YORUMLAR
Faith
yazdı:
01 Kasım 2014 at 13:24
Yazınızı çok
üzülerrk okudum. Ülkemde herşeye rağmen yaşamaya
çalışan ve geleceğe dair umutları olan birisiyim.
bahsettiğiniz tüm yozlaşma tespitlerinizi kabul
etsek dahi Batı medeniyetlerinin ortaçağda
başlayan aydınlanma süreci ve milyonlarca insanın
ölümüyle sonuçlanan bir süreçten sonra yaşadığımız
günlere geldiğni unutmamak gerek. Evet biz tam
aydınlanamamış, aydınlanma yolunda süreci hep
kesintiye uğratmış bir toplumuz ancak bu duruma
karşı mücadele eden bir çoğunluk olduğunu da
unutmamak gerekir. Siyasi görüşü ne olursa olsun
hala bu ülke için bir şeyler yapmak isteyen
milyonlar var. Ve bence sizde her ne kadar terk-i
diyar etmiş olsanızda, vicdanen ülkemize katkı
sağlayamadığınızdan rahatsızsınız. Herşeye
rağmen kalmak ve cehaletle savaşmak, uzaktan
seyretmekten daha huzur verici.
Cagdas
yazdı:
01 Kasım 2014 at 11:46
Kaçmışsın,
adını da taşınmak koymuşsun.
Serkan Zengin
yazdı: 01 Kasım 2014 at 10:13
Rahmetli
babam, Almanya ya işçi olarak gitmiş, bir toplumun
gerisinde olmayı hissetmiş birisi olarak derdi ki;
yaşadığın toplumun önünde olursan, her gördüğün
her yaşadığın sana ızdırap, gerisinde kalıp cahil
ve mutlu olacaksın, senden ileri olanlar sana
bakıp kahrolacak. İşim gereği çok yurt dışı
seyahatim oluyor. Yazdığınız gibi ülkemizde
yozlaşma had safhada ve kimse aksi için
çalışmıyor. Çocuklarım için, bütün
alışkanlıklarıma rağmen ben de bu ülkeden gitmem
gerektiğini düşünüyorum.
Türker
yazdı:
01 Kasım 2014 at 07:56
Yazinizim
bizim icin yazilmadigi belli
Tespitler
harika ancak bu kadar genis kitleye ulasmis
olmasida gitmemizi engelleyen sebep olmali…
Cesitli sebeplerle ulkemin her yerini dolastim
yurt disina cikmaya OZENEN Biri olarak yinede
atesi sonduremesekte en azindan safhimiz belli
olur Saygilarimla..
Gürkan
yazdı:
01 Kasım 2014 at 07:26
1900’lü
yılların başında nüfusun %90’ı okuma -yazma
bilmiyordu. Yani sizin aptal – cahil olarak
tanımladığınız haldeydi. İyi ki o zaman geri kalan
%10 sizin gibi düşünüp gitmemiş. Cumhuriyeti
kurmuş ve elindeki imkanlarla ülkesine katkıda
bulunmuş. Unutmayın ki gittiğiniz yerde de hayal
kırıklıkları yaşayabilirsiniz. Örneğin Abd’yi ele
alalım. Olmayan kitle imha silahları nedeni ile
Irak’a savaş açtı ve 1 milyondan fazla Iraklıyı
evlerinde üstün teknoloji ürünü silahları ile
katletti. Abd’ye taşınıp böyle bir canavarlığın
parçası olmak sizin için hayal kırıklığı olmaz mı?
Nusret
Atayman yazdı: 01 Kasım 2014 at 05:53
4 aydır
Amerikada kızımın yanındayım. Bu arada 1 ay oğlumu
ziyaret için sydney e gittim.Bir çoğunuzun kaçmak
için hedeflediği bu yerler yaşadığım İzmir Urladan
daha cazip ve yaşanası yerler olarak ilgimi
çekmedi açıkçası.Bu yazıyıda şu anda bulunduğum
Sanfrancısco dan yazıyor ve evime dönmek için gün
sayıyorum.Kızımın oturduğu 85 yıllık ahşap evdeki
katın kirası 3 bin dolar oğlanın Sydneydeki 100
yıllık tuğla binadaki 70 m2 daireside aynı fiyat.
Benim Havuzlu site içersindeki tripleks bahçe içi
müstakil 150 m2 evimin rayiç kirası 500 tl.Gerek
evimin önü ve gerek her türlü sosyal ihtiyacımızı
karşıladığımız Urlada arabamın hiç bir park
masrafı olmazken bahsettiğim bu iki gelişmiş ülke
şehrinde de çarşı pazar park ücreti can acıtacak
miktarlarda. Yılın 300 günü güneşli.Dünyanın en
nadir güzellikteki çeşme plajları arabayla 35
diika. Buraları gördükten sonra, evrimini
tamalamamış maymunlar alt kültürün henüz egemen
olamadığı İzmir ve çevresinde yaşamanın nasıl bir
şans olduğunu gördüm. Hepinize saygılar
Hassan
Bokhari yazdı: 01 Kasım 2014 at 03:53
While I am
not Turkish but I happened to live in Istanbul and
fell in love with the country and its people.
Coming back to your blog, I think you are 100%
correct. I am a Pakistani American who can very
easily relate to your arguments. I also think
Pakistan is well past that point. I hope your
assessment about Turkey is wrong because that
would be so sad. But I do fear that the current
government is becoming more and more autocratic
and people are turning into sheep. In other words,
the ignorant will rule. In Muslim countries the
logic tends to lose out to ignorance.
Mehmet Emin
Coşkun yazdı: 01 Kasım 2014 at 00:45
Melih
Merhabalar,
Taşınma
gerekçen -kişisel- perspektiften bakılırsa çok
makul ve mantıklı. Bunun nedeni Tükiye’de ya da
bir insanın doğup büyüdüğü bir yerde ciddi
problemlerin olması değil. Kararının makul
olması bunu sen böyle istiyor ve böyle
hissediyorsun diye.
Fakat burda
dikkat edilmesi gereken birşey var. Senin isteğin
ve hissiyatın bu yönde olduğu için bunu
rasyonelleştirme çabasındasınki bu birçok -sözüm
ona- eğitimli ve birçok analitik altyapılı insanda
mevcut olan bir problemdir, sende de var.
Bunları sana
bir taarruzda bulunmak amacı ile yazmıyorum,
bundan emin olmanı isterim.
Tarihe
bakışın ve tarih ışığında analiz yapmaya çalışman
da bana göre biraz eksik kalmış. Özal döneminden
bahsetmişsin fakat Özal’ı iktidara taşıyan 12
Eylül dönemini atlamışsın. Benzer şekilde günümüz
iktidarından bahsetmişsin fakat günümüz iktidarını
iktidara taşıyan 12 Eylül benzeri süreçleri
atlamışsın.
Bu çok takın
tarih perspektifinden böyle. Bir de tarihe daha
derin baksan, meseleye yaklaşımındaki eksiklikler
daha farklı ortaya çıkabilir.
Bunun yanında
yine bana göre, çok entresan bir durum var; neden
bilinçaltında CHP ve CHP’den medet uman insanlar
var? Bunu kendine hiç sordun mu? Eğer bu konuda
biraz düşünürsen derinlerde senin kendinde
keşfedeceğin farklı şeyler çıkabilir.
Tarih
perspektifine geri dönecek olursak; memleketten
gitmek bir tercihtir ve bunu genel yani çok sayıda
insan için rasyonelleştirmek imkansıza yakın
derecede zordur. Her memlekette her dönem
zorluklar ve sıkıntılar, bir de yozlaşmalar
olabilir. Bu, senin bulunduğun sınıfın ne olduğu
ve ne olabileceği ile de yakından ilgilidir.
Bunlar sadece en temel birkaç parametre. Bir
insanın bir memleketten -sorunlar var, yozlaşma
var- diye gitmesi çok parametreleri olabilecek,
kişisel bir durumdur.
Böyle
günlerde birçok insan gitmeti tercih ederken ve
edecekken birileri kalmayı tercih edebilir ve bunu
rasyonelleştirmeye de kalkabilir.
Örneğin
taşındığın yer İngiltere’yi bir düşün; demokrasi,
özgürlük, insan hakları ve görece gelişmişliğin
hatırı sayılır derecede var olduğu bir ülkedir.
Ama ahlaki duruma ve insanlar arasındaki
ilişkilerin derinliğine baktığında tahmin
etMEdiğin şeyler görebilirsin.
İngiltere’de
yaşamış bir insan olarak bir örnek vereyim.
Örneğin kendine şunu bir sor; İngiltere’de
doğup büyüyüp te 20 yaşına gelip herhangi bir
uyuşturucu kullanMAmış insanların tüm örneklemdeki
insanlar arasındaki oranı nedir. BekleMEdiğin bir
sonuçla karşılaşabilirsin.
Herneyse.
Yine de duygu ve düşüncelerini paylaşman ve -bana
göre- analizinde eksikler/yanlışlar da olsa güzel.
İngiltere’deki yaşamında sana başarılar ve
mutluluklar dilerim.
Saygılarımla,
Süreyya
Gökçeoğlu yazdı: 31 Ekim 2014 at 21:01
Vakitli karar
vermiş, doğru bir yol tutmuşsunuz… Dönmemeye
bakın… Yazıyı okurken keşke 20-25 yaş daha genç
olsaydım diye düşündüm…
Seren
yazdı:
31 Ekim 2014 at 18:44
Bu ülkede
yaşamaktan sokağa çıkmaktan araba kullanmaktan
hatta nefes almaktan nefret ediyorum..duygularımı
daha iyi anlatan bir kelime bulamadım.Hangi
çarpıklığı anlatsam? Anlatmakla bitmez…..dinimden
soğudum artık Müslüman Değilim…dine inansam dinimi
değiştirirdim….şu anda on onbir Yaşında çocuklar
okullarda açılması zorunlu mescitlerde namaz kılıp
derslere girmiyor……Hangi Atatürk? Hangi cumhuriyet
? Şimdi Avrupa Birliği’ne girsek adamların
memleketini işgal edip on yılda uygarlıklarını
kanser gibi yok ederiz….feci cahil yobaz bir
çoğunluk Tarafından ezilen azınlık tek çareyi
kaçmakta buluyor…param olsa bir dakika durmazdım
ve asla bir günlüğüne dahi geride
dönemezdim…..eğitilmesi imkansız bu güruha karşı
yapabileceğim yek şey Ege’de bir Köye taşınmak ve
televizyon da bile Türk kanallarını
seyretmemek….bu memleket Çoktan satıldı ya sev ya
terket diyenlerde parasını yiyor…yiyin efendiler
yiyin…patlayıncaya tıksırıncaya kadar yiyin….!!
