak önümüze çıkmasıdır. Dünya enerji rezervleri ve ihracat payı bakımından çok önemli güç konumunda bulunan Rus enerji sektörünün etkinliğinin Rus dış politika uygulamalarına başarıyla yansıtıldığı görülmüştür.

Türkmenistan’la doğal gaz anlaşması, Rusya’nın Hazar bölgesinde aktifleşme söylem ve politikaları,Türkiye ile Mavi Akım projesindeki işbirliği, Avrupa ile ilişkilerde enerji faktörünün öneminin artması, hep bu çerçevede değerlendirilebilir. (64) Çok kutuplu bir dünyanın savunulduğu doktrinde Rusya, gerçek potansiyele sahip bir Avrasya gücü olarak tanımlanmakta ve jeopolitik önemi vurgulanmaktadır. Dış politikada güvenlik, askeri ve ekonomik faktörlerin önemi üzerinde durulmakta ve ülke dışında bulunan Rus haklarına ilişkin koruyucu tutum görülmektedir. BDT ile ilişkiler bölgesel öncelikler kapsamında ele alınmakta, Rusya Federasyonu’nun eski Sovyet bölgesinde etkin olması gerektiği belirtilmektedir. NATO konusunda ise, genişlemeden duyulan rahatsızlık vurgulanmaktadır. Doktrin, ABD ve AB ile ilişkilere önem vermektedir. Ancak ABD’nin öne çıkmasından, BM Güvenlik Konseyi’nin onayı olmadan girişilen operasyonlardan duyulan rahatsızlık da vurgulanmaktadır. Çok kutuplu dünya sisteminden yana olunması, bu rahatsızlıktan ileri gelmektedir. BM’nin yeniden yapılandırılması konusundaki ifadeler ile, BM Güvenlik Konseyi’ne veto hakkına sahip yeni üyelerin alınması yolundaki ifadeler de buna işaretletmektedir. (65)

Dış politika kavramı ve askeri doktrin Rusya’nın yakın çevrede nüfuz arayışının stratejik dayanakları niteliğindedir. Bu iki kavramda yeni döneme ilişkin Rusya’nın ‘grand stratejisini’ görmek mümkündür. Buna göre Rusya, hem Batı ile büyük güç statüsünü kaybetmeden pragmatik ve eşit bir ilişki istemekte, hem de Avrasya’da ayrıcalıklı bir rol hedeflemektedir. Sonuç olarak, dış /bölgesel/güvenlik politikaları ile Rus ulusal kimliği ve milliyetçiliğini şekillendiren askeri doktrin ve dış politika kavramları reformist ve Avrasyacılar arasında özellikle yakın çevrede uygulanacak politikalar açısından bir uzlaşıya varıldığını göstermesi açısından önemlidir. (66)

III. 11 Eylül Sonrası Rus DışPolitikası

11 Eylül hadiseleri ve arkasından yaşanan gelişmeler Rusya Federasyonu’nun dış politika ve güvenlik doktrinlerinde geleneksel çizginin sınırlarını oldukça zorlayacak nitelikte değişikliklere yol açmıştır. Artık,Rusya’nın uluslararası bir güç olmadığının, en azından uluslararası bir güç olmanın ekonomik altyapısını karşılamaktan uzak olduğunun farkına varan Putin, Rusya’yı global arenadan çekerek, bölgesel ve/fakat enerji eksenli etkin bir güç haline dönüştürme yolunda çalışmalara başlamıştır. Bu çerçevede Moskova, ABD ile yakınlaşarak genelde Batı dünyası ile bütünleşme politikaları takip etmeye başlamıştır. Politik olduğu kadar ekonomik gerekçelere de dayanan bu kararla Rusya, en azından bir süreliğine küresel iddialarından vazgeçtiğini ortaya koymuştur. (67)

Rusya, küresel politikalardan vazgeçtikten sonra ilk iş olarak yakın çevresine yönelmiştir. Bu çerçevede Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri ile ilişkilerini ekonomik ve askerî bazda geliştirmeye başlamıştır. Dünyada çok kutuplu bir yapı oluşturmak amacıyla AB, AGİT, Avrupa Konseyi gibi örgütlerle ve başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye çalışmıştır. Rusya’da 11 Eylül’e ilişkin olarak iki görüş belirmiştir. Resmi görüşe göre11 Eylül, geçmişteki zorlukları ve çatışmaları geride bırakıp Batı’ya tam entegrasyon için benzersiz bir fırsattı. Bunun aksini savunanlar ise, ABD’nin Rusya’nın dominant olduğu eski Sovyet sahasına yerleşerek burada varlığını güçlendirmeye başladığından hareketle, 11 Eylül’ün Rus dış politikası çıkarları açısından faydadan çok zarar getirdiğini savunmuştur. (68) Putin, halkı karşı olmasına rağmen ABD ile ters düşmeme, Orta Asya ülkeleri üzerinde etkisini sürdürme, BDT sınırlarını daha iyi kontrol etme, Çeçenistan sorunu dolayısıyla maruz kalınan iç ve dış baskıyı azaltma, NATO ile yeni perspektifler oluşturma gibi nedenlerle ABD’yle yardıma ve işbirliğine gitmiştir. (69)

11 Eylül’den sonra küresel düzeyde dış politikasında en radikal değişimi yaşayan ülkelerden biri olan Rusya’da Başkan Putin, iç politikada önemli riskler alarak terörizme karşı savaşta ABD’ye tam destek sağlamış ve Batı ile Avrasyacılık arasında bir eksene oturtulmaya çalışılan Rusya’nın yönü, 11Eylül’den sonra Batı ile bütünleşmeye ve bu anlamda ABD ile müttefikliğe doğru çevrilmiştir. ABD ile hızlı başlayan balayı bu ülkenin Orta Asya’da birbiri ardına askerî üsler edinmesiyle neticelenmiştir. Ancak bir taraftan Rusya içerisinde yükselen Batı karşıtı söylem ve diğer yandan da ABD’den umulanın bulunamaması, Moskova’da ABD’ye verilen desteğin sorgulanmasına ve Kremlin’in dış politika alternatiflerini açık tutmasına sebep olmuştur. (70) NATO ve Rusya 11 Eylül’den sonra aralarındaki geniş işbirliğine yeni bir hız ve yön kazandırmak için bazı adımlar atmışlardır. NATO-Rusya Konseyi’nin kurulması bu adımlardan biridir. Terörizme karşı birlikte hareket etme prensibiyle görülen bu yakınlaşma Rusya’nın NATO’ya girme ihtimalini gündeme getirmiştir. (71)

