Dördüncü Bölüm
Tez 1:Tekvin
6:3.
Tez 2:Tekvin
8:21 ve Tekvin 6:5.
Tez 3:İşaya
40:1-2.
Tez 4: İşaya
40:6-7.
Tez 5: Yeremya
10:23.
Tez 6:
Süleymanın Meselleri 16:1.
Tez 7: Yuhanna
15:5.
Tez 8: İnsanın
Tanrı’yla işbirliği yapması "özgür iradeyi” kanıtlamaz.
Sonuç
Sonunda, "özgür iradenin” yanlış olduğunu kanıtlamak için
kullandığım ayetlere değindiğin bölüme geldik.
Tez 1: Tekvin 6:3 “Ve RAB dedi: Ruhum adam ile ebediyen
çekişmeyecektir, çünkü o da ettir” (Luther)
İlk olarak
sen, buradaki “et” kelimesinin insan zayıflığı olduğunu
söylüyorsun. Buradaki anlam Pavlus’un I. Korintliler 3:1-3’de
Korintlilere “doğal benliğe uyanlar” diye seslendiğindeki aynı
anlamdır. Pavlus burada zayıflığa değil, bozulmuşluğa değiniyor.
Musa da, sadece şehvet duygusundan evlenip, artık Kutsal Ruh’un
onlarla beraber olmasına imkan vermeyecek derecede dünyayı
vahşetle dolduran kişilere sesleniyordu. Sen de farkedeceksin ki,
Kutsal Yazılar’da ne zaman “benlik”, “Ruh”la karşılaştırılırsa, bu
benliğin Tanrı’nın Ruh’una karşıt olduğu belirtilir. Bu kelime
sadece tek başına kullanıldığında fiziksel beden anlamına gelir.
Bu nedenle, ele aldığımız bölüm şu anlama gelmektedir: “Nuh ve
diğer kutsal insanlarda olan benim Ruhum, bu adamların vaaz ettiği
söz aracılığıyla tanrısızları azarlar. Ancak hepsi boşadır çünkü
tanrısızlar benlikleriyle körleşmişler ve katılaşmışlardır ve
yargılandıkça daha da kötüleşirler”. Bu her zaman olmaktadır ve
eğer insanlar Kutsal Ruh’un aralarında işlemesine rağmen kötüden
daha da kötüye gidiyorlarsa, öyleyse Ruh olmaksızın kesinlikle
ümitsiz olmalıdırlar. "Özgür irade” günah işlemekten başka hiçbir
şey yapamaz.
Sonra bizlere
o ayetin tüm insanlar için değil ama yalnızca o zaman yaşayanlar
için olduğunu söylüyorsun. Bu da işe yaramaz çünkü Mesih, tüm
insanları kastederek şöyle demiştir: “Bedenden doğan bedendir” (Yuhanna
3:6). Bu durumun ciddiyetini vurgulamak için de şunu söylemiştir:
“Bir kimse yeniden doğmadıkça Tanrı’nın Egemenliğini göremez” (Yuhanna
3:3).
Ama sen
diyorsun ki bu ayet Tanrı’nın yargısından değil, merhametinden
bahsediyor. Ancak yapman gereken tek şey ayetten önce ve sonra
neler dendiğini okumak. Bu sözlerin öfkeli bir Tanrı’nın sözleri
olduğuna şüphe yoktur. Bu nedenle elimizdeki ayet "özgür iradenin”
karşısındadır. İnsanın içinde iyi olanı yapmak için güç olmadığını
ve yanlızca Tanrı’nın yargısını hakkedebileceğini gösterir.
Tez 2: Tekvin 8:21 “Adamın yüreğinin tasavvuru gençliğinden
beri kötüdür”.
Ayrıca bak.
Tekvin 6:5 “Ve her gün yüreğinin düşünceleri ve kuruntu-ları
ancak kötü idi”
Çoğu insanın
kötü olabileceğini ve bunun onları "özgür iradelerinden” yoksun
bırakmadığını söyleyerek bu ayetin basit anlamını gözardı etmeye
çalışıyorsun.
