IV.
ULUSAL ÖZERKLİK
Yukarda Avusturya ulusal programının biçimsel yönünden, Rus
Marksistlerinin Avusturya sosyal-demokrasisini düpedüz örnek
almalarını ve onların programlarını benimsemelerini yasaklayan
yöntembilimsel ilkelerden söz ettik.
Şimdi programın kendisinden, içeriğinden söz edelim.
Peki, Avusturya sosyal-demokratlarının ulusal programı nedir?
Bu program iki sözcükle anlatılabilir; Ulusal özerklik.
Bu, birinci olarak, özerkliğin, diyelim, her şeyden önce Çekler ve
Polonyalıların yaşadıkları Bohemya ya da Polonya'ya değil, ama
genel olarak, Avusturya'nın hangi bölgesinde yaşarlarsa
yaşasınlar, topraktan bağımsız bir biçimde. Çekler ve
Polonyalılara verilmiş bulunduğu anlamına gelir.
Bu özerkliğe, bölgesel (territoriale) değil, ulusal
adı, işte bu nedenle verilmiştir.
Bu, ikinci olarak, Avusturya'nın çeşitli noktalarına dağılmış,
bireysel olarak, ayrı kişiler olarak göz önünde tutulmuş Çeklerin,
Polonyalıların, Almanların vb., uluslar olarak örgütlendikleri ve
uluslar olarak, Avusturya devletinin bir parçasını oluşturdukları
anlamına gelir. Avusturya, bu durumda, özerk bölgelerin bir
birliğini değil, ama ülkeden (topraktan) bağımsız olarak kurulmuş
özerk milliyetlerin bir birliğini oluşturacaktır.
Bu, üçüncü olarak, Polonyalılar, Çekler vb. için bu ereklerle
kurulacak genel ulusal kurumların, "siyasal" sorunlarla değil, ama
yalnızca "kültür" sorunları ile uğraşacakları anlamına gelir. Asıl
siyasal sorunlar, tüm Avusturya parlamentosu (Reichsrat) elinde
toplanacaklardır.
İşte
bu nedenle, bu özerklik, kültürel, ulusal-kültürel olarak
da adlandırılmıştır.
Ve işte Avusturya sosyal-demokrasisi tarafından 1899 Brünn
Kongresinde kabul edilmiş bulunan programın metni.
39
Program, "Avusturya'daki ulusal anlaşmazlıkların siyasal gelişmeyi
engellediği", "ulusal sorunun kesin çözümünün ... her şeyden önce
kültürel bir zorunluk olduğu"nu, "çözümün, ancak ve ancak, genel,
tek dereceli ve eşit oy hakkına dayalı gerçekten demokratik bir
toplumda olanaklı olduğu"nu belirttikten sonra, şöyle devam eder:
"Avusturya halklarının ulusal Özelliklerinin korunması ve
gelişmesi,59 ancak tam bir hak eşitliği ve her
çeşit baskının bulunmaması ile mümkündür. Bundan ötürü, her
şeyden önce, tıpkı çeşitli bölgelerde feodal ayrıcalıkları olduğu
gibi, bürokratik devlet merkeziyetçiliği sistemini kaldırmak
gerekir.
"Avusturya"da ulusal uyuşmazlıkların yerine, ulusal düzen, bu
koşullar içinde ve yalnızca bu koşullar içinde ve şu temeller
üzerinde kurulabilecektir:
"1. Avusturya, milliyetlerin demokratik birliğini temsil eden bir
devlet biçiminde yeniden örgütlendirilmelidir.
"2. Tacın tarihsel bölgeleri yerine, yasama ve yönetimin her
birinde genel, tek dereceli ve eşit oy hakkı ile seçilmiş ulusal
meclislerin elinde bulunduğu, ulusal olarak sınırlandırılmış özerk
korporasyonlar kurulmalıdır.
"3. Bir tek ve aynı ulusun özerk bölgeleri, bir arada, tüm ulusal
sorunlarını tamamen özerk bir biçimde düzenleyen tek bir ulusal
birlik oluştururlar.
"4. Ulusal azınlıkların haklan, imparatorluk parlamentosu
tarafından çıkarılmış bulunan özel bir yasayla güvence altına
alınmışlardır."
Program, Avusturya'nın tüm ulusları için bir dayanışma çağrısı ile
sona erer.40
Bu programın bazı "bölgecilik" izlerini korumuş bulunduğunu
görmek güç değil, ama bütünü içinde, ulusal özerkliği
formüllendirir. Ulusal özerkliğin baş savunucusu Springer'in, bu
programı hayranlıkla karşılaması nedensiz değil.41
Bauer de, bu programı ulusal özerkliğin "teorik zaferi"42
olarak niteleyerek, onu onaylar; yalnızca, daha açık olması için,
4. noktanın, okul işlerini ve kültürle ilgili öbür sorunları
yönetme bakımından, "her özerk bölgedeki ulusal azınlığın kamusal
bir tüzel korporasyon biçiminde örgütlenme" zorunluluğunu
doğrulayan daha belgin bir formül ile değiştirilmesini önerir.43
Avusturya sosyal-demokrasisinin ulusal programı böyle.
Bu programın bilimsel temellerini inceleyelim.
Avusturya sosyal-demokrasisinin, kendisi tarafından öğütlenen
ulusal özerkliği nasıl savunduğunu görelim. Ulusal özerklik
teorisyenlerine, Springer ile Bauer'e başvuralım.
Ulusal özerkliğin çıkış noktası, bireylerin, belli bir topraktan
bağımsız birliği olarak ulus görüşüdür.
"Milliyet, Springer'e göre, toprakla hiç bir özel bağlılık içinde
bulunmaz; uluslar, özerk kişiler birliğidirler."44
Bauer de, ulustan, "herhangi bir belirli bölge içinde istisnai bir
egemenlikten yararlanmayan" bir "kişiler topluluğu" olarak sözeder.45
Ama ulusu oluşturan bireyler, her zaman tek bir yığın biçiminde
yanyana yaşamazlar; çoğu kez, ayrı ayrı, yabancı ulusal
organizmalar içine postu seren gruplar biçiminde bölünürler.
Onları, bir ekmek parası ardında, çeşitli bölge ve kentlere doğru
iten, kapitalizmdir. Ama yabancı ulusal bölgelere girerek, orada
azınlıklar oluşturduktan sonra, bu grupların, yerel ulusal
çoğunluklar elinden, dillerinin kullanımı, okullar, vb. şeyler
karşısına çıkarılacak engeller yüzünden, çekecekleri vardır.
Ulusal çatışmaların nedeni budur. Bölgesel özerkliğin "elverişsiz"
niteliğinin nedeni budur. Bu durumun tek çıkar yolu, Springer ve
Bauer'e göre, böyle bir milliyetin, devletin çeşitli noktalarına
dağılmış bulunan azınlıklarını, tüm sınıfları kapsayan tek bir
ulusal birlik biçiminde örgütlemektir. Ulusal azınlıkların
kültürel çıkarlarını, onlara göre, ancak böyle bir birlik
savunabilir; ulusal anlaşmazlıklara son vermeye, ancak böyle bir
birlik yeteneklidir.
"Milliyetlere -der Springer-, usa-uygun bir örgüt vermek, onları
haklar ve ödevlerle donatmak zorunludur. ..."46
Elbette, "yasa yapmak kolaydır, ama o yasa kendinden beklenen
etkiyi yapar mı?..." "Eğer uluslar için bir yasa yapmak
isteniyorsa, önemli olan, her şeyden önce, ulusların kendilerini
yaratmaktır..."47 "Milliyetleri oluşturmaksızın, ulusal
hukuku yaratmak ve ulusal uzlaşmazlıkları durdurmak
olanaksızdır."4»
Bauer de, "azınlıkların kişisel ilke temeli üzerinde kamusal tüzel
korporasyonlar biçiminde örgütlenmesi"ni "işçi sınıfının istemi"
olarak formüle ederken, aynı yönde konuşur.49
Ama ulusları nasıl örgütlemeli? Bir bireyin şu ya da bu ulustan
olduğunu nasıl belirlemeli? "Bu bağlılık --der Springer-, ulusal
sicil kayıtları tarafından saptanmıştır; bölgede oturan her birey,
herhangi bir ulusa bağlılığını bildirmelidir."50
"Kişisel ilke -der Bauer-, nüfusun ... ergin yurttaşlar
tarafından özgürce yapılmış bildirimler temeli üzerinde,
milliyetler bakımından bölüneceğini varsayar", işte bunun içindir
ki, "ulusal kadastrolar düzenlenmelidir."51
Ve daha ilerde:
"Türdeş ulusal bölgelerdeki tüm Almanlar -der Bauer-, sonra da
karma bölgeler ulusal kadastrolarına kayıtlı tüm Almanlar, Alman
ulusunu oluşturur ve bir ulusal meclis seçerler.52
Çekler, Polonyalılar vb. için de aynı şey söylenebilir.
