Oktay Ekşi
13.9.2005
Sayın CC Yetkilileri,
Sayın Baykan kaynak istedikleri için tek bir örnek veriyorum.
Sakıncası yoksa. Hürriyet’i bilemem ama sayın Ekşi tartışması güç
bir yazardır. Veya bugün sayın İlter Türkmen 'in yazılarını
öneriyorum sayın Baykan'a.
Geçen hafta içinde yine Milliyet vs gibi gazetelerde yayınlanan
yazılar gibi örnekleri çoğaltmak mümkün tabii. Şimdiden yeni Genel
Kurmay Başkanı olacak Paşaya mektup yazan siteleri vs de
katmıyorum bile. Başka da bir şey yazmak istemiyorum.
Saygıyla.
Mamish
19.09.2005
Tufan geldi.
Hissettiğiniz ise Avrupa’nın " yeniden " yükselen değeri olan
neo-faşizm'in, ırkçılığın , dinci(?)liğin normal ve realite olduğu
yeni dünyaya. Çerkeslerin yeri neresi acaba bu karmaşada derseniz;
malum, Türkiye, Iran ve Rusya 3'lüsü politika üstü bir heyet
atayıp, bölgeyi silahsızlandırmayı kabul etmez ise ....nicedir
halimiz.
Orta Asya ve Kafkasya’dır bu gelecek olan savaşın muhtemel
coğrafyası. :) Acı da olsa gerçek şudur ki Türk ya da Rus ya da
Pers fark etmez, hepsi birbiri ile barış içinde yaşamadıkça,
Çerkesler (Kafkasya’da) kurban edileceklerdir. İnanmayan Çeçenlere
sorsun.
Üzülerek...
Muratt
19.09.2005
Sayın Hatice Ünal,
"Çerçeve" ile karşılıklı görüşlerin aktarılması sonrası
katılımcıların konuyu daha somut bir zemine oturttuğu eminim sizin
de gözünüzden kaçmamıştır. Sanırım artık dikkat çektiğim noktanın
yersiz olmadığını görmüşsünüzdür. Yazımda "Türkiye Cumhuriyeti"
için kullandığım "ülkem" kelimesine niçin takıldığınızı anlamadım
doğrusu. Ben ülkem derken sadece kendime ait bir ülkeden
bahsetmiyorum. Tapusunu arka cebimde taşımadığım bu ülkenin
vatandaşlarının hepsi bu sahiplenmeyi dile getirebilir,
"getirmelidir". Bu sayfada tartıştığımız olayların yaşandığı
coğrafya, benden bağımsız bir yer değil, nüfus cüzdanını taşıdığım
bir memleket. "Ülkemde"
Muratt
19.09.2005
Sayın Hatice Ünal,
"Çerçeve" ile karşılıklı görüşlerin aktarılması sonrası
katılımcıların konuyu daha somut bir zemine oturttuğu eminim sizin
de gözünüzden kaçmamıştır. Sanırım artık dikkat çektiğim noktanın
yersiz olmadığını görmüşsünüzdür. Yazımda "Türkiye Cumhuriyeti"
için kullandığım "ülkem" kelimesine niçin takıldığınızı anlamadım
doğrusu.
Ben ülkem derken sadece kendime ait bir ülkeden bahsetmiyorum.
Tapusunu arka cebimde taşımadığım bu ülkenin vatandaşlarının hepsi
bu sahiplenmeyi dile getirebilir, "getirmelidir". Sarf ettiğim
cümleler sadece kendimle alakalı bir ifade biçimidir, size yapılan
bir gönderme değil.
"Ülkemizde" yaşanan gelişmeleri görmek ve artan tansiyonu
hissetmek için "gönül" gözüne ihtiyaç yok. Çünkü hayatın her
alanında bu olayların yankıları karşınıza çıkıyor. Cumartesi
akşamı, birkaç arkadaşla Başkent Derbisi'ni (A.Gücü-G.Birliği)
izlemek için 19 Mayıs Stadı'ndaydık. Maç öncesi hep birlikte
söylenen İstiklal Marşı'ndan sonra, PKK terör örgütü aleyhine
atılan sloganların çeşitlilik kazanmasından, cümlelerdeki küfür
dozajının artmasından ve tezahüratın süresinin uzun olmasından,
mevcut tansiyonun giderek arttığını, "arttırıldığını" görüyorsunuz
bir çift görmek isteyen gözle.