Ancak Tanrı
burada çoğu insandan değil, tüm insanlardan bahsetmektedir.
Tufan'dan sonra Tanrı artık insanlara hakkettikleri gibi
davranmayacağını söyler. Eğer öyle davransaydı, hiç kimse
kurtulamazdı. Tufan'ın öncesinden ve sonrasında Tanrı, insanların
bazılarını değil, tümünü kötü olarak ilan etmektedir. İnsanın
günahını kolayca düzeltilebilecek birşeymiş gibi hafife alıyorsun.
Fakat bu ayet bize insanın tüm gücünü kötülük yapmak için
kullandığını söylemektedir. Ayetin İbranicesine neden bakmıyorsun?
Musa aslında şöyle diyor: “Adamın yüreğinin düşüncelerinin her
eğilimi her zaman yanlızca kötüydü” (Tekvin 6:5). Artık kötünün
olası olması diye birşey yoktur. İnsanın hayatı boyunca kötüyü
düşündüğünden başka hiçbir şey söylememektedir Tanrı. Şöyle cevap
verebilirsin: “Eğer tövbe etmek insanın gücünde olan birşey
değilse, Tanrı insanlara tövbe etmeleri için neden zaman tanıyor?”
Daha önce de birçok kez dediğimiz gibi, cevap şudur ki, Tanrı’nın
bir buyruk vermesi, o buyruğa itaat etme gücümüzün olduğu anlamına
gelmez. Tanrı bize sorumululuklarımızı gösterir, ancak bunu bizim
yapabileceğimizi kanıtlamak için değil, bizleri alçaltmak ve
yapamayacağımızı itiraf etmemiz için yapar!
Tez 3: İşaya 40:1-2 “Allahınız diyor: Teselli edin, kavmımı
teselli edin.
Yeruşalimin
yüreğine söyleyin; savaş zamanı doldu, fesadı bağışlandı, bütün
suçları için Rabbin elinden iki kat karşılık aldı, diye ona
çağırın”
Bu ayet,
Tanrı’nın bağışlamasının, onu hiçbir şekilde hakkedemeyece ya da
kazanamayacak olanlara verildiği anlamına gelir. Ancak sen, aynı
fikirde değilsin. Bunun anlamının lütuf değil, Tanrı’nın
günahlarımıza karşılık öç alması olduğunu söylüyorsun. Bence bu
ayet, müjdede açıklanan Tanrı’nın günahları bağışlamasından söz
ediyor! Ayete bir bakalım.
“Teselli”
kelimesinin Tanrı’nın yargısının uygulanması anlamına gelmediğini
varsayıyorum! Ve sonra şöyle diyor: “Şefkatle söyleyin Yeruşalime”*.
Bunun anlamı şudur: “Yeruşalimin yüreğine sevgi sözleri - tatlı,
şefkatli sözler - söyleyin”. Sonra, “savaş zamanı” sözüyle ise,
insanın yasanın gereklerini yerine getirerek bağışlanma kazanmaya
çalışırken içinde bulunduğu korkunç güçlük anlatılmak istenir
(bak. Elçilerin İşleri 15:7-10). Tanrı’nın karşılıksız
bağışlamasından ötürü savaş zamanı sona ermiştir. İnsanların
Rabbin elinden iki kat almaları, hem günahlarının bağışlanması hem
de yasanın korkunç yükünden özgür kılınmaları anlamına gelir. Bu
bağışlanma ve özgürlük onun “bütün suçları” içindir, ki bu da
İsrail’in tamamıyla günahta olduğu anlamına gelir. Lütuf, "özgür
iradenin” çabalarının ödülü değildir. Lütuf, günaha ve tüm
hakkettiklerine rağmen verilir.