Selda
yazdı:
31 Ekim 2014 at 17:55
Yazınız ve
yorumlar gerçekden çok yararlı oldu. Çoğu zaman
kendimi bu ülkeye ait hissetmiyorum. Çocuklarım
böyle bir ülkede yaşasınlar istemiyorum. Bende
çekip gitmek istiyordum ama fikrimi değiştirdim.Bu
ülkenin bana verdikleri çok fazla. İşçi çocuğu
iken Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinde
eğitim aldım ve meslek sahibi oldum. Diğer iki
kardeşimde aynı şekilde. Doktora, ilaca para
vermedik, eğitime para vermedik. Malesef
Türkiye’de kutuplar var. Beyaz Türkler denilen
babadan dededen zengin iyi eğitim ve ahlaklı fakat
aşırı kibirli ve taşralı-iyi eğitim
almamış-giyinmesini bilmeyenleri hakir gören,
kendi sınıfından olmayanı aşağı gören ve şimdiye
kadar diğer tarafı hor görmüş. Diğer kutup AKP
iktidarına kadar ezilmiş, aşağılanmış ve sonra bir
kısmı parayı bulmuş – çocuklarını sübyan mektebine
gönderen, Başbakan’da kendini bulan, değer yargısı
TV dizilerinde racon kesen ağır abiler sayesinde
gelişen, özenti şeklinde başını kapatıp aşırı
makyajlanan. Diğer bir kutup ne camilik ne
kliselik, umutsuzluk içinde uyuşturucu-esrar
bağımlısı ahlaki yozlaşmanın had safhada olduğu
grup. Diğer bir kutup çocuklarını anaokulundan en
pahalı özel okula yazdırıp iyi bir yabancı dil
eğitimi aldırarak-ilerde yurtdışına gitme şansı
olsun diye- gelecek kaygısına çözüm bulmaya
çalışan grup. Ama inanıyorumki iyiler daima
kazanacak. Sevgi, şefkat ve hoşgörüye ihtiyacımız
var.
Eniz Erten
yazdı: 31 Ekim 2014 at 17:29
sen yanmasan
biz yanmasak, nasıl çıkar karanlıklar
aydınlığa..
maalesef
yüzyıllardır bütün toplumlarda bazı fedakarlıklar
yapılmadan iyiye güzele ulaşılmıyor. bu bir
mücadele. cahilliğe, yobazlığa, sömürüye karşı
yapılan bir mücadele. hiçbir şey yapmadan
Türkiye’de yaşamak bile bu mücadeleye katılmak
demek. “bak biz hala buradayız, gezi parkı için
de, validebağ korusu için de, ilerde kıyılacak
diğer parklar için de buradayız. korumayı
başaramasak da buradayız”. umarım yakında biz de
örgütlenmeyi öğreneceğiz. o zaman biz de güç
olacağız, parklarımızı koruyabileceğiz.
işin diğer
bir yönü, AB ve ABD’de birkaç yıl yaşadıktan sonra
gördüm ki bütün o konformist ve kapitalist düzenin
içinde müthiş bir ikiyüzlülük var. Harika bir
Tiergarten, harika bir Central Park, ama nükleer
artıklarını gizlice Afrika ülkelerine ihraç et;
maden şirketlerin 3.dünya ülkelerini talan etsin;
kendi insanı aç olan Latin Amerika, Afrika
ülkeleri senin Fast Food lokantaların için
milyonlarca sığır yetiştirsin; kendi ülkende
yayalara yol ver, 3.dünya ülkelerinde yüzbinlerce
çocuk çıkarttığın savaşlarda öldürülsün (güzel bir
belgesel “The French African Connection”). bir
kere maske düştü mü insan sözde “GELİŞMİŞ”
ülkelerde yaşamak istemiyor. insan maskesi takmış
zombie’lerin arasında yaşamak gibi…
Kubra
yazdı:
31 Ekim 2014 at 16:56
Merhaba,
Madem
fikirlerinizi özgürce halka arzettiniz, o halde
ben de haddime düşmeyerek birkaç şey yazmak
isterim.. Yazınızda doğru tesbitler bulunsa da
katılmadığım çok nokta var. Bahsettiğiniz akl-ı
selim insanlar hiçbir koşulda ümitsizliğe düşmez,
çözüm odaklı olurlar. Birlikte yaşadıkları
insanların refahı için fedakarlık yapanlar da bu
insanların en erdemli olanlarıdır. Mücadele
yıllarındaki Atatürk ve ona destek verenler gibi..
Bu nedenle çıkar odaklı düşünerek şartlar
kötüleştiğinde kaçmak yerine savaşmayı tercih
ederler, hem de o bahsettiğiniz “cahiller” için..
Oldukça güzel hayallerle yerleşeceğiniz yeni
toprakların insanları da emin olun sizin IQ nuz
hakkında bir önyargıya sahipler.. Yazık ki bu
bir önyargıdan ibaret olsa da, o muasır medeniyet
toplumlarının zihnine de bu kazınmıştır uzun
yıllardır.. Belki çook uzun yıllar da bununla
yüzleşmek zorunda kalınabilir. Bu güzel
memleketi dikeniyle seven biri olarak : Başka
bir ülkede refah içinde ama kimliğini unutarak
yaşamaktansa ; kendi ülkemde koşullar değişmese
bile umutla yaşamayı tercih ederim..
Umutlu ve
güzel yarınlara!
Hakan ÖZER
yazdı: 31 Ekim 2014 at 16:16
Yazınızı ülke
dışına çıkmayı bir dönem ciddi ciddi (avusturalya)
düşünen ama sonra ülkenin belkide en ileri
şehirlerinden birine yerleşmeyi(izmir) çözüm
olarak bulan bir meslektaşınız olarak yazınızı çok
beğendiğimi söylemeliyim, benimde birkaç yorumum
olacak bu konuda artık değindiğiniz gibi bu
hükümet gitse bile ülkenin yönetilemeyiceği bir
gerçektir, iyi kötü bizi bağlayan kürt-türk,
sünni-alevi akp-chp gibi gruplar arasında
inanılmaz boyutta bir nefret oluşmuştur, bunun
sonucu olarak ülkenin ya dağılması yada en iyi
ihtimal olarak federe bir cumhuriyetin kurulması
gerekir, izmirde devlet ile rantın en yüksek
derecede döndüğü imar işinde çalışıyorum,
gözlemlerime göre sadece rant elde edebilmek için
müteahhitlerin siyasi baskı kurarak bir çok
işlerini torba yasalar ile geçirdiğini ve
belediyelerinde el mecbur bu işleri onayladığını
gördüm ve de artık bunun sonucu olarak en iyi
ihtimalin federe devlet olması gerektiğini
düşünüyorum, çünkü sadece din ve çıkar oyları ile
orta ve doğu anadoludan seçilen insanların izmir
ve bunun gibi ülkenin biraz daha özgür ve refah
şehirlerinde istediği gibi at koşturması biraz
hümanist insanları ezip çiğnemesini izlemekten
bıktım, böylece en azından yönetilen insanların
yerel yönetime biraz daha fazla baskı
yapabileceğini düşünmekteyim, bazı insanlar üniter
yapıyı hala savunabilir ama şu duruma geldikten
sonra üniter yapının belkide tek yolunu soykırım
olarak görüyorum ki bunu kesinlikle istemem.
Hakan
Raif
yazdı: 31 Ekim 2014 at 15:24
ingilterede
burnun sızlayacak,ülkeyi çok özleyeceksin….umarım
geri gelmezsin lütfen gelme
Hakan
yazdı: 31
Ekim 2014 at 14:24
Benim
analizim şudur ki sen kendini toplumun diğer
kısmından üstün ve zeki sanıyorsun. Bu yanılsama
içerisinde sağlıklı düşünme ihtimalin zaten yok.
Tek çözüm yolun psikoloğa gidip düzelmeyi
ummandır. Üzülerek söylüyorum maalesef toplumda
senin gibi çok insan var.
Can
Savaş
yazdı: 31 Ekim 2014 at 13:53
Yozlaşmışlar,cahiller,aptallar öyleyse ben
gidiyorum.Bu bir tercih meselesidir.Ancak aklın
rasyonelleştirilerek aşağılanması ne kadar üzücü
ki, bunu yazan kişide birilerine göre, hemde
oldukça cahildir. Yazı ne anlatıyor pek belli
değil aslında; hali olan uğraşsın ben sıramı
savdım mı? bu ülkeden bi bok olmaz siz de kaçın
mı? yoksa benzerleri gibi bir iç rahatlatma yazısı
mı? üstümüze kıran minibüs şöförünü zaten hergün
gören bir millete 70 yıl daha bunun çocuğuyla
yaşayacağımızı hatırlatmış olduğu için emeğine
sağlık. Şuradan ufuk açmalı,başka bir dünya
mümkünlü bir video :https://www.youtube.com/watch?v=uToIZz6dVD4
O.
İlbey
Akıncıoğlu yazdı:
31 Ekim 2014 at 13:43
Haddinden
fazla karamsar düşünceler. bu ülkede ilginç bir
denge var. bazen doğuya, bazen batıya ; bazen
kuzeye, bazen güneye kayan. ama merkezden çok
uzaklaşmayan. işte dengeyi sizin düşünce tarzınız
bozuyor. firariler! kolaycılar! bu dünyaya bir
kere geldim yeter artıkcılar! 300.000likler! madem
bu kadar zor durumda ülken madem ki karanlık
çökmüş boş beyinlerin kuytularına senin ne işin
var el diyarlarda madem ki farkındalığın ağrı
dağının doruğunda esen sert boran neden bu kadar
onulmazsın ovanın meltemiyle savrulan çalılara.
çok uğraşmışlıktan dem vurmuşsun görmez misin? biz
hala uğraşıyoruz kızoğlan kız AYDINLIK karanlığa
cariye olmasın diye!!
Leon
yazdı:
31 Ekim 2014 at 13:19
Bende sizin
gibi “cehaletin hışmından” uzaklaşmak için
Türkiye’yi terkedenlerdenim. Bu yüzden ne ifade
etmek istediğinizi iyi anlıyorum.
Ancak bir
sorun var: Yazıyı kime hitaben yazdığınız belli
olmadığından çok fazla elektrik çekmiş. Türkiye
Matrix’inde varolan, bahsettiğiniz o TV dizileri
ve medyanın beyin yıkamasına maruz kalmış
insanların bu yazıyı anlaması beklenemez, keza
yorumlar da bunu net olarak gösteriyor.
Sayın
yorumcular: Yurtdışına çıkıp belirli bir süre o
toplumun içinde varolmadan bu yazıyı anlamanıza
imkan ihtimal yok.
Burası
Avrupanın en iyi durumdaki ülkesi varsayılıyor.
Eğitimin, milli gelirin, kişibaşına düşen yıllık
gelir ortalamasının en yüksek olduğu ülke. Şimdi
biraz örnekler verelim.
– Alışveriş
yapacak olan kimse, mağazaya gitmeden önce, ilk
olarak 2.el mağazalarını ve online sayfalarını
ziyaret ediyor.
– Dünyanın 3
büyük cep telefonu üreticisinden biri olsa da,
halen 5 yıllık telefon kullananlar çoğunlukta.
– Neredeyse
her evin bir otomobili olsa da, herkes işine tren,
otobüs ve bisikletle gidiyor (-20C’de bile !)
– Okullarda
herkese karşı anlayışlı ve saygılı olması
öğretiliyor.
– Bir çok
evde televizyon, çamaşır makinası veya bulaşık
makinası yok!
