...................
...................
TUFAN MI GELİYOR?   -3
Hatice Ünal
14 Eylül 2005
                         
...................
 
...................

Oktay Ekşi
13.9.2005

Sayın CC Yetkilileri,

Sayın Baykan kaynak istedikleri için tek bir örnek veriyorum. Sakıncası yoksa. Hürriyet’i bilemem ama sayın Ekşi tartışması güç bir yazardır. Veya bugün sayın İlter Türkmen 'in yazılarını öneriyorum sayın Baykan'a.

Geçen hafta içinde yine Milliyet vs gibi gazetelerde yayınlanan yazılar gibi örnekleri çoğaltmak mümkün tabii. Şimdiden yeni Genel Kurmay Başkanı olacak Paşaya mektup yazan siteleri vs de katmıyorum bile. Başka da bir şey yazmak istemiyorum.

Saygıyla.
 

Mamish
19.09.2005

Tufan geldi.

Hissettiğiniz ise Avrupa’nın " yeniden " yükselen değeri olan neo-faşizm'in, ırkçılığın , dinci(?)liğin normal ve realite olduğu yeni dünyaya. Çerkeslerin yeri neresi acaba bu karmaşada derseniz; malum, Türkiye, Iran ve Rusya 3'lüsü politika üstü bir heyet atayıp, bölgeyi silahsızlandırmayı kabul etmez ise ....nicedir halimiz.

Orta Asya ve Kafkasya’dır bu gelecek olan savaşın muhtemel coğrafyası. :) Acı da olsa gerçek şudur ki Türk ya da Rus ya da Pers fark etmez, hepsi birbiri ile barış içinde yaşamadıkça, Çerkesler (Kafkasya’da) kurban edileceklerdir. İnanmayan Çeçenlere sorsun.

Üzülerek...
 

Muratt
19.09.2005

Sayın Hatice Ünal,

"Çerçeve" ile karşılıklı görüşlerin aktarılması sonrası katılımcıların konuyu daha somut bir zemine oturttuğu eminim sizin de gözünüzden kaçmamıştır. Sanırım artık dikkat çektiğim noktanın yersiz olmadığını görmüşsünüzdür. Yazımda "Türkiye Cumhuriyeti" için kullandığım "ülkem" kelimesine niçin takıldığınızı anlamadım doğrusu. Ben ülkem derken sadece kendime ait bir ülkeden bahsetmiyorum. Tapusunu arka cebimde taşımadığım bu ülkenin vatandaşlarının hepsi bu sahiplenmeyi dile getirebilir, "getirmelidir". Bu sayfada tartıştığımız olayların yaşandığı coğrafya, benden bağımsız bir yer değil, nüfus cüzdanını taşıdığım bir memleket. "Ülkemde"
 

Muratt
19.09.2005

Sayın Hatice Ünal,

"Çerçeve" ile karşılıklı görüşlerin aktarılması sonrası katılımcıların konuyu daha somut bir zemine oturttuğu eminim sizin de gözünüzden kaçmamıştır. Sanırım artık dikkat çektiğim noktanın yersiz olmadığını görmüşsünüzdür. Yazımda "Türkiye Cumhuriyeti" için kullandığım "ülkem" kelimesine niçin takıldığınızı anlamadım doğrusu.

Ben ülkem derken sadece kendime ait bir ülkeden bahsetmiyorum. Tapusunu arka cebimde taşımadığım bu ülkenin vatandaşlarının hepsi bu sahiplenmeyi dile getirebilir, "getirmelidir". Sarf ettiğim cümleler sadece kendimle alakalı bir ifade biçimidir, size yapılan bir gönderme değil.

 "Ülkemizde" yaşanan gelişmeleri görmek ve artan tansiyonu hissetmek için "gönül" gözüne ihtiyaç yok. Çünkü hayatın her alanında bu olayların yankıları karşınıza çıkıyor. Cumartesi akşamı, birkaç arkadaşla Başkent Derbisi'ni (A.Gücü-G.Birliği) izlemek için 19 Mayıs Stadı'ndaydık. Maç öncesi hep birlikte söylenen İstiklal Marşı'ndan sonra, PKK terör örgütü aleyhine atılan sloganların çeşitlilik kazanmasından, cümlelerdeki küfür dozajının artmasından ve tezahüratın süresinin uzun olmasından, mevcut tansiyonun giderek arttığını, "arttırıldığını" görüyorsunuz bir çift görmek isteyen gözle.