Tez 4: İşaya 40:6-7 “Bütün beşer ottur ve onun bütün
güzelliği kır çiçeği gibidir. Ot kurur, çiçek solar, çünkü
üzerinde Rabbin soluğu eser” (Luther)
Bu ayetteki
“soluğun” öfke, ve “beşer”in Tanrı’nın gücü karşısında hiçbir
kuvveti olmayan insan zayıflığı olduğunu söylüyorsun. Tanrı’nın
gazabının, insanın zavallı güçsüzlüğünden başka kurutacağı şey mi
kalmadı? Bu güçsüzlüğü diriltmesi gerekmez mi?
Sonra diyorsun
ki, “kır çiçeği” maddesel şeylerin kazandırdığı zenginliğin
verdiği gururu temsil eder. Ancak bu doğru olamaz. Yahudiler,
tapınakları, sünnetli olmaları ve kurbanlarıyla gururlanmışlardı.
Grekler ise bilgeliklerinden. Bu nedenle Tanrı’nın soluğuyla
dağıtılan şeyler, insanın sözde doğruluğuyla yaptığı işler ve
insan bilgeliğidir. Bu ise İşaya’nın kullandığı “bütün beşer”
ifadesiyle kanıtlanır. Sadece bazı insanlar maddesel
zenginlikleriyle gurur duyarlar ancak tüm insanlar doğal olarak
insan işleri ve bilgeliğiyle övünürler.
Bu noktada
Yuhanna 3:6’ya dikkatlice bakmak önemlidir: “Bedenden doğan
bedendir, Ruh’tan doğan ruhtur”. Bu ayet, Tanrı’nın Ruh’undan
doğmamış olan herşeyin beden olduğunu açıkça gösterir. Doğal
insanın yanlızca bir kısmının, büyük bir kısmının beden olduğu
anlamına gelmiyor. İnsanın en mükemmel yanının da bedeni olduğunu
da kesinlikle söylemiyor. Açıkça, Tanrı’nın Ruh’undan ayrı olarak
her insanın “beden” (doğal benlik) olduğunu ve bu nedenle
Tanrı’nın yargısına maruz kalacağını söylüyor.
Bunun doğru
olmadığını düşünüyorsun. Dışarda bir yerde, kimse görmese ve Tanrı
onu bağışlayacak olsa bile kötü bir şey yapmaktansa bin kere
ölmeyi tercih edecek insanların olduğunu düşünüyorsun. Ama sen
hala dışsal davranışlara bakıyorsun. Yüreğe bakmalısın. Böyle
insanlar olsa bile, davranışları yanlızca kendilerini yüceltir
çünkü Tanrı’nın Ruh’undan ayrı olarak davranışlarıyla Tanrı’yı
yüceltmek için hiçbir arzuları yoktur.
“Bedenin”
(benliğin) mutlaka tanrısız olduğunu söylemenin gerekli olup,
olmadığını soruyorsun. Buna evet demeliyim çünkü bir kişide
Tanrı’nın Ruh’u yoksa o kişi tanrısızdır. Kutsal Yazılar, Ruh’un
tanrısızları aklamak için verildiğini belirtir. İsa, bedenden
doğanın Tanrı’nın Egemenliğini göremeyeceğini söylemiştir.
Tanrı’nın Krallığıyla, Şeytan’ın Krallığı arasında ortada bir yer
yoktur. Bir kişi eğer Tanrı’nın Krallığında değilse,
Şeytan’ınkinde olmak zorundadır.
Sonra şunu
soruyorsun: “Bir kişi Ruh’tan doğmuş olduktan sonra bile benlikten
başka bir şey olmadığını nasıl öğretebilirim?” Böyle bir şeyi
nerde hayal ettin? “Benlik” (beden) ile “Ruh” arasında kesin
hatlarla belirlenmiş bir ayrım yaptım. Ruh’tan doğmuş olmayan
adam, bedendir. Ruh’tan doğan ise Ruhtur - benliğin halen varolan
ve kişiyi rahatsız eden kısımlarının dışında.
