Eski
Yunanca özel adların yazılışı hakkında not
Yunan eserlerinin çevirisinde tanrı, insan ve ülke adlarını,
asıllarındaki gibi yazmayı uygun bulduk; bunun için de bugün
Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde kullanılan çevriyazı yöntemini
aldık. Yunanca'nın her harfi, aşağıdaki cetvelde gösterildiği
gibi, tek veya çift harfle karşılanmıştır. "Th" ve "kh" gibi çift
harfleri kullanmaya gerek vardı; çünkü Yunanca'nın Q'sını da, T 'ını
da "t" ile gösteremezdik, ikisini ayırmak zorunluydu. "X" için de
yalnızca "h" harfini alsaydık Yunanca'da bazen sesli harflerin
önüne gelen ( ' ) işareti ile karışabilecekti.
"Ph" çift harfine gelince, Yunanca'nın F harfini Avrupalılar
öteden beri böyle gösterirler; eski Romalılar da öyle
göstermişler; demek ki o harfin söylenişi Romalıların "ƒ" harfinin
söylenişine tümüyle uymuyormuş.
Romalılar ve bugünkü Avrupa ülkeleri, Yunanca'nın X harfini de "x"
ile gösterirler; ancak "x" harfi bizim alfabemizde yok; bu yüzden
"x" yerine "ks" çift harfini kullanmayı daha uygun bulduk.
Yunanca'da "y" harfi sessiz değil, sesli harftir ve "ü" okunması
gerekir. Ancak bu söyleyiş kesin de değil. Bugünkü Yunanlılar onu
"i" diye okuyorlar.
Çift sesli harfleri de gene çift olarak gösterdik. Ancak (ou)
yerine tek bir "u" koyduk; bu şimdiki uluslararası çevriyazıda da
böyledir.
Yunan Alfabesi:
A A H E N N T T
B B Q Th X Ks Y Y
G G I İ O O F Ph
D D K K P P X Kh
E E ? L P R Y Ps
Z Z M M S S W O
Kişiler:
Sokrates, Theodoros, Yabancı, Genç Sokrates
SOKRATES: Bana Theaitetos ile Yabancı'yı tanıttığın için
sana çok teşekkür borçluyum, Theodoros.
THEODOROS: Hele onlar devlet adamının, sonra da filozofun ne
olduğunu bir iyice belirtsinler, o zaman teşekkür borcun daha üç
katı artacak.
SOKRATES: Devlet adamı ile filozof. Neler diyorsun, Theodoros?
Bir matematik- geometri üstadının ağzından mı bu sözü işitiyorum?
THEODOROS: Hangi sözü, Sokrates?
SOKRATES: Devlet adamı ile filozofu sanki birbirine eşit
değerlermiş gibi ele alıyorsun; oysa bu değerlerin arasındaki
ayrım hiçbir geometri oranıyla gösterilemiyecek kadar büyüktür.
THEODOROS: Ammon hakkı için, Sokrates, doğrusu beni güzel
yakaladın. Haklısın; yanlışımı iyi ortaya çıkardın. Meğer senin ne
güçlü belleğin varmış! Alacağın olsun, elbette bunun acısını bir
gün senden çıkarırım. Yabancı, sen de bizi hoş görür, umarım
başladığın işten vazgeçmezsin. Devlet adamını ya da filozofu,
hangisini istersen onu, ele al da sözümüzü sürdürelim.
YABANCI: Zaten bu artık benim boynuma borç oldu. Bir kere
başladıktan sonra sonunu getirmek gerektir. Bir işi yarım
bırakmamalı. Ama Theaitetos'a ne iş gördürelim dersin?
THEODOROS: Ne iş gördürmesi? Anlamadım.
YABANCI: Onu salıverelim de yerine arkadaşı Genç Sokrates'i
alalım mı?
THEODOROS: Nasıl istersen. Dediğin doğru, ötekine de sıra
vermeli. Arada bir dinlenebilirlerse, gençler daha iyi iş
başarırlar.
SOKRATES: Hem bu gençlerin ikisi de bir bakıma sana akraba
sayılırlar, sanırım. Sizlerin dediklerinize göre birinin yüzü bana
benziyormuş; öteki ile de adaşız. Bunun için üçümüz aynı soydan
sayılırız. Akrabalarımızla tanışmamıza yarayan konuşmaları
memnunlukla karşılamalıyız; bu adeta bir akrabalık borcudur. Dün
Theaitetos ile ben kendim konuştum; şimdi de sana verdiği
yanıtları işittim. Adaşımla daha konuşmadım ama, benim için bir
başka zaman da olur. Bugünlük senin sorularını yanıtlasın.
YABANCI: Peki, öyle olsun. Genç Sokrates, büyük Sokrates'in
dediklerini duydun mu?
GENÇ SOKRATES - Evet.
YABANCI: Razı mısın?
GENÇ SOKRATES: Seve seve.