"Ulusal meclis
-Springer'e
göre-, temel yasaları yapmak ve ulusal öğretim işini, ulusal
yazını, sanat ve bilimleri gereçlendirmek, akademiler, müzeler,
galeriler, tiyatrolar vb. kurmak için zorunlu araçlan onaylamakla
görevli ulusal-kültürel bir parlamentodur."53
Ulusun örgütlenmesi ve onun merkez örgütleri de böyle.
Bütün sınıflan kapsayan bu tür kurumlar yaratarak, Avusturya
Sosyal-Demokrat Partisi, Bauer'e göre, "ulusal kültürü ... tüm
halkın ortak mirası durumuna getirmek ve olanaklı olan bu tek araç
yoluyla, ulusun tüm üyelerini ulusal kültürel bir topluluk
biçiminde kaynaştırmak"5* ister (italikler benim.
-].S.).
Bütün bunların yalnızca Avusturya'yı ilgilendirdiği sanılabilir.
Ama Bauer böyle düşünmez. O, gözünü kırpmadan ulusal özerkliğin,
Avusturya gibi, birçok milliyetlerden oluşmuş öteki devletlerde de
zorunlu olduğunu ileri sürer.
"Varlıklı sınıfların ulusal siyasetine karşı, milliyetler devleti
içinde iktidarı ele geçirme siyasetine karşı, bütün bu ulusların
proletaryası, Bauer'e göre, ulusal özerklik istemini çıkarır."55
Sonra, ulusal özerkliği, belli etmeden, ulusların kendi
kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkı yerine geçiren Bauer,
şöyle devam eder:
"Ulusal özerklik, ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayin
etme hakkı işte böylece, milliyetler devletinde yaşayan tüm
uluslar proletaryasının anayasal programı durumuna gelir."5*
Ama o daha da ileri gider. O, bütün sınıflan kapsayan, kendisi ve
Springer tarafından kurulmuş "ulusal birliklerin, gelecekteki
sosyalist toplumun bir tür ilk örneği olacağına da sıkı sıkıya
inanır. Çünkü o, "sosyalist toplumsal düzenin ... insanlığı ulusal
bakımdan sınırlanmış topluluklar olarak parçalayacağTnı;57
sosyalist rejimin "insanlığı özerk ulusal topluluklar kümesi"
durumuna getireceğini;58 "bu biçimde, sosyalist
toplumun, hiç kuşkusuz, alacalı bulacalı bir ulusal kişi
birlikleri ve bölgesel korporasyonlar tablosu sunacağını;59
sonuç olarak, "milliyetin sosyalist ilkesinin, ulusal ilke ve
ulusal özerkliğin en yüksek sentezi olduğumu60 bilir.
Bu kadar yeter sanırım...
Bauer ve Springer'in yapıtlarında, ulusal özerkliğin temeli olarak
ileri sürülen bunlardır.
Burada ilk olarak göze batan şey, ulusal özerkliğin, tamamen
anlaşılmaz ve hiç bir şeyin de doğrulamadığı bir biçimde,
ulusların kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme hakkı yerine
konmasıdır. İki şeyden biri; ya Bauer ulusların kendi kaderlerini
kendilerinin tayin etme hakkının ne olduğunu anlamamıştır, ya da
anladığı halde, bilinmez hangi erekle, onu, bile bile
kısıtlamaktadır. Çünkü: a) ulusal özerklik, milliyetler
devletinin birliğini içerdiği halde, ulusların kendi kaderlerini
kendilerinin tayin etme hakkının bu birlik çerçevesinden
çıktığına; b) kaderini serbestçe tayin etme, ulusa tüm
haklarını kazandırdığı halde, ulusal özerkliğin, ona, sadece
"kültürel" haklarını kazandırdığına kuşku yok. Birincisi bu.
İkinci olarak, milliyetler devletinin, örneğin Avusturya'yı, şu ya
da bu milliyetin bırakmaya karar vereceği bir iç ve dış
konjonktürler bileşimi gelecekte pekala olanaklı görünür: Rutenya
sosyal-demokratlan, Brünn Parti Kongresinde, kendi halkının "iki
parti"sini tek bir bütün biçiminde birleştirmeye hazır olduklarını
açıklamamışlar mıydı?61 O zaman "tüm ulusların
proletaryası için kaçınılmaz" ulusal özerklik ne oluyor?
Sorunun, ulusları zorla Proküst* yatağına yatırmayı gözeten bu
"çözüm"ü, ne biçim bir çözümdür?
Dahası: Ulusal özerklik, ulusların tüm gelişmesine ters düşer. O,
ulusların örgütlenmesi sloganını formüle eder, ama eğer yaşam,
eğer iktisadi gelişme, çeşitli bölgelere savurduğu koca koca
grupları onlardan ayırırsa, ulusları yapay olarak kaynaştırmak
mümkün müdür? Kapitalizmin ilk aşamalarında, ulusların bir araya
gelme eğilimi gösterdiklerinden kuşku yok. Ama kapitalizmin daha
sonraki aşamalarında, ulusların dağılma sürecinin, bir ekmek
parası peşinde çekip giden ve daha sonra devletin başka
bölgelerine doğru göçen bir dizi grupların uluslardan ayrılma
sürecinin başladığından da kuşku yok; böylece, göçmenler, eski
ilişkilerini yitirir, yeni yerlerinde yeni ilişkiler kurar,
kuşaktan kuşağa yeni töreler, yeni beğeniler ve belki de yeni bir
dil edinirler.
Şu sorulabilir: Böyle birbirinden ayrılmış grupları, bir tek
ulusal birlik içinde toplamak mümkün müdür? Birleştirilmeyeni
birleştirmeyi mümkün kılacak o tılsımlı halkalar nerededir?
Örneğin Baltık ülkeleri Almanlarıyla Kafkas ötesi Almanlarını "bir
tek ulus biçiminde birleştirmek" olacak şey midir? Eğer bütün
bunlar olağanüstü ve olanaksız şeyler ise, bu durumda ulusal
özerkliği, geçmişin milliyetçilerinin, tarihin tekerleğini tersine
çevirmeye kalkışan ütopyasından ne ayırır?
Ama ulusun birlik ve bütünlüğü yalnızca göç nedeniyle sarsılmaz,
içerden, sınıflar savaşımının kızışması sonucu da sarsılır.
Kapitalizmin ilk evrelerinde, proletarya ile burjuvazinin "kültür
birliği"nden henüz söz edilebilir. Ama büyük sanayinin gelişmesi
ve sınıflar savaşımının kızışmasıyla birlikte, "topluluk"
sarsılmaya başlar. Bir ve aynı ulusun işçileri ile patronları
birbirlerini karşılıklı olarak anlamaz duruma geldikleri zaman,
bir ulusun "kültür birliği"nden ciddi olarak söz edilemez.
Burjuvazi savaşa susamış, oysa proletarya "savaşa savaş" açmış
iken, hangi "kader birliği" söz konusu olabilir? Böyle karşıt
öğelerle, tüm sınıfların tek bir ulusal birliği kurulabilir mi?
Bundan sonra, "bir ulusun tüm üyelerinin kültürel bir ulusal
topluluk içinde birleşmesi"nden62 söz edilebilir mi?
