...................
GEZMEDE

Yohann Wolfgang von Goethe
Çeviri: Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak
FAUST, İstanbul Kitapevi, 1973

                         
...................
...................

Bir kaç çırak: Ne diye oraya gidiyoruz?

Başka, çıraklar: Biz, avcı yurduna gidiyoruz.

İlk çıraklar: Biz de değirmene doğru gitmek istiyoruz,

Bir çırak: Size havuzlu kahveyi öğütlerim.

İkinci çırak: Oranın yolu hiç güzel değil!

Ötekiler: Sen ne yapıyorsun?

Üçüncü çırak: Ben arkadaşlarla gidiyorum.

Dördüncü çırak: Kule köyüne gidin. Kızların en güzelini, biranın en alasını, dövüşün de en daniskasını orada bulursunuz.

Beşinci çırak: Keyf düşkünü herif, derin yine mi kaşınıyor? Ben oradan nefret ederim!

Hizmetçi kız: Hayır hayır, ben şehre dönüyorum.

Başka hizmetçiler: Onu kavaklarda buluruz herhalde.

İlk hizmetçi kız: O beni açmaz. Hep senin yanında yürür ve yalnız seninle dans eder. Senin keyfinden hana ne?

İkinci hizmetçi: Bugün herhalde yalnız değildir. Kıvırcık saçlı gencin beraber olacağım söylüyordu.

Öğrenci: Şu yürekli kızların yürüyüşüne bak. Yıldırım gibi. Gel beraber şunları izleyelim. Okkalı bir bira, keskin bir tü­tün, ve süslü bir kız. Bana keyf verenler de bunlar!

Şehirli kız: Şu güzel delikanlılara bakın! Bu, gerçekten bir rezalet. En iyi refakate sahip olabilirlerdi, halbuki hizmetçilerin peşinde koşuyorlar.

İsa'nın son akşam yemeğine telmih.

İkinci öğrenci (birinciye): Bu kadar acele etme, şu arkadan iki kız geliyor, pek şık giyinmişler, birisi benim komşum, tutkunum o kıza. Ciddi ciddi yürüyüp gidiyorlar ama sonunda bizi yanlarına kabul ederler.

İlk öğrenci: Hayır birader, hayır. Ben tekellüfü sevmem. Çabuk ol da avımızı kaçırmayalım. Cumartesi günü süpürge sallayan el, pazar günü seni en iyi okşayacak eldir!

Şehirli: Hayır, yeni belediye başkanını beğenmiyorum, işte karşıda. Gün geçtikçe daha tersleşiyor. Şehre ne faydası oluyor bunun? İşler günden güne bozulmuyor mu? Her zamandan fazla itaate ve her zamandan fazla vergi ödemeye zorunlu kalıyoruz.

Dilenci:  (Mani söyler.)
İyi kalpli baylar,
Güzel bayanlar,
Dilerim kutlu bayramlar,
Lütfen yüzüme bakın
Ve beni dardan kurtarın.
Boşa gitmesin bu şarkılar,
Sadaka veren ne bahtiyar!
Bayram yaparken herkes,
Sevinsin biraz da şu bikes!
Sevincinden bayramın
Bana da bir pay ayırın!

Başka bir şehirli: Pazar ve bayram günleri savaştan ve muharebe patırtısından daha tatlı bir konuşma bilmem! Ta uzaklarda, Türkiye'de, milletlerin birbirleriyle vuruşmasını konuşmak ne zevkli! insan pencereye yaslanır, şarabını çeker, nehirde çeşit çeşit gemilerin akıp gidişini seyreder. Akşam olunca, neşeyle eve döner. Ve barışı ve barış zamanlarını takdis eder.

Üçüncü şehirli: Evet komşum, ben de öyle yaparım. Varsın herkes birbirinin kafasını paralasın. Ve her şey altüst olsun! Yeter ki bizim evde her şey yerli yerinde kalsın.

Yaşlı adam (Kibar kızlara): Aman ne süslenmiş, körpe kız! Kim size vurulmaz? Ama o kadar kibirlenme, sizin ne istediğinizi ben bilirdim ama!

Şehirli kız: Agate, haydi, böyle acuzelerle sokağa çıkmam ben. Gerçi o Sen Andreas gecesinde müstakbel sevgilimi bana göstermiştin, ama!

Başka bir kız: Müstakbel sevgilimi bana da camın içinde göstermişti. Cesur arkadaşlarının yananda asker gibi dimdik birisi. Ama o zamandan beri etrafıma bakmıyorum, öyle birini göremiyorum.