YABANCI: Senin bir diyeceğin olmadıktan sonra bana bir şey
demek düşmez. Bilgiciden ( sofist ) sonra, araştırmamızda sıra
bence devlet adamına (politikos) gelir. Şimdi bana söyle bakalım,
devlet adamını da bilgili kimselerden sayacak mıyız, saymayacak
mıyız?
GENÇ SOKRATES: Sayacağız elbet.
YABANCI: Öyleyse, bilgicinin ne olduğunu araştırırken
ayırdığımız gibi, gene bilgileri bölümlere ayırmak gerekecek,
değil mi.
GENÇ SOKRATES: Sanırım.
YABANCI: Ama bana öyle geliyor ki, Sokrates, bu bilgiyi o
bölümlerde bulamayacağız.
GENÇ SOKRATES: Ne yapacağız?
YABANCI: Başka bir bölümde arayacağız.
GENÇ SOKRATES: Pekala.
YABANCI: Devlet adamına götürecek yolu nasıl bulmalı? Bu
yolu bulup öbürlerinden ayırmak, kendine özgü bir damgayla
damgalamak gerekiyor. Bundan ayrılan öbür yolların hepsine birden
de ayrıca belli bir damga vurmalıyız. Böylece usumuz, bütün
bilgileri iki bölüme ayrılmış olarak kavrayacaktır.
GENÇ SOKRATES: Bu yolu bulmak senin işindir, benim değil.
YABANCI: Orası öyle, ama bir kere bulduktan sonra bu yol,
benim kadar senin de yolun olmalıdır.
GENÇ SOKRATES: Güzel.
YABANCI: Matematik ve matematikle aynı soydan olan başka
sanatlar, ''iş''le hiçbir ilişiği olmayan soyut bilgiler değil
midir?
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI: Oysa dülgerlik sanatında, el sanatlarının
hepsinde, işleyenin bilgisi işine katışır. Sanatla uğraşan
yalnızca bilmekle kalmaz, bilgisini işinde gerçekleştirerek
önceden var olmayan şeyleri yapar, oluşturur. Doğru mu?
GENÇ SOKRATES: Pek doğru.
YABANCI: O halde bilgilerin hepsini bu ölçüye göre
bölebiliriz: Bir kısmına kılgısal bilgiler, ötekine kuramsal
bilgiler deriz.
GENÇ SOKRATES: Olur; aslında bir bütün olan bilgiyi böylece
ikiye bölünmüş sayarız.
YABANCI: Devlet adamını kralla, kölelerin efendisiyle, aile
reisiyle bir mi tutacağız, yoksa, her biri için bir ayrı sanat
vardır mı diyeceğiz? Ama dur, vazgeçtim. Bir başka yoldan gidelim.
GENÇ SOKRATES: Hangi yoldan?
YABANCI: Şöyle: Hekim diye tanınmamış bir kimse, hekim olan
birine öğüt verebilecek kadar bilgili olsa, ona da hekim demek
gerekmez mi?
GENÇ SOKRATES: Gerekir.
YABANCI: Bunun gibi, resmi sıfatı olmayan biri, ülkeyi
yönetene akıl öğretecek erkte olsa, o kimsede hükümdarda bulunması
gereken bilgi vardır, diyemez miyiz?
GENÇ SOKRATES: Deriz, elbet.
YABANCI: Gerçekten kral olan kimsenin bilgisi krallık
bilgisi değil midir?
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI: Böyle bilgili bir kimse, ister kral olsun, isterse
yalnızca bir yurttaş, bu bilgisi bakımından kral sınıfından
sayılmaz mı?
GENÇ SOKRATES: Böyle saymak doğru olur.
YABANCI: Kölelerin efendisi, aile reisi için de aynı şeyi
söyleyebiliriz, değil mi?
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI: Büyük bir aileyi küçük bir devlete benzetebiliriz.
Yönetim bakımından aralarında bir ayrılık var mıdır?
GENÇ SOKRATES: Hiç yoktur.
YABANCI: Öyleyse, deminki sorumuza yanıt olarak, bunların
hepsinin tek bir bilgisi olduğunu, bu bilgiye krallık, siyaset ya
da ev yönetimi bilgisi denebileceğini söyleyebiliriz. Verilecek ad
üzerinde çekişecek değiliz ya...
GENÇ SOKRATES: Buna ne gerek var?
YABANCI: Ama şu da belli ki, yerinde tutunabilmek için
kral, yumruk ya da beden gücünden çok zekasını,us gücünü kullanır,
öyle değil mi?
GENÇ SOKRATES: Şüphesiz.
YABANCI: O halde, kralın bilgisi, el sanatlarından,
kılgısal işlerden daha çok kuramsal bilgiye yakındır, diyelim mi?
GENÇ SOKRATES: Hay, hay.
YABANCI: Devlet bilgisiyle devlet adamını, krallık
bilgisiyle kralı, hep birleştirip tek bir bilgi saymalıyız.
GENÇ SOKRATES: Şüphesiz.
YABANCI: Şimdi, kuramsal bilgiyi bölümlerine ayırmak sırası
geldi. Buna başlamamız doğru olmaz mı?