Hassasiyetinizi aktarırken referans olarak sunduğunuz basın
organları ve kalemleri ile ilgili ben sizinle aynı "güvenilirlik"
katsayınısına sahip değilim. Ana muhalefet partisinin bu konudaki
girişimlerinde "samimiyet" taşıdıklarına da hiç inanmıyorum.
İktidardakilerle ilgili bildik ifadeleri tekrarlamaya gerek bile
görmüyorum. Yaşanan politik kısır döngü içinde kilit rol sokaktaki
"vatandaşa" düşüyor. Yıllardır aynı oyunu izleyen seyirci artık
finali merak etmiyor, yağmurun ne zaman dineceğine dair tahmin
yürütüyor. Bu yüzden gelişmeleri sizin gibi "tufana"
benzetemiyorum. Evet Sayın Kırca sokağın havası bu. İstanbul'a
gelince siz de görürsünüz "umarım".
Söz şimdi merkezde.
Saygılar...
Hatice Ünal
19.09.2005
Sayın Muratt,
Size göre onca yıldır bizzat tanıdığımız gazeteciler 'sağlıklı
kaynak' değil. İktidar ve muhalefet hiç değil. Bakın açık oldukça
konular daha sağlıklı oturuyor yerine diyorsunuz madem, ki
haklısınız bunda. Siz de kaynağınızı açıklar mısınız acaba, emin
olmamız için?
Saygılarımla
Tsey Volkan
20.09.2005
Merhaba,
Aşağıda ki yazının uzunluğu, uzunca zamandır yapılan birbirini
yorucu uzun tartışmalardır: BİZDE Kİ AH VAH ETMELER TÜKENİŞİN
ÖRGÜTLENMESİ AŞAMASI MI? Siyaset yapıcılarının tarihlerinde hiç
rastlanılmayan yoğunlukta ilişki çeşitliliğini de arkasına
alıp,-tükenmenin de örgütlendiği- derinlerde izler bırakabilecek
bir donemden geçiyoruz. Bu dönemde coğrafyamızda yaşanan
mücadeleler, bir hak aramayı değil, uzlaşma masalarında dikkate
alınmayı amaçlayan içerikle sınırlıdır.
Çerkeslik zemininde kayganlığın hızla devam ediyor olması, inanç
yitimi, ani savrulma, kolay saf değiştirme hali; niyetlerin ve
mücadele tarzının bütünüyle masaya yatırılmasını gerektirmektedir.
Temel teorik tezlerden, sıradan davranış normlarına kadar uzanan
geniş bir doku testi; dunu anlatan nostaljik sohbetlerin ve
vurguların da yetmediğinin ayırdına varılabilmesinin de onunu
açabilecektir. Bugün egemen kültürün en başarılı olduğu alanlardan
biri de beyinleri fethetmektir. Yıllarca değerlerimizde ve
davranışlarımızda tahribata yol açan birikim, varlığını
sorunlardan beslenme üzerine kuran kişilikleri oldukça
yaygınlaştırmıştır. Hiçbir çıkar gözetmeksizin bir arada yaşamak,
mücadele etmek kimi insanlar için sorundur. Sürekli sürtüşme
zemini aranabilmekte, hatta kulislerle diğerleri üzerinde
hegomanya kurmaya çalışılmaktadır.
Bireysel kurtuluşu düşünenlerin her şeyi rekabete, gösterişe,
kişisel çıkarlara dayalıdır Kişilerin kavramları algılayış
biçimleri bile bu kurgudan büyük oranda nasibini almaktadır.
Kişisel ihtiyaçlarını ve tercihlerini nesnel bir gerçeklik gibi
dayatıp, Çerkeslerin ihtiyacı gibi sunumlara çokça
rastlanmaktadır. Tamamen kişiselleşmiş dirençle, çalışmaları kendi
tercihlerine, niyet ve amaçlarına göre eğip-büken, tıkayan kişi,
sonuçta işleyişin kimyasını bozabilecektir.
Egemen özneleri en memnun edecek kavramlar;- edilgenlik ve
örgütsüzlük- olmuştur. Bu yaşam tarzı; kendi kültürünü, jargonunu
ve korunma reflekslerini de geliştirmiştir. Bu özneler
tavırsızlığı, muhalifsizliği değil, sonuç almayacak
tepkileri/karşı duruşları tercih eder. Çünkü bu, aynı zamanda
insanların direnme eğilimlerini yorar, umudu küçültür ve ehlileşme
zeminini besler. Senaryoda ki rolünü hazırlayıcıları bile
şaşırtacak hızda çok çabuk kapma durumu, umutları, özlemleri kimi
rantlara tahvil etmek üzere istismar potansiyeline sahiptir. Kimi
bulandırıcı çabalar, dedikodu ve spekülasyonlar, sahte umutlar
istismarın beslendiği zemindir.