Askerler: Ben askerim, Kuleli, siperli kaleler, Güzel ve nazlı kızlar, Fethetmek isterim. Ne hoştur bu emekler, Ve ne parlak ödüller, işte geçiyor erler!

Barışta ve savaşta,
Boru seslerimiz çınlamalı,
Kaleler ve güzel kızlar
Bizim olmalı.
Ne hoş bu emekler,
Ve ne parlak ödüller, işte geçiyor erler!

Waust, Wagner'le

Faust: İlk baharın sevimli ve diriltici bakışıyla dereler ve ırmaklar buzdan kurtulmuş, vadilerde bir umut saadeti yeşeriyor. İhtiyar kış zaaf içinde, yalçın dağlara çekilmiş. Yeşillen meye başlayan vadilere oradan geçici, cansız, buz sağanakları yollayabiliyor. Fakat güneş artık beyaza müsamaha etmiyor. Her yerde yeni bir hayat yeşeriyor. Güneş her yeri renklerle bezemek istiyor. Henüz kırlarda çiçek görünmüyorsa da, süslü insanlara rastlanıyor. Bu tepelerden yüzünü şehre çevir de bak. Geniş, karanlık şehir kapısından rengarenk bir kafile geliyor. Bugün herkes güneşlenmek istiyor. Halk İsa'nın dirilişini kutluyor. Çünkü kendileri de dirilmişlerdir! Basık evlerden, loş izbelerden, damların ve çatıların baskısından, kutsal gecelerin kiliselerinden gün ışığına çıkmışlardır.

Bak işte, bahçe ve kırlara nasıl birbirini ezercesine doluyorlar. Irmak da, enine boyuna yüzen şen sandallar görünüyor. Batacak kadar dolmuş olan son kayık önümüzden geçiyor. Uzak dağ patikalarında bile renkler pırıldıyor. Artık köy seslerini duymuyorum. Burası halkın gerçek cenneti. Büyük, küçük herkes ''ben burada insanım, burada insan olmak hakkımdır'' diye coşuyor.

Wagner: Bay doktor, sizinle yürüyüşe çıkmak hem şerefli, hem de faydalı oluyor, ben yalnız buralara gelmeyi ve kalabalığa karışmayı sevmem. Çünkü her kalabalığa düşmanım. Keman zırıltısı, bağırıp çağırma, top yuvarlama patırtılarından tiksinirim. Sanki kötü ruhların emrindeymiş gibi tepiniyorlar, ve bunun adına keyf çatma ve şarkı söyleme diyorlar.

Köylüler (Ihlamur ağacının altında oyun ve terennüm):

Çoban cepkenini giydi,
Dansa gitti.
''Eğlence böyle olur'', dedi!
Ihlamurun dört bir yanı hemen doldu,
Herkes çılgın bir dansa koyuldu
Yuh hey, yuh hey!
Şen tur böyle gidiyordu,
Çoban, ite kaka, ilerliyordu,
Derken dirseğile, bir kıza çarptı,
Genç kız ''budala'' diye ona çattı,
Yuh hey, yuh hey!

Bir sağa bir sola dans yürüdü
Ve bütün etekler havaya uçtu,
Yanaklar kızardı, vücutlar ısındı
Sevgililer böyle kucaklaştı.
Yuh hey, yuh hey!

Baş başa verip fısıldanmayın öyle
Nice gençler nişanlısını aldatmadı mı böyle
Kandırmadı mı onu bir türküyle,
Yankılar kalıyor ıhlamurlarda.
Yuh hey, yuh hey!

Yaşü köylü: Bay doktor, böyle bir günde, büyük bir bilgin olarak, bu kalabalığın içine katılışınız ne lütufkarlık! Buna şükran olarak size taze şarapla doldurduğumuz şişelerin en güzelini sunuyorum. Ve temenni ediyorum ki, o yalnız susuzluğunuzu dindirmekle kalmasın, her damlası, ömrünüze ömür katsın.

Faust: Serinletici içkiyi alıyorum, ve size teşekkür ediyor ve esenlik diliyorum.

{Halk; Faust'un etrafında halkalanır.)

Yaşlı köylü: Gerçekten, bu mutlu günümüzde yanımıza gelmekle pek iyi ettiniz. Siz kötü günlerimizde de yanımızda bulunmuştunuz. Aramızda niceleri vardır ki, veba salgınını durduran babanız, ecelin elinden çekip kurtarmıştır Siz, o zaman genç bir adamdınız. Her hasta evine uğrardınız. Oradan çoklarının cenazeleri çıkardı. Siz ise sağ ve salim çıkardınız. Nice güç imtihanları başarmıştınız. Kurtarıcımıza göklerdeki kurtarıcı yardım ediyordu.

