Uzun süre yurt dışında yaşamak zorunda kalmış olan eski Dev-Genç
yöneticilerinden Bülent Uluer ile AlJazeera Türk’ten İrfan
Bozan’ın muhalefetin güncel sorunlarının odağa alındığı
röportajını ilginize sunuyoruz.
Bülent Uluer, 1980 öncesinin sosyalist önderlerinden. Dev- Genç
yöneticiliği yapan Uluer, uzun yıllar yurtdışında yaşamasının
ardından Türkiye’ye döndü. Devrimci Sol’u kuran kadrolardan olan
Uluer Türkiye’ye dönmesinin ardından yasal sosyalist partiler
içinde yer aldı. Uluer, “Bir solcu; Marks’ı, Engels’i, Lenin’i
tabii ki bilecek ama, Gazali’yi, İbn-i Rüşd’ü de bilecek. Eğer
bunları bilmiyorsanız, bu toplumda büyük bir kesimle bağlantı
kuramazsınız” diyor.
Türkiye’de sol neden bir iktidar alternatifi olamıyor?
Önce sol neden iyi bir muhalefet olamıyor, oradan başlayalım. Sol
olarak tarihimizin bütünü itibariyle muhalefet olmayı da
beceremedik. Bunun bir toplumsal arka planı var, bir de sol
örgütlerin kendi gerçekliği var. Bunların ikisi birleştiği zaman
böyle bir sonuç ortaya çıkıyor. Neden Yunanistan’da, İspanya’da,
Fransa’da, Almanya’da sol başarı elde edebiliyor, ya da iyi
muhalefet olabiliyor da burada olmuyor. Bu ülkelerin hepsinde
cuntalara, faşizme karşı direnme gelenekleri var. Syriza faşizme,
cuntaya direnme geleneği olan bir hareket, tesadüfi bir hareket
değil. Türkiye’de de 15-16 Haziran işçi direnişi örneği var yakın
zamanda. Gezi büyük bir canlanmaydı, Zonguldak kömür işçilerinin
büyük Ankara yürüyüşü var. Lokal de olsa, bizde de önemli
direnişler var. Peki, burada niye bir sonuç yok? Türkiye sosyalist
hareketi genç bir hareket. 1920’lere indirgenebilir ama o dönemler
çok az sayıdaki aydının hareketiydi, kitlesel bir hareket olma
özelliğini gösteremedi. Sosyalist hareketin büyüyememesinin en
önemli nedeni de Kemalizm ile bağlantısını koparamamış olmasıdır.
Kemalizm ile bağlantı kurduğunuz zaman devlet ile bağlantı kurmuş
oluyorsunuz. Sosyalistlerin devletle bağının olmaması gerekir.
Sosyalistler devletten âri olabildiği müddetçe kendi
ideolojilerini hâkim hale getirebilirler, topluma ulaştırırlar.
Bizim toplumumuz her ne kadar devlete biat etmiş gibi görünse de,
gerçeklik, devletten çok hoşlanmadığıdır. Türkiye’deki siyasetin
geleneği ittihatçılıkla başlamıştır. Bunun öncesi de Jön Türkler
hareketi ile başlamıştır Meşhur bir laf vardır, ‘Rus edebiyatı
Gogol’un paltosundan çıktı’ diye. Türkiye’deki siyaset de
ittihatçıların kaputundan çıkmıştır. Bu sadece sol için de geçerli
değil, bu sağ için de geçerlidir. İtilafçılar da, İttihatçılar
kadar ittihatçıdırlar. Mehmet Akif de ittihatçıdır, Mustafa Suphi
de ittihatçıdır.
İttihat ve Terakki’nin en büyük muhalifi Hürriyet ve İtilafçılar
da mı ittihatçıdır?
Onların geleneğinde de İttihatçı özelliği vardır. Devlet geleneği
vardır. Devlet âli olarak değerlendirilir ve devlete karşı tavır
almada tereddüt ederler. Sosyalizm ideolojisi, sınıfın
ideolojisidir ve egemenlere karşı en alttakilerin savunulması
gerekir. En alttakileri savunduğunuz zaman en tepede organize
olmuş devletle bağınızın olmaması gerekir.