Hassasiyetinizi aktarırken referans olarak sunduğunuz basın organları ve kalemleri ile ilgili ben sizinle aynı "güvenilirlik" katsayınısına sahip değilim. Ana muhalefet partisinin bu konudaki girişimlerinde "samimiyet" taşıdıklarına da hiç inanmıyorum. İktidardakilerle ilgili bildik ifadeleri tekrarlamaya gerek bile görmüyorum. Yaşanan politik kısır döngü içinde kilit rol sokaktaki "vatandaşa" düşüyor. Yıllardır aynı oyunu izleyen seyirci artık finali merak etmiyor, yağmurun ne zaman dineceğine dair tahmin yürütüyor. Bu yüzden gelişmeleri sizin gibi "tufana" benzetemiyorum. Evet Sayın Kırca sokağın havası bu. İstanbul'a gelince siz de görürsünüz "umarım".

Söz şimdi merkezde.

Saygılar...
 

Hatice Ünal
19.09.2005

Sayın Muratt,

Size göre onca yıldır bizzat tanıdığımız gazeteciler 'sağlıklı kaynak' değil. İktidar ve muhalefet hiç değil. Bakın açık oldukça konular daha sağlıklı oturuyor yerine diyorsunuz madem, ki haklısınız bunda. Siz de kaynağınızı açıklar mısınız acaba, emin olmamız için?

Saygılarımla
 

Tsey Volkan
20.09.2005

Merhaba,

Aşağıda ki yazının uzunluğu, uzunca zamandır yapılan birbirini yorucu uzun tartışmalardır: BİZDE Kİ AH VAH ETMELER TÜKENİŞİN ÖRGÜTLENMESİ AŞAMASI MI? Siyaset yapıcılarının tarihlerinde hiç rastlanılmayan yoğunlukta ilişki çeşitliliğini de arkasına alıp,-tükenmenin de örgütlendiği- derinlerde izler bırakabilecek bir donemden geçiyoruz. Bu dönemde coğrafyamızda yaşanan mücadeleler, bir hak aramayı değil, uzlaşma masalarında dikkate alınmayı amaçlayan içerikle sınırlıdır.

Çerkeslik zemininde kayganlığın hızla devam ediyor olması, inanç yitimi, ani savrulma, kolay saf değiştirme hali; niyetlerin ve mücadele tarzının bütünüyle masaya yatırılmasını gerektirmektedir. Temel teorik tezlerden, sıradan davranış normlarına kadar uzanan geniş bir doku testi; dunu anlatan nostaljik sohbetlerin ve vurguların da yetmediğinin ayırdına varılabilmesinin de onunu açabilecektir. Bugün egemen kültürün en başarılı olduğu alanlardan biri de beyinleri fethetmektir. Yıllarca değerlerimizde ve davranışlarımızda tahribata yol açan birikim, varlığını sorunlardan beslenme üzerine kuran kişilikleri oldukça yaygınlaştırmıştır. Hiçbir çıkar gözetmeksizin bir arada yaşamak, mücadele etmek kimi insanlar için sorundur. Sürekli sürtüşme zemini aranabilmekte, hatta kulislerle diğerleri üzerinde hegomanya kurmaya çalışılmaktadır.

Bireysel kurtuluşu düşünenlerin her şeyi rekabete, gösterişe, kişisel çıkarlara dayalıdır Kişilerin kavramları algılayış biçimleri bile bu kurgudan büyük oranda nasibini almaktadır. Kişisel ihtiyaçlarını ve tercihlerini nesnel bir gerçeklik gibi dayatıp, Çerkeslerin ihtiyacı gibi sunumlara çokça rastlanmaktadır. Tamamen kişiselleşmiş dirençle, çalışmaları kendi tercihlerine, niyet ve amaçlarına göre eğip-büken, tıkayan kişi, sonuçta işleyişin kimyasını bozabilecektir.