Tez 5: Yeremya 10:23 “Ya Rab, bilirim ki, insanın yolu kendi
elinde değildir; adımlarını doğrultmak yürüyen insanın elinde
değildir”
Yine burada
ayetin basit anlamını çarpıtıyorsun. Bu ayetlerin, olayların
mutsuz sonuçlanmasının sebebi insan değil, Tanrı olduğunu ve tüm
bunların "özgür iradeyle” hiçbir ilgisi olmadığını söylüyorsun.
Ancak Yeremya’nın sözlerinin açıklanmaya ihtiyacı var mı?
Yeremya’nın demek istedeği şey çok açıkça, insanların Tanrı’nın
Sözü’nü reddetmekteki inatçılığı, insanın kendi gücüyle iyilik
yapamayacağına onu ikna ettiğidir.
Ama yine de
senin düşüncenin doğru olduğunu varsayalım - bunun ne faydası
olur? Eğer insan doğal olayların iyi sonuçlanmasını
etkileyemiyorsa, nasıl olur da kendi ruhsal durumu için bir şey
yapabilir?
Çoğu insanın
doğru şekilde yaşamak için Tanrı’nın lütfuna ihtiyacı olduğunun
farkında olup her gün Tanrı’nın yardım etmesi için dua ettiklerini
söylüyorsun. Bunu yapmakla da insansal çaba gösterdiklerini ileri
sürüyorsun. Ancak burada "özgür iradenin” gücünü ispatlamıyorsun.
İçinde Tanrı’nın Ruh’u bulunanlardan başka kim Tanrı’dan yardım
isteyecek? Dua eden, Ruh aracılığıyla bunu yapar (Romalılar
8:26-27).
Tez 6: Süleymanın Meselleri 16:1 “İnsan aklıyla çok şey
tasarlayabilir, ama dilin vereceği yanıt RAB’dendir” (Luther)
Sen yine bu
ayetin hayatın güncel olaylarıyla ilgili olmasını istiyorsun. Ben
de yine aynı şekilde cevap vereceğim. Dediğin doğru olsa, içinde
bulunduğumuz ruhsal duruma kendi kendimize karar veremeyeceğimiz
daha belirginleşir. Gelecekteki herşeyin Tanrı tarafından
belirlenmiş olduğu gerçeği bizlerde Tanrı korkusu yaratmalıdır.
Bu ayeti, aynı
kitaptan iki ayetle daha ilişkilendiriyorsun: Sül. Mes. 16:4 -
“RAB herşeyi amacına uygun yapar, kötü kişinin yıkım gününü de O
hazırlar” (Luther). Bu ayetin Tanrı’nın her yaratığı kötü olarak
yarattığı anlamına gelmediğini belirtmekle çok iyi bir şey yaptın.
Bravo! Ben de kötü yarattı demedim ki!
Sül. Mes. 21:1
- “Kralın yüreği RAB’bin elindedir, kanaldaki su gibi onu istediği
yöne çevirir*
” (Luther). “Çevirir” kelimesinin “zorlar” anlamına gelmediğini
söylüyorsun. Tanrı’nın, kral’ın tutkularına izin vermesiyle kralın
kötülük yapmaya meyilli olduğunu ileri sürüyorsun. Fakat Tanrı’nın
izni ya da çevirmesi hakkında ne düşündüğün önemsizdir çünkü
hiçbir şeyin Tanrı’nın iradesi ve işleyişi dışında gerçekleşmediği
halen bir gerçektir. Ayet tek bir kişi, kral, hakkında konuşuyor.
Eğer bir kişi için bu doğruysa, hepsi için doğrudur.
Tez 7: Yuhanna 15:5 “Ben asmayım, siz çubuklarsınız.
Bende kalan ve benim kendisinde kaldığım kişi çok meyve verir.