11 Eylül’den sonra NATO Müttefikleri ve Rusya,ortak tehditlerle karşı karşıya olduklarını ve artık NATO’nun genişlemesi gibi konularda tartışmaya devam edemeyeceklerini anlamışlardır. (72) Yeniuluslararası düzende, terör karşıtı bloklaşma çabalarından uzaklaşacak bir Rusya’nın tek başına kalabilme riski, Putin’i aktif bir politika izlemeye yöneltmiştir. Ancak bu olumlu hava, Rusya’nın NATO’nun genişlemesi ile ilgili görüşlerinden vazgeçtiği anlamına gelmemektedir.11 Eylül saldırılarının ardından ABD ve müttefiklerinin 'uluslararası terörizme' karşı açtığı savaş ve yeni tehdit algılamalarının şekillenmesi dünyanın Çeçenistan'da yaşanan savaşa bakışı üzerinde de etkili olmuştur.Bu çerçevede Çeçenistan Savaşı'nın uluslararası terörizm kapsamında mı,yoksa bağımsızlık mücadelesi olarak mı değerlendirilmesi gerektiği tartışması Vladimir Putin'in başarılı propaganda savaşı sayesinde dondurulmuştur. (73) PutiPutin, 11 Eylül’den sonraki televizyon konuşmasında "Çeçenistan'daki olayların uluslararası terörizmle mücadelenin dışında olduğu düşünülemez" diyerek bu cumhuriyete yönelik operasyonlarına meşruiyet zemini bulmaya çalışmıştır. (74)

11 Eylül sonrası süreçte, Çeçen sorununun toplum ve devlet içindeki algılamalarında eski önemini yitirmesiyle birlikte, Rusya’daki ulusçu söylemlerin ağırlıklarının azalması gündemdedir. Bu açıdan bakıldığında, devletin ve toplumun genel ilgilerinin yeniden dış dünyaya yöneltilmesi sözkonusu olacaktır. Çeçen sorunu merkezi devletin yeniden oluşturulması içinen önemli argüman olarak gündemde tutulmaya çalışılsa da, ekonomik reformların sürdürülebilmesi için dış etkenlerin katkısının sürmesi şarttır. (75) İki bloklu yapının yıkılması ile 11 Eylül arasında geçen zaman zarfında ABD’nin Rusya Federasyonu ile ilişkileri; Kafkasya ve Orta Asya’da birlikte davranma, Avrupa ve Balkanlar’da Rusya’nın ABD’siz davranmasına engel olma ve Ortadoğu’da ABD’nin birincil güç olmasını kabul etme çizgilerinde geliştirilmiştir.

11 Eylül’ün hemen sonrasında Afganistan’a yapılan müttefikler müdahalesi sırasında, Rusya Federasyonu-ABD ilişkilerinde henüz açığa çıkmamış bazı paradoksal durumlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Afganistan’a yapılan müdahalenin “terörizmle mücadele” -özellikle radikal İslâmi terörle mücadele- konsepti çerçevesinde Rusya Federasyonu ile ABD’nin politikalarında önemli bir örtüşme sağlanmıştır. Ancak, mücadelenin yöntem ve taktikleri konusunda aralarında görüş ayrılıkları doğmaya başlamış, ABD, Afganistan müdahalesinin meşruiyetinin sağlanması sırasında yanına aldığı Rusya’ya, Afganistan’ın yeniden yapılandırılmasında aynı oranda yer vermemiş ve dolayısıyla dünya politikalarında Rusya ile birlikte davranmama olasılığını açığa çıkarmıştır.

ABD’nin Orta Asya, Kafkasya ve Balkanlar’da askeri bakımlardan kalıcı pozisyonunu sürdüreceğinin ve Rusya Federasyonu’nun da bu bölgelerde kendisinden bağımsız bir güç olmasına yanaşmayacağının açıklık kazanması, Rusya Federasyonu’nu AB’nin özellikle ABD’ye karşı temkinli davranan iki çekirdek ülkesi durumundaki Fransa ve Almanya ile yakınlaşmaya itmiştir. (76) Irak harekatı konusunda da Rusya başlangıçta ABD’yi desteklemiş ancak savaştan sonra Irak’ta yeni düzeni kuran ABD olduğu için bundan rahatsızlık duymuş, ABD’nin Irak harekatından sonra Orta Asya ve Kafkasya’ya kalıcı bir şekilde yerleşmesinden endişe etmiştir. (77) Bugün Rusya, terörizmle mücadele edilmesi gerektiğini savunmakta ancak bunun ABD’nin yaptığı gibi tek taraflı olarak yapılmaması gerektiğine inanmaktadır. Uluslararası güvenliğin giderek tehdit altında bulunmasından ve istikrarın yok olmasından endişelenmekte, bunun engellenmesi için uluslararası terörizmi ve kitle imha silahlarını önleyecek uluslararası bir birlik oluşturulması gerektiğine inanmaktadır. Bunun da ancak uluslararası arenada kabul gören bir çözümle ve uluslararası hukukun kurallarına göre yapılması gerektiğini savunmaktadır. Rusya’ya göre küreselleşen dünyada tek taraflı tutumlar sorunları çözmek yerine daha da derinleştirecektir. (78)

Putin yönetimin 1999’dan 11 Eylül’e kadarki dönemdeki dış politikasında Avrasyacı yaklaşımın ciddi bir ağırlık noktası olduğu görülmektedir. Ancak, 11Eylül’den sonra ABD ile işbirliği sürecine giren Putin yönetimin bu retoriği önemli ölçüde geri plana ittiği veya en azından sık sık kullanmamaya dikkat ettiği görülmüştür. Fakat, özellikle son birkaç yıldır Rusya-ABD ilişkilerinde“zorunlu balayının” sona erdiği yönünde işaretler görülmektedir. Bu gelişmeye paralel olarak, Putin yönetimin de Avrasyacılığın temel söylemlerinden olan çok kutuplu dünya, ABD hegemonyasına karşıtlık benzeri unsurlara sıkça yer verdiği görülmektedir. (79) Öyle görünüyor ki, siyasi güçlerin merkezi eğilimlere çekilmesinin sağlanması ve Atlantikçilik-Avrasyacılık sentezinin Rus dış politikasının temellerine uyarlanması, Putin döneminin en belirgin özellikleri olacaktır.

