“Yenilmek her zaman kaybetmek demek değildir. Spartaküs yenildiği
için Spartaküs’tür; eğer Spartaküs yenseydi adı sanı bilinmeyen
Roma komutanlarından biri olurdu. Spartaküs’ü her kes biliyor
çünkü mücadele edip güzel yenilerek de tarihe geçmek mümkün…”
Bülent Uluer
Yaşamlarını bize ödünç bırakan, ölen -
öldürülen arkadaşlarımızın da söz aldığı kolektif bir anlatı
kitabı. Anlatılan bir sokakta, bir eylemde, bir mekânda, bir
fotoğrafta, kendinle karşılaşıyorsun…
Denizlerin ve Mahirlerin sempatisinin çığ gibi büyüdüğü yıllarda,
sosyalist hareketin en güçlü muhalefet odaklarından biri olan
Dev-Genç’in, önce genel sekreteri, sonra da başkanı olan Bülent
Uluer’in, hatıra bağımlısı olmayan, hatırlı hatıralar kitabı.
Kitap, bir model katliam olarak
nitelendirdiği 16 Mart 1978 İstanbul Üniversitesi Katliamını
hafızalarımızın unutkan köşelerinden çıkartıp devletin o günden
beri değişmeyen tavrını da özetliyor. Yani, “Tarihe bak, Devlete
bak anlarsın!” diyor.
Spartakist Sadık - Nazım Hikmet – Bülent Uluer
Kitap kapılar diyarı sanki. Hangisinden girsen tarih ve sosyalizm,
hangisinden çıksan devrim…
1921’de, İnebolu; Nazım Hikmet’in “hececi şairler" diye bilinen üç
arkadaşıyla birlikte Kurtuluş Savaşına katılmak üzere gizlice
Anadolu’ya geçmek arzusuna ev sahipliği yapar. Orada kendileri
gibi izin bekleyen Spartakist Sadık Ahi ile tanışırlar.
Nazım’ı derinden etkileyerek komünistlik fikrini ilk aşılayan kişi
olan Spartakist Sadık Ahi, Almanya’da eğitim görmüştür. Bir gün
kırmızı atkısını, çok güzel ve coşkulu şiirler okuyan Nazım’ın
boynuna takarak, “Böyle bir boyun atkısı takıp ihtilal nutukları
söylemek, ihtilal şiirleri okumak senin tipine ve manevi bünyene
ne kadar yakışacaktır Nazım” diyerek sözün tarihteki öneminin ilk
habercisi olur. İnebolu bir
zamanlar yedi Ermeni, üç Rum, iki Yahudi kilisesi; üç de camisi
olan bir kasaba. Kasabanın “süzgeçli” kapısından geçen Sadık Ahi
ve Nazım’dan otuz yıl sonra, 1952’de aynı kasabada Bülent Uluer
doğar. Sözün ve ajitasyonun tarihteki nöbetini devralarak…
Kerim
Yaman – Bülent Uluer
23 Ocak 1975’de öldürülen Kerim
Yaman’ın cenazesi morgdan kaçırılıp İstanbul Üniversitesi Merkez
Binaya getirilir ve okul işgal edilir. Boş bir polis arabası
itilip giriş kapısının önü kesilir. Bir genç hiç kimseye sormadan
eline megafonu alıp polis aracının üstüne çıkar ve saatler süren
bir konuşma yapar. Kalabalık gittikçe artar ve elli bin kişiyle
biten bir eylem olarak tarihteki yerini alır. O gün konuşan Bülent
Uluer, kendisinden önceki sosyalist hareketin önderlerinin ve
militanlarının da geçtiği üniversitenin kapısından, söz’ün
tarihteki yerine şahitlik ederek geçer.
Ancak bir ajitasyon efsanesi olarak tarihe geçen en önemli
konuşmasını, işgal edilen Maçka Maden Fakültesi’nde yapar. Ağzına
kadar dolu olan fakültede sabaha kadar yaptığı konuşmada kimse
uyumaz ve Teknik Üniversite o geceden sonra Dev-Genç’in eline
geçer.
Futbolcu ve klarnetçi Bülent Uluer
12 Eylül’de vur emriyle duvarlara resmi
asıldı. Kitleleri harekete geçiren konuşmaları nedeniyle
“Ajitatör Bülent“ ismi takıldı ona. Yüksek rütbeli asker,
diplomat, bürokrat ve toprak ağası bir ailenin çocuğuydu. Çerkez
gelenekleriyle büyüdü. Futbolcuyken sağ bek oynayıp siyasette
solcu oldu. Klarnet çalmayı Sinop cezaevinde öğrenmiş.
Üniversite yıllarında yangından ilk kurtarılacak en değerli eşyası
megafonu ve bir de vazgeçemediği piposudur.
Hayatlarımızda önemli yer tutan mekanlar, yurtlar, üniversiteler
ve belleğimize kazınan katliamlar; ‘kayıtlı’ olduğumuz
siyasetlerin kuruluşları, ayrışmaları; hayatın özeti gibi
fotoğraflar, Filistin Kampları, Mardin Kızıltepe anıları, HDP
milletvekili adylığı ve nice diğer başlıklar; hepsi kitaba dahil…
Kitap bu gün raflarda…
Sezai Sarıoğlu “Bülent Uluer
Anlatıyor” Dipnot yayınları
|