GENÇ SOKRATES: Pek doğru olur.
YABANCI: Bir düşün bakalım: Bilginin aslında, doğal olan
bir ikilik bulabilir miyiz?
GENÇ SOKRATES: Örneğin?
YABANCI: Şöyle: konuşmalarımızda matematik diye bir sanatın
adı geçmişti...
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI: Bence matematik kesin olarak kuramsal sanatlar
bölümüne girer.
GENÇ SOKRATES: Hiç şüphe yok.
YABANCI: Matematik, sayılar arasındaki ayrımları bilir.
Bildiği bu şeyler üzerinde bir yargıya varmaktan başka matematiğin
bir işi var mıdır?
GENÇ SOKRATES: Başka ne işi olabilir?
YABANCI: Ama öbür yandan, hiçbir mimar işçi gibi çalışmaz;
o yalnızca işçilerin başıdır, öyle değil mi?
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI: O, bilgisinden verir, el emeğinden değil.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI: Bundan ötürü, mimarın kuramsal bilgiden bir pay
edindiğini söylemek doğru olmaz mı?
GENÇ SOKRATES: Tümüyle doğrudur.
YABANCI: Ama bir karara vardıktan sonra mimar, matematikçi
gibi, işini bitirmiş sayılmaz. Girişilen iş tamamlanıncaya kadar
her işçiye yapması gereken şeyleri buyurmalıdır.
GENÇ SOKRATES: Elbet.
YABANCI: Matematik ve matematikle ilgili bilgiler kadar
bütün bu bilgiler de kuramsaldır ama ikisi de bir noktada
ayrılırlar: O da, biri yalnızca yargıya varır, ötekiyse aynı
zamanda yönetir. Ne dersin?
GENÇ SOKRATES: Öyle gibi.
YABANCI: Kuramsal bilginin bütününü, bir yargıya varan, bir
de yöneten bilgiler diye ikiye ayırmamız, sence doğru mudur?
GENÇ SOKRATES: Bence doğrudur.
YABANCI: İşbirliği yapmak gerektiği zaman, insanların
birbirleriyle anlaşması iyi bir şey değil midir?
GENÇ SOKRATES: Ona ne şüphe.
YABANCI: Böyle anlaşmak mutluluğuna erişince de,
başkalarının ne düşündüğüne aldırılır mı?
GENÇ SOKRATES: Hiçbir zaman.
YABANCI: Eh, kralı bu iki bölümden hangisine koyacağız? Bir
seyirci olarak, onu yalnızca yargıya varanlar sınıfından mı
sayacağız, yoksa, insanlara gerçekten buyurduğu için, onda yönetme
sanatı vardır mı diyeceğiz?
GENÇ SOKRATES: Elbette ikinci bölüme koyacağız.
YABANCI: O halde, bu yönetme sanatında da bir bölüm noktası
var mı, ona bakalım. Bana öyle geliyor ki, ilk elden satanla,
ikinci elden satanı, kral ile haberciyi (Heraut) ayıran ayrım gibi
burada da bir ayrım var.
GENÇ SOKRATES: Nasıl? Pek anlamadım.
YABANCI: İkinci elden satanlar, başkalarının yaptıkları
şeyleri alarak yeniden satmazlar mı?
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI: Bunun gibi haberci de kralın buyruğu altında değil
midir? Kendisinin olmayan emirleri başkalarına bildirmez mi?
GENÇ SOKRATES: Tam üstüne bastın.
YABANCI: Krallık sanatını, çevirmenin, kaptanın, bilicinin,
habercinin sanatıyla, kısacası insanlara buyuran bütün öbür
sanatlarla karıştıracak mıyız? Yoksa, ilk elden satanla ikinci
elden satan arasında demin yaptığımız karşılaştırmaya uygun
olarak, buyurma erki kendilerinde olan bu yöneticiler için
benzetme yoluyla ayrı bir ad mı bulalım? Bilirsin ki yöneticilerin
bu türü için dilimizde ayrı bir sözcük yoktur. Bu kendiliğinden
emir vermek sıfatı, yönetim bilgilerini ayırmaya yarayacak. Kralı,
kendiliğinden emir veren yöneticiler sınıfına koyacağız.
Öbürlerini bir yana bırakır, onlara da bir ad bulmaya uğraşmayız.
Gerçekten yöneten kimse bizi ilgilendirir; etmeyen araştırmamızın
dışında kalır.
GENÇ SOKRATES: Çok doğru.
YABANCI: Böylece emirlerini vereni, başkalarının emirlerini
bildirenden iyice ayırt etmiş olduk. Şimdi, uygun gelen bir bölüm
noktası bulabilirsek, emir vermek erkini de tekrar bölümlere
ayırırız.
GENÇ SOKRATES: Kabul.
YABANCI: Böyle bir bölüm noktası bulabiliriz sanıyorum ama,
sen de bana yardım etmelisin.
GENÇ SOKRATES: Nasıl?
YABANCI: Bütün yöneticilerin, hep bir şey ortaya
çıkarabilmek için emir verdikleri düşünülemez mi?