IV. Putin’le İkinci Dönem

14 Mart 2004 tarihinde yapılan Başkanlık Seçiminde Putin ikinci kez %71,1 oy oranı (80) ile dört yıllık süre için Rusya Federasyonu devlet başkanı seçilmiştir. Seçimlerden önceki yıl, ekonomi ve dış politikada Putin’in zaferler elde ettiği bir yıl olarak tarihe geçmiştir. Petrol fiyatları çok yüksek olduğu için petrol ülkeye para kazandırmış, bunun sonucunda da ekonomide Putin’in devlet başkanı olduğu 1999 yılından itibaren gözlemlenen canlılık devam etmiştir. (81)

11 Eylül terör saldırıları ve takip eden Afganistan ve Irak işgalleri sırasında petrol piyasalarında görülen dalgalanmaları Rusya'yı yeniden ekonomik ve siyasi bir güç haline getirmiştir. Petrol fiyatlarındaki artış Rusya'nın keyfini artırıyor, Amerikalıları ise rahatsız ediyordu. Doktorasını enerji endeksli dış politika üzerine yapan Başkan Putin, Rusya'yı yeniden bir süper güç yapacak politikaları keşfetmişti: Petrol vanalarını elinde tutmak. Tabii bunun için önce oligarklardan kurtulması gerekiyordu. Moskova kısa zamanda petrol şirketlerini devlet kontrolüne almayı başardı. Yeni merkezileşme hamlesini enerji bağlantılı diğer dev şirketler izledi. Putin'in 2004 yılında büyük halk desteğiyle ikinci kez devlet başkanı seçilmesi merkeziyetçi politikalar için ekstra bir destek sağladı. (82) Putin’in ikinci başkanlık döneminde hem AB’nin hem de NATO’nun tarihindeki en büyük genişlemesi gerçekleşmiştir. Aralarında Estonya, Letonya, Litvanya’nın da bulunduğu yedi ülke NATO’ya üye olmuştur. Putin, bu genişlemenin yeni güvenlik tehditlerine cevap vermediğini söyleyerek genişlemeye sıcak bakmadığını ifade etmiş, AB’nin genişlemesinden sonra ise AB ile Rusya arasındaki işbirliğinin geliştirileceği açıklanmıştır.

Bu olaylar karşısında Rusya’nın sergilediği tutum Rus dış politikasında on yılı aşkındır devam eden Avrupa merkezli, Batıcı pragmatik yaklaşımı ortaya koymaktadır. Bu yaklaşım içerisinde eski Sovyet coğrafyası münhasır bir yere sahiptir ve önceliğini her zaman korumaktadır. (83) Bu dönemde meydana gelen en önemli olaylardan biri Eylül 2004’teKuzey Osetya’nın Beslan kasabasında yaşanan okul baskınıdır. Şamil Basayev liderliğindeki gruplar tarafından gerçekleştirilen bu terör eylemi Rus güvenlik güçleri tarafından kanlı bir şekilde neticelenmiştir. Dünyaya uluslararası terörizm kapsamında lanse edilen Beslan katliamının ardından Rusya, 11 Eylül sonrası ‘terörizmle savaş’ bağlamında Bush’un ortaya koyduğu önleyici saldırı doktrinini sahiplenmiştir. Putin’in bu olayı, Kafkasya’da denetimi ele almak için bir fırsat olarak değerlendirdiği söylenebilir. Zira Putin, Beslan’daki olayların ardından merkeziyetçiliği güçlendirici planlarını devreye sokmaya başlamıştır. Beslan trajedisi aynı zamanda bir çok komplo teorisini de gündeme getirmiştir. Zira, bu terör eyleminin ardında çok sayıda ucu açık soru bulunmaktadır. (84) “Beslan aslında Rusya’nın, Gürcistan’ın ya da ABD’nin komplosuydu” (bunlardan birinin ya da birkaçının) ya da “bu devletlerin herhangi birinin işbirliği ile gerçekleşti” şeklinde yorumlar yapılmaktadır. Rusya çok yönlü dış politika stratejisinin gereği olarak, ABD ile ilişkilerini geliştirme yolunda ilerlerken, Şangay İşbirliği Örgütü gibi kurumlar aracılığıyla da, ABD’nin bölgede daha fazla yayılmasının gerekçelerini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Kuzey Osetya’nın Beslan kentinde yaşanan terör eylemi sonrasında RF de tıpkı ABD gibi petrol coğrafyasına ve kalpgaha (85) daha fazla hakim olabilmenin avantajını yakalamıştır. (86)

V. Rus Dış Politikasında Enerji Faktörü

Rusya, enerji kaynakları bakımından dünyanın en önemli ülkelerinden biridir. (87) SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya, artık uluslararası bir süper güç olmadığından hareketle yeni politikalar benimsemiş ve sahip olduğu zengin enerji kaynakları sayesinde bölgesel bir enerji süper gücü olma yolunda bir politika benimsemiştir. Dünyanın en önemli enerji rezervlerinden birine sahip Rusya’nın dış politikasında enerji unsurunu çok etkin stratejik araç olarak öne çıkarma yolunda hareket ettiğini söylemek mümkündür. Putin liderliğindeki Rusya, petrol ve doğalgazı etkin bir şekilde dış politika silahı olarak kullanmaktadır. İran'dan Filistin'e, Kafkaslardan Ukrayna'ya kadar pek çok bölgede Batılı ülkelerin politikalarına ayak direyen Rusya yeni bir enerji süper gücü olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun anlamı, Rusya’nın dış politikasında enerji faktörünün en etkin araç olarak önümüze çıkmasıdır. Rusya, Avrasya'da yeniden yükselişe geçen bir güç olma özelliğini giderek geliştirirken, küresel enerji dengeleri içindeki rolünü de artırmaktadır.