Bensiz hiçbir şey yapamazsınız”
İşte
bu ayet, kimsenin ondan kaçamayacağını söylediğim ayettir fakat
sen küçücük “hiçbir şey” kelimesini alıp, boğazını kestin! Bunun
“hiçbir şeyi mükemmel olarak” anlamına geldiğini ve bu nedenle de
ayetin “bensiz hiçbir şeyi mükemmel olarak yapamazsınız” şeklinde
algılanması gerektiğini söylüyorsun. Karşımızdaki soru, ayetin o
anlama gelebileceği değil, fakat gelip, gelmediğidir. Yani sen
diyorsun ki, Mesihsiz bizler “biraz kusurlu birşeyler”
yapabiliriz. Herhalde “hiçbir şey O’nsuz olmadı” diyen Yuhanna 1:3
de “O’nsuz biraz kusurlu birşeyler yaratılmıştı” anlamına gelir!
Ne saçmalık! Kutsal Yazılara böyle yaklaşmak son derece
tehlikelidir. İnsanların vicdanlarına ulaşmanın yolu da bu
değildir. Şundan emin olalım ki, “hiçbir şey” demek “hiçbir şey”
demektir.
Şeytan’ın egemenliği altında, insan artık ne özgürdür ne kendi
gücü vardır ama günahın ve Şeytan’ın kölesidir ve sadece
hükümdarının arzuladıklarını isteyebilir. Ayetin geri kalanını
gözardı ediyorsun: “Bir kimse bende kalmazsa çubuk gibi dışarı
atılır ve kurur. Böylelerini toplar, ateşe atıp yakarlar” (ayet
6). Mesih’ten ayrı olarak insan, Tanrı tarafından tamamıyla kabul
edilemez durumdadır ve ateşe atılır.
Kendi tezini desteklemek için neden I. Korintliler 13:2’den alıntı
yaptığını anlayamıyorum. “Eğer peygamberlikte bulunabilsem, bütün
sırları bilsem ve her türlü bilgiye sahip olsam, eğer dağları
yerinden oynatacak kadar büyük bir imanım olsa, ama sevgim olmasa
bir hiçim”. Bir kimse eğer sevgisizse, Tanrı’nın karşısında gerçek
anlamda bir hiçtir çünkü bu sevgi lütfun bir armağanıdır. Sonuçta
şu ortaya çıkar: “hiçbir şey”, hiçbir şey demektir, ve bunu hiçbir
şey değiştiremez. “Özgür irade” hiçbir şey yapamaz ve hiçbir
şeydir.
Tez 8: İnsanın Tanrı’yla işbirliği yapması "özgür iradeyi”
kanıtlamaz.
İnsanın, Tanrı’nın işlerindeki işbirliğini göstermek için bir dizi
örnek veriyorsun. Örneğin, “hasadı toplayan işçidir ancak veren
Tanrıdır”. İnsanın Tanrı’yla olan işbirliğinin farkındayım ama bu
"özgür iradeyi” kanıtlamaz. Tanrı’nın gücü herşeye yeter. Yanlızca
kendisinin yarattığı herşeyin üzerinde hakimdir. Bu, tanrısızları
ve aklayarak Tanrı’nın krallığına aldığı kişileri de kapsar. Tüm
insanlar, Tanrı’nın onlar için istediklerini izlemek ve onlara
itaat etmek zorundadırlar.
Tanrı evreni yaratırken insan hiçbir katkıda bulunmadı. Yaratılmış
olan insan Tanrı’nın yaradılışı olarak varlığını sürdürmeye de bir
katkıda bulunmaz. İnsanın yaradılışı ve sürekliliği tamamıyla
yardımımız olmaksızın bizleri yaratıp, koruyan Tanrı’nın kudretli
gücü ve iyiliğinin sorumluluğundadır.