Değerlerimizin ‘bizden’ zeminlerde tüketilmesi artık dayanma
sınırına gelmiş, bunları kanıksamayanlar her dönem kara
propagandanın hedefi olmuştur. Fakat kişi, Çerkesliğinin saygınlık
çıtasını kendi düşüren bir konumda olursa, bunun sonuçları dışsal
olan saldırganlardan çok daha kalıcı olabilmektedir. Buna en somut
örnek; başta Kafkasya (Çeçenya, Abhazya, 1864 işgali v.b.) olmak
üzere, Filistin, Irak v.b. toprakların işgalini; mevcut piyasa
mekanizmalarının ihtiyacı gereği oluşan küresel işgali yok sayıp,
taraftar toplamak adına dinsel v.b. gerekçelere yaslayan
indirgemeci yaklaşımdır. İşgalcilerin ekmeğine yağ sürecek düzeyde
yapılan bu manipülasyonu işgalciler de gerçek gerekçelerini
saklamak ve kendi kitlesini arkasına alabilmek için “dinimize
saldırı var” şeklinde yapmaktadır...
Kafkasya da veya çevremizde ki işgallerin nedenlerini mevcut
piyasa mekanizmalarından ve uluslar arası ekonomik krizlerden
(petrol) bağımsızmış gibi inançsal gerekçelere bağlamak yanıltıcı
olabilir. Bu kadar duyarsız ve birbirini boğazlayan bir toplum
olmamızın nedenlerinden biride bu yanlış hedefli bakışlar olabilir
mi? Üstelik bunca ırk, boy, sülale gibi suni ayrımlarla uğraşırken
birde, çok dinliliğin uyum içinde yaşadığı anavatanda –uyum-
zedelenmemeli. Gerçi Kafkasyalılar kimi zaman ehemmiyet verse de,
genel olarak ne cihat çağrılarına ne de misyonerlere bel bağlamaz,
kendi çıkış yolunu kendi dinamikleriyle ve kendi evlatlarının
önderliğinde bulacaktır... Bir doğrunun söylenmesinden ziyade
hangi niyetle söylendiği çok daha önemlidir-...
Kafkasya’nın geriye kalan en güzel uyumu olan farklı dinlerin
barış içinde yaşamasını tersine çevirecek yanıltıcı-oyalayıcı
-spekülatif siyasal rantçı söylemler, her nedense kendi katkısını
yok sayarak, Çerkesliğin arkasında ah vah etmekle bitiyor...
Toplumlarda varolan örgütlü tahribatın oluşturduğu en ciddi kayıp,
kimliğini en başta anne ve babalarından öğrenen o güzel isimli
gençlerin almış olduğu düşünsel uyuşturucudur. Gençlik,
önyargılarla kendi kimliğini özgürce edinme kaygılarından özenle
uzaklaştırılmış, egemen kültüre adaptasyon hali adeta dikiş tutmaz
bir hal almıştır. Bir kişi, bir şeyin ne olduğunu öğrenmeden önce
onunla ilgili önyargılarla beslenmişse, değerlerini koruma
yeteneği ve sürece objektif bakışı sakatlanmış demektir. Bana
müttefikini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim...
Tarihsel duruşları gereği doğal müttefikler ya da organik bağları
olan yapılanmalar tükenişe yaklaştıkça daha da
saldırganlaşmaktadır. Bir yapı, bir sistem düşmeye görsün; kendisi
irtifa kaybettikçe, sıradanlıklar bile yüksek görünmeye başlar.
Her değeri karikatürize etmek, ciddiyetsizce evriltmek, kulisler
yapmak en bilindik yöntemlerdir. Düşünsel teslimiyet hailini seçme
durumu, geciktirilemeyecek denli ciddidir. Fakat ortaya koyulacak
teorik ve pratik ürünler bu türden pespayeliklere verilebilecek en
güzel yanıttır. Değerlerimizin ayak üstü tartışmalara kurban
edilmesine izin vermemek, kimliğimizin en bükülmez yani
olabilmelidir. Çünkü, Halklarımız asli olanı tali olanla ikame
etmek isteyenlerden, değerleri sulandırmayı marifet/üretkenlik
zannedenlerden çok çekti.