Rusya kendisini en büyük enerji ülkesi olarak tanıtmaktadır, petrol ve doğalgaz üretimi bakımından sırayla dünyanın ikinci ve birinci konumunda olduğunu iddia etmektedir. Rusya geleceğe yönelik, enerjiye dayanarak belli ülkeler ve bölgeler üzerinde etki yaratabilmenin zeminini hazırlamaya çalışmaktadır. Sovyetler dönemindeki askerî süper güç yıkılmıştır, Başkan Putin’in stratejisi ise enerji süper gücü yaratmaya çalışmaktır. Rusya’nın küresel çapta enerji vasıtasıyla siyasî etki yaratmaya çalıştığı aşikardır. (88) ABD Başkanı George Bush’un 1992’de dile getirdiği yenidünya düzeninde rekabet, ekonomik çıkarların başat unsura dönüşmesi anlayışına dayanmaktadır. Son on yılda, özellikle Batı devletleri tarafından meşru bir rekabet anlayışı olarak öne çıkarılan ekonomik çıkarlar mevcut uluslararası ilişkiler sistematiğinde meşru mücadele aracı olarak görülmektedir. Yeni Rus ulusal güvenlik ve dış politika doktrinleri de, bu ekonomik çıkar rekabetini temel alarak, jeo-stratejiden jeo-ekonomiye doğru değişimi benimsemiştir. (89)

Bu çerçevede Rusya, öncelikli olarak eski SSCB bölgesinde etkin olma ve bölge ülkelerini enerji açısından kendisine bağımlı kılmak istemektedir. Böylece bölgede ABD denetiminin yeterince gelişmesi engellenmiş olacak, elindeki enerji kozu sayesinde Rusya, Ortadoğu ve Kafkasya bölgesinde çıkarlarını koruyabilecektir. Nitekim Rusya bunu uygulamış ve 2005 yılı sonunda Ukrayna’ya verdiği gazı keserek bir bakıma ‘turuncu devrim’i (90) cezalandırmıştır. Rusya'nın doğalgaz vanalarıyla oynaması bir anda bütün Avrupa’da tedirginliğe yol açmıştır. Rusya gücünü denemiş ve ümit ettiğinden bile daha güçlü olduğunu öğrenmiştir. Bu olaydan sonra akla şu soru geliyordu: Rusya bir enerji süper devleti olarak uluslararası politikada kendisini nasıl konumlayacaktı? Putin'in bu soruya cevabı 22 Aralık 2005'teki güvenlik toplantısında yaptığı konuşmayla gelmiştir.

Putin Rusya'nın dünya siyasetinde aktif ve en üst düzeyde rol alması gerektiğinin altını çiziyordu. Bu yer alma da postmodern dünyanın belirlediği parametreler üzerinden değil, Rusya’nın en iyi bildiği Soğuk Savaş parametreleri üzerinden olacaktı. Putin’in dünya politikasında aktif rol alma projesi önce yakın çevrede bulunan ve bir zamanlar Sovyetlerin kontrol ettiği ülkelerin iç ve dış politikalarına hükmetmeyi gerektiriyordu. Rusya bunu kendi federasyonu içinde ayrılıkçı politikalar güden azınlıkların hızla bastırılması ve komşu devletlerin Rusya’ya enerji kaynakları açısından bağımlı oldukları dersinin verilmesi yoluyla gerçekleştirecekti. (91) Rus dış politikası V. Putin liderliğinde pragmatist bir anlayıştan hareketle ciddi taktiksel manevra hüviyetleri kazanmaktadır. Artık Rusya’nın ne ordusu,ne de nükleer kabiliyetleri ama sahip olduğu muazzam enerji kaynakları dış politikasının en önemli enstrümanı olma yoluna girmiştir. Ukrayna ile yaşanan “gaz krizi” ve sonrasında Ukrayna iç siyasetinde yaşanan sıkışmalar, Bağımsız Devletler Topluluğu’na üye devletlere düşük bir ücretle satmış oldukları doğal gazın fiyatını yükseltme gayretleri ve buna karşı bu devletlerde oluşan istikrarsızlık işaretleri Kremlin’in hala bu coğrafyada etkili bir aktör olduğunun işaretlerini vermiştir. (92) Bütün bu anlatılanlar çerçevesinde Rus dış politikasında stratejik araç değişiminden söz etmek mümkündür. Yeni Rus güvenlik ve dış politika doktrinleri ile resmen öne çıkarılan ekonomik çıkarların, Rus dış politikasına yansıtılması çerçevesinde, enerji faktörünün avantajlı ve etkin bir duruma getirilmesi Rus dış politikasında yeni bir dönemin başladığını göstermektedir. (93)

VI. Yeni Dünya Düzeninde Rusya ve Rus Dış Politikası

Putin yönetimindeki Rusya Federasyonu’nun dış politikası pragmatik kararlarla yürütülmektedir. Rusya Federasyonu dış politikada çok taraflı, dengeli siyaset sürdürme taraftarıdır. Dış politikadaki öncelik BDT ülkelerine verilmekte, Batı yönündeki öncelik Avrupa devletlerine, özellikle Almanya ve Fransa’ya verilmektedir. Dünyada büyük güç olan ABD’nin de önemli bir devlet olduğu kabul edilmektedir. Batı’ya karşı bir denge oluşturmak amacıyla İran, Çin ve Hindistan ile ilişkilere de önem verilmektedir. Putin’in ardından Rus dış politikasının yönünün ne olacağı merak konusudur. İkinci dönem görev süresi 2008 Mart ayında dolacak olan Putin, ‘anayasa engeli’ (94) nedeniyle adaylığının söz konusu olmadığını açıklamıştır. Bu açıklama, Putin’in halefinin kim olacağı tartışmalarını başlatmıştır. Rusya dış politikada önceliği, ‘arka bahçesi’ olarak gördüğü BDT ülkelerine vermekte ve bunu doktrin ve belgelerde dile getirmektedir.