Köylüler (Hep birden): İyiliğini gördüğümüz zate esenlik ve daha uzun zaman yardım etme olanağını bulmasını dileriz.

(Faust Wagner'le yürüyüşe devam eder.)

Faust: Göklerdeki yardımcının ve bize yardım gönderen ve yardım etmeyi öğretenin karşısında eğiliniz.

Wagner: Ey büyük adam, bu halkan hürmeti karşısında kim bilir nasıl duygulanıyorsun? Kabiliyetini böyle kullanabilenlere ne mutlu! Babalar oğullarına seni gösteriyor. Herkes seni soruyor, sana koşuyor. Kemanlar susuyor, dans duruyor, karşına sıralanıyorlar, sen yürürken kasketler havaya uçuyor. Nerde ise, veli huzurunda imiş gibi diz çökecekler.

Faust: Bir kaç adım yukarıdaki kayanın dibinde mola verelim, işte şurada, çok defa yalnız, düşüncelere dalar ve ibadet ve oruçla kendimi tazib ederdim. Zengin bir umut, sağlam bir iman ile gözyaşı dökerek içimi çeker, ellerimi ovuşturur, göklerin tanrısından vebaya son vermesini niyaz ederdim, Halkın bu gösterisi, bana şimdi alay gibi geliyor. Bizim baba oğul, bu şerefe ne kadar az layık olduğumuzu içimde okuyabilsen!

Babam, şerefli ve esrarengiz bir adamdı. Tabiat ve onun kutsal çevreleri hakkında samimiyetle, ama kendine göre, derin derin düşünürdü. Yanında simyacılarla karanlık bir odaya kapanır, ve karma karışık formüllere göre o iğrenç ilacı hazırlardı. Cesur bir güveyi olan kırmızı arslanı, ılık suda zambakla evlendirir, sonra açıkta yanan bir alevle onları bir zifaf odasından ötekine geçirirdi. Sonra şişenin içinde renk renk, genç ece görünürdü, işte babamın ilacı buydu. Ama içen hasta ölürdü. Kimin şifa bulduğunu soran yoktu! İşte biz, baba oğul, bu cehennemi şurupla bu vadilerde ve tepelerde, ortalığı vebadan daha şiddetli kasıp kavurduk. Ben kendim, ilacı binlerce insana verdim. Hepsi öldüler. Küstah katillerin övüldüğünü görmek de başıma geliyor.

Wagner: Buna ne diye üzülüyorsunuz? İyi bir insan, kendisine öğretilen sanatı vicdani ve tam bir tarzda uygulamakla görevini yapmış olmaz mı

Gençliğinde babana saygı gösterirsen, ondan sevgi görürsün ve büyüdüğünde ilme hizmet edersen, oğlun daha ileri hedeflere ulaşır.

Faust: Ah! Bu aldanış deryasından çıkıp kurtulmayı umabilenlere ne mutlu! insan neyi bilmezse ona ihtiyacı oluyor, ve neyi bilirse onu kullanamıyor! Ama bırak, şu güzel saat­leri bu hüzünlerle harap etmeyelim!

Bak, yeşil çevreli kulübeler akşam güneşinde nasıl  parıldıyor. Günün ömrü tükeniyor. Güneş çekiliyor, batıya yö­neliyor, oraya yeni bir hayat bahşediyor.

Ah... Güneşi daima izlemek için beni yerden kaldıracak kanadım yok. Olsaydı, ebedi akşam kızıllığında huzur içindeki dünyayı ayaklarımın altında hissedecek, bütün tepeleri kızarmış, bütün vadileri sükuna kavuşmuş ve gümüş ırmağı, altın nehre akar görecektim. Artık vahşi dağlar, bütün uçurumlar ile, üluhiyete benzeyen bu yürüyüşe engel olamayacaktı.

Daha şimdiden, deniz ılık körfezler ile hayran gözlerime açılıyor. Ama, ilahe artık batmış görünüyor. Yalnız içimde yeni bir arzu uyanıyor. Önümde gündüz, arkamda gece, üstümde gök, altımda dalgalar, onun ebedi ışığını içmek iğin koşuyorum.

Güneş batarken ne güzel bir hülyaya dalıyor insan!