–
Fikirlerinden ötürü kimse hor görülmüyor, insanlar
olduğu gibi kabul ediliyor.
– Ülkenin
temel dini hristiyanlık olsa da, çok azı kiliseye
gidiyor.
Liste
uzadıkça uzar. O yüzden tekrar ediyorum, sevgili
yurttaşlar, çoğunuz Melih arkadaşımızın yazısını
hakaret veya karalama olarak algılayabilir, hatta
umursamayabilirsiniz de. Ancak doğruları söylemiş.
Tolga Sümer
yazdı:
31 Ekim 2014 at 11:22
Ters giden
birşeyler olduğunda, bunu içsel olarak tüm
benliğinizle kavrarsınız ama, nedenini aklınız ve
kelimeler yoluyla ifade edip bir tanım ortaya
koyamazsınız ya… Siz net bir şekilde bunu
tanımlayıp, gün yüzüne çıkarmışsınız. Bir tez gibi
ortaya koyduğunuz ve onay gören argümanlara sahip
“cehalet” ve “aklın” toplum üzerindeki etkileri,
aksi ispatlanana veya çok kuvvetli alternatifi
ortaya çıkana kadar hipotez, hatta teori muamelesi
görecektir.. Benim neznimde ise “gerçek”…
Toplumun, “Ak-kıl” değil, “Akıl” sahibi insanlara
ihtiyacı var. Aklınıza sağlık.
M
yazdı:
31 Ekim 2014 at 10:59
Yazdiklariniza tamamen katiliyorum. Ulke
dindarlasmadi, yozlasti, Toplum korkunc bi hale
geldi. Ve ben de eger bugun Turkiye’de yasamaya
devam etseydim cocuk yapmayi dusunmezdim bile
cunku aynen dediginiz gibi ben evde ne egitim
verirsem vereyim muhtemelen 60 kisiyi bulan
siniflarda yoz hocalar tarafindan yoz bir sistem
dahilinde yetistirilecekti, Hele bir de allah
korusun o cocuk kiz olsa al basina belayi, 32
yasinda bir kadin olarak omrumun 11 yili AKP
hukumetiyle gecti ve bu hukumet doneminde nasil
donustugumuz ve kadin olarak toplumda varolmanin
nasil zorlastigi ortada, 1.5 yildir Londra’da
yasiyorum ve komik gelecek ama uzun zaman sonra
korkmadan etek giyebiliyorum, aksam bir yerden
donerken sokakta 40 kere paranoyak olmuyorum,
kronik mutsuz degilim yuzume renk geldi.
Turkiye’de son yillarda `demokrasi ve ozgurluk`
adi altinda yasanan zalim degisimleri deneyimlemis
bi kadin olarak en buyuk korkum bu yeni turkiye
dedikleri ucubede kiz cocuk sahibi olmakti.
Yurtdisinin zorluklari yok mu? Var. En zoru da
ozellikle beyaz turkler arasinda yaygin olan
birbirine yuz cevirmeye alismak ve diger
milletlerin kendi aralarinda kaynasmasina sahit
olmak. Ama gunun sonunda birey olarak
varolabildiysem, sarikli sapiklardan, cahil ve
zorbalardan uzaktaysam diger zorluklar asilir, o
kadar da muhim degil.
Uzgunum ama ulke elden
gitmisken ancak korkaklar gider diyenlere anlam
veremiyorum ve ben de bu ulkenin artik ilim,
egitim vs gibi insancil yollarla duzeltilmekten
cok uzak oldugunu dusunuyorum,
Mustafa Tongar
yazdı:
31 Ekim 2014 at 10:21
Uzun yorumlar
başkalarının hakkını ihlaldir
1incisi. Almanya, FR, SWEDEN, nORGE Belgıum
parlamentolarına halkın temsilcileri nasıl
gelmiş.TCnin TBMMne halkın değil birilerinin
temsilcileri nasıl giriyor.Oraların partilerinde
ÜYE-DELEGE ilişkileri nası bize benziyormu bi
araştırsanız.
Emin Yaren
yazdı:
31 Ekim 2014 at 09:04
Her ne kadar
tespitleriniz doğru da olsa ben “Bir ihtimal daha
var” diyorum.
Aysegul
yazdı:
31 Ekim 2014 at 03:40
Uzunca bir
ayrilik sonrasi ulkeme dondugum ilk iki gunde
yasadiklarim;
1. Gun : ilk
bindigim minibus soforune gitmek istedigim duragi
soyledigim halde beni bilincli olarak (cunku zaten
o duraktan gecmiyormus ve ben binmeden once
sordugum halde alacagi 1,75 tl yi kaybetmek
istemedigi icin… ) yanlis bir durakta indirmesi
sonucu yolun kalan kismini yuruyerek tamamlamak
zorunda kalmam , 2. soforun benden 15 kr. fazla
para aldigini indikten sonra tesadufen baska bir
musteriden ogrenmem, yine ayni soforun yayalarin
uzerine araba surerek ve kufrederek araba
kullanmasi,
2. Gun hasta
olan annem icin aldigim meyva presinin ise
yaramadigini farkedip, daha 24 saat gecmeden
aldigim magazaya geri goturup, alternatif bir
urunleri ile degistirmek isteyip ” yok ” cevabi
aldigimda iade etme istedigimin reddedilmesi ve
iadesi icin verdigim mucadelem,
Ve sonraki
gunlerde yasanan abeslikleri caresizce kabullenmek
zorunlulugunun hasil oldugunu hissetmem de benim
icin ” Turkiyeden neden tasindim ? ” sorusunun
cevabini hatirlatti …
Gecmisde ”
sosyetik” kustahlarla yasama zorunlulugum yetti,
omrumun kalan kismini onetime erkini eline
gecirmis ” varoş ” kustahlarin golgesinde yasamaya
mahkum olmayi reddettim ve tasindim guzel
ulkemden, caresizce…
Mustafa
Ergenç yazdı:
31 Ekim 2014 at 02:24
Sizi bu
yazınızdan dolayı tebrik ederek söze başlıyorum
ben üniversite 1.sınıf öğrenciyim ve siz gibi
birinin yazısını okuyup daha yolun basındayken
örnek almak büyük bi sans olsa gerek sizin gibi
insanların değerli ve anlamlı görüşleri bizim gibi
gençlere ışık oluyor sağolun varolun hayatta
başarılar İnşallah bende sizin gibi bir birey
olurum yolunuzda bahtınızda açık olsun
Aras Akarsel
yazdı:
31 Ekim 2014 at 01:12
Göç etmek
insanlık tarihi kadar eski bir eylem. Herkesin
bunu yapmak için geçerli bir sebebi olabilir.
Bugün bu sebepler var ki yazıdaki tespitler
oldukça doğrudur. Yarın başka sebepler bu ihtiyacı
doğurabilir. Mühim olan insanın geride
bıraktıkları ile yüzleşebilmesidir. Kişi yanlız
kaldığında yaşar bu hesaplaşmayı. Bunu başarabilen
insan için yeryüzünde sınır diye bir kavram
yoktur. Tüm dünya devletlerinin kapıları siz gibi
insanlara sonuna kadar açıktır aynı bu cennet
vatanın kapılarının da sonuna kadar açık kalacağı
gibi.
Yasin Erenay
yazdı:
30 Ekim 2014 at 22:01
Haklı olduğun
noktalar var, ama kalkıp gitmek konusunda aynı
fikirde değiliz. Saygı duyarım düşüncene.
Ben şair
değilim o yüzden başkalarının yazdığı bir şarkının
sözleriyle kendi düşüncemi seninle paylaşayım.
Sanırsın,dağlarda yol olmaz Usanırsın,kalbinde
güç kalmaz Uzanırsın, yarın olmaz Zor
günlerin,ardında huzur olmaz ki Her zaman
umutlar yön bulmaz Yarın olsa da,beklenen gün
olmaz Sanırsın,yalnızlık tek dostun
Aldanırsın kaçmakla bitmiyor Hiçbir
zaman,yalnızlığın
Umudunu
kaybetmemelisin…
Zeynep Atabay
Taşkent yazdı:
30 Ekim 2014 at 19:30
Bu kadar
okunmuş , cevap verilmiş bir yazı keşke ‘neden
taşındım?’ değil de Türkiye’de kalıp herşeye
rağmen neler başardım ve halen uğraşıyorum
şeklinde olsaydı..
Atilla
yazdı:
30 Ekim 2014 at 18:53
Yazdıklarınız
etkileyici ancak, cehalet ve yozlaşma toplumun
ileri gelen düşünce , bilim ve ilim sahibi
insanlardan başlamaktadır. Para için geleceğini,
sözünü bil Hassa özünü ipotek altına alan lardan
başlar, aşağı katmanlara inildik çe facia halini
alır. Bana göre her şey kendinizi sorgulamak la
başlayacak Nerede sonuclanacagi ise bun da ne
kadar samimi olduğumuz la alakalı.
Her kez e
mutluluk dileğiyle.
Omer
Dundar yazdı:
30 Ekim 2014 at 18:46
Sozluk basta
olmak uzere tespitleri ve bu tespitlerin yalin
anlatimini cok begendim. Ayrilma karari ayri bir
konu ama tespitlere herhalde katilan cok
olacaktir. Turkiyeden ayrilma karari ise bence o
kadar kisisel ki boyle bir ortamda yazarin bu
kararini tartismak abesle istigal.
Z. Kurtuluş
yazdı:
30 Ekim 2014 at 18:06
Sakarya
savaşında 90.000 kişilik ordunun 60.000 inin firar
ettiğini bilir mi acaba vatan millet sakarya
edebiyatı yapanlar? Bu cahil ordusunun o firar
edenlerin ve askerlikten zaten muaf olan imamların
torunlarından oluştuğunu da.
Ya sev ya
terk diyenler kaldırıma park eden araçlarını
çekseler de bebek arabasıyla asfalta inmek zorunda
kalmasak bu cennet vatanda, değil mi?
Deniz
yazdı:
30 Ekim 2014 at 17:14
Bazi seyleri
anlamakta ben de zorlaniyorum cok. Ornekleri de
oyle cok uzaklarda aramaya gerek yok. En
basitinden bu yaziya yapilan bazi yorumlardaki
usluplar ve kullanilan bazi kelimeler. Gayet
duzgun ifadelerle, kendinize ait blogunuzda,
kimseye hakaret etmeden, paylasmissiniz
dusuncelerinizi. Kimse kimse ile ayni fikirde
olmak zorunda degil ama bunu saygili bir sekilde
ifade etmek zorunda bence. Hele kufur etmeyi
anlamak hic ama hic mumkun degil.. Biz birbirimize
karsi saygimizi ve sabrimizi buyuk oranda
kaybetmisiz bence..
Cebe
yazdı:
30 Ekim 2014 at 16:33
Yazınıza
gelen agresif tepkiler, “Cehalet” tanımınızın
keskin kanıtları olsa gerek. Sonuçta bu şekilde
ifşa olmak çok tatsız bir duygudur sanırım. Diğer
yandan, aynı coğrafyada, tek bir yönetim altında
feodal, sanayi ve bilgi toplumu gerçeklerini
yaşayan, bu bakımdan hayli kozmopolit bir ülkeyiz.