Ruh’un krallığınının yeni yaradılışına girmek üzere
yenilenmesinden önce, bu yeni yaradılış ve krallık için kendisinin
hazırlanmasında kişinin hiçbir payı yoktur. Aynı şekilde kişi yeni
yaradılışı giyindiğinde, bu krallıkta korunmak için bir katkıda
bulunmaz. Yenilenişimizde, yanlızca Kutsal Ruh, bizim yardımımız
olmaksızın bizleri hem yeniler hem de korur. Yakup şöyle der: “O,
yarattıklarının bir anlamda ilk meyveleri olmamız için bizi, kendi
isteği uyarınca, gerçeğin bildirisiyle yaşama kavuşturdu” (Yakup
1:18). (Yakup, burada yeni yaradılıştan bahsetmektedir). Ancak
Tanrı, bizlerin haberi olmadan bizleri yenilemez, çünkü Tanrı
bizleri O’nunla işbirliği içinde olalım diye yeniler ve korur.
Tüm
bunlarda "özgür iradenin” payı nerede? Ona ne kaldı? Hiçbirşey!
Kesinlikle hiçbir şey!
Sonuç
Bu
tartışmayı daha da kızdırmak değil, ışığa çıkarmak istiyorum.
Ancak eğer bazen çok sivri bir şekilde tartıştıysam hatamı kabul
ediyorum, eğer bu bir hataysa. Ama hayır; verdiğim tanıklığın
Tanrı’nın amacı için tüm dünyaya daha büyük bir önemle
ulaştığından eminim. Tanrı bu tanıklığı son günde de onaylasın!
Tembelce, ya da aldatmacalarla değil ama yeter ve artar derecede
güçle gerçeğin yolunda kaldığımı söyleyen diğerlerinin
tanıklıklarıyla kabul edilen benden daha mutlu kim olabilir!
Eğer
sana karşı acıymış gibi gözüküyorsam, bağışlamanı diliyorum. Kötü
amaçla böyle davranmadım; ancak isminin sahip olduğu güçle
Mesih’in amaçlarına verdiğin zarar beni endişelendirdi. Kalemine
bu denli hakim olan hangi insan, gerektiği yerde sıcaklık
göstermez? Sen bile çoğu zaman bana ateşli oklar atıyorsun. Ancak
bunların, bu tartışmayla hiçbir ilgisi yoktur, ve bu tartışmayı
yapan bizler de yaptıklarımız için birbirimizi bağışlamalıyız;
çünkü bizler yanlızca insanlarız ve insanlığın karakterine yabancı
olmayan herşey bizde de vardır. Buna sebep olan Rab, senin
gözlerini açsın ve O’nu yüceltmene yardım etsin. Amin.
Ek: Bu karşıt görüşlülüğün sonraki safhaları ve bugünkü önemi.
Luther’in “İradenin Tutsaklığı” adlı kitabının ardında yatan bu
tartışmadan 20.yy okuyucusu ne anlam çıkarmalıdır? Bu kısaltılmış
ve basitleştirilmiş kitabı okurken, Luther’in büyük tartışma
yeteneğinden etkilenmiş olmalısınız. Ancak bizi ilgilendirmesi
gereken şey, Luther’in savunduklarının Kutsal Kitaba uygun olup,
olmadığıdır. Eğer yazdıkları, Tanrı Sözü’nün öğretileriyse, bu
yazılanları bugün de önemsemeliyiz.
Bazı
insanlar basitçe, Luther’in hakkında yazdığı şeylere şimdi
Kalvinizm dendiği sonucuna varıp, göz ardı ederler. Günümüz
Lutheran kilisesi aynen bunu yapmıştır ve çağımız müjdesel
Hıristiyanlarının da aynı şeyi yapacakları şüphesizdir.