Heyhat, ruhun kanatlarına, bedenin kanatlan o kadar kolay uyamıyor! Ama, üstümüzde mavi boşluklarda uçan tarla kuşu, şakrak ses ile öter, çamlı yalçın tepeler üstünde kartal, kanatlarını açıp gerer ve ibibik kuşu, denizler ve vadiler üstünden yuvasına dönerken, duygularımızın yukarılara, ilerlere yükselmesi, doğuştan alışkanlığımızdır.

Wagner: Benim de böyle derin derin düşündüğüm saatler olmuştur. Ama böyle bir şey hiç duymadım. Kırları ve ormanları zevkle seyretmekten çabuk bıkarız. Kuşun oyunlarına ise, hiç imrenmem. Ama fikri zevkler, bizi kitaptan kitaba, sahifeden sahifeye nasıl başka türlü taşır! O zaman kış geceleri aziz ve güzel olur. Tatlı bir duygu organlarımıza sıcaklık verir. Ve hele bir de kağıt tomar mı açtın mı, bütün gökler yanına inmiş gibi olur.

Faust: Sen yalnız bir emel biliyorsun. Ötekini hiç öğrenme! Ah... Benim göğsümde iki ruh vardır. Birisi Öbüründen ayrılmak ister-. Birisi şiddetli bir aşk zevk ile ve bütün organlar ile, dünya hayatına yapışır. Diğeri ise, toz toprak içinden fırlayıp ulu atalar diyarına yükselmek ister. Ah... Yerle gök arasında hakimane mekik dokuyan ruhlar varsa, nefis kokulu yuvalarından yere inseler ve beni yeni ve renkli bir hayata ulaştırsalar. Evet, bir büyülü cübbem olsaydı da, beni yabancı diyarlara uçursaydı. O bana en zarif elbiselerden, hatta bir ıcıral mantosundan daha kıymetli gelirdi!

Wagner: Sisli bir daire içinde sel gibi yayılan ve her taraftan insana bin çeşit felaket getiren o güruhu çağırma. Kuzey'den kopup gelen cinler, ok gibi sivri dilleri ve keskin dişler ile sana saldırırlar.

Doğu'dan gelenler, her tarafı kurutarak ciğerlerini oyarlar güneyden gelenler, çölden tepene dalga dalga alev yağdırırlar. Batı güruhu ise Önce serinlik verir, sonra seni de tarla tapanı da suya boğarlar. Onlar kötülük yapmaktan ve bizi kandırmaktan hoşlandıkları için itaat eder görünmeyi severler ve gökten inmiş gibi bir tavır takınırlar. Ve yalan söylerken melekler gibi kulağımıza fısıldarlar.

Ama artık yolumuza koyulalım. Ortalık karardı. Hava serinledi. Sis iniyor. İnsan, evin kıymetini akşam daha iyi anlıyor.

Ne duruyorsun öyle? Şaşkın, uzaklara bakışın neden? Akşam esmerliğinde sana böyle dokunan şey nedir?

Faust: Ekinlerin içinde dolaşan şu kara finoyu görüyor musun ?

Wagner:  Çoktan görüyorum ama aldırmıyorum.

Faust: Ona iyi bak. Ne olduğunu tahmin edersin?

Wagner: Kendi tarzında efendisinin izini arayan bir fino.

Faust: Etrafımızda geniş helezonlar çizerek bize yaklaştığını görüyor musun?

Wagner: Ben bir siyah finodan başka bir şey görmüyorum. Sizin bir görme galatınız olacak.

Faust: Bana öyle geliyor ki, ayaklarımızın etrafına bir bağ çekmek için usulca sihirli düğümler atıyor.

Wagner: Ben, efendisinin yerinde iki yabancı gördüğü için, güvensiz ve korkulu, bir köpeğin etrafımızda sıçradığını görüyorum.

Faust: Çember daralıyor. İşte bize çok yaklaştı.

Wagner: Gördüğün bir hayalet değil. Şüphelenerek üren, karnını yere sürten, kuyruğunu sallayan bir köpek. Bunlar, hep köpek huylan.

Faust: Buraya gel, bize arkadaş ol.

Wagner: Pek maskara bir hayvan. Sen durdun mu o bekler, ona bir şey söylersin, sana tırmanır. Bir şey kaybet getirir. Bir değneğin ardından suya atlar.

Faust: Sen haklısın. Onda ruhtan bir eser görmüyorum. Hepsi alıştırmadan ibaret.

Wagner: İyi terbiye edilmiş bir köpeği, bir hakim bile beğenir. Öğrencilerin akıllı arkadaşı olan o hayvan, senin sevgine de layıktır.

Şehir kapısından geçerler. Faust, finosu ile beraber, okuma odasında.