Son yıllarda Gürcistan’da ve Ukrayna’da meydana gelen politik gelişmeler ve “renkli devrimler” Rusya’yı, eski-Sovyet coğrafyasında yürüttüğü politikalarını ciddi bir şekilde gözden geçirmeye itmiştir. Gürcistan’da Batı yanlısı Saakaşvili yönetiminin iktidara gelmesi neticesinde, Rusya’nın bütün çabalarına rağmen Ukrayna’da “turuncu devrim” sonrası Moskova karşıtı Yushenko’nun iktidara gelmesi sonucunda Rusya stratejik olarak iki önemli bölgede yenilgiye uğramıştır. Güney Kafkasya’da da Rusya’nın stratejik müttefiki olan Ermenistan’da Batı yanlısı güçler günden güne güçlenmektedirler. Bu gelişmeler Moskova’da ciddi tartışmalara neden ve ülkedeki bir çok uzman Rus dış politikasının başarısızlığının arkasında yatan nedenler üzerinde ciddi bir şekilde düşünmeye başlamışlardır. (95) Günümüzde Rusya, dış politikayı yürütmede belirli imkanlara sahiptir. Mesela, BM’de daimi konsey üyeliği, nükleer silahları, büyük toprağı, kayda değer doğal kaynakları, eğitilmiş nüfusu buna örnek olarak gösterilebilir. Rusya’nın özel jeopolitik konumu vardır.

Dünya haritasında merkezi pozisyona sahiptir, bu bölge bazen ‘kara merkezi’ (heartland) olarak da adlandırılmaktadır. Batı kısmıyla Avrupa’ya, doğusuyla Asya’ya çıkmaktadır. Fakat bununla birlikte, devletin ulusal çıkarları net olarak kurulmamış ve Rusya’nın dış politikasının da henüz oluşma sürecinde olduğu söylenebilir. Rusya Anayasasında dış politikanın esas yönleri ise; siyasi, ekonomik ve başka dış amaçlara ulaşmak için askeri güç kullanmayı reddetmek, hiçbir devleti düşman olarak görmemek, ülkenin egemenliğinin ve bütünlüğünün korunmasını başlıca ulusal çıkar olarak görmek şeklinde gösterilmektedir. Bununla birlikte, Batı ve BDT ülkeleri ile güvenilir ilişki kurmak, aynı zamanda Ortadoğu, Güney ve Güneybatı Asya devletleri ile ilmi, kültürel ve eğitim alanlarında ortaklık kurmak, Batı ile Asya’nın birleştiricisi rolünü üstlenmek, ülkenin öncelikli dış politik yönelimlerini oluşturmaktadır. Rusya Federasyonu dışında yaşamakta olan 20-25 milyon etnik Rus azınlığın haklarının korunması da dış politikanın önemli konularından biridir.

Kendi çıkarlarını koruyarak küreselleşme sürecinin sorunlarını çözmede faal hareket etmesinin gerekli olduğu söylenmektedir. (96) Putin yönetiminde Rus dış politikasının pragmatik bir seyir alması Moskova-Ankara ilişkilerinin yumuşamasında önemli rol oynayan diğer bir etmen olmuştur. Putin yönetiminde Rusya, Türkiye ile ilişkilere artan bir seyirde önem vermeye başlamıştır. 2001 yılında iki ülke “Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı” imzalamıştır. (97) Bu çerçevede, Avrasya bölgesinde karşılıklı işbirliği ve görüş alışverişinde bulunulacağı belirtilmiş ve ekonomik ilişkilerin artırılması konusunda hemfikir olunmuştur. Bu belge iki taraf arasında karşılıklı güvenin artırılması bakımından da önemlidir. İlişkilerin boyutu rekabetten ziyade işbirliğine kaymış durumdadır. Rusya Türkiye’yi bölgesel bir güç olarak değerlendirmekte ve karşılıklı ziyaretler yoluyla ilişkilerde güçlenme görülmektedir. Rusya Federasyonu, dış politikasında çok yönlü prensibi uygulayarak, dünya düzeninin tek kutuplu şekil almasına karşı çıkmaktadır. Bununla birlikte küreselleşmenin de kaçınılmaz olduğunu kabul ederek, oluşacak çok kutupluya da çok merkezli uluslararası sistemin uygulanmasına katkıda bulunmayı planlamaktadır. Oluşacak bu yenidünya düzeninde Rusya, eskisi gibi olmasa da önemli güç merkezi halini almasını hedeflemektedir. Bunun için geleceğe yönelik politikalarında ülkenin iç düzenini geliştirerek, dış politikada başta ekonomik çıkara önem vererek, Rusya’nın ulusal menfaatleri gereğince politikalar yürüteceği anlaşılmaktadır.