Sol’un hala devletle bağı var mı?
Zamanla azalarak devam ediyor. Bugünlere doğru gelirken, gene de
bunu devam ettiren, kendine sol diyen örgütler var. Benim
prensibim, biri kendisine sol diyorsa, sol’dur. Benim diyeceğim
bir şey yok, kendisini öyle görüyor demek ki. Burada, tabii bizim
ayırmamız gereken çok önemli şey var. Sol, devrimcilik ve
sosyalizm kavramları beraber kullanılıyor, bu doğru değil. Bir
insan solcu olabilir, devrimci olabilir ama sosyalist olmayabilir.
Ama siz sosyalistseniz solcu ve devrimciliği de içeren bir açıdan
bakarsınız bütün sorunlarınıza. Bizim hep CHP ile beraber
toplanmamız bir haksızlık. CHP sosyal demokrat bile olmamış bir
harekettir. Yani, bizim bir Willy Brandt’ımız, bir Mitterrand’ımız
olmadı. Ecevit de buna dahil. Ecevit’in sosyal demokrasi terimini
kullanmak istememesinin nedeni, sosyal demokrasinin enternasyonale
bağlı olduğunu ve Marksizm kökenli olduğunu bilmesindendir.
Ecevit’in kitleleri peşine taktığı dönemdeki “Toprak işleyenin, su
kullananın” sloganı sol değil miydi?
Toprak ne işleyenin, ne de su kullananın oldu. Böyle bir şey
olamadı. Sloganda kaldı. Bir müddet sonra Ecevit, Devrimci İşçi
Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) döndü, “benim size diyet
borcum yok” dedi. Bunları unutmamak gerekiyor. Ecevit sosyal
demokrat olduğunu da reddetti. Sosyal demokrasinin dahi olmadığı
bir yerde solun gelişebilmesi çok zor. Sosyal demokrasi eğer
Türkiye’de güçlü bir hareket olabilse, sol da güçlü bir hareket
olabilir. Onlarla birlikte toplanacağımıza onlarla birlikte
çıkartılmamız lazım. Ayrı bir kimlik göstermemiz lazım. Bugün
sadece AKP karşıtlığı üzerinden CHP ile beraber olmayı ben doğru
bulmuyorum. Biz kendi rüştümüzü ispat etmeliyiz.
Türkiye’de solcular CHP ile bağını koparmalı mı diyorsunuz?
Evet. Aynen öyle. Bu düşman olunacağı anlamına gelmez. CHP ile
çatışırız anlamına gelmez. Bu CHP ile beraber olmayacağımız
anlamına gelir.
CHP’nin dönüşme, sizin tanımladığınız sol değerlerle buluşma
imkânı yok mu?
Her partinin dönüşmesi mümkün ama bunun için çok şeyi bırakması
gerekiyor. CHP’nin kendi tarihi ile gerçekten yüzleşmesi
gerekiyor. Gemiyi sağa yatırarak bunu sağlamanız mümkün değil. Sağ
adaylar gösterecekseniz ve oy almayı deneyecekseniz sağa oy
verecekler az önce de söylediğim gibi gerçeği varken suretine niye
oy versin.
CHP’nin durumu sağa kayma mı? Yoksa, muhafazakâr politikacılara
alan açarak kendisine mesafeli duran mütedeyyin kitlelerle barışma
adımı mı?
O barışmanın böyle olacağını zannetmiyorum. Sağdaki bir takım
insanları bünyenize alarak barışmayı sağlayamazsınız.
Barışacaksanız, mütedeyyin insanlar üzerinde kullandığınız
kelimelere, toplumla kurduğunuz irtibatta ki dilinize, davranış
biçiminize dikkat etmeniz lazım.
Ne yapabilir CHP?
Söylemini değiştirmesi gerekiyor. Kendi içindeki ulusalcı ekibi
tasfiye etmesi gerekiyor. Daha toplumsal bir dil kullanması
gerekiyor, ilişkiler ağını geliştirmesi gerekiyor. CHP memur,
kasaba eşrafı gibi insanlara dayanarak örgütlenmiş bir örgüt. Bu
örgütlenme biçimini değiştirmesi gerekiyor, sendikalarla daha
yakın olması lazım. Tabii, sendika denilince 80 öncesi gibi
sendikalar da kalmadı maalesef.