Faust: İçimizde, sezişlerle dolu, kutsal bir korku ve bir iyilik hissi uyandıran gecenin kapladığı kırları ve bayırları bıraktım. Artık vahşi istekler ve her türlü huzursuzluklar uykuya dalmıştır, insan sevgisi harekete geçmiştir. Allah sevgisi uyanmıştır.

Köpeğim, uslu dur! Oraya buraya koşup durma. Kapının eşiğinde ne kokluyorsun Öyle? Sobanın arkasına yat. Yastıklarımın en yumuşağını sana veriyorum. Dışarıda, dağ yollarında koşup sıçrayarak bizi eğlendirmiş olmana karşılık, şimdi ben de seni makbul ve uslu bir konuğum olarak ağırlayacağım.

Ah... Dar hücremizde lamba sevimli ışığını serpmeye başlayınca, göğsümüz ferahlıyor. Kendi kendisini bulan kalbimiz huzura eriyor. Akıl yine hakim olmaya ve umutlar yeşermeye başlıyor, insan hayat pınarlarına özlem duyuyor. Ah... Bu özlem!

Köpeğim, mırıldanma. Şimdi bütün ruhumu kaplayan kutsal seslere köpek sesi uymaz, insanların anlamadıkları şeyle alay etmelerine ve çok defa kendilerine üzüntü veren iyi ve güzel kargısında homurdanmalarına alışığız. Köpek de onlar gibi mırıldanıyor!

Fakat heyhat, bütün iyi niyetime rağmen, gönlümde bir tatmin bulamıyorum. Ama nehir neden kuruyor da, biz yine susuzluğa mahkum oluyoruz?

Bu hususta çok denemelerim var. Ama bu noksan telafi edilebilir. Dünya ötesini takdir etmeyi öğreniyor ve Ahdi cecidde en güzel ve en vakarlı ifadesini bulmuş olan bu ilahi tebliğe özlem çekiyoruz. Esas metnini elime almak ve bu kut­sal metni samimi bir duyguyla sevgili Almanca'ya tercüme etmek arzusunu duyuyorum.

(Kitabı açar ve okumaya başlar.)

''Başlangıçta söz verdi'' diye yazılı. Daha ilk satırda takılıyorum. Okumaya devam etmem için bana kim yardım eder? Söze bu kadar yüksek değer vermeye imkan yok. Aklımı kullanarak onu başka türlü çevirmeliyim.

''Başlangıçta anlam vardı''. Bu satırda iyi düşün. Kalemin pek hızlı yürümesin. Her varlığı yaratan ve birleştiren şey, anlam mıdır? Daha doğrusu ''başlangıçta kuvvet vardı'' demekti. Ama bunu yazarken de böyle bırakmaktan beni men ediyor bir şey. Ruh yardım ediyor bana. Birdenbire il­hama kavuşuyor meseleyi çözüyorum. Ve iç rahatlığı ile ''başlangıçta fiil ve icraat vardı'' diye yazıyorum.

Fino, odayı seninle paylaşacaksam hırlamayı, vızlamayı bırak. Yakınımda böyle can sıkan birisine tahammülüm yok. Birimizden birisi odayı terk etmeli. Konukseverlik hakkını istemeyerek kaldırıyorum. Kapı açık.  Çıkmakta  serbestsin.

Ama, ne görüyorum? Tabiatta böyle şey olağan mı? Bir hayalet mi bir gerçeklik mi o? Köpek nasıl uzuyor, genişliyor, ve yerinden zorla kalkıyor. Bu bir köpek vücuduna ben­zemiyor artık. Eve nasıl bir hayalet getirmişim?

Ateşli gözleri, korkunç dişler ile bir Nil aygırına benziyor. O... Ben seni biliyorum. Böyle bir cehennem zebanisinin hak­kından ancak ''Süleyman anahtarı'' gelir.

Koridorda periler:

İçerde birisi mahpus,
Girme yanına sus!
Faka basmış bir tilkiye benziyor,
İçerdeki vaşak korkudan titriyor!
Ama dikkat!
Uçuşun, yukarıya aşağıya,
Oraya buraya,
İsterseniz ödemek ona borcunuzu,
Hapiste bırakmayın kurtarıcınızı!

Faust: Şu hayvanla karşılaşabilmek için dörtlü maniye ihtiyacım var.

Semender tutuşsun,
Su perisi bükülsün,
Hava perisi yok olsun,
Cin de uğraşsın dursun!

Elemanları, onların niteliklerini ve kuvvetlerini tanımıyanlar ruhlara hakim olamaz.