Egemen özneleri en memnun edecek kavramlar;- edilgenlik ve örgütsüzlük- olmuştur. Bu yaşam tarzı; kendi kültürünü, jargonunu ve korunma reflekslerini de geliştirmiştir. Bu özneler tavırsızlığı, muhalifsizliği değil, sonuç almayacak tepkileri/karşı duruşları tercih eder. Çünkü bu, aynı zamanda insanların direnme eğilimlerini yorar, umudu küçültür ve ehlileşme zeminini besler. Senaryoda ki rolünü hazırlayıcıları bile şaşırtacak hızda çok çabuk kapma durumu, umutları, özlemleri kimi rantlara tahvil etmek üzere istismar potansiyeline sahiptir. Kimi bulandırıcı çabalar, dedikodu ve spekülasyonlar, sahte umutlar istismarın beslendiği zemindir.

Değerlerimizin ‘bizden’ zeminlerde tüketilmesi artık dayanma sınırına gelmiş, bunları kanıksamayanlar her dönem kara propagandanın hedefi olmuştur. Fakat kişi, Çerkesliğinin saygınlık çıtasını kendi düşüren bir konumda olursa, bunun sonuçları dışsal olan saldırganlardan çok daha kalıcı olabilmektedir. Buna en somut örnek; başta Kafkasya (Çeçenya, Abhazya, 1864 işgali v.b.) olmak üzere, Filistin, Irak v.b. toprakların işgalini; mevcut piyasa mekanizmalarının ihtiyacı gereği oluşan küresel işgali yok sayıp, taraftar toplamak adına dinsel v.b. gerekçelere yaslayan indirgemeci yaklaşımdır. İşgalcilerin ekmeğine yağ sürecek düzeyde yapılan bu manipülasyonu işgalciler de gerçek gerekçelerini saklamak ve kendi kitlesini arkasına alabilmek için “dinimize saldırı var” şeklinde yapmaktadır...

Kafkasya da veya çevremizde ki işgallerin nedenlerini mevcut piyasa mekanizmalarından ve uluslar arası ekonomik krizlerden (petrol) bağımsızmış gibi inançsal gerekçelere bağlamak yanıltıcı olabilir. Bu kadar duyarsız ve birbirini boğazlayan bir toplum olmamızın nedenlerinden biride bu yanlış hedefli bakışlar olabilir mi? Üstelik bunca ırk, boy, sülale gibi suni ayrımlarla uğraşırken birde, çok dinliliğin uyum içinde yaşadığı anavatanda –uyum- zedelenmemeli. Gerçi Kafkasyalılar kimi zaman ehemmiyet verse de, genel olarak ne cihat çağrılarına ne de misyonerlere bel bağlamaz, kendi çıkış yolunu kendi dinamikleriyle ve kendi evlatlarının önderliğinde bulacaktır... Bir doğrunun söylenmesinden ziyade hangi niyetle söylendiği çok daha önemlidir-...

Kafkasya’nın geriye kalan en güzel uyumu olan farklı dinlerin barış içinde yaşamasını tersine çevirecek yanıltıcı-oyalayıcı -spekülatif siyasal rantçı söylemler, her nedense kendi katkısını yok sayarak, Çerkesliğin arkasında ah vah etmekle bitiyor... Toplumlarda varolan örgütlü tahribatın oluşturduğu en ciddi kayıp, kimliğini en başta anne ve babalarından öğrenen o güzel isimli gençlerin almış olduğu düşünsel uyuşturucudur. Gençlik, önyargılarla kendi kimliğini özgürce edinme kaygılarından özenle uzaklaştırılmış, egemen kültüre adaptasyon hali adeta dikiş tutmaz bir hal almıştır. Bir kişi, bir şeyin ne olduğunu öğrenmeden önce onunla ilgili önyargılarla beslenmişse, değerlerini koruma yeteneği ve sürece objektif bakışı sakatlanmış demektir. Bana müttefikini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim...

Tarihsel duruşları gereği doğal müttefikler ya da organik bağları olan yapılanmalar tükenişe yaklaştıkça daha da saldırganlaşmaktadır. Bir yapı, bir sistem düşmeye görsün; kendisi irtifa kaybettikçe, sıradanlıklar bile yüksek görünmeye başlar. Her değeri karikatürize etmek, ciddiyetsizce evriltmek, kulisler yapmak en bilindik yöntemlerdir. Düşünsel teslimiyet hailini seçme durumu, geciktirilemeyecek denli ciddidir. Fakat ortaya koyulacak teorik ve pratik ürünler bu türden pespayeliklere verilebilecek en güzel yanıttır. Değerlerimizin ayak üstü tartışmalara kurban edilmesine izin vermemek, kimliğimizin en bükülmez yani olabilmelidir. Çünkü, Halklarımız asli olanı tali olanla ikame etmek isteyenlerden, değerleri sulandırmayı marifet/üretkenlik zannedenlerden çok çekti.