DİSK’in eski başkanı ve genel sekreteri şu anda CHP’de
milletvekili. Bu buluşma değil mi?
Değil. Bu sendikalarla buluşma değil. Sendikalarla buluşma,
Yunanistan’da Syriza’nın yaptığı gibi 22 maddelik bir programla
olur. CHP’nin böyle bir programı yok. Hâlâ, Dersim’in bir katliam
olduğunu kabul etmeyen bir CHP ile karşı karşıyayız. Ermeni
sorununda ne diyor, çok tartışılır, Kürt sorununda ne diyor, çok
tartışılır. Syriza’nın ilk yaptığı şey, Gümülcine’deki Türklere
ana dilde eğitim hakkı tanıması oldu. Burada, anadilde eğitim
hakkını CHP tanıyor mu? Tanımıyor. Kürt sorunu söz konusu
olduğunda birden bire eski hisleri galeyana geliyor.
CHP için çıkış nerede, kimlik politikalarına mı yönelmeli?
Türkiye’de herkes kimlik politikaları üzerine yoğunlaşmak
mecburiyetinde. Ben şunu diyorum; kimliğinin acısını çekmemiş
insan, kimlik politikasının ne olduğunu, neden ihtiyaç duyduğunu
anlayamaz. Bunu hissetmiyorlar. Hâlâ, “kimlik üzerinden politika
yapmayacağız” diyorlar. Hayır, yapmak mecburiyetindesiniz. Bu bir
gerçeklik artık. “Cumhuriyeti biz kurduk” söyleminden vazgeçmeleri
lazım. Bu Cumhuriyet’i burada yaşayan halklar kurdu.
Türkiye’de kimlik politikaları ile yürümek bir partiyi iktidar
alternatifi yapar mı? Daha da ötesi iktidar getirir mi?
Burada iktidar getirir sorusuna itirazım var. İktidar
getirmeyebilir ama çok başarılı bir muhalefet olmanız
sağlanabilir. Her şeyi iktidar olmak için yaptığınız taktirde
yalan söylemek durumunda kalabilirsiniz. Şunu tercih edecek miyiz?
‘İktidara gelmek için her düzenbazlığı yaparız’ diyecek miyiz?
Bunu kabul etmemek gerekiyor. Biz iktidara gelmeyebiliriz ama
toplumla uzlaşırız. Toplumla kaynaşırız ama bu bizi bu muhalefette
tutar. Tutarsa tutar, ama iyi bir muhalefet olursunuz, iyi bir
muhalefet olmadan iktidar olunmaz. AKP’nin kökeni Milli Görüş
yıllarca muhalefet oldu. Düşük yüzdelerde durdular. Bugünkü
başarılarının arkasında yıllardır muhalefette söyledikleri var.
Türkiye’de ciddi kimlik sorunu yaşayan toplulukları CHP ıskaladı
mı diyorsunuz?
CHP’nin kulakları bunlara tıkalı ve bunları yok kabul ediyor.
Bunları kabul ederse kendi tabanlarının ürkeceğinden çekiniyor.
Kendi tabanlarının bu güne kadar gördüğü ana eğilim, böyle bir
şeyin olmadığı üzerine.
Eski Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu CHP’de milletvekili,
Milli Görüş Hareketi’nin önemli isimlerinden Mehmet Bekaroğlu
CHP’den davet aldı, partili oldu. Bu çabaları nasıl okumak lazım?
Çabalar var, haksızlık etmemek lazım ama bir yere kadar
geliyorlar. Bir yere kadar geldikten sonra o söylediklerini
tamamen reddeden başka bir yere gidiyorlar. Gelip gelip geri
gidiyorlar. Tabanlarından ürküyorlar. Oysa bundan ürkmemek lazım.
Kemal Kılıçdaroğlu, Dersim katliamını kabul etmiyor.
CHP’nin daha soluna bakarsak, sizin de kendinizi içinde
tanımladığınız sosyalist sol, kimlik politikaları konusunda ne
aşamada?