GENÇ SOKRATES: Elbette.
YABANCI: Ortaya çıkarılan şeyleri de ikiye bölmek gerçekten
zor bir şey değildir.
GENÇ SOKRATES: Nasıl böleceksin?
YABANCI: Bence, bütün bunlardan bazıları cansızdır,
bazıları da canlıdır.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI: Öyleyse, istersen, işte bu ayrılığa dayanarak
kuramsal bilginin emir veren bilgiler bölümünü bir daha bölelim.
GENÇ SOKRATES: Nasıl?
YABANCI: Bir bölümü cansız şeylerin ortaya çıkmasına,
öbürünü de canlı şeylerin ortaya çıkmasına ayırabiliriz. Böylece
bu bütünü bölmüş oluruz.
GENÇ SOKRATES: Pek güzel.
YABANCI: Öyleyse bu bölümlerden birini bir yana bırakalım;
öbürünü yeniden ikiye bölmek üzere ele alalım.
GENÇ SOKRATES: Bu iki bölümden hangisini alalım diyorsun?
YABANCI: Canlı varlıklara emreden bölümü, elbet. Belli ki
krallık bilgisi mimarlık bilgisi gibi cansız şeylerin yönetimi
değildir. O bilgi daha yüce bir iş görür; canlılara emreder; oldum
olası yönetimini hep canlılar üzerinde kurmuştur.
GENÇ SOKRATES: Çok doğru.
YABANCI: Canlıların ortaya çıkarılması ve yetiştirilmesi
konusunda ise, tek tek yetiştirilme ile sürü halinde
yetiştirilmeyi birbirlerinden ayırt etmek olanaklıdır.
GENÇ SOKRATES: Bu da doğru.
YABANCI: Devlet adamına gelince; öyle görülüyor ki o,
öküzüne bakan bir rençper ya da atına bakan bir seyis gibi, bir
tek canlının yetiştirilmesiyle uğraşmıyor; daha çok, at ya da öküz
sürüleri yetiştirenlere benziyor.
GENÇ SOKRATES: Sen böyle anlatınca, sorun aydınlanıyor.
YABANCI: Bu birçok canlıları bir arada yetiştirme sanatına
ne diyelim? Sürü yetiştirme sanatı mı, yoksa, birlikte yetiştirme
sanatı mı?
GENÇ SOKRATES: Sözün gelişine göre, hangisi olursa...
YABANCI: Pek güzel, Sokrates. Verilecek ad üzerinde kılı
kırk yarmamayı sürdürürsen, yaşın ilerledikçe bilgin daha
zenginleşir. Dediğin gibi ad sorununu bir yana bırakalım. Şimdi
bak bakalım, sürü halinde yetiştirmenin iki türü olduğunu,
araştırmamızın bu iki tür üzerine değil de, yalnızca biri üzerine
olduğunu bana gösterebilir misin?
GENÇ SOKRATES: Bir deneyeyim. Sanırım bir insanların, bir
de hayvanların yönetimi vardır.
YABANCI: Ne çabuk, ne de keskin bir buluş, Sokrates. Ama
bir yanlışa düştün. Bundan böyle elimizden geldiği kadar böyle
yanlışlardan sakınalım.
GENÇ SOKRATES: Ne yanlışı?
YABANCI: Bir parçanın aynı zamanda bir tür olup olmadığını
hesaba katmaksızın, bir tür oluşturmayan küçük bir parçayı
ayırarak tek başına daha büyük başka parçaların karşısına
koymayalım. Ayırdığımız her parça aynı zamanda bir tür olmalıdır.
Araştırmanın konusunu öbürlerinden hemen ayırmak şüphesiz çok
güzel olur ; ama doğru ayırmak koşuluyla... Demincek, sözün dönüp
dolaşıp insana gelip dayanacağını anlayınca, düşüncenin gidişini
bozdun, hızlandırdın; ileri sürdüğün ayırmanın doğru olduğunu
sandın. Gerçekte ise küçük kesimler tehlikelidir. Yarı yarıya
bölerek ilerlemek daha güvenlidir. Böyle gidilirse, türün
niteliklerini bulmak umudu da daha artar; bizim araştırmamız için
her şeyden önemli olan da budur.
GENÇ SOKRATES: Ne demek istediğini pek kavrayamadım,
yabancı.
YABANCI: Senin yaradılışında bir insanın hatırı için daha
açık konuşmaya çalışırım. Hiçbir şeyi karanlıkta bırakmadığımı
şimdilik ileri süremem, ama sorunu daha iyi aydınlatabilmek için
biraz daha ilerlememiz gerekiyor.
GENÇ SOKRATES: Deminki bölüşte, sence ne gibi bir yanlış
yaptık?