Bu kimliklerin yönetime dair ayrı ayrı normları
var. Siyaset de işine gelen kolay normları
kullanıyor, vahşi kapitalizm ve haksız rekabeti
körüklüyor. Çözüm derseniz, önce sağlam bir duvara
toslamamız, sonra da başarabilirsek çağdaş bir
Toplum Sözleşmesi yapmamız gerekecek. Dilerim ki
başarırız.
Orhan
yazdı:
30 Ekim 2014 at 16:15
Güzel yurdum,
güzel insanlarım. Keşke sanal alemde olduğumuz
kadar pratik hayatta da ” DEMOKRAT” olabilsek.
Ağzımızdan
köpükler çıkarmak için fırsat kolluyoruz. Hiç bir
fikre saygı duymadan, kalem kırıyoruz. Gidişat
çok kötü ve ötesi, ülkemde kendi kendine bile,
özgürce düşünmeye, yazmaya, mırıldanmaya, nefes
almaya, istediğin mezera bile girmeye izin yok.
Süleyman
yazdı:
30 Ekim 2014 at 16:01
Öncelikle
yazınızın dili ve anlatım gücü için teşekkür
ederim. Çoğu zaman anlatılanlardan çok anlatım
yolunuz çok daha efektiftir cümlesinin hayat
bulmuş hali sanırım yazınız. İşim dolayısı ile çok
fazla ülkede kısa ve uzun periyodlar halinde kalma
fırsatı yakaladım. Tabi bu da doğal olarak sizi
toplum ve sosyal hayat olarak ya da devletin bu
yaşamlara müdahalesi konusunda kendi ülkenizle
kıyaslama yapma fırsatı bulmanızı sağlıyor.
Kendi
gözlemlerime dayanarak, farklılığın belirttiğiniz
üzere eğitim pratikleri farklılıklarından
kaynaklandığı konusunda hemfikirim. Gelişmiş
ülkelerde devletin en temel doğru yaklaşımının
toplum saygısı ve insana verilen ”değer” olduğunu
söyleyebilirim. Gerçekten en temel fark bireylerin
hayatlarının en önemli unsur olması. Bu da zaten
kendi fiziksel alanınızı yaratmanızı ve toplumsal
reaksiyon olarakta saygıyı da beraberinde
getiriyor.
Yalnız bence eğitim ve gelişim
konusunda sizin aksinize -belki de tepki çekmemek
için , ya da insanların hassasiyetinden bu şekilde
değerlendirdiniz bilemiyorum- dinlerin varlığının
ikinci değil aksine birinci planda olduğunu
düşünüyorum. Dinlerin nihai bir amaç değil araç
olduğu fikrinize katılmakla beraber, insanların ne
kadar eğitilebileceği konusunun zaten sertçe
çizilmiş çizgilerle dinler tarafından
belirlendiğini ve sizin bu çizgileri
aşamayacağınızı düşünüyorum. Yozlaşmanın da
gelişimin sınırını da ne yazık ki dinler
belirliyor.
Asıl değişimin ise kapital ve inanış
sistemlerinin reformları ve gelişimiyle gelecek ve
ancak bu şekilde istenilen özlenilen hayatlara
sahip olabiliriz diye düşünüyorum. Özetle
dediklerinize katılıyorum ve fakat orada ki
hayatların da istenilen ve özlenilen yaşamlar
olmadığı konusunda da kendi adıma eminim.
Benim de
yurtdışı düşüncelerim olmasına rağmen, şu an ege
de küçük bi yerde önümüzde ki 5 sene içinde yaşama
gibi bir fikrim var..Eğer bu da tutmazsa
sonrasında londra denemek istiyorum.3 senedir
evliyim henüz çocuk yok. Zaman aldığım kararları
ne kadar ve nasıl etkiler bilemiyorum. Sevgiler…
Erguvan
Yücel
yazdı:
30 Ekim 2014 at 15:25
Bir başka
ülkeye, bir başka denize giderim’, dedin
‘bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı
karşıya; -bir ceset gibi- gömülü kalbim.
Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam, kara
yıkıntılarını görüyorum ömrümün, boşuna bunca
yıl tükettiğim bu ülkede.’
Yeni bir ülke
bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. Bu
şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı
sokaklarda dolaşacaksın, aynı mahallede
kocayacaksın; aynı evlerde kır düşecek
saçlarına. Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin
sonunda. Başka bir şey umma- Ömrünü nasıl
tükettiysen burada, bu köşecikte, öyle tükettin
demektir bütün yeryüzünü de.
( Çeviren:
Cevat Çapan )
Konstantinos
Kavafis
Sizi anlıyor
ve tamamen katılıyorum.
Ve hukukçu gözüyle
bakıldığında anlattıklarınıza,ortada çok daha
dehşetli bir tablo olduğu fark ediliyor.
Ancak
sorun şu ki;dünyada ekonomik ve sosyal açıdan
güvenli,insan haklarına saygılı olan,Irkçı,aşırı
milliyetçi,dinsel körlüğün etkisi altında ve
bağnaz olmayan toplum yok sayılır.
Sanırım,bir
tek henüz modern insanla temas etmemiş yağmur
ormanlarındaki ilkel küçük kabilelerde
yaşanabilir.
Bir çok ülkeye gittim.Gördüğüm
kentli toplumların modern çağda altından
kalkamadıkları pek çok sorun var.Vahşi
kapitalizmin yansımaları her ülkenin cehalet
düzeyine göre farklı oluyor.
Her günüm ülkeyi
terk etmeyi tasarlayarak ama bunun belki sadece
çocuğum için mümkün olabileceğini bilerek ve bunun
için çalışarak geçiyor.Bu bağlamda sizin de
yaşınızın kırkında altında olduğu yada önceki
yıllarda yurt dışı bağlantınız olduğu sonucu
çıkarılabilir.
Bir yaştan sonra ülke
değiştirmek,bir tür dolaylı tehcir;
dil,ekonomi,gündelik alışkanlıklar ve kırık dökük
iyilikleri olsun geri bırakama telaşı karşısında
yaşamın sürdürülmesi açısından bir seçenek
olmaktan çıkıyor.
Bu ülke düzelemez
kadar,cahil,yobaz ve aptalla dolu olsa da;bir o
kadar da benim ve sizin gibi insan var.
Cehaletin en son noktada gideceği bir yer
yok,sonsuza kadar süremez aptallık.
Bu elbette
burada kalmanın faydasız tesellisi, hatta bahanesi
sayılabilir. Aşık Veysel’in gözüyle bakmaya
çalışıyorum,Nazım Hikmet gibi sevmeye.
Ama
ortalama yetmiş yıllık bir ömürde “güzel günler
göreceğiz çocuklar” dan payıma bir şey
yetişmeyeceğinin de farkındayım.
Fe
yazdı:
30 Ekim 2014 at 15:13
Cahil diye
tanımlananların yorumlarını, yorumlardaki
“çirkinlik”ten tanıyabiliyoruz Melih Bey, sakın
takmayın. Bir de çok güzel laf soktuklarını,
gezideki espriler ayarında nükte yapabildiklerini
sanıyorlar ya, işte gülünçlük tam da orada. Size
narsist bile denilmiş. Bir kere narsisist o, madem
kitaplar ve uzmanlardan sözediyoruz. Bir de uzman
olmadan tedavi önermek? Ben uzmanım ve burada npd
göremiyorum, ancak aşağılık kompleksini çokça
yorumda görebiliyorum ne yazık ki. Aman geri
gelme istemez demenin varoşluğunu nasıl
anlatabiliriz ki şimdi? Neyse, ailenin öğretmediği
şeyleri öğretebileceğimizi sanma ahmaklığı geride
kalmalı.
Bisiklet yolu
yapılsa da ya arabalar ya mangalcılar ya da
bisikleti müstehcen olarak görenler tarafından
rahatsız ediliriz. Avrupada olmayan doğal
güzellikler bizde var işte çöp atıp bırakmıyor
muyuz? Denizleri kirletmiyor muyuz? Tarihi
eserlerimizi kaç kişi gidip görüyor? Denize
girenlerin tanına gidip cehennemde yanacaksın diye
huzursuzluk veren adam ceza aldı mı? Aynı Atatürk
devrimleri gibi bu nimetlere de mücadelesiz
kavuştuğumuz için kıymeti bilinmiyor. Katılıyorum,
bu hükümet dibe vurmaya yarayacak enazından.
Melih Bey
istatistik sunmuş hala belki kurtulur diyoruz,
hükümete laf ediyoruz. Hükümet bir sebep değil
sonuçtur. İnsanlar yemekteyiz i izleyip
çatalbıçağı öğrenmekten çok birbirlerinin
arkalarından konuşmayı öğreNip yozlaştılar.
Diziker ahlaksızlık ve şiddet dolu. Dizilerde bile
çalışan emek veren ünsanlar değil kabadayılık prim
yapıyor, fakir edebiyatı izliyoruz.Ütopik bir şey
yapıp köy enstitülerini kurmak, ilkokula adam gibi
görgü kuralları trafik kuralları dersleri koysak
bile en az iki nesil sürecektir bunun etkileri. Bu
sırada da kapitalist devletler ya da dinciler
meydanı bunu yapmak için boş bırakmayacaktır zaten
Biraz küfürü
bol ama neden pek umut yok’u anlatan bir yazı da
bu:
https://medium.com/@guvenindahouse/turk-milleti-ve-sikinin-ucuyla-i-s-yapmak-gerce-i-e7b170699056
Murat
Gürkan
yazdı:
30 Ekim 2014 at 13:37
Çok güzel
tespitler ve araştırmalar. Anlatılan hikayede
Türkiye konu bahsidir. Bana göre yozlaşma tüm
gezegende ilerleme kaydetmektedir. Kaynak
kullanımından sera gazı salınımına kadar.
Türkiye de kurmamızı salık verdiğiniz siyasal
oluşum, eş zamanlı olarak tüm dünya ülkelerinde
kurulması gereken bir global yapılanma olmalı.
Universal parti ve Universalizm. Ben tohumu
ekerim. Sularım. Hasat zamanını belki göremem.
Başlangıç olarak bir manifestoya ihtiyacımız var
mesela.
Osman Kemal
Kadiroğlu yazdı:
30 Ekim 2014 at 12:57
Çok güzel bir
yazı. Tümüyle katılıyorum ama ben sizin kadar
şanslı değilim. Ben işin sonununa geldim, bu güzel
ülkede bu berbat halkımla defteri kapatmak
zorundayım. Asker çocuğu olarak devlet okullarında
okudum, makine mühendisi oldum, o devirlerde NATO
bursu denen TBTAK bursu ile MIT’de nükleer
Mühendislik MS ve Sc.D. dereceleri aldım. Hemen
ülkeme döndüm, devlet maaşı ile yıllarca öğrenci
yetiştirdim ve bir çoğu ABD’de nükleer endüstri ve
üniversitelerde iş bulup önemli görevlere
geldiler. Çalıştığım üniversiteyi iyileştirme
çabalarım hep ters tepti, erken emekli oldum.