Semender yok ol alevde,
Su perisi, titre büzül de,
Hava perisi, ışılda gök de
Cin, sen de beni destekle öyle.

Köpekte bu dörtlerden hiç birisi yok! Sakin yatıyor ve bana sırıtıyor. Henüz ona acı vermedim,ama daha tesirli büyüler yapayım da görsün!

Arkadaş, sen bir Cehennem kaçkını mısın? Öyle ise kara hayaletlerin Önünde eğildikleri şu işarete bir bak! İşte tüylerin kabarmaya başladı. Her yerden atılmış yaratık. Hiç bir zaman doğmamış, tarifi imkansız, bütün göklerden atılmış ve alçakça hançerlenmiş olan ona hiç bakabiliri misin?

Sobanın ardına tıkılmış, bir fil gibi şişiyor, bütün odayı dolduruyor. Artık nerede ise sis halinde eriyecek.

Tavana kadar çıkma. Efendinin ayaklarında yat. Görüyorsun, seni kuru kuruya korkutmuyorum.

Sem: Kutsal alevle dağlıyorum. Üç defa kırmızı ateşi ve becerikliliğimin en güçlüsünü göstermeme lüzum bırakmadan itaat et.

(Sis dağılırken, bir orta çağ çömezi kıyafetinde Mefisto, sobanın arkasında görünür.)

Bu gürültü ne? Efendime ne hizmette bulunabilirim?

Faust: Finonun aslı buymuş demek! Gezgin bir çömez. İşte buna gülerim.

Mefisto: Bilgin üstadı selamlarım. Beni çok terlettiniz.

Faust: Senin adın ne?

Mefisto: Sözü o kadar küçümseyen ve görünüşten uzaklaşarak isin derinliğine dalmak isteyen birisinin ağzından bu söz bana pek yavan görünüyor.

Faust: Efendiler, sizin gibilerinin içyüzünü adlarından anlamak mümkündür. Size ifrit, arabozucu, yalancı denirse kim olduğunuz anlaşılmış olur. Peki ama sen kimsin?

Mefisto: Daima kötülük yapmak istediği halde, hep iyilik yapan o kuvvetin bir parçasıyım.

Faust: Bu bilmece ile ne demek istiyorsun?

Mefisto: Ben, daima inkar eden bir ruhum. Bunda da haklıyım. Çünkü yaratılan her şey, mahvolmaya layıktır. Onun için hiç bir şey yaratılmasa daha iyi olurdu. İşte sizin günah, yıkıcılık, kısaca kötülük dediğiniz şeyler, benim asıl unsurumdur.

Faust: Sen kendine parçayım diyorsun. Oysa karşımda bir bütün olarak duruyorsun.

Mefisto: Sana basit bir gerçeği söylüyorum. İnsan, bu küçük delilik alemi, kendisini bütün sayıyorsa, ben baş­langıçta her şey olan parçanın bir parçasıyım. Aydınlığı doğurmuş olan karanlığın bir parçasıyım. O mağrur aydınlık ki kendisini doğurmuş olan karanlığın elinden yerini ve fezasını almak ister; a başaramaz. Çünkü ne kadar uğraşsa cisimlere yapışır kalır. O, cisimlerden fışkırır. Cisimleri güzelleştirir. Yörüngesinde onu bir cisim durdurur. Ve umarım ki çok geçmez cisimlerle birlikte yok olur.

Faust: Senin necip görevlerini şimdi anladım. Sen büyük şeyleri mahvedemezsin. Küçüklere musallat olursun.

Mefisto: Elbette böylece çok bir şey yapmış olmuyorum. Yokluğun karşısına çıkan bu battal dünyaya, dalgalar, fırtınalar, zelzeleler, yangınlarla nelere teşebbüs ettiysem, yine bir şey yapamadım. Sonunda kara ve deniz yerinde kalıyor Hele o mel'un hayvan ve insan nesli yok mu? Ona hiç bir şey yapı­lamıyor. Ne kadar çoğunu gömdüm, yine de yeni ve taze bir kan devredip duruyor. Bu böyle giderse çıldıracağım! Kuruda, yaşta, soğukta, sıcakta, havada, suda, topraktan binlerle tohum filizleniyor. Eğer alevi de kendime saklamamış olsay­dım, bende pek bir şey kalmayacaktı.

Faust: Sen daima hareketli, şifalandırıcı ve yaratıcı kuvvetin karşısına hile ile sıkılmış ifrit yumruğunu beyhude sal­lıyorsun. Hercümercin garip evladı, kendine başka bir iş ara!

Mefisto: Gelecek seferler bu konuda daha fazla görüşürüz. Bu defalık gidebilir miyim?