YABANCI: Bu yanlış tıpkı, insan türünü bölümlere ayırırken,
bu yöre halkının ayrıldığı gibi ayırmak yanlışlığıdır. Burada
Hellenleri kendi başlarına bir tür olarak ayırıyorlar, aralarında
hiçbir bağlılık olmayan, tek dil konuşmayan bütün öbür insan
türlerini bir araya koyuyorlar. Bunların hepsine birden ''barbar''
dedikleri için de hepsinin tek bir türden olduğunu sanıyorlar. Ya
da, sayıları ayırırken on bin sayısını öbürlerinden ayırarak onu
bir tür diye alıyorsun; geri kalanları da tek bir ad altında
topladığın için bunların tek bir tür olduğunu söylüyorsun. Oysa,
sayıları tek ve çift olarak ya da insan türünü kadın ve erkek
olarak ayırırsan; Lidyalıları, Frigyalıları ve öbür kabileleri
dünyanın başka kavimlerinden ancak, her biri bir tür olan
parçalara bölmek artık olanaklı olmadığı zaman ayırırsan, daha
iyi, daha mantıklı, bölümleri birbirine daha eşit bir bölme yapmış
olursun.
GENÇ SOKRATES: Çok doğru, yabancı, ama bölüm ile türün bir
olmadığını, birbirlerinden ayrı şeyler olduğunu daha açıkça nasıl
belirtmeli?
YABANCI: Ömür adamsın, Sokrates. Bu istediğini o kadar
kolay bir şey mi sanıyorsun? Asıl konumuzdan zaten epeyce saptık,
sen daha da uzaklaşalım, istiyorsun. Şimdi geriye, asıl konumuza
dönmek daha doğru olur. Sonra, bir boş vaktimizde bu yeni yolu
araştırırız. Sakın sana tam bir açıklama verdiğimi de sanma ha!
GENÇ SOKRATES: Neyin açıklamasını?
YABANCI: Tür ile bölüm arasındaki ayrılığın.
GENÇ SOKRATES: Peki, dediklerin neydi öyleyse?
YABANCI: Bir tür olan şey, zorunlu olarak bir bölümdür ;
ama bir bölümün aynı zamanda bir tür olması zorunlu değildir.
İşte, Sokrates, benim görüşümdür diye ileri süreceğin görüş her
zaman bu olmalıdır.
GENÇ SOKRATES: Peki, dilediğin gibi olsun.
YABANCI: Bilmek istediğim bir şey daha var.
GENÇ SOKRATES: Nedir?
YABANCI: Konumuzdan sapıp da buralara kadar uzaklaşmazdan
önce neredeydik? Yanılmıyorsam "sürülerin yetiştirilmesini hangi
noktadan bölmeli" sorusundaydık. Sen hemen buna hazır bir yanıt
olarak, iki tür canlı varlık olduğunu söyledin: bir insan türü,
bir de bütün öbür hayvanlar.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI: O zaman farkına vardın ki böylece bir bölümü
ayırıp bir yana bıraktığın, öbür kalanlarına da hep birden hayvan
adını verdiğin zaman, onlar hep bir türdendir sandın.
GENÇ SOKRATES: Bunu da iyi fark etmişsin.
YABANCI: Ey gözüpek tartışmacı! Akıllı olduğunu sandığımız
başka bir hayvan da, söz gelişi bir turna da canlı varlıkları
bölümlere ayıracak olsaydı, senin gibi bölerdi. İlkin, turna
türünü ayırarak bütün öbür hayvanların karşısına koyardı; böylece
kendi türünü yükseltirdi. Kalan varlıkları, içinde insanlar da
olduğu halde, bir araya yığar, onlar için de hep birden belki
hayvan adından başka bir ad bulamazdı. Biz buna benzer
yanlışlardan sakınmalıyız.
GENÇ SOKRATES: Nasıl sakınabiliriz?
YABANCI: Hayvan türünün bütününü bölmeye kalkışmazsak,
böyle yanlışlara daha az düşeriz.
GENÇ SOKRATES: Gerçekten, bundan sakınmalıyız.
YABANCI: İşte deminki yanlışa düşmemize neden buydu.
GENÇ SOKRATES: Nasıl?
YABANCI: Kuramsal bilginin yönetici bölümünü ''sürü halinde
hayvanların yetiştirilmesi'' adı altında toplamıştık, değil mi?
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI: Bu bölmenin kendisi, hayvan türünün aynı zamanda
yabanıl ve evcil olarak bölünmesi demektir. Evcilleştirilebilecek
yaratılışta olan hayvanlara uysal, evcilleştirilemeyenlere de
yabanıl denir.
GENÇ SOKRATES: Sonra?
YABANCI: Bizim araştırdığımız bilgi de oldu olası uysal
hayvanlarla ilgilidir, hem de sürü halinde yaşayan hayvanlarla...
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI: O halde, demin yaptığımız gibi hayvanların,
hepsini birden ele alarak bölümlere ayırmaya kalkmayalım. Devlet
bilgisine çabucak varmakta acele etmeyelim. Bu bize, atalar
sözünün işaret ettiği zorluğa mal oldu.
GENÇ SOKRATES: Hangi zorluğa?
YABANCI: Acele ettiğimiz için işimiz çabuk yürümedi.