Tüm kuşatmalara karşı kestirme çözümler aramak alışkanlığı, artık
günü bile kurtarmaya yetmemektedir. Bu, ayrışmalara yoğunlaşmayı
da hızlandırır. Birbirlerini kolayca tanımlamalarla, yaftalarla
oluşan bir iletişim dili, kariyerizmi, statükoyu ve organikleşmeyi
pekiştirir. Uyum, bütünlük ve kolektif duruş sürecin panzehiri
olabilecektir. Dün pek çok fedakarlığı yerine getiren insanlar
bugün omuzlarındaki nasırlardan rağmen, yüzündeki tebessümü
eksiltmeden, üzerine alınan sorumluluğu en iyi şekilde yerine
getirmelidir.
Yozlaşmanın aşamadığı, yaşamda kararlılığın ve politikada isabetin
tuğlalarıyla örülen bir yaşamdır. Gün, sistem içi
manipülasyonların labirentlerinde kaybolanların değil,
birlikteliklerinde kararlı olanların günüdür.. Bu süreçte, mevcut
yapıların kendi sınırlarını aşamayan aktiviteleriyle belirleyici
olunamaz. Demiri tersine bükmek için, somut çözümleri hep beraber
geliştiren bir yönelime ihtiyaç vardır. Birden çok insanla
çözülmesi gereken sorunlar, paylaşım, iş düzeni ve dolayısıyla bir
örgütlülük gerektirir. İlişkilerde kalıcılık, yaşamımıza ekilen
yozlaşmanın boşa çıkarılabilmesiyle ve demokratik normların
sürekli geliştirilerek yaşama geçirilebilmesiyle mümkündür.
Yaşam ve yaşamı algılayış kalitesini an be an yükseltmek, pratiğin
çıtasını yükseltmekle eşdeğerdir. Ama -insanin savaşımı önce kendi
içindeki sisteme ait alışkanlıklara karşı başlar-. Bu süreçte,
ehlileşme zemininden yapılan çağrılar artık yanıtsız bırakılmalı,
tükenişi örgütleyen öznelerin değerlerimizi sömürme çabaları açığa
çıkarılmalı ve dünü-bugünü doğru okuyan ve aktaran ortak bir duruş
süreç de acilen yer almalıdır.
Bu ne emperyalizmin dönemsel taktikleriyle ne de siyasal
tarihimizde yer alan yapılarda yaşanan çözülmeyle temel atılacak
bir hareketlilik halidir. “Taşıma yorumlara” ihtiyaç
duyulmamalıdır. Her durumda “ezberin” yaratıcılık öldürücü
niteliğinden kendimizi olabildiğince korumalı, şabloncu olmayan
süreçler yaratılmalıdır. Grup veya kişisel çıkarların tetiklediği
rekabet duygusuyla, potansiyel çözümlere uzak durmak, özgürleşme
de birlik yolunda önemli bir fırsatın yadsınması/ıskalanması
demektir. Ilkeli bir birliğin; tarihsel bir görev ve tarihi bir
fırsat olduğunu, ilerleyen zamanın ve bu coğrafyada gelişecek
olayların bu durumu daha anlaşılır hale getireceğini bilmekteyiz.
Bir coğrafya da yozlaşmanın silinip, süpürülüp atılması;
birlikteliklerin kararlılığına ve dayanışmasına bağlıdır. Kendi
içimizde ve yaşadığımız coğrafyada gelişen iç savaşlara ve
düşünsel kuşatmalara rağmen; etnik veya dinsel gibi inanç merkezli
kışkırtmalarla değil, bütünlüklü-birleştirici bir demokratikleşme
açılımıyla ve somut/inandırıcı adımlarla süreçte belirleyicilik
pekala mümkündür. 'Birlik olan sürü için kurt korkulacak şey
değildir '... AMA NEREDE BİRLİK? Yolumuz açık olsun... Yazarı
ANONİM olsun.
Stepia Çort
20.09.2005
Barış ise emeliniz,
Size biz yer veririz Kuban'da ise fikriniz,
Arkan üste alırız.
Oyyy çal borum çal
Biz Laba için vuruştuk
Senin dağlarında
Kafkas Şöhretimiz yayılacak...