Bölüm 1 >>>      Bölüm 2 >>>      Bölüm 3 >>>      Bölüm 4 >>>


BÖLÜM DİPNOTLARI:
1)
The Constitution of the Russian Federation, http://www.departments.bucknell.edu/ russian/const/constit.html
2) Fevzi USLUBAS: SSCB’den Sonra Sıra Rusya’da Mı? Afganistan, Küresel Terör ve ABD
İmparatorlukların Bataklıgı, (İstanbul, Toplumsal Dönüsüm Yayınları, 2005), 138.
3) Assem NAUSHABAYEVA: Degisen Uluslararası Dengeler Baglamında Rusya Federasyonu’nun Dıs Politikası, Doktora Tezi, (Ankara, 2005), 275.
4) Fevzi USLUBAS: a.g.e., 138.
5) Galina STAROVOİTOVA: “A Democratic House of Cards, Transitions”, Cilt 5, Sayı 6, 1998, 35-36’dan naklen Zeynep DAGI, Ulusal Kimlik Baglamında Rus Milliyetçiligi ve Rus Dıs Politikası,Doktora Tezi, (Ankara, 2001), 133.
6) Zbigniew BRZEZINSKI: The Grand Chessboard: American Primacy and Its Geostrategic
Imperatives, (New York, Basic Books, 1997), 109-111.
7) Zbigniev BRZEZENSKİ ve Paige SULLİVAN (Ed.): Russia and the CIS: Documents, Data andAnalysis, M.E.Sharpe, (New York, CSIS, 1997), 3’ten naklen Fırat PURTAS, Rusya Federasyonu Ekseninde Bagımsız Devletler Toplulugu, (İstanbul, Platin Yayınları, 2005), 160.
8) Yalın ALPAY, Yavuz Mehmet ÖZTÜRK: Rusya Ülke Analizi, (İstanbul, TİM Yayınları, 2005), 11.
9) Vera TOLZ: “Forging the Nation: National Identity and Nation Building in Post-Communist
Russia”, Europe-Asia Studies, Cilt 50, Sayı 6, 1998, 1004-1012’den naklen Zeynep DAGI, Ulusal Kimlik Baglamında Rus Milliyetçiligi ve Rus Dıs Politikası, Doktora Tezi, (Ankara, 2001), 135.
10) Ilya PRIZEL: National Identity and Foreign Policy, (New York, Cambridge University Pres,
1998), 243.
11) Zeynep DAGI: “Rusya’nın Güvenlik Politikası ve Türkiye”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ed. Refet YİNANÇ, Hakan TASDEMİR, (Ankara, Seçkin Yayınları, 2002), 245.
12) Ömer Göksel İSYAR: Bölgesel ve Global Güvenlik Çıkarları Baglamında Sovyet-Rus Dıs
Politikaları ve Karabag Sorunu, (İstanbul, Alfa Yayınları, 2004), 10-11.
13) Assem NAUSHABAYEVA: a.g.e., 246.
14) Ümit ÖZDAG: “SSCB’den Rusya Federasyonu’na”, Avrasya Dosyası, Cilt 3, Sayı 4, (Kıs 1996), 172.
15) Ilya PRIZEL, a.g.e., 243.
16) Zeynep DAGI: Kimlik, Milliyetçilik ve Dıs Politika: Rusya’nın Dönüsümü, (İstanbul, Boyut
yayıncılık, 2002), 155.
17) Kaliningrad (eski Königsberg), Rusya Federasyonu’nun, Rusya ile sınırı olmayan, Litvanya ile Polonya arasında Baltık Denizi kıyısında bir topragıdır. Nüfusunun yüzde 80’i Almandır. 1990 sonrasında SSCB’nin dagılmasına ragmen Kaliningrad özerk (oblast) bir bölge olarak Rusya Federasyonu’na baglı kalmıstır. Kaliningrad, SSCB sonrasında cografi olarak Rusya’dan ayrılmasına ragmen Rusya’ya baglıdır. Fakat Rusya ile karadan baglantısı yoktur. Bölge jeopolitik ve ticari önemi dolayısıyla baslı basına bir öneme haizdir. Rusya’nın Baltık Filosu burada bulunmaktadır. Bölge yogun askeri nüfuslu bölgelerden biridir. Bunun yanında AB’nin doguya genisleme sürecinde Rusya ile AB arasındaki en önemli sorunlardan biri olarak kendiliginden ortaya çıkmıstır. Sorunun gündeme gelmesi ise Avrupa’nın genisleme stratejilerinden dolayıdır.
18) Ömer Göksel İSYAR: a.g.e., 13.
19) Zbigniew BRZEZINSKI: Büyük Satranç Tahtası: Amerika'nın Önceligi ve Bunun Jeostratejik Gerekleri, Çev. Ertugrul DİKBAS, Ergun KOCABIYIK, (İstanbul, Sabah Kitapları, 1998), 100.
20) Ekrem ÜNKARACALAR: “21. Yüzyılda Rusya ve Dıs politikası”, (3 Temmuz 2006),
http://www.haberrus.com/?pid=3349&Keyword=ekrem
21) Aleksandr DUGİN: Rus Jeopolitigi: Avrasyacı Yaklasım, Çev. Vügar İMANOV, (İstanbul, Küre Yayınları, 2003), 10.
22) Zeynep DAGI: a.g.e., 158.
23) Yalın ALPAY, Yavuz Mehmet ÖZTÜRK: a.g.e., 12.
24) Christian F. WEHRSCHUTZ: “Rus Fikriyatının Parçası Olarak Avrasyacılık”, Menfaatler
Çatısması Ortasında Türkiye, Haz. Yılmaz TEZKAN, (Ankara, Ülke Kitapları, 2000), 89.
25) Yalın ALPAY, Yavuz Mehmet ÖZTÜRK: a.g.e., 13.
26) İhsan ÇOMAK: “Rusya, Putin ve Avrasyacılık”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1, Ed. İhsan
ÇOMAK, (İstanbul, Tasam Yayınları, 2006), 98.
27) Sergei STANKEVİCH: “Russia in Search of Itself”, The National Interest,
(Summer 1992), 47.
28) Renee de NEVERS: “Russia’s Strategic Renovation”, Adelphi Paper, 289, (London, The
International Institute for Strategic Studies, 1994), 5-6.
29) Yalın ALPAY, Yavuz Mehmet ÖZTÜRK: a.g.e., 13.
30) Renee de NEVERS: a.g.e., 6.
31) Zeynep DAGI: a.g.e., 157.
32) Nadir ÖZBEK: “Rus Dıs Politikasında Yeni Yönelimler ve Türk Cumhuriyetleri”, Avrasya
Dosyası, Cilt 3, Sayı 4, (Kıs 1996), 9.
33) Utku YAPICI: “Avrasyacılık-Atlantikçilik İkileminde Rus Dıs Politikası: Putin Çok Boyutlu