GENÇ SOKRATES: Bu bize iyi bir ders olsun, yabancı.
YABANCI: Olsun. Şimdi, birlikte yetiştirmeyi bölümlere
ayırmak işine yeniden başlayalım. Belki böylece sözün gelişmesi, o
kadar istekle aradığın şeyi sana daha kolayca bulduracak. Haydi,
söyle bakalım.
GENÇ SOKRATES: Ne söyleyeyim?
YABANCI: Kanımca konuşulduğunu çok işittiğin bir şeyi. Nil
kıyılarında yüce kralın gölcüklerinde yetiştirilen balıkları kendi
gözlerinle gördüğünü sanmıyorum, ama kendi ülkende havuzlarda
yetiştirilen balıkları belki görmüşsündür.
GENÇ SOKRATES: Elbette gördüm. Öbürlerini de başkalarından
çok duydum.
YABANCI: Thesalia ovalarında gezmedinse bile, oralarda kaz
ve turna sürüleri yetiştirildiğini herhalde işitmiş, işittiklerine
de inanmışsındır.
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI: Sana bunları sormam, böyle sürüler halinde
yetiştirilen hayvanların hem kara, hem su hayvanları olduğunu
belirtmek içindir.
GENÇ SOKRATES: Doğru.
YABANCI: Benim gibi sen de "birlikte yetiştirme bilgisi su
hayvanları sürülerinin yetiştirilmesi ve kara hayvanları
sürülerinin yetiştirilmesi olarak ikiye bölünmelidir" der misin?
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI: Krallık bilgisinin bu iki bölümünden hangisinde
olduğunu sormaya da hacet yok, bu besbelli değil mi?
GENÇ SOKRATES: Elbette.
YABANCI: Karada yetişen sürülerin nasıl bölüneceğini de kim
olsa bilir, öyle değil mi?
GENÇ SOKRATES: Nasıl bölünür?
YABANCI: Uçanları yürüyenlerden ayırt ederiz.
GENÇ SOKRATES: Çok doğru.
YABANCI: Siyasal hayvanı nerede arayacağız? Bir budala bile
onun yürüyen bir varlık olduğunu bilmez mi?
GENÇ SOKRATES: Elbette.
YABANCI: Bir çift sayının yarı yarıya bölünmesi gibi,
yürüyen hayvanların yetiştirilmesi de bölünebilir.
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI: Şuna işaret edeyim ki burada, sözümüzün erişmek
istediği bölüme ya da sınıfa giden iki yol gözüküyor. Biri, küçük
bir parçayı kesip büyüğünü bir yana bırakmak yolu, daha kestirme
bir yol ; öteki ise, olabildiğince ortadan bölelim diye koyduğumuz
ilkeye daha uygun, fakat daha uzun bir yoldur. Hangisini istersen
onu seçebiliriz.
GENÇ SOKRATES: İkisini de kullanamaz mıyız?
YABANCI: Bir arada mı? Sorduğun şeye bak! Sırayla, birbiri
ardınca kullanırsak elbette olur.
GENÇ SOKRATES: Öyleyse sırayla, ikisini de kullanalım.
YABANCI: Sonuna yaklaştığımız için bu pek zor olmaz.
Başlangıçta ya da ortalarda olsaydık bu isteğini yerine getirmekte
duraksardım. Ama şimdi dilediğin gibi olsun. Henüz dinçken uzun
yoldan başlayalım, daha iyi ilerleriz.
GENÇ SOKRATES: Dinliyorum.
YABANCI: Evcil, yürüyen hayvanları doğa iki sınıfa
ayırmıştır.
GENÇ SOKRATES: Hangi ilkeye göre?
YABANCI: Birinciler boynuzludur, ötekiler boynuzsuzdur.
GENÇ SOKRATES: Öyle.
YABANCI: Yürüyen hayvanların yetiştirilmesi bilgisi de buna
uygun olarak ikiye ayrılır ; şimdi ikisini de tanımla bakalım. Bu
bölümlere ad bulmaya kalkarsan fazla dolambaçlı bir işe girişmiş
olduğunu anlayacaksın.
GENÇ SOKRATES: Ne diyeyim, öyleyse?
YABANCI: Şöyle: Yürüyen hayvanların yetiştirilmesi bilgisi
ikiye bölünsün; biri boynuzlu sürüyle, öbürü de boynuzsuz sürüyle
ilgili olsun.
GENÇ SOKRATES: Bütün bu dediklerin büyük ölçüde
kanıtlanmıştır; bunun için doğru olarak kabul edip geçebiliriz.
YABANCI: Besbelli ki kral boynuzsuz bir sürünün çobanıdır.
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI: Bu boynuzsuz bölümü kollara ayırmaya, kralın olanı
krala vermeye çalışalım mı?
GENÇ SOKRATES: Her ne biçimde olursa yapalım.
YABANCI: Çataltırnaklı olup olmadıklarına göre mi, yoksa
birbirleriyle çiftleşip çiftleşmediklerine göre mi ayıralım?
Bilmem anlatabildim mi?