Reformasyon zamanına bakacak olursak, Luther, Zwingli, Calvin,
Bucer, Beza, Melancthon, John Knox gibi Protestan liderlerinin,
insanın doğası gereği, kurtuluşu kazanmak için bir şey yapmaya
yetisinin olmadığı ve Tanrı’nın lütufda tamamıyla kadir olduğu
üzerinde hemfikir oldukları açıkça görülür. Reform görüşünü
benimseyenler bazı konularda ayrılmış olsalar bile hepsi, bu konu
üzerinde birleşmişlerdir. Bunun, Reformasyon’un temel öğretisi
olduğunu söylemek doğru olur. Çoğu zaman, imanla aklanma öğretisi
reformasyon teolojisinin merkezi gerçeği olarak düşünülür. Ancak
reformcular, Elçi Pavlus’un öğretisine geri dönerek, günahkarın
kurtuluşunun tamamıyla Tanrı’nın karşılıksız lütfuna dayandığını
vurgulamışlardır. İmanla aklanma öğretisi önemlidir çünkü insanın
yanlızca Tanrı’nın lütfuyla kurtulmuş umutsuz bir günahkar olduğu
ilkesini güvence altına alır. Ancak Reformasyon öğretisinin
merkezi, Tanrı’nın lütfunun kadir ve karşılıksız olduğu
gerçeğiydi.
Reformcuların savunduğu düşünceye karşıtlık hiçbir zaman asla
durmadı. İnsanın tamamıyla çaresiz olduğunu reddeden ve kurtuluşun
aslında bizlerin yaptığı bazı şeylere dayandığını söyleyen
Arminian yanlış öğretisi bu teolojiye ateşli bir şekilde karşı
çıkmıştır. Tüm bunlar 1603 yılında Hollanda’daki Leyden
Universitesi’nde teoloji professörü olan Van Harmen (Arminius)
adında bir adam tarafından öğretilmiştir. 1618 yılında
Dortrecht’te (Dort) uluslararası bir konsil toplanmış ve altı ay
boyunca bir araya gelmiştir. Arminius’un öğretileri ve onu
destekleyenler reddedilmiş ve suçlanmıştı.
Arminianizm, Dort Konsil’iyle ölmedi. John Wesley bu öğretiyi
yaygınlaştırdı ve bugün halen çok popülerdir. Arminian öğretisinin
yaptığı şey, günahkarların kurtuluşunu Tanrı ile günahkarlar
arasında bölmektir. Kurtuluş işinin bir kısmının Tanrı bir
kısmının ise kendileri tarafından yapıldığı söylenir.
Reformcuların üzerinde birleştikleri Kutsal Kitap öğretisi buna
rağmen, insanın kurtuluşundaki tüm payı Tanrı’ya çıkarır.
Kurtuluş, Tanrı’nın kudretli lütfuna, Mesih tam ve mükemmel
hizmetine ve Kutsal Ruh’un etkili ve kadir işleyişine bağlıdır.
Tüm görkem Tanrı’ya verilir: “kurtuluş Rab’dendir”.
Arminianizmin kurtuluş konusundaki öğretisi, Roma’nınkine çok
yakındır çünkü her ikisi de insanın işbirliği olmadan Tanrı’nın
insanı kurtaramayacağını öğretir! (Eğer günahkarın işbirliği
gerekliyse, Tarsus’lu Saul nasıl kurtulacaktı?) Arminian öğretisi,
işler dinini savunan ve Yeni Antlaşma Hıristiyanlığını ret ve
inkar eden bir teolojidir. İman için kendine güvenmek, iyi işler
için kendine güvenmekten farksızdır. Biri, diğer kadar
Hıristiyanlık karşıtıdır.
Biraz önce okumuş olduğunuz kitap, hayati önem taşıyan bir konu
hakkındadır. Luther’in uğruna savaştıkları için bugün halen
savaşılmalıdır. Reformcuların savundukları, bugün halen
savunulmalıdır. Luther ve diğer reformcular, Kutsal Kitap’ta da
çok açıkça belirtilen lütufla kurtuluşu öğretmişlerdir. Bugün,
bundan daha önemli hiçbir konu yoktur. Luther yazmış olduklarına
bugün de ihtiyaç vardır! Tanrı Sözü hiçbir zaman eskimez ve her
zaman olduğu gibi bugün de insanlığa konuşmaktadır.
* “Yeruşalimin yüreğine söyleyin” ifadesi, ayetin
İngilizce çevirisinde “Şefkatle söyleyin Yeruşalime” olarak
geçmektedir.
* İngilizce çeviride: “yatkınlaştırır”,
“meğillendirir” |