Bütün bunlardan, açıkça, ulusal özerkliğin, sınıflar savaşımının
tüm gidişine ters düştüğü sonucu çıkmaz mı?
Ama bir an için, "Ulusu örgütlendirin" sloganının,
gerçekleştirilebilir bir slogan olduğunu kabul edelim. Fazladan
oy toplamak için ulusu "örgütleme" ye çalışan burjuva milliyetçi
parlamenterleri anlayabilmek mümkündür. Ama sosyal-demokratlar,
ulusu "örgütleme", ulusları "kurma", uluslar "yaratma" işiyle ne
zamandan beri uğraşıyorlar?
Sınıflar savaşımının son derece kızıştığı bir dönemde, tüm
sınıfların ulusal birliklerini örgütleyen bu sosyal-demokratlar ne
menem şeylerdir? Şimdiye kadar, Avusturya sosyal-demokrasisinin
-tüm öbür sosyal-demokratlar gibi- bir tek görevi vardı;
Proletaryayı örgütlemek. Ama anlaşılan bu görev "eskidi", bugün,
Springer ve Bauer, daha ilginç, "yeni" bir görev koyuyorlar; ulusu
"yaratmak", "örgütlemek".
Bununla birlikte, mantık şöyle der: Ulusal özerkliği kabul etmiş
bulunan biri, bu "yeni" görevi de kabul etmek zorundadır; ama bu
"yeni" görevi kabul etmek demek, sınıf konumunu bırakmak,
milliyetçilik yoluna girmek demektir.
Springer ve Bauer'in ulusal özerkliği, milliyetçiliğin incelmiş
bir türüdür.
Ve Avusturya sosyal-demokratları ulusal programının, "halkların
ulusal özelliklerinin korunup geliştirilmesi"ni bir ödev
durumuna getirmesi hiç de beklenmedik bir şey değil. Düşünün bir
kez: Kafkas-ötesi Tatarlarının, Muharrem ayinlerine kendilerini
kırbaçlama gibi "ulusal özellik'lerini "korumak"! Gürcülerin,
"kana kan" gibi "ulusal özellik'lerini "geliştirmek"!...
Böyle bir madde, milliyetçi-burjuva bir propaganda da bulunabilir
ve eğer Avusturya sosyal-demokratlarının programında da
bulunuyorsa, bu, ulusal özerklik bu tür maddeleri hoş gördüğü ve
onlarla ters düşmediği içindir.
Ama güncel ve topluma uymayan ulusal özerklik, gelecekteki
sosyalist topluma hiç uymaz.
Bauer'in "insanlığın ulusal bakımdan sınırlandırılmış topluluklar
olarak parçalanması"63 üzerindeki kehaneti, çağdaş
insanlığın tüm gelişmesi tarafından yalanlanmıştır. Ulusal
duvarlar pekişmiyor, ama parçalanıp yıkılıyorlar.
Daha 1840-1850 yıllarında, Marx "halklar arasındaki ulusal
farklılıklar ve uzlaşmaz karşıtlıkların "her geçen gün biraz daha
yok olduğunu", "proletaryanın egemenliği"nin "bunları daha da
çabuk yok edeceğini" söylüyordu.64 İnsanlığın,
kapitalist üretimin devsel gelişmesi, milliyetlerin yer
değiştirmesi ve bireylerin durmadan daha geniş topraklar
üzerindeki toplanması ile birlikte daha sonraki ilerlemesi,
Marx'ın düşüncesini açıkça doğrular.
Bauer'in, sosyalist toplumu "alacalı bulacalı bir ulusal kişi
birlikleri ve bölgesel korporasyonlar tablosu" görünüşü altında
sunma isteği, sosyalizmin Marksist anlayışı yerine, Bakunin'in
reformdan geçirilmiş anlayışını koyma yolunda çekingen bir
girişiminden başka bir şey değildir. Sosyalizm tarihi, bu türlü
tüm girişimlerin, İdesin bir iflasın öğelerini içerdiklerini
gösterir.
Bauer tarafından göklere çıkarılmış, ve böylece, sınıflar
savaşımı sosyalist ilkesi yerine, burjuva "milliyet"
ilkesini geçiren o "milliyetin sosyalist ilkesi"nin sözünü bile
etmiyoruz. Ulusal özerklik böyle kuşkulu bir ilkeden yola
çıktığına göre, işçi hareketine ancak zararlı olabileceğini kabul
etmek gerekir.
Bu milliyetçilik, gerçekte, o kadar açık değildir, çünkü
sosyalistçe tümceler arkasına ustaca gizlenmiştir; ama bu yüzden
de proletarya için büsbütün zararlıdır. Açıkça söylenmiş
milliyetçiliğin üstesinden her zaman gelinebilir; onu anlamak güç
değildir. Gizlenmiş ve maskesi altında tanınmaz bir duruma gelmiş
milliyetçiliğe karşı savaşım çok daha güçtür. Sosyalizm zırhına
bürünmüş milliyetçilik, çeşitli milliyetten işçilerin karşılıklı
güvensizlik düşüncesini ve kendi başlarına yaşama yolundaki
zararlı düşünceleri yayarak, havayı zehirler.
Ama ulusal özerkliğin zararı bu kadarla da kalmaz. O, yalnızca
ulusları birbirinden ayırmak için değil, ama tek işçi hareketini
parçalamak için de alan hazırlar. Ulusal özerklik fikri, tek işçi
partisini, milliyetlere göre kurulmuş ayrı ayrı partiler
biçiminde bölmenin manevi öncüllerini yarattı. Partiden sonra,
parçalanma sırası sendikalara gelir, ve ayrı küçük ulusal
derecikler oluşturmak üzere, tek sınıf hareketi işte böyle
parçalanır.
"Ulusal özerklik"in yurdu, Avusturya, bu olgunun en içler acısı
örneklerini sunar. Eskiden tek bir parti olan Avusturya
Sosyal-Demokrat Partisi, daha 1897den sonra (Wimberg Parti
Kongresi)65 parçalanmaya başlamıştı. Ulusal özerkliği
kabul eden Brünn Parti Kongresinden (1899) sonra, parçalanma daha
da belirginleşti. Sonunda, işler o dereceye vardı ki, şimdi tek
bir uluslararası parti yerine, içlerinde Alman sosyal-demokrasisi
ile en küçük bir ilişkisi olmasını bile istemeyen Çek
Sosyal-Demokrat Partisi'nin de bulunduğu altı ulusal parti var.
Ama sendikalar da partilere bağlanmışlardır. Avusturya'da
parklarda olduğu gibi sendikalarda da, başlıca iş, aynı
sosyal-demokrat işçiler tarafından görülür. Bundan ötürü, parti
içindeki ayrılıkçılığın, sendikaları da böleceğinden
korkulabilirdi. Olan da bu oldu: sendikalar da milliyetlere göre
bölündüler. Şimdi işler o dereceye gelmiştir ki, Çek işçilerinin
Alman işçilerinin grevini kırdıkları, ya da belediye seçimlerine,
Alman işçilere karşı, Çek burjuvaları ile birlikte katıldıkları
sık görülür şeylerdendir.
Böylece, ulusal özerkliğin, ulusal sorunu çözmediği görülüyor.
Dahası: ulusal özerklik, işçi hareketinin birliğinin yıkılmasına,
işçilerin milliyetlere göre ayrılmasına, aralarındaki
sürtüşmelerin pekişmesine uygun bir alan yaratarak, ulusal sorunu
ağırlaştırıp karmakarışık bir duruma getiriyor.
Ulusal özerkliğin hasadı, işte bu.
V. BUND,
MİLLİYETÇİLİĞİ, AYRILIKÇILIĞI
Çekler için, Polonyalılar vb. için ulusal özerkliğin gerekli
olduğunu kabul eden Bauer'in, Yahudiler konusunda, böyle bir
özerklikten yana olmadığını yukarda söyledik. "İşçi sınıfı, Yahudi
halkı için özerklik istemeli midir?" sorusuna Bauer, "Ulusal
özerklik, Yahudi işçilerin isteği olamaz."66 yanıtını
veriyor. Bunun nedeni, Bauer'e göre, "kapitalist toplumun, onların
[Yahudilerin, -J.S.] ulus olmalarına izin vermemesidir."67
Kısacası, Yahudi ulusu yoktur. O halde, kim için ulusal özerklik
istenecek? Yahudiler özümlenmişlerdir (s 'assimilent).