Afrikada bölüm kurdum ve tanrı sınıfına girdim.
Oysa emekli olduğumda sarı zarfta yarım kağıda
yazılmış bir not aldım. Yıllarca ülkeme nükleer
teknoloji girsin diye uğraştım entel solcular,
rüşvet yiyen teknokratlar galip geldiler, kimseye
sormadan rüşveti iyi olan nükleer santral seçtiler
ve ülkemi deneme tahtası yapma yolunda
ilerliyorlar. Dönüp geriye baktığımda Vanlıların
değişiyle “kendime yazığım geliyor”. Şimdilik
ülkemde vatandaşlarım içinde bir azınlık olarak
yaşamayı tadıyorum. Bu yaştan sonra yapacağım bir
şey kalmadı ama tüm öğrencilerime ve gençlere
dünyaya açılmalarını, özellikle de ABD’ye
gitmelerini öneriyorum. Eşim yurtdışına yolladığım
ve oraya yerleşen öğrencilerime acıyor vatan
hasreti çekiyorlar diye. Ya Türkiye’de yaşayıp
vatan hasreti çekmek daha mı kolay?
Yılmaz
yazdı:
30 Ekim 2014 at 12:38
Eğitimli
insanların kendilerini hayatın işleyişi için
vazgeçilmez görmeleri cahil insanların batıl
inançlarından daha tehlikelidir. Umberto Eco
Tesadüf eseri
yazınızı okudum, sizin gibi narsist yurttaşlarımız
toplum sağlığı için cahil insanlardan daha
tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Jean M. Twenge
ve W. Keith Campbell in yazdığı “Çağımızın Vebası
Narsizm” adlı kitabını size öneririm. kitabı
okuduktan sonra panik yapmayın bu rahatsızlığın
tedavisi var. uzun süreli grup terapisi ile
düzelebiliyor. şimdiden geçmiş olsun
Bu arada yine
de yurt dışına çıkmaya karar verirseniz New York a
gitmemenizi öneririm , giderseniz de kendinize
dikkat edin
http://videonuz.ensonhaber.com/izle/new-york-ta-10-saatte-108-tacize-ugrayan-kiz
Nesrin Kanca
yazdı:
30 Ekim 2014 at 12:35
Ben de 6 sene
evvel Amerika`dan İstanbul`a taşındım. Tüm
olumsuzluklara rağmen bu ülkede olduğuma, çocuğumu
bu ülkede büyüttüğüme çok memnunum. Asla da
pişmalık duymadım. Tabi ki ister istemez
Türkiye`nin gidişatı hepimizi endişelendiriyor ve
ilerisi için bir bilinmezlik söz konusu. Ama bunu
da o naktaya geldiğimizde düşüneceğim.
Kendime öz
eleştiri olarak da yıllarca bu ülkenin en önemli
sorunu olan eğitime birey olarak katkıda
bulunmamam. Hepimiz kapitalizimin yarattığı
modellere hayran olarak çocuklarımızı kurstan
kursa, özel okuldan özel okula koşturuyoruz. Bir
baksanıza kaç tane durumu belli düzeyde olan aile
çocuğunu devlet okuluna gönderiyor son 30 yıldır.
Özel okulları devleştirdik. Yok efendim yüzme
dersi, yok bale dersi derken gözümüzü boyadılar.
Devlet okulları dünyanın birçok yerinde olduğu
gibi içinde ki veliler tarafından desteklenir
madden ve manen. Eğitimi konularddan yalnızca bir
tanesi. Tüm devleti ilgilendiren konularda
gözümüzü kapadık ve hayatımıza baktık.
Son olarak da
hayatını 15 senesini Amerika`da Washington, DC de
geçirmiş biri olarak yurt dışında insanların
kurallara uyma sebebi eğitimden ziyade yaptırımlar
olduğunu düşünüyorum Bu yaz Amerika`da
geçirdiğimiz 15 gün süre zarfında arkadaşlarımın
hep bir korku içinde olduğunu gördüm. Aman dikkat
et stop işaretinde 10 a kadar say yoksa kamera var
ceza alırsın, aman çimlerin boyu biraz uzamış
hemen kes yoksa para cezası alırsın, vs bir sürü
örnek var. Geçenler de çalıştığım İsviçreli bir iş
adamına bu gözlemimi anlatırken bana dedi ki
Nesrin işler İsviçre`de daha da zıvanadan çıktı
şimdi insanları birbirlerine ihbar ettiririyorlar
dedi. Demek istediğim eğitim çok ama çok önemli
ama kurallara uyulması için kuvvetli bir devlet ve
yaptırımların uygulanması gerekiyor. Yoksa insan
her yer de insan. İnanın eğitimlisi gelişmiş
ülkelerde de çalıyor, çırpıyor, her türlü
ahlaksızlığı yapıyor…
Asime Can
Ozozer yazdı:
30 Ekim 2014 at 12:03
Merhaba,
Yazınız ve samimiyetiniz için çok teşekkür ederim.
Gezi olaylarından beri ilk defa bu kadar
heyecanlandım. Size yeni hayatınızda başarılar
diliyorum. Şikayet edip hiçbirşey yapmamaktansa
cesaret edip yaşadığınız ortamı değiştirmişsiniz,
ne güzel. Ben de son 10 senedir yurtdışında
yaşıyorum ve her ülkemi ziyaretimde ondan bucak
bucak uzaklaştığımı görüyor ve üzülüyorum. Ama ben
çok umutluyum. Bence biz Atatürk’ü ve ilkelerini
hiç ama hiç anlamadık. Ezberden sev dediler,
seviyor gibi yaptık. Gerçek değişimin içten
gelmesi gerekiyor. Ama Atatürk’ün getirdiği
modernleşme bize dışarıdan, yani tepeden geldi,
bir halk ayaklanması sonucu olmadı, dolayısıyla
biz aslında, en Atatürkçü geçinenler de dahil,
devrimleri hiç anlamadık, değerlerini bilmedik.
Ama şimdi esas değişim başladı. Önce dibe
vuracağız, sonra gerçek değişimi, bu sefer içten
dışarı, yani halktan yönetime doğru yaşayacağız.
Ben bu nedenle RTE ve hükümetine hiç kızmıyorum.
Onlar sadece bizler Atatürk’ü ve devrimlerini
gerçekten anlayalım diye farkında olmadan hizmet
ediyorlar. Karanlığı yaşamalıyız ki gerçek
aydınlığın değerini bilelim. Herkese iyi günler
diliyorum, saygılarımla
Faruk Okçu
yazdı:
30 Ekim 2014 at 12:01
Umutsuzluk ve
sinir harbinden çıkmışçasına yazılmış bir yazı,
çoğu fikre katılmakla birlikte hala yapacak güzel
şeyler olduğunu düşünüyorum. Milli mücadele de
imkansız gibi görünüyordu ama gerçekleşti, bu
ülkenin eskiden olduğu gibi, cahillerin kendi
dünyalarından çıkmalarını engelleyecek, insanca
yaşamak isteyen vatandaşları sürükleyecek bir
LİDER’e ihtiyacı var sadece, bana göre.
Kerim
Izce yazdı:
30 Ekim 2014 at 11:55
Yazida ülkede
son dönemlerde artan semptomlar tetkik edilmiş ama
bence ne teşhis yerinde ne de sunulan tedavi
dogru. Sadece Tek yaptığı ‘vay anam yandım’
demesi. Benzer hissedenlere terapik bir teselli
olması. Yorumlarda genelde pozitif elestriler post
edilmis. Umarım benim ki de post edilir.
Can
yazdı:
30 Ekim 2014 at 11:36
Arkadaşı
anlıyorum, empatiyle yaklaşıyorum ancak söylemek
gerekir ki kabuğunu bu kadar beğenmemek, bir
yerlerde muhteşem hayatlar var sanrısıyla yaşamak
esasında bizim toplumda daha yaygın gibi. Evet,
çok sorunlar var Türkiye’de, gündelik yaşamda da
insanların çok rahatsız olduğu sorunlar. Ama
bunlar bize hasmış gibi bir yansıtma pek adil
gelmiyor. Şimdiye kadar birçok ülkede belirli
sürelerle yaşama ve diğer birçoğunu da gezip görme
imkanı buldum.
Asya ve Ortadoğu’da
gördüğüm keşmekeşi, hengameyi bir yana
bırakıyorum, hayatımda ilk defa fastfood
lokantalarda kasiyer ile müşteri arasındaki koruma
camını Brooklyn’de gördüm, hayatımda ilk defa
güpegündüz uyuşturucu satıcıları Golden Gate
parkta peşime takılıp yakamdan düşmediler,
hayatımda ilk defa kafama silah dayayıp New
Orleans’ta gasp ettiler, hayatımda ilk defa
Washington DC’nin arka sokaklarında bu ne kabus
Allah dedim, hayatımda ilk defa Seattle’in
ortasında bir grup etrafımı sarıp gasp etmeye
yeltendi, hayatımda ilk gangster mezarlığını
Oakland’da gördüm, hayatımda ilk defa bir şehir
merkezinin üst geçitlerinde gündüz vakti etrafa
işeyen, sidik kokusundan geçilemeyen sokakları San
Francisco’da yürüdüm.
Hayatımda ilk
defa yankesici terörü yüzünden Barcelona’da
çantama kilit taktım, hayatımda ilk defa Atina’da
turistik alanların hemen arka sokaklarında
kollarına eroin enjekte eden göçmenleri ve
korkudan o sokaklara giremeyen insanları gördüm,
hayatımda ilk defa Amsterdam’ın göbeğinde etrafta
bir sürü polisin gezdiği bir alanda bir arkadaşım
itile kakıla zorla cüzdanını kaptırdı, hayatımda
ilk defa Helsinki’de vodkadan kafayı bulmuş
insanların sokak terörünü izledim, hayatımda ilk
defa Paris’te metronun belirli noktalarına
gidemeyen, gittiğinde başına ne geleceğini bilen
insanları gördüm, Paris’in gettolarında
Afganistan’ı yaşadım..
Türk insanının ne kadar
saygısız, sıraya girmez, üçkağıtçı olduğunu filan
yazmış mesela arkadaş, evet doğru çok yaşıyoruz bu
örnekleri ama neden Avrupa’da insanların sosyal
güvenlik sistemlerini ne tür dalaverelerle, yalan
beyanlarla dolandırdıklarını, Black Friday
geldiğinde Amerika’da insanların nasıl birbirini
ezip geçtiğini atlamış. Bu örnekleri çok uzatmam
mümkün ama bir gerçeği yadsıyamayız. Hala bu
ülkeye gelip otostopla şehir şehir gezen insanlar
var. Elbette istisna olaylar yaşanıyor ancak
Amerika’da, İngiltere’de otostopla gezmeyi göze
bile alamaz birçok insan. Şehir yaşamına dair
çarpıklıklara gelindiğinde, evet çok isterdim her
yerde bisiklet yolları olsa İstanbul’da, var olan
bisiklet yollarının üzerinde de birileri yürüyüp,
mangallarını koymasa; geniş park alanları olsa,
her adım yemyeşil ağaçlarla dolu parklar olsa da
insanlar kendilerini atabilseler ara ara ama her
büyük metropolde benzer sorunlar var.