Bizim de sorunumuz, devletle olan bağımızı tamamen kesmekle
problem yaşamamız. Meselâ; arkadaşlarımız hayatlarını verdiler,
işkenceler gördüler, devletle hakikaten ciddi çatışmalar
yaşadılar. Bunlar gerçek, bunları reddetmemek gerekiyor. Onların
hepsine Allah’tan rahmet diliyorum. Buna rağmen bir yere geldiği
andan itibaren, Kürt sorunu gibi sorunlara geldiği andan itibaren
geriye doğru gidiş oluyor. Genel olarak bakıldığında solun
devletle ilişkisi azalıyor. Aslında bir tarafta azalırken bir
tarafta da kadim hale geliyor. Yani, bir kesimde devlet daha da
katı savunuluyor. Burada ulusalcı solu kastediyorum. Ulusalcı
solcular geçmişte söylediklerinden çok daha fanatik şeyler
söylemeye başladılar. İlişkimiz de tamamen kopmuş durumda.
Türkiye’de sol hareket ilk defa gerçek bölünmeyi yaşıyor. Bu
zamana kadar olan bölünmelerde farklılıklar vardı, giderilebilirdi
ama bugün yaşanan bölünme, bu ulusalcı sol ile diğer solun ayrımı
gerçek bir bölünme ve bu bölünmenin olması lazım.
Hayırlı bir bölünmedir mi diyorsunuz?
Evet hayırlıdır. Bu gerçek bir ayırımdır. Bu gerçek ayırım
üzerinden iki taraf da yoluna devam etsin. Birbirimize takoz
olmayalım. İkisi de berabermiş gibi yapıp, beraber olmanın bir
anlamı yok. Öbür taraf devletle ve onun egemen ideolojisi Kemalizm
ile bağını artırdı, diğer tarafsa bu bağını asgariye indirdi,
tamamen koptuğunu söylemek zor ama kopma yoluna girdi. Biz bu
günlerde bunu yaşıyoruz. Bu hızla da derinleşecek.
Türkiye’de merkez ya da sosyalist solun muhafazakâr kesimleri ikna
edemediğine dair yaygın bir kanaat var. Buna katılıyor musunuz?
Türkiye’de sosyalist hareketin Müslümanlık ve din konusunda
bilgisi çok az. Bu büyük bir handikap yaratıyor. Bir solcu;
Marks’ı, Engels’i, Lenin’i tabii ki bilecek ama, Gazali’yi, İbn-i
Rüşd’ü de bilecek. Eğer bunları bilmiyorsanız, ben Kastamonuluyum,
Kastamonu’da hiçbir şey anlatamazsınız. Eğer bunlar hakkında yorum
yapacak kadar asgari bilgiye sahip değilseniz bizim köydeki
kahvelerde konuşsanız kimse sizi dinlemez. Bunları bilmek
mecburiyetindesiniz. Bunları bilmediğiniz, ‘bunlardan bana ne’
dediğiniz takdirde, bu toplumda büyük bir kesim ile bağlantı
kuramazsınız
Sol’un çıkışı kimlik politikalarında mı yoksa sınıf
politikalarında mı?
Kimlik ve sınıfı birbirinden ayırmayalım, kimlik ile de sınıf
politikaları ile de beraber yürüme şansımız vardır. Şunu bilmek
gerekir ki, toplumda her şey sınıfsal değildir. Siyahların sorunu
sınıfsal değildir, kadınların sorunu sınıfsal değildir, cinsel
tercihlerini muhtelif şekilde kullananların tercihi sınıfsal
değildir. Her şeyi sınıfa indirdiğiniz zaman hakikaten çok
daralırsınız. Diğer insanların haklarını da heba edersiniz. Bu
toplumda sorunu olan, yaşamını sürdürmekte güçlük çeken herkesin
sorununu kendi sorununuz yapmanız gerekiyor. Ancak böyle
çoğalabiliriz. Solun, hemen kazanma, iktidar olma iddiasından da
vazgeçmesi gerekiyor. Biz topluma bir proje sunalım, toplumun
içinde yaşayarak, onlarla beraber proje üretelim. Biz bir proje
üretip, ‘bakın, size ne güzel reçete hazırladık, gelin yapalım’
dememeliyiz.
|