Yahudilerin ulus olarak yazgısı konusundaki bu görüş, yeni
değildir. Marx, bu görüşü, daha 1840-1850 yıllarında ileri
sürmüştür.68 O, daha çok, Alman Yahudilerini söz konusu
etmekteydi. Kautsky, aynı görüşü, 1903'te Kus Yahudileri ile
ilgili olarak ele aldı.69 Bugün ise Bauer, Avusturya
Yahudileri
ile ilgili
olarak aynı görüşü ele alıyor. Şu farkla ki, o, Yahudi ulusunun
bugününü değil, geleceğini yadsıyor.
Yahudilerin ulus olarak kendilerini muhafaza etmelerinin
olanaksızlığını Bauer "onların sınırları belli bir yerleşme
bölgelerinin bulumamasıyla"70 açıklıyor. Özünde doğru
olan bu açıklama, gerçeğin tamamını ifade etmemektedir. Neden, her
şeyden önce, Yahudiler arasında, yalnızca yapı olarak değil, daha
çok, "ulusal" pazar olarak, ulusu doğal olarak kaynaştıracak olan
toprağa bağlı, kararlı, geniş katmanların, Yahudiler arasında
bulunmamasıdır. 5-6 milyon Rus Yahudi'si arasında, ancak %3 ya da
%4'ü şu ya da bu biçimde tarıma bağlıdır. Geri kalan %96'sı
ticaret ile, sanayi ile, kentsel kurumlarda uğraşır ve genel
olarak kentlerde yaşar; üstelik boydan boya Rusya'ya dağılmış
olduklarından hiç bir eyalette çoğunlukta değildirler.
Böylece, başka milliyetlerin oturdukları bölgelere ulusal azınlık
olarak yapışan Yahudiler, sanayici, tüccar, serbest meslek sahibi
olarak "yabancı" uluslarla ilişki kurmakta ve doğal olarak
"yabancı uluslara", dil vb. bakımından uyarlanmaktadırlar. Bütün
bunlar, kapitalizmin gelişmiş biçimlerine özgü milliyetlerin artan
yer değiştirme eğilimiyle birlikte Yahudilerin yabancı çevrelere
uymalarını sağlamaktadır. "Yahudilere özgü bölgelerin"
kaldırılmasıyla bu özümleme (assimÜation) eğilimi daha da
hızlanacaktır.
Bu durum, ulusal özerklik sorununun, Rus Yahudileri için öteki
uluslardan ayrı bir nitelik edinmesini sağlamaktadır: geleceği
yadsınan ve varlığı da tanıtlanması gereken bir ulus için özerklik
önerilmektedir!
Ve bununla birlikte VI. Kongresinde (1905),71 ulusal
özerklik zihniyeti içinde bir "ulusal program" kabul
etmekle, böyle tuhaf ve çürük bir görüşü benimsemiştir.
Bundu böyle davranmaya iki koşul zorlamaktaydı.
Birincisi: Bundun Yahudi ve yalnız Yahudi sosyal-demokrat
işçilerin örgütü olarak varlığı. Daha 1897'de Yahudi işçiler
arasında eylemde bulunan sosyal-demokrat gruplar, "özel olarak
Yahudi olan bir işçi örgütü" yaratma amacını benimsemişlerdi.72
Aynı yıl, böyle bir örgütü kurdular ve Bund içinde toplandılar. O
çağda, Rus sosyal-demokrasisi henüz tek bir bütün olarak ortaya
çıkmamıştı. O zamandan bu yana Bund, Rus sosyal-demokrasisinden,
ak ile kara gibi gittikçe ayrılarak büyüdü ve yayıldı. Derken
1900-1910 yıllan gelip çatıyor. Rusya'da işçi yığın
hareketi başlıyor. Polonya sosyal-demokrasisi, Yahudi işçileri de
yığın hareketine sürükleyerek gelişiyor. Rus sosyal-demokrasisi de
"Bundcu" işçileri saflarına katarak gelişiyor. Bir toprak
temelinden yoksun bulunan Bundun ulusal kadrosu daralıyor. Bund,
bir sorun ile karşı karşıyadır: ya ortak uluslararası dalga içinde
eriyecektir, ya da bölgeler-dışı bir örgüt olarak bağımsız
varlığını savunacaktır. Bund, bu ikinci çözümü seçiyor.
Ve böylece Bundun 'Yahudi proletaryasının biricik temsilcisi"
olduğu yolundaki "teori" yaratılmış oluyor.
Ama bu tuhaf "teori"yi pek "basit" bir biçimde savunmak olanaksız
hale geliyor. Buna bir "ilkeden" temel, "ilkeden" tanıt bulmak
gerek. Ulusal özerklik, tam buna uygun bir temel olarak bulundu.
Bund, Avusturya sosyal-demokrasisinden ödünç aldığı bu fikre
sarıldı. Avusturyalıların programı olmasaydı, Bund, bağımsız
varlığını "ilke olarak" savunabilmek için bunu yaratırdı.
Böylece, 1901'de (IV. Kongresinde) bu yoldaki çekingen
girişiminden sonra Bund, 1905'te (VI. Kongresinde) "ulusal
programı" kesin olarak kabul ediyor.
İkinci durum, başka milliyetlerin çoğunluğu oluşturduğu
bölgelerde, ayrı ulusal azınlık olarak, Yahudilerin özel
durumudur.
Yukarda da belirttiğimiz gibi, böyle bir durum, Yahudilerin ulus
olarak varlığını baltalamakta, onları özümlenme yoluna itmektedir.
Ama bu, nesnel bir süreçtir. Öznel olarak bu durum, Yahudilerin
zihniyetinde bir tepki yaratmakta ve ulusal azınlığın haklarının
güvencesi, özümlenmeye karşı güvence sorunu önem kazanmaktadır.
Yahudi "ulusunun" canlılığını savunan Bund, bu "güvence" görüşüne
katılmamazlık edemezdi. Ve bu görüşü benimseyince de, ulusal
özerlikten yana çıkmak zorundaydı. Çünkü, Bund'un sarılabileceği
bir özerklik var idiyse, bu, ancak ulusal özerklik, yani
kültürel-ulusal özerklik olabilirdi. Yahudilerin bölgesel
siyasal özerkliği söz konusu olamazdı, çünkü bunların, belirli bir
bölgeleri yoktu.
Bundun daha başından beri, ulusal özerkliğin niteliğini, ulusal
azınlıkların haklarının güvencesi olarak, ulusların "özgür
gelişmelerinin" güvencesi olarak belirtmesi, karakteristiktir. Rus
sosyal-demokrasisinin II. Kongresinde, Bundu temsil eden
Goldblatt'ın, ulusal özerkliği, "uluslara tam bir kültürel gelişme
özgürlüğünü sağlayan kurumlar 73 olarak
tanımlaması, bir rastlantı değildir. Aynı öneri, Bundun
fikirlerinin yandaşları tarafından IV. Duma'daki sosyal-demokrat
grubuna getirildi.
Ve işte böylece Bund, Yahudilerin ulusal özerkliği gibi tuhaf bir
tutumu benimsedi.
Yukarda, ulusal özerkliği genel olarak tahlil ettik. Bu tahlil
ulusal özerkliğin milliyetçiliğe götürdüğünü gösterir. Aşağıda
Bundun da aynı sonuca vardığını göreceğiz. Ama Bund, ulusal
özerkliği, bir başka özel açıdan da, ulusal azınlıkların
haklarının güvencesi açısından da ele almaktadır. Sorunu bu
özel açıdan da inceleyelim. Ulusal azınlıklar sorunu -yalnız
Yahudiler değil, bütün azınlıklar- sosyal-demokrasi için önemli
bir sorun olduğundan bunu yapmak gereklidir.