New York’ta
da kırmızı ışıkta geçiyor, yaya geçidini
dinlemiyor insanlar. Bence batıda olduğu gibi,
Türkiye’de de insanlar gündelik yaşam kalitesini
artıracak düzenlemeler yapabilirler metropol
hayatında. Elinden gelen imkanlarla evini daha
düzgün, daha yeşil bir alana taşıyabilir. Şehir
değiştirmeyi dahi düşünüp, daha tenha, daha
düzenli bölgelere yerleşmeyi, oralarda tutunmayı
deneyebilir. Türkiye İstanbul, Ankara, İzmir’den
ibaret değil. Diğer şehirlerde ekmek yok demek de
kesin bir mazeret değil. Benim gözlemlediğim,
şikayeti olanların çoğu esasında metropol
hayatının düzensizliklerinden bezen insanlar.
Avrupa’da, Amerika’da gidip insanların
yerleşebileceği küçük temiz kasabalar Türkiye’de
de yavaş yavaş çoğalıyor. Evet henüz bütünüyle o
standartlara varıldığı söylenemez ama hala
insanlar kendi yaşam tarzına yatkın bölgeler
bulabilir ve yaşam kalitelerini artıracak
düzenlemeler yapabilir Türkiye’de. Bunları tamamen
bu ülkeden bir balta olmaz anlayışına yönelik
yazıyorum. Yoksa, insanlar çok değişik nedenlerle
başka ülkelere gidip yerleşebiliyorlar. Ben de
yerimde duramayıp ülke ülke dolanıyorum. Bunlar
son derece içinde bulunduğumuz yüzyıl insanının
davranışları.
Fırat
yazdı:
30 Ekim 2014 at 10:26
eklem; bu
kötüye gidiş 12-13 sene değil çok daha önceden
başladı.eğitim eşitsizliği ,gelir düzeyi
adaleti,kentleşme,göç ve en büyük ülkemizin sorunu
olan hırsızlık.Anadolu unutuldu,özal zamanında ise
unutulan anadolu batı ile tanıştı.Göç artı,terör
arttı neden çünkü batı ile anadolunun farkı ortaya
çıktı.Cumhuriyetin ilk yıllarındaki ruh geçen
zamanda toplumun tüm kesimine yayılsaydı bu günkü
durum oluşmazdı.Eğitim en büyük eksik (kaliteli
eğitim)
Ulku Tokcan
yazdı:
30 Ekim 2014 at 10:14
Yazdıklarınız
ne derece doğru. Doğruluğunun tek kanıtı da Recep
İvedik gibi birisini anlatan filmin 4 tane olması
ve gişe rekorları kırması. Yazınızda doğru
olmadığını düşündüğüm tek şey, “kendilerinden
başkasına saygı duymamaları” ifadesi. Kendilerine
de saygı duymuyorlar bu insanlar. Ve ben de şahıs
olarak ne yapacağımı bilmiyorum. İki küçük çocuğum
var ve onlar için üzülüyorum. Tüm imkanları
zorlayarak özel okula yolluyorum ki, bir gün
gerektiğinde başka bir ülkede yaşamak için gerekli
donanımları olsun…
Kara
yazdı:
30 Ekim 2014 at 10:01
Öyle derin
bir üzüntü ile okudum ki yazınızı. Çok yakın
zamana kadar Amerika’da yaşıyordum. Türk İslam
medeniyetinin bizlere sağlamış olduğu kültür ve
geleneksel öğelerle büyüyüp Amerika’ya gittiğimde
muazzam bir kültür şoku yaşamıştım. Yıllarca gavur
diyerek büyüdüğüm bir çok insanın tanıdığım bir
çok müslümandan daha çok müslümanmış gibi yaşıyor
olmaları beni çok derinden sarsmıştı. Toplumsal
haklar ve sorumluluklar düzeyinde her sabah
trafiğe çıkışımla başlayan süreçte Türkiye’ye
tekrar uyum sağlamak hiç de kolay gözükmüyor.
Devletimin vatandaşını korumaktaki acziyeti ise
beni her geçen gün daha da umutsuz depresif ve
agresif bir kişilik haline dönüştürüyor. İki kız
evladı annesiyim ve evlatlarımı ülkemde büyütmek
ve onları her gün Allahıma emanet edip işe gelmek
çok zoruma gidiyor. Benim insanım milletim daha
iyisini hak ediyor diyorum her gün. Fıtrat olarak
kuralcı olmamdan kaynaklanan uyum sorunları süreki
neden nasıl yani sorularıyla yaşamamı zorunlu hale
getiriyor. Amerikada çalıştığım üniversitede her
gün akademik görgüm ve becerimin arttığını
hissetmişken geri döndüğümde bildiğiniz kelli
felli mobing uygulamalarının geleneksel akademik
tavır olarak bana yutturulmaya çalışılmasına
dayanamıyorum. velhasılı kelam tekrar ABDye geri
dönmek için iş arıyorum ve ilk fırsatta da herşeyi
ardımda bırakıp gideceğim.
Hakan yazici
yazdı:
30 Ekim 2014 at 09:58
harika bir
yazı. Ben aslında istiyorum ki hepberaber çıkıp
gidelim bu ülkeden ve tüm bu yobazlar bir başına
kalsınlar. Uzaklardan bu yobazların birbirine
tecavüz etmesini, birbilerini palalarla
kovalamasını izlemek istiyorum. Belki şanslı
olursak birbirlerini tamamen yok ederler ve biz
geri dönüp baştanb ir sayfa yazabiliriz.
Körk
yazdı:
30 Ekim 2014 at 09:46
Federasyon
bir çözüm. Ege, Trakya, İstanbul, vb iç işlerinde
bağımsız dış işlerini Ankara’ya devretmiş
eyaletler olsun.
Onur
yazdı:
30 Ekim 2014 at 09:31
Keşke eşimi
alıp Türkiye’den gitme şansım olsaydı… Artık
kendimizi azınlık olarak görüyorum sanki
göçmenmişiz gibi kendi vatanımızda…öyle
hissediyorum bu insanlar yüzünden…ve arkadaşın
yazdığı gibi değiştiremeyiz..Ya bir tufan çıkacak
bütün pislikleri alıp götürecek..ya da imkansız
başarılacak toplum aydınlanacak.. Amerikada
bekarken yaşamıştım düzen ve refah gerçekten
cezbediyor.
Pazarlama
Müdürü yazdı:
30 Ekim 2014 at 08:42
Bilader,
umarım hesapladığın artılar eksilerden fazladır ve
senin için doğru olanı yapıyorsundur.
İnsan bazen
öyle alışmış oluyor ki Anadolu kültürüne, o
kuyruğa lambur lumbur dalmayı serbestçe trafiğe
atlayıp karşıya geçmeyi, kısaca bize has olan o
düzensizliği özletiyor. Kardeşim ben Ankaralayım,
İstanbul’da yaşadım uzun süre. Yakında döneceğim
Türkiye’ye.
İyilikler
seni bulsun.
Los
Angeles’dan selamlar
Deniz
yazdı:
30 Ekim 2014 at 08:30
Toplumun
aldığı son hali tanımlar nitelikte. Herkes
birbirine çamur atıyor ama kimse davranışını
düzeltmeyi düşünmüyor.
Sevgi
yazdı:
30 Ekim 2014 at 08:30
Cok guzel
yazmissin. Yazdigin herseyi iyice aciklamak
zorunda hissetmene uzuldum ama o duyguyu cok iyi
taniyorum. Neyse bu duygudan da yakinda
kurtulacaksin .) Mutluluklar..
Ozlem
yazdı:
30 Ekim 2014 at 08:22
Hala umut
var,ben hala mucizelere inanıyorum…
Server
Nafi yazdı:
30 Ekim 2014 at 07:13
Aslında
yazınızda o kadar çok argüman kullanmamışsınız.
Ama yine de bu aralar sizin gibi düşünenlere
destek olacak orijinal bir yazı olmuş.
Kader
insanlara olduğu gibi ülkelere de yol çiziyor.
Türkiye’deki bu “olumsuz” durum, belki başka bir
ülkeye olumlu yansıyacaktır. Olumsuz durumlarla
ülkeden ayrılan kişiler gittikleri yerlerde belki
de güzel işler yapacaklar. Bunlar da ülkemiz adına
doğrudan artı değer olacaktır. Tabii ki o artı
değerin o zamanki ülkemizce nasıl
değerlendirilebileceği konusunda şüphelerim yok
değil.
İnsanları
illa da ülkesini sevmek, ülkesinden ayrılmamak vb.
konularda kimse zorlayamaz, tehdit edemez.
Bilinmeli ki hayat sadece kendi ülkemizden ibaret
değildir. Ülkemiz güzeldir belki yaşayanlar olarak
en güzel ülke olarak iddia edebiliriz. Ama bunu
kabullenmeyi bir başkasına dikte etmek kimsenin
hakkı ve görevi değildir.
Ülkesini
bağnazlıkla seven (yalnızca kendine göre
doğrularıyla gören) insanların başka ülkeleri
fazla görme imkanı olmadığını düşünmekteyim. Bu
konunun doğruluğunu genelde 60 yaş üstü kendi
memleketinden başka hiçbir memleketi görmemiş
yaşlılarımız üzerinde test etmek imkanı mevcuttur.
Umarım
taşındığınız ülkede başarılı ve mutlu olursunuz.
Nalan dolma
yazdı:
30 Ekim 2014 at 03:11
sanki benim
düşüncelerimi yazmışsınız.yurt dışından yeni
döndüm ve her dışarı çıkıpta ülkeme döndüğümde
eşime tek söylediğim cümle (ben artık bu ülkede
yaşamak istemiyorum) evet dediğiniz gibi bizim
ülkemizde insana değer yok herşey rayından çıkmış
durumda allah banada sizin gibi dışarıda
yaşayabilmem için imkanlarımı artırmasını
diliyorum.sizide tebrik ediyorum.sevgiler
Tufan
yazdı:
30 Ekim 2014 at 01:01
Merhaba
Sizin çalışmalarınızı uzun süredir takip ediyorum.
Yazınızı okudum. Yazdıklarınızın tamamına
katılıyorum. Umarım her şey istediğiniz şekilde
olur. Saygılar.
SuperSuper
yazdı:
30 Ekim 2014 at 00:39
Yazı,
analizler, tespitler süper. Yorumlar ayrı süper.
İnsanların fikirlerine, gündemdeki baskın fikre
dair iyi bir fikir veriyor.
Özellikle
hırsızlığı, arsızlığı, aptallığı anlatan kısımları
üstüne alınıp “elitistsin”, “bi sen akıllısın”
diyenlere çok… gülmek istedim. Ama içim acıdı.
“Gitmek
istediysen seninle ilgili başka hiçbir şey önemli
değil, kahrol, belki atom mühendisisindir umrumda
değil, zaten lazım değilsin” diyenlere biraz
güldüm ama, çok değil. İhanete uğramış hissediyor
olmalılar. Onu da anlarım da, bu kadar şiddetli
duygusal tepkilere çok saygı duyamıyorum.