GENÇ SOKRATES: Nasıl?
YABANCI: Demek istiyorum ki atlarla eşekler doğal olarak
çiftleşip çoğalırlar.
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI: Ama boynuzsuz sürünün geri kalanı bu şekilde
çoğalmaz.
GENÇ SOKRATES: O da doğru.
YABANCI: Devlet adamı hangi türe bakar? Karışık türe mi,
saf türe mi?
GENÇ SOKRATES: Saf türe, elbette.
YABANCI: Bunu da deminki gibi bölmeliyiz, sanırım.
GENÇ SOKRATES: Evet, bölmeliyiz.
YABANCI: Evcil ama sürü halinde yaşayan hemen her hayvan
türü artık parçalarına bölünmüş oldu, yalnızca iki tür kaldı.
Çünkü köpeklerin sürü hayvanları arasında sayılacaklarını pek
sanmıyorum.
GENÇ SOKRATES: Elbette sayılmaz. Ama bu kalan iki türü
nasıl ayıracağız?
YABANCI: Theaitetos ile senin gibi iki geometri
öğrencisinin kullanması uygun olan bir ayırt etme ölçüsü vardır.
GENÇ SOKRATES: Nedir o?
YABANCI: Çap ve yine çapın çapı.
GENÇ SOKRATES: Anlayamadım.
YABANCI: İnsan nasıl yürür? Gücü iki ayak olan bir çap
olarak değil mi?
GENÇ SOKRATES: Öyle.
YABANCI: Öbürlerinin gücü de iki kere iki olduğuna göre,
çapın çapı denemez mi?
GENÇ SOKRATES: Elbette. Ne demek istediğini şimdi anladım
gibi...
YABANCI: Bu bölmelerle, Sokrates, büyük bir şaka daha
yapmış oldum.
GENÇ SOKRATES: O da ne?
YABANCI: İnsanoğulları yaratıkların en başı boş, en hafif
olanı ile aynı sınıfa düştü, onunla yarışmacı durumunda.
GENÇ SOKRATES: Farkındayım. Ne acayip bir rastlantı!
YABANCI: En yavaş olanın sona kalacağını da tahmin edersin
ya?
GENÇ SOKRATES: Elbette.
YABANCI: Bir sonuç daha çıkıyor ki o bundan gülünç.
Sürüsüyle dolaşıp duran kral, havada yaşayanlar konusunda
insanların en ustası olan kuş avcısıyla rakip oluyor.
GENÇ SOKRATES: Sahi.
YABANCI: İşte sana Sokrates, bilgici ( sofist ) üzerine
yaptığımız araştırmada söylediklerimizin doğruluğunu gösteren daha
belirli kanıtlar.
GENÇ SOKRATES: Neyin doğruluğunu gösteriyor?
YABANCI: Diyalektik yöntemin, kişilere aldırmadığını,
büyüğü küçüğün üstüne koyamadığını, her zaman kendi yolundan en
doğru sonuçlara vardığını gösteriyor.
GENÇ SOKRATES: Anladım.
YABANCI: Şimdi, senin sormanı beklemeden kendi dileğimle,
seni kestirme yoldan kralın tanımına götüreceğim.
GENÇ SOKRATES: Haydi bakalım.
YABANCI: İlkin, kara hayvanlarını iki ayaklı ve dört ayaklı
olarak ayırmalıydık, diyorum. Mademki yalnızca kanatlı sürü
insanlarla aynı sınıfa düşüyor, iki ayaklıları da tüylü olan ve
olmayan diye ayırırdık. Böyle bölünce, insanları yönetmek sanatı
da aydınlanmış olurdu; o zaman yönetici ya da devlet adamını da
ortaya çıkarır, arabacı gibi yerine oturtur, devletin gemini de
eline verirdik, zira bu da onun işidir.
GENÇ SOKRATES: Pekala. Bana borcunu ödedin, yani sözü
sonuna eriştirdin, demek istiyorum. Bu ana yoldan ayrılmak da,
cabası oldu.
YABANCI: Şimdi en başa dönelim. Devlet adamının sanatını
tanımlayan halkaları birbirine bağlayalım.
GENÇ SOKRATES: Hay hay, yapalım.
YABANCI: Başlangıçta dediğimiz gibi, saf bilginin bir
yöneten ya da emreden kısmı var. Kendi adına satışta bulunan
kimseye benzeterek bu kısımdan da bir kendiliğinden emreden kısım
çıkardık. Bunun önemli kollarından biri yaşayan hayvanların
yönetimidir; sonra daha da daraltarak, sürü halinde hayvanların
yönetimi ve yürüyen hayvan sürülerinin yönetimi kısımlarını elde
ettik. Bu sonuncunun başlıca bölümü boynuzsuz, yürüyen hayvanların
yönetimidir. Bu bölümde de bir parça var ki üç sözcüğün
birleşmesiyle oluşan bir terim altına konabilir: Saf tür
hayvanları gütmek. En son bölüm, insanların güdülmesi sanatıdır.