Tüm kuşatmalara karşı kestirme çözümler aramak alışkanlığı, artık günü bile kurtarmaya yetmemektedir. Bu, ayrışmalara yoğunlaşmayı da hızlandırır. Birbirlerini kolayca tanımlamalarla, yaftalarla oluşan bir iletişim dili, kariyerizmi, statükoyu ve organikleşmeyi pekiştirir. Uyum, bütünlük ve kolektif duruş sürecin panzehiri olabilecektir. Dün pek çok fedakarlığı yerine getiren insanlar bugün omuzlarındaki nasırlardan rağmen, yüzündeki tebessümü eksiltmeden, üzerine alınan sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirmelidir.

Yozlaşmanın aşamadığı, yaşamda kararlılığın ve politikada isabetin tuğlalarıyla örülen bir yaşamdır. Gün, sistem içi manipülasyonların labirentlerinde kaybolanların değil, birlikteliklerinde kararlı olanların günüdür.. Bu süreçte, mevcut yapıların kendi sınırlarını aşamayan aktiviteleriyle belirleyici olunamaz. Demiri tersine bükmek için, somut çözümleri hep beraber geliştiren bir yönelime ihtiyaç vardır. Birden çok insanla çözülmesi gereken sorunlar, paylaşım, iş düzeni ve dolayısıyla bir örgütlülük gerektirir. İlişkilerde kalıcılık, yaşamımıza ekilen yozlaşmanın boşa çıkarılabilmesiyle ve demokratik normların sürekli geliştirilerek yaşama geçirilebilmesiyle mümkündür.

Yaşam ve yaşamı algılayış kalitesini an be an yükseltmek, pratiğin çıtasını yükseltmekle eşdeğerdir. Ama -insanin savaşımı önce kendi içindeki sisteme ait alışkanlıklara karşı başlar-. Bu süreçte, ehlileşme zemininden yapılan çağrılar artık yanıtsız bırakılmalı, tükenişi örgütleyen öznelerin değerlerimizi sömürme çabaları açığa çıkarılmalı ve dünü-bugünü doğru okuyan ve aktaran ortak bir duruş süreç de acilen yer almalıdır.

Bu ne emperyalizmin dönemsel taktikleriyle ne de siyasal tarihimizde yer alan yapılarda yaşanan çözülmeyle temel atılacak bir hareketlilik halidir. “Taşıma yorumlara” ihtiyaç duyulmamalıdır. Her durumda “ezberin” yaratıcılık öldürücü niteliğinden kendimizi olabildiğince korumalı, şabloncu olmayan süreçler yaratılmalıdır. Grup veya kişisel çıkarların tetiklediği rekabet duygusuyla, potansiyel çözümlere uzak durmak, özgürleşme de birlik yolunda önemli bir fırsatın yadsınması/ıskalanması demektir. Ilkeli bir birliğin; tarihsel bir görev ve tarihi bir fırsat olduğunu, ilerleyen zamanın ve bu coğrafyada gelişecek olayların bu durumu daha anlaşılır hale getireceğini bilmekteyiz.

Bir coğrafya da yozlaşmanın silinip, süpürülüp atılması; birlikteliklerin kararlılığına ve dayanışmasına bağlıdır. Kendi içimizde ve yaşadığımız coğrafyada gelişen iç savaşlara ve düşünsel kuşatmalara rağmen; etnik veya dinsel gibi inanç merkezli kışkırtmalarla değil, bütünlüklü-birleştirici bir demokratikleşme açılımıyla ve somut/inandırıcı adımlarla süreçte belirleyicilik pekala mümkündür. 'Birlik olan sürü için kurt korkulacak şey değildir '... AMA NEREDE BİRLİK? Yolumuz açık olsun... Yazarı ANONİM olsun.
 

Stepia Çort
20.09.2005

Barış ise emeliniz,
Size biz yer veririz Kuban'da ise fikriniz,
Arkan üste alırız.
Oyyy çal borum çal
Biz Laba için vuruştuk
Senin dağlarında
Kafkas Şöhretimiz yayılacak...
 