Uygulamalara Yöneliyor”, Cumhuriyet Strateji, Sayı 16, (18 Ekim 2004), 9.
34) Fırat PURTAS: Rusya Federasyonu Ekseninde Bagımsız Devletler Toplulugu, (İstanbul, Platin Yayınları, 2005), 136.
35) Ömer Göksel İSYAR: a.g.e., 11.
36) Ömer Göksel İSYAR: a.g.e., 11.
37) Fırat PURTAS: “Hazar Bölgesi'nde Rekabetin Yeni Boyutu: Silahlanma Yarısı”, (1 Ekim 2004), http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=21&kat=32
38) Fırat PURTAS: a.g.e., s.141
39) Zeynep DAGI: “Rusya’nın Güvenlik Politikası ve Türkiye”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, Ed. Refet YİNANÇ, Hakan TASDEMİR, (Ankara, Seçkin Yayınları, 2002), 178-180.
40) Mediha AKARSLAN: Degisen Dünya Dengeleri: Rusya Federasyonu Yakın Çevre Politikası ve Türk Cumhuriyetleri, (İstanbul, Ezgi Kitabevi Yayınları, 1994), 149.
41) Osman Metin ÖZTÜRK: Rusya Federasyonu Askeri Doktrini, (Ankara, ASAM Yayınları, 2001), 36.
42) Yasar ONAY: “Türkiye-Rusya İliskilerinde NATO Gölgesi”,  http://www.tusiad.org/yayin/ gorus /32/html/ sec9.html
43) Zeynep DAGI: a.g.m., 182.
44) Osman Metin ÖZTÜRK: a.g.e., 36.
45) Fırat PURTAS: a.g.e., 146.
46) Nadir ÖZBEK: a.g.m., 9.
47) Zeynep DAGI: a.g.m., 185.
48) Zbigniew BRZEZINSKI, a.g.e., 94.
49) Zeynep DAGI: a.g.m., 186.
50) Fırat PURTAS: a.g.m., http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=21&kat=32
51) Nazım CAFERSOY: “Rusya’da (Yeni) Avrasyacılık Akımı”, (28 Aralık 2005),
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=700&kat=44
52) Fırat PURTAS: a.g.e., 171-172.
53) Mirza ÇETİNKAYA, Müslim YAGİBEKOV: “Eski Süpergücün Yeni Düsleri”, Aksiyon, Sayı 316, (23 Aralık 2000), http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=13557
54) Yalın ALPAY, Yavuz Mehmet ÖZTÜRK: a.g.e., 16.
55) Mesut Hakkı CASIN: Rus İmparatorluk Stratejisi, (Ankara, ASAM Yayınları, 2002), 326.
56) Evren BALTA: “Çöküsten Kaosa Rusya, ABD ve Kafkasya Üçgeni”, Birikim, Sayı 186,
http://www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi.aspx?did=1&dsid=168&dyid=2844
57) Bkz. “Rusya Federasyonu’nun Milli Güvenlik Konsepti”, Kadim Komsumuz Yeni Rusya, Haz. Yılmaz TEZKAN, (İstanbul, Ülke Kitapları, 2001), 212-223.
58) Osman Metin ÖZTÜRK: a.g.e., 27.
59) Osman Metin ÖZTÜRK: a.g.e., 49.
60) Zeynep DAGI: a.g.m., 191-192.
61) Zeynep DAGI: a.g.m., 281.
62) Erhan BÜYÜKAKINCI: “Vladimir Putin Dönemi Rus Dıs Politikasına Bakıs: Söylemler, Arayıslar ve Fırsatlar”, Degisen Dünyada Rusya ve Ukrayna, Der. Erhan BÜYÜKAKINCI, (Ankara, Phoenix Yayınevi, 2004), 160.
63) Erhan BÜYÜKAKINCI: a.g.m., 161.
64) Nazım CAFERSOY: “Enerji Diplomasisi: Rus Dıs Politikasında Stratejik Araç Degisimi”, (2 Ocak 2006), http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat=27&yazi=709
65) Osman Metin ÖZTÜRK: a.g.e., 33.
66) Zeynep DAGI: a.g.m., 192.
67) Sinan OGAN: “2004 Yılı Türk Dıs Politikasında Rusya-Ukrayna Bölgesi ve 2005 Yılı
Beklentileri”, (1 Aralık 2004), http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat1=2&yazi=24
68) Bobo LO: Vladimir Putin and the Evolution of Russian Foreign Policy, (London, The Royal
Institute of International Affairs, Blackwell Publishing, 2003), 115-116.
69) Fatma TASDEMİR: “Taliban Bağlamında Bölgesel ve Küresel Güvenlik Sorunları Üzerine
Degerlendirme”, Uluslararası Güvenlik Sorunları ve Türkiye, a.g.e., 294.
70) Sinan OGAN: “Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz”, (16 Mayıs 2006),
http://www.netpano.com/haber/705/M%C3%BCcadelenin/Yeni/Rekabet/Alan%
C4%B1/Karadeniz
71) Bkz. Zaman Gazetesi, “Rusya NATO’da...Tekrar Düşünün!”,  http://arsiv.zaman.
com.tr/ 2001/12/04/strateji/strateji.htm
72) Lord ROBERTSON: “NATO’nun Dönüsümü”,
http://hq.nato.int/docu/review/2003/issue1/turkish/art1.html
73) Gökçen EKİCİ: “Moskova Eylemi ve Rusya Federasyonu'nun Çeçenistan Politikasına
Yansımaları”, Stratejik Analiz, (Aralık 2002), http://www.asam.org.tr/temp/temp246.pdf
74) Fehim TASTEKİN: “Savas Yorgunu Bir Ülke”, (Ekim 2001),
http://www.kafkas.org.tr/ajans/SavasİyorgunuİCecenya.htm
75) Yalın ALPAY, Yavuz Mehmet ÖZTÜRK: a.g.e., 17.
76) Beril DEDEOGLU: “Çatısma-Uzlasma İkilemi Çerçevesinde Rusya Federasyonu - Amerika
Birlesik Devletleri İliskileri”, 2023, Yıl 3, Sayı 33, (15 Ocak 2004),
http://www.2023.gen.tr/ocak2004/3beril.htm
77) İlyas KAMALOV: Putin’in Rusya’sı: KGB’den Devlet Baskanlıgına, (İstanbul, Kaknüs Yayınları, 2004), 146.
78) Rouben AZİZİAN: “A Marriage of Convenience: Russia and U.S. Foreign Policy”, Asian Affairs, 30, 2, (Summer 2003), 157.
79) Nazım CAFERSOY: “Rusya’da (Yeni) Avrasyacılık Akımı”, (28 Aralık 2005),
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=700&kat=44