İki ayaklılarla uğraşan ve bizim aradığımız, sonunda şimdi
bulduğumuz sanat, krallık ve devlet sanatı işte budur.
GENÇ SOKRATES: Hiç şüphe yok.
YABANCI: Sahiden senin bu dediğini başardık mı dersin,
Sokrates?
GENÇ SOKRATES: Neyi?
YABANCI: "Gerçekten dileğimizi yerine getirdik mi?" demek
istiyorum. İşte şöyle bir tartışma yaptık ama bana öyle geliyor ki
araştırmamızı iyice geliştiremedik ; bu noktada başarısızlığa
uğradık.
GENÇ SOKRATES: Anlayamıyorum.
YABANCI: Şu anda aklımdan geçen düşünceleri her ikimiz için
aydınlatmaya çalışacağım.
GENÇ SOKRATES: Dinliyorum.
YABANCI: Çobanlık sanatının çok çeşitleri vardır. Bunlardan
biri belli bir sürüyü konu edinen siyaset sanatı değil midir?
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI: Konuşmamızda bunu, atlarla öbür hayvanların değil,
insanların bir arada yetiştirilmesi sanatı olarak tanımladık,
değil mi?
GENÇ SOKRATES: Evet.
YABANCI: Ama kralı bütün öbür çobanlardan ayırt eden şu
farka bak.
GENÇ SOKRATES: Neyi demek istiyorsun?
YABANCI: Öbür çobanlardan herhangi birinin, sürünün
yönetimini kendisiyle paylaşmak isteyen, paylaştığını ileri süren
bir rakibi var mıdır?
GENÇ SOKRATES: Ne demek istediğini anlayamıyorum.
YABANCI: Demek istiyorum ki tüccarlar, çiftçiler,
ekmekçiler, beden eğitimciler, hekimler, hepsi insanların
çobanları dediğimiz devlet adamlarıyla boy ölçüşmeye
kalkışacaklar; insanları yetiştirmek ya da yönetmek işini de
kendilerinin gördüğünü, hem de sadece sürüsünü değil, yöneticileri
de yetiştirdiklerini söyleyecekler.
GENÇ SOKRATES: Böyle söylemekte haklı değiller midir?
YABANCI: Pekala haklı olabilirler, iddialarına saygı
gösterelim. Yalnızca şundan emin olalım ki her bakımdan sürüsünün
biricik besleyicisi ve hekimi olabilen bir çobana karşı kimse
böyle benzer bir hak ileri süremez. Hayvanlarını çoban kendisi
çiftleştirir, doğurtur, başka hiç kimse bilginin bu dalında onun
kadar uzman değildir. Doğalarının olanağı ölçüsünde hayvanları
eğlendiren müziği çalan da yine çobandır. Sesiyle ya da
çalgılarla, hiç kimse ondan daha iyi sürüsünü avutamaz ve
sakinleştiremez. Genel olarak tüm hayvan yetiştirenler için aynı
şeyi söyleyebiliriz.
GENÇ SOKRATES: Çok doğru.
YABANCI: Ama bu dediğin doğruysa, kralın tam ve su götürmez
bir tanımını verdik sayılabilir mi? Aynı iddiada olan binlerce
kimse arasından insan sürüsünün çobanı ve yetiştiricisi olarak onu
seçmekte haklı mıyız?
GENÇ SOKRATES: Hiç değiliz.
YABANCI: Devlet adamını, çevresini dolduran, onunla aynı
payeyi paylaşmak isteyen öbür insanlardan koparıp ayırmadıkça ve
onu, bütün farklılığıyla ortaya koymadıkça, demin kralın ne
olduğunu şöyle böyle belirtmiş olsak bile, devlet adamının tam bir
betimlemesini yapamamış olduğumuzdan şüphelenmekte, bundan dolayı
endişe duymakta haklı değil miyiz?
GENÇ SOKRATES: Haklıyız.
YABANCI: Sözlerimizin bizi küçük düşürecek bir sonuca
varmasını istemiyorsak, Sokrates, işte bu işi başarmalıyız.
GENÇ SOKRATES: Her ne pahasına olursa olsun böyle bir
sonuçtan sakınmalıyız.
YABANCI: Öyleyse sorumuzu bir başka noktadan ele alalım,
başka bir yoldan ilerleyelim.
GENÇ SOKRATES: Hangi yoldan?
YABANCI: Gel istersen, sözlerimize biraz oyun çeşnisi
verelim. Çok tanınmış bir masalın büyük bir bölümünü burada
kullanabiliriz. Sonra bölümlere ayırma zincirlemesini yeniden ele
alırız.Amaçlanan doruğa erişinceye kadar eski yoldan gideriz,
böyle gerekmiyor mu?
GENÇ SOKRATES: Kesinlikle.
YABANCI: Öyleyse, çocukların yaptığı gibi sen de
anlatacağım masalı bütün dikkatinle dinle. Zaten çocuk
eğlencelerini bırakalı çok yıl olmadı herhalde...
GENÇ SOKRATES: Dinliyorum. |