Faust: Niçin sorduğunu anlamıyorum. Seni artık tanımış oldum. İstediğin gibi ziyaretime gelebilirsin, işte pencere, işte kapı ve işine yararsa, işte baca!

Mefisto: İtiraf ederim ki, dışarı çıkmama bir küçük engel var. Eşiğinizdeki şu cin ayağı.

Faust: Şu beş köşe işareti seni rahatsız ediyor ha! Hele bak! Cehennem evladı, bu sana engel oldu ise içeri nasıl girebildin? Böyle bir cin nasıl aldatılabildi?

Mefisto: İyi bakın, beş köşenin çizgileri iyi çizilmemiş, şu dışarıya bakan açı, gördüğüm gibi, biraz açık kalmış.

Faust: Rastlantı bunu iyi yapmış! Sen şimdi benim tutsağımsın ha! Bu epeyce bir basan.

Mefisto: Köpek içeri sıçrarken bir şeyin farkında olmamıştı, ama şimdi değişti. Şeytan evden çıkamıyor?

Faust: Peki pencereden niye çıkmıyorsun?

Mefisto: Şeytanların ve hayaletlerin bir kuralı bu. Ancak girdikleri yerden çıkabilirler. Girmede serbestiz ama çıkmada değil.

Faust: Cehennemin de kuralları mı var? Ne iyi şey! Öyle ise, sizinle bir anlaşma yapabiliriz. Hem de güvenle!

Mefisto: Sana vadedeceğim şeyin tadını çıkaracaksın. Bu zevkinden bir şey eksilmeyecek. Ama bu kısaca anlatılamaz. Oturup konuşmamız lazım. Bu defalık beni serbest bırakmanızı rica ederim.

Faust: Biraz daha kal burada ve bana güzel bir masal söyle.

Mefisto: Gitmeye mecburum. Yakında yine gelirim. O zaman istediğini sorabilirsin.

Faust: Ben sana bir engel çıkarmıyorum. Sen, kendi kendini hapsettin. Şeytanı yakalayan, onu sıkı tutmalıdır. Yoksa, bir daha ele geçiremez.

Mefisto: Arzu edersen sana arkadaşlık etmek üzere burada kalmaya hazırım. Yeter ki, hünerlerim sana hoşça vakit geçirsin.

Faust: Ala. Yeter ki hünerlerin hoşa gitsin.

Mefisto: Dostum, sen bu bir saatte zekan için renksiz bir yıldan daha fazla kazanç sağlayacaksın. Nermin ruhların sana söyleyecekleri şarkılar ve gösterecekleri manzaralar, boş bir büyücü oyunu olmayacak. Hatta, burnun da bundan hoşlanacak. Sonra damağın da tat duyacak. Ve keyfinden bayılacaksın. Hazırlığa ihtiyaç yok. Hep buradayız. Haydi hemen başlayalım.

Periler:

Karanlık kubbeler çekilin,
Mavi göğü örtmeyin,
Şu kopkoyu bulutlar da kalksın
Güneşler daha tatlı ısısın.
Yıldızlar daha hür parüdasın!

Tanrının çocukları uçun,
Ruh gibi güzel, başımızdan geçin
Özlemler, emeller, ardından koşun!
Fistanlar, kurdeleler
Çardaklarda uçuşuyor,

Ve sevişen nişanlılar,
Bir Ömür için andlaşıyor!
Çardaklar, sıra sıra,
Üstlerinde üzüm yüklü asma,

Sonra olgunlaşır üzümler,
Dolar sıra sıra küfeler,
Köpüklü şarap, dereler gibi akar,
Ve temiz taşlardan sızar!

Güzel, yakut kayalar,
Tepeleri arkada bırakır,
Ve göllere uzanır,
Yeşil yamaçlara yaslanır!

Ve kanatlar,
Neşeyle çırpar,
Güneşlere uçar!
Korular halinde coşanları dinlediğimiz,

Kırlarında dans edenleri gördüğümüz,
Adalara doğru uçar!
Kimisi dağlara tırmanır,
Kimizi yüzer göllerde,
Yaşamak sevinci gönüllerde,
Ah ne saadet!

Mefisto: Uyuyor! Aferin size şirin, havai çocuklar. Tatlı şarkınızla onu ne güzel uyuttunuz! Bu konser için size teşekkür ederim. Faust, sen daha şeytanı zaptedecek adam değilsin!.

Onu tatlı hayallerle avutun,
Ve bir çılgınlık deryasına götürün.