“Kalaydın,
hala umut var, böyle böyle düzelir” diyenlerin
ümidine imrendim. Bunun arkasından “Ama vatan bu,
aha Atatürk şöyle demiş” diyenlere daha geniş
pencereden dünyayı görebilme gücü temenni
ediyorum. İnsanlık Türklerden yada Türkiyelilerden
ibaret değil. Toprak da üstünde yaşayan insana
hizmet etmediğinde çamurdan başka bir şey değil.
Üstüne bir de putlaştırılıp üstünde yaşayan
insanların canına kasteden, parazitik bir fikre
dönüşüyorsa bu çamur (Varlığım varlığına armağan
olmuş bir kere… “Bir oğlum daha olsa onu da şehit
olmaya göndersem” Gel Darwin, burdan yak şimdi.)
yemişim toprakta çizili hayalet sınırları…
Evren
yazdı:
30 Ekim 2014 at 00:37
Öncelikle
objektifliğinizden dolayı teşekkür ederim. Aynı
kaygıları taşımakla birlikte, izole yaşam sürmek
şeklinde alternatif bir çözüm
planlamaktayım.Deneyip göreceğim. Ülkenin ne
gündemi, ne popüler kültürü, ne eş dost akraba
sohbetleri zerre kadar ilgimi çekmiyorken “buralı”
olmanın beni bağlayan bir tarafı oldupunu
düşünmüyorum. Sanatsal faaliyetler dışında çok da
içi dolu bir sosyalliğimiz olduğunu sanmıyorum..
Çok güzel bir ülkemiz var. Keşke insanlarımız da
öyle olsa. Umudunu yitirip birsürü zorluklara
göğüs germe pahasına başka ülkeye yerleşen
insanlara saldıranlara da umutsuz vaka gözüyle
bakıyorum. Kim durduk yere sıfırdan naşlamak ister
ki şu kısacık ömrümüzde?
Burak
yazdı:
30 Ekim 2014 at 00:03
Oncelikle
elinize saglik. Gunumuz turkiyesini cok guzel
ozetleyen bir yazi olmus. Umarim bende sizin
buldugunuz cikis kapısini bulur ve buradan
giderim.
İnanç
Arkan
yazdı:
29 Ekim 2014 at 23:19
Ülkenin
içinde bulunduğu durumun tespiti doğru ve gerçekçi
teşekkürler öncelikle;fakat sevgili bayım burdan
nereye giderseniz gidin gideceğiniz ülke
israil-filistin çatışmalarındaki katliama sessiz
kalmış elbirliğiyle ortadoğunun anasını ağlatıp
mültecilerle de gram ilgilenmemiştir suriyede aynı
şekilde havadan bombalayıp silah atıyorlar kime
düştüğü belirsiz ekmek göndereceğine silah
yollamış durumdalar dolaylı veya dolaysız.
Diyeceksiniz ki Türkiye daha mı masumdur öyle
olduğunu iddia edemem ama diğer emreyalist bencil
modern sadece kendine adil o ülkelerde de kim sizi
her kim kabul ettiyse bundan daha fazlasını
bulamayacaksınız trafikte çarpmazlar o kadar onun
dışındaki özenilecek tutumların çoğunu çevremdeki
insanlardan alabiliyorum ben ülkemde saygı vb gibi
iş ki az empati kurmaya başlayın dahası
vatandaşlık alabilecek düzeye gelene kadar ne
kadar kölelik ettiğinizi düşünün konsoloslukta
sorgulayan memura tatlı görünme çabanızı
hatırlayın sizi kabul eden ülkenin sizi
karşılıksız olarak almadığını aksine sizin onların
işine yarayacağınız için sizi tercih ettiklerini
bilin.
Bu isviçredeki kara para aklama filmleri,
bankaların ünü filan türkiyenin oyunu değil
herhalde yani aq nuz yüksekmiş tebriker ama bu
gerçekleri unutup mu gittiniz bu aq seviyesiyle? o
zaman hatırlamayı sağlayan kısımlarda sorun
olabilir diyelim sevgiler saygılar tabi ki…
Sinan Kezer
yazdı:
29 Ekim 2014 at 21:45
Tebrik ederim
– çok güzel yazmşıssınız.
Bugün, araçla
ancak 1. viteste çıkabildiğim diklikteki bir
yokuşta, koşturararak yokuş aşağı bebek arabasını
ittiren bir baba gördüm – karısı da arkasından
elinde diğer çocukla koşuyordu.
Bu insana
tehlike konusunda neyi anlatacaksınız ? Bunun için
eğitime gerek var mı artık ? Sobaya da elini sokup
yakınca “fıtratndandır” mı diyecek? Bu kadar aptal
bir insana neyi anlatacaksınız ? Neden anlatmaya
çalışıp o vakti kaybedeceksiniz ? Hele
anlattığınız da dayak da yiyebilecekseniz ?
Benim
veremediğim o kararı siz vermişssiniz. Tebrik
ederim. Herhalde 12 yaşında preste ezilen parmak
görmediğim için o kadar cesur olamadım
Hllsn
yazdı:
29 Ekim 2014 at 21:41
Yazınız için
teşekkürler, düşünüp dillendiremedigim bazı
noktaları çok iyi aciklamissiniz. Aşağıdaki
istatistikten belki haberdar değilsiniz diyerek
paylaşmak istedim. İsterseniz yorum olarak da
onaylayabilirsiniz.
http://utkukaynar.com/2014/07/20/turkiyeistatistik/
Mavi
Yelken yazdı:
29 Ekim 2014 at 21:30
Podcastimde
okuyacağım, izninle.
Burhan
yazdı:
29 Ekim 2014 at 21:26
Saçmalık. Bu
yazıyı yazmakla tek akıllı kendin olduğunu
zannetmek. Asıl aptallık o.
Elf
yazdı:
29 Ekim 2014 at 21:17
Hayat
seçimlerden ibarettir, herkes kendi seçimlerini
yaşar… Memleketin durumu ne yazık ki içler
acısı ve sizin seçiminiz için sizi yargılamak
bence kimsenin hakkı değil. Nasılsa memleketinde
kalma ( gitmek onlar için eğer ellerinde ve hiç de
imkansız değil de) kararını alan kişiler gibi siz
de kendi hayatınızı nasıl yaşamak istediğinizle
ilgili bir seçim yapmışsınız.
Yalnız lütfen,
Türkiye’den gitmeyi düşünmeyen birisi olarak
sizden ricam, olur da memleketim ilerideki
senelerde bu bahtsızlığından kurtulur, yaşanması
keyifli, adeletli, hak yemeyen, sistemi tıkır
tıkır işleyen bir memleket olursa, daha doğrusu
kalan kişiler tarafından böyle bir memleket haline
getirilirse ( ütopik gelebilir ama çevremizde
olmaz dediğimiz şeyler olmuyor mu ki), lütfen geri
dönmeyin, her nerede iseniz orada kalın, hani
ziyaret için gelin
ama
kalıcı olmayın. İnanın öyle bir zaman olursa ben
hakkımı helal etmem…
Saygılar…
Volkan
yazdı:
29 Ekim 2014 at 20:55
Son günlerde
birlikte büyüdüğümüz çevreye ait olan
akranlarımızdan ve arkadaşlarımızdan ülkede son
yıllarda ters gitmekte olan durumdan ötürü ülkeyi
terk etme kararı alan ve de üstüne üstlük içinde
bulunduğumuz acı durumu uzun bir yazıyla kaleme
alarak çevresini de buna ikna etme isteği duyan
arkadaşlarımızı sıklıkla görüyoruz. Sosyal
mecralarda paylaşılan aynı içerikteki yazılar
altına ne kadar hak verdiğini paylaşan birçok
kişinin yorumuyla ve paylaşımlarıyla sanal ortamda
ve kafalarda daha da yaygınlaşıyor. Yukarıda
tanımlanan “cahil” kavramında (“CAHİL: Bu yazıda,
okula gitme gün sayısı az olan kişi olarak değil,
toplum normlarına uyabilecek düzeyde eğitilmemiş
veya tersi yönde eğitilerek toplumun günlük
hayatına tehdit oluşturan kişi”) cehaletin okula
gitmeyle olmasa da yine de ‘eğitimle’ ilintili
olduğu belirtilmektedir; halbuki Atatürk’ün de
dediği gibi onlar cahil dediklerinde eğitim
görmemiş olan kişiyi kastetmemektedirler. Çünkü
bahsettikleri ilim gerçeği görmektir.
Peki nedir
gerçek? Cehalet kelimesiyle medeniyet kelimesini
aynı kulvarlarda tanımlarsak ve ülkesini terk eden
arkadaşımızın muhtemelen Afrika’ya yerleşme kararı
almadığını düşünürsek, o batı ülkelerinde
medeniyetin başlangıcı milliyetçilik olarak
görülür. Tarihte nice toplumlar cehaletin
pençesine düşüp birçok felaketler yaşamalarına
rağmen sahiplenme ve cesaretin getirdiği çalışma
ile ileri refah seviyelerinde bulunmaktadırlar
günümüzde. Çünkü kişiler birey olarak güçlü
insanlar olabilecekleri gibi birlik olduklarında
mucize işlere imza atabilirler. Bizim ülkemizde
ise medeniyet kavramı tam tersi olarak
tanımlanıyor özellikle “Özal döneminden itibaren”.
Bunu batı dünyasıyla eğlence kültürü üzerinden
bağı bulunan az buçuk eğitimli kişilerin
aşağılama, satma ve terk etme kültürü olarak
tanımlayabiliriz. Bu kişilerin ülkeleriyle olan
bağı belki de sadece örtünmelerini engelleyecek
bir kavramı içermesinden ötürü edindikleri Atatürk
Futbol Kulübü taraftarlığından ileri gitmemektedir
ve de medeniyet anlayışları üzerlerine giydikleri
elbiseye veya dinlediği müzik türüne, veya
bilimsel şekilde blogunda ülkeyi terk etme
sebebini anlatmaya indirgenmektedir bu durumda.
Çünkü yanlış ülkede doğmuşuzdur, doğduğumuzdan
itibaren refah ve huzur elimize verilmiş
olmalıdır. Bu da aşırı tüketen, başarıyı kısa
sürede isteyen sabırsız gençliğimizin aynı şekilde
ailesini, çevresini ve ülkesini satıp yenisini
almayı istemesine varıyor gerçekten
Atatürk’ün,
“Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz
çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki
gayelere tamamen erişemediğimizi, fakat asla taviz
vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi
tasdik edeceklerdir.” demiştir, çünkü sanırım kişi
80 yaşına geldiğinde arkasına baktığında ilim,
bilim ve değişim yolunda cesaretle verilen mücade
dolu bir hayatı amacına ulaşmasa bile en değerli
ve anlamlı şekilde yaşanmış bir ömür olarak
görecektir.
Belki de şuan
söylemiş olsaydı o sözü Atatürk, “…ve de
Facebook’tan manifesto yayınlayıp ülkemizi terk
etmediğimizi” diye de eklerdi araya.