Muratt
21.09.2005
Sayın Hatice Ünal,
Medya konusunda, özellikle Türk medyasının işleyişi konusunda,
yeterli bilgiye daha önemlisi tecrübeye sahip olduğumu
düşünüyorum: 4 yıl eğitimini almış, parasız-paralı sektörde
çalışmış, hala ekmeğini bu işten kazanan bir iletişimci olarak.
Sizin sağlıklı kaynak olarak sunduğunuz zat-ı muhteremleri biz
yanlarında çalışarak, sistemin çarklarında tanıdık; siz "bizzat"
köşe yazılarından.
Medya patronlarının ve kalemşörlerinin çıkar ilişkilerini görmek
için ne gönül gözüne ne de başka bir yetiye sahip olmanız
gerekmez. Sisteme dahil olmanız da zaruri değildir ama sisteme
girerseniz kokuları daha pis, görüntüleri daha bayağı bulursunuz.
80 darbesinin sunumunu yapacağımız bir ödev için "tartışılmaz
isimlerin" kapısını çalmıştık. İşkembesi büyük otoriteler, bizimle
konuş(a)mamıştı bu önemsiz mevzuda. "Onca yıl" sonra geçmişleriyle
yüzleşmek pek işlerine gelmemişti. Zamanında sokaklarda demokrasi
narası atanlar, yasadışı gösteriler yapanlar, hatta illegal
örgütlerde sistemle savaş verenler, şimdi sistemle barışık keyif
sürerek basının köşe başlarını tuttular. Politikanın iç
dinamiklerini bildiğinize kuşkum yok.
O halde "köşk" hesaplarının yüksek sesle dillendirilmeye
başlandığı bir dönemde, hem iktidarın hem de muhalefetin attıkları
ya da atmadıkları adımı, devlet yapısını oluşturan diğer aktörleri
yanlarına çekme girişimlerini, karşılıklı "hamle" olarak
yorumlamam sizi niçin şaşırtıyor. Ayrıca "ülkemizde" siyasal
kurumlar güvenilirlik sıralamasında son sıralarda yer
alır.(Politikanın nabzının attığı mekana çok yakın bir
yerde,trafikte ilerlerken bir minibüsün önünde büyük karakterlerle
"550=0" yazdığını görmüştüm.) Merak ettiğiniz kaynaklarıma
gelince; gördüklerim, duyduklarım ve "yaşadıklarım" olarak
sıralayabilirim. "Birebir" ilişkilerle sağlanan kaynaklarıma,
istediğiniz zaman "doğrudan" ulaşabilirsiniz. İsim veremem,
anlarsınız ya: "Meslek sırrı."
Saygılar...
Hatice Ünal
21.09.2005
Bağışlayınız o zaman Sayın Muratt,
Açık ismini dahi yazmaya çekinen birisinin kaynaklarındansa;
altına imza konmuş yazılara inanmayı yeğleyeceğim.
Saygıyla.
Muratt
21.09.2005
Sayın Hatice Ünal,
Siz uyumaya devam edin; ben de, benim gibi "isimsiz" insanların
ortaya çıkardığı ve yaşadığı gerçeklere inanmaya.
Saygılar.
İmza: Bir dost.
Hatice Unal
21.09.2005
Bu konu bir hayli uzadı, farkındayım. Önerileriniz için
teşekkürler. Duayen olarak şunu söyleyeyim, o meslek çevresi,
tanıdığı en kalabalık olan meslektir. Ama dostu olmaz. Hele imza:
Bir dost hiç olmaz. :)
Saygıyla.
Muratt
21.09.2005
1) Duayen mi?
2) "O meslekte" dostunuz olmazsa, postunuz olur.
3) "İmza: Bir dost" ifadesi "asla" dostluk belirtisini göstermek
için kullanılmaz.
Hatice Ünal
21.09.2005
1) Gazetecilik mesleği için evet duayen.
2) Çıkar ilişkileri dostluk değildir.Gazetecinin de dostluk
kavramı normal dostluk kavramını içerir.
3) Aynı şeyi niye vurguladığınızı anlamadım.
4) Bu konu benim açımdan kapanmıştır.
5) Hatice Ünal takıntınızın gerçek nedeni nedir?
Saygıyla...
Muratt
21.09.2005
Tüm değerlendirmelere verilecek yanıtım var ama kendisini dev
aynasında görerek yazıları okuyan duayenlere söyleyecek sözüm yok.
"Takılacak" vaktim de... |