Ama şu eşiğin büyüsünü bozmak için bir fare dişine ihtiyacım var. Onu uzun uzun büyülemeye gerek yok. işte şuracıkta bir tanesi tıkırdıyor, hemen sesimi duyacaktır.

Farelerin, sineklerin, kurbağaların, tahta kurularının, pirelerin elebaşı sana emir veriyor: Meydana çık ve şu eşiğe damlatılmış yağı yala!

İşte, sıçrayarak geliyorsun. Hemen işe başla. Beni büyüleyen açı, şu öndekidir. Bir daha ısır, tamam!

Faust, biz gelinceye kadar sen rüya görmeye devam et!

Faust (Uyanır): Yine mi aldatıldım. Bir rüya, beni aldatıp şeytanı kaçırdıktan ve fino da ortadan kaybolduktan sonra böyle mi bırakıp gider?
 

Okuma odası Faust, Mefisto
 

Faust: Kapı vuruluyor, beni yine kim tedirgin edecek?

Mefisto: Benim.

Faust: Gir.

Mefisto: Bunu üç defa söylemelisin.

Faust: Gir, işte.

Mefisto: İşte böyle hoşuma gidiyorsun. Umarım ki iyi geçineceğiz. Senin vehimlerini uzaklaştırmak için kırmızı işlemeli elbise, sert ipekten bir manto giyerek, şapkamın üstüne horoz tüyü, belime de uzun, sivri bir kılıç takıp genç bir asilzade rolünde geldim. Sen de böyle giyin ki peşin hükümlerden sıyrılıp, hayatın ne olduğunu anlayasın!

Faust: Ne giyersem giyeyim, bu sınırlı dünya hayatının acısını çekeceğim! Ben sadece oyunla vakit geçirecek kadar genç ve isteksiz yaşayamayacak kadar yaşlı değilim, dünya bana ne bahşediyor? Hep mahrumiyetlere katlanmak, benim nasibim bu. Ömür boyunca, her saat kulağa kısık sesle ulaşan nakarat bu. Sabahları hep korku ile uyanının. Geçerken tek bir arzumu bile yerine getirmeyecek olan ve bir sevinç belirtisini bile inatçı bir aksilikle harabeden, kalbimin yaratıcılığını, bin bir çirkin gaile ile baltalayan gündüzü görünce, ağ­lamak gelir içimden! Gece ortalığa çöktüğü zaman da, yatağıma endişelerle uzanırım. Çünkü yatakta da istirahat mukadder değil. Vahşi rüyalar beni korkutur. Göğsümdeki tanrı, en içimden beni tahrik eder. Bütün kuvvetlerimin üstün­de yerleşen akıl, dışarıda beni faaliyete getiremiyor. Böylece hayat, benim için bir yük oluyor. Ölümü özlüyorum. Hayattan tiksiniyorum!

Mefisto: Ölüm, yine de makbul bir konuk değildir.

Faust: Zafer parıltısı içinde iken Ölümün, başına kanlı zafer tacını bağladığı ve çılgınlaşan bir danstan sonra, bir kızın kollarında yakaladığı insan ne bahtiyardır! Ben de, ruhun yüksek kudreti önünde heyecandan tıkanarak, böyle can verebilseydim!

Mefisto: İyi ama, şu gece yarısı, esmer usareyi içmemiştin!

Faust: Casusluk etmek galiba hoşuna gidiyor.

Mefisto: Ben, her şeyi bilen değilim, ama çok şey bilirim.

Faust: O korkun hercümerç anında, tatlı, tanıdık bir ses, beni çekti ise, çocuk duygularının kalıntısı, mutlu zamanların hatırasıyla beni aldattı ise, ruhu çekici bir büyücülükle saran ve onu kamaştırıcı ve riyakar kuvvetleriyle bu yaslı izbeye sürgün eden her şeye lanet ediyorum!

Lanet, ruhun kendisi hakkında beslediği o yüksek fikre,

Lanet, duygularımızı zorlayan görünüşün göz kamaştırıcılığına,

Lanet, rüyalarımızda bizi aldatan ve bir ömür boyunca kandıran şeref hülyasına,

Lanet, mal, mülk, kadın, çocuk, uşak ve hizmetçi şeklinde bizi okşayabilen şeylere,

Lanet, bizi hazineler ile cesur hareketlere teşvik eden ve fuzuli eğlenceler için altımıza döşek seren servete,

Lanet, üzümlerdeki iksire,

Lanet, aşkın o en derin hazzına,

Lanet, umuda lanet imana ve lanet, her şeyden önce, sabra... Lanet!

 

1      2      3      4