80) “Putin İkinci Kez R.F. Devlet Baskanı”, http://www.rusyaofisi.com/secim2004.htm
81) İlyas KAMALOV: a.g.e., 143.
82) Faruk AKKAN: “Yeni Süper Enerjik Güç”, Aksiyon, Sayı 588, (13 Mart 2006),
http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=23561
83) Fırat PURTAS: a.g.e., 185.
84) Bkz. Fikret ERTAN: “Beslan Soruları”, Zaman, (3 Eylül 2005), http://www.zaman.com.tr/webapptr/ yazar.do?yazino=207075
85) İngiliz Jeopolitik Ekolü’nün temsilcisi Sir Halford Mackinder (1861-1947), dünya coğrafyasına politik ve özellikle dünya hakimiyeti açısından değerlendirme çalışmasına girmiş ve bu çalışmaları ile “Kara Hakimiyet Teorisi”ni geliştirmiştir. Mackinder, yeryüzünde bir tek büyük kara parçasının olduğunu kabul eder. Bu, “Dünya Adası-World Island” adını verdiği Avrupa-Asya-Afrika kıtalarıdır. Rusya’nın bulunduğu orta bölge “Heartland-Kalpgah”tır. Mackinder, teknolojideki ve ulaştırma imkanlarındaki gelişmeler nedeni ile mücadelelerin denizlerde değil, kıtalarda olacağını söylemiş; Rusya cografyasını ve bu cografya içinde yer alan ve 'dünyanın en büyük dogal kalesi' olarak tanımladığı Kalpgah'ı öne çıkararak, Dogu Avrupa'ya hükmedenin Kalpgah'a, Kalpgah'a hükmedenin, Dünya Adası'na, Dünya Adası'na hükmedenin ise dünyaya egemen olacagını iddia etmistir. Halfrod J. Mackinder'in jeopolitik konsepti öncelikle Kalpgah'a, yani Avrasya'nın merkezi 'konumu'na egemen olmaya dayandırılmıstır. Kalpgah'ın 'konumu'na dayanarak ve Kalpgah'a hükmederek Avrasya ve dünya egemenligini amaçlayan jeopolitik konsept günümüzde, 'Avrasyacı' görüs olarak kabul edilmekte ve genelde 'Atlantikçi' jeopolitigi karsılamak ve dengelemek amacı ile gündemde tutulmaktadır.
86) A.Serdar ERDURMAZ: “ABD’nin Kafkaslar’daki Hedefleri”, Cumhuriyet Strateji, Yıl 1, Sayı 46, (16 Mayıs 2005), 19.
87) Rezervleri bakımından Rusya, dünya dogal gaz rezervlerinin %32,9’na (en büyük), petrol
rezervlerinin % 4,7’sine, kömürün %15,9’na, hidroenerji kaynaklarının %6,1’ne ve özel enerji
kaynaklarının (odun, hayvan kalıkları, bataklık kömürü) %7,1’ne sahiptir. Üretimi itibariyle
Rusya’nın dünyadaki payı, dogal gazda %23,7, petrolde %8,8 ve kömürde %5,4’dür. Dünya
Bankası’nın verilerine göre Rusya’nın 1998 yılında dünya ihracatındaki yeri petrolde %7, dogal gazda %56 ve kömürde %2,1 oranında olmustur. Rusya, dünyanın en büyük enerji üreticilerinden biri olmanın yanısıra, dünya enerji tüketiminde %7’lik paya sahiptir. Rusya’nın ihracat gelirlerinde %45 ve devlet bütçesi gelirlerinde % 39’luk bir paya sahip olan enerji sektörü en önemli ekonomik güç olarak öne çıkmaktadır. Bkz. “Russian Federation Energy and Envirorment Review”, 88) Erkin EKREM: “Rusya-Ukrayna Dogalgaz Krizi ve Çin”,
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?yazi=723&kat=29
89) Nazım CAFERSOY: “Enerji Diplomasisi: Rus Dıs Politikasında Stratejik Araç Degisimi”,
http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat=27&yazi=709
90) Gürcistan’da “Kadife Devrim” olarak adlandırılan rejim degisikliginin birinci yıldönümünde, bu defa Batı ile Rusya arasında önemli bir tampon bölge olan Ukrayna’da tartısmalı bir seçim sonucunda halk ayaklanmaları gündeme gelmistir. Bu halk hareketi sonucunda Ukrayna’da devrim gerçeklestirilmis ve ülkede Batı yanlısı Viktor Yusenko iktidara getirilmistir. Yusenko ve taraftarlarının turuncu kaskollarla meydanlarda boy göstermesi sebebiyle Ukrayna devrimine “Turuncu Devrim” adı verilmistir.
91) Faruk AKKAN: a.g.m., http://www.aksiyon.com.tr/detay.php?id=23561
92) Ömer KOCAMAN: “Rusya’nın Ermenistan Politikasında Degisim Sinyalleri: Tek Boyutlu
Siyasetten Çok Boyutlu siyasete Mi?”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1,Ed. İhsan ÇOMAK, (İstanbul, Tasam Yayınları, 2006), 256.
93) Nazım CAFERSOY: “Enerji Diplomasisi: Rus Dıs Politikasında Stratejik Araç Degisimi”, (2 Ocak 2006), http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat=27&yazi=709
94) 1993 tarihli Rusya Federasyonu Anayasası’nın 81. maddesi aynı kisinin üst üste iki dönemden fazla devlet baskanlıgı yapamayacagını söyler.
95) Ömer KOCAMAN: “Rusya’nın Ermenistan Politikası: Tek Boyutlu Siyasetten Çok Boyutlu
Siyasete Dogru”, (18 Subat 2006), http://www.turksam.org/tr/yazilar.asp?kat=7&yazi=797
96) A.A.RADUGİN: Politologiya, (Moskova, 2003), 330-331’den naklen Assem NAUSHABAYEVA, Degisen Uluslararası Dengeler Baglamında Rusya Federasyonu’nun Dıs Politikası, Doktora Tezi, (Ankara, 2005), 265.
97) Ömer KOCAMAN: “Rusya’nın Ermenistan Politikasında Degisim Sinyalleri: Tek Boyutlu
Siyasetten Çok Boyutlu siyasete Mi?”, Rusya Stratejik Arastırmaları-1,Ed. İhsan ÇOMAK, (İstanbul, Tasam Yayınları, 2006), 249.