Demek ki, "tam kültürel gelişme özgürlüğü" uluslara "güvence
sağlayan kurumlar"dır (italikler benim. -J.S.).
Ama, bu "güvence sağlayan" kurumlar vb. nasıl şeylermiş?
En önde gelen kurum, Springer ve Bauer'in "ulusal şurası",
kültürel sorunları için bir tür diyet meclisi.
Ama bu kurumlar, ulusun "kültürel gelişmesinin tam özgürlüğü"nü
sağlayabilirler mi? Ne biçimde olursa olsun kültür sorunlarıyla
uğraşan diyet meclisleri, ulusları, milliyetçi baskıya karşı
güvence altına alabilir mi?
Bund, güvence altına alabileceğine inanıyor.
Oysa tarih, tam tersini gösteriyor.
Rus Polonya'sında belirli bir anda, Polonyalıların "kültürel
gelişmelerini" güvence altına alma yolunda çaba gösteren bir diyet
meclisi, bir siyasal diyet meclisi vardı. Bu diyet meclisi, bu
işte başarı elde edemediği gibi, tam tersine, kendisi de Rusya'nın
genel siyasal koşullarına karşı giriştiği eşit olmayan savaşta
yıkıldı gitti.
Finlandiya'da uzun süreden beri aynı biçimde Fin ulusunu
"suikastlara" karşı koruma yolunda çaba gösteren bir diyet meclisi
vardır. Ama bu meclis, bu doğrultuda fazla bir şey yapabiliyor mu?
Ne yapabildiğini herkes görüyor.
Kuşkusuz ki, diyet vardır, diyetçik vardır. Ve demokratik biçimde
örgütlenmiş olan Finlandiya diyetinin hakkından gelmek,
aristokratik Polonya diyetinin hakkından gelmek kadar kolay
değildir.
Bununla birlikte, kesin etken, diyetin kendisi değildir,
Rusya'daki genel durumdur; eğer bugün Rusya'da, geçmişte Polonya
diyetinin ilgası yıllarında olduğu kadar Asyasal bir şiddet düzeni
hüküm sürseydi, Finlandiya diyeti de çok daha zor bir durumda
olurdu. Öte yandan, Finlandiya'ya karşı "suikastlar" siyaseti
belirgin hale gelmektedir ve bu siyasetin yenilgiye uğradığı da
söylenemez...
Eğer, tarihsel olarak oluşmuş eski kurumların, siyasal diyetlerin
durumu bu ise, ulusların özgürce gelişmesi, yeni kurulacak olan
diyetler, yeni doğan ve henüz zayıf olan "kültürel" diyetler
tarafından başarıyla savunulabilir mi?
Besbelli ki, önemli olan "kurumlar" değil, ülkenin içindeki
durumdur. Ülkede demokratlaşma olmadıkça, milliyetlerin "tam
kültürel gelişme özgürlüğü"nün de güvencesi olamaz. Kesinlikle
söylenebilir ki, ülke ne kadar demokratik ise "ulusların
özgürlüğü"ne karşı "suikastlar" o kadar az olacak, ve bu
suikastlara karşı güvence de o kadar çok olacaktır.
Rusya, bir yarı-Asya ülkesidir, onun için bu ülkede "suikastlar"
siyaseti çoğu kez en sert biçimlere, pogromlar biçimine
bürünmektedir; söylemeye gerek yok ki, Rusya'da "güvenceler" en
asgari sınırda tutulmaktadır.
Almanya, artık Avrupa sayılır ve orada az çok siyasal özgürlük
vardır; Almanya'da "suikastlar" siyasetinin hiç bir zaman pogrom
biçimine bürünmemesine şaşmamak gerekir.
Fransa'da, besbelli ki, daha da çok "güvenceler" vardır. Çünkü
Fransa, Almanya'dan daha demokratiktir.
Burada, burjuva da olsa, ileri demokrasi içinde yaşayan uluslara,
azınlık olsunlar çoğunluk olsunlar, serbest yaşama olanağını
sağlayan İsviçre'nin sözünü bile etmiyoruz.
Demek ki Bund, "kurumların" kendi başlarına ulusların kültürel
gelişmesini güvence altına alabileceğini iddia etmekle yanılgıya
düşmüştür.
Bu söylediklerimize karşı, Bundun kendisinin Rusya'da
demokratlaşmayı "kurumların yaratılmasında" ve özgürlüklerin
sağlanmasında önkoşul olarak kabul ettiği söylenebilir. Ama bu
yanlıştır. Bundun VIII. Konferans Tutanaklarından da
anlaşılacağı gibi'''* bu örgüt, Rusya'da güncel düzenin temeli
üzerinde "kurumların" yaratılmasının, Yahudi topluluğunu
(cemaatini) "ıslah ederek" elde edilebileceğini sanmaktadır.
Bundun liderlerinden biri, bu kongrede şöyle diyordu: "Topluluk
(cemaat) geleceğin kültürel-ulusal özerkliğinin çekirdeği
olabilir. Kültürel-ulusal özerklik, bir ulus için kendi kendine
hizmet etme aracı, bir de kendi ulusal gereksinmelerini karşılama
aracıdır. Topluluğun biçimi altında aynı içerik gizlenir. Bunlar,
tek bir zincirin halkaları, tek bir evrimin aşamalarıdır."75
Bu görüşten hareket ederek kongre, "Yahudi topluluğunun reformu
ve yasama yoluyla" demokratik olarak örgütlenmiş "laik bir
kurum haline getirilmesi için"76 (italikler benim. -J.S.)
savaşım verme gerekliliğini ilan etti.
Açıktır ki, Bund, güvencenin koşulu olarak, Rusya'nın
demokratlaşmasını değil, "Yahudi topluluğunun reformu" yoluyla,
diyelim ki "yasama" yoluyla, Duma ile sağlanan geleceğin "laik
kurumlarını" göz önünde tutmaktadır.
Ama yukarıda gördük ki, "kurumlar"ın kendisi, devletin tümünde
demokratik bir düzen olmadıkça, özlenen "güvence"yi sağlayamazlar.
Geleceğin demokratik düzeninde durum nasıl olacaktır? Demokratik
düzende bile özel kurumlara, "güvence altına alınan kültürel
kurumlara" vb. gereksinme olmayacak mıdır? Örneğin, demokratik
İsviçre'de işler bu bakımdan ne durumdadır? Orada, Springer
"ulusal şurası" türünden özel kültürel kurumlar var mıdır?
Hayır, yoktur. Ama, İsviçre'de azınlıkta olan İtalyanların
kültürel çıkarları, bu yüzden darbelenmemekte midir? Bu
söylenemez. Zaten, bu, belli bir şey: demokrasi, İsviçre'de,
kendisini "güvence sağlayan" vb. olarak ortaya koyan özel kültürel
"kurumları" gereksiz kılmaktadır.
Şu anda güçsüz, gelecekte gereksiz, işte kültürel-ulusal özerklik
kurumları, işte ulusal özerklik böyledir.
Ama bu, varlığı ve geleceği kuşkulu olan bir "ulus"a kabul
ettirildiği zaman daha da zararlı olmaktadır. Bu durumda ulusal
özerkliğin yandaşları yalnızca yararlı değil, zararlı da olsa,
yalnızca özümlenmeden "ulusu kurtarmak", yalnızca "korumak"
amacıyla "ulusun" bütün özelliklerini koruma ve muhafaza etme
durumuna düşmektedirler.
Ve Bund da, kaçınılmaz olarak, bu tehlikeli yolu tutacaktı.
Ve nitekim tuttu. Biz, burada, Bundun son kongrelerinde
"Cumartesi" ve "yidiş dili" vb. konularında aldığı kararların
sözünü etmek istiyoruz.