Muratt
21.09.2005

Sayın Hatice Ünal,

Medya konusunda, özellikle Türk medyasının işleyişi konusunda, yeterli bilgiye daha önemlisi tecrübeye sahip olduğumu düşünüyorum: 4 yıl eğitimini almış, parasız-paralı sektörde çalışmış, hala ekmeğini bu işten kazanan bir iletişimci olarak. Sizin sağlıklı kaynak olarak sunduğunuz zat-ı muhteremleri biz yanlarında çalışarak, sistemin çarklarında tanıdık; siz "bizzat" köşe yazılarından.

Medya patronlarının ve kalemşörlerinin çıkar ilişkilerini görmek için ne gönül gözüne ne de başka bir yetiye sahip olmanız gerekmez. Sisteme dahil olmanız da zaruri değildir ama sisteme girerseniz kokuları daha pis, görüntüleri daha bayağı bulursunuz. 80 darbesinin sunumunu yapacağımız bir ödev için "tartışılmaz isimlerin" kapısını çalmıştık. İşkembesi büyük otoriteler, bizimle konuş(a)mamıştı bu önemsiz mevzuda. "Onca yıl" sonra geçmişleriyle yüzleşmek pek işlerine gelmemişti. Zamanında sokaklarda demokrasi narası atanlar, yasadışı gösteriler yapanlar, hatta illegal örgütlerde sistemle savaş verenler, şimdi sistemle barışık keyif sürerek basının köşe başlarını tuttular. Politikanın iç dinamiklerini bildiğinize kuşkum yok.

O halde "köşk" hesaplarının yüksek sesle dillendirilmeye başlandığı bir dönemde, hem iktidarın hem de muhalefetin attıkları ya da atmadıkları adımı, devlet yapısını oluşturan diğer aktörleri yanlarına çekme girişimlerini, karşılıklı "hamle" olarak yorumlamam sizi niçin şaşırtıyor. Ayrıca "ülkemizde" siyasal kurumlar güvenilirlik sıralamasında son sıralarda yer alır.(Politikanın nabzının attığı mekana çok yakın bir yerde,trafikte ilerlerken bir minibüsün önünde büyük karakterlerle "550=0" yazdığını görmüştüm.) Merak ettiğiniz kaynaklarıma gelince; gördüklerim, duyduklarım ve "yaşadıklarım" olarak sıralayabilirim. "Birebir" ilişkilerle sağlanan kaynaklarıma, istediğiniz zaman "doğrudan" ulaşabilirsiniz. İsim veremem, anlarsınız ya: "Meslek sırrı."

Saygılar...

 

Hatice Ünal
21.09.2005

Bağışlayınız o zaman Sayın Muratt,

Açık ismini dahi yazmaya çekinen birisinin kaynaklarındansa; altına imza konmuş yazılara inanmayı yeğleyeceğim.

Saygıyla.
 

Muratt
21.09.2005

Sayın Hatice Ünal,

Siz uyumaya devam edin; ben de, benim gibi "isimsiz" insanların ortaya çıkardığı ve yaşadığı gerçeklere inanmaya.

Saygılar.

İmza: Bir dost.
 

Hatice Unal
21.09.2005

Bu konu bir hayli uzadı, farkındayım. Önerileriniz için teşekkürler. Duayen olarak şunu söyleyeyim, o meslek çevresi, tanıdığı en kalabalık olan meslektir. Ama dostu olmaz. Hele imza: Bir dost hiç olmaz. :)

Saygıyla.
 

Muratt
21.09.2005

1) Duayen mi?
2) "O meslekte" dostunuz olmazsa, postunuz olur.
3) "İmza: Bir dost" ifadesi "asla" dostluk belirtisini göstermek için kullanılmaz.
 

Hatice Ünal
21.09.2005

1) Gazetecilik mesleği için evet duayen.
2) Çıkar ilişkileri dostluk değildir.Gazetecinin de dostluk kavramı normal dostluk kavramını içerir.
3) Aynı şeyi niye vurguladığınızı anlamadım.
4) Bu konu benim açımdan kapanmıştır.
5) Hatice Ünal takıntınızın gerçek nedeni nedir?

Saygıyla...
 

Muratt
21.09.2005

Tüm değerlendirmelere verilecek yanıtım var ama kendisini dev aynasında görerek yazıları okuyan duayenlere söyleyecek sözüm yok. "Takılacak" vaktim de...

 
sayfa  1    2    3