Selamlar, iyi
akşamlar
Özge
yazdı:
29 Ekim 2014 at 20:36
Değer
beklemek,fayda sağlamak,fayda görmek sanırım
yazınızın boşluklarını doldurmuş.Bilim kurgu
filmleri bir şeyi gösterir :;vahşiler ve diğer
tarafta ileri olanlar.Bireysel olarak dayanılmaz
acılar çekiyoruz,toplumumuz tam da tarif ettiğiniz
cehalet şarkısını söylüyor.Var olmak ,değerli
olmak yaşamak için yeterli mi?Bütün değerliler
batıya kalanlar bu tarafa.Distopya
gerçekleşiyor.Bu aralar herkes yazıyor.Yazmak
eylemi beraberinde bir sorumluluk taşır
aslında.Hayatınız için güzel olanı yapmanız ne
hoş.Ancak bunun doğruluğunu kanıtlamak için yozluk
karşısında olması gereken budur gibi bir önermeyi
sunmanız ilginç.İçinde yaşamış olduğunuz toplumla
ezen ezilen ilişkisi kurmak,sizinle de başka
toplum ve bireylerin aynı ilişkiyi kuracağının
göstergesidir.
Yusuf
yazdı:
29 Ekim 2014 at 20:31
Esasen
yozlaşma, yapılan cumhuriyet devrimlerinin, ankara
ve diger büyük vilayet merkezleri ile sınırlı
kalması halka inememesi ve siyasilerin bunu halka
indirmek yerine , oy kaygısıyla yapmış oldukları
cahil edebiyatını destekleyecek feodal yapıların
muhafazasina çalışmışlardır. Maalesef cumhuriyetin
ilk yillarinda kazanılmış devinim, ikinci dunya
savaşı ve ardından patlak veren soğuk savas
döneminde ülkeyi korumak adına heba edilmiştir.
Köy Enstitülerinin kapatılması bunun en somut
örneğidir. Böylece devrimlerin daha iyi
anlaşılmasını sağlayacak en büyük olanak yok
edilmiş, ardından hayat pahalılığı ve işsizlik
nedeniyle oluşan köyden sehire göç dalgası ile
sehirde yaşayan ama itilip kakilan hor görülen bir
köylü sınıfı doğmuştur. Bu köylü, kendisine
yapılanlardan, gördüğü haksizliktan mütevelli
nefret dolmuş ve ayrıştırma böylelikle
başlamıştır. Çocuklarını yetiştirmekten aciz
kalmış bir cumhuriyet uzun ömürlü olamaz. Sefalet
ve cahillik bu ülkenin en önemli ve süratle
çözülmesi gereken iki konusudur. Yeni ve geleceğe
güvenle bakabilecek bir nesil yetiştirmek için bu
ülkenin herşeyi sil baştan yapmaya ihtiyacı var.
Eger bu süreç son aakli basindalarin varlığını
sürdürdüğü ve hareket edebilecek yüzdeyi elinde
tuttuğu bu günlerde başlamaz ise herşey yok olur
gider.
Bur Cin
yazdı:
29 Ekim 2014 at 19:59
2011-2012
donemin de Turkiye de yasama sansim oldu,
gorduklerimden, sahit olduklarimdan, gunluk yasam
tarlarinda prensip ve ahlak kurallarini goz ardi
eden kisileri ve neden Turkiyede yasamak
istemedigimi soranlara anlatamadim, siz cok guzel
dile getirmissiniz tesekkurler.
Turkiyede ki
milletinim bir prensip ile yasiyor ve bana utanc
veriyor “Bana dokunmiyan yilan bin yil
yasasin.”
Ali
yazdı:
29 Ekim 2014 at 19:51
Turkiye
buyuyecek ve dunyanin en güçlü devletlerinden
olacak Allahin izniyle sizin gibiler de pişman
olacak
Feylezofriza
yazdı:
29 Ekim 2014 at 19:34
Adam diyor ki
“Dinamikler boyle, bu dinamiklerin onunde
demokratik metodlarla durulamaz, cunku 50%den
fazlasi bu sistemden ya rahatsiz degil, ya da daha
kotu olmasi icin canla basla calisiyor. Yalanla,
darbecilikle, tepeden inmecilikle iktidari ele
gecirmeye calisacak degiliz. O yuzden bosa kurek
cekmeyi birakip, emegimin ziyan olmayacagi yere
gittim. Bari burdakine bi faydam olsun, Turkiyede
dursam kimseye faydam yok.”
Karsisindakiler 3 sekil:
1: “Aha!
Monser iste seni! Sen nasil kucumsersin halki!?
Zaten git gelme sen.” 2: “Yaw tamam da, sen
yanmazsan ben yanmazsam nasil cikar karanliklar
adinliga? Kacip saklanacagina cesur olmak lazim.”
3: “Yaw tamam da, abarttin. Anadolunun mayasi
saglam, durum o kadar da kotu degil. Iyi seyler
oluyor, olacak. Bu halk elbette kendine gelecek
bir gun.”
1inci gruba
laf anlatilmaz. Kore renk anlatamazsin, dogustan
sagira muzik tarif edemezsin. Adamlar irza
tecavuzun, ensestin, din baskisinin, aile ici
siddetin, hirsizligin, yolsuzlugun, ugursuzlugun
icinde yasayip, bu durumun farkinda degillerse
soylenecek soz yok. “Peki canim!” deyip kapatmak
lazim mevzuyu.
2inci gruba
sormak lazim, o dizeyi yazan memleketinde mi olmus
yoksa baska tarafa mi kacmis? Nazim fikirleri
nedeniyle 10 sene hapiste yatti, sonra da siterim
ben boyle askin izdirabini deyip basti gitti. Bu
adam da bunu yapmis. Bunun cesaret veya
korkaklikla bi alakasi yok. Gerceklerle
yuzlesmekle ve gitme imkaninin olup olmamasi ile
alakasi var.
3uncu grup
1inci kadar kotu degil ama Polyanna felsefesi.
Birisi demis: “Tamam butun okullar imam hatip
oldular nerdeyse ama bu gelecekte degismez demek
degil.” Yani, “Allah’tan umut kesilmez.” Peki
kardesim kesilmez de, olmayacak duaya da amin
denmez. Bu okullar matbaa makinasi gibi hoduk
basiyor piyasaya, sen daha “ama belki simdi benim
nasil olacagini hayal edemedigim bir mucizeyle
hersey duzelir” diyorsun. Allah akil fikir versin.
Bi de sen borsa falan oynama bu bakis acisiyla.
Ece M
yazdı:
29 Ekim 2014 at 19:17
Ayrıca
Yurtdışına
gitmenin kolaya kaçmak ve bencillik olduğunu
düşünen gerçek benciller.
Orada ayakta
kalmak o kadar da kolay değil. Siz işinizi düzgün
yapmak için bile rahatınızı bozmayacak kadar
bencilken yepyeni bir düzene alışmak, tanıdığınız
kimse olmadan hayatta kalmak, iş dünyasına girip
kendinize güvendirmek … Bi kayıran olmadan, bir
kısa yol olmadan… Bunlar sizin beceremeyeceğiniz,
yürek gücünüzün ve kapasitenizin yetmeyeceği
şeyler olduğu için meyvalı ağacı taşlıyorsunuz.
Sofranızdaki
çeşit azalmasın diye oy veren bencil makarnacılar,
gidip yurtdışında taneyle meyva sebze alıp israf
etmeyerek kulllanıp mutfak masrafını hakedemezler.
Beceremezler.
Becerebilen
insanlar da bu cahiller yüzünden, şansları
olmadığı için kaçamayabiliyorlar. Onlara karşı
üzülüyorum bir tek, ruh hallerini anlayabiliyorum
Umarım
gurbetçi Türkler olarak daha güçlü olur daha çok
kişinin elinden tutabiliriz bir gün..
Tarihi bu
kadar büyük olan, harika toprakları olan Türk
milletinin bu hale gelmesinden utanıyorum.
Ece M
yazdı:
29 Ekim 2014 at 18:59
elitizmi
maddi olarak kaymak tabaka olmaya bağlayan
cahillerin yorumlarını görüp bir kere daha diyorum
ne kadar doğru bir yazı. Başarılı çalışkan doğru
insanı kıskanan bu zihniyet, o çalışkan kişi
emeğinin karşılığını alınca ya da düzeni
beğenmeyince de kıskanmaya devam ediyor.
Ben doktorum,
yurtdışına gitmeden önce mesleğimi bırakmayı tam 3
kez düşündüm. Ancak geçim kaynağım buydu ve
küfrederek işe gidiyordum. Şu anda görüyorum ki
mesleğime dair sevmediğim her şey bu yoz cahil
insan kitlesi ve zihniyetmiş.
Geçen hafta
İstanbula döndüm. Metro kapısı açılınca çıkanların
inmesini beklemeyen, bu sırada fortlayan,
kendisini geçtim çevresine de saygısı olmadığı
için leş gibi ter kokan, yanındakinin gözü saçı
üstü başı komar mı diye umursamadan sigara içen
hıyarları görünce “iyi ki” dedim yine.
Yurtdışında
Türkiyede olanın iki katı yardımsever insan var.
Orada da yol kaybedince size eşlik edip gösteren,
yeni taşınınca kurabiye yapaıp getiren, hadi
sağlık güvencen yokmuş madem bu aşı bedava olsun
diyen insanlar var. Üstelik samimiyet sınırını
aşıp sırnaşmadan, bir gün bana da yarar mı diye
çıkar düşünmeden yardım ediyorlar. Yabancılar
soğuktur diyenler ya hiçbir yer görmemiştir ya da
gidip gurbette yavşaklıklarının işe yaramamasıyla
daha komplekse kapılmıştır.
Pediatri
servisinde bir çocuğun babası IQ ölçümü
yaptırmıştı. Sonuç:40. Nasıl olur diyorsunuz değil
mi? Varoşla, en alt tabakayla işi olmayan
meslekler bu halkın ne kadar aptal olabileceğini
tahmin bile edemezler.
İyi ve doğru
olanı kötüleyen bu insanlardan kurtulduğum için
her gün şükrediyorum. Kaçmasaydım bu cühela
değişmeyecekti ama ben bu olanları normalize
edecektim. Benim çocuğum ya o minibüsçe ezilecek
ya da minibüsçünün yetiştirdiği (evet burda hakir
mi görüyorsun diye fakir edebiyatı yapan akkılları
duyabiliyorum) çocuk benim çocuğumun arkadaşı
olacaktı.
Biz 1 çocuk
yapıp sayıca azaldıkça cühela 3-5 tane yapıp
onların sorumluluğunu da bize atacaktı. Başka 7-13
çocuk yapıp daha da cahil olan bir kesim var ki
onlara değinmiyorum bile. Kötüye kötü demek suç
oldu ki her kesim bunlara fakir edebiyatı yapıyor.
Gerçekten
milliyetçi olanlar şu anda kendilerini
olabildiğince korur saklarlar.
Benim gibi
insanların az olmadığını ama herkesin kaçma
imkanının olmadığını biliyorum. Sadece onlara
üzülüyorum. Kalıp yem edileceğim kitlenin de
baştakilerle layığını bulduğunu düşünüyorum.
Yazık…
|