Sosyal-demokrasi, bütün uluslar için, ana dilini konuşma
hakkını elde etmeye çalışıyor. Ama Bund, bununla yetinmemektedir -"Yahudi
[italikler benim. -J.S.] dilinin hakları"nm77
"özel bir direnme ile" savunulmasını istiyor; ve Bundun
kendisi IV. Duma seçimleri sırasında "onlar arasından [yani ikinci
dereceden seçmenler arasından] Yahudi dilinin haklarını
savunanları yeğliyor."78
Ana dile genel hak değil, Yahudi diline, yidişe özel
hak! Ayrı ayrı uluslardan işçiler, her şeyden önce kendi
dilleri için savaşsınlar. Yahudiler, Yahudi dili için; Gürcüler
gürcü dili için vb.. Bütün ulusların genel hakkı için savaşım,
ikincil bir şeydir. Giderek, başka ezilen ulusların ana dillerini
konuşma hakkını tanımayabilirsiniz de, ama yidişi konuşma hakkını
tanıyorsanız, Bund size oy verecektir. Bund sizi "üstün tutacak"
tır.
Peki ama, Bundu burjuva milliyetçilerinden ayırdeden nedir?
Sosyal-demokrasi, zorunlu hafta tatil gününün kabul edilmesi
uğruna savaşım vermektedir. Ama Bund, bununla yetinmiyor. O,
"yasama yoluyla Yahudi proletaryasına Cumartesi günü bayram
hakkının sağlanmasını ve başka bir gün bayram yapma zorunluluğunun
kaldırılmasını"79 istiyor.
Bundun, "bir adım ileri" giderek, bütün Yahudi bayramlarının
resmen bayram günü ilan edilmesini istemesi de beklenebilir. Ve
eğer, Yahudi işçiler, eski boş inançlarını bırakmışlarsa ve
Cumartesi günü bayram etmek istemiyorlarsa, Bund, "Cumartesi
hakkı" uğruna ajitasyonuyla bunlara cumartesi geleneğini
anımsatacak ve işçilerde bir bakıma "Cumartesi ruhunu"
geliştirecektir...
Bundun XVIII. Kongresinde, konuşmacıların "Yahudi hastaneleri"
isteyen "ateşli söylevlerinin" ne anlam taşıdığını anlamak
kolaydır. Bu istek, "hastanın, kendi insanları arasında kendini
daha iyi hissedeceği", yani "Yahudi işçinin Polonyalı işçiler
arasında kendisini rahat hissetmeyeceği, ama Yahudi dükkancılar
arasında rahatlık duyacağı"80 iddiasına dayanmaktaydı.
Yahudi olan her şeyi muhafaza etmek, proletaryaya zararlı olanları
dahil, Yahudilerin ulusal özelliklerinin tümünü muhafaza etmek,
Yahudileri, Yahudi olmayan her şeyden tecrit etmek, işi özel
hastaneler kurmaya kadar vardırmak. İşte Bund buralara kadar
düşmüştür.
Plehanov yoldaş, Bundun "sosyalizmi, milliyetçiliğe uyarlamaya
çalıştığını"81 söylerken bin kez haklıydı. Elbette V.
Kossovski ve aynı soydan Bundcular, Plehanov'u "demagog"82
olarak nitelerken, Bundun eylemini bilen herkes, bu yürekli
insanların kendileri hakkında gerçeği söylemekten korktuklarını ve
"demagoji" üzerinde sözü dolandırarak korunmaya çalıştıklarını
kolayca anlar...
Ulusal sorunda böyle bir tutumu benimsedikten sonra Bund, doğal
olarak, örgütlenme sorununda da Yahudi işçilerin tecridi yolunu,
sosyal-demokrasinin içinde ulusal kabileler kurma yolunu
tutacaktı. Çünkü, ulusal özerkliğin usa-uygun sonucu budur.
Gerçekten Bund, "işçilerin tek elden temsili" teorisinden, "ulusal
sınırlandırma" teorisine geçiyor. Bund, Rus sosyal-demokrasisinden
"organik yapısı içinde uluslara göre bölünmeyi"83
istiyor. Ve "sınırlandırmadan "bir adım ileri" atarak "tecrit"
teorisine varıyor. Bundun VIII. Kongresinde, "ulusal varlığın
tecritle mümkün olduğu" yolunda görüşlerin ileri sürülmesi
nedensiz değildir.84
Örgütlenme konusunda federalizm, çözülme ve ayrılıkçılık
unsurlarını bağrında taşır. Bund, ayrılıkçılığa doğru
yürümektedir;
Zaten izleyecek başka yol da yoktur. Bölgeler-dışı örgüt olarak
kendi varlığı, onu, ayrılıkçılık yoluna itmektedir. Bundun,
sınırlan belirli bir bölgesi yoktur; "başkalarının" toprağı
üzerinde çalışmaktadır, oysa Polonyalı olsun, Letonyalı, ya da Rus
olsun, öteki sosyal-demokratlar komşu olarak uluslararası kolektif
bölgeler oluştururlar. Ama bunun sonucu olarak, bu kolektif
bölgelerin yayılması demek, Bund için bir "kayıp", eylem alanının
kısılması demektir. İki şeyden birini seçmek zorunludur: ya Rus
sosyal-demokrasisini ulusal federalizm temelleri üzerinde yeniden
örgütlendirmelidir, ki o zaman Bund, Yahudi proletaryasını
"sağlama" olanağını elde edecektir: ya da bu kolektivitelerin
uluslararası bölgesi ilkesi yürürlükte kalacak, ki o zaman da Bund,
Polonyalı ve Letonyalı sosyal-demokrasinin yaptığı gibi, kendini
enternasyonalizm temelleri üzerinde yeniden örgütlendirecektir.
İşte bunun içindir ki Bund, başından beri "Rus
sosyal-demokrasisinin federatif temeller üzerinde yeniden
örgütlenmesini"85 istemektedir.
1906'da, alttan gelen birleştirici dalgaya boyun eğen Bund, Rus
sosyal-demokrasisine katılarak bir orta yolu seçti. Ama bu
katılma, nasıl bir katılmaydı? Polonya ve Letonya
sosyal-demokrasisi birlikte sükun içinde çalışmak için Rus
sosyal-demokrasisine katılırken, Bundun katılması Rus sosyal-demokrasisinin
bağrında federasyon uğrunda savaşı yürütmek içindi. Bundcuların o
zamanki önderi Medem de bunu söylüyordu:
"Biz oraya sevişmek için değil, savaşmak için geliyoruz. Sevişmek
yok, sevişmeyi yakın bir gelecekte ancak Manilovlar bekleyebilir.86
Bund, partiye tepeden tırnağa silahlı olarak girmelidir."87
Medem'in bu sözleri kötü niyetle söylediğini sanmak yanlıştır. Söz
konusu olan kötü niyet değil, Bundun özel tutumudur. Bund, bu
tutumunun gereği, enternasyonalizm ilkelerine dayanan Rus
sosyal-demokrasisine karşı savaşmadan edemez. Oysa bu savaşı
yürüttüğü anda Bund, doğal olarak işçi sınıfının birliğine karşı
gelmek zorundadır. Ve en sonunda işler öyle bir noktaya geldi ki,
Bund, tüzükleri de çiğneyerek ve IV. Duma seçimleri sırasında,
Polonyalı milliyetçilerle Polonya sosyal-demokratlarına karşı
birleşerek Rus sosyal-demokrasisi ile bağlarını resmen kopardı.88
Besbelli ki Bund, bu bağlarını koparma yoluyla bağımsız eylemini
sağlayacağına inanmıştı.
Ve böylece, örgütlendirme konusunda "sınırlandırma ilkesi"
ayrılıkçılığa, bağların tam olarak kopmasına vardı.
Eski-İskra89 ile federalizm konusunda polemiğe girişen
Bund, eskiden şöyle yazıyordu:
"İskra,
Bund ile Rus
sosyal-demokrasisi arasındaki federatif ilişkilerin, aralarındaki
bağları zayıflatacağına bizi inandırmak istiyor. Biz, bu görüşü,
Rus deneyimine dayanarak çürütemeyiz ve bunun basit nedeni de Rus
sosyal-demokrasisinin bir federatif gruplaşma olmamasıdır. Ama,
tutumumuza destek olarak federatif ilke üzerine kurulmuş olan
Avusturya sosyal-demokrasisinin 1897 Parti Kongresinde karara
bağlanmış olan son derece eğitici deneyiminden yararlanabiliriz."90
Bu satırlar 1902'de yazılmıştır.
Şimdi biz 1913'teyiz. Şimdi yararlanabileceğimiz Rus "deneyimi" ve
"Avusturya sosyal-demokrasisinin deneyimi" var. Bunlar bize neyi
gösteriyor?
"Son derece eğitici olan Avusturya sosyal-demokrasisinin
deneyimi"yle başlayalım. Daha 1896'dan önce, Avusturya'da tek bir
sosyal-demokrat parti vardı. O yıl, Çekler, ilk kez, Londra
Enternasyonal Kongresinde, ayrı temsil hakkı istiyorlar ve bunu
elde ediyorlar. 1897de partinin Viyana (Wimberg) Kongresinde,
tek parti resmen tasfiye ediliyor; onun yerine, altı ulusal
"sosyal-demokrat grubun" federatif birliği kuruluyor. Daha sonra
da, bu "gruplar", bağımsız partiler oluyorlar.91 Bu
partiler yavaş yavaş aralarındaki bağları koparıyorlar. Ardından
da meclis grubu bölünüyor, ulusal "kulüpler" oluşuyor. Bunu,
milliyetlere göre parçalanan sendikalar izliyor. Bu örneği
kooperatifler bile izlemektedirler. Çek ayrılıkçılar,
işçileri, kooperatifleri bile parçalamaya çağırmaktadırlar.92
Ayrılıkçı propagandanın işçilerin dayanışma duygusunu
baltaladığını ve grev bozuculuğuna sürüklediğini burada hesaba
katmıyoruz.
Böylece "Avusturya sosyal-demokrasisinin son derece eğitici
deneyimi", Bunda karşı eski-lskra'dan yana konuşur.
Avusturya partisinin bağrında federalizm, en çirkin bir
ayrılıkçılık, işçi hareketi birliğinin çözülmesi sonucunu verdi.
"Rus pratiği"nin de aynı anlamda konuştuğunu yukarda gördük.
Bundcu ayrılıkçılar ve Çekler de, Rus sosyal-demokrasisi ile
bağlarını kopardılar. Sendikalara gelince, Bundcu sendikalar daha
başından ulusal ilke üzerine örgütlenmişlerdi, yani öteki
ulusların işçilerinden ayrılmışlardı.
Tam tecrit, tam kopma, işte federalizmin "Rus pratiği"nin
gösterdiği bu.
Bu durumun, işçilerin dayanışma duygusunun zayıflamasında ve
morallerinin bozulmasında etkilerine şaşmamak gerek. Bu etki,
Bundun içine de girmiştir. İşsizlik alanında Yahudi ve Polonyalı
işçiler arasında gittikçe sıklaşan çatışmaların sözünü etmek
istiyoruz. Bakınız bu konuda Bundun IX. Kongresi'nde ne gibi
görüşler ileri sürüldü:
"Kurnazlıkla yerlerimizi alan Polonyalı işçileri, biz, pogromcu
sayıyoruz, sarı sendikacı sayıyoruz, onların grevlerini
desteklemiyoruz, baltalıyoruz. Ve sonra da onların kurnazlığına
karşı, kurnazlık ederek onları yerlerinden ediyoruz. Yahudi
işçilerin fabrikalara alınmamasına karşılık olarak, biz de
Polonyalı işçilerin el tezgahlarında çalışmalarına izin
vermiyoruz. ... Eğer biz işi ele almazsak, işçiler ötekilerin
peşine takılacaklardır."93 (İtalikler benim.
-J.S.)
56
Bundcuların kongresinde, dayanışmadan işte böyle söz ediliyor.
"Sınırlandırma" ve "tecrit", konusunda daha ileri gidilemez. Bund,
amaçlarına ulaşmıştır: Çeşitli milliyetlerin işçilerini, yumruk
kavgasına kışkırtacak kadar, grev bozgunculuğuna itecek kadar
birbirinden ayırmıştır. Başka türlü de yapamazdı:
"Eğer biz bu işi ele almazsak, işçiler ötekilerin peşine
takılacaklar..."
İşçi
hareketinin çözülmesi, sosyal-demokrasi saflarında moralin
bozulması, - işte Bundcu federalizmin verdiği sonuçlar bunlar.
Böylece ulusal özerklik fikri, bu fikrin yarattığı hava, Rusya'da
Avusturya'dakinden daha da zararlı olmuştur.
KAYNAKÇA
38) Güney Slavları
Sosyal-Demokrat Partisi temsilcileri de bu yolda oy vermişlerdir.
Brünn Parti Kongresinde, ulusal sorun üzerinde tartışmalara
bakınız, 1906, s. 72.-Ed.
39) Bay Panin'in Rusça
çevirisinde (Bauer'in Panin çevirisine bakınız), "ulusal
özellikler" yerine "ulusal bireylikler" denmektedir. Panin bu
pasajı yanlış çevirmiştir. Almanca metinde "bireylik" sözcüğü
yoktur, bunda "nationalen Eilgenart", yani özelliklerden
sözedilmektedir ve bu iki şey aynı olmaktan çok uzaktır.
40) Bkz: Verhandlungen des Cesamtparteitages, Brün
1899.
41) Bkz: Springer, Ulusal Problem, s. 286.
42) Bkz: Aynı yapıt, s. 549.
43) Bkz: Aynı yapıt,
s. 555.
44) Bkz: Aynı yapıt,
s. 19.
45) Bkz: Bauer,
Ulusal Sorun, s. 286.
46) Bkz: Springer,
Ulusal Problem, s. 74.
47) Bkz: Aynı yapıt,
s. 68-89.
48) Bkz: Aynı yapıt,
s. 89.
49) Bkz: Bauer,
Ulusal Sorun, s. 552.
50) Bkz: Springer,
Ulusal Problem, s. 226.
51) Bkz: Bauer,
Ulusal Sorun, s. 368.
52)
Bkz: Aynı yapıt, s. 375.
53)
Bkz: Springer, Ulusal Problem, s. 226.
54) Bkz- Bauer,
Ulusal Sorun, s. 553.
55) Aynı yapıt, s.
337.
56) Aynı yapıt, s.
333.
57) Aynı yapıt, s.
555.
58) Aynı yapıt, s.
551.
59) Aynı yapıt, s.
543.
60) Aynı yapıt, s.
542.
61)
Brünn Parti Kongresinde Ulusal Sorun Üzerinde Tartışmalar,
s. 48. * Eski çağda bir haydut. Yolcularını soyduktan sonra,
onları bir demir yatağa yatırır ve ayaklan yatağı aştığı zaman,
fazla kısmını keserdi; boyu kısa geldiği zaman ise, iple
ayaklarından bağlayarak yatağın boyuna kadar uzatırdı. Bu haydudu,
Thesee aynı işkenceye tabi tuttuktan sonra öldürdü. -ç.
62) Bkz: Bauer,
Ulusal Sorun, s. 553.
63) Bu bölümün başına
bakınız.
64) Bu pasajlar, K.
Marx ve F. Engels'in Komünist Parti Manifestosu'nun II.
bölümünden ("Proleterler ve Komünistler") alınmadır. Bkz:
Dirk J. Struik, "Komünist Manifesto"nun Doğuşu, Sol
Yayınları, Ankara 1976, s. 134.
65 Avusturya Sosyal-Demokrat
Partisi'nin Viyana Kongresi (ya da kongrenin toplanmış
olduğu otelin adını almıştır. Wimberg Kongresi) 1897
yılında 6 Hazirandan 12 Hazirana kadar sürmüştür. Bu kongrede o
zamana kadar birlik halinde olan parti, bağımsız altı ulusal
sosyal-demokrat gruba büründü (Alman, Çek, Polonyalı, Ukraynalı
Ruten, İtalyan ve Güney Slav) bu gruplar ancak bir genel kongre ve
bir ortak merkez komitesi ile birbirine bağlıydılar. -Ed.
66) Bkz: Bauer,
Ulusal Sorun, s. 381-396.
67)
Bkz: Aynı yapıt, s. 389.
68) Bkz: Yahudi Sorununa Katkı, 1906 [Bu başlık, K.
Marx'ın Zur Juden-frage ("Yahudi Sorununa Katkı")
adlı 1844'te Deutsch Fransösische Jahrbücher'de
("Fransız-Alman Yılhkları"nda) yayımlanan, Marx'ın Alman özgür
düşünceli radikallerinin lideri Bruno Bauer ile polemiğe giriştiği
makalesinin başlığına benzetilmiştir. -Ed.]
69) Bkz: [Kautsky], Kisinev Katliamı ve Yahudi Sorunu,
1906.
70) Bkz: Bauer, Ulusal Sorun, s. 388.
71) Bundun VI. Kongresi, 1905 Ekiminde Zürih'te
toplandı. Bu kongrede Bund "Ancak kültürel-ulusal özerklik
biçiminde bölgeler-dışı bir özerklik sonucunu vermesi mümkün olan
kamu tüzel kurumlarının yaratılması" isteminde bulunarak, ulusal
programını kesin olarak formüllendirmiş oldu. Bund, bu amaçla, "1°
(ulusal eğitim gibi) kültür sorunlarıyla ilgili bütün görevlerin,
devletin ve yerel ve bölgesel özerk organların elinden
alınmasını; 2° yerel olsun, mer-kezi olsun, ulusun bütün üyeleri
tarafından evrensel, eşit, doğrudan ve gizli oyla seçilen özel
kurumlar biçiminde ulusun kendisine devredilmesi" görüşünü
savundu. -Ed.
71)
Bkz: Kasteliyanski, Ulusal
Hareketin Biçimleri, vb., s. 772.
73) Bkz: //. Kongre
Tutanakları, s. 176.
74) Bundun VIII. Konferansı, 1910 Eylülünde Lvov'da
(Galiçya) toplandı. Konferans, dikkatini daha çok Yahudi
topluluğunun sorunları ve cumartesi tatili üzerinde topladı; bu
sorunlarla ilgili olarak alınan kararlar Bunddaki burjuva
milliyetçi eğilimin güçlendiğini gösterir. -Ed.
75) Bundun VIII. Konferans Tutanaklart'na bakınız,
1911, s. 62.
76) Aynı yapıt, s. 83-84.
77)
Bundun VIII. Konferans Tutanakları,
s. 85.
78) Bundun IX. Konferans Tutanakları, 1912, s. 42.
79) Bundun VIII. Konferans Tutanakları, s. 83.
80) Bundun VIII. Konferans Tutanakları, s. 68.
81)
Plehanovcu menşeviklerin organı olan Parti İçin adlı
gazetenin 15 Ekim 1912 tarihli üçüncü sayısında yayınlanan "Bir
Bölücü Konferans Daha" başlıklı makalesinde, bundculann ve
Kafkasyalı sosyal-demokratlann sözünü ederken "sosyalizmin
milliyetçiliğe uyarlanması" deyimini kullanan Plehanov
olmuştur. Sözkonusu gazete, 1912 ve 1914 arasında, bolşevik
fraksiyonla menşovik franksiyon arasında bir uzlaşma sağlamak
amacıyla yayınlanmıştır. Bu makalesinde, G. Plehanov,
tasfiyecilerin Ağustos Konferansının hem toplanmasını, hem de
kararlarını, sert bir dille eleştiriyordu. -Ed.
82) E.V. Kossovski'nin tasfiyecilerin Naşa Zarya
adlı dergisinin yazıkuruluna gönderilen ve 1912'de derginin
9 ve 10. sayılarında yayınlanan "Bağışlanmaz Bir DemogojC
başlıklı mektubundan sözedilmektedir. Kossovski, bu mektubunda,
yukarda sözü edilen G. Plehanov'un "Bir Bölücü Konferans Daha"
başlıklı yazısına çatmaktaydı. -Ed.
83) Bundun VII. Konferansı ile ilgili bildirinin 7.
sayfasına bakınız. (1906'da Lvov'da (Galiçya) toplanan Bundun VII.
Konferansında, Bundun RSDIP'ne (bu partinin Stokholm'deki IV.
Kongresinde kabul edilen tüzük temeli üzerinde) katılması lehinde
bir karar alındı. Ama şu ihtiraz kaydı da karara eklendi: "RSDlP'ye
katılmakla, ve bu partinin programını kabul etmekle birlikte, Bund,
Ulusal sorunda kendi sorununu muhafaza edecektir." VII.
konferanstan sonra Bund, tamamen ve kesin olarak menşeviklerin
yolunu seçti. -Ed.)
84) Bkz: Bundun VII. Konferans Tutanakları, s.
72.
85) Bkz: Ulusal özerklik Sorunu ve Rus
Sosyal-Demokrasisinin Federatif Temeller Üzerinde Yeniden
örgütlenmesi Sorununa Katkı, 1902 Bund yayını.
86) Gogol'ün ölü Canlar'aıdan bir kahraman,
inançları olmayan, karaktersiz, hayalci tip. -Ed.
87)
Bkz: Nose Slovo, n° 3, s. 24, Vilna 1906 [Naşe Slovo
("Bizim Sözümüz") 1906'da Vilna'da yayınlanan, bundcuların yasal
haftalık dergisiydi. 9 sayı çıkmıştır. -Ed.]
88) İkinci seçmenler kolegyumunda çoğunluğu oluşturan
Polonyalı sos-yal-demokratlara karşı bundcuların ve PSP'nin Yahudi
burjuva milliyetçileriyle kurdukları blokun listesinde seçilmiş
olan Polonya Sosyalist Partisinin "sol" kanat üyesi, IV. Dumada
Varşova milletvekili Jagello'dan sözedilmektedir. IV. Devlet
Dumasında sosyal-demokrat grubu, içlerinde çoğunlukta olan
tasfiyecilerin etkisiyle, sosyal-demokrat olmayan Jagello'yu
içine kabul etti ve böylelikle Polonya işçileri arasındaki
bölünmeyi daha da derinleştirerek Bundun bölücü eylemini onaylamış
oldu. Bu konuyla ilgili olarak Stalin'in Pravda'nın 1
Aralık 1912 günlü 182. sayısında çıkan "Jagello, Sosyal-Demokrat
Meclis Grubunun, Bütün Haklarından Yararlanamayan Üyesi" başlıklı
yazısına bakınız. -Ed.
89) Lenin'in yazıkurulunda daha etkin görev aldığı
1900-1903 arası döneminin (51. sayısına kadar) Iskrasini,
daha sonraki menşevik tutumu benimseyen lskra'dan
ayırdetmek için eski-Mra denmektedir. Eski-Mra, Bundun
milliyetçiliğine karşı zorlu bir savaşım vermekteydi. Isfcra'daki
birçok yazılar -ki bunlardan bir kısmı Lenin'in kaleminden
çıkmıştır- Bundun ulusal sorun ve partinin yapısı konularındaki
tutumunun eleştirisine ayrılmıştır. -Ed.
90) Bkz: Ulusal özerkliğe vb. Katkı, 1902, s. 17.
91) 65. nota bakınız. -Ed.
92) Dokumente des Seperatismus'daiki Vanek'in
broşüründen alınma te- ,| timlere bakınız, s. 29 [Kari Vanek, Çek
sosyal-demokratı, Avusturya parlamentosunda (Reichsrat'ta) ve
Brünn bölge meclisinde parlamento üyesi, Brünn sigorta ve sağlık
sandığı müdürü, Çek ayrılıkçılarından biri, 1910'da K. Vanek,
Rovnost adlı dergide "Vesayet Altında mı Bulunmak
İstiyorsunuz, Yoksa Özgür Olmak mı?" başlığı altında bir dizi
makale yayımladı. Bu yazılarda, yazarın ulusal şovenizmi açıkça
görülmekteydi. -Ed.]
93) Bkz: Bundun IX. Konferans Tutanakları, s. 19. |